عربيEnglish

The Noble Qur'an Encyclopedia

Towards providing reliable exegeses and translations of the meanings of the Noble Qur'an in the world languages

The heights [Al-Araf] - Turkish Translation - Ali Ozek

Surah The heights [Al-Araf] Ayah 206 Location Maccah Number 7

Elif.Lâm. Mîm. Sâd.

(Ey Muhammed! Bu Kur'ân), kendisiyle insanları uyarman için ve müminlere de bir öğüt olmak üzere sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir şüphe, bir sıkıntı olmasın.

(Ey Müslümanlar!),   Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun; O'nun dışındakileri dostlar edinip de onlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!

   Nice memleketler var ki biz onları helâk ettik. Azabımız onlara geceleyin yahut gündüz istirahat ederlerken geldi.

   Azabımız onlara geldiğinde çağırışları, «Biz gerçekten zalim kişilermişiz» demelerinden başka bir şey olmadı.

   Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!

   Ve onlara (olup bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz, onlardan uzak değiliz.

Allah buyurdu: «Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?» (İblis): «Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.» dedi.

Allah: Öyle ise, «İn oradan! Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! çünkü sen aşağılıklardansın!» buyurdu.

İblis: Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi.

Allah: Haydi, sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu.

İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üstüne oturacağım.

   Ve onlara: Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti.

  (Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.

  «Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada (diriltilip) çıkarılacaksınız» dedi.

  Ey Âdem oğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi).

Yine de ki: "Rabbim bana adaleti emretti. Her mescidde yüzlerinizi (Allah'a) çevirin ve dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz.

  O, bir grubu doğru yola iletti, bir gruba da sapıklık müstehak oldu. Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları kendilerine dost edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar.

De ki: Allah'ın kulları için yarattığı ziyneti (süsü) ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, "O (ziynet ve temiz yiyecekler), dünya hayatında iman edenler içindir; Kıyâmet Günü'nde ise, sadece onlara mahsustur." İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.

Allah'a karşı yalan iftirada bulunan, yahut âyetlerimizi yalanlayan kimselerden daha zâlim kim olabilir? Bunlara da kitapta (yazılı olan) nasipleri erişir; nihayet canlarını alacak olan elçilerimiz kendilerine geldikleri zaman: "Nerede, Allah'ı bırakıp da yalvarıp yakardıklarınız?" derler. Onlar da "Bizden (Onlar da) «Bizden uzaklaşıp gittiler» derler. Ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler.

  Allah buyuracak ki: «Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!» Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için, «Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!» diyecekler. Allah da: Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz, diyecektir.

  Onlar için cehennem ateşinden döşekler, üstlerine de örtüler vardır. İşte zalimleri böyle cezalandırırız!

  (Cennette) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar derler ki: «Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah’a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik. Hakikaten Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler.» Onlara: «İşte size cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız» diye seslenilir.

   İki taraf (cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde ve A'râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz cennete giremedikleri halde (girmeyi) umarak cennet ehline: «Selâm size!» diye seslenirler.

   Allah'ın, kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı?» (ve cennet ehline dönerek): «Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz» (derler).

  Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik.

Sadece (vadolunanların) tevilini (âkibetini) mi bekliyorlar? Akıbeti geldiği gün, daha önce onu unutanlar (Doğrusu) "Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişler; şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler veya (dünyaya) geri döndürülmemiz mümkün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapalım? derler. Onlar kendilerini ziyana uğratmışlar ve (dünyada iken şefaatçi olarak) uydurdukları şeyler de kendilerinden yok olup gitmiştir.

  Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır.

Nuh'u kavmine peygamber olarak göndermiştik de (onlara şöyle) demişti: "Ey kavmim! Sizin için kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a ibadet edin; zira ben, üzerinize gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum."

  Kavminden ileri gelenler dediler ki: Biz seni gerçekten apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz!

  Dedi ki: «Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur; fakat ben, Âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.

Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan (gelen vahiy ile) biliyorum.

  (Allah’ın azabından) sakınıp da rahmete nâil olmanız ümidiyle, içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikir (kitap) gelmesine şaştınız mı?»

Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u göndermiştik. (O da onlara şöyle)demişti: "Ey kavmim! Sizin için kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a ibadet edin. Hiç sakınmaz mısınız?"

(Hûd ) dedi ki: «Ey kavmim! Bende beyinsizlik yok; fakat ben, Âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.

   Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.

   Dediler ki: «Sen bize tek Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğini (azabı) bize getir.»

  (Hûd) dedi ki: "Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!"

Semûd kavmine de, kardeşleri Salih'i göndermiştik. O da kavmine şöyle) demişti: "Ey kavmim! Sizin için kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'a ibadet edin. Rabbinizden size apaçık bir delil gelmiştir. Bu, size bir mucize olmak üzere, Allah'ın devesidir. Onu, Allah'ın arzında kendi başına yiyip içmeye bırakın. Ona herhangi bir kötülük etmeyin; aksi halde, sizi elim bir azâp yakalar.

Derken o dişi deveyi ayaklarını kesip (boğazlayarak) öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: «Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir» dediler.

  Bunun üzerine onları o (gürültülü) sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü dona kaldılar.

  Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.

  Çünkü siz, şehveti tatmin için kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz haddi aşan taşkın bir milletsiniz.»

Kavminin cevabı: «Onları (Lût'u ve taraftarlarını) memleketinizden çıkarın; çünkü onlar (bizim yaptıklarımızdan uzak duran ve fazla) temizlenen insanlardır» demelerinden başka bir şey olmadı.

Bunun üzerine biz de, geride kalanlardan olan karısı dışında, hem Lût u, hem de ehlini kurtarmıştık.

Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, (Şuayb'a) şöyle demişlerdi: "Ey Şuayb! Ya seni ve seninle birlikte iman edenleri mutlaka ülkemizden çıkaracağız; ya da dinimize geri döneceksiniz." Şuayb da demişti ki: (ülkemizden çıkmayı, yahut dininize dönmeyi) istemesek de mi? dedi.

  Derken o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü donakaldılar.

  (Şuayb), onlardan yüz çevirdi ve (içinden) dedi ki: «Ey kavmim! Ben size Rabbimin risaletini tebliğ etmiş ve size nasihatta bulunmuştum. Şimdi ben, kâfir bir kavme nasıl üzülürüm?!»

  Sonra kötülüğü (darlığı) değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik. Nihayet çoğaldılar ve: «Atalarımız da böyle sıkıntı ve sevinç yaşamışlardı» dediler. Biz de, (hak yoldan saptıkları ve kendilerine gönderdiğimiz peygamberlerimizi yalanladıkları için), kendileri farkına varmadan onları ansızın yakalayıverdik.

  O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.

    Yoksa o ülkelerin halkı geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular?

    Ya da o ülkelerin halkı kuşluk vakti eğlenirlerken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular?

    Allah’ın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın (böyle) mühlet vermesinden emin olamaz.

Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâla şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.

Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.

                (Firavun) dedi ki: Eğer bir mucize getirdiysen ve gerçekten doğru söylüyorsan onu göster bakalım.

Bunun üzerine Mûsâ asasını yere atmış, o da birden apaçık bir yılan haline gelivermişti.

Ve elini (cebinden) çıkardı. Birdenbire o da seyredenlere bembeyaz görünüverdi.

Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler.

(Firavun): Evet hem de siz mutlaka yakınlarımdan olacaksınız, dedi.

Böylece hak (gerçek) ortaya çıktı ve onların yapmış oldukları şeyler ise, bâtıl oldu (yok olup gitti.)

İşte Firavun ve kavmi, orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler.

«Musa'nın ve Harun'un Rabbine» dediler.

  Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: Musa'yı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi bırakacaksınız? (Firavun): «Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz» dedi.

  Onlar da, sen bize (peygamber olarak) gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi, dediler. (Musa), «Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yeryüzüne hakim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar» dedi.

Andolsun ki biz, Firavun hanedanını, belki düşünürler diye senelerce ürün kıtlığı ve kuraklık ile tutup sıkmış (cezalandırmış) tık.

İsrailoğullarını denizden geçirmiştik. Bu sırada, kendilerine ait bir takım putlara tapan bir kavme rastlamışlar ve (Musa'ya): "Ey Mûsâ! Şunların ilâhları gibi bize de bir ilâh yap" demişlerdi. (O da onlara): "Siz hakikaten cahillik eden bir kavimsiniz" demişti.

(Sonra da şöyle) demişti: "Allah, sizi âlemlere üstün kılmış olduğu halde, size Allah'tan başka (ibadet edeceğiniz) bir ilah mı arayayım"?

  Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan Firavun'un adamlarından sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.

Mûsâ ile (bana ibadet etmesi için) otuz gece sözleşmiştik. Bunu on (gece) ile tamamlamış, böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi bulmuştu. Mûsâ, kardeşi Harun'a şöyle demişti: "(Benim yokluğumda) kavmim içinde benim yerime geç; (onları) ıslâh et ve sakın bozguncuların yoluna tâbi olma".

Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Musa için levhalarda yazdık. (Ve dedik ki): Bunları kuvvet (ve ciddiyet) le tut, kavmine de onun en güzelini almalarını (onu en güzel şekilde tutmalarını) emret. Yakında size, yoldan çıkmışların (ve emrime muhalefet edenlerin) yurdunu göstereceğim.

Halbuki âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar, yapmakta oldukları amellerden başka bir şey için mi cezalandırılırlar!

(Tûr'a giden) Musa'nın arkasından kavmi, ziynet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini (kendilerine ilah) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor? Onu (ilah olarak) benimsemişler ve zalimlerden olmuşlardı.

  Musa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce: «Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?» dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin (Harun'un) başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): «Ey Anamın oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma!» dedi.

   (Musa da) Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! dedi.

   Kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip de iman edenlere gelince, şüphesiz ki o tevbe ve imandan sonra, Rabbin elbette bağışlayan ve esirgeyendir.

   Musa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Musa dedi ki: «Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin!

   Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır.

Onlara denildi ki: Şu şehirde (Kudüs'te) yerleşin, ondan (nimetlerinden) dilediğiniz gibi yiyin, «bağışlanmak istiyoruz» deyin ve kapıdan eğilerek girin ki hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanlara ileride ihsanımızı daha da artıracağız.

Onlara, deniz kenarında bulunan şehir (halkı)nin halini sor: Hani cumartesi gününün hürmetini ihlal edip haddi aşmışlardı: Cumartesi yaptıkları (ve cumartesinin hürmetine riayet ettikleri) gün, balıklar onlara (her yönden) akın akın gelirler; cumartesi yapmadıkları gün ise, onlara hiç balık gelmezdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.

   İçlerinden bir topluluk: «Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?» dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: "Rabbimize mazeret olmak üzere.. Belki sakınırlar" demişlerdi.

     Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara: Aşağılık maymunlar olun! dedik.

     Onları (yahudileri) grup grup yeryüzüne dağıttık. Onlardan iyi kimseler vardır, yine onlardan bundan aşağıda olanları da vardır. (Kötülüklerinden) belki dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle imtihan ettik.

     Onların ardından da (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab’a (Tevrât'a) vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitap'ta Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitap'takini okumamışlar mıydı? Âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hiç akıl etmiyor musunuz?

     Yahut «Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?» dememeniz için (böyle yaptık).

Belki (inkârdan vazgeçip doğru yola) dönerler diye âyetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.

     Onlara (yahudilere), kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.

     Allah kimi hidayete erdirirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar onlardır.

    En güzel isimler (el-Esmâü'l Hüsnâ) Allah’ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.

    Yarattıklarımızdan, daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir millet bulunur.

    Onlara mühlet veririm; (ama) benim cezam çetindir.

(Allah'ın mülkünde hükümranlığında) Göklerin ve yerin melekûtuna (hükümranlığına), Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde bundan (Muhammed sav'in uyarısından ve Kur'an'dan) sonra hangi söze inanacaklar?

    Allah kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur. Ve onları azgınlıkları içinde şaşkın olarak bırakır.

    De ki: «Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.»

Sizi bir cinsten yaratan, kendisiyle sükûn bulması için yine aynı cinsten eşini vücûda getiren O (Allah) dur. İnsan eşine yaklaşıp onu bürüyünce eşi (önce) hafif bir yük yüklenmiş ve onunla (günlük işine) devam etmiştir. Fakat yük ağırlaşınca, ikisi birden Rableri Allah'a şöyle duâ etmişlerdir: "Eğer bize sâlih bir evlad verirsen, mutlaka sana şükredenlerden olacağız".

Ne var ki Allah onlara sâlih bir evlat verince, Allah'ın kendilerine verdiği şeyde O'na ortaklar kılmaya başlamışlardır. Oysa Allah, onların ortak koştuklarından çok yücedir.

    Kendileri yaratıldığı halde hiçbir şeyi yaratamayan varlıkları (Allah'a) ortak mı koşuyorlar?

    Halbuki (putlar) ne onlara bir yardım edebilirler ne de kendilerine bir yardımları olur.

(Ey müşrikler!) Allah'ı bırakıp da kendilerine seslenip dua ettiğiniz kimseler de sizin gibi kullardır. (Eğer iddianızda) doğru iseniz, onlara seslenip dua edin de, sizin duanıza icabet etsinler!

    Onların yürüyecekleri ayakları mı var, yoksa tutacakları elleri mi var veya görecekleri gözleri mi var yahut işitecekleri kulakları mı var (neleri var)? De ki: «Ortaklarınızı çağırın, sonra bana (istediğiniz) tuzağı kurun ve bana göz bile açtırmayın!»

Şüphesiz ki, benim velîm (koruyanım) Kitab'ı indiren Allah'tır. Ve O bütün salih kullarını görüp gözetir.

Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni tahrik ederse, hemen Allah'a sığın; zira O, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.

     Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah’ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler.

(Şeytanların) kardeşlerine gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürüklerler. Sonra da yakalarını bırakmazlar.

     Onlara bir mucize getirmediğin zaman, (ötekiler gibi) onu da derleyip getirseydin ya derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu (Kur’an), Rabbinizden gelen basîretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır); inanan bir kavim için hidayet ve rahmettir.