عربيEnglish

The Noble Qur'an Encyclopedia

Towards providing reliable exegeses and translations of the meanings of the Noble Qur'an in the world languages

The Cow [Al-Baqara] - Turkish translation - Rowwad Tanslation Center

Surah The Cow [Al-Baqara] Ayah 286 Location Madanah Number 2

Elif, Lâm, Mîm

Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.

Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara acı veren bir azap vardır.

(Bu münafıklar) İman edenlere rastladıkları zaman; "Biz de iman ettik", derler. Şeytanları ile baş başa kalınca da: "Biz, sizin yanınızdayız. Onlarla (Müminlerle) sadece alay ediyoruz." derler.

İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır.

Onların (münafıkların) hali, (geceleyin) ateş yakan kimsenin haline benzer. Ateş etrafını aydınlattığı sırada Allah, onun ışığını giderir ve onları karanlıklar içerisinde görmez bir halde bırakır.

Onlar sağır, dilsiz ve körlerdir. Bu sebeple onlar asla dönmezler.

Yahut onlar gökten boşalan bir yağmura tutulmuş kimselere benzerler. O yağmurda karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek vardır. Onlar yıldırımın şiddetinden ve ölüm korkusundan dolayı parmaklarıyla kulaklarını tıkayıp, kapatırlar. Şüphesiz Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.

(O esnada) şimşek onların gözlerini aniden alacakmış gibi olur. Şimşek parıldadığında yürürler, ortalık birden kararınca da orada dikilip kalıverirler. Eğer Allah isteseydi onların kulaklarını sağır ve gözlerini kör ederdi. Şüphesiz Allah her şeye gücü yetendir.

(Melekler) "Sen yücesin! Seni eksiklikten tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir ilmimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin.” dediler.

Allah şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah: “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” buyurdu.

Hani Meleklere: "Âdem'e (saygı ve hürmet için) secde edin!" demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen secde edivermişlerdi. İblis bundan kaçınmış, büyüklenmiş ve kâfirlerden olmuştu.

Derken şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırdı, onları bulundukları yerden çıkardı. Biz de onlara: "Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde sizin için bir barınak ve belli bir süreye kadar orada yaşamak vardır." dedik.

Derken, Âdem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabbine yalvardı). O da bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.

Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) bir şefaatin kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidyenin alınmayacağı ve yardım da görülmeyeceği bir günden kendinizi koruyun.

Hani, doğru yolu bulasınız diye size Kitab’ı (Tevrat’ı) ve Furkan’ı (Hak ile bâtılı ayıran ilahî hükümleri) vermiştik.

Hani: (İsrailoğullarına) "Şu kasabaya girip, dilediğiniz yerden istediğinizi bol bol yiyin. Kapısından secde ederek/boynu bükük, zelil olarak girin ve “Bağışla” deyin de sizi bağışlayalım. Güzel davrananların mükâfatını da artıracağız." demiştik.

Hani, “Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O halde bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, salatalık, sarımsak, mercimek, soğan versin” demiştiniz. O da size: “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var." demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi; onların, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bunların hepsi isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir.

Hani, sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağını da üzerinize kaldırmış ve “Sakınasınız diye, size verdiğimiz kitabı sıkı tutun, onun içindekileri düşünün” demiştik.

Böylece onların (maymunlara çevrilmiş insanların) akıbetini hem onu görenlere, hem de kendilerinden sonra geleceklere bir ibret ve Allah’tan korkanlar için de bir öğüt vesilesi kıldık.

Mûsâ şöyle dedi: “Rabbim diyor ki; o, çift sürmek, ekin sulamak için boyunduruğa vurulmamış, kusursuz, hiç alacası olmayan bir inektir.” Onlar: “İşte, şimdi tam doğrusunu bildirdin” dediler. Nihayet o ineği kestiler. Neredeyse bunu yapmayacaklardı.

Hani, bir kimseyi öldürmüştünüz de suçu birbirinizin üstüne atmıştınız. Halbuki Allah, gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır.

“İneğin bir parçası ile öldürülene vurun” dedik. İşte, Allah ölüleri böyle diriltir, düşünesiniz diye mucizelerini de size böyle gösterir.

(Münafıklar) iman edenlerle karşılaştıkları zaman “İman ettik” derler, birbirleriyle yalnız kaldıklarında; "Rabbinizin yanında size karşı delil getirsinler diye mi, Allah’ın size açıkladığını onlara anlatıp duruyorsunuz?" derlerdi. Bunu akıl etmiyor musunuz?

Onların bir kısmının okuyup yazması yoktur. Kitabı (Tevrat'ı) bilmezler, bildikleri sadece bir takım yalan ve kuruntulardır. Onlar yalnızca zanneder dururlar.

İsrailoğulları "Ateş bize sayılı bir kaç günden başka dokunmayacaktır" derler. Onlara: "Allah katından bir söz mü aldınız? Eğer, öyle ise Allah sözünden dönmez; yoksa Allah hakkında bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?" de.

(Ey İsrailoğulları!) “Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız” diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz.

(Yahudiler Peygamberlerle alay ederek) Kalplerimiz perdelidir! dediler. Hayır! Allah, küfürleri yüzünden onları lanetlemiştir. Ancak onların çok az bir kısmı iman eder.

Allah katından kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkâr ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkârcılara karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti inkârcıların üzerine olsun.

Onlara: “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) iman edin” denilince, “Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) iman ederiz” deyip, ondan sonra geleni (Kur’an’ı) inkâr ederler. Halbuki o, ellerinde bulunanı (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır. De ki: “Eğer iman eden kimseler idiyseniz, daha önce niçin Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”

Hani, Tûr dağını tepenize dikerek sizden söz almıştık, “Size verdiğimize (Kitab’a) sımsıkı sarılın; ona kulak verin” demiştik. Onlar: “İşittik, karşı geldik” demişlerdi. Küfürleri yüzünden buzağı sevgisi onların kalplerine içirilip, sindirilmişti. Onlara de ki: "(Tevrat’a beslediğinizi iddia ettiğiniz) imanınızın size emrettiği şey ne kötüdür, eğer inanan kimselerseniz!"

(Ey Muhammed, onlara:) De ki: “Eğer (iddia ettiğiniz gibi) Allah katındaki ahiret yurdu (Cennet) diğer insanlar için değil de yalnız sizinse ve doğru söyleyenler iseniz haydi ölümü temenni edin!”

Fakat kendi elleriyle önceden yaptıkları işler yüzünden ölümü hiçbir zaman temenni edemezler. Allah, o zalimleri en iyi bilendir.

Sen onları diğer insanların hayata en düşkünlerinden; hatta, Allah’a ortak koşanlardan bile yaşamaya daha düşkün olduklarını görürsün. Onların her biri bin yıl yaşamak ister. Halbuki uzun yaşamak, onları azaptan kurtaracak değildir. Zira Allah, onların bütün yaptıklarını görendir.

De ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı; önceki kitapları doğrulayıcı, Mü’minler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir.”

Onlar şeytanların, Süleyman’ın saltanatı hakkında uydurdukları şeylere tabi oldular. Oysa Süleyman kâfir değildi. (Fakat insanlara sihri öğreten) şeytanlar kâfir idi. Onlar insanlara büyüyü Babil'deki iki meleğe, Hârut ile Mârut’a indirileni öğretiyorlardı. O ikisi: Biz bir imtihan vesilesiyiz, sakın kâfir olma! demedikçe, hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı. O ikisinden karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Halbuki onlar, Allah'ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. Onlar kendilerine faydalı olanı değil zararlı olanı öğreniyorlardı. Andolsun onlar, o büyüyü satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını gayet iyi biliyorlardı. Kendilerini sattıkları şeyin ne kadar kötü olduğunu keşke anlasalardı!

(Ehl-i kitap:) Bir de; “Yahudi ve Hıristiyanlardan başkası Cennet’e giremeyecek” dediler. Bu, onların kuruntusudur. De ki: “Eğer doğru söylüyorsanız (iddianızı ispat edecek) delilinizi getirin.”

Bilmeyenler: "Ne olur Allah bizimle konuşsa veya bize bir mucize gelse?" demektedirler. Onlardan öncekiler de tıpkı onların söyledikleri gibi söylemişlerdi. Kalpleri (nasıl da) birbirine benzemiş. Oysa biz, iyice bilmek isteyen bir toplum için ayetlerimizi apaçık göstermişizdir.

Kimsenin kimse adına bir şey ödemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, kimseye şefaatin fayda vermeyeceği ve kendilerine yardım da edilmeyeceği bir günden kendinizi koruyun!

Hani Rabbi, İbrahim’i birtakım emirlerle imtihan etmiş, İbrahim onların hepsini yerine getirmiş de Rabbi şöyle buyurmuştu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim de, “Soyumdan gelenlerden de (önderler yap, ya Rabbi!)” demişti. Bunun üzerine Rabbi: "Benim ahdime (verdiğim söze) zalimler nail olamaz." diye buyurdu.

Hani İbrahim: "Rabbim! Bu şehri güvenli bir şehir kıl! Halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli ürünlerle rızıklandır" demişti. Allah da: “İnkâr edeni az bir süre (bu geçici kısa hayatta) rızıklandırır, sonra onu Cehennem azabına girmek zorunda bırakırım. Ne kötü varılacak yerdir orası!” demişti.

Hani İbrahim, İsmail’le birlikte Kâbe’nin temellerini yükseltiyor (ve şöyle dua ediyorlardı): "Rabbimiz! Bizden bu (amelimizi) kabul buyur. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin."

Rabbimiz! Bizi sana teslim olan iki kul eyle ve soyumuzdan da sana teslim olan bir ümmet çıkar. Bize ibadet yollarımızı göster ve tevbelerimizi kabul et! Zira tevbeleri kabul edip, çokça rahmet eden ancak sensin!

İbrahim, bunu kendi oğullarına da vasiyet etti. Ya'kûb da öyle yaptı ve: “Oğullarım! Allah, sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. Siz de ancak Müslümanlar olarak can verin!” dedi.

Yoksa siz Ya'kûb’un, ölüm döşeğinde iken çocuklarına: “Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediği, onların da: “Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek bir ilâha ibadet edeceğiz. Bizler O’na boyun eğmiş müslümanlarız.” dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz?

Onlar bir ümmetti gelip, geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.

Yahudi ve Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, demektedirler. Sen de ki: "Hayır! Hanif (her türlü batıl dinden uzak durup, yalnızca hak dine yönelen kimse) olarak, İbrahim’in dinine (tabi oluruz). O, müşriklerden değildi."

Eğer onlar (Yahudi ve Hıristiyanlar) böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah, onlara karşı sana yeter. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Allah’ın boyası (dini ile boyanmaya bakın) Kimin boyası/dini Allah’ınkinden daha güzel olabilir? Biz yalnız ona ibadet edenleriz.''

Onlara (Ehl-i kitaba) de ki: ''Allah hakkında mı bizimle tartışıp duruyorsunuz? Halbuki O, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O’na gönülden bağlanmış kimseleriz.''

Onlar bir ümmetti gelip, geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.

(Ey Muhammed!) Biz, senin yüzünü çok defa semaya doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Elbette seni razı olacağın bir kıbleye döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey Müslümanlar!) Sizler nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü ona doğru çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler de, bunun Rableri katından gelmiş bir gerçek olduğunu bilmektedirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.

Gerçek, senin Rabbinden gelendir. Öyleyse sakın şüpheye düşenlerden olma!

Her bir ümmetin yöneldiği bir yön vardır. Öyleyse sizler, hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun, sonunda Allah sizi huzurunda toplayacaktır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter.

O halde yalnız beni anın ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin ve sakın bana nankörlük etmeyin!

Şüphesiz Safa ve Merve Allah'ın nişanelerindendir. Her kim Kâbe’de hac veya umre yaparsa, o ikisini tavaf etmesinde de bir sakınca yoktur. Kim gönülden bir iyilik yaparsa, muhakkak ki Allah şükrün karşılığını veren ve her şeyi bilendir.

Ancak tövbe edip ıslah edenler ve gizlediklerini beyan edenler bundan müstesnadır. Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbeleri çokça kabul edip pek çok merhamet edenim.

Onlar ebedî olarak lanet içinde kalırlar. Artık onların ne azapları hafifletilir, ne de bir mühlet verilir.

İnsanların bir kısmı da, Allah'tan başkalarını O'na denk tutarak, onları, Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) daha fazladır. Keşke o zalimler, azapla yüz yüze geldiklerinde anlayacakları gibi bütün gücün yalnızca Allah'ın olduğunu ve Allah'ın azabının çok çetin olduğunu bir bilselerdi.

(Kötülere) Uyanlar şöyle derler: “Keşke dünyaya bir dönüşümüz olsaydı da onların şimdi bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşsaydık.” Böylece Allah, onlara işledikleri fiilleri pişmanlık kaynağı olarak gösterir. Onlar ateşten çıkacak da değillerdir.

(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, çobanların çağırdığı fakat, onun bağırıp çağırışından başka bir şey işitmeyen (bir şey anlamayan) hayvanların durumu gibidir. Onlar öyle sağır, dilsiz ve körlerdir ki akıllarını kullanmazlar.

Allah size, ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanları haram kıldı. Kim bunları yemeye mecbur kalırsa, taşkınlık etmemek, aşırı gitmemek şartıyla bunlardan yemesinde bir günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

Bu azabın sebebi şudur: Şüphesiz Allah, bu kitabı hak olarak indirmiştir. O kitap hakkında ihtilafa düşenler elbette haktan uzak bir ayrılık içindedirler.

Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürmeniz iyilik değildir. Fakat iyilik Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden, malına olan sevgisine rağmen; akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyenlere, kölelere ve esirlere veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, sözleştikleri zaman sözlerini yerine getiren, sıkıntıda, hastalıkta ve savaşta sabredenlerin yaptıklarıdır. İşte doğru ve takvalı olanlar onlardır.

Vasiyet edenin yanlış yada haksız bir paylaşım yapmasından endişe duyan kimse (tarafların) aralarını düzeltmesinde bir günah yoktur. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.

Kullarım sana beni sorarlarsa; şüphe yok ki ben çok yakınım. Bana dua ettiği zaman, dua edenin duasına karşılık veririm. O halde onlar da benim davetime icabet etsinler ve bana iman etsinler ki, doğru yolda olsunlar.

Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı. Onlar sizin örtünüzdür, siz de onların örtüsüsünüz. Allah, nefsinize ihanet etmekte olduğunuzu biliyordu. Bu sebeple, tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Fecir vakti geldiğinde beyaz iplik, siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın! Sizler, mescitlerde itikâfa çekilmiş olduğunuz halde kadınlarınıza yaklaşmayın! Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın! İşte Allah, kötülüklerden korunmaları için insanlara ayetlerini böylece açıklar.

Eğer savaşmaktan vazgeçerlerse; şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.

Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer haccı tamamlamaktan alıkonursanız, oraya kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Kurban yerine ulaşıncaya kadar da başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta olan ya da başından bir rahatsızlığı bulunan kimse, oruç, sadaka veya kurban olarak fidye ödesin. Güven içinde olduğunuzda hacca kadar umre ile faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen bir kurban kessin. Bunu bulamayan hac esnasında üç gün, döndüğü vakit de yedi gün -ki bu tam on gün eder- oruç tutsun. Bu, ailesi Mecsid-i Haram’da oturmayan kimseler içindir. Allah’tan sakının ve Allah’ın cezasının şiddetli olacağını bilin.

Hac bilinen aylardadır. Kim bu aylarda niyet ederek hacca başlarsa bilmelidir ki, hacda hanımlarınıza yaklaşmak, günah işlemek ve tartışmak yasaktır. Allah yaptığınız bütün iyilikleri bilir. Sizler (hac için gereken masraflarınızı) yol azığınızı hazırlayın. Şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden korkun.

Sonra insanların akıp geldiği yerden siz de akıp gelin. Allah'tan bağışlanmanızı isteyin. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

İşte onlara, kazançlarından ötürü bir pay/karşılık vardır. Nitekim Allah, hesabı çok çabuk görür.

İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında konuştuklarında bu senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbindekilerine (samimi olduğuna) Allah'ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır.

İnsanlar arasında, Allah’ın rızasını kazanmak için canını feda edenler vardır. Allah kullarına karşı çok merhametlidir.

Sana haram ayı onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük suçtur, Allah yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’a (girmeye) engel olmak ve halkını oradan çıkarmak Allah katında daha büyük suçtur. Fitne (çıkarmak)/şirk ise, öldürmekten daha büyüktür. Güçleri yeterse sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden dönüp, kâfir olarak ölürse, işte onlar, amelleri dünyada ve ahirette boşa gidenlerdir. İşte onlar ateş ehlidir. Orada ebedi kalacaklardır.

Hem dünya ve hem de ahiret konusunda sana yetimleri soruyorlar. De ki: Onların işlerini düzeltmek hayırlıdır. Eğer onları aranıza katarsanız artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozanla düzelteni bilir. Allah dileseydi (yetimlerle bir arada yaşama işiyle) sizi zora sokardı. Şüphesiz Allah güçlüdür, Hakîm'dir.

Allah adına yaptığınız yeminlerinizi iyilik etmeye, günahlardan uzak durmaya ve insanların arasını düzeltmeye engel yapmayın. Allah, her şeyi hakkıyla işitendir, bilendir.

Allah sizi, kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutmaz. Lâkin kalplerinizin kasıtlı yaptığı yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah çok bağışlayandır, çok şefkat ve merhamet edendir.

Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenlerin dört ay bekleme süreleri vardır. Eğer yeminlerinden dönerlerse, şüphesiz Allah, çokça bağışlayandır, çokça merhamet edendir.

Eğer boşanmaya karar verirlerse şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, bilendir.

Boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç (adet) dönemi beklerler. Eğer onlar Allah’a ve ahiret gününe iman etmişlerse, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri helal değildir. Eğer, bu süre içinde barışmak isterlerse kocaları onları almaya daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşrû çerçevede hakları vardır. Erkekler, kadınlardan bir derece daha üstündürler. Allah, mutlak galiptir, Hakîm'dir.

(Dönüş yapılabilecek) boşama iki defadır. Sonrası ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle bırakmaktır. (Evlilikte) tarafların Allah’ın belirlediği ölçüleri koruyamama endişeleri dışında kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şeyi geri almanız sizin için helâl olmaz. Eğer onlar Allah’ın belirlediği ölçüleri gözetmeyecekler diye endişe ederseniz, o zaman kadının (boşanmak için) bedel vermesinde ikisine de günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir.

Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa; kadın, onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. (Bu koca da) onu boşadığı takdirde, onlar (kadın ile ilk kocası) Allah’ın koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp evlenmelerinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın, anlayan bir toplum için açıkladığı ölçüleridir.

Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği, örfe uygun olarak babaya aittir. Hiçbir kimseye gücünün üstünde bir yük ve sorumluluk teklif edilmez. -Hiçbir anne ve hiçbir baba çocuğu sebebiyle zarara uğratılmasın- (Baba ölmüşse) mirasçı da aynı şeyle sorumludur. Eğer (anne ve baba) kendi aralarında danışıp anlaşarak (iki yıl dolmadan) çocuğu sütten kesmek isterlerse, onlara günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (bir sütanneye) emzirtmek isterseniz örfe uygun olarak vereceğiniz ücreti güzelce ödediğiniz takdirde size bir günah yoktur. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görendir.

Namazlara ve orta namaza (ikindi namazına) devam edin. Gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzuruna durun.

Eğer herhangi bir tehlikeden korkarsanız yaya yahut binek üzerinde namaz kılın. Güvene kavuştuğunuz zaman ise, daha önce bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah’ı zikredin.

İçinizden ölüp geriye eşler bırakan erkekler, bir seneye kadar eşleri evlerinden (mirasçılar tarafından) çıkarılmayacak bir geçimlik vasiyet etmiş olmalıdırlar. Şayet kadınlar kendileri çıkarlarsa, kendi haklarında uygun olanı yapmalarından dolayı size bir mesuliyet (günah) yoktur. Allah mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Boşanmış kadınlara örfe uygun şekilde bir geçimlik sağlanmalıdır. Bu muttakiler üzerine bir görevdir. Bu, iyilik sahiplerinin üzerine bir yükümlülüktür.

Kim Allah rızası için ( karşılığını beklemeden ) gönlünden bir borç verirse ( veya Allah yolunda harcama yaparsa ) bilsin ki ; Allah bunun karşılığını, mükâfaatını kat kat fazlasıyla öder. Rızkı daraltan da genişleten de Allah’tır ve O ‘na döndürüleceksiniz.

Tâlût, ordusuyla birlikte ayrıldığında: "Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim sudan içerse benden değildir, sadece eliyle bir avuç almasından başka ondan tatmayan bendendir." dedi. Onlardan pek azı hariç o sudan içtiler. Nihayet Tâlût ve kendisiyle beraber iman edenler ırmağı geçince, ötekiler: "Bugün Câlût’a ve onun ordusuna karşı koyacak gücümüz yok." dediler. Rablerine kavuşacaklarını düşünenler ise: "Nice sayıca az topluluklar, Allah’ın izni ile sayıca çok olan toplulukları yenmişlerdir. Allah sabredenlerle beraberdir." dediler.

İşte bunlar Allah’ın ayetleridir. Biz onları sana hakkıyla okuyoruz. Şüphesiz sen de gönderilmiş peygamberlerdensin.

İşte bu rasûller yok mu, biz onların bazısını bazısından üstün kıldık. Allah'ın konuştuğu ve bazılarının da derecelerini yükselttiği kimseler onlardandır. Meryemoğlu İsa'ya apaçık deliller vermiş ve onu Ruhu'l-Kudüs (Cebrâil) ile desteklemişizdir. Eğer Allah dileseydi, bu peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine gelen apaçık delillerden sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat onlar ihtilâfa düştüler. Onlardan bir kısmı iman etti; bir kısmı da küfre girdi. Eğer Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat Allah, dilediğini yapar.

Allah; O'ndan başka hakkıyla ibadete layık hiçbir hak ilâh olmayandır; Hayy'dır (diridir); Kayyûm'dur. (kendi zâtiyle kâimdir.) O'nu ne bir uyuklama, ne de bir uyku tutar. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmadan, O'nun yanında kim şefaat edebilir? Onların önünde ve arkasında olan her şeyi bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. O'nun Kürsü'sü gökleri ve yeri kaplamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O'na ağır gelmez. O, çok yücedir, çok büyüktür.

Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimse gibisini görmedin mi? Allah, bunu ölümünden sonra nasıl diriltecek? dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. "Ne kadar kaldın?" dedi. "Bir gün yahut daha az" dedi. Allah ona: "Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bir bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara ibret kılacağız. Kemiklere bak, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyor ve sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?" dedi. Durum kendisince anlaşılınca: "Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir," dedi.

Hani İbrahim Rabbine: "Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster." demişti. Rabbi ona: "Yoksa inanmıyor musun?" dedi. İbrahim: "Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için." demişti. "Öyleyse dört kuş tut, onları yanına al. Sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Ardından onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki şüphesiz Allah Azîz'dir, Hakîm'dir."

Eğer sadakaları açık olarak verirseniz o, ne güzeldir. Şayet onu gizleyip de fakirlere verirseniz, o da sizin için (daha) hayırlıdır. (Allah bununla) günahlarınızı örtüp, bağışlar. Allah, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.

(Ey Muhammed!) Onları hidayete erdirmek senin üzerine (bir sorumluluk) değildir. Fakat Allah, dilediği kimseyi hidayete erdirir. İyilik olarak her ne verirseniz, o kendiniz içindir. Zaten siz, yalnız Allah’ın rızasını/vechini kazanmak için verirsiniz. İyilik olarak ne verirseniz (bunun karşılığı) size eksiksizce ödenecektir. Ve siz, haksızlığa uğratılmazsınız.

Eğer böyle yapmazsanız, bunun Allah’a ve elçisine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin. Şayet tevbe ederseniz, ana paranız sizindir. (Böylece) zulmetmemiş ve de zulme uğramamış olursunuz.

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ إِذَا تَدَايَنتُم بِدَيۡنٍ إِلَىٰٓ أَجَلٖ مُّسَمّٗى فَٱكۡتُبُوهُۚ وَلۡيَكۡتُب بَّيۡنَكُمۡ كَاتِبُۢ بِٱلۡعَدۡلِۚ وَلَا يَأۡبَ كَاتِبٌ أَن يَكۡتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ ٱللَّهُۚ فَلۡيَكۡتُبۡ وَلۡيُمۡلِلِ ٱلَّذِي عَلَيۡهِ ٱلۡحَقُّ وَلۡيَتَّقِ ٱللَّهَ رَبَّهُۥ وَلَا يَبۡخَسۡ مِنۡهُ شَيۡـٔٗاۚ فَإِن كَانَ ٱلَّذِي عَلَيۡهِ ٱلۡحَقُّ سَفِيهًا أَوۡ ضَعِيفًا أَوۡ لَا يَسۡتَطِيعُ أَن يُمِلَّ هُوَ فَلۡيُمۡلِلۡ وَلِيُّهُۥ بِٱلۡعَدۡلِۚ وَٱسۡتَشۡهِدُواْ شَهِيدَيۡنِ مِن رِّجَالِكُمۡۖ فَإِن لَّمۡ يَكُونَا رَجُلَيۡنِ فَرَجُلٞ وَٱمۡرَأَتَانِ مِمَّن تَرۡضَوۡنَ مِنَ ٱلشُّهَدَآءِ أَن تَضِلَّ إِحۡدَىٰهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحۡدَىٰهُمَا ٱلۡأُخۡرَىٰۚ وَلَا يَأۡبَ ٱلشُّهَدَآءُ إِذَا مَا دُعُواْۚ وَلَا تَسۡـَٔمُوٓاْ أَن تَكۡتُبُوهُ صَغِيرًا أَوۡ كَبِيرًا إِلَىٰٓ أَجَلِهِۦۚ ذَٰلِكُمۡ أَقۡسَطُ عِندَ ٱللَّهِ وَأَقۡوَمُ لِلشَّهَٰدَةِ وَأَدۡنَىٰٓ أَلَّا تَرۡتَابُوٓاْ إِلَّآ أَن تَكُونَ تِجَٰرَةً حَاضِرَةٗ تُدِيرُونَهَا بَيۡنَكُمۡ فَلَيۡسَ عَلَيۡكُمۡ جُنَاحٌ أَلَّا تَكۡتُبُوهَاۗ وَأَشۡهِدُوٓاْ إِذَا تَبَايَعۡتُمۡۚ وَلَا يُضَآرَّ كَاتِبٞ وَلَا شَهِيدٞۚ وَإِن تَفۡعَلُواْ فَإِنَّهُۥ فُسُوقُۢ بِكُمۡۗ وَٱتَّقُواْ ٱللَّهَۖ وَيُعَلِّمُكُمُ ٱللَّهُۗ وَٱللَّهُ بِكُلِّ شَيۡءٍ عَلِيمٞ [٢٨٢]

Ey iman edenler! Belirli bir süreye kadar borçlandığınız zaman onu yazın. Aranızda bir kâtip doğru olarak yazsın. Kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. (Katibe) borçlu olan yazdırsın. Rabbi olan Allah’tan korksun da ondan hiçbir şeyi eksiltmesin. Eğer borçlu cahil/sefih veya zayıf ya da bizzat kendisi yazdırmaya gücü yetmezse, velisi (onu) dosdoğru yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek yoksa, razı olacağınız şahitlerden, bir erkek ve biri unuttuğu zaman diğerinin ona hatırlatması için iki kadın şahitler çağrıldıklarında (şahitlik etmekten) kaçınmasınlar. Küçük olsun, büyük olsun borcu süresiyle birlikte yazmaya üşenmeyin. Bu, Allah katında daha adaletli, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için de en isabetli olandır. Ancak aranızda yaptığınız alışverişin peşin bir ticaret olması halinde onu yazmamanızın bir günahı yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da şahide de zarar verilmesin. Eğer bir zarar verirseniz bu şüphesiz, sizin hak yoldan çıkmanız demektir. Allah’tan korkun. Allah (bunları) size öğretmektedir. Allah her şeyi bilendir.