عربيEnglish

The Noble Qur'an Encyclopedia

Towards providing reliable exegeses and translations of the meanings of the Noble Qur'an in the world languages

The Prophets [Al-Anbiya] - Turkish Translation - Ali Ozek

Surah The Prophets [Al-Anbiya] Ayah 112 Location Maccah Number 21

İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirdiler.

Kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak o zalimler şöyle fısıldaştılar: «Bu (Muhammed), sizin gibi bir beşer olmaktan başka nedir ki! Siz şimdi gözünüz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?»

«Hayır, dediler, (bunlar) saçma sapan rüyalardır; bilakis onu kendisi uydurmuştur; belki de o, şairdir. (Eğer öyle değilse) bize hemen, öncekilere gönderilenin benzeri bir mucize getirsin.»

Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız (inanan) kitap ehlinden sorunuz.

Biz onları (peygamberleri), yemek yemez birer (cansız) ceset olarak yaratmadık. Onlar (bu dünyada) ebedî de değillerdir.

Sonra onlara (verdiğimiz) sözü yerine getirdik; böylece, hem onları hem de dilediğimiz (başka) kimseleri kurtuluşa erdirdik; müsrifleri de helâk ettik.

Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ akıllanmaz mısınız?

Azabımızı hissettiklerinde birde bakarsın ki oralardan (azap bölgesinden) kaçıyorlar!

(Fakat onlar, Allah'ın azâbı onlara gelipte kaçamayacaklarını anlayınca) «Vay başımıza gelenlere! dediler, gerçekten biz zalim insanlarmışız.»

Biz kendilerini, kuruyup biçilmiş ekine, sönmüş ateşe çevirinceye kadar bu feryatları sürüp gider.

Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi tarafımızdan edinirdik. (Bu irademizin eseri olurdu. Ama) biz (bunu) yapanlardan değiliz.

Bilakis biz, hakkı bâtılın tepesine bindiririz de o, bâtılın işini bitirir. Bir de bakarsınız ki, bâtıl yok olup gitmiştir. (Allah'a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size!

Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah'ı) tesbih ederler.

Yoksa (o müşrikler), yerden birtakım ilâhlar edindiler de, (ölüleri) onlar mı diriltecekler?

Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.

Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.

Yoksa O'nu bırakıp bir takım ilâhlar mı edindiler? (Ey Muhammed! Onlara) de ki: "Öyleyse (ilâhlar edinmenizin) kesin delilini getirin. İşte benimle beraber olanlara ve benden öncekilere gönderilen kitap bu; fakat onların çoğu hakkı bilmiyorlar; bu yüzden de ondan yüz çeviriyorlar.

Rahmân (olan Allah, melekleri) evlât edindi, dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Bilakis (melekler), lütuf ve ihsana mazhar olmuş kullardır.

O'ndan (emir almazdan) önce konuşmazlar, onlar, sadece O'nun emri ile hareket ederler.

Allah, onların önlerindekini de bilir, arkalarındakini de. (Allah'ın) Rıza gösterdiği kimselerden başkasına şefaat edemezler; O'nun korkusundan titrerler.

Onlardan herhangi biri Allah'ı bırakıp da "ben ilâhım" derse, bu yüzden onu cehennemle cezalandırırız. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.

Gökyüzünü (karışıklıktan) korunan bir çatı yaptık. Böyle olduğu halde onlar, yine de onun delillerinden yüz çevirmektedirler.

(Rasûlüm!) Kâfirler seni gördükleri zaman: «Sizin ilâhlarınızı diline dolayan bu mu?» diyerek seni hep alaya alırlar. Halbuki onlar, Rahmân'ın (çok esirgeyici Allah'ın) Kitabı'nı inkâr edenlerin ta kendileridir.

İnsan, aceleci (bir tabiatta) yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim; benden acele istemeyin.

(Kâfirler demektedirler ki:) "Bu vadedilen azâp, eğer sözünüzde sâdık iseniz ne zamandır"?

Oysa azâp onlara aniden gelecek ve onları dehşete düşürecektir. Fakat onu ne geri çevirebileceklerdir, ne de kendilerine bir süre tanınacaktır.

Yoksa onların, kendilerini bizim azâbımızdan koruyacak ilâhları mı var? O ilâhlar ki, kendilerine bile yardım edemiyorlar. Onlar, bizden de yakınlık görmezler.

Evet, onları da, atalarını da barındırdık. Nihayet ömür kendilerine (hiç bitmeyecek gibi) uzun geldi. Oysa onlar, bizim gelip (kâfirlere ait) araziyi çevresinden eksilteceğimizi görmezler mi? Şu halde, üstün gelen onlar mı?

Andolsun, onlara Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa, hiç şüphesiz, «Vah bize! Hakikaten biz zalim kimselermişiz!» derler.

Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.

(O takvâ sahipleri ki) onlar, görmedikleri halde Rablerine candan saygı gösterirler. Yine onlar, kıyametten korkan kimselerdir.

İşte bu (Kur'an) da, bizim indirdiğimiz hayırlı ve faydalı bir öğüttür. Şimdi onu inkâr mı ediyorsunuz?

Andolsun biz İbrahim’e daha önce rüşdünü (hakkı, nübüvveti ve kavmine karşı sunacağı delilleri) vermiştik. Biz onu iyi tanırdık.

"Allah'a yemin olsun ki, sizin dönüp gitmenizden sonra putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım".

Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye.

(İbrahim'in kavmi, putlarının parçalanmış olduğunu görünce) Şöyle demişlerdi: "İlâhlarımıza bunu kim yaptı? Muhakkak ki o, zâlimlerden biridir".

(Bir kısmı:) Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrahim denilirmiş, dediler.

(İbrahim de şöyle demişti: ) Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa! dedi.

Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) «Zalimler sizlersiniz, sizler!» dediler.

Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler: «Sen bunların konuşmadığını pekâlâ biliyorsun» dediler.

İbrahim ise şöyle demişti: "Siz, Allah'ı bırakıp da, size hiçbir şeyle faydası olmayan ve zararı da dokunmayan şeylere mi ibadet ediyorsunuz"?

"Size ve Allah'ı bırakıp da ibadet ettiğiniz şeylere yazıklar olsun. Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz"?

Onlar da demişlerdi ki: "Eğer bir şey yapacaksanız, onu yakın ve ilâhlarınıza yardım edin".

(Nitekim onu yakmaya kalkıştıkları zaman, ateşe) şöyle demiştik: "Ey ateş! İbrahim'e serin ve selâmet ol".

Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.

Ayrıca ona, İshak'ı ve (O'nun oğlu) Yakûb'u bir bağış olarak vermiş, herbirini sâlihlerden eylemiştik.

Lût’a gelince, ona da hüküm (hakimlik, peygamberlik, hükümdarlık) ve ilim verdik; onu, çirkin işler yapmakta olan memleketten kurtardık. Zira onlar (o memleketin halkı), gerçekten fena işler yapan kötü bir kavimdi.

Daha önce Nuh da dua etmiş, biz onun duasını kabul etmiştik. Böylece, kendisini ve (iman eden) yakınlarını büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.

Davud ve Süleyman'a da (yardım etmiştik). Bir zaman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı. Bir grup insanın koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz onların hükmünü görüp bilmekte idik.

Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman'a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud’a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.

(Ona boyun eğdirdiğimiz) onun için denizlere dalan şeytanlar da vardı. Bunlar, bundan başka işler de yapıyorlardı. Hepsini de gözeten bizdik.

Eyyub'u da (an). Hani Rabbine: «Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin» diye niyaz etmişti (de ona da yardım etmiştik).

Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.

Zunnûn'a da yardım etmiştik. Hani kavmine kızıp gitmişti. Zannetmişti ki, biz kendisine güç yetiremiyeceğiz. Bu sebeple karanlıklar içinde şöyle seslenmişti: "Senden başka hakkıyla ibadete layık hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Ben muhakkak zâlimlerden oldum".

Zekeriyya'yı da (an, ona da yardım etmiştik). Hani o, Rabbine şöyle niyaz etmişti: «Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen, vârislerin en hayırlısısın, (her şey sonunda senindir).»

Onun da duasını kabul etmiştik. Ona Yahya'yı vermiş, eşini de kendisi için ıslâh etmiştik. Hayırlı iş yapmakta biribirleriyle yarışırlar, (rahmetimizi) ümid ederek ve (azabımızdan da) korkarak bize duâ ederlerdi. Bize karşı son derece saygılı idiler.

(Buna rağmen insanlar), dinlerini aralarında bölük pörçük etmişlerdir. Halbuki hepsi de bize döneceklerdir.

Helak ettiğimiz ülke (halkı) nin (kıyâmete kadar dünyaya tekrar) dönmeleri mümkün değildir.

Orada onlara inim inim inlemek düşer. Yine onlar orada (hiçbir iyi haber) duymazlar.

Tarafımızdan kendilerine güzel âkıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar. 

(Düşün o) günü ki, yazılı kâğıtların tomarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz. (Bu,) üzerimize aldığımız bir vaad oldu. Biz, (vâdettiğimizi) yaparız.

İşte bunda, (bize) kulluk eden bir kavim için bir mesaj vardır.

Eğer yüz çevirirlerse de ki: (Bana emrolunanı) hepinize açıkladım. artık size vâdolunan şey (mahşerde toplanma zamanınız) yakın mı uzak mı, bilmiyorum.

Bilmiyorum, belki de o (azabın ertelenmesi), sizi denemek ve bir zamana kadar sizi (imkânlardan) faydalandırmak içindir.

(Peygamber) demiştir ki: "Rabbim! (Benimle, beni yalanlayan müşrikler arasında) hak ile hükmet. Rabbimiz çok merhametlidir. Sizin vasfettiklerinize karşı da yalnız O'na sığınılır."