Main pages

Surah The moon [Al-Qamar] in Turkish

Surah The moon [Al-Qamar] Ayah 55 Location Maccah Number 54

ٱقْتَرَبَتِ ٱلسَّاعَةُ وَٱنشَقَّ ٱلْقَمَرُ ﴿١﴾

Yaklaştı kıyamet ve yarıldı ay.

Alİ Bulaç

Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve ay yarıldı.

Çeviriyazı

iḳterabeti-ssâ`atü venşeḳḳa-lḳamer.

Diyanet İşleri

Kıyamet saati yaklaşır, ay yarılır; onlar bir delil görünce hala yüz çevirirler ve: \"Süregelen bir sihir\" derler.

Diyanet Vakfı

Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.

Edip Yüksel

Saat (dünyanın sonu) yaklaştı ve ay yarıldı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kıyamet saati yaklaştı, Ay yarıldı.

Öztürk

Saat yaklaştı, Ay yarıldı.

Suat Yıldırım

Kıyamet saati yaklaştı, Ay bölündü.

Süleyman Ateş

O sa'at yaklaştı, ay yarıldı.

وَإِن يَرَوْا۟ ءَايَةًۭ يُعْرِضُوا۟ وَيَقُولُوا۟ سِحْرٌۭ مُّسْتَمِرٌّۭ ﴿٢﴾

Ve onlar, bir delil gördüler mi yüz çevirirler de sürüp giden bir büyü derler.

Alİ Bulaç

Onlar bir ayet (mucize) görseler, sırt çevirirler ve: \"(Bu,) Süregelen bir büyüdür\" derler.

Çeviriyazı

veiy yerav âyetey yü`riḍû veyeḳûlû siḥrum müstemirr.

Diyanet İşleri

Kıyamet saati yaklaşır, ay yarılır; onlar bir delil görünce hala yüz çevirirler ve: \"Süregelen bir sihir\" derler.

Diyanet Vakfı

Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirirler ve: Eskiden beri devam edegelen bir büyüdür, derler.

Edip Yüksel

Bir mucize görseler yüz çevirirler ve, \"Süregelen bir büyüdür\" derler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve \"süregelen bir büyüdür\" derler.

Öztürk

Bir ayet-alâmet görseler yüz çeviriyorlar ve şöyle diyorlar: \"Sürüp giden bir büyüdür bu!\"

Suat Yıldırım

Ama o müşrikler her ne zaman bir mûcize görseler sırtlarını döner: “Bu, kuvvetli ve devamlı bir büyüdür!” derler.

Süleyman Ateş

Bir mu'cize görecek olsalar yüz çevirirler ve \"Süregelen bir büyüdür\" derler.

وَكَذَّبُوا۟ وَٱتَّبَعُوٓا۟ أَهْوَآءَهُمْ ۚ وَكُلُّ أَمْرٍۢ مُّسْتَقِرٌّۭ ﴿٣﴾

Ve yalanlarlar ve dileklerine uyarlar ve her iş, kararlaştırılmıştır.

Alİ Bulaç

Yalanladılar ve kendi heva (istek ve tutku)larına uydular; oysa her iş 'sonunda kendi amacına varıp karar kılacaktır.'

Çeviriyazı

vekeẕẕebû vettebe`û ehvâehüm veküllü emrim müsteḳirr.

Diyanet İşleri

Yalanlarlar da kendi heveslerine uyarlar. Ama her işin karar kılacağı bir sonucu vardır.

Diyanet Vakfı

Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır.

Edip Yüksel

Yalanladılar; arzularına ve tümüyle statükoya uydular.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Halbuki her iş yerini bulacaktır.

Öztürk

Yalanladılar; kendi heves ve kuruntularına uydular. Oysaki her iş ve oluş karara, ölçüye ve düzene bağlanmıştır.

Suat Yıldırım

Onlar hakkı yalan saydılar, heva ve heveslerine uydular. Halbuki her iş gibi bu nübüvvetin de kararlaştırılmış bir sonu elbette vardır.

Süleyman Ateş

Yalanladılar, nefislerinin heveslerine uydular. Halbuki her iş, yerini bulacaktır (Allah'ın kararına kimse engel olamaz).

وَلَقَدْ جَآءَهُم مِّنَ ٱلْأَنۢبَآءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ ﴿٤﴾

Ve andolsun, öyle haberler geldi onlara ki o haberlerde onları vazgeçirecek, onlara öğüt verecek şeyler vardı.

Alİ Bulaç

Andolsun, onlara (kendilerini şirkten ve bozulmalardan) caydırıp vazgeçirtecek nice haberler geldi.

Çeviriyazı

veleḳad câehüm mine-l'embâi mâ fîhi müzdecer.

Diyanet İşleri

And olsun ki, onları bu hallerinden vazgeçirecek nice haberler gelmiştir.

Diyanet Vakfı

Andolsun onlara, kötülükten önleyecek nice önemli haberler gelmiştir.

Edip Yüksel

Oysa, kötülüklerini engelleyecek uyarılar dolu haberler kendilerine gelmiş bulunuyor.

Elmalılı Hamdi Yazır

Andolsun ki onlara (kötülükten) vazgeçirecek nice önemli haberler gelmiştir.

Öztürk

Yemin olsun ki, onlara haberlerden, içinde ihtar, sakındırma ve tehdit bulunanı gelmiştir.

Suat Yıldırım

Oysa onlara kendilerini inkârdan vazgeçirecek ibretler ihtiva eden nice olaylar bildirilmişti!

Süleyman Ateş

Andolsun, onlara, (batılda kalmalarını) önleyecek (ibret verici olayları anlatan) haberler geldi.

حِكْمَةٌۢ بَٰلِغَةٌۭ ۖ فَمَا تُغْنِ ٱلنُّذُرُ ﴿٥﴾

Yüksek hikmet vardı, derken korkutuşlar fayda vermedi gitti.

Alİ Bulaç

(Ki her biri) Doruğunda-olgunlaşmış hikmettir. Fakat uyarmalar bir yarar sağlamıyor.

Çeviriyazı

ḥikmetüm bâligatün femâ tugni-nnüẕür.

Diyanet İşleri

Bu haberlerin her birinde üstün hikmet vardır; ama uyarmalar fayda vermiyor.

Diyanet Vakfı

Bu büyük bir hikmettir. Fakat (yüz çevirene) uyarılar ne fayda verir!

Edip Yüksel

Bu üstün bir hikmettir; ancak uyarılar yarar sağlamıyor.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bunlar üstün bir hikmettir fakat uyarılar fayda vermiyor.

Öztürk

Doruk noktaya çıkmış, isabeti tartışmasız bir hikmettir o. Ama uyarılar yarar sağlamıyor.

Suat Yıldırım

Bunlar son derece üstün hikmettir. Ama ne fayda! Uyarmalar kâr etmiyor. [6,149; 10,101]

Süleyman Ateş

Bunlar üstün hikmettir! Ama uyarılar fayda vermiyor.

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ ۘ يَوْمَ يَدْعُ ٱلدَّاعِ إِلَىٰ شَىْءٍۢ نُّكُرٍ ﴿٦﴾

Artık yüz çevir onlardan; o gün çağıran, hoşlanılmayan birşeye çağırır.

Alİ Bulaç

Öyleyse sen onlardan yüz çevir. O çağırıcının 'ne tanınmış, ne görülmüş' bir şeye çağıracağı gün...

Çeviriyazı

fetevelle `anhüm. yevme yed`u-ddâ`i ilâ şey'in nükür.

Diyanet İşleri

Öyleyse onlardan yüz çevir; çağıran, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün;

Diyanet Vakfı

Çağıranın görülmemiş bir şeye çağırdığı gün, sen de onlardan yüz çevir.

Edip Yüksel

Onlara aldırma; çağırıcının, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağıracağı gün,

Elmalılı Hamdi Yazır

Sen de onlardan yüz çevir ki, o gün çağırıcı, görülmedik müthiş bir şeye çağırır.

Öztürk

O halde yüz çevir onlardan sen de; o çağırıcının alışılmadık/ürpertirci şeye çağırdığı günde,

Suat Yıldırım

Sen de şimdi onları kendi hallerine terk et. Gün gelir bir münâdî, hiç de hoşa gitmeyen, insanın görür görmez kaçacağı bir yere çağırır.

Süleyman Ateş

Öyleyse sen de onlardan yüz çevir; o çağırıcının görülmemiş, tanınmamış bir şeye çağıracağı gün,

خُشَّعًا أَبْصَٰرُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ ٱلْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌۭ مُّنتَشِرٌۭ ﴿٧﴾

Gözleri yerde, kabirlerden çıkarlar, sanki onlar, dağılmış çekirgelerdir.

Alİ Bulaç

Gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak', sanki 'yayılan' çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar.

Çeviriyazı

ḫuşşe`an ebṣâruhüm yaḫrucûne mine-l'ecdâŝi keennehüm cerâdüm münteşir.

Diyanet İşleri

Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış, o çağırana koşarak kabirlerden çıkarlar. İnkarcılar: \"Bu, zorlu bir gündür\" derler.

Diyanet Vakfı

Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde kabirlerden çıkarlar.

Edip Yüksel

Gözleri zillet içinde mezarlardan çıkarlar; tıpkı saçılmış çekirgeler gibi...

Elmalılı Hamdi Yazır

Gözleri düşkün düşkün (zelil ve hakir) kabirlerinden çıkarlar, sanki yayılan çekirgeler gibidirler.

Öztürk

Kaymış olarak gözleri, çıkarlar kabirlerden. Sanki çekirgelerdir, çıvgın mı çıvgın!

Suat Yıldırım

Gözleri korkudan önlerine eğildikçe eğilmiş, dehşet içinde mezarlarından çıkar, yayılmış çekirgeler gibi her tarafı dalga dalga kaplarlar.

Süleyman Ateş

Gözleri düşkün düşkün (zillet ve dehşet içinde) kabirlerden çıkarlar; tıpkı yayılan çekirgeler gibidirler.

مُّهْطِعِينَ إِلَى ٱلدَّاعِ ۖ يَقُولُ ٱلْكَٰفِرُونَ هَٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌۭ ﴿٨﴾

Yönelirler çağırana; kafirler, bugün derler, ne de zorlu gün.

Alİ Bulaç

Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kafirler derler ki: \"Bu, zorlu bir gün.\"

Çeviriyazı

mühti`îne ile-ddâ`. yeḳûlü-lkâfirûne hâẕâ yevmün `asir.

Diyanet İşleri

Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış, o çağırana koşarak kabirlerden çıkarlar. İnkarcılar: \"Bu, zorlu bir gündür\" derler.

Diyanet Vakfı

Davetçiye koşarlarken o esnada kafirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.

Edip Yüksel

Çağırıcıya doğru koşarlarken, inkarcılar, \"Bu zorlu bir gündür,\" derler.

Elmalılı Hamdi Yazır

O çağırana koşarak, kâfirler: \"Bu çetin bir gündür.\" derler.

Öztürk

Boyunları büküktür çağıranın önünde. Derler ki o küfre saplananlar: \"Çok zorlu bir gün bu!\"

Suat Yıldırım

Boyunlarını, çağıran münâdîye doğru uzatmış vaziyette, kâfirler: “Bugün çok zorlu bir gün, işimiz bitik!” derler.

Süleyman Ateş

Boyunlarını, çağırana doğru uzatmış koşarlarken, kafirler: \"Bu çetin bir gündür!\" derler.

۞ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍۢ فَكَذَّبُوا۟ عَبْدَنَا وَقَالُوا۟ مَجْنُونٌۭ وَٱزْدُجِرَ ﴿٩﴾

Onlardan önce Nuh kavmi de kulumuzu yalanlamıştı ve delil dediler ona, pek fena incittiler onu.

Alİ Bulaç

Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz (Nuh)u yalanladılar ve: \"Delidir\" dediler. O 'baskı altına alınıp engellenmişti.'

Çeviriyazı

keẕẕebet ḳablehüm ḳavmü nûḥin fekeẕẕebû `abdenâ veḳâlû mecnûnüv vezdücira.

Diyanet İşleri

Bu ortak koşanlardan önce Nuh milleti de yalanlamış, kulumuzu yalanlayarak: \"Delidir\" demişlerdi, yolu kesilmişti.

Diyanet Vakfı

Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanladı, hem de kulumuzun yalancı olduğunda ısrar ederek: O, delirdi, dediler. Ve (Nuh, davetten vazgeçmeye) zorlandı.

Edip Yüksel

Onlardan önce de Nuh'un halkı yalanlamıştı. Kulumuzu yalanlayıp, \"Delidir\" dediler. Nitekim o engellendi.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve: \"Cinlenmiştir.\" dediler. Ve (Nuh davetten vazgeçmeye) zorlandı.

Öztürk

Onlardan önce Nûh kavmi yalanlamıştı. Yalanladılar kulumuzu ve \"Mecnundur bu!\" dediler. Ve durduruldu kulumuz.

Suat Yıldırım

Kendilerinden önce Nûh kavmi de Peygamberi yalancı saydı ve: “Bu delinin teki!” dediler. Onu incittiler, tebliğini engellediler.

Süleyman Ateş

Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve: \"Cinlenmiştir\" dediler. Ve o(na çeşitli eziyetler yapılarak tebliğden) menedildi.

فَدَعَا رَبَّهُۥٓ أَنِّى مَغْلُوبٌۭ فَٱنتَصِرْ ﴿١٠﴾

Derken Rabbine dua etti: Şüphe yok ki altoldum ben, artık sen yardım et bana.

Alİ Bulaç

Sonunda Rabbine dua etti: \"Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım. Artık Sen (bu kafir toplumdan) intikam al.\"

Çeviriyazı

fede`â rabbehû ennî maglûbün fenteṣir.

Diyanet İşleri

O da: \"Ben yenildim, bana yardım et\" diye Rabbine yalvarmıştı.

Diyanet Vakfı

Bunun üzerine, Rabbine: Ben yenik düştüm, bana yardım et! diyerek yalvardı.

Edip Yüksel

Rabbini çağırdı, \"Ben yenildim; bana yardım et.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Bunun üzerine Rabbine: \"Ben yenik düştüm, bana yardım et!\" diyerek yalvardı.

Öztürk

Bunun üzerine yakardı Rabbine, \"Yenilgiye uğradım işte, yardım et!\" diye...

Suat Yıldırım

O da: “Ya Rabbî, ben mağlubum, artık Sen bana yardım et!” dedi.

Süleyman Ateş

Bunun üzerine Rabbine: \"Ben yenik düştüm, yardım et!\" diye yalvardı.

فَفَتَحْنَآ أَبْوَٰبَ ٱلسَّمَآءِ بِمَآءٍۢ مُّنْهَمِرٍۢ ﴿١١﴾

Derken açtık göklerin kapılarını da şarıl şarıl ardı gelmez yağmurlar yağdırdık.

Alİ Bulaç

Biz de 'bardaktan boşanırcasına akan' bir su ile göğün kapılarını açtık.

Çeviriyazı

fefetaḥnâ ebvâbe-ssemâi bimâim münhemir.

Diyanet İşleri

Biz de bunun üzerine gök kapılarını boşanan sularla açtık.

Diyanet Vakfı

Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık.

Edip Yüksel

Bunun üzerine göğün kapılarını boşanan sularla açtık.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz de boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık.

Öztürk

Biz de açtık gök kapılarını seller gibi akan bir su ile.

Suat Yıldırım

Biz de derhal, boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık.

Süleyman Ateş

Biz de boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık.

وَفَجَّرْنَا ٱلْأَرْضَ عُيُونًۭا فَٱلْتَقَى ٱلْمَآءُ عَلَىٰٓ أَمْرٍۢ قَدْ قُدِرَ ﴿١٢﴾

Ve yerden de sular fışkırttık, derken sular, mukadder bir emre göre birleşti.

Alİ Bulaç

Yeri de 'coşkun kaynaklar' halinde fışkırttık. Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı (hükmümüzü gerçekleştirmek üzere) birleşti.

Çeviriyazı

vefeccerne-l'arḍa `uyûnen felteḳe-lmâü `alâ emrin ḳad ḳudir.

Diyanet İşleri

Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık; her iki su, takdir edilen bir ölçüye göre birleşti.

Diyanet Vakfı

Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. (Her iki) su, takdir edilmiş bir işin olması için birleşmişti.

Edip Yüksel

Yerden de pınarlar fışkırttık. Nihayet sular, daha önce belirlenmiş seviyeye ulaştılar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.

Öztürk

Ve yardık/fışkırttık yeryüzünü pınar pınar. Sonunda kesin ölçülere bağlanmış bir oluş üzere birleşti sular.

Suat Yıldırım

Yeri pınar pınar fışkırttık. Öyle ki her iki su kütlesi, takdir edilen o işin olması için birleşti.

Süleyman Ateş

Yeri kaynaklar halinde fışkırttık, (göğün ve yerin) su(ları) takdir edilmiş bir işin olması için birleşti.

وَحَمَلْنَٰهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلْوَٰحٍۢ وَدُسُرٍۢ ﴿١٣﴾

Ve onu, tahtalardan yapılmış ve mıhlarla kenetlenmiş bir gemide taşıdık.

Alİ Bulaç

Ve onu da tahtalar ve çiviler(le inşa edilmiş gemi) üzerinde taşıdık;

Çeviriyazı

veḥamelnâhü `alâ ẕâti elvâḥiv vedüsür.

Diyanet İşleri

Onu, tahtadan yapılmış, mıhla çakılmış bir gemiye bindirdik; inkar edilmiş olan Nuh'a mükafat olarak verdiğimiz gemi nezaretimiz altında yüzüyordu.

Diyanet Vakfı

Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.

Edip Yüksel

Onu ağaç lifleri ile (bağlanmış) kütükler üzerinde taşıdık.

Elmalılı Hamdi Yazır

Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle (çakılmış gemi) üzerinde taşıdık.

Öztürk

Ve taşıdık onu levhalar ve çivilerden oluşturulan şey üstünde.

Suat Yıldırım

Biz Nuh'u, levha halindeki tahtalar ve çivilerle yapılmış gemiye bindirdik. [7,64] {KM, Tekvin 6,14}

Süleyman Ateş

Nuh'u da tahtalar ve çiviler(le yapılmış gemi) üzerinde taşıdık.

تَجْرِى بِأَعْيُنِنَا جَزَآءًۭ لِّمَن كَانَ كُفِرَ ﴿١٤﴾

Gözümüzün önünde akıp giderdi; bir mükafattı nankörlük görene.

Alİ Bulaç

Gözlerimiz önünde akıp-gitmekteydi. (Kendisi ve getirdikleri) İnkar edilmiş-nankörlük edilmiş olan (Nuh)a bir mükafaat olmak üzere.

Çeviriyazı

tecrî bia`yüninâ. cezâel limen kâne küfira.

Diyanet İşleri

Onu, tahtadan yapılmış, mıhla çakılmış bir gemiye bindirdik; inkar edilmiş olan Nuh'a mükafat olarak verdiğimiz gemi nezaretimiz altında yüzüyordu.

Diyanet Vakfı

İnkar edilmiş olana (Nuh'a) bir mükafat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

Edip Yüksel

Reddedilmiş olan kişiye bir ödül olarak gözetimimiz altında akıp gidiyordu.

Elmalılı Hamdi Yazır

Nankörlük edilen (kulumuz)e bir mükafat olmak üzere (gemi), gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

Öztürk

Akıp gidiyordu gözlerimizin önünde, bir ödül olarak nankörlüğe uğratılan kişi için.

Suat Yıldırım

O kadri bilinmemiş değerli insana, bir mükâfat olarak gemi, Bizim inayetimiz altında akıp gidiyordu.

Süleyman Ateş

(Kendisine karşı) Nankörlük edilen(kulumuz)a (bizden) bir mükafat olmak üzere (gemi), gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

وَلَقَد تَّرَكْنَٰهَآ ءَايَةًۭ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍۢ ﴿١٥﴾

Ve andolsun ki bir delil olarak bıraktık onu, fakat bir ibret alan mı var?

Alİ Bulaç

Andolsun, Biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

Çeviriyazı

veleḳat teraknâhâ âyeten fehel mim müddekir.

Diyanet İşleri

And olsun ki Biz, o gemiyi bir ibret olarak bıraktık; öğüt alan yok mudur?

Diyanet Vakfı

Andolsun ki onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?

Edip Yüksel

Bunu bir ders olarak bıraktık. Öğüt alan yok mudur?

Elmalılı Hamdi Yazır

Bunu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?

Öztürk

Yemin olsun ki, biz onu bir ibret ve işaret olarak arkaya bıraktık. Yok mu araştırıp öğüt alacak?

Suat Yıldırım

Biz bir ibret olsun diye, o gemiyi geriye bıraktık. Haydi, var mı ibret alan? [36,41-42]

Süleyman Ateş

Bunu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِى وَنُذُرِ ﴿١٦﴾

Derken nasıldı azabım benim ve korkutuşlarım?

Alİ Bulaç

Şu halde Benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?

Çeviriyazı

fekeyfe kâne `aẕâbî venüẕür.

Diyanet İşleri

Benim azabım ve uyarmam nasılmış?

Diyanet Vakfı

Benim azabım ve uyarılarım nasılmış!

Edip Yüksel

Cezalandırmam ve uyarılarım nasılmış!

Elmalılı Hamdi Yazır

Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (görsünler)

Öztürk

Nasılmış benim azabım ve uyarılarım!

Suat Yıldırım

Nasılmış Benim cezalandırmam ve tehdidim! Görsünler bakalım!

Süleyman Ateş

Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (görsünler diye).

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا ٱلْقُرْءَانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍۢ ﴿١٧﴾

Ve andolsun öğüt ve ibret için Kur'an'ı kolaylaştırdık, fakat bir ibret alan mı var?

Alİ Bulaç

Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

Çeviriyazı

veleḳad yesserne-lḳur'âne liẕẕikri fehel mim müddekir.

Diyanet İşleri

And olsun ki Kuran'ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?

Diyanet Vakfı

Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?

Edip Yüksel

Kuran'ı mesaj için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?

Elmalılı Hamdi Yazır

Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

Öztürk

Yemin olsun ki, biz, Kur'an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?!

Suat Yıldırım

Yemin olsun: Biz, ders alınsın diye Kur'ân’ın anlaşılmasını kolaylaştırdık. Haydi var mı düşünen ve ibret alan? [38,29; 19,97]

Süleyman Ateş

Andolsun biz, Kur'an'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

كَذَّبَتْ عَادٌۭ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِى وَنُذُرِ ﴿١٨﴾

Âd da yalanlamıştı, derken nasıldı azabım benim ve korkutuşlarım?

Alİ Bulaç

Ad (kavmi) de yalanladı. Şu halde Benim azabım ve uyarmam nasılmış?

Çeviriyazı

keẕẕebet `âdün fekeyfe kâne `aẕâbî venüẕür.

Diyanet İşleri

Ad milleti peygamberini yalanlamıştı; Benim azabım ve uyarmam nasılmış?

Diyanet Vakfı

Ad kavmi (Peygamberleri Hud'u) yalanladı da azabım ve tehdidim nasılmış (gördüler).

Edip Yüksel

Ad da yalanladı. Cezalandırmam ve uyarılarım nasılmış!

Elmalılı Hamdi Yazır

Âd (kavmi) da yalanladı, azabım ve uyarılarım nasıl oldu?

Öztürk

Âd da yalanlamıştı. Ama nasıl oldu azabım ve uyarılarım!

Suat Yıldırım

Âd kavmi de Peygamberlerini yalancı saydı. Nasılmış Benim cezalandırmam ve tehdidim! Görsünler bakalım!

Süleyman Ateş

Ad da yalanladı, ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu?

إِنَّآ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًۭا صَرْصَرًۭا فِى يَوْمِ نَحْسٍۢ مُّسْتَمِرٍّۢ ﴿١٩﴾

Şüphe yok ki sürüp giden uğursuz bir günde onlara bir kasırgadır yolladık.

Alİ Bulaç

Biz, o uğursuz (felaket yüklü ve) sürekli bir günde üzerlerine 'kulakları patlatan bir kasırga' gönderdik.

Çeviriyazı

innâ erselnâ `aleyhim rîḥan ṣarṣaran fî yevmi naḥsim müstemirr.

Diyanet İşleri

Nitekim üzerlerine, insanları, sökülmüş hurma kütüğü gibi kopararak yere seren, dondurucu bir rüzgarı uğursuzluğu devam eden bir günde gönderdik.

Diyanet Vakfı

Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu bir rüzgar gönderdik.

Edip Yüksel

Uğursuzluk üstüne uğursuzluğa sahip bir günde üzerlerine vahşi bir rüzgar gönderdik.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz onların üstüne, uğursuzluğu devam eden bir günde dondurucu bir rüzgar gönderdik.

Öztürk

Biz onların üzerine uğursuzluğu kesiksiz bir günde, dondurucu/uğultulu bir kasırga gönderdik.

Suat Yıldırım

Biz onların üstüne o pek talihsiz günde, her şeyi söküp atan bir kasırga gönderdik.

Süleyman Ateş

Biz onların üstüne uğursuz mu uğursuz bir günde uğultulu bir kasırga saldık.

تَنزِعُ ٱلنَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍۢ مُّنقَعِرٍۢ ﴿٢٠﴾

Onları kökünden koparmadaydı, sanki köklerinden kopup baş aşağı devrilen hurma kütükleriydi onlar.

Alİ Bulaç

İnsanları söküp atıyordu; sanki onlar, kökünden sökülüp-kopmuş hurma kütükleriymiş gibi.

Çeviriyazı

tenzi`u-nnâse keennehüm a`câzü naḫlim münḳa`ir.

Diyanet İşleri

Nitekim üzerlerine, insanları, sökülmüş hurma kütüğü gibi kopararak yere seren, dondurucu bir rüzgarı uğursuzluğu devam eden bir günde gönderdik.

Diyanet Vakfı

O rüzgar, insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.

Edip Yüksel

İnsanları, sanki köklerinden koparılmış hurma kötükleriymiş gibi yıkıyordu.

Elmalılı Hamdi Yazır

(O rüzgar) insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.

Öztürk

İnsanları, köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.

Suat Yıldırım

Öyle ki insanları, kökü sökülmüş, içi boş hurma kütükleri gibi fırlatıp atıyordu.

Süleyman Ateş

İnsanları sanki köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imişler gibi koparıp deviriyordu.

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِى وَنُذُرِ ﴿٢١﴾

Derken nasıldı azabım benim ve korkutuşlarım?

Alİ Bulaç

Şu halde Benim azabım ve uyarmam nasılmış?

Çeviriyazı

fekeyfe kâne `aẕâbî venüẕür.

Diyanet İşleri

Benim azabım ve uyarmam nasılmış?

Diyanet Vakfı

Nasılmış benim azabım ve uyarılarım!

Edip Yüksel

Cezalandırmam ve uyarılarım nasılmış!

Elmalılı Hamdi Yazır

Nasılmış benim azabım ve uyarım?

Öztürk

Nasılmış benim azabım ve uyarılarım!

Suat Yıldırım

Nasılmış Benim cezalandırmam ve tehdidim, görsünler bakalım!

Süleyman Ateş

Benim azabım ve uyarılarım nasıl oldu?

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا ٱلْقُرْءَانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍۢ ﴿٢٢﴾

Ve andolsun ki öğüt ve ibret için Kur'an'ı kolaylaştırdık, fakat bir ibret alan mı var?

Alİ Bulaç

Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

Çeviriyazı

veleḳad yesserne-lḳur'âne liẕẕikri fehel mim müddekir.

Diyanet İşleri

And olsun ki, Kuran'ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?

Diyanet Vakfı

Andolsun biz Kur'an'ı düşünüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?

Edip Yüksel

Kuran'ı mesaj için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?

Elmalılı Hamdi Yazır

Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

Öztürk

Yemin olsun ki, biz, Kur'an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?

Suat Yıldırım

Yemin olsun: Biz ders alınsın diye Kur'ân’ın anlaşılmasını kolaylaştırdık. Haydi var mı düşünen ve ibret alan?

Süleyman Ateş

Andolsun biz Kur'an'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِٱلنُّذُرِ ﴿٢٣﴾

Semud da korkutucuları yalanladı.

Alİ Bulaç

Semud (kavmi) de uyarıları yalanladı.

Çeviriyazı

keẕẕebet ŝemûdü binnüẕür.

Diyanet İşleri

Semud milleti uyaran peygamberleri yalanladı.

Diyanet Vakfı

Semud kavmi de uyarıcıları yalanladı.

Edip Yüksel

Semud da uyarıları yalanladı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Semûd da o uyarıları yalanladılar.

Öztürk

Semûd da uyarıları yalanlamıştı.

Suat Yıldırım

Semûd kavmi de Peygamberlerini yalancı saydılar ve: “Yani biz,” dediler, “içimizden bir adamın peşinden mi gideceğiz? Böyle yaparsak doğrusu sapıtmış ve çıldırmış oluruz! Ne o, yani bu kitap, içimizden bula bula onu mu buldu, o mu buna lâyık görülmüş? Hiç de öyle değil, bilakis o, yalancının, küstahın tekidir!”

Süleyman Ateş

Semud da uyarıları yalandı:

فَقَالُوٓا۟ أَبَشَرًۭا مِّنَّا وَٰحِدًۭا نَّتَّبِعُهُۥٓ إِنَّآ إِذًۭا لَّفِى ضَلَٰلٍۢ وَسُعُرٍ ﴿٢٤﴾

Derken bizden bir adama mı uyacağız dediler, gerçekten de o zaman elbette sapıklığa düşeriz, ateşlere yanarkavruluruz.

Alİ Bulaç

Dediler ki: \"Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık (delalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz.\"

Çeviriyazı

feḳâlû ebeşeram minnâ vâḥiden nettebi`uhû innâ iẕel lefî ḍalâliv vesü`ur.

Diyanet İşleri

\"İçimizden bir insana mı uyacağız? O zaman biz sapıklık ve delilik etmiş oluruz. Kitap, aramızda, ona mı verilmiş? Hayır, o pek yalancı ve şımarığın biridir\" dediler.

Diyanet Vakfı

\"Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz\" dediler.

Edip Yüksel

Dediler ki, \"Bizden bir insana mı uyalım? O zaman biz sapar ve cehenneme gireriz.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz.\" dediler.

Öztürk

Şöyle demişlerdi: \"İçimizden bir tek insana mı uyacağız? Vallahi böyle bir durumda biz, sapıklık ve çılgınlık içine düşeriz.\"

Suat Yıldırım

Semûd kavmi de Peygamberlerini yalancı saydılar ve: “Yani biz,” dediler, “içimizden bir adamın peşinden mi gideceğiz? Böyle yaparsak doğrusu sapıtmış ve çıldırmış oluruz! Ne o, yani bu kitap, içimizden bula bula onu mu buldu, o mu buna lâyık görülmüş? Hiç de öyle değil, bilakis o, yalancının, küstahın tekidir!”

Süleyman Ateş

Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz dediler.

أَءُلْقِىَ ٱلذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنۢ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌۭ ﴿٢٥﴾

Vahiy, içimizden gelegele ona mı geliyor? Hayır, o, yalancı kendini beğenmiş birisi.

Alİ Bulaç

\"Zikr (vahy) içimizden ona mı bırakıldı? Hayır, o çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarıktır.\"

Çeviriyazı

eülḳiye-ẕẕikru `aleyhi mim beyninâ bel hüve keẕẕâbün eşir.

Diyanet İşleri

\"İçimizden bir insana mı uyacağız? O zaman biz sapıklık ve delilik etmiş oluruz. Kitap, aramızda, ona mı verilmiş? Hayır, o pek yalancı ve şımarığın biridir\" dediler.

Diyanet Vakfı

\"Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır o, yalancı ve şımarığın biridir\" (dediler.)

Edip Yüksel

\"Mesaj aramızdan ona mı verildi? O, yalancı küstahın biridir.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir\" (dediler).

Öztürk

\"Aramızdan öğüt ona mı verildi? Hayır, o yalancı küstahın biridir.\"

Suat Yıldırım

Semûd kavmi de Peygamberlerini yalancı saydılar ve: “Yani biz,” dediler, “içimizden bir adamın peşinden mi gideceğiz? Böyle yaparsak doğrusu sapıtmış ve çıldırmış oluruz! Ne o, yani bu kitap, içimizden bula bula onu mu buldu, o mu buna lâyık görülmüş? Hiç de öyle değil, bilakis o, yalancının, küstahın tekidir!”

Süleyman Ateş

Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı küstahın biridir!

سَيَعْلَمُونَ غَدًۭا مَّنِ ٱلْكَذَّابُ ٱلْأَشِرُ ﴿٢٦﴾

Yarın bilirler kimmiş yalancı kendini beğenmiş.

Alİ Bulaç

Onlar yarın, kimin çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarık olduğunu bilip-öğreneceklerdir.

Çeviriyazı

seya`lemûne gadem meni-lkeẕẕâbü-l'eşir.

Diyanet İşleri

Yarın, kimin pek yalancı ve şımarık olduğunu bileceklerdir.

Diyanet Vakfı

Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bileceklerdir.

Edip Yüksel

Yalancı küstahın kim olduğunu yarın öğreneceklerdir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yarın onlar, yalancı, küstahın kim olduğunu bilecekler.

Öztürk

Yarın bilecekler, kimmiş yalancı küstah!

Suat Yıldırım

Biz de Peygamberleri Salih'e dedik ki: “Sen hiç üzülme! Asıl kimin yalancı ve küstah olduğunu yarın öğrenirler!”

Süleyman Ateş

(Salih'e dedik ki): Yarın onlar, yalancı, küstahın kim olduğunu bilecekler.

إِنَّا مُرْسِلُوا۟ ٱلنَّاقَةِ فِتْنَةًۭ لَّهُمْ فَٱرْتَقِبْهُمْ وَٱصْطَبِرْ ﴿٢٧﴾

Şüphe yok ki onları sınamak için dişi deveyi gönderiyoruz, artık gözetle onları ve dayan.

Alİ Bulaç

Gerçek şu ki Biz, bir fitne (imtihan ve deneme konusu) olarak o dişi deveyi kendilerine göndereniz. Şu halde sen onları gözleyip-bekle ve sabret.

Çeviriyazı

innâ mürsilü-nnâḳati fitnetel lehüm ferteḳibhüm vaṣṭabir.

Diyanet İşleri

Doğrusu, onları denemek üzere dişi deveyi gönderen Biziz. Salih'e şöyle demiştik: \"Onları gözetle ve sabret;

Diyanet Vakfı

Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen biziz. Sen onları gözetle ve sabret.

Edip Yüksel

Deveyi bir sınav olarak göndereceğiz. Onları gözetle, sabırlı ol.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz onlara, kendilerini imtihan etmek için dişi deveyi göndereceğiz. Onun için sen onları gözet ve sabırlı ol.

Öztürk

Bir imtihan aracı olarak kendilerine dişi deveyi göndereceğiz. Artık gözetle onları ve sabret!

Suat Yıldırım

“Biz imtihan etmek için onlara bir deve göndereceğiz. Şimdi sen onların ne yapacağını bekle ve eziyetlerine sabret.”

Süleyman Ateş

Biz onlara, kendilerini sınamak için dişi deveyi göndereceğiz. Hele sen onları gözetle, sabret.

وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ ٱلْمَآءَ قِسْمَةٌۢ بَيْنَهُمْ ۖ كُلُّ شِرْبٍۢ مُّحْتَضَرٌۭ ﴿٢٨﴾

Ve haber ver onlara, su, aralarında paylaştırılmıştır, her bölük, nöbetinde hazır olur, su alır.

Alİ Bulaç

\"Ve onlara, suyun aralarında kesin olarak pay edildiğini haber ver. Su alış sırası (kiminse, o) hazır bulunsun.\"

Çeviriyazı

venebbi'hüm enne-lmâe ḳismetüm beynehüm. küllü şirbim muḥteḍar.

Diyanet İşleri

Onlara, sıralarına göre suyun kendileriyle o deve aralarında pay edilmiş olunduğunu söyle.\"

Diyanet Vakfı

Onlara, suyun aralarında paylaştırıldığını haber ver. Her biri kendi içme sırasında gelsin.

Edip Yüksel

Onlara, suyun (deveyle) aralarında paylaşılacağını bildir. Her içim sırayla sunulacaktır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlara suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır.

Öztürk

Suyun, aralarında bölüştürüleceğini onlara bildir. Her su alış/içiş nöbetledir/içilecek her miktar hazırlanmıştır.

Suat Yıldırım

“Hem onlara bildir ki su, aralarında nöbetleşe olacak, her su nöbetinde, sahibi hazır bulunacaktır.” [26,155]

Süleyman Ateş

Onlara, suyun aralarında paylaştırılacağını, (bir gün devenin, bir gün de kendilerinin su içme nöbeti olacağını) haber ver; içme sırası kiminse o gelip suyunu alsın.

فَنَادَوْا۟ صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَىٰ فَعَقَرَ ﴿٢٩﴾

Derken arkadaşlarına seslendiler, derken kılıcını çekti de devenin ayaklarını kesti, öldürdü.

Alİ Bulaç

Derken arkadaşlarını çağırdılar, o da bıçağını kapıp 'hayvanı ayağından biçip yere devirdi.'

Çeviriyazı

fenâdev ṣâḥibehüm fete`âṭâ fe`aḳara.

Diyanet İşleri

Ama bir arkadaşlarını çağırdılar, o da kılıcını alarak deveyi kesti.

Diyanet Vakfı

Arkadaşlarını çağırdılar, o da (bundan cür'et alarak) kılıcını kaptı ve deveyi kesti.

Edip Yüksel

Bir arkadaşlarını çağırdılar, o da çekip (deveyi) kesti.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da (bıçağı) çekerek (deveyi) kesti.

Öztürk

Arkadaşlarını çağırdılar, o da hançerini kapıp deveyi boğazladı.

Suat Yıldırım

Onlar en yakın arkadaşlarını çağırdılar, o da bıçağı çıkarıp deveyi kesti.

Süleyman Ateş

Bir arkadaşlarını çağırdılar, o da bıçağı çekip (deveyi) kesti.

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِى وَنُذُرِ ﴿٣٠﴾

Derken nasıldı azabım benim ve korkutuşlarım?

Alİ Bulaç

Şu halde Benim azabım ve uyarmam nasılmış?

Çeviriyazı

fekeyfe kâne `aẕâbî venüẕür.

Diyanet İşleri

Benim azabım ve uyarmam nasılmış?

Diyanet Vakfı

(Bu azgınlara) azabım ve uyarılarım nasıl oldu!

Edip Yüksel

Cezalandırmam ve uyarılarım nasılmış!

Elmalılı Hamdi Yazır

Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu.

Öztürk

Nasılmış benim azabım ve uyarılarım!

Suat Yıldırım

Nasılmış Benim cezalandırmam ve tehdidim! Görsünler bakalım!

Süleyman Ateş

Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu?

إِنَّآ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةًۭ وَٰحِدَةًۭ فَكَانُوا۟ كَهَشِيمِ ٱلْمُحْتَظِرِ ﴿٣١﴾

Gerçekten de bir bağırış gönderdik onlara, derken hayvan ağılına konan çalıya çırpıya döndüler.

Alİ Bulaç

Çünkü Biz onların üzerine bir tek çığlık gönderdik. Böylece onlar, ağıldaki çalı-çırpı olan kuru ot gibi oluverdiler.

Çeviriyazı

innâ erselnâ `aleyhim ṣayḥatev vâḥideten fekânû keheşîmi-lmuḥteżir.

Diyanet İşleri

Nitekim üzerlerine bir çığlık gönderdik de, ağılcıların kullandığı kurumuş ot gibi oldular.

Diyanet Vakfı

Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik. Hemen hayvan ağılına konan kuru ot gibi oluverdiler.

Edip Yüksel

Üzerlerine bir tek patlama gönderdik ve onlar ağılcının topladığı saman yığınına döndüler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.

Öztürk

Biz, onlar üzerine bir tek ses gönderdik de ağılcının serptiği kuru ot gibi kırılıp ufalandılar.

Suat Yıldırım

Biz onlara bir sayha, müthiş bir ses gönderdik, davar ağılındaki kuru ot ve çırpı gibi oldular.

Süleyman Ateş

Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı kuru ot gibi kırılıp döküldüler.

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا ٱلْقُرْءَانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍۢ ﴿٣٢﴾

Ve andolsun ki öğüt ve ibret için Kur'an'ı kolaylaştırdık, fakat bir ibret alan mı var?

Alİ Bulaç

Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

Çeviriyazı

veleḳad yesserne-lḳur'âne liẕẕikri fehel mim müddekir.

Diyanet İşleri

And olsun ki, Kuran'ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?

Diyanet Vakfı

Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alan yok mu?

Edip Yüksel

Kuran'ı mesaj için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?

Elmalılı Hamdi Yazır

Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

Öztürk

Yemin olsun ki, biz, Kur'an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?!

Suat Yıldırım

Yemin olsun, Biz, ders alınsın diye Kur'ân’ın anlaşılmasını kolaylaştırdık. Haydi var mı düşünen ve ibret alan?

Süleyman Ateş

Andolsun Biz Kur'an'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍۭ بِٱلنُّذُرِ ﴿٣٣﴾

Lut kavmi de korkutucuları yalanladılar.

Alİ Bulaç

Lut kavmi de uyarıları yalanladı.

Çeviriyazı

keẕẕebet ḳavmü lûṭim binnüẕür.

Diyanet İşleri

Lut milleti uyaran peygamberleri yalanladı.

Diyanet Vakfı

Lut'un kavmi de uyarıcı peygamberleri yalanladı.

Edip Yüksel

Lut halkı da uyarıları yalanlamıştı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Lût kavmi de uyarıları yalanladı.

Öztürk

Lût kavmi de uyarıları yalanladı.

Suat Yıldırım

Lût kavmi de peygamberlerini yalancı saydılar.

Süleyman Ateş

Lut'un kavmi de uyarıları yalanladı.

إِنَّآ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّآ ءَالَ لُوطٍۢ ۖ نَّجَّيْنَٰهُم بِسَحَرٍۢ ﴿٣٤﴾

Gerçekten de, Lut'un ailesi müstesna, onlara taş yağdıran bir yel gönderdik, Lut'un ailesini de bir seher çağı kurtardık.

Alİ Bulaç

Biz de onların üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Yalnız Lut ailesini (bu azaptan ayrı tuttuk;) onları seher vakti kurtardık;

Çeviriyazı

innâ erselnâ `aleyhim ḥâṣiben illâ âle lûṭ. necceynâhüm biseḥar.

Diyanet İşleri

Biz de üzerlerine taş yağdıran bir rüzgar gönderdik. Ancak, Lut'un taraftarlarını, katımızdan bir nimet olarak seher vakti kurtardık. Şükredene işte böyle mükafat veririz.

Diyanet Vakfı

Biz de üstlerine taş (yağdıran bir fırtına) gönderdik. Ancak Lut ailesini seher vakti kurtardık.

Edip Yüksel

Üzerlerine taş yağdıran bir fırtına gönderdik, yalnız Lut'un ailesini seher vakti kurtardık.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz de onların üzerlerine (taşlar savuran) bir fırtına gönderdik. Yalnız Lût ailesini seher vakti kurtardık,

Öztürk

Biz de üzerlerine çakıl taşları fırlatan bir rüzgâr gönderdik. Sadece Lût'un ailesini, seher vakti kurtarmıştık,

Suat Yıldırım

Biz de Lût'un ailesi dışında, hepsinin üzerine taş savuran bir fırtına gönderdik. Onları ise, tarafımızdan bir nimet olarak seher vakti kurtardık. İşte şükredenleri Biz böyle ödüllendiririz.

Süleyman Ateş

Biz de üstlerine (taşlar savuran) bir fırtına gönderdik, yalnız Lut ailesini seher vakti kurtardık;

نِّعْمَةًۭ مِّنْ عِندِنَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِى مَن شَكَرَ ﴿٣٥﴾

Katımızdan bir nimet olarak; işte böyle mükafatlandırırız şükredeni.

Alİ Bulaç

Tarafımızdan bir nimet olarak. İşte Biz, şükredenleri böyle ödüllendiririz.

Çeviriyazı

ni`metem min `indinâ. keẕâlike neczî men şekera.

Diyanet İşleri

Biz de üzerlerine taş yağdıran bir rüzgar gönderdik. Ancak, Lut'un taraftarlarını, katımızdan bir nimet olarak seher vakti kurtardık. Şükredene işte böyle mükafat veririz.

Diyanet Vakfı

Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni işte böyle mükafatlandırırız.

Edip Yüksel

Katımızdan bir iyilik olarak. Şükredeni işte böyle ödüllendiririz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni böyle mükafatlandırırız.

Öztürk

Katımızdan bir nimet olarak. Şükredeni işte böyle ödüllendiririz biz.

Suat Yıldırım

Biz de Lût'un ailesi dışında, hepsinin üzerine taş savuran bir fırtına gönderdik. Onları ise, tarafımızdan bir nimet olarak seher vakti kurtardık. İşte şükredenleri Biz böyle ödüllendiririz.

Süleyman Ateş

Katımızdan bir ni'met olarak. Biz şükredeni böyle mükafatlandırırız.

وَلَقَدْ أَنذَرَهُم بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا۟ بِٱلنُّذُرِ ﴿٣٦﴾

Ve andolsun ki o, bizim helakimizle korkutmuştu onları da onlar, bu korkutuşlardan şüpheye düşmüşlerdi.

Alİ Bulaç

Oysa andolsun, zorlu yakalamamıza karşı onları uyarmıştı. Fakat onlar, bu uyarıları kuşkuyla karşılayıp-yalanlamakta direttiler.

Çeviriyazı

veleḳad enẕerahüm baṭşetenâ fetemârav binnüẕür.

Diyanet İşleri

Lut, and olsun ki, onları Bizim yakalamamızla uyarmıştı, ama onlar uyarmaları şüphe ile karşılayarak dinlemediler.

Diyanet Vakfı

Andolsun ki, Lut onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu tehditleri kuşkuyla karşıladılar.

Edip Yüksel

Onları bu yakalayışımıza karşı uyarmıştı; ancak onlar uyarıları kuşkuyla karşıladılar.

Elmalılı Hamdi Yazır

(Lût), onları bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat ikazlara karşı kuşku duydular,

Öztürk

Yemin olsun, Lût onları bizim yakalayışımız hakkında uyarmıştı da onlar, uyarılarla ilgili olarak kuşkulanıp çekişmişlerdi.

Suat Yıldırım

Lût onları Bizim yakalarından tutup azaba çarptıracağımızı söyleyerek tehdit etmişti. Ama onlar uyarmalara karşı şüpheye düştüler.

Süleyman Ateş

Lut, onları bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı, fakat uyarılara karşı kuşku duydular.

وَلَقَدْ رَٰوَدُوهُ عَن ضَيْفِهِۦ فَطَمَسْنَآ أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا۟ عَذَابِى وَنُذُرِ ﴿٣٧﴾

Ve gerçekten de onun konuklarını istemişlerdi de biz, kör edivermiştik gözlerini, artık tadın azabımı ve korkutuşlarımın sonucunu.

Alİ Bulaç

Andolsun onlar, onun konuklarından da murad almak için baskı yaptılar. Biz de onların gözlerini silip kör ettik. \"İşte azabımı ve uyarmamı tadın.\"

Çeviriyazı

veleḳad râvedûhü `an ḍayfihî feṭamesnâ a`yünehüm feẕûḳû `aẕâbî venüẕür.

Diyanet İşleri

And olsun ki, onlar Lut'un konukları olan melekleri elde etmeye kalkıştılar, bunun üzerine gözlerini kör ettik. \"Azabımı ve uyarmalarımı dinlememenin sonucunu tadın\" dedik.

Diyanet Vakfı

Onlar Lut'un misafirlerine karşı kötülük yapmayı planlamışlardı. Hemen biz onların gözlerini silme kör ettik. \"Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!\" (dedik).

Edip Yüksel

Onun konuklarına göz diktiler, biz de onları kör ettik. Azabımı ve uyarılarımı tadın bakalım.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onun konuklarından murad almaya kalkıştılar. Biz de gözlerini siliverdik. \"Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!\" (dedik).

Öztürk

Yemin olsun, Lût'un misafirlerinden nefislerini tatmin etmek istemişlerdi de onların gözlerini silme kör etmiştik. Hadi, tadın azabımı ve uyarılarımı?

Suat Yıldırım

Onlar Lût'un misafirlerine karşı niyetlerini bozdular, onlarla yalnız kalmak için gidip gidip geldiler. Biz de gözlerini silme kör ettik. Haydi tadın Benim cezalandırmamı ve tehditlerimi! [11,77-83; 15,61-74] {KM, Tekvin 19,11}

Süleyman Ateş

Onun (güzel delikanlılar şeklinde görünen melek) konuklarından murad almağa kalkıştılar. Biz de gözlerini siliverdik: \"Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!\"

وَلَقَدْ صَبَّحَهُم بُكْرَةً عَذَابٌۭ مُّسْتَقِرٌّۭ ﴿٣٨﴾

Ve andolsun ki bir sabah çağı üstlerine bir azap çöküvermişti onların.

Alİ Bulaç

Andolsun onları bir sabah vakti erkenden, üzerlerinde kararını kılmış bir azap yakalayıp-bastırıverdi.

Çeviriyazı

veleḳad ṣabbeḥahüm bükraten `aẕâbüm müsteḳirr.

Diyanet İşleri

And olsun ki, sabah erken, önü alınmaz bir azap başlarına geldi.

Diyanet Vakfı

Bir sabah kendilerine, yakalarını bir daha bırakmayacak olan bir azap gelip çattı.

Edip Yüksel

Ertesi gün, yaman bir azap sabahlarını kutladı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sabah erken, onları kararlı bir azab yakaladı.

Öztürk

Yemin olsun, sabahleyin erkenden, kararlı ve oturaklı bir azap yakaladı onları.

Suat Yıldırım

Bir sabah kendilerini, yakalarını hiç bırakmayacak bir azap bastırıverdi.

Süleyman Ateş

Sabah erken, onları kararlı bir azab yakaladı.

فَذُوقُوا۟ عَذَابِى وَنُذُرِ ﴿٣٩﴾

Artık tadın azabımı ve korkutuşlarımı.

Alİ Bulaç

Şimdi azabımı ve uyarmamı tadın.

Çeviriyazı

feẕûḳû `aẕâbî venüẕür.

Diyanet İşleri

\"Azabımı ve uyarmalarımı dinlememenin sonucunu tadın\" dedik.

Diyanet Vakfı

İşte azabımı ve uyanlarımı tadın! (denildi).

Edip Yüksel

Azabımı ve uyarılarımı tadın bakalım.

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Azabımı ve uyarılarımı tadın!\" (dedik).

Öztürk

Hadi, tadın azabımı ve uyarılarımı!

Suat Yıldırım

Haydi tadın Benim cezalandırmamı ve tehditlerimi!

Süleyman Ateş

Azabımı ve uyarılarımı(n akıbetini) tadın!

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا ٱلْقُرْءَانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍۢ ﴿٤٠﴾

Ve andolsun ki öğüt ve ibret için Kur'an'ı kolaylaştırdık, fakat bir ibret alan mı var?

Alİ Bulaç

Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

Çeviriyazı

veleḳad yesserne-lḳur'âne liẕẕikri fehel mim müddekir.

Diyanet İşleri

And olsun ki, Kuran'ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?

Diyanet Vakfı

Andolsun biz Kur'an'ı, öğüt almak için kolaylaştırdık. O halde düşünüp ibret alan yok mu?

Edip Yüksel

Kuran'ı mesaj için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?

Elmalılı Hamdi Yazır

Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

Öztürk

Yemin olsun ki, biz, Kur'an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?!

Suat Yıldırım

Yemin olsun: Biz, ders alınsın diye Kur'ân’ın anlaşılmasını kolaylaştırdık. Haydi, var mı düşünen ve ibret alan?

Süleyman Ateş

Andolsun biz Kur'an'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

وَلَقَدْ جَآءَ ءَالَ فِرْعَوْنَ ٱلنُّذُرُ ﴿٤١﴾

Ve andolsun ki Firavun soyuna da korkutucular gelmişti.

Alİ Bulaç

Andolsun Firavun ailesi (ve çevresi ile kavmi)ne de uyarılar geldi.

Çeviriyazı

veleḳad câe âle fir`avne-nnüẕür.

Diyanet İşleri

And olsun ki, Firavun erkanına uyaranlar geldi.

Diyanet Vakfı

Şüphesiz Firavun'un kavmine de uyarıcılar gelmişti.

Edip Yüksel

Firavun'un erkanına da uyarıcılar gitmişti.

Elmalılı Hamdi Yazır

Şüphesiz Firavun ailesine de uyarıcı peygamberler geldi.

Öztürk

Yemin olsun, Firavun hanedanına da uyarılar gelmişti.

Suat Yıldırım

Firavun hanedanına da uyaran peygamberler geldi.

Süleyman Ateş

Fir'avn'ın kavmine de uyarılar gelmiştir.

كَذَّبُوا۟ بِـَٔايَٰتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَٰهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍۢ مُّقْتَدِرٍ ﴿٤٢﴾

Bütün delillerimizi yalanladılar, derken onları üstün ve mutlak kudretli bir helak edişle helak ediverdik.

Alİ Bulaç

Onlar Bizim ayetlerimizin tümünü yalanladılar. Biz de onları üstün ve güçlü, kudretli olanın yakalayışıyla yakalayıverdik.

Çeviriyazı

keẕẕebû biâyâtinâ küllihâ feeḫaẕnâhüm aḫẕe `azîzim muḳtedir.

Diyanet İşleri

Mucizelerimizin hepsini yalanladılar. Bunun üzerine onları güç ve kuvvet sahibi olana yakışır bir şekilde yakaladık.

Diyanet Vakfı

Lakin onlar bütün ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları güç ve kudretimize layık bir şekilde yakaladık.

Edip Yüksel

Tüm mucizelerimizi yalanladılar ve biz de onları En üstün ve her şeye gücü yetenin yakalayışı gibi yakaladık.

Elmalılı Hamdi Yazır

Lakin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakaladık. Bu kıssalardan hisseye gelince;

Öztürk

Ayetlerimizin tümünü yalanladılar da biz de onları onurlu ve güçlü birine yaraşır bir yakalayışla yakaladık.

Suat Yıldırım

Onlar âyet ve delillerimizin hepsini yalan saydılar. Biz de onları mutlak galip, tam muktedir olan Allah'ın şanına yaraşır tarzda cezalandırdık.

Süleyman Ateş

Bütün ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları, galib ve güçlü(padişah)ın yakalaması gibi yakaladık.

أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌۭ مِّنْ أُو۟لَٰٓئِكُمْ أَمْ لَكُم بَرَآءَةٌۭ فِى ٱلزُّبُرِ ﴿٤٣﴾

Sizin kafirleriniz, onlardan hayırlı mı, yoksa kitaplarda bir kurtuluş mu var size?

Alİ Bulaç

Sizin kafirleriniz onlardan daha hayırlı mıdır? Yoksa sizin için kitaplarda bir beraat mi var?

Çeviriyazı

eküffâruküm ḫayrum min ülâiküm em leküm berâetün fi-zzübür.

Diyanet İşleri

Sizin inkarcılarınız bunlardan daha mı üstündür? Yoksa Kitablarda size bir kurtuluş belgesi mi var?

Diyanet Vakfı

Şimdi sizin kafirleriniz, onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir berat mı var?

Edip Yüksel

Sizin inkarcılarınız onlarınkinden daha mı iyi? Yoksa kitaplarda kendiniz için bir af ilanına mı rastladınız?

Elmalılı Hamdi Yazır

Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan hayırlı mı? Yoksa kitaplarda sizin için bir beraet mi var?

Öztürk

Sizin kâfirleriniz, ötekilerden hayırlı mı? Yoksa zübürlerinde/kutsallaştırılmış hizip kitaplarında sizin için bir beraat/dokunulmazlık mı var?

Suat Yıldırım

Şimdi söyleyin (ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı güçlüdür! Yoksa ilahî kitaplarda sizin ebedî olan âhirette kurtulacağınıza dair berat senedi mi var?

Süleyman Ateş

Şimdi sizin kafirleriniz, ötekilerinizden hayırlı mı? Yoksa Kitaplarda sizin için bir beraet (inkarınızdan dolayı size sorumsuzluk) mu var?

أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌۭ مُّنتَصِرٌۭ ﴿٤٤﴾

Yoksa biz, birbirine yardım eden bir topluluğuz mu derler?

Alİ Bulaç

\"Biz, 'birbiriyle yardımlaşıp öcünü alan' bir toplumuz\" mu diyorlar?

Çeviriyazı

em yeḳûlûne naḥnü cemî`um münteṣir.

Diyanet İşleri

Yoksa: \"Biz öç alabilecek bir topluluğuz\" mu diyorlar?

Diyanet Vakfı

Yoksa \"Biz, intikam almağa gücü yeten bir topluluğuz\" mu diyorlar?

Edip Yüksel

Yoksa, \"Biz, zafere ulaşacak bir cemaatiz\" mi diyorlar?

Elmalılı Hamdi Yazır

Yoksa \"Biz birbirimize yardım eden bir topluluğuz.\" mu diyorlar?

Öztürk

Yoksa, \"Biz, yardımlaşan/yenilmez bir topluluğuz\" mu diyorlar?

Suat Yıldırım

Ne o, “Biz tam dayanışma halinde olan, muzaffer bir topluluğuz” mu diyorlar?

Süleyman Ateş

Yoksa \"Biz muzaffer (yenilmez) bir topluluğuz\" mu diyorlar?

سَيُهْزَمُ ٱلْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ ٱلدُّبُرَ ﴿٤٥﴾

O topluluk, yakında bozguna uğrayacak ve ardını dönüp kaçacak.

Alİ Bulaç

Yakında o toplum bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.

Çeviriyazı

seyühzemü-lcem`u veyüvellûne-ddübüra.

Diyanet İşleri

Toplulukları dağıtılacak, yüzgeri edileceklerdir.

Diyanet Vakfı

O topluluk yakında bozulacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklardır.

Edip Yüksel

O cemaat bozguna uğratılacak; dönüp kaçacaklar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Her halde o topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır.

Öztürk

O topluluk, bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar.

Suat Yıldırım

İyi bilsinler: Onların toplu kuvvetleri bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.

Süleyman Ateş

O topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır.

بَلِ ٱلسَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَٱلسَّاعَةُ أَدْهَىٰ وَأَمَرُّ ﴿٤٦﴾

Onlara vaadedilen azabın mukadder zamanı kıyamettir ve kıyametin azabı, daha da zararlıdır ve daha da acı.

Alİ Bulaç

Daha doğrusu onlara va'dedilen (asıl azap) (kıyamet) saatidir. O saat, 'kurtuluş olmayan daha korkunç bir bela' ve daha acıdır.

Çeviriyazı

beli-ssâ`atü mev`idühüm vessâ`atü edhâ veemerr.

Diyanet İşleri

Kıyamet onların azap ile vadedildikleri gündür. O ne korkunç, ne acı bir gündür!

Diyanet Vakfı

Bilakis kıyamet onlara vadedilen asıl saattir ve o saat daha belalı ve daha acıdır.

Edip Yüksel

Saat onları beklemektedir, daha korkunç ve acıdır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bilakis kıyamet onlara vaad edilen asıl saattir. Saat cidden çok feci ve acıdır.

Öztürk

Hayır, buluşma zamanları kıyamet saatidir. Ne korkunç, ne acıdır o saat!

Suat Yıldırım

Daha doğrusu, onların asıl buluşma zamanları, kıyamet saatidir.Kıyamet saatinin dehşeti ise tarif edilemeyecek kadar müthiş ve acıdır!

Süleyman Ateş

Hayır, buluşma zamanları o (uyarıldıkları) sa'attir. O sa'at cidden çok feci ve acıdır;

إِنَّ ٱلْمُجْرِمِينَ فِى ضَلَٰلٍۢ وَسُعُرٍۢ ﴿٤٧﴾

Şüphe yok ki suçlular, sapıklık içinde ve yakıp kavuran ateşlerdedir.

Alİ Bulaç

Hiç şüphesiz suçlular-günahkarlar, bir sapmışlık (dalalet) ve çılgınlık içindedirler.

Çeviriyazı

inne-lmücrimîne fî ḍalâliv vesü`ur.

Diyanet İşleri

Doğrusu suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler.

Diyanet Vakfı

Şüphesiz suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler.

Edip Yüksel

Suçlular bir sapıklık ve cehennem içindedir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Muhakkak ki suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler.

Öztürk

Kuşkusuz, suçlular, şaşkınlık ve çılgınlık içindedir.

Suat Yıldırım

Mücrimler tam bir şaşkınlık ve çılgınlık içindedirler.

Süleyman Ateş

Suçlular bir sapıklık ve çılgınlık içindedir.

يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِى ٱلنَّارِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا۟ مَسَّ سَقَرَ ﴿٤٨﴾

O gün, yüzüstü ateşe sürüklenip atılırlar; tadın bakalım, cehennemin yakışını.

Alİ Bulaç

Ateşin içinde yüzükoyun sürüklenecekleri gün cehennemin dokunuşunu tadın\" (denecek)

Çeviriyazı

yevme yüsḥabûne fi-nnâri `alâ vucûhihim. ẕûḳû messe seḳara.

Diyanet İşleri

Ateşe yüzüstü sürüldükleri gün, onlara: \"Cehennemin dokunan azabını tadın\" denir.

Diyanet Vakfı

O gün yüzüstü ateşe sürüklendiklerinde \"Cehennemin elemini tadın!\" denir.

Edip Yüksel

Yüzükoyun ateşe sürüklenecekleri gün: \"Cehennemin dokunuşunu tadın.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

O gün yüzleri üstü ateşte sürüklenecekler, \"Cehennemin dokunuşunu tadın!\" (denilecek).

Öztürk

O gün yüzleri üstüne ateşe sürüklenirler. \"Cehennemin dokunuşunu tadın bakalım!\"

Suat Yıldırım

O gün cehennemde yüzleri üstü süründürülürler ve kendilerine: “Tadın cehennemin temâsını!” denilir.

Süleyman Ateş

O gün yüzükoyun ateşe sürüklenecekler: \"Cehennemin dokunuşunu tadın!\" diye.

إِنَّا كُلَّ شَىْءٍ خَلَقْنَٰهُ بِقَدَرٍۢ ﴿٤٩﴾

Şüphe yok ki biz; her şeyi, bilgimizde mukadder olduğu gibi ve zamanında yarattık.

Alİ Bulaç

Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık.

Çeviriyazı

innâ külle şey'in ḫalaḳnâhü biḳader.

Diyanet İşleri

Şüphesiz Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.

Diyanet Vakfı

Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.

Edip Yüksel

Biz her şeyi belli bir ölçüyle yaratmışızdır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Haberiniz olsun ki, biz her şeyi bir kadere göre yarattık.

Öztürk

Şu bir gerçek ki, biz herşeyi bir ölçüye göre/bir kaderle yarattık.

Suat Yıldırım

Muhakkak ki Biz her şeyi bir kaderle, bir ölçü ile yarattık. [25,2; 87,1-3]

Süleyman Ateş

Biz her şeyi bir kadere (bir düzene, ölçüye, plana) göre yarattık.

وَمَآ أَمْرُنَآ إِلَّا وَٰحِدَةٌۭ كَلَمْحٍۭ بِٱلْبَصَرِ ﴿٥٠﴾

Ve bizim emrimiz, birdir, ancak bir göz kırpış, bir göz yumup açış gibi tezdir.

Alİ Bulaç

Bizim emrimiz, bir göz kırpma gibi yalnızca 'bir keredir.'

Çeviriyazı

vemâ emrunâ illâ vâḥidetün kelemḥim bilbeṣar.

Diyanet İşleri

Bizim buyruğumuz bir göz kırpması gibi anidir.

Diyanet Vakfı

Bizim buyruğumuz, bir anlık bakış gibi, bir tek sözden başka bir şey değildir.

Edip Yüksel

Buyruğumuz göz kırpması gibi anidir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Buyruğumuz yalnız bir tekdir, göz açıp yumma gibidir.

Öztürk

Emrimiz bir tektir, bir göz kırpma gibidir.

Suat Yıldırım

Bizim emrimiz sadece bir kere, hem de göz açıp kapama gibi pek hızlıdır.

Süleyman Ateş

Bizim buyruğumuz yalnız bir tektir, göz açıp yumma gibidir.

وَلَقَدْ أَهْلَكْنَآ أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍۢ ﴿٥١﴾

Ve andolsun ki taraftarlarınızı da helak ettik, fakat bir ibret alan mı var?

Alİ Bulaç

Andolsun Biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

Çeviriyazı

veleḳad ehleknâ eşyâ`aküm fehel mim müddekir.

Diyanet İşleri

And olsun ki, benzerlerinizi yok etti, öğüt alan yok mudur?

Diyanet Vakfı

Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helak ettik. Düşünüp ibret alan yok mu?

Edip Yüksel

Sizin benzerlerinizi yok etmiştik. Yok mu öğüt alan?

Elmalılı Hamdi Yazır

Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helak ettik. Öğüt alan yok mudur?

Öztürk

Yemin olsun, biz sizin benzerlerinizi hep yok ettik. Fakat düşünen mi var?

Suat Yıldırım

Gerçekten Biz sizin nice benzerlerinizi imha ettik! Haydi var mı düşünen ve ibret alan?

Süleyman Ateş

Andolsun biz sizin benzerlerinizi hep helak ettik. Öğüt alan yok mudur?

وَكُلُّ شَىْءٍۢ فَعَلُوهُ فِى ٱلزُّبُرِ ﴿٥٢﴾

Ve işledikleri her şey, kitaplardadır.

Alİ Bulaç

Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır.

Çeviriyazı

veküllü şey'in fe`alûhü fi-zzübür.

Diyanet İşleri

İnsanların yaptıkları her şey kitablarda kayıtlıdır.

Diyanet Vakfı

Yaptıkları her şey kitaplarda (amel defterlerinde) mevcuttur.

Edip Yüksel

Tüm yaptıkları kitaplarda kayıtlıdır.

Elmalılı Hamdi Yazır

İşledikleri her şey, kitaplarda mevcuttur.

Öztürk

Onların yapmış oldukları her şey defterlerdedir.

Suat Yıldırım

Onların yaptıkları her şey, defterlerde kayıtlıdır.Küçük, büyük her şey, satır satır yazılıdır. [82,10-11]

Süleyman Ateş

İşledikleri her şey, Kitaplarda mevcuttur.

وَكُلُّ صَغِيرٍۢ وَكَبِيرٍۢ مُّسْتَطَرٌ ﴿٥٣﴾

Ve küçük, büyük, hepsi de yazılıdır.

Alİ Bulaç

Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır.

Çeviriyazı

veküllü ṣagîriv vekebîrim müsteṭar.

Diyanet İşleri

Küçük ve büyük, hepsi satır satırdır.

Diyanet Vakfı

Küçük büyük her şey satır satır yazılmıştır.

Edip Yüksel

Küçük ve büyük hepsi yazılmıştır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Küçük, büyük hepsi satır satır yazılmıştır.

Öztürk

Küçük-büyük tümü, satır satır yazılmıştır.

Suat Yıldırım

Onların yaptıkları her şey, defterlerde kayıtlıdır.Küçük, büyük her şey, satır satır yazılıdır. [82,10-11]

Süleyman Ateş

Küçük, büyük hepsi satır satır yazılmıştır.

إِنَّ ٱلْمُتَّقِينَ فِى جَنَّٰتٍۢ وَنَهَرٍۢ ﴿٥٤﴾

Şüphe yok ki çekinenler, cennetlerdedir, ırmakların başlarında.

Alİ Bulaç

Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nehir (çevresin)dedirler.

Çeviriyazı

inne-lmütteḳîne fî cennâtiv veneher.

Diyanet İşleri

Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, güçlü hükümdarın katında, yüksek bir derecede, cennetlerde ferahlık ve aydınlık içindedirler.

Diyanet Vakfı

Takva sahipleri cennetlerde ve ırmakların kenarlarındadır.

Edip Yüksel

Erdemliler, cennetler (bahçeler) ve ırmaklar içindedir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Takva sahipleri cennetlerde, nur içindedirler.

Öztürk

Korunup sakınanlar; bahçelerde, nehir kıyılarındadır.

Suat Yıldırım

Ama müttakiler ise cennetlerde, bahçelerde ve ırmak kenarındadırlar.

Süleyman Ateş

Korunanlar cennetlerde ırmaklar(ın kenarın)dadırlar.

فِى مَقْعَدِ صِدْقٍ عِندَ مَلِيكٍۢ مُّقْتَدِرٍۭ ﴿٥٥﴾

Gerçeklik makamında, çok kudretli bir büyük padişah katında.

Alİ Bulaç

Çok kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah)ın yanında doğruluk makamındadırlar.

Çeviriyazı

fî maḳ`adi ṣidḳin `inde melîkim muḳtedir.

Diyanet İşleri

Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, güçlü hükümdarın katında, yüksek bir derecede, cennetlerde ferahlık ve aydınlık içindedirler.

Diyanet Vakfı

Güçlü ve Yüce Allah'ın huzurunda hak meclisindedirler.

Edip Yüksel

Güçlü Kralın yanında onurlu makamlardadırlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Güçlü padişahın huzurunda doğruluk koltuklarındadırlar.

Öztürk

Güçlü bir padişahın/bir Melîk'in katında, özü-sözü birlere has oturma yerlerinde...

Suat Yıldırım

Son derece kuvvetli o Hükümdarın, hak ve dürüstlük meclisinde yerlerini alırlar.

Süleyman Ateş

Güçlü padişahın huzurunda doğruluk koltuklarında(memnunluk içinde)dirler.