Setting
Surah The Standard [Al-Furqan] in Turkish
تَبَارَكَ ٱلَّذِى نَزَّلَ ٱلْفُرْقَانَ عَلَىٰ عَبْدِهِۦ لِيَكُونَ لِلْعَٰلَمِينَ نَذِيرًا ﴿١﴾
Ne yücedir şanı, Furkan'ı alemleri korkutmak üzere kuluna indirenin.
Alemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan'ı indiren (Allah) ne Yücedir.
tebârake-lleẕî nezzele-lfürḳâne `alâ `abdihî liyekûne lil`âlemîne neẕîrâ.
Göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin olan, çocuk edinmeyen, hükümranlıkta ortağı bulunmayan, herşeyi yaratıp bir ölçüye göre düzenleyen ve dünyaları uyarmak üzere kuluna hakkı batıldan ayırdeden Kuran'ı indiren Allah yücelerin yücesidir.
Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e Furkan'ı indiren, Allah, yüceler yücesidir.
Tüm dünyaya bir uyarı olarak, Yasalar Kitabını kuluna indiren çok Yücedir.
\"Tebareke\" ne yüce feyyazdır o ki, dünyaları uyarmak üzere kulu Muhammed'e, hakkı batıldan ayırdeden Kur'ân'ı indirdi.
Şanı yücedir o kudretin ki, hakla bâtılı ayıran o Furkan'ı, bütün âlemler için bir uyarıcı olsun diye kuluna indirdi.
Hayır ve bereketi ne muazzamdır o Zatın ki bütün ins ve cinni uyarsın diye o has kuluna doğruyu eğriden ayıran Furkan'ı indirdi. [18, 1-2; 4,136; 25,32; 17,1; 72,19; 41,42; 7,158]
Alemlere uyarıcı olması için kuluna Furkanı (hakkı batıldan ayırma ölçüsünü) indiren (Allah) pek kutludur!
ٱلَّذِى لَهُۥ مُلْكُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًۭا وَلَمْ يَكُن لَّهُۥ شَرِيكٌۭ فِى ٱلْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَىْءٍۢ فَقَدَّرَهُۥ تَقْدِيرًۭا ﴿٢﴾
Öyle bir mabuttur ki onundur saltanatı ve tedbiri göklerin ve yeryüzünün ve hiçbir kimseyi evlat edinmez, saltanat ve tasarrufta ortağı yoktur ve her şeyi yaratmıştır da mukadderatı takdir etmiştir.
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.
elleẕî lehû mülkü-ssemâvâti vel'arḍi velem yetteḫiẕ veledev velem yekül lehû şerîkün fi-lmülki veḫaleḳa külle şey'in feḳadderahû taḳdîrâ.
Göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin olan, çocuk edinmeyen, hükümranlıkta ortağı bulunmayan, herşeyi yaratıp bir ölçüye göre düzenleyen ve dünyaları uyarmak üzere kuluna hakkı batıldan ayırdeden Kuran'ı indiren Allah yücelerin yücesidir.
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O bir çocuk edinmemiştir, mülkünde ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona ölçü, biçim ve düzen vermiştir.
Göklerin ve yerin yönetimi O'na aittir. Çocuk edinmemiştir, yönetiminde de kendisinin ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış ve en ayrıntılı ölçülerle ona düzen vermiştir.
O öyle bir ilâhtır ki, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinindir. O hiç çocuk edinmedi, hükümranlıkta ortağı yoktur. O, her şeyi yaratıp bir ölçüye göre düzenleyerek takdir etmiştir.
Göklerin ve yerin mülk ve saltanatı yalnız O'nundur. Çocuk edinmemiştir O. Mülk ve saltanatında ortak yoktur O'na. Herşeyi yaratmış ve herşeye bir ölçü ve oluş tarzı takdir etmiştir.
Göklerin ve yerin hâkimiyeti O'nundur. O asla evlat edinmedi, hâkimiyette hiç bir ortağı olmadı. Her şeyi yaratıp nizam veren ve her şeyin varlığını bir ölçüye göre belirleyen O’dur.
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur, O, bir çocuk edinmemiştir, mülkünde ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona ölçü, biçim ve düzen vermiştir.
وَٱتَّخَذُوا۟ مِن دُونِهِۦٓ ءَالِهَةًۭ لَّا يَخْلُقُونَ شَيْـًۭٔا وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِأَنفُسِهِمْ ضَرًّۭا وَلَا نَفْعًۭا وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتًۭا وَلَا حَيَوٰةًۭ وَلَا نُشُورًۭا ﴿٣﴾
Onu bırakıp da o çeşit tanrılar kabul etmişlerdir ki onlar, hiçbir şey yaratamazlar ve kendileri yaratılmıştır zaten ve kendilerinden bile bir zararı defedemezler, kendilerine bile bir fayda veremezler, ne öldürmeye güçleri yeter, ne yaşatmaya, ne de ölüleri diriltip kabirden çıkarmaya.
O'nun dışında, hiçbir şeyi yaratmayan, üstelik kendileri yaratılmış olan, kendi nefislerine bile ne zarar, ne yarar sağlayamayan, öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltip-yaymaya güçleri yetmeyen birtakım ilahlar edindiler.
vetteḫaẕû min dûnihî âlihetel lâ yaḫlüḳûne şey'ev vehüm yuḫleḳûne velâ yemlikûne lienfüsihim ḍarrav velâ nef`av velâ yemlikûne mevtev velâ ḥayâtev velâ nüşûrâ.
Kafirler, O'nu bırakıp, birşey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendilerine ne zarar ve ne de fayda verebilen; öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra tekrar canlandırmaya güçleri yetmeyen tanrılar edindiler.
(Kafirler) O'nu (Allah'ı) bırakıp, hiçbir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen tanrılar edindiler.
Buna rağmen O'nun yanında, bir şey yaratamıyan, kendileri yaratılan, kendilerine bile yarar ve zarar veremiyen, öldüremiyen, yaşatamıyan ve diriltemiyen bir takım tanrılar edindiler.
Kâfirler, O'nu bırakıp bir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendilerine ne zarar ve ne de fayda verebilen; öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra tekrar canlandırmaya güçleri yetmeyen tanrılar edindiler.
Böyleyken O'nun dışında bir takım ilahlar edindiler. Hiçbir şey yaratamaz bunlar. Kendileri yaratılmışlardır zaten... Kendi benlikleri için bile ne bir zarara güç yetirebilirler ne bir yarara. Ne bir ölüme güçleri yeter ne bir dirime ne de kabirden çıkarıp hesap sormaya.
Böyle iken müşrikler Allah'tan başka birtakım tanrılar edindiler ki, hiçbir şey yaratmaya güçleri yetmez, üstelik kendileri başkası tarafından yaratılırlar. Başlarına gelen zararı savamaz, kendileri için fayda celbedemezler, ne öldürmeye, ne diriltmeye ve ne de ölümden sonra tekrar diriltmeye güçleri yetmez. [53,23; 46,4; 16,20; 31,28; 54,50; 36,53; 37,19]
O'ndan ayrı olarak, hiçbir şey yaratmayan, kendileri yaratılan ve kendilerine dahi ne zarar ne de yarar veremeyen; öldüremeyen, yaşatamayan, (ölüleri diriltip) kaldıramayan birtakım tanrılar edindiler.
وَقَالَ ٱلَّذِينَ كَفَرُوٓا۟ إِنْ هَٰذَآ إِلَّآ إِفْكٌ ٱفْتَرَىٰهُ وَأَعَانَهُۥ عَلَيْهِ قَوْمٌ ءَاخَرُونَ ۖ فَقَدْ جَآءُو ظُلْمًۭا وَزُورًۭا ﴿٤﴾
Ve kafir olanlar, bu dediler, ancak kendi uydurması ve bu hususta ona bir topluluk da yardım etmiştir; gerçekten de zulmettiler onlar ve yalan söylediler.
İnkar edenler dediler ki: \"Bu (Kur'an) olsa olsa ancak Onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve Ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur.\" Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler.
veḳâle-lleẕîne keferû in hâẕâ illâ ifkün-fterâhü vee`ânehû `aleyhi ḳavmün âḫarûn. feḳad câû żulmev vezûrâ.
İnkar edenler: \"Bu Kuran uydurmadır, ona başka bir topluluk yardım etmiştir\" diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular.
İnkar edenler: Bu (Kur'an), olsa olsa onun (Muhammed'in) uydurduğu biryalandır. Başka bir zümre de bu hususta kendisine yardım etmiştir, dediler. Böylece onlar hiç şüphesiz haksızlığa ve iftiraya başvurmuşlardır.
İnkar edenler, \"Bu, başkalarının yardımıyla onun uydurduğu bir yalandan başka bir şey değildir,\" diyerek haksız ve asılsız bir tez ortaya koydular.
İnkâr edenler: \"Bu Kur'ân Muhammed'in uydurmasıdır, ona başka bir topluluk yardım etmiştir\" diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular.
Küfre batanlar dediler ki: \"Bu, onun uydurduğu bir düzmeceden başka şey değildir. Ve bu düzmecede ona, başka bir topluluk da yardım etmiştir.\" Yemin olsun ki, bunu söyleyenler bir zulüm, günah ve iftira sergilemişlerdir.
Kâfirler: “Kur'ân onun uydurduğu bir yalan olup, bu hususta başkaları da kendisine yardımcı olmuşlardır” diye iddia ettiler. Onlar böylece, kesin bir yalan söyleyip zulmettiler.
İnkar edenler: \"Bu, yalandan başka bir şey değildir. (Muhammed) onu uydurdu, başka bir topluluk da kendisine yardım etti.\" dediler ve kesin bir haksızlığa ve iftiraya vardılar.
وَقَالُوٓا۟ أَسَٰطِيرُ ٱلْأَوَّلِينَ ٱكْتَتَبَهَا فَهِىَ تُمْلَىٰ عَلَيْهِ بُكْرَةًۭ وَأَصِيلًۭا ﴿٥﴾
Ve bunlar, evvelce gelip geçmiş olanlara dair masallar, onları başkasına yazdırıyor, sabahakşam ona okunup duruyor dediler.
Ve dediler ki: \"Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.\"
veḳâlû esâṭîru-l'evvelîne-ktetebehâ fehiye tümlâ `aleyhi bükratev veeṣîlâ.
\"Kuran öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırıp sabah akşam kendisine okunmaktadır\" dediler.
Yine onlar dediler ki: (Bu ayetler), onun, başkasına yazdırıp da kendisine sabah-akşam okunmakta olan, öncekilere ait masallardır.
Dediler, \"Yazıp durduğu şey evvelkilerin masallarıdır; gece gündüz kendisine dikte edilmektedir.\"
\"Kur'ân öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırmış da sabah akşam kendisine okunmaktadır\" dediler.
Dediler ki: \"Öncekilerin masallarıdır bu. Birilerine yazdırdı onu. O ona sabah-akşam birileri tarafından yazdırılıyor.\"
Ayrıca: “Onun söyledikleri, kendisi için yazdırtmış olduğu ve sabah akşam kendisine dikte ettirilen önceki nesillerin efsanelerinden başka bir şey değildir” dediler.
Dediler: \"Evvelkilerin masalları, onları yazmış, sabah akşam onlar kendisine yazdırılıyor.\"
قُلْ أَنزَلَهُ ٱلَّذِى يَعْلَمُ ٱلسِّرَّ فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ ۚ إِنَّهُۥ كَانَ غَفُورًۭا رَّحِيمًۭا ﴿٦﴾
De ki: Onu, göklerde ve yeryüzünde gizli olanları bilen indirdi; şüphe yok ki o, suçları örter, rahimdir.
De ki: \"Onu, göklerde ve yerde gizli olanı bilen (Allah) indirmiştir. Doğrusu O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.\"
ḳul enzelehü-lleẕî ya`lemü-ssirra fi-ssemâvâti vel'arḍ. innehû kâne gafûrar raḥîmâ.
De ki: \"Onu, göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir.\"
(Resulüm!) De ki: Onu göklerde ve yerdeki gizlilikleri bilen Allah indirdi. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
De ki, \"Onu, göklerin ve yerin gizliliklerini bilen indirmiştir. O, Bağışlayandır, Rahimdir.\"
Ey Muhammed! De ki: \"Onu, göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir.\"
Şöyle söyle: \"Onu göklerde ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir. Kuşkusuz O, Gafûr'dur, Rahîm'dir.\"
De ki: “Onu, göklerdeki ve yerdeki bütün sırları bilen Yüce Allah indirdi. O, gerçekten gafurdur, rahîmdir.” (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
De ki: \"Onu, göklerdeki ve yerdeki gizleri bilen indirdi. O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
وَقَالُوا۟ مَالِ هَٰذَا ٱلرَّسُولِ يَأْكُلُ ٱلطَّعَامَ وَيَمْشِى فِى ٱلْأَسْوَاقِ ۙ لَوْلَآ أُنزِلَ إِلَيْهِ مَلَكٌۭ فَيَكُونَ مَعَهُۥ نَذِيرًا ﴿٧﴾
Ve bu ne çeşit peygamber dediler, yemek yiyor, sokaklarda geziyor; ona bir melek indirilseydi de yanında bir korkutucu olsaydı ya;
Dediler ki: \"Bu elçiye ne oluyor ki, yemek yemekte ve pazarlarda dolaşmaktadır? Ona, kendisiyle birlikte uyarıcı olacak bir melek indirilmesi gerekmez miydi?\"
veḳâlû mâ lihâẕe-rrasûli ye'külu-ṭṭa`âme veyemşî fi-l'esvâḳ. levlâ ünzile ileyhi melekün feyekûne me`ahû neẕîrâ.
Şöyle dediler: \"Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, sokaklarda gezer? Ona, beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya! Yahut, kendisine bir hazine verilseydi, veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!\" Bu zalimler, inananlara: \"Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz\" dediler.
Onlar (bir de) şöyle dediler: Bu ne biçim peygamber; (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı!
Ve dediler, \"Nasıl olur da bu elçi yemek yiyor ve çarşılarda dolaşıyor? Kendisiyle birlikte uyarıcı olarak bir melek inseydi ya!\"
Şöyle dediler: \"Bu ne biçim peygamber ki, yemek yer, sokaklarda gezer? Ona, beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya!\"
Şunu da söylemişlerdir: \"Ne biçim resuldür bu; yemek yiyor, sokaklarda yürüyor. Üzerine bir melek indirilmeli, beraberinde özel bir uyarıcı olmalı değil miydi?\"
Yine: “Ne oluyor bu Peygambere, böyle Peygamber mi olur: Yemek yiyor, çarşı pazarda dolaşıyor! Bari yanında heybetli bir melek olsaydı da etrafındaki insanları korkutup uyarıda bulunsaydı!” [21,8; 23,24; 6,9; 17,9]
Dediler: \"Bu elçiye ne oluyor ki yemek yiyor, çarşılarda geziyor? Ona kendisiyle beraber uyarıcı olacak bir melek indirilmeli değil mi?\"
أَوْ يُلْقَىٰٓ إِلَيْهِ كَنزٌ أَوْ تَكُونُ لَهُۥ جَنَّةٌۭ يَأْكُلُ مِنْهَا ۚ وَقَالَ ٱلظَّٰلِمُونَ إِن تَتَّبِعُونَ إِلَّا رَجُلًۭا مَّسْحُورًا ﴿٨﴾
Yahut ona bir define verilmeliydi, yahut da bir bahçesi olmalıydı da orada biten şeyleri yemeliydi ve zalimler, siz dediler, ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz.
\"Ya da kendisine bir hazinenin bırakılması veya (ürünlerinden) yemekte olduğu bir bahçesi olması (gerekmez miydi)?\" Zulmedenler dedi ki: \"Siz olsa olsa, ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz.\"
ev yülḳâ ileyhi kenzün ev tekûnü lehû cennetüy ye'külü minhâ. veḳâle-żżâlimûne in tettebi`ûne illâ racülem mesḥûrâ.
Şöyle dediler: \"Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, sokaklarda gezer? Ona, beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya! Yahut, kendisine bir hazine verilseydi, veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!\" Bu zalimler, inananlara: \"Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz\" dediler.
Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yeyip (meşakkatsizce geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalıydı. (Ayrıca) o zalimler (müminlere): Siz, ancak büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız! dediler.
\"Yahut kendisine bir hazine atılsaydı, veya kendisinin bir bahçesi olsaydı ve ondan yeseydi!\" Hatta zalimler, \"Siz, büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz,\" dediler.
\"Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!\" Bu zalimler, inananlara \"Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz\" dediler.
\"Yahut ona bir hazine gönderilmeli, yahut ürününden yediği bir bahçesi olmalı değil miydi?\" O zalimler şunu da söylediler: \"Sizler büyülenmiş bir adamdan başkasının ardı sıra gitmiyorsunuz.\"
“Yahut kendine bir hazine verilse, yahut kendisinin içinden yiyeceği bir bahçesi olsaydı!” Hasılı o zalimler: “Doğrusu siz, sadece büyülenmiş bir adamın peşine düşmüşsünüz.” dediler.
Yahut üstüne bir hazine atılmalı, yahut kendisinin ürününden yiyeceği bir bahçesi olmalı değil mi? Ve zalimler: \"Siz başka değil, sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz\" dediler.
ٱنظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا۟ لَكَ ٱلْأَمْثَٰلَ فَضَلُّوا۟ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ سَبِيلًۭا ﴿٩﴾
Bak da gör, senin için ne çeşit örnekler getirdi onlar da saptılar doğru yoldan ve artık gerçeğe varmak için hiçbir yol bulamaz onlar.
Bir bak; senin için nasıl örnekler verdiler de böylece saptılar. Artık onlar hiçbir yol bulamazlar.
ünżur keyfe ḍarabû leke-l'emŝâle feḍallû felâ yesteṭî`ûne sebîlâ.
Sana nasıl misaller getirdiklerine bir bak! Onlar sapmışlardır, yol bulamazlar.
(Resulüm!) Senin hakkında bak ne biçim temsiller getirdiler! Artık onlar sapmışlardır ve (hidayete) hiçbir yol da bulamazlar.
Bak, senin için ne örnekler verdiler de saptılar, yolu asla bulamıyacaklardır.
Ey Muhammed! sana nasıl misaller getirdiklerine bir bak! Onlar sapmışlardır, yol bulamazlar.
Bak da gör! Nasıl da örnekler sunuyorlar sana. Sapıttılar, artık bir daha yol bulamazlar.
İşte bak senin hakkında nasıl tutarsız misaller getiriyorlar. Doğrusu onlar saptılar, artık asla yol bulamazlar!.
Bak, senin için nasıl benzetmeler yaptılar da saptılar. Artık bir daha yolu bulamazlar.
تَبَارَكَ ٱلَّذِىٓ إِن شَآءَ جَعَلَ لَكَ خَيْرًۭا مِّن ذَٰلِكَ جَنَّٰتٍۢ تَجْرِى مِن تَحْتِهَا ٱلْأَنْهَٰرُ وَيَجْعَل لَّكَ قُصُورًۢا ﴿١٠﴾
Ne yücedir şanı ki dilerse bunlardan daha da hayırlı cennetler verir sana, kıyılarından ırmaklar akar ve köşkler kurar senin için.
Dilediği takdirde, sana bundan daha hayırlısı olarak altından ırmaklar akan cennetler veren ve senin için köşkler kılan (Allah) ne Yücedir.
tebârake-lleẕî in şâe ce`ale leke ḫayram min ẕâlike cennâtin tecrî min taḥtihe-l'enhâru veyec`al leke ḳuṣûrâ.
Dilerse sana, bunlardan daha iyi olan, içlerinden ırmaklar akan cennetler verebilen ve köşkler kurabilen Allah yücelerin yücesidir.
Dilerse sana bunlardan daha iyisini, altlarından ırmaklar akan cennetleri verecek ve sana saraylar ihsan edecek olan Allah'ın şanı yücedir.
Dilerse sana, bunlardan daha iyi olan, içlerinden ırmaklar akan cennetler (bahçeler) ve köşkler verebilen O çok yücedir.
Öyle yücedir O ki, dilerse sana ondan daha iyisini, altından ırmaklar akan cennetler verir, sana köşkler de yapar.
Şanı yücedir o kudretin ki, dilerse sana ondan daha hayırlısını, altından nehirler akan bahçeleri verir ve senin için köşkler de yapar.
Hayır ve bereketi ne muazzamdır o Zatın ki dilediği takdirde senin için bundan daha iyisini, içinden ırmaklar akan cennetleri verir. Senin için orada saraylar yaptırır. [17,93]
Yücedir O ki dilerse sana bundan daha hayırlısını, altlarından ırmaklar akan bahçeler verir ve senin için saraylar yapar.
بَلْ كَذَّبُوا۟ بِٱلسَّاعَةِ ۖ وَأَعْتَدْنَا لِمَن كَذَّبَ بِٱلسَّاعَةِ سَعِيرًا ﴿١١﴾
Hatta onlar, kıyameti de yalanladılar ve biz, kıyameti yalanlayana, alevalev yanan ateşi hazırladık.
Hayır, onlar kıyamet-saatini yalanladılar; Biz kıyamet saatini yalan sayanlara çılgınca yanan bir ateş hazırladık.
bel keẕẕebû bissâ`ati vea`tednâ limen keẕẕebe bissâ`ati se`îrâ.
Zaten onlar, kıyamet saatini de yalanladılar. O saatin geleceğini yalanlayanlara çılgın alevli bir ateş hazırlamışızdır.
Onlar üstelik kıyameti de yalan saydılar. Biz ise, kıyameti inkar edenler için alevli bir ateş hazırladık.
Doğrusu, onlar Saati (dünyanın sonunu) yalanladılar. Saati yalanlayanlara alevli cehennemi hazırladık.
Fakat onlar o saati (kıyameti) de yalanladılar. Biz ise o saati yalanlayanlara çılgın alevli bir ateş hazırladık.
İş onların söyledikleri gibi değil. Onlar o kıyamet saatini yalanladılar. Ve biz, kıyamet saatini yalanlayanlara alevli bir ateş hazırlamışızdır.
Ayrıca onlar kıyameti de yalan saydılar. Kıyameti yalanlayana ise Biz alevli bir ateş hazırlardık.
Onlar (senin hakkında o yakışıksız sözleri söylemekle kalmadılar) bilakis, (Duruşma) sa'ati(ni) de yalanladılar. Biz (Duruşma) sa'ati(ni) yalanlayanlara alevli bir ateş hazırlamışızdır.
إِذَا رَأَتْهُم مِّن مَّكَانٍۭ بَعِيدٍۢ سَمِعُوا۟ لَهَا تَغَيُّظًۭا وَزَفِيرًۭا ﴿١٢﴾
Ateş, onları ta uzaktan gördü mü duyacak onlar, ateşin şiddetli kızgınlığını ve harılharıl yanarken çıkardığı sesi.
(Ateş,) Onları uzak bir yerden gördüğünde, onlar bunun gazablı öfkesini ve uğultusunu işitirler.
iẕâ raethüm mim mekânim be`îdin semi`û lehâ tegayyüżav vezefîrâ.
Bu ateş, onlara uzak bir yerden gözükünce, onun kaynamasını ve uğultusunu işitirler.
Cehennem ateşi uzak bir mesafeden kendilerini görünce, onun öfkelenişini (müthiş kaynamasını) ve uğultusunu işitirler.
Cehennem onları uzaktan görünce, onun öfkesini ve uğultusunu işitirler.
Ki, cehennem ateşi uzak bir mesafeden kendilerine görününce, onun bir hışımlanmasını (kaynamasını) ve uğultusunu işitirler.
O, onları uzak bir yerden gördüğünde, onlar onun kaynayan öfkesini ve uğultusunu işitirler.
Bu ateş onları, daha uzaktan görünce, onun öfkesinden gürlediğini ve korkunç homurtusunu işitirler.
(Bu ateş) onları uzak bir yerden görünce onlar bunun öfkesini ve homurtusunu işitirler.
وَإِذَآ أُلْقُوا۟ مِنْهَا مَكَانًۭا ضَيِّقًۭا مُّقَرَّنِينَ دَعَوْا۟ هُنَالِكَ ثُبُورًۭا ﴿١٣﴾
Elleri, boyunlarına zincirlerle bağlanarak ateşin dar bir yerine atıldıkları zaman da helak olduk, bittik diye bağrışacaklar.
Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar.
veiẕâ ülḳû minhâ mekânen ḍayyiḳam müḳarranîne de`av hünâlike ŝübûrâ.
Elleri boyunlarına bağlanarak, dar bir yerden atıldıkları zaman, orada, yok olup gitmeyi isterler.
Elleri boyunlarına bağlı olarak onun (cehennemin) dar bir yerine atıldıkları zaman, oracıkta yokoluvermeyi isterler.
Zincirlenmiş olarak onun dar bir yerinden atıldıkları zaman ölümü çağırırlar
Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman da, oracıkta yok olmayı isterler.
Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıklarında, orada haykırırlar: \"Nerdesin ey ölüm!\"
Elleri boyunlarına kelepçelenmiş, ayakları bukağılı olarak cehennemin daracık bir yerine tıkılınca, orada yok olmak için can atarlar.
(Elleri boyunlarına zincirlerle) Bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman orada ölümü çağırırlar (yetiş ey ölüm, nerdesin, gel bizi bu azabdan kurtar! derler).
لَّا تَدْعُوا۟ ٱلْيَوْمَ ثُبُورًۭا وَٰحِدًۭا وَٱدْعُوا۟ ثُبُورًۭا كَثِيرًۭا ﴿١٤﴾
Bugün, bittik, helak olduk diye bir kere bağırmayın, birçok kere bağırın bittik, helak olduk diye.
Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın.
lâ ted`ü-lyevme ŝübûrav vâḥidev ved`û ŝübûran keŝîrâ.
\"Bir kere yok olmayı değil, birçok defa yok olmayı isteyin\" denir.
(Onlara şöyle denir:) Bugün (yalnız) bir defa yok olmayı istemeyin; aksine birçok defalar yok olmayı isteyin!
Bu gün bir ölüm değil, birçok ölüm çağırın.
(Onlara şöyle denilir) Bu gün bir yok olmayı değil, nice yok olmaları isteyin!
Bugün bir ölüm çağırmayın, birçok ölümü davet edin.
Kendilerine “Bugün bir kere değil, defalarca dövünüp durun, ölümü isteyin” denilecek. [52,16; 14,21]
Bugün bir ölüm çağırmayın, birçok ölüm çağırın.
قُلْ أَذَٰلِكَ خَيْرٌ أَمْ جَنَّةُ ٱلْخُلْدِ ٱلَّتِى وُعِدَ ٱلْمُتَّقُونَ ۚ كَانَتْ لَهُمْ جَزَآءًۭ وَمَصِيرًۭا ﴿١٥﴾
De ki: Bu mu daha hayırlıdır, yoksa çekinenlere vaadedilen ebedilik cenneti mi? Bu, onlara bir mükafattır ve dönüp varacakları yer.
De ki: \"Bu mu daha hayırlı, yoksa takva sahiplerine va'dedilen ebedi cennet mi? Ki onlar için bir mükafat ve son duraktır.\"
ḳul eẕâlike ḫayrun em cennetü-lḫuldi-lletî vu`ide-lmütteḳûn. kânet lehüm cezâev vemeṣîrâ.
De ki: \"Bu mu iyidir, yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanlara mükafat ve gidilecek yer olarak söz verilen ebedi cennet mi daha iyidir?\"
De ki: Bu mu daha iyi, yoksa takva sahiplerine vadedilen ebedilik cenneti mi? Orası, onlar için bir mükafat ve (huzura kavuşacakları) bir varış yeridir.
De ki, \"Bu mu, yoksa erdemlilere bir karşılık ve dönüş yeri olarak söz verilmiş ebedi cennet mi daha iyi?\"
De ki: Bu mu daha iyi, yoksa takva sahiplerine vaad olunan ebedilik cenneti mi? Çünkü orası, onlar için bir mükafattır ve bir varış yeridir.
De ki: \"Bu mu daha iyi, yoksa korunanlara vaat edilen o sürekli cennet mi? O cennet de bu korunanların ödülü ve dönüş yeridir.\"
De ki: “Bu mu iyi, yoksa takvâ ehline vâd olunan ebedî cennet mi?”Orası onlar için bir mükâfat ve pek güzel bir âkıbettir. [15,48; 38,53; 41,28]
De ki: \"Bu mu iyi, yoksa korunanlara va'dedilen ebedi cennet mi? O da onların mükafat ve sonucudur!\"
لَّهُمْ فِيهَا مَا يَشَآءُونَ خَٰلِدِينَ ۚ كَانَ عَلَىٰ رَبِّكَ وَعْدًۭا مَّسْـُٔولًۭا ﴿١٦﴾
Diledikleri gibi ebedilik, onlarındır orada; bu, yerine getirilmesi istenen ve getirilecek olan bir vaadidir Rabbinin.
\"İçinde ebedi kalıcılar olarak, orada her istedikleri onlarındır; bu, Rabbinin üzerine aldığı, istenen bir vaaddir.\"
lehüm fîhâ mâ yeşâûne ḫâlidîn. kâne `alâ rabbike va`dem mes'ûlâ.
Temelli kalacakları cennette diledikleri şeyleri bulurlar. Bu, Rabbinin yerine getirilmesi istenen bir vaadidir.
Onlar için orada ebedi kalmak üzere diledikleri her şey vardır. İşte bu, Rabbinin üzerine (aldığı ve yerine getirilmesi) istenen bir vaaddir.
Onlar orada ebedi olarak dilediklerini elde ederler. Bu, Rabbin'in mutlak surette gerçekleşecek sözüdür.
Onlar için orada ne isterlerse var, hem orada ebedî kalacaklar. Çünkü bu Rabbinden yerine getirilmesi istenen bir vaaddir.
Onlar için orada, diledikleri herşey sürekli vardır. Bu, Rabbin üzerinde sorumluluğu üstlenilen bir vaattir.
Orada arzu ettikleri her şey bulunacak, hem ebedî olarak kalacaklardır.Bu, Rabbinin üzerine aldığı ve müminlerce hep istenen bir vâdidir.
Orada istediklerini bulurlar ve sürekli kalırlar. Bu, Rabbinin, istenen, arzu edilen bir va'didir.
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِن دُونِ ٱللَّهِ فَيَقُولُ ءَأَنتُمْ أَضْلَلْتُمْ عِبَادِى هَٰٓؤُلَآءِ أَمْ هُمْ ضَلُّوا۟ ٱلسَّبِيلَ ﴿١٧﴾
O gün, onları da, Allah'tan başka kulluk ettiklerini de toplayacak da siz misiniz diyecek, kullarımı doğru yoldan saptıranlar, yoksa onlar mı doğru yoldan sapıttılar?
Onları ve Allah'tan başka taptıklarını biraraya getirip toplayacağı ve: \"Şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan saptılar?” diyeceği gün;
veyevme yaḥşüruhüm vemâ ya`büdûne min dûni-llâhi feyeḳûlü eentüm aḍleltüm `ibâdî hâülâi em hüm ḍallü-ssebîl.
O gün Rabbin onları ve Allah'ı bırakıp da taptıkları şeyleri toplar ve: \"Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendi kendilerine mi yoldan saptılar?\" der.
O gün Rabbin onları ve Allah'tan başka taptıkları şeyleri toplar da, der ki: Şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan çıktılar?
Onları ve onların ALLAH'tan başka taptıklarını topladığı gün, \"Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa onlar mı yolu saptılar?\" der.
Hele o gün Rabbin onları Allah'tan başka taptıkları şeylerle toplar da, der ki: \"Siz mi saptırdınız şu kullarımı, yoksa kendileri mi yolu kaybettiler?\"
Onları ve Allah dışındaki taptıklarını haşredeceği gün şöyle sorar: \"Şu kullarımı siz mi saptırdınız yoksa onlar mı yoldan çıktılar?\"
Gün gelir, Allah müşriklerle, onların Allah'tan başka ibadet ettikleri putlarını diriltip bir araya toplar ve şöyle buyurur:“Siz mi saptırdınız bu kullarımı, yoksa kendileri mi yoldan çıktılar?”
(Rabbin), onları ve Allah'tan başka taptıklarını biraraya toplayacağı gün, (tapılanlara) der ki: \"Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yolu sapıttılar?\"
قَالُوا۟ سُبْحَٰنَكَ مَا كَانَ يَنۢبَغِى لَنَآ أَن نَّتَّخِذَ مِن دُونِكَ مِنْ أَوْلِيَآءَ وَلَٰكِن مَّتَّعْتَهُمْ وَءَابَآءَهُمْ حَتَّىٰ نَسُوا۟ ٱلذِّكْرَ وَكَانُوا۟ قَوْمًۢا بُورًۭا ﴿١٨﴾
Diyecekler ki: Tenzih ederiz seni, senden başka dost ve yardımcı kabul etmek bize yaraşmaz; fakat sen, onları da, atalarını da nimetler vererek yaşattın, sonunda seni anmayı unuttular ve helake müstahak bir topluluk oldular.
Derler ki: \"Sen Yücesin; Senin dışında başka veliler edinmemiz bize yakışmaz, ancak onları ve atalarını Sen meta verip yararlandırdın, öyle ki (Senin) zikri(ni) unuttular ve böylece yıkıma uğrayan bir kavim oldular.\"
ḳâlû sübḥâneke mâ kâne yembegî lenâ en netteḫiẕe min dûnike min evliyâe velâkim metta`tehüm veâbâehüm ḥattâ nesü-ẕẕikr. vekânû ḳavmem bûrâ.
Onlar: \"Haşa; Seni bırakıp başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat Sen onlara ve babalarına nimetler verdin de sonunda Seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir millet oldular\" derler.
Onlar: Seni tenzih ederiz. Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda (seni) anmayı unuttular ve helaki hak eden bir kavim oldular, derler.
\"Sen yücesin, senin yanında kimseyi veliler kabul etmek bize yakışmaz. Fakat, sen onlara ve atalarına nimetler bağışladın. Nihayet, onlar mesajı unutup yozlaşan bir toplum oldular,\" diye karşılık verdiler.
Onlar: \"Sübhansın seni tenzih ederiz. Seni bırakıp da senden başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat sen onlara ve atalarına o kadar nimet verdin ki, sonunda seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir kavim oldular.\" derler.
Derler ki: \"Tespih ederiz seni; seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmazdı. Ama sen onları ve atalarını öylesine nimetlendirdin ki, zikiri/Kur'an'ı unuttular ve helâke giden bir topluluk oldular.\"
Onlar şöyle cevap verirler: “Sübhansın! Yüceler Yücesisin! Senden başka dost edinmeyi düşünmek bize yaraşan şey değildir. Ne var ki Sen onları ve babalarını, nimetlerine mazhar edip ömür vererek yaşatınca onlar Sen'i anmayı unuttular ve helâke müstahak bir güruh haline geldiler.” [34,40-41; 46,5-6]
Derler ki: \"Senin şanın yücedir, senden başka veliler edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onları ve atalarını ni'met verip yaşattın, (bolluk içinde dünyaya daldılar da seni) anmayı unuttular ve helaki hak eden bir topluluk oldular.
فَقَدْ كَذَّبُوكُم بِمَا تَقُولُونَ فَمَا تَسْتَطِيعُونَ صَرْفًۭا وَلَا نَصْرًۭا ۚ وَمَن يَظْلِم مِّنكُمْ نُذِقْهُ عَذَابًۭا كَبِيرًۭا ﴿١٩﴾
Gerçekten de söylediklerinizi reddedip yalanlar sizi ve sizden ne azabı gidermeye güçleri yeter, ne size yardıma kudretleri var. Ve sizden kim zulmederse ona. büyük bir azap tattırırız.
\"İşte (ilahlarınız) sizin söylediklerinizi yalanladılar; bundan böyle (azabı) ne geri çevirmeye gücünüz yetebilir, ne de bir yardıma. Sizden kim zulmederse, ona büyük bir azap taddırırız.\"
feḳad keẕẕebûküm bimâ teḳûlûne femâ testeṭî`ûne ṣarfev velâ naṣrâ. vemey yażlim minküm nüẕiḳhü `aẕâben kebîrâ.
\"Söylediklerinizde sizi yalancı çıkardılar, artık kendinizden azabı çeviremez, yardım da göremezsiniz. Zulmedenlerinize büyük bir azap tattıracağız\" denir.
(Bunun üzerine ötekilere hitaben şöyle denir:) İşte (taptıklarınız), söylediklerinizde sizi yalancı çıkardılar. Artık ne (azabınızı) geri çevirebilir, ne de bir yardım temin edebilirsiniz. İçinizden zulmedenlere büyük bir azap tattıracağız!
Onlar sizin bu söylediklerinizi yalanlamış bulunuyorlar. Siz ne veto edebilir, ne de yardım edebilirsiniz. Hatta sizden zulmeden olursa ona da büyük bir azap tattırırız.
(Bunun üzerine ötekilere hitaben şöyle denilir.) İşte (taptıklarınız) sizi söylediklerinizde yalancı çıkardılar. Artık ne (azabınızı) geri çevirebilir, ne de bir yardıma çare bulabilirsiniz ve içinizden kim zulmederse, ona büyük bir azab tattıracağız.
İşte, haklarında söz söyledikleriniz de sizi yalanladılar. Artık ne azabı savabilirsiniz ne de yardımcı bulabilirsiniz. Zulmedenlerinize zorlu bir azap tattıracağız.
“İşte gördünüz a!” denir o müşriklere, “Taptığınız nesneler söylediklerinizde sizi yalancı çıkardılar. Artık ne azabı savmaya, ne yardım temin etmeye çare bulamazsınız.”(İşte ey bütün insanlar! Bilin ki:) İçinizden kim bu şirk koşma zulmünü işlerse, ona büyük bir azap tattıracağız.
(Bu kez hitap, bunlara tanrı diye tapanlara yönelir.) İşte (tanrı) dedikleriniz de sizi yalanladılar. Artık ne (azabı geri) çevirmeğe gücünüz yeter, ne de (kendinize) bir yardım bulabilirsiniz! Sizden kim zulmederse ona büyük bir azab taddırırız.
وَمَآ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ ٱلْمُرْسَلِينَ إِلَّآ إِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ ٱلطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِى ٱلْأَسْوَاقِ ۗ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍۢ فِتْنَةً أَتَصْبِرُونَ ۗ وَكَانَ رَبُّكَ بَصِيرًۭا ﴿٢٠﴾
Senden önce de peygamberlerden hiçbirini yollamadık ki onlar, yemek yememiş, sokaklarda gezmemiş olsunlar ve biz, sizin bir kısmınızı, bir kısmınızla denedik, bakalım dayanacak mısınız? Ve Rabbin, her şeyi görür.
Senden önce gönderdiklerimizden, gerçekten yemek yiyen ve pazarlarda gezen (elçi)lerden başkasını göndermiş değiliz. Biz, sizin kiminizi kimi için deneme (fitne konusu) yaptık. Sabredecek misiniz? Senin Rabbin görendir.
vemâ erselnâ ḳableke mine-lmürselîne illâ innehüm leye'külûne-ṭṭa`âme veyemşûne fi-l'esvâḳ. vece`alnâ ba`ḍaküm liba`ḍin fitneh. etaṣbirûn. vekâne rabbüke beṣîrâ.
Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de, şüphesiz, yemek yerler, sokaklarda gezerlerdi. Ey insanlar! Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle sınarız. Rabbin her şeyi görür.
(Resulüm!) Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de hiç şüphesiz yemek yerler, çarşılarda dolaşırlardı. (Ey insanlar!) Sizin bir kısmınızı diğer bir kısmınıza imtihan (vesilesi) kıldık; (bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin her şeyi hakkıyla görmektedir.
Senden önce gönderdiğimiz tüm elçiler de yemek yerler, çarşılarda dolaşırlardı. Sizi birbiriniz için bir sınav yaptık; dayanabilecek misiniz? Rabbin Görendir.
(Resulüm!) Biz senden evvel de peygamberleri başka türlü göndermedik. Şüphesiz onlar hem yemek yiyorlar, hem çarşılarda geziyorlardı (sokaklarda yürüyorlardı). Sizin bir kısmınızı bir diğerine fitne (imtihan sebebi) kılmışızdır ki, bakalım sabredecek misiniz? Zira Rabbin her şeyi hakkıyla görmektedir.
Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de mutlaka yemek yiyorlar, sokaklarda yürüyorlardı. Biz sizi birbiriniz için imtihan aracı yaptık. Sabrediyor musunuz? Rabbin her şeyi görmektedir.
Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de yemek yer, çarşılarda ihtiyaçlarını temin ederlerdi. Böylece sizi birbirinizle imtihan ediyoruz: bakalım buna sabredecek misiniz, sabredemeyecek misiniz? Rabbin zaten her şeyi görmektedir. [46,9; 18,110; 21-8; 12,109]
Senden önce gönderdiğimiz bütün elçiler de yemek yerler, çarşılarda gezerlerdi. Biz sizi birbiriniz için bir sınav yaptık. (Sizin bir kısmınızı, diğer bir kısmınızla denemekteyiz ki bakalım) sabrediyor musunuz? Rabbin, (herşeyi) görendir.
۞ وَقَالَ ٱلَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَآءَنَا لَوْلَآ أُنزِلَ عَلَيْنَا ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ أَوْ نَرَىٰ رَبَّنَا ۗ لَقَدِ ٱسْتَكْبَرُوا۟ فِىٓ أَنفُسِهِمْ وَعَتَوْ عُتُوًّۭا كَبِيرًۭا ﴿٢١﴾
Bize ulaşacaklarını ummayanlar, bize melekler inmeliydi, yahut da Rabbimizi görmeliydik dediler. Andolsun ki onlar, kendi kendilerine ululanmadalar ve büyük bir azgınlığa ve inada düşmedeler.
Bize kavuşmayı ummayanlar, dediler ki: \"Bize meleklerin indirilmesi ya da Rabbimiz'i görmemiz gerekmez miydi?\" Andolsun, onlar kendi nefislerinde büyüklüğe kapıldılar ve büyük bir azgınlıkla baş kaldırdılar.
veḳâle-lleẕîne lâ yercûne liḳâenâ levlâ ünzile `aleyne-lmelâiketü ev nerâ rabbenâ. leḳadi-stekberû fî enfüsihim ve`atev `utüvven kebîrâ.
Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: \"Bize ya melekler indirilmeli, ya da Rabbimiz'i görmeliyiz\" derler. And olsun ki kendi kendilerine büyüklenmişler, azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir.
Bizimle karşılaşmayı (bir gün huzurumuza geleceklerini) ummayanlar: Bize ya melekler indirilmeliydi ya da Rabbimizi görmeliydik, dediler. Andolsun ki onlar kendileri hakkında kibire kapılmışlar ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir.
Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, \"Bize ya melekler inmeli, yahut Rabbimizi görmeliyiz!,\" dediler. Kendi kendilerine büyüklük taslamışlar ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdi.
Bununla beraber, bize kavuşmayı ummayanlar \"Bize ya melekler indirilmeliydi, ya da Rabbimizi görmeliydik\" dediler. Andolsun ki, doğrusu nefislerinde kendilerini büyük gördüler ve büyük azgınlık ettiler.
Bize kavuşmayı ummayanlar dediler ki: \"Üstümüze melekler inse, yahut Rabbimizi görsek olmaz mı?\" Yemin olsun ki, kendi benliklerinde büyüklük kuruntusuna düştüler ve korkunç bir biçimde azdılar.
Âhirette huzurumuza gelip Bizimle karşılaşacaklarını düşünmeyenler: “Bize elçi olarak melekler gönderilmeli yahut Rabbimizi görmeli değil miydik?” dediler.Gerçekten onlar kendilerini büyük görüp azgınlıkta haddi iyice aştılar. [6,124; 17,92]
Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: \"Bize melekler indirilmeliydi, yahut Rabbimizi görmeliydik değil mi?\" dedi(ler). Andolsun ki onlar kendi içlerinde büyüklük tasladılar ve büyük bir azgınlıkla haddi aştılar.
يَوْمَ يَرَوْنَ ٱلْمَلَٰٓئِكَةَ لَا بُشْرَىٰ يَوْمَئِذٍۢ لِّلْمُجْرِمِينَ وَيَقُولُونَ حِجْرًۭا مَّحْجُورًۭا ﴿٢٢﴾
Melekleri görecekleri gün, mücrimlere hiçbir müjde yok ve melekler, müjde sözü bile mücrimlere haram diyecekler.
Melekleri görecekleri gün, suçlu-günahkarlara bir müjde yoktur. Ve o gün (melekler onlara) derler ki: \"(Size sevinçli haber) Yasaktır, yasak.\"
yevme yeravne-lmelâikete lâ büşrâ yevmeiẕil lilmücrimîne veyeḳûlûne ḥicram maḥcûrâ.
Melekleri gördükleri gün, işte o gün, suçlulara iyi haber yoktur. Melekler: \"İyi haber size yasaktır, yasak!\" derler.
(Fakat) melekleri görecekleri gün, günahkarlara o gün hiçbir sevinç haberi yoktur ve: (Size, sevinmek) yasaktır, yasak! diyeceklerdir.
Melekleri gördükleri gün, suçlular için iç açıcı bir gün olmayacaktır. \"Tümüyle kuşatıldık,\" derler.
Melekleri görecekleri gün, işte o gün, günahkarlara hiçbir sevinç haberi yoktur. Ve yasak yasak, diyeceklerdir.
Melekleri görecekleri günde, o günahkârlara hiçbir müjde yoktur. Şöyle diyecekler: \"Yasaktır, yasaklanmıştır!\"
Gün gelecek, melekleri görecekler; fakat o gün o suçluları sevindirecek hiçbir haber olmayacak ve melekler onlara: “Sevinmek size haram! haram!” diyecekler. [15,8; 8,50; 6,93; 41,30-32]
Melekleri gördükleri gün, işte o gün suçlulara müjde yoktur ve onlar; (Size sevinmek) yasaktır, yasak!\" derler.
وَقَدِمْنَآ إِلَىٰ مَا عَمِلُوا۟ مِنْ عَمَلٍۢ فَجَعَلْنَٰهُ هَبَآءًۭ مَّنثُورًا ﴿٢٣﴾
Ne yaptılarsa hepsini ele aldık da zerreler haline getirip dağıttık.
Onların yaptıkları her işin önüne geçtik, böylece onu savurulmuş toz zerreleri kılıverdik.
veḳadimnâ ilâ mâ `amilû min `amelin fece`alnâhü hebâem menŝûrâ.
Yaptıkları her işi ele alır, onu toz duman ederiz.
Onların yaptıkları her bir (iyi) işi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız).
Yapmış oldukları işlere bakar ve onları tamamıyla etkisiz hale getiririz.
Onların yaptıkları her bir iyi işi dikkate alırız, fakat onu saçılmış zerreler haline getiririz.
Yaptıkları her işin önüne geçmiş, onu un-ufak hale getirip silmişizdir.
Onların yaptıkları her işin üzerine varıp, hepsini toz duman edeceğiz. [14,18; 2,264; 24,39]
Yaptıkları her işin önüne geçmişiz de onu (etrafa) saçılmış toz zerreleri haline getirmişizdir.
أَصْحَٰبُ ٱلْجَنَّةِ يَوْمَئِذٍ خَيْرٌۭ مُّسْتَقَرًّۭا وَأَحْسَنُ مَقِيلًۭا ﴿٢٤﴾
Cennet ehli, o gün, en hayırlı bir yurttadır, en güzel bir dinlenme yerinde.
O gün, cennet halkının kalacakları yer daha hayırlı, dinlenecekleri yer çok daha güzeldir.
aṣḥâbü-lcenneti yevmeiẕin ḫayrum müsteḳarrav veaḥsenü meḳîlâ.
O gün, cennetliklerin kalacağı yer çok iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir.
O gün cennetliklerin kalacakları yer çok huzurlu ve dinlenecekleri yer pek güzeldir.
O gün cennet halkının kalacağı yer çok daha iyi olup daha güzel haberler işiteceklerdir.
O gün cennetliklerin kalacakları yer çok iyi, dinlenecekleri yer pek güzeldir.
O gün, konakladıkları yer çok hayırlı, dinlenip eğlendikleri yer çok güzel olanlar, cennet halkıdır.
Ama o gün, cennetlikler, kalınacak yerlerin en iyisinde, dinlenme yerlerinin en güzelinde bulunacaklardır. [59,20; 25,76]
O gün cennet halkının kalacakları yer daha iyi, dinlenip safa sürecekleri yer daha güzeldir.
وَيَوْمَ تَشَقَّقُ ٱلسَّمَآءُ بِٱلْغَمَٰمِ وَنُزِّلَ ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ تَنزِيلًا ﴿٢٥﴾
Ve o gün, gök yarılıp beyaz bir bulutla örtülecek ve melekler, boyuna indirilecek.
Göğün bulutlarla parçalanacağı ve meleklerin bir indirilme ile indirileceği gün;
veyevme teşeḳḳaḳu-ssemâü bilgamâmi venüzzile-lmelâiketü tenzîlâ.
O gün, gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir.
O gün gökyüzü beyaz bulutlar ile yarılacak ve melekler bölük bölük indirileceklerdir.
Göğün bulut kütleleri halinde parçalanacağı ve meleklerin topluca indirildiği gün,
O gün gökyüzü beyaz bulutlar halinde yarılacak ve melekler bölük bölük indirileceklerdir.
Gün olur, gök, bulutlarla yarılır ve melekler ardarda indirilir.
Gün gelecek gök, beyaz bulutlar şeklinde yarılıp dağılacak, melekler bölük bölük indirilecek. [69,15-17]
Göğün bulutları parçalayıp meleklerin bölük bölük indirildiği gün;
ٱلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ ٱلْحَقُّ لِلرَّحْمَٰنِ ۚ وَكَانَ يَوْمًا عَلَى ٱلْكَٰفِرِينَ عَسِيرًۭا ﴿٢٦﴾
O gün, saltanat ve tasarruf, gerçekten de rahmanındır ve kafirlere, çok güç bir gündür o.
İşte o gün, gerçek mülk, Rahman (olan Allah)ındır. İnkar edenler için oldukça zorlu bir gündür.
elmülkü yevmeiẕin-lḥaḳḳu lirraḥmân. vekâne yevmen `ale-lkâfirîne `asîrâ.
O gün gerçek hükümdarlık Rahman'ındır. İnkarcılar için yaman bir gündür.
İşte o gün, gerçek mülk (hükümranlık) çok merhametli olan Allah'ındır. Kafirler için de pek çetin bir gündür o.
İşte o gün, yönetim tümüyle ve mutlak olarak Rahman'ındır. İnkarcılar için zor bir gün olacaktır.
İşte o gün gerçek hükümranlık, çok merhametli olan Allah'ındır. Kâfirler için ise o, pek çetin bir gündür.
O gün gerçek mülk/yönetim Rahman'ındır. Ve o, kâfirler için çok zorlu bir gündür.
İşte o gün tam hâkimiyetin Rahman'a ait olduğu iyice açığa çıkacaktır. Kâfirler için o gün, çok çetin bir gün olacaktır. [69,17; 2,210; 40,16; 74,9-10; 21,103]
İşte o gün, gerçek mülk, Rahmanın'dır, (bütün hükümranlık yalnız O'na aittir) ve o (gün), kafirler için çetin bir gündür.
وَيَوْمَ يَعَضُّ ٱلظَّالِمُ عَلَىٰ يَدَيْهِ يَقُولُ يَٰلَيْتَنِى ٱتَّخَذْتُ مَعَ ٱلرَّسُولِ سَبِيلًۭا ﴿٢٧﴾
O gün zalim, ellerini ısırıp duracak da ne olurdu diyecek, ben de Peygamberle aynı yolu tutsaydım.
O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: \"Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım,\"
veyevme ye`aḍḍu-żżâlimü `alâ yedeyhi yeḳûlü yâ leyteni-tteḫaẕtü me`a-rrasûli sebîlâ.
O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: \"Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor\" der.
O gün, zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım!
O gün zalim kimse (üzüntüden) elini ısırıp şöyle der: \"Keşke, elçi ile birlikte aynı yolu tutsaydım.\"
O gün zalim kimse ellerini ısıracak: \"Eyvah!\" diyecek, \"keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım!\"
O gün, zalim, ellerini ısırarak diyecek ki: \"Ne olurdu, resulle birlikte bir yol tutsaydım!\"
O gün zalim, parmaklarını ısırır “Eyvah! der, keşke o Peygamberle birlikte yol tutsaydım. Eyvah! Keşke falanı dost edinmeseydim! Vallahi bana gelen öğütten (Kur'ân’dan) beni o uzaklaştırdı. Zaten şeytan, insanı (işte böyle uçuruma sürükleyip sonra da) yüzüstü, yalnız bırakır.” [59,16; 14,22; 33,66-68]
O gün zalim ellerini ısırıp: \"Nolaydı, keşke ben elçiyle beraber bir yol edineydim!\" der.
يَٰوَيْلَتَىٰ لَيْتَنِى لَمْ أَتَّخِذْ فُلَانًا خَلِيلًۭا ﴿٢٨﴾
Yazıklar olsun bana, ne olurdu filanı dost edinmeseydim.
\"Vah yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim.\"
yâ veyletâ leytenî lem etteḫiẕ fülânen ḫalîlâ.
O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: \"Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor\" der.
Yazık bana! Keşke falancayı (batıl yolcusunu) dost edinmeseydim!
\"Vay bana, keşke falancayı arkadaş edinmeseydim.\"
\"Eyvah!\" diyecek, \"keşke falancayı dost edinmeseydim.
\"Ah, ne olurdu, falancayı dost edinmeseydim!\"
O gün zalim, parmaklarını ısırır “Eyvah! der, keşke o Peygamberle birlikte yol tutsaydım. Eyvah! Keşke falanı dost edinmeseydim! Vallahi bana gelen öğütten (Kur'ân’dan) beni o uzaklaştırdı. Zaten şeytan, insanı (işte böyle uçuruma sürükleyip sonra da) yüzüstü, yalnız bırakır.” [59,16; 14,22; 33,66-68]
Vah bana, ne olurdu, ben falanı dost tutmasaydım!
لَّقَدْ أَضَلَّنِى عَنِ ٱلذِّكْرِ بَعْدَ إِذْ جَآءَنِى ۗ وَكَانَ ٱلشَّيْطَٰنُ لِلْإِنسَٰنِ خَذُولًۭا ﴿٢٩﴾
Andolsun beni Kur'an'dan saptıran, hem de bana tebliğ edildikten sonra saptıran odur; ve Şeytan, insanı yardımcısız, horhakir bir halde bırakıverir.
\"Çünkü o, gerçekten bana geldikten sonra beni zikirden (Kur'an'dan) saptırmış oldu. Şeytan da insanı 'yapayalnız ve yardımsız\" bırakandır.\"
leḳad eḍallenî `ani-ẕẕikri ba`de iẕ câenî. vekâne-şşeyṭânü lil'insâni ḫaẕûlâ.
O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: \"Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor\" der.
Çünkü zikir (Kur'an) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yüzüstü bırakıp rezil rüsvay eder.
\"Beni, bana ulaşan mesajdan saptırdı. Gerçekten, şeytan insanı yarı yolda bırakır.\"
Çünkü zikir (Kur'ân) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yapayalnız ve yardımcısız bırakmaktadır.
\"Zikir/Kur'an bana geldikten sonra, o saptırdı beni ondan. Şeytan, insan için bir rezil edicidir.\"
O gün zalim, parmaklarını ısırır “Eyvah! der, keşke o Peygamberle birlikte yol tutsaydım. Eyvah! Keşke falanı dost edinmeseydim! Vallahi bana gelen öğütten (Kur'ân’dan) beni o uzaklaştırdı. Zaten şeytan, insanı (işte böyle uçuruma sürükleyip sonra da) yüzüstü, yalnız bırakır.” [59,16; 14,22; 33,66-68]
O beni, bana gelen Zikirden saptırdı. Zaten şeytan, insanı yapayalnız ve yardımcısız bırakır.\"
وَقَالَ ٱلرَّسُولُ يَٰرَبِّ إِنَّ قَوْمِى ٱتَّخَذُوا۟ هَٰذَا ٱلْقُرْءَانَ مَهْجُورًۭا ﴿٣٠﴾
Ve Peygamber, ya Rabbi dedi, bu kavmim, şu Kur'an'ı ihmal etti, terkedilmiş bir hale getirdi.
Ve elçi dedi ki: \"Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar.\"
veḳâle-rrasûlü yâ rabbi inne ḳavmi-tteḫaẕû hâẕe-lḳur'âne mehcûrâ.
Peygamber: \"Ey Rabbim! Doğrusu milletim bu Kuran'ı terketmişti\" der.
Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler.
Elçi de, \"Rabbim, halkım Kuran'ı terketti,\" der.
Peygamber dedi ki: \"Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'ân'ı terkedilmiş (bir şey yerinde) tuttular.\"
Resul de şöyle der: \"Ey Rabbim, benim toplumum, bu Kur'an'ı terk edilmiş/dışlanmış halde tuttular.\"
O gün Peygamber: “Ya Rabbî, halkım bu Kur'ân’ı terk edip ondan uzaklaştılar!” der.
Elçi de: \"Ya Rabbi, kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş bıraktılar demiştir.
وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِىٍّ عَدُوًّۭا مِّنَ ٱلْمُجْرِمِينَ ۗ وَكَفَىٰ بِرَبِّكَ هَادِيًۭا وَنَصِيرًۭا ﴿٣١﴾
Ve biz böylece her peygambere, mücrimlerden düşmanlar halkettik ve doğru yolu göstermek için de Rabbin yeter sana, yardım etmek için de.
İşte böyle; Biz, her peygambere suçlu-günahkarlardan bir düşman kıldık. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.
vekeẕâlike ce`alnâ likülli nebiyyin `adüvvem mine-lmücrimîn. vekefâ birabbike hâdiyev veneṣîrâ.
Her peygamber için, böylece suçlulardan bir düşman ortaya koyarız. Doğruyu gösterici ve yardımcı olarak, Rabbin yeter.
(Resulüm!) İşte biz böylece her peygamber için suçlulardan düşmanlar peyda ettik. Hidayet verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.
Biz ayrıca her peygambere suçlulardan bir düşman var ettik. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.
(Resulüm!) Ve işte biz böyle her peygamber için günahkarlardan bir düşman yapmışızdır. Bununla beraber hidayet verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.
Biz böylece her peygambere, suçlulardan bir düşman musallat ettik. Kılavuz ve yardımcı olarak Rabbin yeter.
İşte böylece Biz her Peygamber için suçlulardan bir düşman ortaya çıkardık. Ama tasalanma! Senin Rabbin yol gösterici ve yardımcı olarak yeter mi yeter! [6,112-113]
Biz böylece her elçiye suçlulardan bir düşman var ettik. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.
وَقَالَ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ ٱلْقُرْءَانُ جُمْلَةًۭ وَٰحِدَةًۭ ۚ كَذَٰلِكَ لِنُثَبِّتَ بِهِۦ فُؤَادَكَ ۖ وَرَتَّلْنَٰهُ تَرْتِيلًۭا ﴿٣٢﴾
Kafir olanlar, ona Kur'an dediler, birden ve toplu olarak indirilseydi ya. Biz, onu, gönlüne iyice yerleştirmen için böyle indirdik ve onu ayetayet ayırdık, birbiri ardınca indirdik.
İnkar edenler dediler ki: \"Kur'an Ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?\" Biz onunla kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için böylece (ayet ayet indirdik) ve onu 'belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup' okuduk.
veḳâle-lleẕîne keferû levlâ nüzzile `aleyhi-lḳur'ânü cümletev vâḥideh. keẕâlike linüŝebbite bihî füâdeke verattelnâhü tertîlâ.
İnkar edenler: \"Kuran ona bir defada indirilmeliydi\" derler. Oysa Biz onu böylece senin kalbine yerleştirmek için azar azar indirir ve onu ağır ağır okuruz.
İnkar edenler: Kur'an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk.
İnkarcılar, \"Kuran, ona neden bir defada indirilmedi,\" dediler. Biz böylece onu belleğine yerleştirmekte ve onu belirlenmiş bir dizilişe göre okumaktayız.
Yine o inkâr edenler dediler ki: \"O Kur'ân ona, hepsi birden indirilseydi ya\"! Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk.
Gerçeği örten nankörler/inkârcılar dediler ki: \"Kur'an ona toptan, bir kerede indirilsedi ya!\" Biz böyle yaptık ki, onunla senin kalbini dayanıklı kılalım. Biz onu parça parça/ayet ayet okuduk.
Bir de o kâfirler dediler ki: “Bu Kur'ân ona toptan, bir defada indirilmeli değil miydi?” Halbuki Biz vahiyle senin kalbini pekiştirmek için böyle ara ara indirdik ve onu parça parça okuduk. [17,106]
İnkar edenler: \"Kur'an, ona bir defada indirilmeli değil miydi?\" dediler. Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak için onu böyle (parça parça indirdik) ve onu ağır ağır okuduk.
وَلَا يَأْتُونَكَ بِمَثَلٍ إِلَّا جِئْنَٰكَ بِٱلْحَقِّ وَأَحْسَنَ تَفْسِيرًا ﴿٣٣﴾
Onlar, sana bir örnek getirdiler mi biz, gerçek olarak ve daha da güzel bir açıklıkla bir örnek veririz sana.
Onların sana getirdikleri hiçbir örnek yoktur ki, Biz (ona karşı) sana hakkı ve en güzel açıklama tarzını getirmiş olmayalım.
velâ ye'tûneke bimeŝelin illâ ci'nâke bilḥaḳḳi veaḥsene tefsîrâ.
Sana bir misal vermezler ki, Biz onun gerçeğini ve en iyi anlaşılanını sana vermemiş olalım.
Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, (onun karşılığında) sana doğrusunu ve daha açığını getirmeyelim.
Onların sana yönelttikleri her teze karşı, biz sana gerçeği ve en güzel açıklamayı getiririz.
Hem onlar sana karşı herhangi bir mesel ile gelmezler ki, biz sana (onun karşılığında) doğrusunu ve tefsirin daha güzelini getirmiş olmayalım.
Onlar sana bir mesel getirdikçe, biz sana hakkı ve en güzel yorumu getiririz.
Onların sana itiraz için getirdikleri hiç bir temsil, hiç bir soru olmaz ki, ona karşı Biz sana gerçek durumu bildirmeyelim ve en güzel açıklamayı yapmayalım.
Onların sana getirdiği her misale (her batıl soruya) karşı mutlaka biz sana, (o batılı yok edecek) gerçeği ve en güzel açıklamayı getiririz.
ٱلَّذِينَ يُحْشَرُونَ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ إِلَىٰ جَهَنَّمَ أُو۟لَٰٓئِكَ شَرٌّۭ مَّكَانًۭا وَأَضَلُّ سَبِيلًۭا ﴿٣٤﴾
Yüzüstü sürünerek cehennemde haşredilenlerin yerleri de en kötü yerdir, yolları da en sapık yol.
O yüzükoyun cehenneme doğru sürülüp-toplanacak olanlar; işte onlar, yer bakımından çok kötü, yol bakımından sapmış olanlardır.
elleẕîne yuḥşerûne `alâ vucûhihim ilâ cehenneme ülâike şerrum mekânev veeḍallü sebîlâ.
Cehennemde yüzü koyun toplanacak olanlar, işte onların yerleri en kötü ve yolları da en sapıktır.
Yüzükoyun cehenneme (sürülüp) toplanacak olanlar; işte onlar, yerleri en kötü, yolları en sapık olanlardır.
Cehenneme zorla sürülenler, en kötü yere ve en çarpık yola sahip olanlardır
O yüzleri üstü cehenneme toplanacaklar var ya! işte onlar, yerleri en kötü, yolları en sapık olanlardır.
O yüzleri üstü cehenneme sevk edilecek olanlar, mekân bakımından en şerli, yol bakımından en sapık kişilerdir.
O halde sen o kâfirlere de ki:“Yüzleri üstünde sürünen sürüler halinde cehenneme tıkılacak olanlar yok mu, işte onlar yerce en fena, yolca da en sapıktırlar.” [17,98; 54,48]
O yüzükoyun cehenneme toplanacak olanlar, işte onlar, yerce çok kötü ve yolca çok sapıktır.
وَلَقَدْ ءَاتَيْنَا مُوسَى ٱلْكِتَٰبَ وَجَعَلْنَا مَعَهُۥٓ أَخَاهُ هَٰرُونَ وَزِيرًۭا ﴿٣٥﴾
Andolsun ki biz Musa'ya kitap verdik ve kardeşi Harun'u, ona vezir ettik.
Andolsun, Biz Musa'ya kitabı verdik ve onunla birlikte kardeşi Harun'u yardımcı kıldık.
veleḳad âteynâ mûse-lkitâbe vece`alnâ me`ahû eḫâhü hârûne vezîrâ.
And olsun ki Musa'ya Kitap verdik, kardeşi Harun'u da kendisine vezir yaptık.
Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik, kardeşi Harun'u da ona yardımcı yaptık.
Biz Musa'ya kitabı vermiş ve kardeşi Harun'u da kendisine yardımcı olarak atamıştık.
Andolsun ki Musa'ya kitap verdik, kardeşi Harun'u da ona yardımcı yaptık.
Yemin olsun ki, biz Mûsa'ya Kitap verdik. Kardeşi Hârun'u da onun yanında vezir yaptık.
Gerçekten Biz, Mûsâ'ya kitabı verdik ve kardeşi Harun’u da ona yardımcı yaptık.
Andolsun biz Musa'ya Kitabı verdik ve kardeşi Harun'u kendisinin yanında vezir yaptık.
فَقُلْنَا ٱذْهَبَآ إِلَى ٱلْقَوْمِ ٱلَّذِينَ كَذَّبُوا۟ بِـَٔايَٰتِنَا فَدَمَّرْنَٰهُمْ تَدْمِيرًۭا ﴿٣٦﴾
Derken delillerimizi yalanlayan topluluğa gidin dedik, sonucu, onları tamamıyla helak ettik.
Böylece onlara: \"Ayetlerimizi yalanlayan kavme gidin\" dedik; sonunda onları (Firavun ve çevresini) kökünden darmadağın ettik.
feḳulne-ẕhebâ ile-lḳavmi-lleẕîne keẕẕebû biâyâtinâ. fedemmernâhüm tedmîrâ.
\"Ayetlerimizi yalanlayan millete gidin\" dedik. Sonunda o milleti yerle bir ettik.
\"Ayetlerimizi yalan sayan kavme gidin\" dedik. Sonunda, (yola gelmediklerinden) onları yerle bir ediverdik.
\"Siz ikiniz, ayetlerimizi yalanlayan şu topluma gidin,\" dedik. Bunun ardından onları yakıp yok ettik.
\"Haydi âyetlerimizi yalan sayan o kavme gidin\" dedik. Sonunda (yola gelmediklerinden) onları yerle bir ettik.
Ardından şöyle dedik: \"Ayetlerimizi yalanlayan topluluğa gidin.\" Biraz sonra da o topluluğu yerle bir ettik.
“Haydi âyetlerimizi yalan sayan o halka gidiniz!” dedik. Sonunda o toplumu yerle bir ettik.
Ayetlerimizi yalanlayan kavme gidin, dedik. (Onlara gittiler. Onlar, kendilerine gelen bu elçilerimizi kabul etmeyince biz) de onları yıkıp yok ettik.
وَقَوْمَ نُوحٍۢ لَّمَّا كَذَّبُوا۟ ٱلرُّسُلَ أَغْرَقْنَٰهُمْ وَجَعَلْنَٰهُمْ لِلنَّاسِ ءَايَةًۭ ۖ وَأَعْتَدْنَا لِلظَّٰلِمِينَ عَذَابًا أَلِيمًۭا ﴿٣٧﴾
Nuh kavmini de, peygamberleri yalanladıkları zaman, sulara boğduk ve insanlara ibret olacak bir hale getirdik ve zalimlere, elemli bir azap hazırladık.
Nuh'un kavmi de, elçileri yalanlandıklarında onları suda boğduk ve insanlar için bir ayet kıldık. Biz zulmedenlere acıklı bir azap hazırladık.
veḳavme nûḥil lemmâ keẕẕebü-rrusüle agraḳnâhüm vece`alnâhüm linnâsi âyeh. vea`tednâ liżżâlimîne `aẕâben elîmâ.
Nuh milletini de, peygamberleri yalanladıkları zaman suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret kıldık. Zalimlere can yakıcı azap hazırlamışızdır.
Nuh kavmine gelince, peygamberleri yalancılıkla itham ettiklerinde onları, suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret yaptık. Zalimler için acıklı bir azap hazırladık.
Benzer şekilde, Nuh'un toplumu da elçileri yalanlayınca, halk için bir ders olsun diye onları boğduk. Zalimler için acı bir ceza hazırlamışızdır.
Nuh kavmine gelince, Peygamberleri yalancılıkla itham ettiklerinde, onları suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret yaptık. Biz zalimler için acıklı bir azab hazırlamışızdır.
Ve Nûh kavmi... Resulleri yalanladıklarında hepsini boğup, insanlara bir ibret yaptık. Zalimler için acıklı bir azap hazırladık.
Nûh'un halkına gelince, onlar Peygamberlerini yalancılıkla suçladıklarında onları suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret vesilesi yaptık. Zalimlere gayet acı bir azap hazırladık. [69,11-12]
Nuh kavmi de peygamberleri yalanladıkları vakit- onları da boğduk ve onları insanlara bir ibret yaptık. Zalimlere acı bir azab hazırladık.
وَعَادًۭا وَثَمُودَا۟ وَأَصْحَٰبَ ٱلرَّسِّ وَقُرُونًۢا بَيْنَ ذَٰلِكَ كَثِيرًۭا ﴿٣٨﴾
Âd'ı da helak ettik, Semud'u da, Ress ashabını da ve bunların arasında daha birçok soyları da.
Ad'ı, Semud'u, Ress halkını ve bunlar arasında birçok nesilleri (yok ettik).
ve`âdev veŝemûde veaṣḥâbe-rrassi veḳurûnem beyne ẕâlike keŝîrâ.
Ad, Semud milletleri ile Ress'lileri ve bunların arasında birçok nesilleri de yerle bir ettik.
Ad'ı, Semud'u, Ress halkını ve bunlar arasında daha birçok nesilleri de (inkarcılıklarından ötürü helak ettik).
Ad, Semud, Res halkı ve bunların arasında bir çok nesilleri de...
Ad'ı, Semud'u, Ress halkını ve bunlar arasında daha bir çok nesilleri de (inkârcılıkları yüzünden helak ettik)
Âd'ı, Semûd'u, Ress, halkını ve bunlar arasında birçok nesilleri yere batırdık.
Âd'ı, Semûd’u, Ress halkını, bu arada daha birçok nesilleri de inkârda ısrarları sebebiyle helâk ettik. [17,17; 23,31]
Ad'ı, Semud'u, Res halkını ve bu arada daha birçok nesilleri (inkarları yüzünden helak ettik).
وَكُلًّۭا ضَرَبْنَا لَهُ ٱلْأَمْثَٰلَ ۖ وَكُلًّۭا تَبَّرْنَا تَتْبِيرًۭا ﴿٣٩﴾
Hepsine de örnekler getirdik, hepsini de kırıp geçirdik.
Biz (onlardan) her birine örnekler verdik ve her birini darmadağın edip mahvettik.
veküllen ḍarabnâ lehü-l'emŝâl. veküllen tebbernâ tetbîrâ.
Her birine misaller vermiştik ama, dinlemedikleri için hepsini kırdık geçirdik.
Onların her birine (uymaları için) misaller getirdik; (ama öğüt almadıkları için) hepsini kırdık geçirdik.
Hepsine yeterli örnekler vermiştik, sonunda hepsini kırdık geçirdik
Onların herbirine misaller getirdik; (ama ögüt almadıkları için) hepsini kırdık geçirdik.
Bunların her birine türlü türlü örnekler verdik. Ve bunların hepsini perişan edip batırdık.
Onların her birine uymaları geçmişlerden misaller verdik.Ama öğütleri tutmadıkları için hepsini kırıp geçirdik.
Hepsine de (uyarmak için) misaller (geçmişlerden hikayeler) anlattık. (Öğüt almayıp küfürlerinde ısrar edince biz de) hepsini helak ettik.
وَلَقَدْ أَتَوْا۟ عَلَى ٱلْقَرْيَةِ ٱلَّتِىٓ أُمْطِرَتْ مَطَرَ ٱلسَّوْءِ ۚ أَفَلَمْ يَكُونُوا۟ يَرَوْنَهَا ۚ بَلْ كَانُوا۟ لَا يَرْجُونَ نُشُورًۭا ﴿٤٠﴾
Andolsun ki onlar, uğramışlardır kötü bir yağmur yağdırılan o şehre, onu olsun görmüyorlar mı? Görüyorlar, fakat onlar, ölümden sonra dirileceklerini ummuyorlar.
Andolsun, onlar, üstüne felaket yağmuru yağdırılmış bulunan o ülkeye uğramışlardır; yine de onu görmüyorlar mıydı? Hayır, onlar dirilmeyi ummuyorlardı.
veleḳad etev `ale-lḳaryeti-lletî ümṭirat meṭara-ssev'. efelem yekûnû yeravnehâ. bel kânû lâ yercûne nüşûrâ.
Bu putperestler and olsun ki, bela yağmuruna tutulmuş olan kasabaya uğramışlardı. Onu görmediler mi? Hayır; tekrar dirilmeyi ummuyorlardı.
(Resulüm!) Andolsun (bu Mekkeli putperestler), bela ve felaket yağmuruna tutulmuş olan o beldeye uğramışlardır. Peki onu görmmüyorlar mıydı? Hayır, onlar öldükten sonra dirilmeyi ummamaktadırlar.
Felaket yağmuruna tutulmuş bulunan ülkenin (Sodom) yanından geçmiş bulunuyorlar. Onu görmediler mi? Aslında onlar yeniden dirilmeye inanmıyorlardı.
(Resulüm!) Andolsun ki, (bu Mekke'li putperestler), bela ve fenalık yağmuruna tutulmuş olan beldeye uğramışlardır. Peki onu da görmüyorlar mıydı? Hayır! Onlar öldükten sonra dirilmeyi ummamaktadırlar.
Yemin olsun, onlar o kötülük yağmuruna tutulan kente vardılar. Peki onu görmüyorlar mıydı? Hayır, onlar dirilip hesap vermeyi ummuyorlardı.
Şu Kureyş müşrikleri, belâ yağmuruna tutulan, üstüne taş yağdırılan şehire de vardılar. Peki, orada olup biteni fark etmediler mi?Doğrusu onlar öldükten sonra diriltileceklerini hiç düşünmezler. [26,174; 37,137-138; 15,76-79]
(Şu Kureyş müşrikleri) bela yağmuruna tutulan, (üstüne taş yağdırılan) kente vardılar. Onun durumunu görmüyorlar mıydı (ki ibret alsınlar)? Hayır, onlar (öldükten sonra) tekrar dirilip kalkmayı ummuyorlar.
وَإِذَا رَأَوْكَ إِن يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَٰذَا ٱلَّذِى بَعَثَ ٱللَّهُ رَسُولًا ﴿٤١﴾
Seni, gördükleri zaman da Allah bunu mu peygamber olarak gönderdi diye alaya alıyorlar.
Seni gördükleri zaman, seni yalnızca alay konusu edinmektedirler: \"Allah'ın, elçi olarak gönderdiği bu mu?\"
veiẕâ raevke iy yetteḫiẕûneke illâ hüzüvâ. ehâẕe-lleẕî be`aŝe-llâhü rasûâ.
Seni gördükleri zaman, \"Allah'ın gönderdiği elçi bu mudur?\" diye alaya almaktan başka birşey yapmazlar.
Seni gördükleri zaman: \"Bu mu Allah'ın peygamber olarak gönderdiği!\" diyerek hep seni alaya alıyorlar.
Seni her gördüklerinde seni alaya alırlar: \"ALLAH'ın elçi olarak gönderdiği kişi bu mu?\"
Seni gördükleri zaman \"Bu mu Allah'ın Peygamber olarak gönderdiği?\" diye hep seni alaya alıyorlar.
Seni gördüklerinde, şu şekilde alaya almaktan başka şey yapmazlar: \"Allah, resul olarak şunu mu gönderdi?!\"
Seni gördüklerinde mutlaka seni alaya alır ve: “Allah'ın, elçi olarak gönderdiği bu şahıs mı imiş! Bula bula bunu mu bulmuş?” [21,36; 13,32]
Seni gördükleri zaman, mutlaka seni eğlence konusu yapıyorlar; \"Allah bunu mu elçi göndermiş?\"
إِن كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ ءَالِهَتِنَا لَوْلَآ أَن صَبَرْنَا عَلَيْهَا ۚ وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ حِينَ يَرَوْنَ ٱلْعَذَابَ مَنْ أَضَلُّ سَبِيلًا ﴿٤٢﴾
Kulluklarında sebat etmeseydik neredeyse bizi de mabutlarımızdan saptıracaktı derler ve yakında, azabı gördüler mi, bilecekler onlar, kimin yolu, daha yabanda.
\"Eğer onlara karşı kararlılık göstermeseydik, neredeyse bizi ilahlarımızdan saptıracaktı.\" Azabı görecekleri zaman, kim yol bakımından daha sapıkmış, öğreneceklerdir.
in kâde leyüḍillünâ `an âlihetinâ levlâ en ṣabernâ `aleyhâ. vesevfe ya`lemûne ḥîne yeravne-l`aẕâbe men eḍallü sebîlâ.
\"Tanrılarımız üzerinde direnmeseydik, doğrusu neredeyse bizi onlardan uzaklaştıracaktı\" derler. Azabı gördükleri zaman, kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir.
\"Şayet tanrılarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, gerçekten bizi neredeyse tanrılarımızdan saptıracaktı\" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler!
\"Direnmeseydik, neredeyse bizi tanrılarımızdan saptırıp ayıracaktı.\" Azabı gördüklerinde kimin gerçekten sapık yolda olduğunu öğreneceklerdir.
\"Şayet tanrılarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, gerçekten de bizi neredeyse tanrılarımızdan saptıracaktı\" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler!
\"Eğer biz kendilerine bağlılıkta sabırlı olmasaydık, bu bizi ilahlarımızdan saptıracaktı.\" Azabı gördüklerinde, yolca kimin daha sapık olduğunu bilecekler.
“Eğer biz sebat etmeseydik, nerdeyse bizi tanrılarımızdan vazgeçirecekti.” derler.Ama kendilerini bekleyen azabı gördükleri vakit, asıl sapanın kim olduğunu işte o zaman anlayacaklardır.
Eğer biz tanrılarımıza tapmakta ısrar etmeseydik, nerdeyse bizi tanrılarımızdan saptıracaktı. (diyorlar). Azabı gördükleri zaman kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir.
أَرَءَيْتَ مَنِ ٱتَّخَذَ إِلَٰهَهُۥ هَوَىٰهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا ﴿٤٣﴾
Gördün mü dileğini mabut yapanı? Sen mi koruyucu olacaksın ona?
Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?
era'eyte meni-tteḫaẕe ilâhehû hevâh. efeente tekûnü `aleyhi vekîlâ.
Hevesini kendine tanrı edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?
Kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen (Resulüm!) ona koruyucu olabilir misin?
Egosunu tanrı edinen kişiyi gördün mü? Sen mi ona avukatlık edeceksin?
Kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın?
İğreti arzusunu ilah edinen kişiyi gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın?
Baksana şu kendi heva ve heveslerini tanrı edinen kimseye! Artık sen mi vekil olacaksın ona, işlerini sen mi yürüteceksin? [35,8; 28,56; 45,23]
Arzusunu tanrı edinen kimseyi gördün mü? Onun üstüne sen mi bekçi olacaksın?
أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ ۚ إِنْ هُمْ إِلَّا كَٱلْأَنْعَٰمِ ۖ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا ﴿٤٤﴾
Yoksa çokları dinlerler ve akıllarını başlarına alırlar mı sanıyorsun? Onlar, ancak hayvanlara benzerler, hatta yol yordam bakımından hayvandan da sapıktır onlar.
Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar.
em taḥsebü enne ekŝerahüm yesme`ûne ev ya`ḳilûn. in hüm illâ kel'en`âmi bel hüm eḍallü sebîlâ.
Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanırsın? Onlar şüphesiz davarlar gibidir, belki daha da sapık yolludurlar.
Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.
Onların çoğunun gerçekten işittiklerini yahut anladıklarını mı sanıyorsun? Onlar sadece çiftlik hayvanları gibidir; hayır, yolca daha da sapıktırlar.
Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllanacağını mı sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta gidişçe daha sapıktırlar.
Yoksa sen bunların çoğunun işittiklerini, aklettiklerini mi sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, hatta yolca, hayvanlardan da şaşkındırlar.
Yoksa sen onlardan çoğunun söz dinlediğini, yahut aklını çalıştırdığını mı sanıyorsun?Doğrusu onlar yolu şaşırmada davarlar gibi, hatta daha da şaşkındırlar. [67,10]
Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini, düşündüklerini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar, yolca (hayvanlardan) daha sapıktır.
أَلَمْ تَرَ إِلَىٰ رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ ٱلظِّلَّ وَلَوْ شَآءَ لَجَعَلَهُۥ سَاكِنًۭا ثُمَّ جَعَلْنَا ٱلشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيلًۭا ﴿٤٥﴾
Rabbinin işini görmedin mi? Nasıl da gölgeyi uzattı, dileseydi onu sakin eder, uzatıp kısaltmazdı; elbette, sonra güneşi, delil ettik gölgeye.
Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir? Eğer dilemiş olsaydı onu durgun kılardı. Sonra Biz Güneş'i ona bir delil kılmışızdır.
elem tera ilâ rabbike keyfe medde-żżill. velev şâe lece`alehû sâkinâ. ŝümme ce`alne-şşemse `aleyhi delîlâ.
Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu durdururdu. Sonra Biz güneşi, ona delil kılıp yavaş yavaş kendimize çekmişizdir.
Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi, onu elbet hareketsiz kılardı. Sonra biz güneşi, ona delil kıldık.
Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığına dikkat ettin mi? Nitekim dileseydi onu hareketsiz de yapardı. Nitekim, güneşi ona delil kıldık (gölgenin varlığını ışığa bağlı kıldık).
Rabbinin gölgeyi nasıl uzatmakta olduğunu görmedin mi? Dileseydi onu elbet hareketsiz de kılardı. Sonra biz güneşi, ona (gölgeye) delil kılmışızdır.
Görmedin mi Rabbini, nasıl uzatmıştır gölgeyi? Eğer dileseydi, onu elbette hareketsiz kılardı. Sonra nasıl Güneş'i ona delil yapmışız!
Bakmaz mısın Rabbin gölgeyi nasıl uzatıyor? Dileseydi onu hareketsiz kılardı. Sonra nasıl Güneş'i ona delil kılıyoruz? Sonra da nasıl tutup onu azar azar Kendimize doğru dilediğimiz yere alıyoruz.
Rabbini görmedin mi gölgeyi nasıl uzattı? Dileseydi, onu durgun yapardı. Sonra nasıl güneşi ona delil kıldık (gölgenin görünmesini, ışığa bağlı kıldık)?
ثُمَّ قَبَضْنَٰهُ إِلَيْنَا قَبْضًۭا يَسِيرًۭا ﴿٤٦﴾
Sonra da onu yavaşyavaş, gizlice kendimize çekip aldık.
Sonra da onu tutup Kendimize ağır ağır çekmişizdir.
ŝümme ḳabaḍnâhü ileynâ ḳabḍay yesîrâ.
Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu durdururdu. Sonra Biz güneşi, ona delil kılıp yavaş yavaş kendimize çekmişizdir.
Sonra onu (uzayan gölgeyi) yavaş yavaş kendimize çektik (kısalttık).
Sonra onu yavaş yavaş çekip alırız.
Sonra da onu yavaş yavaş kendimize (başka yöne) çekmekteyiz.
Sonra nasıl tutup onu ağır ağır kendimize çekmişiz!
Bakmaz mısın Rabbin gölgeyi nasıl uzatıyor? Dileseydi onu hareketsiz kılardı. Sonra nasıl Güneş'i ona delil kılıyoruz? Sonra da nasıl tutup onu azar azar Kendimize doğru dilediğimiz yere alıyoruz.
Sonra (güneş yükseldikçe) gölgeyi yavaş yavaş çekip aldık.
وَهُوَ ٱلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ ٱلَّيْلَ لِبَاسًۭا وَٱلنَّوْمَ سُبَاتًۭا وَجَعَلَ ٱلنَّهَارَ نُشُورًۭا ﴿٤٧﴾
Ve öyle bir mabuttur o ki geceyi bir libas olarak yarattı size, uykuyu, bir dinlenme zamanı olarak ve gündüzü de, adeta yeni bir hayat olarak halketti.
O, geceyi sizin için bir elbise, uykuyu bir dinlenme ve gündüzü de yayılıp-çalışma (zamanı) kılandır.
vehüve-lleẕî ce`ale lekümü-lleyle libâsev vennevme sübâtev vece`ale-nnehâra nüşûrâ.
Size geceyi örtü, uykuyu rahatlık kılan, gündüzü çalışma zamanı yapan Allah'tır.
Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan, O'dur.
Ve O, geceyi size bir örtü, uykuyu bir dinlenme ve gündüzü de bir dirilme zamanı yapandır.
Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü yayılıp çalışma (zamanı) yapan O'dur.
O'dur sizin için geceyi elbise, uykuyu dinlence yapan. Gündüzü, dağılıp yayılma zamanı yapan da O'dur.
Size geceyi örtü, uykuyu bir istirahat, gündüzü de dağılıp çalışma vakti kılan O'dur. [91,4; 78,10; 28,73]
O, geceyi sizin için elbise, uykuyu dinlenme, gündüzü de kalkıp çalışma zamanı yaptı.
وَهُوَ ٱلَّذِىٓ أَرْسَلَ ٱلرِّيَٰحَ بُشْرًۢا بَيْنَ يَدَىْ رَحْمَتِهِۦ ۚ وَأَنزَلْنَا مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءًۭ طَهُورًۭا ﴿٤٨﴾
Ve öyle bir mabuttur o ki rahmetinden önce bir müjde olarak rüzgarları göndermiştir ve biz, gökten tertemiz bir su olan yağmuru yağdırmadayız.
Ve Kendi rahmetinin önünde rüzgarları müjdeciler olarak gönderen O'dur. Biz, gökten tertemiz su indirdik;
vehüve-lleẕî ersele-rriyâḥa büşram beyne yedey raḥmetih. veenzelnâ mine-ssemâi mâen ṭahûrâ.
Rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci gönderen O'dur. Ölü bir yeri diriltmek ve yarattığımız nice hayvan ve insanları sulamak için gökten tertemiz su indirmişizdir.
Rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen O'dur. Biz, ölü toprağa can vermek, yarattığımız nice hayvanlara ve nice insanlara su vermek için gökten tertemiz su indirdik.
Ve O, rahmetinden önce müjdeleyici olarak rüzgarları gönderendir. Ve biz gökten tertemiz bir su indiririz.
Rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen ve gökten tertemiz bir su indiren O'dur.
O gönderdi rüzgârı bir müjde olarak rahmetinin önünden. Biz indirdik gökten tertemiz bir su.
Rüzgârları rahmetinin önünden müjdeci olarak gönderen de O'dur.Ölü diyarlara hayat vermek ve yarattığımız nice hayvanlara ve insanlara su vermek için gökten tertemiz suyu da Biz indirmekteyiz. [22, 5; 42,28; 30,50]
Ve O, rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci gönderdi. Ve gökten tertemiz bir su indirdik.
لِّنُحْۦِىَ بِهِۦ بَلْدَةًۭ مَّيْتًۭا وَنُسْقِيَهُۥ مِمَّا خَلَقْنَآ أَنْعَٰمًۭا وَأَنَاسِىَّ كَثِيرًۭا ﴿٤٩﴾
Onunla ölü şehri diriltelim, yarattığımız hayvanları ve insanların çoğunu suya kandıralım diye.
Onunla ölü bir beldeyi (toprağı) canlandırmak ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan birçoğunu onunla sulamak için.
linuḥyiye bihî beldetem meytev venüsḳiyehû mimmâ ḫalaḳnâ en`âmev veenâsiyye keŝîrâ.
Rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci gönderen O'dur. Ölü bir yeri diriltmek ve yarattığımız nice hayvan ve insanları sulamak için gökten tertemiz su indirmişizdir.
Rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen O'dur. Biz, ölü toprağa can vermek, yarattığımız nice hayvanlara ve nice insanlara su vermek için gökten tertemiz su indirdik.
Ki onunla ölü bir ülkeyi diriltelim ve yarattığımız nice çiftlik hayvanlarını ve insanları onunla sulayalım.
Ki biz (o suyla) ölü toprağa can verelim, yarattığımız nice hayvanlara ve insanlara su sağlayalım, diye.
Ki onunla ölü bir beldeyi diriltelim ve onunla, yarattıklarımızdan bir takım hayvanları ve birçok insanları suvaralım.
Rüzgârları rahmetinin önünden müjdeci olarak gönderen de O'dur.Ölü diyarlara hayat vermek ve yarattığımız nice hayvanlara ve insanlara su vermek için gökten tertemiz suyu da Biz indirmekteyiz. [22, 5; 42,28; 30,50]
Ki onunla ölü bir ülkeyi diriltelim ve onunla yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan birçoğunu sulayalım.
وَلَقَدْ صَرَّفْنَٰهُ بَيْنَهُمْ لِيَذَّكَّرُوا۟ فَأَبَىٰٓ أَكْثَرُ ٱلنَّاسِ إِلَّا كُفُورًۭا ﴿٥٠﴾
Ve andolsun ki biz onu, bulundukları yerlere akıttık düşünüp ibret alsınlar diye, fakat insanların çoğu, ibret almaya yanaşmadı, nankör olup gitti.
Andolsun bunu, onların arasında öğüt alıp-düşünsünler diye çeşitli biçimlerde açıkladık. Ama insanların çoğu nankörlük edip ayak direttiler.
veleḳad ṣarrafnâhü beynehüm liyeẕẕekkerû. feebâ ekŝeru-nnâsi illâ küfûrâ.
And olsun ki öğüt almaları için ülkeler arasında yer yer türlü türlü yağmur yağdırmışızdır. Buna rağmen insanların çoğu nankörlükte direnmiştir.
Andolsun bunu, insanların öğüt almaları için, aralarında çeşitli şekillerde anlatmışızdır; ama insanların çoğu ille nankörlük edip diretmiştir.
Öğüt almaları için onu aralarında dağıtıp çevirdik. Ne var ki insanların çoğunluğu nankörlükte diretmektedir.
Andolsun bunu, insanların öğüt almaları için, aralarında çeşit çeşit şekillerde anlatmışızdır; ama insanların çoğu ille nankörlük edip diretmiştir.
Yemin olsun, onu aralarında çeşitli biçimlerde ifade ettik ki öğüt alabilsinler. Ama insanların çoğu sadece nankörlükte ısrar etmektedir.
Bu gerçeği, insanların iyice düşünmeleri için Biz, farklı üsluplarla anlatsak da onların çoğu nankörlükten başka bir şey yapmıyorlar.
Andolsun biz, bu sözü onların aralarında çevirip çevirip anlattık ki öğüt alsınlar. Ama insanların çoğu, nankörlükte direnmektedir.
وَلَوْ شِئْنَا لَبَعَثْنَا فِى كُلِّ قَرْيَةٍۢ نَّذِيرًۭا ﴿٥١﴾
Ve dileseydik her şehre, bir korkutucu gönderirdik.
Eğer dilemiş olsaydık, her kasabaya bir uyarıcı gönderirdik.
velev şi'nâ lebe`aŝnâ fî külli ḳaryetin neẕîrâ.
Dileseydik, her kente bir uyarıcı gönderirdik.
(Resulüm!) Şayet dileseydik, elbet her ülkeye bir uyarıcı (peygamber) gönderirdik.
Dileseydik her kente bir uyarıcı gönderirdik
(Habibim!) Şayet dileseydik elbette her köye bir uyarıcı (peygamber) gönderirdik.
Eğer dileseydik, her kente bir uyarıcı gönderirdik.
Eğer isteseydik her şehre bir uyarıcı peygamber gönderirdik. [6,19-92; 11,17; 7,158]
Eğer biz dileseydik, her kente bir uyarıcı gönderirdik.
فَلَا تُطِعِ ٱلْكَٰفِرِينَ وَجَٰهِدْهُم بِهِۦ جِهَادًۭا كَبِيرًۭا ﴿٥٢﴾
Artık kafirlere itaat etme ve onlara adamakıllı savaş.
Öyleyse kafirlere itaat etme ve onlara (Kur'an'la) büyük bir mücadele ver.
felâ tüṭi`i-lkâfirîne vecâhidhüm bihî cihâden kebîrâ.
Sen, inkarcılara uyma, onlara karşı olanca gücünle mücadele et.
(Fakat evrensel uyarıcılık görevini sana verdik..) O halde, kafirlere boyun eğme ve bununla (Kur'an ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir savaş ver!
Öyleyse, inkarcılara uyma ve bununla (bu Kuran ile) onlara karşı büyük bir cihad ile savaşım ver.
(Madem ki yalnız seni gönderdik) Öyleyse kâfirlere boyun eğme ve bununla (Kur'ân ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir savaş ver!
Artık inkârcılara boyun eğme, onlara karşı Kur'an ile zorlu bir cihat aç.
(Fakat evrensel uyarma görevini sana verdik) O halde sen asla kâfirlere itaat etme ve Kur'ân’a dayanarak onlarla büyük bir mücahede gerçekleştir. [9,73]
Kafirlere boyun eğme ve bu Kur'an ile onlara karşı büyük cihad et.
۞ وَهُوَ ٱلَّذِى مَرَجَ ٱلْبَحْرَيْنِ هَٰذَا عَذْبٌۭ فُرَاتٌۭ وَهَٰذَا مِلْحٌ أُجَاجٌۭ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخًۭا وَحِجْرًۭا مَّحْجُورًۭا ﴿٥٣﴾
Ve öyle bir mabuttur o ki iki denizi akıtmıştır; bu, tatlı ve içilecek sudur ve şu, tuzlu ve acı su ve aralarında da bir sınır, birbirlerine karışmalarına imkan bulunmayan bir engel halk etmiştir.
İki denizi (birbirine) salıp katan O'dur; bu, tatlı, susuzluğu giderici, bu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine karışmalarını önleyen) bir engel (berzah) ve aşılmayan bir sınır koymuştur.
vehüve-lleẕî merace-lbaḥrayni hâẕâ `aẕbün fürâtüv vehâẕâ milḥun ücâc. vece`ale beynehümâ berzeḫav veḥicram maḥcûrâ.
Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da, karışmalarına engel olan bir sınır koyan Allah'tır.
Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O'dur.
O, iki denizi salmıştır; bu taze ve tatlıdır, şu tuzlu ve acıdır. Her ikisinin arasına, karışmalarını engelleyen sağlam bir engel koymuştur.
Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir serhat koyan O'dur.
İki denizi birbiri üstüne salan O'dur. Bu, tatlı ve yürek ferahlatıcı; şu, tuzlu ve acı. Ve ikisinin arasında bir berzah, geçişi engelleyen bir perde koymuştur.
Biri tatlı, susuzluğu giderici, öbürü tuzlu ve acı iki denizi salıveren, birbirine karışmadan akıtan; fakat aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O'dur. [27,61; 55,19-21]
O, iki denizi birbirine salmıştır. Bu tatlı, susuzluğu giderici; bu tuzlu ve acıdır. Ve ikisinin arasına birbirine kavuşmalarına engel olan bir perde koymuştur (hiç birbirine kavuşmazlar).
وَهُوَ ٱلَّذِى خَلَقَ مِنَ ٱلْمَآءِ بَشَرًۭا فَجَعَلَهُۥ نَسَبًۭا وَصِهْرًۭا ۗ وَكَانَ رَبُّكَ قَدِيرًۭا ﴿٥٤﴾
Ve öyle bir mabuttur o ki bir katre sudan insanı yaratmış ve ona anababa tarafından soysop, karıkoca tarafından akRabalık vermiştir ve Rabbinin, her şeye gücü yeter.
Ve insanı bir sudan yaratıp onu, neseb ve sihriyyet (sahibi) kılan O'dur. Senin Rabbin güç yetirendir.
vehüve-lleẕî ḫaleḳa mine-lmâi beşeran fece`alehû nesebev vesiḥrâ. vekâne rabbüke ḳadîrâ.
İnsanı sudan yaratarak, ona soy sop veren O'dur. Rabbin herşeye Kadir'dir.
Sudan (meniden) bir insan yaratıp onu nesep ve sıhriyet (kan ve evlilik bağından doğan) yakınlığa dönüştüren O'dur. Rabbinin her şeye gücü yeter.
Ve O, sudan bir insan yarattı ve ona soy sop verdi. Rabbin her şeye gücü yetendir.
O (hakir) sudan, bir insan yaratıp ona bir neseb bahşeden ve sıhriyet bağı ile akraba yapan O'dur. Rabbinin her şeye gücü yeter.
Sudan bir insan yaratıp, onu nesep ve sıhriyet akrabaları halinde oluşturan O'dur. Rabbin çok güçlüdür.
İnsanı bir parça sudan yaratıp da soy ve evlilik bağından oluşan bir sülale haline getiren de O'dur. Senin Rabbin her şeye kadirdir.
Ve O, sudan bir insan yarattı da onu nesep ve sıhr kıldı. Rabbin, her şeye gücü yetendir.
وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ ٱللَّهِ مَا لَا يَنفَعُهُمْ وَلَا يَضُرُّهُمْ ۗ وَكَانَ ٱلْكَافِرُ عَلَىٰ رَبِّهِۦ ظَهِيرًۭا ﴿٥٥﴾
Allah'ı bırakıp da kendilerine ne bir faydası, ne bir zararı dokunan şeylere kulluk ederler ve insan, Rabbine karşı Şeytan'a yardımcıdır.
Allah'ı bırakıp kendilerine yarar ve zarar sağlayamayacak şeylere ibadet ediyorlar. Kafir, (asıl) kendi Rabbine karşı (şeytana) arka çıkandır.
veya`büdûne min dûni-llâhi mâ lâ yenfe`uhüm velâ yeḍurruhüm. vekâne-lkâfiru `alâ rabbihî żahîrâ.
Allah'ı bırakıp, kendilerine fayda da zarar da veremeyen şeylere kulluk ederler. İnkar eden, Rabbine karşı gelenin (şeytanın) yardımcısıdır.
(Böyle iken inkarcılar) Allah'ı bırakıp kendilerine ne fayda ne de zarar verebilen şeylere kulluk ediyorlar. İnkarcı da Rabbine karşı uğraşıp durmaktadır.
ALLAH'ın yanısıra kendilerine ne yarar ve ne de zarar veremiyenlere de kulluk ediyorlar. İnkarcı kimse Rabbine karşı çıkandır.
(Böyle iken inkârcılar) Allah'ı bırakıp kendilerine ne fayda, ne zarar veremeyen şeylere kulluk ediyorlar. İnkârcı olan kimse Rabbine karşı uğraşıp durmaktadır.
Allah'ın berisinden, kendisine yarar sağlamayacak, zarar da veremeyecek şeylere ibadet/kulluk ediyorlar. İnkârcı, Rabbi aleyhine başkalarına arka çıkar.
Buna rağmen bir kısım insanlar, kendilerine, tapmaları halinde fayda, tapmamaları halinde zarar veremeyen birtakım şeyleri tanrılaştırıp, Allah'ın dışında onlara ibadet ettiler.Zaten kâfir, Rabbine karşı hep batıla arka çıkar. [36,74-75]
Allah'tan başka kendilerine ne yarar, ne de zarar veremeyecek şeylere tapıyorlar. Kafir, Rabbine karşı şeylere yardımcıdır.
وَمَآ أَرْسَلْنَٰكَ إِلَّا مُبَشِّرًۭا وَنَذِيرًۭا ﴿٥٦﴾
Ve biz seni, ancak müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik.
Biz seni yalnızca bir müjde verici ve uyarıp-korkutucu olarak gönderdik.
vemâ erselnâke illâ mübeşşirav veneẕîrâ.
Biz seni sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.
(Resulüm!) Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Biz seni bir müjdeleyici ve uyarıcı olmaktan başka bir görevle göndermedik.
(Halbuki) biz seni ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.
Biz seni sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.
Biz seni sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
قُلْ مَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِلَّا مَن شَآءَ أَن يَتَّخِذَ إِلَىٰ رَبِّهِۦ سَبِيلًۭا ﴿٥٧﴾
De ki: Ben, Kur'an'ı tebliğ ettiğimden dolayı sizden bir ücret istemiyorum, ancak yolunu Rabbine doğrultan adamlar istiyorum.
De ki: \"Ben buna karşılık, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen (insanlar olmanız) dışında sizden bir ücret istemiyorum.\"
ḳul mâ es'elüküm `aleyhi min ecrin illâ men şâe ey yetteḫiẕe ilâ rabbihî sebîlâ.
De ki: \"Ben buna karşı sizden bir ücret değil, ancak, Rabbine doğru bir yol tutmak dileyen kimseler olmanızı istiyorum.\"
De ki: Buna karşılık, sizden, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler (olmanız) dışında herhangi bir ücret istemiyorum.
De ki, \"Ben görevime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Sadece, Rabbine ulaşacak yolu arayanlar olmanızı istiyorum.\"
De ki: \"Ben, buna karşı sizden bir ücret değil, ancak Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler (olmanızı) istiyorum.\"
De ki: \"Onun karşılığında sizden bir ücret istemiyorum; ancak Rabbine varmak için bir yol tutmayı dileyenler istiyorum.\"
De ki: “Benim bu hizmet için sizden istediğim hiç bir ücret yoktur. Tek isteğim, dileyen kimsenin Rabbine giden yolu bulmasıdır.” [38,86; 26,89; 42,23]
Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; ancak Rabbine varan yola girmek isteyene yol gösteriyorum de.
وَتَوَكَّلْ عَلَى ٱلْحَىِّ ٱلَّذِى لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِۦ ۚ وَكَفَىٰ بِهِۦ بِذُنُوبِ عِبَادِهِۦ خَبِيرًا ﴿٥٨﴾
Ve dayan o daimi diriye ki hiç ölmez ve ona hamd ederek şanını tenzih et ve kullarının suçlarından haberdar olması yeter.
Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et ve O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından O'nun haberdar olması yeter.
vetevekkel `ale-lḥayyi-lleẕî lâ yemûtü vesebbiḥ biḥamdih. vekefâ bihî biẕünûbi `ibâdihî ḫabîrâ.
Ölümsüz, diri olan Allah'a güven, O'nu överek tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak kendisi yeter.
Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter.
Ölümsüz ve Diri olana güven; O'nu överek yücelt. Kullarının günahlarını, O'nun bilmesi yeter.
Sen, ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter.
O hiç ölmeyecek diriye, o Hayy olana dayanıp güven, O'nu överek tespih et! Kullarının günahlarından O'nun haberdar olması yeter!
Öyleyse sen ölmeyen, o mutlak hayat sahibi Allah'a dayan ve O’nu hamd ile tesbih et. Onun kendi kullarının günahlarından haberdar olması yeter. [57,3; 73,9; 67,29]
Ve ölmeyen(diriy)e tevekkül et ve O'nu överek tesbih et. Kullarının günahlarını, O'nun bilmesi yeter.
ٱلَّذِى خَلَقَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِى سِتَّةِ أَيَّامٍۢ ثُمَّ ٱسْتَوَىٰ عَلَى ٱلْعَرْشِ ۚ ٱلرَّحْمَٰنُ فَسْـَٔلْ بِهِۦ خَبِيرًۭا ﴿٥٩﴾
Öyle bir mabuttur ki gökleri ve yeryüzünü ve ne varsa ikisinin arasında hepsini altı günde yaratmıştır da sonra arşa hakim ve mutasarrıf olmuştur, rahmandır, artık haberi olana sor bunu.
O, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan ve sonra arşa istiva edendir. Rahman (olan Allah)dır. Bunu (bundan) haberi olana sor.
elleẕî ḫaleḳa-ssemâvâti vel'arḍa vemâ beynehümâ fî sitteti eyyâmin ŝümme-stevâ `ale-l`arş. erraḥmânü fes'el bihî ḫabîrâ.
Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan sonra da arşa hükmeden Rahman'dır. Bunu bir bilene sor.
Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden (ona hükmeden) Rahman'dır. Bunu bir bilene sor.
O ki gökleri, yeri ve aralarındakileri altı günde yarattı ve sonra tüm otoritesini kurdu. Rahman'dır; O'nu iyi bilenlere sor.
Gökleri yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a hükmeden Rahmân'dır. Haydi ne dileyeceksen o her şeyden haberdar olan (Rahmân)dan dile.
Gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri altı günde yaratıp sonra arş üzerinde egemenlik kuran O'dur. Rahman'dır O. Haberdar olana sor O'nu.
Gökleri, yeri ve ikisinin arasında olan şeyleri altı günde yaratan, sonra da arşı üzerine hükümran olan O'dur. O rahmandır, sen O’nu, Kendisine, o her şeyi Bilen’e sor! [4,59; 42,10; 6,115]
O, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattı, sonra Arş'a kuruldu (böylece mülkünü yönetmektedir. O) Rahman'dır. Bunu bir bilene sor.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ٱسْجُدُوا۟ لِلرَّحْمَٰنِ قَالُوا۟ وَمَا ٱلرَّحْمَٰنُ أَنَسْجُدُ لِمَا تَأْمُرُنَا وَزَادَهُمْ نُفُورًۭا ۩ ﴿٦٠﴾
Onlara, secde edin rahmana dendi mi, rahman da nedir ki derler, bize emrettiğine mi secde edeceğiz? Ve bu, ancak uzaklaşmalarını arttırır.
Onlara: \"Rahman (olan Allah)a secde edin\" denildiği zaman, \"Rahman da neymiş? Biz senin bize emrettiğine mi secde edecek mişiz?\" derler ve (bu,) onların nefretini arttırır.
veiẕâ ḳîle lehümü-scüdû lirraḥmâni ḳâlû veme-rraḥmân. enescüdü limâ te'mürunâ vezâdehüm nüfûrâ.
Onlara: \"Rahman'a secdeye varın\" dendiği zaman \"Rahman da nedir? Emrettiğine mi secdeye varacağız?\" derler. Bu, onların nefretini artırır.
Onlara: Rahman'a secde edin! denildiği zaman: \"Rahman da neymiş! Bize emrettiğin şeye secde eder miyiz hiç!\" derler ve bu emir onların nefretini arttırır.
Onlara, \"Rahman'a secde edin,\" dendiği zaman, \"Rahman da neymiş? Senin bize karşı savunduğun şeye mi secde edeceğiz?\" derler. Ve bu, ancak onların nefretini arttırır.
Onlara \"Rahmân'a secde edin\" dendiği zaman, \"Rahmân da neymiş? Senin bize emrettiğine secde eder miyiz hiç?\" derler ve bu emir onların nefretini artırır.
Onlara, \"Rahman'a secde edin!\" dendiğinde şöyle derler: \"Rahman da neymiş? Senin emrettiğin şeye secde eder miyiz hiç?\" Ve bu söz onların nefretini artırdı.
O müşriklere “Rahman'a secde edin!” denildiğinde:“Rahman da ne imiş! Bize emrediyorsun diye secde mi edeceğiz?” dediler ve bu dâvet onları imandan büsbütün uzaklaştırdı. [26,23] {KM, Vahiy 3,12; Resullerin işleri 17,23}
Onlara: \"Rahman'a secde edin!\" dendiği zaman: \"Rahman nedir? Senin bize emrettiğine secde eder miyiz hiç?\" derler. Ve (bu söz), onların nefretini artırır.
تَبَارَكَ ٱلَّذِى جَعَلَ فِى ٱلسَّمَآءِ بُرُوجًۭا وَجَعَلَ فِيهَا سِرَٰجًۭا وَقَمَرًۭا مُّنِيرًۭا ﴿٦١﴾
Ne yücedir şanı gökte burçlar yaratanın ve orada bir ışık ve aydınlatıcı bir ay halk edenin.
Gökte burçlar kılan, onların içinde bir aydınlık ve nurlu bir ay vareden (Allah) ne Yücedir.
tebârake-lleẕî ce`ale fi-ssemâi bürûcev vece`ale fîhâ sirâcev veḳameram münîrâ.
Gökte burçlar vareden, orada ışık saçan güneş ve aydınlatan ayı yaratan Allah, yücelerin yücesidir.
Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir.
Göğe takımyıldızlar vareden ve ona bir lamba ve parlayan bir ay yerleştiren çok yücedir.
Gökte burçları var eden, onların içinde bir kandil (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir.
Şanı yücedir o kudretin ki; gökte burçlar yarattı, orada bir kandil ve ışık yansıtıcı bir ay oluşturdu.
Gökte burçlar yaratan, onların içinde bir kandil (güneş) ve nurlu bir ay yerleştiren Allah, yüceler yücesidir, hayır ve ihsanı sınırsızdır. [15,17; 71,16; 67,5; 10,5]
Yücedir O ki gökte burçlar yaptı ve orada bir kandil ve aydınlatıcı bir ay var etti.
وَهُوَ ٱلَّذِى جَعَلَ ٱلَّيْلَ وَٱلنَّهَارَ خِلْفَةًۭ لِّمَنْ أَرَادَ أَن يَذَّكَّرَ أَوْ أَرَادَ شُكُورًۭا ﴿٦٢﴾
Ve öyle bir mabuttur o ki anıp ibret almaya niyetlenen, yahut şükretmeyi dileyen kimse için geceyi ve gündüzü birbiri ardınca gelmek üzere halketmiştir.
O, gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt alıp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler için.
vehüve-lleẕî ce`ale-lleyle vennehâra ḫilfetel limen erâde ey yeẕẕekkera ev erâde şükûrâ.
İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur.
İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren de O'dur.
O, geceyi ve gündüzü birbirini izler yaptı; öğüt almak veya şükretmek isteyenler için...
İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur.
Geceyle gündüzü, öğüt almak isteyenlerle şükretmek isteyenler için, birbirini izler hale getiren O'dur.
Tefekkür ederek ders almak veya şükretmek isteyenler için gece ile gündüzü peş peşe getiren O'dur. [14,33; 7,57; 36,40; 3,190]
Ve O, öğüt almak veya şükretmek isteyenler için gece ile gündüzü, birbirini izler yaptı.
وَعِبَادُ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى ٱلْأَرْضِ هَوْنًۭا وَإِذَا خَاطَبَهُمُ ٱلْجَٰهِلُونَ قَالُوا۟ سَلَٰمًۭا ﴿٦٣﴾
Ve rahmanın kulları, öylesine kullardır ki yeryüzünde gönül alçaklığıyla yürürler ve bilgisizler, onlara söz söyleyince sağlık, esenlik size diye cevap verirler.
O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman \"Selam\" derler.
ve`ibâdü-rraḥmâni-lleẕîne yemşûne `ale-l'arḍi hevnev veiẕâ ḫâṭabehümü-lcâhilûne ḳâlû selâmâ.
Rahman'ın kulları yeryüzünde mütevazı yürürler. Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman onlara güzel ve yumuşak söz söylerler.
Rahman'ın(has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) \"Selam!\" derler (geçerler);
Rahman'ın kulları öyle kimselerdir ki yeryüzünde gösterişsizce yürürler. Cahiller kendilerine laf atınca da barış önerirler.
O çok merhametli Allah'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) \"selam\" derler (geçerler).
Rahman'ın kulları, yeryüzünde böbürlenmeden/rahatsız etmeden yürüyen kişilerdir. Cahiller onlara hitap edince, \"Selam!\" derler.
Rahman'ın has kulları o kimselerdir ki onlar yerde tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine laf atarsa “Selâmetle!” derler. [17,37]
Rahman'ın kulları öyle kimselerdir ki, yeryüzünde mütevazi olarak yürürler, cahiller kendilerine laf atarsa \"Selam\" derler.
وَٱلَّذِينَ يَبِيتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًۭا وَقِيَٰمًۭا ﴿٦٤﴾
Ve öyle kişilerdir onlar ki, gecelerini Rablerine secde ederek, onun tapısında kıyamda bulunarak geçirirler.
Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyama durarak gecelerler.
velleẕîne yebîtûne lirabbihim süccedev veḳiyâmâ.
Onlar, gecelerini Rableri için kıyama durarak ve secdeye vararak geçirirler.
Gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler.
Gecenin yalnızlığında Rab'lerine secde edip düşünceye dalarlar.
Ve onlar ki, Rablerine secdeler ve kıyamlar ederek yatarlar.
Geceleri, Rableri huzurunda secde ederek, ayakta durarak geçirirler.
Geceyi Rab'lerine secde ve kıyam ile, ibadetle geçirirler. [15,17-18; 32,16; 39,9]
Gecelerini Rablerine secde ederek, Onun divanında durarak geçirirler:
وَٱلَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا ٱصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ ۖ إِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا ﴿٦٥﴾
Ve öyle kişilerdir onlar ki Rabbimiz derler, savuştur cehennem azabını bizden; şüphe yok ki onun azabı daimidir.
Onlar: \"Rabbimiz, cehennem azabını bizden geri çevir; gerçekten, onun azabı ödenmesi kaçınılmaz bir borç (veya sürekli bir acıdır) derler.
velleẕîne yeḳûlûne rabbene-ṣrif `annâ `aẕâbe cehennem. inne `aẕâbehâ kâne garâmâ.
Onlar, \"Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır; doğrusu onun azabı sürekli ve acıdır. Orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır\" derler.
Ve şöyle derler: Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden sav. Doğrusu onun azabı gelip geçici değil, devamlıdır.
Ve onlar şöyle derler, \"Rabbimiz, cehennem cezasını bizden çevir. Onun cezası korkunçtur.\"
Onlar ki, şöyle derler: Cehennem azabını üzerimizden sav! Doğrusu onun azabı geçici bir şey değildir.
Ve şöyle yakarırlar: \"Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzak tut! Doğrusu, onun azabı inatçı ve yapışkandır.\"
“Ey Ulu Rabbimiz, derler, cehennem azabını bizden uzaklaştır.Zira onun azabı tahammülü zor, ömür tüketen bir derttir.Ne kötü bir varış yeri, ne fena bir yerleşim yeridir orası!”
Rabbimiz, cehennemin azabını bizden uzaklaştır, doğrusu onun azabı sargındır derler.
إِنَّهَا سَآءَتْ مُسْتَقَرًّۭا وَمُقَامًۭا ﴿٦٦﴾
Gerçekten de orası, karar edilecek ne kötü yerdir, durulacak ne kötü yurt.
\"Şüphesiz o, ne kötü bir karargah ve ne kötü bir konaklama yeridir.\"
innehâ sâet müsteḳarrav vemüḳâmâ.
Onlar, \"Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır; doğrusu onun azabı sürekli ve acıdır. Orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır\" derler.
Orası cidden ne kötü bir yerleşme ve ikamet yeridir!
\"O kötü bir durak ve kötü bir yerdir.\"
Orası cidden ne kötü bir uğrak, ne kötü bir konaktır.
Ne kötü bir durak yeridir o, ne kötü bir dinlenme yeri!
“Ey Ulu Rabbimiz, derler, cehennem azabını bizden uzaklaştır.Zira onun azabı tahammülü zor, ömür tüketen bir derttir.Ne kötü bir varış yeri, ne fena bir yerleşim yeridir orası!”
Orası ne kötü bir karargah ve ne kötü bir makamdır!
وَٱلَّذِينَ إِذَآ أَنفَقُوا۟ لَمْ يُسْرِفُوا۟ وَلَمْ يَقْتُرُوا۟ وَكَانَ بَيْنَ ذَٰلِكَ قَوَامًۭا ﴿٦٧﴾
Ve öyle kişilerdir onlar ki yoksullara bir şey verince ne israf ederler, ne de az verirler, ikisinin ortasını bulurlar.
Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur.
velleẕîne iẕâ enfeḳû lem yüsrifû velem yaḳtürû vekâne beyne ẕâlike ḳavâmâ.
Onlar, sarfettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar.
(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.
Onlar verirken savurganlık ve cimrilik yapmaz, ikisi arasında dengeli harcarlar.
Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.
Onlar harcama yaptıkları zaman ne savurganlığa saparlar ne de cimrilik ederler. O ikisi arasında bir dengededir bu!
Rahman'ın o has kulları, harcamalarında ne israf eder, ne de eli sıkı davranırlar; bu ikisinin arasında bir denge tuttururlar.
Ve harcadıkları zaman, ne israf ederler ne de cimrilik ederler; harcamaları, bu ikisinin arasında dengeli olur.
وَٱلَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ ٱلنَّفْسَ ٱلَّتِى حَرَّمَ ٱللَّهُ إِلَّا بِٱلْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ ۚ وَمَن يَفْعَلْ ذَٰلِكَ يَلْقَ أَثَامًۭا ﴿٦٨﴾
Ve öyle kişilerdir onlar ki Allah'la beraber başka bir mabuda kulluk etmezler ve haklı olmadıkça Allah'ın haram ettiği bir cana kıyıp kimseyi öldürmezler ve zina etmezler ve kim, bunları yaparsa cezaya düşer.
Ve onlar, Allah ile beraber başka bir İlah'a tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır.
velleẕîne lâ yed`ûne me`a-llâhi ilâhen âḫara velâ yaḳtülûne-nnefse-lletî ḥarrame-llâhü illâ bilḥaḳḳi velâ yeznûn. vemey yef`al ẕâlike yelḳa eŝâmâ.
Onlar, Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları yapan günaha girmiş olur.
Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan, günahı (nın cezasını) bulur;
Onlar, ALLAH ile birlikte başka tanrılar çağırmazlar; ALLAH'ın yasakladığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Bunları işleyen, günahların faturasını öder.
Yine onlar ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan günahı(nın cezasını) bulur.
Onlar Allah'ın yanında bir başka ilaha yakarmazlar/davet etmezler. Allah'ın saygıya layık kıldığı canı haksız yere almazlar. Zina etmezler. Bunları yapan, cezaya çarpılır.
Onlar, Allah'la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar.Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler.Zina etmezler.Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur.
Ve onlar Allah ile beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa cezasını bulur.
يُضَٰعَفْ لَهُ ٱلْعَذَابُ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ وَيَخْلُدْ فِيهِۦ مُهَانًا ﴿٦٩﴾
Kıyamet günündeyse azabı katkat arttırılır ve horhakir bir halde, ebedi olarak azapta kalır.
Kıyamet günü, azap ona kat kat artırılır ve içinde aşağılanmış olarak temelli kalır.
yüḍâ`af lehü-l`aẕâbü yevme-lḳiyâmeti veyaḫlüd fîhî mühânâ.
Kıyamet günü azabı kat kat olur, orada, alçaltılarak temelli kalır.
Kıyamet günü azabı kat kat arttırılır ve onda (azapta) alçaltılmış olarak devamlı kalır.
Diriliş günü cezaları katlanır ve horlanmış olarak orada ebedi kalırlar
Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır.
Kıyamet günü azap kendisi için kat kat artırılır da hor ve ezik halde onun içinde uzun süre kalır.
Kıyamette, o büyük duruşma gününde onun cezası katmerli olur ve azapta, zillet içinde ebedî kalır.
Kıyamet günü onun için azab kat kat yapılır ve o azab'ın içinde hor ve hakir olarak kalır.
إِلَّا مَن تَابَ وَءَامَنَ وَعَمِلَ عَمَلًۭا صَٰلِحًۭا فَأُو۟لَٰٓئِكَ يُبَدِّلُ ٱللَّهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَٰتٍۢ ۗ وَكَانَ ٱللَّهُ غَفُورًۭا رَّحِيمًۭا ﴿٧٠﴾
Ancak tövbe edip inanan ve iyi işler işleyen müstesna. O çeşit kişilerdir ki Allah, kötülüklerini iyiliklere tebdil eder onların ve Allah, suçları örter, rahimdir.
Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
illâ men tâbe veâmene ve`amile `amelen ṣâliḥan feülâike yübeddilü-llâhü seyyiâtihim ḥasenât. vekâne-llâhü gafûrar raḥîmâ.
Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder.
Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allahı onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
Ancak inanıp erdemli bir yaşam sürenler hariç. ALLAH onların günahlarını iyiliklere çevirir. ALLAH Bağışlayandır, Rahimdir.
Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışlarda bulunanlar başka; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
Tövbe ederek inanan ve hayra/barışa yönelik bir iş yapan müstesna. Allah, böylelerinin kötülüklerini güzelliğe dönüştürür. Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.
Ancak şu var ki dönüş yapıp iman edenler güzel ve makbul işler işleyenler bundan müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir.Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [4,48; 93]
Ancak tevbe edip inanan ve faydalı bir iş yapanlar, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere değiştirecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
وَمَن تَابَ وَعَمِلَ صَٰلِحًۭا فَإِنَّهُۥ يَتُوبُ إِلَى ٱللَّهِ مَتَابًۭا ﴿٧١﴾
Kim tövbe eder ve iyi işlerde bulunursa şüphe yok ki o, Allah'a, tövbesi kabul edilmiş olarak döner.
Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner.
vemen tâbe ve`amile ṣâliḥan feinnehû yetûbü ile-llâhi metâbâ.
Kim tevbe edip yararlı iş işlerse, şüphesiz o, Allah'a gereği gibi yönelmiş olur.
Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner.
Tevbe edip iyi davrananlar ise ALLAH'a gereği gibi dönmüş olur
Ve her kim tevbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner.
Kim tövbe edip hayra ve barışa yönelik iş yaparsa, hiç kuşkusuz tövbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner.
Kim tövbe edip, güzel ve makbul işler yaparsa, gereğince tövbe eden işte odur. [4, 110; 9,104; 39,53]
Kim tevbe eder ve faydalı iş yaparsa o, makbul bir kimse olarak Allah'a döner.
وَٱلَّذِينَ لَا يَشْهَدُونَ ٱلزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا۟ بِٱللَّغْوِ مَرُّوا۟ كِرَامًۭا ﴿٧٢﴾
Ve öyle kişilerdir onlar ki yalan yere tanıklıkta bulunmazlar ve suç yapılan bir yere uğrarlarsa oradan, suç yapmadan ve yapılan suça razı olmadan geçip giderler.
Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir.
velleẕîne lâ yeşhedûne-zzûra veiẕâ merrû billagvi merrû kirâmâ.
Onlar yalan yere şehadet etmezler; faydasız birşeye rastladıkları zaman yüz çevirip vakarla geçerler.
(O kullar), yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler.
Onlar yalan tanıklıkta bulunmazlar. Boş sözlerle karşılaştıklarında önemsemeyip geçerler.
Ve onlar ki, yalan şahitlik etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman vakar ile (oradan) geçip giderler.
Onlar yalana tanıklık etmezler/yalan söze kulak vermezler. Boş lakırdıya rastladıklarında soylu bir tavırla geçip giderler.
O kullar, yalan şahitlik etmezler.Boş söz ve işlere rastladıklarında vakarla oradan geçip giderler.
Onlar yalan ve boş sözün yanında bulunmazlar, boş söze rastladıklarında vekar ile (oradan) geçip giderler.
وَٱلَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا۟ بِـَٔايَٰتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا۟ عَلَيْهَا صُمًّۭا وَعُمْيَانًۭا ﴿٧٣﴾
Ve öyle kişilerdir onlar ki Rablerinin delilleri anıldığı ve Kur'an okunduğu zaman, sağır bir halde ve körü körüne yerlere kapanmazlar.
Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır.
velleẕîne iẕâ ẕükkirû biâyâti rabbihim lem yeḫirrû `aleyhâ ṣummev ve`umyânâ.
Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.
Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar;
Kendilerine Rab'lerinin ayetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.
Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.
Rablerinin ayetleri kendilerine hatırladıldığında, kör ve sağırlar gibi onlar üzerine kapanmazlar.
Kendilerine Rab'lerinin âyetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağırlar ve körler gibi davranmazlar.
Ve kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.
وَٱلَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَٰجِنَا وَذُرِّيَّٰتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍۢ وَٱجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَامًا ﴿٧٤﴾
Ve öyle kişilerdir onlar ki Rabbimiz derler, eşlerimizden, soylarımızdan, gözlerimizi aydınlatacak kişiler ihsan et bize ve bizi, çekinenlere rehber kıl.
Ve onlar: \"Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl,\" diyenlerdir.
velleẕîne yeḳûlûne rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ veẕürriyyâtinâ ḳurrate a`yüniv vec`alnâ lilmütteḳîne imâmâ.
Onlar: \"Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et ve bizi, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder yap\" derler.
(Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl! derler.
Onlar ki, \"Rabbimiz, eşlerimizi, çocuklarımızı bizim için bir mutluluk kaynağı yap ve bizi önde giden erdemlilerden kıl,\" derler.
Ve onlar ki: \"Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl\" derler.
Onlar şöyle yakarırlar: \"Rabbimiz, eşlerimizden ve çocuklarımızdan bize göz aydınlığı bağışla. Bizi takvaya sarılanlara önder kıl.\"
Ve şöyle niyaz ederler: “Ey keremi bol Rabbimiz! Bize gözümüzün, gönlümüzün süruru olan temiz eşler ve nesiller ihsan eyle, bizi müttakilere önder eyle!”
Ve: \"Rabbimiz, bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar lutfeyle ve bizi korunanlara önder yap!\" derler.
أُو۟لَٰٓئِكَ يُجْزَوْنَ ٱلْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا۟ وَيُلَقَّوْنَ فِيهَا تَحِيَّةًۭ وَسَلَٰمًا ﴿٧٥﴾
Onlar, sabrettiklerinden dolayı, cennetin yüce dereceleriyle mükafatlandırılır ve melekler, onlarla, sağlık, esenlik size diye buluşurlar.
İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar.
ülâike yüczevne-lgurfete bimâ ṣaberû veyüleḳḳavne fîhâ teḥiyyetev veselâmâ.
İşte onlar, sabrettiklerinden ötürü cennetin en yüksek dereceleriyle mükafatlandırılırlar. Orada esenlik ve dirlik dilekleriyle karşılanırlar.
İşte onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır.
Bunlar, sabrettiklerinden ötürü cennet odalarıyla ödüllendirilirler; orada mutlu bir yaşam ve barışa kavuşturulurlar.
İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamları ile mükafatlandırılacaklar, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır.
İşte bunlar, sabretmiş olmalarına karşılık yüksek konaklarla ödüllendirilirler. Ve o konaklarda sağlık dileğiyle ve selamla karşılanırlar.
İşte onlara, hak yolda sabır ve sebat göstermelerine karşılık, kendilerine cennetin üstün sarayları verilecek.Oraya selâmla, hürmetle buyur edileceklerdir.Hem de devamlı kalmak üzere oraya gireceklerdir.Orası ne güzel varış yeri, ne güzel bir yerleşim yeridir! [11,108, 19,58; 39,20] {KM, Yuhanna 14,2}
İşte onlar, sabretmelerine karşılık saraylarda ödüllendirelecekler ve orada bir sağlık dileği ve selam ile karşılanacaklardır.
خَٰلِدِينَ فِيهَا ۚ حَسُنَتْ مُسْتَقَرًّۭا وَمُقَامًۭا ﴿٧٦﴾
Orada ebedi kalırlar; orası, karar edilecek ne güzel bir yerdir, durulup kalınacak ne güzel bir yurt.
Orda ebedi olarak kalıcıdırlar; o, ne güzel bir karargah ve ne güzel bir konaklama yeridir.
ḫâlidîne fîhâ. ḥasünet müsteḳarrav vemüḳâmâ.
Orada temellidirler. Orası ne güzel bir yer ve ne güzel duraktır!
Orada ebedi kalacaklardır. Orası ne güzel bir yerleşme ve ikamet yeridir.
Orada ebedi kalıcıdırlar. Ne güzel bir duraktır, ne güzel bir yerdir.
Orada ebedî kalacaklar, orası ne güzel bir konak ve ne güzel bir makamdır.
Orada sürekli kalacaklardır. Ne güzel konak yeri, ne güzel dinlenme yeri!\"
İşte onlara, hak yolda sabır ve sebat göstermelerine karşılık, kendilerine cennetin üstün sarayları verilecek.Oraya selâmla, hürmetle buyur edileceklerdir.Hem de devamlı kalmak üzere oraya gireceklerdir.Orası ne güzel varış yeri, ne güzel bir yerleşim yeridir! [11,108, 19,58; 39,20] {KM, Yuhanna 14,2}
Orada ebedi kalacaklardır. Ne güzel karargah ve ne güzel makamdır orası!
قُلْ مَا يَعْبَؤُا۟ بِكُمْ رَبِّى لَوْلَا دُعَآؤُكُمْ ۖ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًۢا ﴿٧٧﴾
De ki: Sizi imana davet etmeseydi ne değeriniz olabilirdi Rabbimin katında; ama siz gerçekten de yalanladınız tebliğ edilenleri, artık azaplandırmak gerekmekte sizi.
De ki: \"Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır.\"
ḳul mâ ya`beü biküm rabbî levlâ dü`âüküm. feḳad keẕẕebtüm fesevfe yekûnü lizâmâ.
De ki: \"İbadetiniz (duanız) olmasa Rabbim size ne diye değer versin?\" Ey inkarcılar! Yalanladığınız için, azap yakanızı bırakmayacaktır.
(Resulüm!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? (Ey inkarcılar! Size Resul'ün bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; onun için azap yakanızı bırakmayacaktır!
De ki, \"Duanız olmasa Rabbimin yanında değeriniz yoktur. Yalanlarsanız sonucuna katlanacaksınız.\"
(Resulüm!) De ki: \"Rabbim size ne kıymet verir duanız olmasa? (Ey inkârcılar! Size bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; o halde azab yakanızı bırakmayacaktır!
De ki: \"Duanız/davetiniz yoksa, Rabbim sizi ne yapsın? Yalanladınız; bu yüzden azap kaçınılmaz olacaktır.\"
De ki: “Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin ki?Ama siz, ey inkârcılar! Size bildirdiklerimi yalan saydınız, artık bu günahtan yakanızı kurtaramayacaksınız.”
De ki: \"Du'anız (ibadetiniz) olmadıktan sonra Rabbim sizi ne yapsın? (Size haber verdiklerimi) yalanladınız. Bu yüzden cezalandırılmanız gerekecektir.\"