Main pages

Surah The winnowing winds [Adh-Dhariyat] in Turkish

Surah The winnowing winds [Adh-Dhariyat] Ayah 60 Location Maccah Number 51

وَٱلذَّٰرِيَٰتِ ذَرْوًۭا ﴿١﴾

Andolsun tozutup savuranlara.

Alİ Bulaç

Tozu dumana katıp savuran (rüzgar)lara,

Çeviriyazı

veẕẕâriyâti ẕervâ.

Diyanet İşleri

Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca süzülen gemiler ve işleri yöneten meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyametin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü gelecektir.

Diyanet Vakfı

Tozdurup savuranlara,

Edip Yüksel

Esip savuranlara,

Elmalılı Hamdi Yazır

O tozdurup savuranlara,

Öztürk

O tozutup savuranlara/o kırıp un-ufak edenlere,

Suat Yıldırım

O tozutup savuran (rüzgârlara)

Süleyman Ateş

Savurup kaldıranlara,

فَٱلْحَٰمِلَٰتِ وِقْرًۭا ﴿٢﴾

Derken ağır bir yük yüklenenlere.

Alİ Bulaç

Derken, ağır yük taşıyan (bulut)lara.

Çeviriyazı

felḥâmilâti viḳrâ.

Diyanet İşleri

Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca süzülen gemiler ve işleri yöneten meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyametin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü gelecektir.

Diyanet Vakfı

Yükünü yüklenenlere,

Edip Yüksel

Yük yüklenenlere,

Elmalılı Hamdi Yazır

Derken bir ağırlık taşıyanlara,

Öztürk

O ağırlık taşıyanlara,

Suat Yıldırım

Yağmur yüklenen bulutlara,

Süleyman Ateş

(Yağmur) Yüklü (bulut)lara,

فَٱلْجَٰرِيَٰتِ يُسْرًۭا ﴿٣﴾

Derken kolayca akıp gidenlere.

Alİ Bulaç

Sonra kolaylıkla akıp gidenlere,

Çeviriyazı

felcâriyâti yüsrâ.

Diyanet İşleri

Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca süzülen gemiler ve işleri yöneten meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyametin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü gelecektir.

Diyanet Vakfı

Kolayca süzülenlere,

Edip Yüksel

Kolayca akıp gidenlere,

Elmalılı Hamdi Yazır

Derken bir kolaylıkla akanlara,

Öztürk

O kolayca akıp gidenlere/o rahatça yüzenlere,

Suat Yıldırım

Kolayca akıp giden (yıldızlar, bulutlar vb.) şeylere,

Süleyman Ateş

Kolayca akıp gidenlere,

فَٱلْمُقَسِّمَٰتِ أَمْرًا ﴿٤﴾

Derken işi ayıranlara.

Alİ Bulaç

Sonra iş(ler)i taksim edenlere andolsun.

Çeviriyazı

felmüḳassimâti emrâ.

Diyanet İşleri

Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca süzülen gemiler ve işleri yöneten meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyametin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü gelecektir.

Diyanet Vakfı

İşleri ayıranlara andolsun ki,

Edip Yüksel

Ve işi bölümlere ayıranlara andolsun ki

Elmalılı Hamdi Yazır

Derken bir emir taksim edenlere andolsun ki,

Öztürk

O iş ve oluşu bölüştürenlere yemin olsun ki,

Suat Yıldırım

Emirleri, rızıkları, yağmurları vb. şeyleri taksim eden meleklere yemin ederim ki:

Süleyman Ateş

İş(ler)i taksim edenlere (rızıkları, yağmurları dağıtan güçlere) andolsun ki,

إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۭ ﴿٥﴾

Gerçekten de size vaadedilen, doğrudur ancak.

Alİ Bulaç

Size va'dedilmekte olan, hiç tartışmasız doğrudur.

Çeviriyazı

innemâ tû`adûne leṣâdiḳ.

Diyanet İşleri

Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca süzülen gemiler ve işleri yöneten meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyametin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü gelecektir.

Diyanet Vakfı

Size vadedilen, kesinlikle doğrudur.

Edip Yüksel

Size söz verilen kuşkusuz bir gerçektir.

Elmalılı Hamdi Yazır

O size vaad edilen elbette doğrudur.

Öztürk

Hiç kuşkusuz, o size vaat olunan kesinlikle doğrudur.

Suat Yıldırım

Size vâd olunan diriliş elbette gerçektir.

Süleyman Ateş

Size va'dedilen, mutlaka doğrudur.

وَإِنَّ ٱلدِّينَ لَوَٰقِعٌۭ ﴿٦﴾

Ve ceza, mutlaka olacak.

Alİ Bulaç

Şüphesiz din (hesap ve ceza) da mutlaka gerçekleşecektir.

Çeviriyazı

veinne-ddîne levâḳi`.

Diyanet İşleri

Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca süzülen gemiler ve işleri yöneten meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyametin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü gelecektir.

Diyanet Vakfı

Ve ceza mutlaka vuku bulacaktır.

Edip Yüksel

Yargılama kesinlikle gerçekleşecektir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ceza ve hesap günü şüphesiz olacaktır.

Öztürk

Ve din, şaşmaz bir olgudur.

Suat Yıldırım

İşlerin karşılığı da mutlaka alınacaktır.

Süleyman Ateş

Ceza muhakkak olacaktır.

وَٱلسَّمَآءِ ذَاتِ ٱلْحُبُكِ ﴿٧﴾

Andolsun yolyol hareli göğe.

Alİ Bulaç

'Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış' göğe andolsun;

Çeviriyazı

vessemâi ẕâti-lḥubük.

Diyanet İşleri

İçinde yörüngeler bulunan göğe and olsun ki, ey inkarcılar, siz, şüphesiz aykırı görüştesiniz.

Diyanet Vakfı

İçinde yörüngeleri olan göğe andolsun ki,

Edip Yüksel

Mükemmel çizilmiş yörüngelere sahip göğe andolsun ki

Elmalılı Hamdi Yazır

Yollara sahip göğe andolsun ki,

Öztürk

Yemin olsun o ahenkli yollar taşıyan göğe,

Suat Yıldırım

Yollarla, yörüngelerle dolu gök hakkı için! Siz tam bir çelişki içindesiniz.

Süleyman Ateş

(Çeşitli) yolları (yörüngeleri) bulunan göğe andolsun ki,

إِنَّكُمْ لَفِى قَوْلٍۢ مُّخْتَلِفٍۢ ﴿٨﴾

Şüphe yok ki siz, elbette çeşitli ve birbirini tutmaz sözler söylemektesiniz.

Alİ Bulaç

Siz, gerçekten birbirini tutmaz bir söz (çelişkili ve aykırı görüşler) içindesiniz.

Çeviriyazı

inneküm lefî ḳavlim muḫtelif.

Diyanet İşleri

İçinde yörüngeler bulunan göğe and olsun ki, ey inkarcılar, siz, şüphesiz aykırı görüştesiniz.

Diyanet Vakfı

Siz çelişkili sözler söylüyorsunuz.

Edip Yüksel

Siz ihtilaf içindesiniz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Siz elbette çelişkili sözler içindesiniz.

Öztürk

Ki siz gerçekten tartışmalarla dolu bir söz içindesiniz.

Suat Yıldırım

Yollarla, yörüngelerle dolu gök hakkı için! Siz tam bir çelişki içindesiniz.

Süleyman Ateş

Siz, çeşitli söz(ler) içindesiniz.

يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ ﴿٩﴾

Ondan saptırılan, saptırılmıştır.

Alİ Bulaç

Ondan çevrilen çevrilir,

Çeviriyazı

yü'fekü `anhü men üfik.

Diyanet İşleri

Bundan, dönebilecek kimseler döndürülür.

Diyanet Vakfı

Ondan (Kur'an'dan veya imandan) dönen döndürülür (engellenmez).

Edip Yüksel

Çevrilen, ondan çevrilir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ondan çevrilen (imana) çevrilir.

Öztürk

Yüzgeri çevrilen onun yüzünden çevrilir.

Suat Yıldırım

Oysa bu dâvetten, ancak aklı çarpılmış olan kimse çevrilip vazgeçirilir.

Süleyman Ateş

Çevrilen, ondan çevriliyor.

قُتِلَ ٱلْخَرَّٰصُونَ ﴿١٠﴾

Lanet olsun geberesi yalancılara.

Alİ Bulaç

Kahrolsun, o 'zan ve tahminle yalan söyleyenler';

Çeviriyazı

ḳutile-lḫarrâṣûn.

Diyanet İşleri

Yalancılığı itiyat edinenlerin, bilgisizliğe saplanıp kalanların canları çıksın!

Diyanet Vakfı

Kahrolsun o koyu yalancılar!

Edip Yüksel

Kahrolsun palavracılar,

Elmalılı Hamdi Yazır

Kahrolsun (o fikir adına) kendi tahminlerini ileri sürenler!

Öztürk

Kahrolsun o düzenbaz yalancılar,

Suat Yıldırım

O kahrolası yalancılar sarhoşluk ve cehalet içinde ne yaptıklarını bilmeden atıp tutarlar. Bir de alay ederek: “Ne zaman o hesap günü?” diye sorarlar.

Süleyman Ateş

O (çeşitli sözleri) atan yalancılar kahrolsun!

ٱلَّذِينَ هُمْ فِى غَمْرَةٍۢ سَاهُونَ ﴿١١﴾

Ki onlar, daldıkları gaflette habersiz bir halde bocalayıp dururlar.

Alİ Bulaç

Ki onlar, 'bilgisizliğin kuşatması' içinde habersizdirler.

Çeviriyazı

elleẕîne hüm fî gamratin sâhûn.

Diyanet İşleri

Yalancılığı itiyat edinenlerin, bilgisizliğe saplanıp kalanların canları çıksın!

Diyanet Vakfı

Onlar koyu bir cehalet içerisinde kalmış gafillerdir.

Edip Yüksel

Ki şaşkınlıkları içinde umursamıyorlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar bir sarhoşluk ve cehalet içinde şuursuzdurlar.

Öztürk

Ki onlar bir sersemlik içinde ne yaptıklarından habersizdirler.

Suat Yıldırım

O kahrolası yalancılar sarhoşluk ve cehalet içinde ne yaptıklarını bilmeden atıp tutarlar. Bir de alay ederek: “Ne zaman o hesap günü?” diye sorarlar.

Süleyman Ateş

Onlar aptallık içinde yanılıp durmaktadırlar.

يَسْـَٔلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ ٱلدِّينِ ﴿١٢﴾

Sorarlar: Ne zaman gelecek ceza günü?

Alİ Bulaç

\"Hesap ve ceza (din) günü ne zaman?\" diye sorarlar.

Çeviriyazı

yes'elûne eyyâne yevmü-ddîn.

Diyanet İşleri

İşlerin karşılık göreceği günün zamanını sorarlar.

Diyanet Vakfı

Ceza gününün ne zaman olduğunu sorarlar.

Edip Yüksel

Yargı Gününün zamanını sorarlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar: \"Hesap ve ceza günü ne zaman?\" diye soruyorlar.

Öztürk

Sorarlar: \"Ne zaman o din günü?\"

Suat Yıldırım

O kahrolası yalancılar sarhoşluk ve cehalet içinde ne yaptıklarını bilmeden atıp tutarlar. Bir de alay ederek: “Ne zaman o hesap günü?” diye sorarlar.

Süleyman Ateş

Ceza günü ne zaman? diye sorarlar.

يَوْمَ هُمْ عَلَى ٱلنَّارِ يُفْتَنُونَ ﴿١٣﴾

O gün onlar, ateşe atılıp sınanırlar.

Alİ Bulaç

O gün onlar, ateşin üstünde tutulup-eritilecekler:

Çeviriyazı

yevme hüm `ale-nnâri yüftenûn.

Diyanet İşleri

O, kendilerinin ateşte azap görecekleri gündür.

Diyanet Vakfı

O gün onlar ateşe sokulacaklardır.

Edip Yüksel

O gün onlar ateşe sunulacaklardır.

Elmalılı Hamdi Yazır

O gün, onların ateş üzerinde azap görecekleri gündür.

Öztürk

O gün onlar ateş üzerinde deneme ve elemeye tâbi tutulacaklardır.

Suat Yıldırım

O gün, onların ateşin üzerinde kıvrandırılacakları gündür!

Süleyman Ateş

O gün onlar ateş üzerinde yakılacaklardır.

ذُوقُوا۟ فِتْنَتَكُمْ هَٰذَا ٱلَّذِى كُنتُم بِهِۦ تَسْتَعْجِلُونَ ﴿١٤﴾

Tadın azabınızı; işte buydu çabucak gelmesini istediğiniz.

Alİ Bulaç

\"Tadın fitnenizi. Bu, sizin pek acele isteyip durduğunuz şeydir.\"

Çeviriyazı

ẕûḳû fitneteküm. hâẕe-lleẕî küntüm bihî testa`cilûn.

Diyanet İşleri

Onlara: \"Azabınızı tadın; işte acele beklediğiniz bu idi\" denir.

Diyanet Vakfı

Azabınızı tadın! Acele gelmesini beklediğiniz şey budur işte! (denir.)

Edip Yüksel

Cezanızı tadın, meydan okumakta olduğunuz şey budur işte!

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlara: \"Tadın inkarınızın cezasını, işte sizin acele istediğiniz budur!\" denecektir.

Öztürk

Tadın imtihan ve ıstırabınızı. İşte budur o çarçabuk gelmesini istediğiniz!

Suat Yıldırım

Onlara: “Tadın bakalım fitnenizi, tadın dünyada kaynattığınız fitne ateşinin neticesini! İşte gelmesini dört gözle beklediğiniz azap!” denilir.

Süleyman Ateş

(Kendilerine): \"Fitnenizi (fesadınızın cezasını) tadın! Acele isteyip durduğunuz şey budur işte!\" (denilecek).

إِنَّ ٱلْمُتَّقِينَ فِى جَنَّٰتٍۢ وَعُيُونٍ ﴿١٥﴾

Şüphe yok ki çekinenler, cennetlerdedir, pınar başlarında.

Alİ Bulaç

Şüphesiz muttaki olanlar, cennetlerde ve pınarlardadırlar;

Çeviriyazı

inne-lmütteḳîne fî cennâtiv ve`uyûn.

Diyanet İşleri

Doğrusu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini almış olarak bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. Çünkü onlar, bundan önce iyi davrananlardı.

Diyanet Vakfı

Şüphesiz ki Allah'a isyandan sakınanlar, cennetlerde ve pınar başlarında bulunacaklar.

Edip Yüksel

Erdemliler cennetlerdedir, pınar başlarındadır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Şüphesiz ki takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği sevabı almış olarak cennet bahçelerinde ve pınar başlarında bulunacaklardır. Çünkü onlar bundan önce iyilik yapıyorlardı.

Öztürk

Şu da bir gerçek ki, sakınıp korunanlar bahçelerde ve pınar başlarındadır;

Suat Yıldırım

Ama müttakiler bahçelerde, pınar başlarındadırlar.

Süleyman Ateş

Korunanlar, cennetlerde, çeşme başlarındadırlar;

ءَاخِذِينَ مَآ ءَاتَىٰهُمْ رَبُّهُمْ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا۟ قَبْلَ ذَٰلِكَ مُحْسِنِينَ ﴿١٦﴾

Alırlar Rablerinin, kendilerine verdiklerini; şüphe yok ki onlar, bundan önce, iyilik ederlerdi.

Alİ Bulaç

Rablerinin kendilerine verdiğini alanlar olarak. Çünkü onlar, bundan önce ihsanda (güzel davranışta) bulunanlardı.

Çeviriyazı

âḫiẕîne mâ âtâhüm rabbühüm. innehüm kânû ḳable ẕâlike muḥsinîn.

Diyanet İşleri

Doğrusu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini almış olarak bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. Çünkü onlar, bundan önce iyi davrananlardı.

Diyanet Vakfı

Rablerinin kendilerine verdiğini alarak. Kuşkusuz onlar, bundan önce dünyada güzel davrananlardı.

Edip Yüksel

Rab'lerinin kendilerine verdiğini alırlar. Çünkü onlar bundan önce güzel davranıyorlardı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Şüphesiz ki takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği sevabı almış olarak cennet bahçelerinde ve pınar başlarında bulunacaklardır. Çünkü onlar bundan önce iyilik yapıyorlardı.

Öztürk

Rablerinin kendilerine verdiğini almış kişiler olarak. Doğrusu, onlar bundan önce de iyilik ve güzellik sergilemekteydiler.

Suat Yıldırım

Rab'lerinin kendilerine verdiği mükâfatları almaktadırlar. Çünkü onlar, daha önce dünyada iyi davranan kimselerdi.

Süleyman Ateş

Rablerinin, kendilerine verdiğini alırlar. Çünkü onlar bundan önce güzel davranırlardı:

كَانُوا۟ قَلِيلًۭا مِّنَ ٱلَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ ﴿١٧﴾

Gecelerin az bir kısmında uyurlardı.

Alİ Bulaç

Gece-boyunca da pek az uyurlardı.

Çeviriyazı

kânû ḳalîlem mine-lleyli mâ yehce`ûn.

Diyanet İşleri

Onlar, geceleri az uyuyanlardı.

Diyanet Vakfı

Geceleri pek az uyurlardı.

Edip Yüksel

Geceleri az uyurlardı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar geceleyin pek az uyurlardı.

Öztürk

Gecenin pek azında uyumaktaydılar.

Suat Yıldırım

Geceleri az uyurlardı.

Süleyman Ateş

Geceleri pek az uyurlardı,

وَبِٱلْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ﴿١٨﴾

Ve seher çağları, yarlıganma dilerlerdi.

Alİ Bulaç

Onlar, seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi.

Çeviriyazı

vebil'esḥâri hüm yestagfirûn.

Diyanet İşleri

Seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi.

Diyanet Vakfı

Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.

Edip Yüksel

Seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar seher vakitlerinde Allah'tan bağışlanma dilerlerdi.

Öztürk

Seher vakitlerinde af dilemekteydi onlar.

Suat Yıldırım

Seher vakitleri istiğfar ederlerdi.

Süleyman Ateş

Seherlerde onlar istiğfar ederlerdi,

وَفِىٓ أَمْوَٰلِهِمْ حَقٌّۭ لِّلسَّآئِلِ وَٱلْمَحْرُومِ ﴿١٩﴾

Ve mallarında, dileyene ve mahrum olana bir hak vardı.

Alİ Bulaç

Onların mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardı.

Çeviriyazı

vefî emvâlihim ḥaḳḳul lissâili velmaḥrûm.

Diyanet İşleri

Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı, onu verirlerdi.

Diyanet Vakfı

Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı.

Edip Yüksel

Paralarında, isteyenler ve yoksullar için bir pay vardı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onların mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için bir hak vardı.

Öztürk

İhtiyaç sahibi için, yoksun için bir hak vardı mallarında onların.

Suat Yıldırım

Mallarında isteyenlerin ve yoksulların hakkını ayırırlardı.

Süleyman Ateş

Mallarında dilenci ve yoksul için hak vardı.

وَفِى ٱلْأَرْضِ ءَايَٰتٌۭ لِّلْمُوقِنِينَ ﴿٢٠﴾

Ve yeryüzünde deliller var iyideniyiye inanmış olanlara.

Alİ Bulaç

Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler vardır.

Çeviriyazı

vefi-l'arḍi âyâtül lilmûḳinîn.

Diyanet İşleri

Kesin olarak inananlara, yeryüzünde ve kendi içinizde Allah'ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz?

Diyanet Vakfı

Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır.

Edip Yüksel

Kesin inananlar için yerde ayetler (işaret ve deliller) vardır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?

Öztürk

Yeryüzünde ayetler vardır görürcesine bilenler için.

Suat Yıldırım

Kesin inanmak isteyenler için yeryüzünde birçok deliller vardır. Bizzat kendi varlıklarınızda da böyle deliller vardır. Hâlâ görmeyecek misiniz? Gökte de hem rızkınız (rızkınızın vesileleri), hem de size vâd olunan cennet vardır.

Süleyman Ateş

Kesin inanacaklar için yerde nice ibretler vardır.

وَفِىٓ أَنفُسِكُمْ ۚ أَفَلَا تُبْصِرُونَ ﴿٢١﴾

Ve kendi özünüzde de, hala mı görmezsiniz?

Alİ Bulaç

Ve kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyor musunuz?

Çeviriyazı

vefî enfüsiküm. efelâ tübṣirûn.

Diyanet İşleri

Kesin olarak inananlara, yeryüzünde ve kendi içinizde Allah'ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz?

Diyanet Vakfı

Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?

Edip Yüksel

Kendi içinizde de... Görmez misiniz?

Elmalılı Hamdi Yazır

Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?

Öztürk

Benliklerinizin içinde de. Hâlâ bakıp görmeyecek misiniz?

Suat Yıldırım

Kesin inanmak isteyenler için yeryüzünde birçok deliller vardır. Bizzat kendi varlıklarınızda da böyle deliller vardır. Hâlâ görmeyecek misiniz? Gökte de hem rızkınız (rızkınızın vesileleri), hem de size vâd olunan cennet vardır.

Süleyman Ateş

Kendi canlarınızda da öyle. Görmüyor musunuz?

وَفِى ٱلسَّمَآءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ ﴿٢٢﴾

Ve gökte de rızkınız ve size vaadedilen var.

Alİ Bulaç

Gökte rızkınız vardır ve size va'dolunmakta olan da.

Çeviriyazı

vefi-ssemâi rizḳuküm vemâ tû`adûn.

Diyanet İşleri

Rızkınız da, size söz verilen azap da yukarıdan gelir.

Diyanet Vakfı

Semada da rızkınız ve size vadedilen başka şeyler vardır.

Edip Yüksel

Gökte rızkınız ve size söz verilenler vardır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sizin rızkınız da size vaad edilen sevap ve ceza da göktedir.

Öztürk

Sizin, rızkınız da göktedir, tehdit edildiğiniz şey de.

Suat Yıldırım

Kesin inanmak isteyenler için yeryüzünde birçok deliller vardır. Bizzat kendi varlıklarınızda da böyle deliller vardır. Hâlâ görmeyecek misiniz? Gökte de hem rızkınız (rızkınızın vesileleri), hem de size vâd olunan cennet vardır.

Süleyman Ateş

Gökte rızkınız da var, uyarıldığınız (azab)da var!

فَوَرَبِّ ٱلسَّمَآءِ وَٱلْأَرْضِ إِنَّهُۥ لَحَقٌّۭ مِّثْلَ مَآ أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ ﴿٢٣﴾

Gerçekten de andolsun göğün ve yeryüzünün Rabbine ki hiç şüphe yok, gerçektir o, nasıl siz konuşup söylüyorsunuz.

Alİ Bulaç

İşte, göğün ve yerin Rabbine andolsun ki, şüphesiz, o (size va'dedilen) sizin (aranızda) konuştuklarınız kadar, elbette kesin bir gerçektir.

Çeviriyazı

feverabbi-ssemâi vel'arḍi innehû leḥaḳḳum miŝle mâ enneküm tenṭiḳûn.

Diyanet İşleri

Göğün ve yerin Rabbine and olsun ki bu, sizin konuşmanız kadar kesin ve gerçektir.

Diyanet Vakfı

Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir.

Edip Yüksel

Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki sizin konuşmanız nasıl bir gerçek ise, bu da öylece bir gerçektir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Gök ve yerin Rabbine andolsun ki size edilen o vaad, herhalde haktır. O tıpkı sizin konuşmanız gibi gerçektir.

Öztürk

Göğün ve yerin Rabbine yemin olsun ki, o tıpkı sizin konuşabildiğiniz gibi kesin bir gerçektir.

Suat Yıldırım

Göğün ve yerin Rabbine yemin olsun ki bu vaad, tıpkı sizin konuşmanızın sabit olduğu gibi bir gerçektir.

Süleyman Ateş

Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o, sizin konuştuğunuz gibi gerçektir.

هَلْ أَتَىٰكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَٰهِيمَ ٱلْمُكْرَمِينَ ﴿٢٤﴾

İbrahim'in, ağırlanan konuklarına ait haber, geldi mi sana?

Alİ Bulaç

Sana İbrahim'in ağırlanan konuklarının haberi geldi mi?

Çeviriyazı

hel etâke ḥadîŝü ḍayfi ibrâhîme-lmükramîn.

Diyanet İşleri

İbrahim'in ikram edilmiş konuklarının haberi sana geldi mi?

Diyanet Vakfı

İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? (Bunlar meleklerdi.)

Edip Yüksel

İbrahim'in ağırlanan konuklarının haberini aldın mı?

Elmalılı Hamdi Yazır

Ey Muhammed! İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?

Öztürk

Geldi mi sana İbrahim'in ikram edilen konuklarının haberi?

Suat Yıldırım

Sahi! İbrâhimin şerefli misafirlerinin gelişlerinden haberin oldu mu?

Süleyman Ateş

İbrahim'in ağırlanan konuklarının haberi sana geldi mi?

إِذْ دَخَلُوا۟ عَلَيْهِ فَقَالُوا۟ سَلَٰمًۭا ۖ قَالَ سَلَٰمٌۭ قَوْمٌۭ مُّنكَرُونَ ﴿٢٥﴾

Hani, tapısına girmişlerdi de esenlik sana demişlerdi; o da esenlik size demişti, ey yabancılar.

Alİ Bulaç

Hani, yanına girdiklerinde: \"Selam\" demişlerdi. O da: \"Selam\" demişti. \"(Haklarında bilgim olmayan) Yabancı bir topluluk.\"

Çeviriyazı

iẕ deḫalû `aleyhi feḳâlû selâmâ. ḳâle selâm. ḳavmüm münkerûn.

Diyanet İşleri

Onlar, İbrahim'in yanına girip: \"Selam sana\" demişlerdi, İbrahim de: \"Selam size\" demişti; içinden de, onların \"tanınmamış bir topluluk\" olduğunu geçirmişti.

Diyanet Vakfı

Onlar İbrahim'in yanına girmişler, selam vermişlerdi. İbrahim de selamı almış, içinden, \"Bunlar, yabancılar\" demişti.

Edip Yüksel

Onun huzuruna girmişlerdi ve \"Selam (barış)\" demişlerdi. O da, \"Selam size, yabancılar!\" demişti.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hani onlar İbrahim'in huzuruna girmişlerdi de \"Selam sana!\" demişlerdi. İbrahim: \"Size de selam\" demiş, ve içinden: \"Bunlar tanınmamış bir topluluk!\" diye geçirmişti.

Öztürk

Hani, İbrahim'in yanına girmişlerdi de \"Selam!\" demişlerdi. İbrahim: \"Selam! Tanınmayan bir topluluk bu.\" demişti.

Suat Yıldırım

Onlar yanına varınca: “Selâm!” dediler. O da: “Size de Selâm!” diye cevap verdi, ama içinden: “Bunlar tanımadığım kimseler, hayırdır inşaallah!” dedi. [15,51; 4,86; 11,69]

Süleyman Ateş

Bir zaman onun yanına girmişler: \"Selam\" demişlerdi. \"Selam, dedi, (siz) tanınmamış bir topluluk(sunuz).\"

فَرَاغَ إِلَىٰٓ أَهْلِهِۦ فَجَآءَ بِعِجْلٍۢ سَمِينٍۢ ﴿٢٦﴾

Derken bir bahaneyle ailesinin yanına gitmişti de bir semiz dana getirmişti.

Alİ Bulaç

Hemen (onlara) sezdirmeden ailesine gidip, çok geçmeden semiz bir buzağı ile (geri) geldi.

Çeviriyazı

ferâga ilâ ehlihî fecâe bi`iclin semîn.

Diyanet İşleri

Hemen ailesine giderek semiz bir buzağı getirmiş, onların önüne sürüp: \"Yemez misiniz?\" demişti.

Diyanet Vakfı

Hemen ailesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabını) getirmiş,

Edip Yüksel

Ailesine yöneldi ve sonra semiz bir buzağı ile geldi.

Elmalılı Hamdi Yazır

İbrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzağı (eti) getirdi.

Öztürk

Hemen ailesinin yanına gitti; semiz bir dana getirdi.

Suat Yıldırım

Onlara yemek getirmek için gizlice ailesinin yanına geçti ve semiz bir dana kebabı getirdi. Önlerine koyup “buyurmaz mısınız?” diye ikram etti. [11,69] {KM, Tekvin 18. bölüm}

Süleyman Ateş

(Konuklarına yemek hazırlamak için) gizlice ailesinin yanına gitti, semiz bir buzağı getirdi.

فَقَرَّبَهُۥٓ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ ﴿٢٧﴾

Onların önüne koymuştu da yemez misiniz demişti.

Alİ Bulaç

Derken onlara yaklaştırıp (ikram etti); \"Yemez misiniz?\" dedi.

Çeviriyazı

feḳarrabehû ileyhim ḳâle elâ te'külûn.

Diyanet İşleri

Hemen ailesine giderek semiz bir buzağı getirmiş, onların önüne sürüp: \"Yemez misiniz?\" demişti.

Diyanet Vakfı

Onların önüne koyup \"Yemez misiniz?\" demişti.

Edip Yüksel

Onu onların önüne sürüp, \"Yemez misiniz?\" dedi.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onu önlerine sürerek: \"Yemez misiniz?\" dedi.

Öztürk

Danayı misafirlerin önüne sürdü. \"Yemez misiniz?\" dedi.

Suat Yıldırım

Onlara yemek getirmek için gizlice ailesinin yanına geçti ve semiz bir dana kebabı getirdi. Önlerine koyup “buyurmaz mısınız?” diye ikram etti. [11,69] {KM, Tekvin 18. bölüm}

Süleyman Ateş

Onu, önlerine yaklaştırdı, \"Yemez misiniz?\" dedi.

فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةًۭ ۖ قَالُوا۟ لَا تَخَفْ ۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَٰمٍ عَلِيمٍۢ ﴿٢٨﴾

Derken onlardan, içine bir korkudur düşmüştü de korkma demişlerdi, ve ona, bilgi sahibi bir oğlu olacağını müjdelemişlerdi.

Alİ Bulaç

(Onlar yemeyince) Bunun üzerine içine bir tür korku düştü. \"Korkma\" dediler ve ona bilgin bir erkek çocuk müjdesini verdiler.

Çeviriyazı

feevcese minhüm ḫîfeh. ḳâlû lâ teḫaf. vebeşşerûhü bigulâmin `alîm.

Diyanet İşleri

(Yemediklerini görünce) onlardan endişeye düştü; \"Korkma\" dediler ve ona bilgin bir oğul sahibi olacağını müjdelediler.

Diyanet Vakfı

Derken onlardan korkmaya başladı. \"Korkma\" dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.

Edip Yüksel

Onlardan bir korku duydu. Bunun üzerine onlar, \"Korkma\" dediler ve ona bilgin bir oğul müjdelediler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yemediklerini görünce onlardan içine bir korku düştü. Onlar İbrahim'e: \"Korkma!\" dediler ve onu çok bilgili bir oğul ile müjdelediler.

Öztürk

O arada, içine bunlardan bir kuşku düştü. \"Korkma!\" dediler. Ve ona bilgin bir oğlan müjdelediler.

Suat Yıldırım

O sırada onlardan yana içine bir korku düştü. “Korkma!” dediler ve ona büyüdüğünde âlim olacak bir çocuklarının dünyaya geleceğini müjdelediler. [11,70-73; 15,53]

Süleyman Ateş

(Yemediklerini görünce) Onlardan içine bir korku düşürdü. \"Korkma\" dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.

فَأَقْبَلَتِ ٱمْرَأَتُهُۥ فِى صَرَّةٍۢ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌۭ ﴿٢٩﴾

Derken karısı, onlara dönmüştü de bir çığlık atıp eliyle yüzüne vurmuştu ve ben kısır bir kocakarıyım demişti.

Alİ Bulaç

Böylece karısı çığlıklar kopararak geldi ve yüzüne vurarak: \"Kısır, yaşlı bir kadın (mı doğum yapacakmış)? dedi.

Çeviriyazı

feaḳbeleti-mraetühû fî ṣarratin feṣakket vechehâ veḳâlet `acûzün `aḳîm.

Diyanet İşleri

Bunun üzerine karısı hayretle seslenerek geldi, elleriyle yüzünü kapayarak: \"kısır bir kocakarı!\" dedi.

Diyanet Vakfı

Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: \"Ben kısır bir kocakarıyım!\" dedi.

Edip Yüksel

Karısı hayret içinde, (hayretten) yüzüne vurarak, \"Kısır bir yaşlı kadın!\" dedi.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bunun üzerine karısı (Sâre) bir çığlık atarak geldi ve elini yüzüne vurarak: \"Ben kısır bir kocakarıyım, nasıl çocuğum olur?\" dedi.

Öztürk

Derken, karısı bir çığlık içinde döndü; yüzüne vurarak şöyle dedi: \"Ben, doğurma yaşını geçmiş bir kocakarıyım!\"

Suat Yıldırım

Evin öbür köşesinden bunu duyan eşi, elini yüzüne vurarak: “Vay başıma gelene! Ben kısır bir kocakarı iken mi doğuracağım!” diye çığlık attı.

Süleyman Ateş

Karısı (Sare) çığlık içinde geldi (hayretten elini) yüzüne vurarak: \"(Ben) Kısır bir koca karı(yım, benden nasıl çocuk olur)?\" dedi.

قَالُوا۟ كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِ ۖ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلْحَكِيمُ ٱلْعَلِيمُ ﴿٣٠﴾

Onlar, bu, böyle dediler, Rabbin böyle dedi; şüphe yok ki o, bir hüküm ve hikmet sahibidir ki her şeyi bilir.

Alİ Bulaç

Dediler ki: \"Öyle. (Bunu) Senin Rabbin buyurdu. Çünkü O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir.\"

Çeviriyazı

ḳâlû keẕâliki ḳâle rabbük. innehû hüve-lḥakîmü-l`alîm.

Diyanet İşleri

Melekler: \"Bu böyledir, Rabbin söylemiştir; doğrusu O, Hakim olandır, bilendir\" dediler.

Diyanet Vakfı

Onlar: \"Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir, bilendir\" dediler.

Edip Yüksel

Dediler ki, \"Rabbin böyle söylemiştir. O Bilgedir, Bilendir.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Misafir melekler: \"Evet bu böyledir. Rabbin böyle buyurdu. Gerçekten O hüküm ve hikmet sahibidir. Herşeyi hakkıyla bilir.\" dediler.

Öztürk

Dediler ki: \"Rabbin öyle buyurmuştur. Hüküm ve hikmet sahibi O'dur, en iyisini bilen de O'dur.

Suat Yıldırım

Onlar, hanımına: “Evet, Rabbin böyle buyurdu, dediler. O, tam hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyi hakkıyla bilir.”

Süleyman Ateş

Dediler ki: \"Rabbin böyle dedi. O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir.\"

۞ قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا ٱلْمُرْسَلُونَ ﴿٣١﴾

İbrahim, işiniz nedir ey elçiler demişti.

Alİ Bulaç

(İbrahim) dedi ki: \"Şu halde sizin asıl isteğiniz nedir, ey elçiler?\"

Çeviriyazı

ḳâle femâ ḫaṭbüküm eyyühe-lmürselûn.

Diyanet İşleri

İbrahim: \"Ey Elçiler! Göreviniz nedir?\" dedi.

Diyanet Vakfı

(İbrahim:) O halde işiniz nedir, ey elçiler? dedi.

Edip Yüksel

(İbrahim:) \"Ey elçiler asıl göreviniz nedir?\" dedi.

Elmalılı Hamdi Yazır

İbrahim, kendisine misafir olarak gelen meleklere: \"Acaba sizin asıl önemli işiniz nedir ey elçiler?\" dedi.

Öztürk

İbrahim sordu: \"Amacınız ne, ey elçiler?\"

Suat Yıldırım

İbrâhim: “Peki sizin gelişinizin asıl sebebini öğrenebilir miyim ey değerli elçiler?” dedi.

Süleyman Ateş

(İbrahim): \"O halde göreviniz nedir ey elçiler?\" dedi.

قَالُوٓا۟ إِنَّآ أُرْسِلْنَآ إِلَىٰ قَوْمٍۢ مُّجْرِمِينَ ﴿٣٢﴾

Onlar, şüphe yok ki biz demişlerdi, mücrim bir topluluğa gönderildik.

Alİ Bulaç

\"Doğrusu biz, suçlu-günahkar bir kavme gönderildik\" dediler.

Çeviriyazı

ḳâlû innâ ürsilnâ ilâ ḳavmim mücrimîn.

Diyanet İşleri

Elçiler: \"Suçlu bir milletin üzerine, Rabbinin katından işaretli olarak, aşırı gidenlere mahsus sert taşlar göndermekle görevlendirildik\" dediler.

Diyanet Vakfı

\"Biz, dediler, suçlu bir kavme gönderildik.\"

Edip Yüksel

Dediler ki, \"Biz suçlu bir topluluğa gönderildik.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar: \"Gerçekten biz günahkâr bir kavim (olan Lût kavmine) gönderildik.

Öztürk

Dediler: \"Biz, suçlulardan oluşan bir topluma gönderildik.\"

Suat Yıldırım

“Biz” dediler, “Suçlu bir güruhun, haddini aşanların tepelerine, çamurdan pişirilip de Rabbinin nezdinde damgalanmış taşları indirmek için görevlendirildik.”

Süleyman Ateş

Dediler: \"Biz suçlu bir kavme gönderildik.\"

لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةًۭ مِّن طِينٍۢ ﴿٣٣﴾

Üstlerine balçıktan taşlar yağdırmak için.

Alİ Bulaç

\"Üzerlerine çamurdan (iyice sertleşip kaskatı kesilmiş) taşlar yağdırmak için.\"

Çeviriyazı

linürsile `aleyhim ḥicâratem min ṭîn.

Diyanet İşleri

Elçiler: \"Suçlu bir milletin üzerine, Rabbinin katından işaretli olarak, aşırı gidenlere mahsus sert taşlar göndermekle görevlendirildik\" dediler.

Diyanet Vakfı

\"Üzerlerine çamurdan taş yağdırmaya (geldik).\"

Edip Yüksel

\"Üzerlerine balçıktan taşlar göndermek için...\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız.

Öztürk

\"Üzerlerine çamurdan taş atalım diye.\"

Suat Yıldırım

“Biz” dediler, “Suçlu bir güruhun, haddini aşanların tepelerine, çamurdan pişirilip de Rabbinin nezdinde damgalanmış taşları indirmek için görevlendirildik.”

Süleyman Ateş

Ki onların üzerine çamurdan taş(lar) salalım.

مُّسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ ﴿٣٤﴾

Öyle taşlar ki Rabbinin katında damgalanmış, haddi aşanlar için.

Alİ Bulaç

\"(Ki bu taşların her biri,) Rabbinin Katında ölçüyü taşıranlar için (herkese ayrı ayrı) işaretlenmiştir.\"

Çeviriyazı

müsevvemeten `inde rabbike lilmüsrifîn.

Diyanet İşleri

Elçiler: \"Suçlu bir milletin üzerine, Rabbinin katından işaretli olarak, aşırı gidenlere mahsus sert taşlar göndermekle görevlendirildik\" dediler.

Diyanet Vakfı

(Bu taşlar,) aşırı gidenler için Rabbinin katında işaretlenmiş (taşlardır).

Edip Yüksel

\"Rabbin tarafından taşkınlar için işaretlenmiş olarak.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

O taşlardan herbirinin haddi aşanlardan kime isabet edeceği Rabbin katında işaretlenmiştir.\" dediler.

Öztürk

\"Rabbin katında, sınır tanımazlar için işaretlenmiş taşlar.\"

Suat Yıldırım

“Biz” dediler, “Suçlu bir güruhun, haddini aşanların tepelerine, çamurdan pişirilip de Rabbinin nezdinde damgalanmış taşları indirmek için görevlendirildik.”

Süleyman Ateş

Rabbinin katında, haddi aşanlar için işaretlenmiş (taşlar).

فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٣٥﴾

Derken, orada inananlardan kim varsa çıkarmıştık.

Alİ Bulaç

Bu arada, mü'minlerden orda kim varsa çıkardık.

Çeviriyazı

feaḫracnâ men kâne fîhâ mine-lmü'minîn.

Diyanet İşleri

Bunun üzerine, suçlu milletin arasında bulunan müminleri çıkardık.

Diyanet Vakfı

Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık.

Edip Yüksel

Sonra, orada inananlardan kim varsa çıkardık.

Elmalılı Hamdi Yazır

Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.

Öztürk

Orada, müminlerden kim varsa çıkardık.

Suat Yıldırım

Derken, oradaki müminleri şehirden çıkarma emrini verdik.

Süleyman Ateş

Orada bulunan mü'minleri çıkardık.

فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍۢ مِّنَ ٱلْمُسْلِمِينَ ﴿٣٦﴾

Gerçekten de bir ev halkından başka Müslüman da bulamamıştık orada.

Alİ Bulaç

Ne var ki, orda Müslümanlardan olan bir evden başkasını bulmadık.

Çeviriyazı

femâ vecednâ fîhâ gayra beytim mine-lmüslimîn.

Diyanet İşleri

Zaten orada, kendini Allah'a vermiş sadece bir tek ev halkı bulduk.

Diyanet Vakfı

Zaten orada müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık.

Edip Yüksel

Zaten orada bir evin dışında hiç bir müslüman bulmadık.

Elmalılı Hamdi Yazır

Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimseyi de bulamadık.

Öztürk

Artık orada, bir ev dışında, müslümanlardan/Allah'a teslim olanlardan hiç kimse bulamıyorduk.

Suat Yıldırım

Ama orada, bir hane dışında, Biz'e itaat eden aile bulamadık.

Süleyman Ateş

Zaten orada bir ev(halkın)dan başka müslüman da bulmadık.

وَتَرَكْنَا فِيهَآ ءَايَةًۭ لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ ٱلْعَذَابَ ٱلْأَلِيمَ ﴿٣٧﴾

Ve orada, elemli azaptan korkanlara bir delil bırakmıştık.

Alİ Bulaç

Ve orada, acı bir azaptan korkanlar için bir ayet bıraktık.

Çeviriyazı

veteraknâ fîhâ âyetel lilleẕîne yeḫâfûne-l`aẕâbe-l'elîm.

Diyanet İşleri

Can yakıcı azabdan korkanlar için, o beldede bir işaret, bir kalıntı bıraktık.

Diyanet Vakfı

Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık.

Edip Yüksel

Acı azaptan korkacaklar için orada bir ders bıraktık.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz orada acı bir azabdan korkan kimseler için bir ibret nişanesi bıraktık.

Öztürk

Acıklı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık;

Suat Yıldırım

Ve öyle acı bir azaptan korkanlar için, orada bir alâmet bıraktık.

Süleyman Ateş

Acı azabdan korkanlar için orada bir ibret bıraktık.

وَفِى مُوسَىٰٓ إِذْ أَرْسَلْنَٰهُ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ بِسُلْطَٰنٍۢ مُّبِينٍۢ ﴿٣٨﴾

Ve Musa'da da; hani onu apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik.

Alİ Bulaç

Musa (olayın)da da (düşündürücü ayetler vardır). Hani Biz onu açık bir delille Firavun'a göndermiştik;

Çeviriyazı

vefî mûsâ iẕ erselnâhü ilâ fir`avne bisülṭânim mübîn.

Diyanet İşleri

Musa'nın başından geçenlerde de ibret vardır: Onu apaçık delille Firavun'a gönderdik.

Diyanet Vakfı

Musa'da da (ibretler vardır). Onu apaçık bir delil ile Firavun'a göndermiştik.

Edip Yüksel

Musa'da da (bir ders vardır). Onu Firavun'a apaçık bir delil ile göndermiştik.

Elmalılı Hamdi Yazır

Musa'nın kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik.

Öztürk

Mûsa'da da. Biz onu açık bir kanıtla Firavun'a gönderdik.

Suat Yıldırım

Mûsâ'nın olayında da alınacak dersler vardır. Onu âşikâr bir delille (mûcize ile) Firavun’a göndermiştik.

Süleyman Ateş

Musa'da da (ibret alınacak şeyler vardır). Onu açık bir delil ile Fir'avn'e göndermiştik.

فَتَوَلَّىٰ بِرُكْنِهِۦ وَقَالَ سَٰحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌۭ ﴿٣٩﴾

Derken bütün kuvvetiyle dönmüştü de ya büyücü demişti, yahut da deli.

Alİ Bulaç

Fakat o, 'bütün kişisel ve askeri gücüyle' yüz çevirdi ve: \"(Bu,) Ya bir büyücü veya bir delidir\" dedi.

Çeviriyazı

fetevellâ biruknihî veḳâle sâḥirun ev mecnûn.

Diyanet İşleri

Firavun, erkaniyle birlikte hakdan yüz çevirdi; \"sihirbazdır veya delidir\" dedi.

Diyanet Vakfı

Firavun ordusuyla birlikte yüz çevirmiş: \"O, bir büyücüdür veya bir delidir\" demişti.

Edip Yüksel

Erkanıyla birlikte yüz çevirdi ve \"Ya bir büyücüdür, ya da bir deli,\" dedi.

Elmalılı Hamdi Yazır

Firavun ise ordusuyla birlikte yüz çevirmiş, onun hakkında: \"Bu bir sihirbazdır, ya da bir delidir.\" demişti.

Öztürk

O tüm gücüyle/tüm seçkin adamlarıyla birlikte yüz çevirdi ve şöyle dedi: \"Bir büyücü yahut mecnun.\"

Suat Yıldırım

O var gücüyle ve bütün ordusuyla sırtını çevirdi ve “Mûsâ, ya bir büyücü, ya da bir delidir!” dedi.

Süleyman Ateş

(Fir'avn ona) Yanını çevirdi ve: \"Bu, ya büyücü veya cinlidir\" dedi.

فَأَخَذْنَٰهُ وَجُنُودَهُۥ فَنَبَذْنَٰهُمْ فِى ٱلْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌۭ ﴿٤٠﴾

Derken onu ve ordusunu helak etmiş, onları denize atıvermiştik de o kendisini kınayıp durmadaydı.

Alİ Bulaç

Bunun üzerine, Biz onu ve ordularını yakalayıp denize attık; (ki o,) 'kınanacak işler yapıyordu.'

Çeviriyazı

feeḫaẕnâhü vecünûdehû fenebeẕnâhüm fi-lyemmi vehüve mülîm.

Diyanet İşleri

Sonunda onu ve ordularını yakalayıp denize attık. O, kınanmayı haketmişti.

Diyanet Vakfı

Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık, bu sırada kendini kınayıp duruyordu.

Edip Yüksel

Onu ve askerlerini yakalayıp denize attık. Bu sonucu haketmişti.

Elmalılı Hamdi Yazır

Nihayet biz onu ve ordularını yakalayıp hepsini denize attık. Firavun ise o sırada (inadından dolayı pişmanlık duyarak) kendi kendini kınıyordu.

Öztürk

Bunun üzerine, onu da ordusunu da yakalayıp suyun ortasına fırlattık. Kendi kendini kınayıp duruyordu.

Suat Yıldırım

Biz de hem onu, hem ordularını yakalayıp denizin dibine geçiriverdik. Boğulurken, pişmanlıkla kendi kendini kınıyordu.

Süleyman Ateş

Biz de onu ve askerlerini yakaladık, onları denize attık. (O boğulurken pişmanlıkla) Kendi kendini kınıyordu.

وَفِى عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ ٱلرِّيحَ ٱلْعَقِيمَ ﴿٤١﴾

Âd kavminde de bir delil var; hani onlara, her şeyi kasıp kavuran bir fırtına göndermiştik.

Alİ Bulaç

Ad (kavmin)de de (ayetler vardır). Hani onların üzerine köklerini kesen (akim) bir rüzgar gönderdik.

Çeviriyazı

vefî `âdin iẕ erselnâ `aleyhimü-rrîḥa-l`aḳîm.

Diyanet İşleri

Ad milletinin başından geçende de ibret vardır: Onların üzerine, uğradığı her şeyi bırakmayıp toza çeviren kuru bir rüzgar gönderdik.

Diyanet Vakfı

Ad kavminde de (ibretler vardır). Onlara kasıp kavuran rüzgarı göndermiştik.

Edip Yüksel

Ad halkında da (bir ders vardır). Üzerlerine korkunç bir rüzgar gönderdik.

Elmalılı Hamdi Yazır

Âd kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani biz onların üzerine köklerini kesecek bir rüzgar göndermiştik.

Öztürk

Âd kavminde de bir ibret var. Onlar üzerine, her şeyi yerinden söken rüzgârı göndermiştik.

Suat Yıldırım

Âd halkında da alınacak dersler vardır. Onlara da ortalığı kasıp kavuran köklerini kurutan bir kasırga gönderdik.

Süleyman Ateş

Ad(kavmin)de de (ibret alınacak şeyler vardır). Onlara, köklerini kesen bir rüzgar gönderdik.

مَا تَذَرُ مِن شَىْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَٱلرَّمِيمِ ﴿٤٢﴾

Nereden geçmiş, neye dokunmuşsa orasını ve o şeyi çürümüş kemiğe döndürmüştü.

Alİ Bulaç

Üzerinden geçtiği hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka çürütüp-kül gibi dağıtıyordu.

Çeviriyazı

mâ teẕeru min şey'in etet `aleyhi illâ ce`alethü kelramîm.

Diyanet İşleri

Ad milletinin başından geçende de ibret vardır: Onların üzerine, uğradığı her şeyi bırakmayıp toza çeviren kuru bir rüzgar gönderdik.

Diyanet Vakfı

Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu.

Edip Yüksel

Rastgeldiği her şeyi toz toprağa çeviriyordu.

Elmalılı Hamdi Yazır

O rüzgar üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi dağıtıyordu.

Öztürk

Üzerinden geçtiği her şeyi kül haline getirmeden bırakmıyordu.

Suat Yıldırım

Bu rüzgâr, uğradığı her şeyi derhal kül gibi savuruyordu.

Süleyman Ateş

Üzerinden geçtiği hiçbir şeyi bırakmıyor, onu kül gibi ediyordu.

وَفِى ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا۟ حَتَّىٰ حِينٍۢ ﴿٤٣﴾

Ve Semud'da da delil var; hani, muayyen bir zamanadek geçinin demiştik.

Alİ Bulaç

Semud (kavmin)de de (ayetler vardır). Hani onlara: \"Belli bir süreye kadar yararlanın\" denmişti.

Çeviriyazı

vefî ŝemûde iẕ ḳîle lehüm temette`û ḥattâ ḥîn.

Diyanet İşleri

Semud milletinin başına gelende de ibret vardır: Onlara, \"Bir süreye kadar zevklenin\" denmişti.

Diyanet Vakfı

Semud kavminde de (ibretler vardır). Onlara: Bir süreye kadar faydalanın, denmişti.

Edip Yüksel

Semud'da da (bir ders vardır). Onlara, \"Belli bir süreye kadar keyfinize bakın\" denmişti.

Elmalılı Hamdi Yazır

Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: \"Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!\" denmişti.

Öztürk

Semûd'da da bir ibret var. Onlara şöyle denmişti: \"Bir vakte kadar yiyip içip eğlenin.\"

Suat Yıldırım

Semûd ahalisinde de böyle alınacak ibretler vardır. Onlara da “Bir süre hayattan zevk alın bakalım!” denilmişti.

Süleyman Ateş

Semud(kavmin)de de (ibret alınacak şeyler vardır). Onlara: \"Bir süreye kadar sefa sürün\" denmişti.

فَعَتَوْا۟ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ ٱلصَّٰعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ ﴿٤٤﴾

Derken Rablerinin emrine karşı azgınlıkta bulunmuşlardı da onları bir yıldırımdır, gelip helak edivermişti ve onlar da bakıp duruyorlardı.

Alİ Bulaç

Ancak Rablerinin emrine baş kaldırdılar; böylece bakıp-dururlarken, onları yıldırım çarpıp-yakaladı.

Çeviriyazı

fe`atev `an emri rabbihim feeḫaẕethümu-ṣṣâ`iḳatü vehüm yenżurûn.

Diyanet İşleri

Onlar Rablerinin buyruğundan çıkmışlardı; bunun üzerine kendilerini gözleri göre göre yıldırım çarptı.

Diyanet Vakfı

Rablerinin emrine karşı geldiler. Bu yüzden, bakıp dururlarken onları yıldırım çarpıverdi.

Edip Yüksel

Rab'lerinin emrine karşı geldiler. Bunun üzerine bakınırlarken onları bir yıldırım çarptı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.

Öztürk

Daha sonra onlar, Rablerinin emrine kafa tuttular da gözleri baka baka yıldırım kendilerini yakaladı.

Suat Yıldırım

Onlar Rab'lerinin emrinden uzaklaşıp azıtınca kendileri baka baka, o müthiş yıldırım onları çarpıverdi.

Süleyman Ateş

Rablerinin buyruğuna başkaldırdılar, bu yüzden onlar bakıp dururlarken, onları yıldırım yakaladı.

فَمَا ٱسْتَطَٰعُوا۟ مِن قِيَامٍۢ وَمَا كَانُوا۟ مُنتَصِرِينَ ﴿٤٥﴾

Derken ne ayakta durmıya güçleri kalmıştı, ne de bir yardım görmüşlerdi.

Alİ Bulaç

Artık ne ayağa kalkmaya güç yetirebildiler, ne yardım bulabildiler.

Çeviriyazı

feme-steṭâ`û min ḳiyâmiv vemâ kânû münteṣirîn.

Diyanet İşleri

Ayağa kalkacak güçleri kalmadı, yardım da görmediler.

Diyanet Vakfı

Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı.

Edip Yüksel

Ne kalkabildiler, ne de yardım görebildiler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.

Öztürk

Ne kalkıp kaçabildiler ne de kendilerine yardım eden oldu.

Suat Yıldırım

Oldukları yerde çöke kaldılar, ne doğrulabildiler, ne de yardım gördüler.

Süleyman Ateş

(Yurtlarında çöküverdiler) Ne kalkabildiler, ne de (bu duruma) engel olabildiler.

وَقَوْمَ نُوحٍۢ مِّن قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا۟ قَوْمًۭا فَٰسِقِينَ ﴿٤٦﴾

Ve daha önce de Nuh kavmi ki şüphe yok, onlar, buyruktan çıkmış bir topluluktu.

Alİ Bulaç

Bundan önce Nuh kavmini de (yıkıma uğrattık). Çünkü onlar da fasık bir kavim idi.

Çeviriyazı

veḳavme nûḥim min ḳabl. innehüm kânû ḳavmen fâsiḳîn.

Diyanet İşleri

Daha önce de Nuh milletini cezalandırmıştık. Çünkü onlar da yoldan çıkmış bir milletti.

Diyanet Vakfı

Bunlardan önce de Nuh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplum idiler.

Edip Yüksel

Daha önce de Nuh halkını... Onlar yoldan çıkmış bir topluluktu.

Elmalılı Hamdi Yazır

Daha önce de Nuh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış fâsık bir kavimdiler.

Öztürk

Daha önce de Nûh kavmini batırmıştık. Çünkü onlar da doğruluktan ayrılmış bir topluluktu.

Suat Yıldırım

Daha önceleri de Nûh'un halkını helâk etmiştik. Çünkü onlar da din yolundan çıkmış kimselerdi.

Süleyman Ateş

Daha önce de Nuh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar da yoldan çıkmış bir toplum idiler.

وَٱلسَّمَآءَ بَنَيْنَٰهَا بِأَيْي۟دٍۢ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ ﴿٤٧﴾

Ve biz, gökleri kurduk kudretle, onlardan daha üstününü, daha büyüğünü kurmaya da gücümüz yeter.

Alİ Bulaç

Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz.

Çeviriyazı

vessemâe beneynâhâ bieydiv veinnâ lemûsi`ûn.

Diyanet İşleri

Göğü, gücümüzle Biz kurduk; şüphesiz biz onu genişleticiyiz.

Diyanet Vakfı

Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.

Edip Yüksel

Göğü gücümüzle biz kurduk ve onu biz genişletmekteyiz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz göğü kudretimizle bina ettik. Hiç şüphesiz biz, çok genişlik ve kudret sahibiyiz.

Öztürk

Göğe gelince, onu biz ellerimizle kurduk. Hiç kuşkusuz, biz, genişleticileriz.

Suat Yıldırım

Göğü Biz çok sağlam bir şekilde bina ettik, onu genişleten Biziz. Çünkü Biz geniş kudret ve hakimiyet sahibiyiz.

Süleyman Ateş

Göğü sağlam yaptık, biz genişleticiyiz (kudretimiz geniştir, göğü öyle genişleten biziz).

وَٱلْأَرْضَ فَرَشْنَٰهَا فَنِعْمَ ٱلْمَٰهِدُونَ ﴿٤٨﴾

Ve yeryüzünü yayıp döşedik, daha da güzel döşeriz.

Alİ Bulaç

Yeri de Biz döşeyip-yaydık; ne güzel döşeyici(yiz).

Çeviriyazı

vel'arḍa feraşnâhâ feni`me-lmâhidûn.

Diyanet İşleri

Yeryüzünü biz yayıp döşedik: Ne güzel döşeyiciyiz!

Diyanet Vakfı

Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel döşeyiciyiz!

Edip Yüksel

Yeri biz döşedik; ne güzel döşeyiciyiz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yeryüzünü de biz döşedik. Bakın biz onu ne güzel döşüyoruz!

Öztürk

Yeri de biz döşedik. Ne güzel döşeyicileriz!

Suat Yıldırım

Yeryüzünü de Biz döşedik, bakınız Biz ne de güzel döşedik!

Süleyman Ateş

Yeri biz döşedik, (biz) ne güzel döşeyiciyiz.

وَمِن كُلِّ شَىْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٤٩﴾

Ve anar, ibret alırsınız diye her şeyi çift yarattık.

Alİ Bulaç

Ve Biz, herşeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz.

Çeviriyazı

vemin külli şey'in ḫalaḳnâ zevceyni le`alleküm teẕekkerûn.

Diyanet İşleri

İbret alasınız diye her şeyi çift çift yaratmışızdır.

Diyanet Vakfı

Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.

Edip Yüksel

Öğüt almanız için de herşeyi çiftler halinde yarattık.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz herşeyden iki çift yarattık. Umulur ki, iyice düşünürsünüz.

Öztürk

Herşeyden iki çift yarattık ki düşünüp anlayabilesiniz.

Suat Yıldırım

Her şeyi de çift yarattık ki düşünüp ders alasınız. [36,36; 43,12]

Süleyman Ateş

Her şeyden iki çift (erkek-dişi) yarattık ki düşünüp öğüt alasınız.

فَفِرُّوٓا۟ إِلَى ٱللَّهِ ۖ إِنِّى لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌۭ مُّبِينٌۭ ﴿٥٠﴾

Artık kaçın Allah'a, şüphe yok ki ben size, onun tarafından, apaçık bir korkutucuyum.

Alİ Bulaç

Öyleyse, Allah'a doğru (yönelip, şirkten ve bozulmalardan) kaçın. Gerçekten Ben sizi, O'ndan yana açıkça uyarıyorum.

Çeviriyazı

fefirrû ile-llâh. innî leküm minhü neẕîrum mübîn.

Diyanet İşleri

De ki: \"Öyleyse Allah'a koşusun; doğrusu ben sizi O'nun azabı ile açıkça uyaranım.\"

Diyanet Vakfı

O halde Allah'a koşun. Çünkü ben, size O'nun katından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım.

Edip Yüksel

Öyleyse ALLAH'a kaçınız. Ben, O'nun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcıyım.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ey Muhammed! de ki: \"Öyleyse Allah'a koşun, gerçekten ben size O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.

Öztürk

O halde Allah'a kaçın/sığının! Ben size O'ndan gelmiş açıklayıcı bir uyarıcıyım.

Suat Yıldırım

“O halde, Allah'a kaçın, çabuk Allah’ın himayesine koşun. Zira ben O’nun tarafından, sizi uyarmak için gönderilen âşikâr bir elçiyim.”

Süleyman Ateş

O halde Allah'a kaçın, ben size O'nun tarafından görevlendirilmiş apaçık bir uyarıcıyım.

وَلَا تَجْعَلُوا۟ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ ۖ إِنِّى لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌۭ مُّبِينٌۭ ﴿٥١﴾

Ve Allah'la beraber bir başka mabut kabul etmeyin; şüphe yok ki ben size, onun tarafından, apaçık bir korkutucuyum.

Alİ Bulaç

Allah ile beraber başka bir İlah(ı ortak) kılmayın. Gerçekten sizi, O'ndan yana açıkça uyarıyorum.

Çeviriyazı

velâ tec`alû me`a-llâhi ilâhen âḫar. innî leküm minhü neẕîrum mübîn.

Diyanet İşleri

\"Allah'ın yanında başkasını tanrı kılmayın; doğrusu ben sizi O'nun azabı ile açıkça uyaranım.\"

Diyanet Vakfı

Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O'nun tarafından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım.

Edip Yüksel

ALLAH ile birlikte başka tanrılar edinmeyin. Ben O'nun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcıyım.

Elmalılı Hamdi Yazır

Allah'la beraber başka bir tanrı uydurmayın (O'na ortak koşmayın). Gerçekten ben size O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.\"

Öztürk

Allah'ın yanına başka bir ilah koymayın! Ben size O'ndan gelmiş açıklayıcı bir uyarıcıyım.

Suat Yıldırım

Sakın Allah'ın yanı sıra başka mâbud icad etmeyin. İşte ben O’nun tarafından, sizi uyarmak için gönderilen aydınlatıcı bir elçiyim.

Süleyman Ateş

Allah ile beraber başka tanrılar uydurmayın. Ben size O'nun tarafından görevlendirilmiş apaçık bir uyarıcıyım.

كَذَٰلِكَ مَآ أَتَى ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا قَالُوا۟ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ ﴿٥٢﴾

Böylece onlardan önce de hiçbir peygamber gelmedi ki ona büyücü, yahut da deli demesinler.

Alİ Bulaç

İşte böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlaka: \"Büyücü ve cinlenmiş\" demişlerdir.

Çeviriyazı

keẕâlike mâ ete-lleẕîne min ḳablihim mir rasûlin illâ ḳâlû sâḥirun ev mecnûn.

Diyanet İşleri

Onlardan öncekilere, herhangi bir peygamber gelince: \"sihirbazdır\" veya \"Delidir\" derlerdi.

Diyanet Vakfı

İşte böylece, onlardan öncekilere her hangi bir peygamber geldiğinde hemen: O, bir büyücüdür veya delidir, dediler.

Edip Yüksel

İşte böyle, onlardan öncekilere her ne zaman bir elçi geldiyse, \"Bu, bir büyücüdür,\" yahut \"Bu bir delidir,\" derlerdi.

Elmalılı Hamdi Yazır

Böylece onlardan öncekilere de herhangi bir peygamber gelince, onun hakkında da mutlaka: \"Bir sihirbazdır veya bir delidir.\" dediler.

Öztürk

İşte böyle! Onlardan önce herhangi bir resul geldiğinde, mutlaka şöyle dediler: \"Ya büyücüdür ya deli.\"

Suat Yıldırım

İşte böyle... Senin hemşehrilerinden önceki ümmetlere ne zaman bir elçi geldiyse mutlaka ona muhatapları büyücü veya deli dediler.

Süleyman Ateş

İşte böyle, onlardan önce de ne kadar elçi geldiyse mutlaka: \"Büyücü veya cinlenmiş\" dediler.

أَتَوَاصَوْا۟ بِهِۦ ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌۭ طَاغُونَ ﴿٥٣﴾

Onlar, bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler? Hayır, onlar, azgın bir topluluktu.

Alİ Bulaç

Onlar bunu (tarih boyunca) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır; onlar, 'azgın ve taşkın (tağiy)' bir kavimdirler.

Çeviriyazı

etevâṣav bih. bel hüm ḳavmün ṭâgûn.

Diyanet İşleri

Öncekiler sonrakilere böyle mi vasiyet ettiler? Hayır; bunlar azgın bir millettir.

Diyanet Vakfı

Bunu (nesilden nesile) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur.

Edip Yüksel

Bunu (söylemeyi) birbirlerine öğütlediler mi? Doğrusu, onlar sınırı aşan bir topluluktur.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar birbirlerine bunu mu tavsiye ettiler? Hayır onlar azgın bir kavimdir.

Öztürk

Bunu aralarında vasiyetleştiler mi? Hayır, azıp sapmış bir topluluk bunlar.

Suat Yıldırım

Birbirlerine tavsiye mi ettiler, aralarında anlaştılar mı ki hep aynı şeyleri söylediler? Hayır, böyle bir tavsiye yok ama, onlar azgınlıkta müşterekler. İşte ondan, böyle söylerler.

Süleyman Ateş

Bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyi söylüyorlar)? Doğrusu, onlar azgın bir topluluktur.

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَآ أَنتَ بِمَلُومٍۢ ﴿٥٤﴾

Artık yüz çevir onlardan, bundan dolayı da kınanmazsın sen.

Alİ Bulaç

Öyleyse sen, onlardan yüz çevir; artık kınanacak değilsin.

Çeviriyazı

fetevelle `anhüm femâ ente bimelûm.

Diyanet İşleri

Onlardan yüz çevir; sen kınanacak değilsin.

Diyanet Vakfı

Artık onlara aldırma. (Davete uymamalarından dolayı) sen kınanacak değilsin.

Edip Yüksel

Onlardan yüz çevir; sen kınanacak değilsin.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ey Muhammed! Sen onlardan yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin.

Öztürk

Artık onlardan yüz çevir. Sen bu yüzden kınanmayacaksın.

Suat Yıldırım

Sen de onlardan yüz çevir, yeterince onlara hakkı anlatmaya çalıştığından artık bundan ötürü seni kimse ayıplayamaz.

Süleyman Ateş

Onlardan yüz çevir, sen kınanacak değilsin.

وَذَكِّرْ فَإِنَّ ٱلذِّكْرَىٰ تَنفَعُ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٥٥﴾

Ve öğüt ver, gerçekten de öğüt, inananlara fayda verir.

Alİ Bulaç

Sen öğüt verip-hatırlat; çünkü gerçekten öğütle-hatırlatma, mü'minlere yarar sağlar.

Çeviriyazı

veẕekkir feinne-ẕẕikrâ tenfe`u-lmü'minîn.

Diyanet İşleri

Öğüt ver; doğrusu öğüt inananlara fayda verir.

Diyanet Vakfı

Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.

Edip Yüksel

Hatırlat, çünkü hatırlatmak inananlara yarar sağlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü, hatırlatmak müminlere fayda verir.

Öztürk

Hatırlat/öğüt ver; çünkü hatırlatıp öğüt vermek müminlere yarar sağlar.

Suat Yıldırım

Bununla beraber yine de hatırlatıp öğüt ver! Zira gerçeği hatırlatıp nasihatte bulunma, inananlara ve inanacaklara fayda verir.

Süleyman Ateş

Ama yine de hatırlat, çünkü hatırlatmak inananlara yararlıdır.

وَمَا خَلَقْتُ ٱلْجِنَّ وَٱلْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ ﴿٥٦﴾

Ve ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

Alİ Bulaç

Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.

Çeviriyazı

vemâ ḫalaḳtü-lcinne vel'inse illâ liya`büdûn.

Diyanet İşleri

Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır.

Diyanet Vakfı

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

Edip Yüksel

Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.

Öztürk

Ben, cinleri ve insanları bana ibadet etmeleri/benim için iş yapıp değer üretmeleri dışında bir şey için yaratmadım.

Suat Yıldırım

Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.

Süleyman Ateş

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

مَآ أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍۢ وَمَآ أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ ﴿٥٧﴾

Onlardan ne bir rızık istiyorum ve ne beni doyurmalarını istiyorum.

Alİ Bulaç

Ben, onlardan bir rızık istemiyorum ve onların beni doyurup-beslemelerini de istemiyorum.

Çeviriyazı

mâ ürîdü minhüm mir rizḳiv vemâ ürîdü ey yuṭ`imûn.

Diyanet İşleri

Onlardan bir rızık istemem; Beni doyurmalarını da istemem.

Diyanet Vakfı

Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.

Edip Yüksel

Onlardan ne bir rızık istiyorum, ne de beni beslemelerini.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ben onlardan herhangi bir rızık istemiyorum. Beni yedirmelerini de istemiyorum.

Öztürk

Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni yedirip doyurmalarını da istemiyorum.

Suat Yıldırım

Onlardan nafaka istemiyorum, beni yedirip beslemelerini de istemiyorum. Asıl bütün mahlûkların rızıklarını veren, kâmil kuvvet ve tam iktidar sahibi olan Allah Teâlâdır.

Süleyman Ateş

Ben onlardan rızık istemiyorum, beni beslemelerini de istemiyorum.

إِنَّ ٱللَّهَ هُوَ ٱلرَّزَّاقُ ذُو ٱلْقُوَّةِ ٱلْمَتِينُ ﴿٥٨﴾

Şüphe yok ki Allah'tır rızık veren kuvvet sahibi ve kuvvetine aciz gelmesi mümkün olmayan.

Alİ Bulaç

Hiç şüphesiz, rızık veren O, metin kuvvet sahibi olan Allah'tır.

Çeviriyazı

inne-llâhe hüve-rrazzâḳu ẕü-lḳuvveti-lmetîn.

Diyanet İşleri

Şüphesiz rızıklandıran da, güç ve kuvvet sahibi olan da Allah'tır.

Diyanet Vakfı

Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.

Edip Yüksel

Kuşkusuz Rızık veren, Kuvvet sahibi ve Güçlü olan ancak ALLAH'tır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Şüphesiz ki, rızık veren O sağlam kuvvet sahibi olan Allah'tır.

Öztürk

Hiç kuşkusuz, Allah Rezzâk'tır, bol bol rızık verir. Kuvvet sahibidir, Metîn'dir, güçlü ve dayanıklıdır.

Suat Yıldırım

Onlardan nafaka istemiyorum, beni yedirip beslemelerini de istemiyorum. Asıl bütün mahlûkların rızıklarını veren, kâmil kuvvet ve tam iktidar sahibi olan Allah Teâlâdır.

Süleyman Ateş

Şüphesiz rızık veren, sağlam kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.

فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا۟ ذَنُوبًۭا مِّثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَٰبِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ ﴿٥٩﴾

Kendilerine zulmedenlere, arkadaşlarının payı, gibi bir azap payı var, artık acele etmesinler.

Alİ Bulaç

Artık gerçekten, zulmedenler için, (geçmişteki) arkadaşlarının günahlarına benzer bir günah vardır. Şu halde acele etmesinler.

Çeviriyazı

feinne lilleẕîne żalemû ẕenûbem miŝle ẕenûbi aṣḥâbihim felâ yesta`cilûn.

Diyanet İşleri

Zulmedenlerin, geçmiş arkadaşlarının suçlarına benzer suçları vardır; cezalarını Benden acele istemesinler.

Diyanet Vakfı

Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmişlerinin payı gibi (azaptan) bir payları vardır! O halde acele etmesinler!

Edip Yüksel

Elbette, bu zulmedenlerin de (geçmiş) yoldaşlarının payına benzer bir payları vardır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Şüphsiz ki, zulmedenlerin geçmiş arkadaşlarının payı gibi, dolgun bir azab payı vardır. Ama şimdi onu acele istemesinler.

Öztürk

Şu bir gerçek ki, zulmedenlerin, tıpkı arkadaşlarının günahları gibi günahları vardır. O halde acele etmesinler.

Suat Yıldırım

Muhakkak ki şimdiki zalimlerin de, daha önceki meslekdaşlarının payı gibi, bir azap payı vardır. Acele etmelerine hiç gerek yok, nasılsa ona kavuşacaklar!

Süleyman Ateş

Muhakkak ki, bu zulmedenlerin de (geçmiş) arkadaşlarının payı gibi bir azab payı vardır, (ötekilerin başına gelen azab gibi bir azab bunların da başına gelecektir), acele etmesinler.

فَوَيْلٌۭ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا۟ مِن يَوْمِهِمُ ٱلَّذِى يُوعَدُونَ ﴿٦٠﴾

Yazık kafirlere, kendilerine vaadedilen günden.

Alİ Bulaç

Kendilerine va'dedilen o (azap) günlerinden dolayı vay o inkar edenlere.

Çeviriyazı

feveylül lilleẕîne keferû miy yevmihimü-lleẕî yû`adûn.

Diyanet İşleri

Söz verilen günün azabından vay o inkar edenlere!

Diyanet Vakfı

Başlarına gelecek (acı) günlerinden dolayı vay o kafirlerin haline!

Edip Yüksel

Kendilerine söz verilen günden dolayı vay haline şu inkarcıların!

Elmalılı Hamdi Yazır

Kendilerine vaad edilen günlerinde uğrayacakaları azabdan dolayı vay inkâr edenlerin haline!.

Öztürk

O vaat edildikleri günlerinden dolayı vay kâfirlerin haline!

Suat Yıldırım

Ama tehdit olundukları o gün de gelince, çekeceklerinden dolayı vay o kâfirlerin haline!

Süleyman Ateş

Uyarıldıkları günlerinden dolayı vay o kafirlerin haline!