Main pages

Surah The Pen [Al-Qalam] in Turkish

Surah The Pen [Al-Qalam] Ayah 52 Location Maccah Number 68

نٓ ۚ وَٱلْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ ﴿١﴾

Nun, andolsun kaleme ve yazdıklarına.

Alİ Bulaç

Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun.

Çeviriyazı

nûn. velḳalemi vemâ yesṭurûn.

Diyanet İşleri

Nun; kalem ve onunla yazılanlara and olsun ki, sen Rabbinin nimetine uğramış bir kimsesin, deli (cinlenmiş) değilsin.

Diyanet Vakfı

Nun. Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki,

Edip Yüksel

NuN, kaleme ve yazdıklarına andolsun.

Elmalılı Hamdi Yazır

Nûn, Kaleme ve yazdıklarına andolsun.

Öztürk

Nûn! Yemin olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına

Suat Yıldırım

Nûn. Kalem ve ehl-i kalemin satırlara dizdikleri ve dizecekleri şeyler hakkı için:

Süleyman Ateş

Nun. Kaleme ve (kalemle) yazdıklarına andolsun.

مَآ أَنتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍۢ ﴿٢﴾

Sen, Rabbinin nimeti sayesinde deli değilsin.

Alİ Bulaç

Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin.

Çeviriyazı

mâ ente bini`meti rabbike bimecnûn.

Diyanet İşleri

Nun; kalem ve onunla yazılanlara and olsun ki, sen Rabbinin nimetine uğramış bir kimsesin, deli (cinlenmiş) değilsin.

Diyanet Vakfı

Sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin.

Edip Yüksel

Sen Rabbinin nimetiyle delirmiş değilsin.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sen Rabbinin nimetiyle mecnun değilsin.

Öztürk

Ki sen, cin tasallutuna uğramış değilsin; Rabbinin nimeti sayesinde,

Suat Yıldırım

Rabbinin lütfuyla, deli değilsin.

Süleyman Ateş

Sen, Rabbinin ni'metiyle cinlenmiş (deli) değilsin.

وَإِنَّ لَكَ لَأَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍۢ ﴿٣﴾

Ve sana, tükenmez, minnetsiz bir mükafat var.

Alİ Bulaç

Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır.

Çeviriyazı

veinne leke leecran gayra memnûn.

Diyanet İşleri

Doğrusu sana kesintisiz bir ecir vardır.

Diyanet Vakfı

Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükafat vardır.

Edip Yüksel

Senin için kesintisiz bir ödül vardır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kuşkusuz senin için tükenmez bir ecir var.

Öztürk

Senin için kesintisiz bir ödül var.

Suat Yıldırım

Hem senin ecrin, mükâfatın hiç kesilmez! [11,108; 95,6; 41,8]

Süleyman Ateş

Senin için kesintisiz bir mükafat vardır.

وَإِنَّكَ لَعَلَىٰ خُلُقٍ عَظِيمٍۢ ﴿٤﴾

Ve şüphe yok ki sen, pek büyük bir ahlaka sahipsin elbette.

Alİ Bulaç

Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.

Çeviriyazı

veinneke le`alâ ḫulüḳin `ażîm.

Diyanet İşleri

Şüphesiz sen büyük bir ahlaka sahipsindir.

Diyanet Vakfı

Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.

Edip Yüksel

Kuşkusuz sen güçlü bir karaktere sahipsin.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.

Öztürk

Ve gerçekten sen, çok büyük bir ahlak üzerindesin.

Suat Yıldırım

Ve sen pek yüksek bir ahlâk üzerindesin! [33,21]

Süleyman Ateş

Ve sen, büyük bir ahlak üzerindesin.

فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ ﴿٥﴾

Yakında sen de görürsün ve onlar da görürler.

Alİ Bulaç

Artık yakında göreceksin ve onlar da görecekler.

Çeviriyazı

fesetübṣiru veyübṣirûn.

Diyanet İşleri

Hanginizin aklından zoru olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.

Diyanet Vakfı

(Sen de) göreceksin, onlar da görecekler,

Edip Yüksel

Sen de göreceksin, onlar da görecekler;

Elmalılı Hamdi Yazır

Sen de göreceksin, onlar da görecek.

Öztürk

Yakında göreceksin, onlar da görecekler,

Suat Yıldırım

Yakında göreceksin, onlar da görecekler.

Süleyman Ateş

(Sen de) Göreceksin, onlar da görecekler;

بِأَييِّكُمُ ٱلْمَفْتُونُ ﴿٦﴾

Deliliğe uğramış hanginiz?

Alİ Bulaç

Sizden, hanginizin 'fitneye tutulup-çıldırdığını.'

Çeviriyazı

bieyyikümü-lmeftûn.

Diyanet İşleri

Hanginizin aklından zoru olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.

Diyanet Vakfı

Hanginizde delilik olduğunu yakında.

Edip Yüksel

Hanginizin şaşkın olduğunu.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hanginizde imiş o fitne ve cinnet.

Öztürk

Hanginizmiş fitneye tutulan, deliren!

Suat Yıldırım

Hanginizde imiş o dertler, o delilikler.

Süleyman Ateş

Hanginizin fitnelenmiş (cin çarpmış delirmiş) olduğunu.

إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِۦ وَهُوَ أَعْلَمُ بِٱلْمُهْتَدِينَ ﴿٧﴾

Şüphe yok ki Rabbin, kendi yolundan sapanı da daha iyi bilir ve o, doğru yolu bulanları da daha iyi bilir.

Alİ Bulaç

Elbette senin Rabbin, kimin Kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir; ve kimin hidayete erdiğini de daha iyi bilendir.

Çeviriyazı

inne rabbeke hüve a`lemü bimen ḍalle `an sebîlih. vehüve a`lemü bilmühtedîn.

Diyanet İşleri

Doğrusu senin Rabbin, yolundan sapıtanları çok iyi bilir; O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir.

Diyanet Vakfı

Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O'dur

Edip Yüksel

Rabbin, kimin yolundan sapmış olduğunu da en iyi bilir, doğru yolda olanları da en iyi bilir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Doğrusu Rabbin, yolundan sapanı en iyi bilendir. Hidayete ereni de en iyi bilen O'dur.

Öztürk

Senin Rabbin, evet O'dur kendi yolundan kimin saptığını en iyi bilen. Ve O'dur kimin doğruya ve güzele kılavuzlandığını en iyi bilen.

Suat Yıldırım

Senin Rabbin şüphesiz pek iyi bilir:Allah yolundan sapanlar kimdir ve O'nun yolunu tutanlar kimdir.

Süleyman Ateş

Şüphesiz Rabbin, kim(ler)in kendi yolundan saptığını ve kimlerin yolda olduğunu en iyi bilen O'dur.

فَلَا تُطِعِ ٱلْمُكَذِّبِينَ ﴿٨﴾

Artık yalanlayanlara itaat etme.

Alİ Bulaç

Şu halde yalanlayanlara itaat etme.

Çeviriyazı

felâ tüṭi`i-lmükeẕẕibîn.

Diyanet İşleri

Bundan böyle, yalanlayanlara itaat etme;

Diyanet Vakfı

O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme!

Edip Yüksel

Öyleyse yalanlayanlara uyma.

Elmalılı Hamdi Yazır

O halde, yalanlayıcılara itaat etme.

Öztürk

O halde, yalanlayanlara itaat etme!

Suat Yıldırım

O halde, hakkı yalan sayanların, sözlerine sakın uyma.

Süleyman Ateş

Öyleyse yalanlayanlara ita'at etme.

وَدُّوا۟ لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ ﴿٩﴾

Onlara yumuşaklık göstermeni arzularlar, öyle hareket etsen onlar da yumuşaklık gösterirler.

Alİ Bulaç

Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.

Çeviriyazı

veddû lev tüdhinü feyüdhinûn.

Diyanet İşleri

(Onlar sana indirilen ayetlerden beğenmediklerini bırakman suretiyle senin) kendilerine yumuşak davranmanı isterler; böyle yapsan, onlar da seni över, yumuşak davranırlar.

Diyanet Vakfı

Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.

Edip Yüksel

Kendilerinin ödün verip uzlaşabilmesi için senin de ödün verip uzlaşmanı istediler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar istediler ki yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.

Öztürk

İstediler ki sen, alttan alıp gevşek davranasın/yağcılık edesin de onlar da yağcılık etsinler/yumuşaklık göstersinler.

Suat Yıldırım

İsterler ki sen gevşeyesin de, böylece kendileri de yumuşasınlar.

Süleyman Ateş

İstediler ki, sen yağcılık yapasın da onlar da yağcılık yapsınlar (sana yumuşak davransınlar).

وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍۢ مَّهِينٍ ﴿١٠﴾

Ve itaat etme çok yemin edenlerin, reyinde isabet bulunmayanların hiçbirine.

Alİ Bulaç

Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık,

Çeviriyazı

velâ tüṭi` külle ḥallâfim mehîn.

Diyanet İşleri

Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etmeyesin.

Diyanet Vakfı

Şunların hiçbirine itaat etme: yemin edip duran, aşağılık,

Edip Yüksel

Şunların hiçbirine uyma: yemin edip duran, aşağılık,

Elmalılı Hamdi Yazır

Şunların hiçbirine boyun eğme: Yemin edip duran aşağılık,

Öztürk

Şunların hiçbirine eğilme, uyma: Çok yemin eden, bayağı-alçak,

Suat Yıldırım

Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, hem de soysuz olana! Kendisine âyetlerimiz okunduğunda “Bu eski insanların masalları!” diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız. [74,11-26; 6,25; 8,31; 46,17]

Süleyman Ateş

Şunların hiçbirine ita'at etme: Yemin edip duran aşağılık,

هَمَّازٍۢ مَّشَّآءٍۭ بِنَمِيمٍۢ ﴿١١﴾

Ayıp arayan, kovucu ve söz getirip götürücüyle.

Alİ Bulaç

Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan),

Çeviriyazı

hemmâzim meşşâim binemîm.

Diyanet İşleri

Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etmeyesin.

Diyanet Vakfı

(Herkesi) kötüleğen, söz götürüp getiren,

Edip Yüksel

İftiracı, söz götürüp getiren,

Elmalılı Hamdi Yazır

Daima kusur arayıp kınayan, hep lâf götürüp getiren,

Öztürk

Alaycı/gammaz, koğuculuk için dolaşıp duran,

Suat Yıldırım

Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, hem de soysuz olana! Kendisine âyetlerimiz okunduğunda “Bu eski insanların masalları!” diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız. [74,11-26; 6,25; 8,31; 46,17]

Süleyman Ateş

Kötüleyip duran, söz götürüp getiren,

مَّنَّاعٍۢ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ ﴿١٢﴾

Hayrı tamamıyla meneden haddini aşmış suçluya.

Alİ Bulaç

Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar,

Çeviriyazı

mennâ`il lilḫayri mü`tedin eŝîm.

Diyanet İşleri

Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etmeyesin.

Diyanet Vakfı

Hayra engel olan, mütecaviz ve saldırgan günahkar,

Edip Yüksel

İyiliğe ve yardıma engel olan, saldırgan, günahkar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hayra engel olan, saldırgan, günahkâr,

Öztürk

Hayrı engelleyen, sınır tanımaz-saldırgan, günaha batmış,

Suat Yıldırım

Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, hem de soysuz olana! Kendisine âyetlerimiz okunduğunda “Bu eski insanların masalları!” diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız. [74,11-26; 6,25; 8,31; 46,17]

Süleyman Ateş

Hayra engel olan, saldırgan, günahkar,

عُتُلٍّۭ بَعْدَ ذَٰلِكَ زَنِيمٍ ﴿١٣﴾

Ayrıca da çirkin ve kötü huylu soysuza.

Alİ Bulaç

Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik;

Çeviriyazı

`utüllim ba`de ẕâlike zenîm.

Diyanet İşleri

Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etmeyesin.

Diyanet Vakfı

Kaba ve kötülükle damgalı,

Edip Yüksel

İnsafsız ve sahtekar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kaba ve haşin, sonra da kötülükle damgalı,

Öztürk

Kaba/obur, bütün bunlardan sonra da soyu bozuk, kötülükle damgalı.

Suat Yıldırım

Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, hem de soysuz olana! Kendisine âyetlerimiz okunduğunda “Bu eski insanların masalları!” diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız. [74,11-26; 6,25; 8,31; 46,17]

Süleyman Ateş

Kaba, sonra da kötülükle damgalı,

أَن كَانَ ذَا مَالٍۢ وَبَنِينَ ﴿١٤﴾

Malmülk ve evlat sahibi bile olsa.

Alİ Bulaç

Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye,

Çeviriyazı

en kâne ẕâ mâliv vebenîn.

Diyanet İşleri

Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etmeyesin.

Diyanet Vakfı

Mal ve oğullar sahibi olmuş diye (böyle yolunu şaşırmış)

Edip Yüksel

Mal ve çocuk sahibidir diye (onlara uyma).

Elmalılı Hamdi Yazır

Mal ve oğulları var diye (böyle davranır).

Öztürk

Mal ve oğullar sahibi olmuş da ne olmuş?

Suat Yıldırım

Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, hem de soysuz olana! Kendisine âyetlerimiz okunduğunda “Bu eski insanların masalları!” diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız. [74,11-26; 6,25; 8,31; 46,17]

Süleyman Ateş

Mal ve oğullar sahibi olmuş diye (yolunu şaşırmış).

إِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِ ءَايَٰتُنَا قَالَ أَسَٰطِيرُ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿١٥﴾

Ona ayetlerimizi okuyunca eskilere ait masallar dedi.

Alİ Bulaç

Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: \"(Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır\" diyen.

Çeviriyazı

iẕâ tütlâ `aleyhi âyâtünâ ḳâle esâṭîru-l'evvelîn.

Diyanet İşleri

Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: \"Öncekilerin masalları\" der.

Diyanet Vakfı

Ona ayetlerimiz okunduğu zaman o, \"Öncekilerin masalları!\" der.

Edip Yüksel

Ayetlerimiz kendisine okunduğu zaman, \"Efsane\" der.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kendisine âyetlerimiz okunduğunda: \"Eskilerin masalları\" der.

Öztürk

Ayetlerimiz ona okunduğunda şöyle der: \"Daha öncekilerin masalları!\"

Suat Yıldırım

Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, hem de soysuz olana! Kendisine âyetlerimiz okunduğunda “Bu eski insanların masalları!” diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız. [74,11-26; 6,25; 8,31; 46,17]

Süleyman Ateş

Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: \"Eskilerin masalları\" der.

سَنَسِمُهُۥ عَلَى ٱلْخُرْطُومِ ﴿١٦﴾

Büyüyüp bir hortuma dönen burnuna, yakında bir damga vururuz.

Alİ Bulaç

Yakında Biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız.

Çeviriyazı

senesimühû `ale-lḫurṭûm.

Diyanet İşleri

Onun havada olan burnunu yakında yere sürteceğiz.

Diyanet Vakfı

Biz yakında onun burnuna damga vuracağız (kibirini kırıp rezil edeceğiz).

Edip Yüksel

Onun burnunu işaretliyeceğiz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yakında biz onu hortumunun (burnunun) üzerinden damgalayacağız.

Öztürk

Yakında biz onun hortumu üzerine damga basacağız/burnunu sürteceğiz.

Suat Yıldırım

Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, hem de soysuz olana! Kendisine âyetlerimiz okunduğunda “Bu eski insanların masalları!” diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız. [74,11-26; 6,25; 8,31; 46,17]

Süleyman Ateş

Biz onu burnunun üzerine damga vurup işaretleyeceğiz.

إِنَّا بَلَوْنَٰهُمْ كَمَا بَلَوْنَآ أَصْحَٰبَ ٱلْجَنَّةِ إِذْ أَقْسَمُوا۟ لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ ﴿١٧﴾

Ve biz, onları açlıkla, kıtlıkla sınarız, nitekim o bahçe sahiplerini de sınamıştık; hani, sabahleyin erkenden, bahçelerindeki mahsulü kesmeye ant içmişlerdi.

Alİ Bulaç

Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi.

Çeviriyazı

innâ belevnâhüm kemâ belevnâ aṣḥâbe-lcenneh. iẕ aḳsemû leyaṣrimünnehâ muṣbiḥîn.

Diyanet İşleri

Biz bunları, vaktiyle bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik. Sahipleri daha sabah olmadan, bahçeyi devşireceklerine bir istisna payı bırakmaksızın yemin etmişlerdi.

Diyanet Vakfı

Biz, vaktiyle \"bahçe sahipleri\" ne bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik. Hani onlar (bahçe sahipleri), sabah olurken (kimse görmeden) onu (mahsullerini) devşireceklerine yemin etmişlerdi.

Edip Yüksel

Onları sınadık; tıpkı bahçe sahiplerini sınadığımız gibi. Sabahleyin devşireceklerine yemin etmişlerdi.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz onlara da belâ verdik, bahçe sahiplerine verdiğimiz gibi. Hani onlar sabah olunca bahçeyi mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.

Öztürk

Biz onları, o bahçe sahiplerini belalandırdığımız gibi belalandırdık. Hani, onlar sabaha çıktıklarında, bahçeyi mutlaka kesip biçeceklerine yemin etmişlerdi.

Suat Yıldırım

Biz tıpkı o bahçe sahiplerini sınadığımız gibi, bunları da sınadık.Onlar sabah erken mahsulü devşireceklerini yeminle pekiştirip kesin söylemiş, (inşaallah dememiş), Allah'ın iznine bağlamamışlardı. Ayrıca fakirlerin payını düşünmemişlerdi.

Süleyman Ateş

Biz bunlara da bela verdik, şu bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi: Hani onlar, sabah olunca bahçeyi mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.

وَلَا يَسْتَثْنُونَ ﴿١٨﴾

Ve Tanrı dilerse de dememişlerdi.

Alİ Bulaç

(Bu konuda) Hiçbir istisna yapmıyorlardı.

Çeviriyazı

velâ yesteŝnûn.

Diyanet İşleri

Biz bunları, vaktiyle bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik. Sahipleri daha sabah olmadan, bahçeyi devşireceklerine bir istisna payı bırakmaksızın yemin etmişlerdi.

Diyanet Vakfı

Onlar istisna da etmiyorlardı.

Edip Yüksel

Bundan hiç bir kuşkuları yoktu.

Elmalılı Hamdi Yazır

İstisna da etmiyorlardı (\"inşaallah\" demiyorlardı).

Öztürk

Hiçbir istisna tanımıyorlardı.

Suat Yıldırım

Biz tıpkı o bahçe sahiplerini sınadığımız gibi, bunları da sınadık.Onlar sabah erken mahsulü devşireceklerini yeminle pekiştirip kesin söylemiş, (inşaallah dememiş), Allah'ın iznine bağlamamışlardı. Ayrıca fakirlerin payını düşünmemişlerdi.

Süleyman Ateş

İstisna da etmiyorlar(Allah dilerse biçeriz demiyorlar)dı.

فَطَافَ عَلَيْهَا طَآئِفٌۭ مِّن رَّبِّكَ وَهُمْ نَآئِمُونَ ﴿١٩﴾

Halbuki bahçenin üstünde, Rabbinden gelen bir felaket dolaşmadaydı ki onlar uyuyorlardı.

Alİ Bulaç

Fakat onlar, uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela' onun üstünü sarıp-kuşatıverdi.

Çeviriyazı

feṭâfe `aleyhâ ṭâifüm mir rabbike vehüm nâimûn.

Diyanet İşleri

Ama onlar daha uykudayken Rabbinin katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sarıvermişti de bahçe kapkara kesilmişti.

Diyanet Vakfı

Fakat onlar daha uykudayken Rabbinin katından (gönderilen) kuşatıcı bir afet (ateş) bahçeyi sarıverdi de,

Edip Yüksel

Onlar uykudayken Rabbin tarafından gönderilen bir ziyaretçi (fırtına) bahçelerini ziyaret etti.

Elmalılı Hamdi Yazır

Fakat onlar uyurken dolaşıcı bir belâ onu sardı da,

Öztürk

Ama onlar uyumaktayken, Rabbinden gelen bir dolaşıcı bahçeyi dolaştı da,

Suat Yıldırım

Fakat onlar henüz uykuda iken, Rabbin tarafından gönderilen bir afet bahçeyi kapladı. Bahçe sabahleyin siyah kül haline geliverdi. {KM, Tekvin 32,3; II Samuel 24,16; II Tarihler 32,21}

Süleyman Ateş

Fakat onlar uyurlarken hemen (gönderilen) dolaşıcı bir bela, onu sardı da,

فَأَصْبَحَتْ كَٱلصَّرِيمِ ﴿٢٠﴾

Derken bahçe, bütün mahsulü kesilip biçilmiş, kupkuru çorak bir yere, bir çöle dönmüştü.

Alİ Bulaç

Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi.

Çeviriyazı

feaṣbeḥat keṣṣarîm.

Diyanet İşleri

Ama onlar daha uykudayken Rabbinin katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sarıvermişti de bahçe kapkara kesilmişti.

Diyanet Vakfı

Bahçe kapkara kesildi.

Edip Yüksel

Ve bahçe meyvesiz kalmıştı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bahçe simsiyah kesiliverdi.

Öztürk

O, simsiyah kesiliverdi.

Suat Yıldırım

Fakat onlar henüz uykuda iken, Rabbin tarafından gönderilen bir afet bahçeyi kapladı. Bahçe sabahleyin siyah kül haline geliverdi. {KM, Tekvin 32,3; II Samuel 24,16; II Tarihler 32,21}

Süleyman Ateş

Bahçe simsiyah kesiliverdi.

فَتَنَادَوْا۟ مُصْبِحِينَ ﴿٢١﴾

Sabahleyin birbirlerine sesleniyorlardı.

Alİ Bulaç

Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler.

Çeviriyazı

fetenâdev muṣbiḥîn.

Diyanet İşleri

Sabah erken: \"Ürünlerinizi devşirecekseniz erken çıkın\" diye birbirlerine seslendiler.

Diyanet Vakfı

Sabah olurken birbirlerine seslendiler.

Edip Yüksel

Sabahleyin birbirlerine seslendiler:

Elmalılı Hamdi Yazır

Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler:

Öztürk

Sabaha çıktıklarında birbirlerine seslendiler:

Suat Yıldırım

Onlar ise olup bitenden habersiz, neşeli neşeli birbirlerine seslendiler: “Haydi, mâdem devşireceksiniz, çabuk ekininizin başına!”

Süleyman Ateş

Sabahleyin birbirlerine seslendiler:

أَنِ ٱغْدُوا۟ عَلَىٰ حَرْثِكُمْ إِن كُنتُمْ صَٰرِمِينَ ﴿٢٢﴾

Mahsulünüzü kesip devşirecekseniz erkence koşun, gidin.

Alİ Bulaç

\"Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın.\"

Çeviriyazı

eni-gdû `alâ ḥarŝiküm in küntüm ṣârimîn.

Diyanet İşleri

Sabah erken: \"Ürünlerinizi devşirecekseniz erken çıkın\" diye birbirlerine seslendiler.

Diyanet Vakfı

\"Madem devşireceksiniz, hadi erkenden mahsülünüzün başına gidin!\" diye.

Edip Yüksel

\"Devşirecekseniz, haydi ekinlerinize erken varın.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Haydi, devşirecekseniz erkenden ekininize gidin\" diye.

Öztürk

\"Hadi, eğer biçecekseniz ekininize erken gidin.\"

Suat Yıldırım

Onlar ise olup bitenden habersiz, neşeli neşeli birbirlerine seslendiler: “Haydi, mâdem devşireceksiniz, çabuk ekininizin başına!”

Süleyman Ateş

Haydi devşirecekseniz erkenden ekininize gidin diye.

فَٱنطَلَقُوا۟ وَهُمْ يَتَخَٰفَتُونَ ﴿٢٣﴾

Derken yola düştüler ve birbirlerine de gizlice diyorlardı ki.

Alİ Bulaç

Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler:

Çeviriyazı

fenṭaleḳû vehüm yeteḫâfetûn.

Diyanet İşleri

\"Bugün orada, hiçbir düşkün kimse yanımıza sokulmasın\" diye gizli gizli konuşarak yürüyorlardı.

Diyanet Vakfı

Derken yürüyorlardı; fısıldaşıyorlardı.

Edip Yüksel

Derken yola çıktılar, aralarında konuşuyorlardı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Derken fırladılar, aralarında fısıldaşıyorlardı.

Öztürk

Yola koyuldular. Aralarında fısıldaşıyorlardı:

Suat Yıldırım

Hemen yola koyuldular. Bir taraftan da aralarında şöyle fiskos ediyorlardı: “Sakın, bugün yanımıza fakir fukara gelmesin, onların bahçeye girmelerine hiç imkân vermeyin!”

Süleyman Ateş

Derken yürüdüler; fısıldaşıyorlardı:

أَن لَّا يَدْخُلَنَّهَا ٱلْيَوْمَ عَلَيْكُم مِّسْكِينٌۭ ﴿٢٤﴾

Bugün hiçbir yoksula yol vermeyin, yanınıza gelmesin sakın.

Alİ Bulaç

\"Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın.\"

Çeviriyazı

el lâ yedḫulennehe-lyevme `aleyküm miskîn.

Diyanet İşleri

\"Bugün orada, hiçbir düşkün kimse yanımıza sokulmasın\" diye gizli gizli konuşarak yürüyorlardı.

Diyanet Vakfı

\"Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın\"diye.

Edip Yüksel

\"Sakın, bugün hiçbir yoksul oraya yanınıza girmesin.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın\" diyorlardı.

Öztürk

\"Hey! Bugün oraya bir yoksul girip yanınıza gelmesin!\"

Suat Yıldırım

Hemen yola koyuldular. Bir taraftan da aralarında şöyle fiskos ediyorlardı: “Sakın, bugün yanımıza fakir fukara gelmesin, onların bahçeye girmelerine hiç imkân vermeyin!”

Süleyman Ateş

Sakın, bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın diye.

وَغَدَوْا۟ عَلَىٰ حَرْدٍۢ قَٰدِرِينَ ﴿٢٥﴾

Ve kendilerini, yoksulları men etmeye güçleri yeter sanarak erkenden gittiler.

Alİ Bulaç

(Yoksulları) Engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden gittiler.

Çeviriyazı

vegadev `alâ ḥardin ḳâdirîn.

Diyanet İşleri

Yoksullara yardım etmeye güçleri yeterken böyle konuşarak erkenden gittiler.

Diyanet Vakfı

(Evet yoksullara yardıma) güçleri yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek niyet ve azmi ile erkenden yola düştüler.

Edip Yüksel

Sonuçtan emin bir halde erken vardılar.

Elmalılı Hamdi Yazır

(Zanlarınca yoksulları) engellemeye güçleri yeterek erkenden gittiler.

Öztürk

Sadece engellemeye, şiddete güçleri yeten kişiler olarak erkenden vardılar.

Suat Yıldırım

Yoksulları engelleme azmi içinde ilerlediler.

Süleyman Ateş

Devşirebileceklerini umarak erkenden gittiler.

فَلَمَّا رَأَوْهَا قَالُوٓا۟ إِنَّا لَضَآلُّونَ ﴿٢٦﴾

Bahçeyi görünce gerçekten de dediler, elbette yolumuzu şaşırdık.

Alİ Bulaç

Ama onu görünce: \"Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız\" dediler.

Çeviriyazı

felemmâ raevhâ ḳâlû innâ leḍâllûn.

Diyanet İşleri

Bahçeyi gördüklerinde: \"Herhalde yolumuzu şaşırmış olacağız; belki de biz yoksun bırakıldık\" dediler.

Diyanet Vakfı

Fakat bahçeyi gördüklerinde: Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız! dediler.

Edip Yüksel

Fakat bahçeyi görünce, \"Biz yolu şaşırdık,\" dediler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Fakat bahçeyi gördüklerinde: \"Biz herhalde yanlış gelmişiz\" dediler.

Öztürk

Fakat bahçeyi görünce: \"Yahu, biz yanlış gelmişiz.\" dediler!

Suat Yıldırım

Bahçeyi görünce: apışıp kaldılar. “Galiba yolu şaşırdık, yanlış yere geldik!” dediler.

Süleyman Ateş

Fakat bahçeyi görünce: \"Herhalde biz yolu şaşırdık.\" dediler.

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ ﴿٢٧﴾

Hayır dediler, biz mahrum olup gitmişiz.

Alİ Bulaç

\"Hayır, biz (herşeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık.\"

Çeviriyazı

bel naḥnü maḥrûmûn.

Diyanet İşleri

Bahçeyi gördüklerinde: \"Herhalde yolumuzu şaşırmış olacağız; belki de biz yoksun bırakıldık\" dediler.

Diyanet Vakfı

Yok yok, doğrusu biz mahrum bırakılmışız!

Edip Yüksel

\"Yok, doğrusu biz yoksun bırakıldık.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Yok, biz mahrum edilmişiz.\" (dediler).

Öztürk

\"Hayır, hayır! Biz mahrum edilenleriz.\"

Suat Yıldırım

Çok geçmeden işi anlayınca: “Hayır! dediler, Doğrusu felakete uğramışız!”

Süleyman Ateş

Hayır, doğrusu biz mahrum bırakıldık!

قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ ﴿٢٨﴾

İçlerinden en iyileri, ben demedim miydi size dedi, mabudunuzu tenzih etseniz ne olurdu.

Alİ Bulaç

(İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: \"Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?\"

Çeviriyazı

ḳâle evseṭuhüm elem eḳul leküm levlâ tüsebbiḥûn.

Diyanet İşleri

Ortancaları: \"Ben size Allah'ı anmanız gerekmez mi, dememiş miydim?\" dedi.

Diyanet Vakfı

İçlerinden en makul olanı şöyle dedi: Ben size \"Rabbinizi tesbih etsenize\" dememiş miydim?

Edip Yüksel

Ortancaları (erdemlileri), \"Ben size demedim mi? Rabbinizi yüceltmeniz gerekmez miydi?\" dedi.

Elmalılı Hamdi Yazır

İçlerinde en makul olanı şöyle dedi: \"Ben size Rabbinizi tesbih etsenize dememiş miydim?\"

Öztürk

Ortancaları/ılımlı olanı şöyle dedi: \"Ben size söylemedim mi? Tespih etseydiniz ya!\"

Suat Yıldırım

En makul olanları ise: “Ben size Allah'ı zikretmenizi söylememiş miydim!” dedi.

Süleyman Ateş

Orta(yolda giden iyi)leri: \"Ben size demedim mi? Rabbinizi tesbih etmeniz gerekmez miydi?\" dedi.

قَالُوا۟ سُبْحَٰنَ رَبِّنَآ إِنَّا كُنَّا ظَٰلِمِينَ ﴿٢٩﴾

Dediler ki: Şanı yücedir Rabbimizin, gerçekten de zalimlerden olduk biz.

Alİ Bulaç

Dediler ki: \"Rabbimiz Seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz.\"

Çeviriyazı

ḳâlû sübḥâne rabbinâ innâ künnâ żâlimîn.

Diyanet İşleri

\"Rabbimizi tenzih ederiz; doğrusu biz yazık etmiştik\" dediler.

Diyanet Vakfı

Rabbimizi tesbih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz, dediler.

Edip Yüksel

Dediler ki, \"Rabbimiz yücedir. Biz zalimler imişiz.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz zalimler imişiz.\" (dediler).

Öztürk

O zaman dediler ki: \"Tespih ederiz seni, ey Rabbimiz! Gerçekten biz zalimler olduk.\"

Suat Yıldırım

Bunun üzerine “Sübhansın ya Rabbenâ, her türlü noksandan uzaksın! Doğrusu biz kendimize zulmetmişiz!” deyip, birbirlerini kınamaya başladılar.

Süleyman Ateş

Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz zulmedenlermişiz! dediler.

فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍۢ يَتَلَٰوَمُونَ ﴿٣٠﴾

Bir birlerine dönerek birbirlerini kınamaya başladılar.

Alİ Bulaç

Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar.

Çeviriyazı

feaḳbele ba`ḍuhüm `alâ ba`ḍiy yetelâvemûn.

Diyanet İşleri

Birbirlerini yermeye başladılar.

Diyanet Vakfı

Ardından, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar.

Edip Yüksel

Ve hemen birbirlerini suçlamaya başladılar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ardından suçu birbirlerine yüklemeye başladılar.

Öztürk

Bunun üzerine birbirlerini kınamaya başladılar.

Suat Yıldırım

Bunun üzerine “Sübhansın ya Rabbenâ, her türlü noksandan uzaksın! Doğrusu biz kendimize zulmetmişiz!” deyip, birbirlerini kınamaya başladılar.

Süleyman Ateş

Dönüp birbirlerini kınamağa başladılar:

قَالُوا۟ يَٰوَيْلَنَآ إِنَّا كُنَّا طَٰغِينَ ﴿٣١﴾

Yazıklar olsun bize dediler, gerçekten de azmışız biz.

Alİ Bulaç

\"Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız\" dediler.

Çeviriyazı

ḳâlû yâ veylenâ innâ künnâ ṭâgîn.

Diyanet İşleri

Sonra şöyle dediler: \"Yazıklar olsun bize; doğrusu azgınlık edenlerdendik.\"

Diyanet Vakfı

(Nihayet) şöyle dediler: Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz.

Edip Yüksel

Dediler ki, \"Yazıklar olsun bize. Azgınmışız.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Yazıklar olsun bize, dediler, biz azgınlarmışız.

Öztürk

\"Yazıklar olsun bize, dediler, biz gerçekten azgınlarmışız!\"

Suat Yıldırım

“Yazıklar olsun bize, ne azgın kimselermişiz!”

Süleyman Ateş

Yazık bize, dediler, biz azgınlarmışız!

عَسَىٰ رَبُّنَآ أَن يُبْدِلَنَا خَيْرًۭا مِّنْهَآ إِنَّآ إِلَىٰ رَبِّنَا رَٰغِبُونَ ﴿٣٢﴾

Umulur ki Rabbimiz, onun yerine bize daha da hayırlısını verir, gerçekten de biz, Rabbimizi dilemede, ondan istemedeyiz.

Alİ Bulaç

\"Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimiz'e rağbet eden kimseleriz.\"

Çeviriyazı

`asâ rabbünâ ey yübdilenâ ḫayram minhâ innâ ilâ rabbinâ râgibûn.

Diyanet İşleri

\"Belki Rabbimiz bize bundan daha iyisini verir; doğrusu artık, Rabbimizden dilemekteyiz.\"

Diyanet Vakfı

Belki Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Rabbimizi(O'nun hoşnutluğunu) arzuluyoruz.

Edip Yüksel

\"Belki Rabbimiz bize daha iyisini verir. Biz Rabbimize dönüyoruz.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Ola ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz Rabbimize yönelir, ondan umarız.

Öztürk

\"Umarız, Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz de her şeyimizle Rabbimize yöneliriz.\"

Suat Yıldırım

Olur ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz Rabbimizin rahmetini arzu ediyor, O'na dönüyoruz.”

Süleyman Ateş

Belki Rabbimiz, bize onun yerine ondan daha iyisini verir. Biz Rabbimize yönelir, O'ndan umarız. It may be that our Lord will give us better than this in place thereof. Lo! we beseech our Lord.

كَذَٰلِكَ ٱلْعَذَابُ ۖ وَلَعَذَابُ ٱلْءَاخِرَةِ أَكْبَرُ ۚ لَوْ كَانُوا۟ يَعْلَمُونَ ﴿٣٣﴾

İşte bunun gibidir azap ve elbette ahiret azabı, daha da büyüktür bilirseniz.

Alİ Bulaç

İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; bir bilseler.

Çeviriyazı

keẕâlike-l`aẕâb. vele`aẕâbü-l'âḫirati ekber. lev kânû ya`lemûn.

Diyanet İşleri

İşte azap böyledir; ama ahiret azabı daha büyüktür; keşke bilseler!

Diyanet Vakfı

İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!

Edip Yüksel

İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise daha büyüktür. Bir bilselerdi.

Elmalılı Hamdi Yazır

İşte azap böyledir. Elbette ahiret azabı daha büyüktür. Fakat bilselerdi.

Öztürk

İşte böyledir azap! Âhiretin azabı ise gerçekten çok daha büyüktür. Bir bilselerdi!

Suat Yıldırım

Azap böyledir işte! Âhiretteki azap ise daha müthiştir. Keşke bunu bir bilselerdi!

Süleyman Ateş

İşte azab böyledir. Ahiret azabı ise daha büyüktür, keşke bilselerdi.

إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّٰتِ ٱلنَّعِيمِ ﴿٣٤﴾

Şüphe yok ki çekinenlere, Rableri katında Naim cennetleri var.

Alİ Bulaç

Doğrusu, muttaki olanlar için Rableri Katında nimetlerle donatılmış cennetler vardır.

Çeviriyazı

inne lilmütteḳîne `inde rabbihim cennâti-nne`îm.

Diyanet İşleri

Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rableri katında nimet cennetleri vardır.

Diyanet Vakfı

Şu da muhakkak ki, takva sahipleri için Rableri katında nimetleri bol cennetler vardır.

Edip Yüksel

Erdemliler, Rab'lerinden nimet bahçeleri (cennetleri) haketmişlerdir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kuşkusuz korunanlar için de, Rableri katında nimetleri bol bahçeler vardır.

Öztürk

Takva sahipleri için, Rableri katında nimetlerle dolu cennetler vardır.

Suat Yıldırım

Allah'ı sayan, haramlardan sakınan müttakilere ise Rab’leri nezdinde naîm cennetleri vardır.

Süleyman Ateş

Korunanlar için de Rableri katında ni'met bahçeleri vardır.

أَفَنَجْعَلُ ٱلْمُسْلِمِينَ كَٱلْمُجْرِمِينَ ﴿٣٥﴾

Artık Müslümanları da suçlularla bir mi tutacağız?

Alİ Bulaç

Öyleyse, Müslümanları suçlu-günahkar olanlar gibi (eşit) kılar mıyız?

Çeviriyazı

efenec`alü-lmüslimîne kelmücrimîn.

Diyanet İşleri

Kendilerini Allah'a vermiş olanları hiç suçlular gibi tutar mıyız?

Diyanet Vakfı

Öyle ya, (Allah'a) teslimiyet gösterenleri, (o) günahkarlar gibi tutar mıyız hiç?

Edip Yüksel

Müslümanlara suçlular gibi mi davranalım?

Elmalılı Hamdi Yazır

Öyle ya, teslimiyet gösterenleri suçlular gibi tutar mıyız hiç?

Öztürk

Biz, Müslümanları/Allah'a teslim olanları, suçlular gibi yapar mıyız?

Suat Yıldırım

Biz hiç, Allah'a itaat ve teslimiyet gösterenleri suçlu kâfirlerle bir tutar mıyız?

Süleyman Ateş

Biz müslümanları suçlular gibi yapar mıyız hiç?

مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ ﴿٣٦﴾

Ne oldu size ki? Nasıl hükmediyorsunuz?

Alİ Bulaç

Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?

Çeviriyazı

mâ leküm. keyfe taḥkümûn.

Diyanet İşleri

Ne oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyorsunuz?

Diyanet Vakfı

Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?

Edip Yüksel

Neyiniz var, ne biçim hüküm veriyorsunuz?

Elmalılı Hamdi Yazır

Neyiniz var, nasıl hüküm veriyorsunuz?

Öztürk

Neniz var sizin, nasıl hüküm veriyorsunuz?

Suat Yıldırım

Neyiniz var, nasıl olur da böyle bir şey iddia edebilirsiniz? Ne biçim hüküm veriyorsunuz öyle?

Süleyman Ateş

Neyiniz var, nasıl hüküm veriyorsunuz?

أَمْ لَكُمْ كِتَٰبٌۭ فِيهِ تَدْرُسُونَ ﴿٣٧﴾

Yoksa size mahsus bir kitap var da oradan mı okuyorsunuz.

Alİ Bulaç

Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?

Çeviriyazı

em leküm kitâbün fîhi tedrusûn.

Diyanet İşleri

Yoksa okuduğunuz bir kitabınız mı var?

Diyanet Vakfı

Yoksa size ait bir kitap var da, (bu batıl inanışları) onda mı okuyorsunuz?

Edip Yüksel

Yoksa bir kitabınız var da onu mu okuyup duruyorsunuz?

Elmalılı Hamdi Yazır

Yoksa size ait bir kitap var da onda mı okuyorsunuz?

Öztürk

Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan ders mi görüyorsunuz?

Suat Yıldırım

Yoksa size ait bir kitap var da bu kabîl bilgileri oradan mı okuyorsunuz?

Süleyman Ateş

Yoksa sizin bir Kitabınız var da onda mı (bu hükümleri) okuyorsunuz?

إِنَّ لَكُمْ فِيهِ لَمَا تَخَيَّرُونَ ﴿٣٨﴾

Orada, neyi beğenir, isterseniz sizindir diye mi yazılı?

Alİ Bulaç

İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlaka sizin olacak diye.

Çeviriyazı

inne leküm fîhi lemâ teḫayyerûn.

Diyanet İşleri

Seçtikleriniz herhalde orada olacaktır.

Diyanet Vakfı

Onda, beğendiğiniz her şey sizin için mutlaka vardır (diye mi yazılı)?

Edip Yüksel

Ve içinde her dilediğinizi bulabiliyorsunuz?

Elmalılı Hamdi Yazır

O kitapta, \"beğendiğiniz her şey sizindir\" diye mi yazılı?

Öztürk

Onda, keyfinize uyan her şeyi rahatça buluyorsunuz.

Suat Yıldırım

Onda “Siz neyi tercih ederseniz size verilir.” diye bir bilgi mi buluyorsunuz?

Süleyman Ateş

Onda istediğiniz her şeyi buluyorsunuz?

أَمْ لَكُمْ أَيْمَٰنٌ عَلَيْنَا بَٰلِغَةٌ إِلَىٰ يَوْمِ ٱلْقِيَٰمَةِ ۙ إِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَ ﴿٣٩﴾

Yoksa hükmü kıyametedek sürecek antlar mı ettik size, şüphe yok ki ne buyurursanız o olacak sizin için diye?

Alİ Bulaç

Yoksa sizin için üzerimizde kıyamete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlaka sizin kalacak, diye.

Çeviriyazı

em leküm eymânün `aleynâ bâligatün ilâ yevmi-lḳiyâmeti inne leküm lemâ taḥkümûn.

Diyanet İşleri

Yoksa aleyhimizde, kıyamet gününe kadar süregidecek ahidleriniz mi var ki, kendinize hükmettikleriniz sizin olacaktır?

Diyanet Vakfı

Yoksa, \"Ne hükmederseniz mutlaka sizindir\" diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?

Edip Yüksel

Yoksa, dilediğiniz hükmü verebileceğinize dair Diriliş Gününe kadar sürecek bir güvence mi aldınız bizden?

Elmalılı Hamdi Yazır

Yoksa, \"ne hükmederseniz mutlaka sizindir\" diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?

Öztürk

Yoksa sizin lehinize üzerimizde kıyamete kadar uzanacak yeminler mi var da siz ne hükmederseniz oluverecek!

Suat Yıldırım

Yoksa “Neye hükmederseniz o yerine getirilir.” diye, kıyamete kadar geçerli olacak size yeminle verilmiş sözümüz mü var?

Süleyman Ateş

Yoksa sizin istediğiniz hükmü verebileceğinize dair, kıyamete kadar sürecek andlarınız mı var üzerimizde?

سَلْهُمْ أَيُّهُم بِذَٰلِكَ زَعِيمٌ ﴿٤٠﴾

Onlara sor, bunlara kefil olan kimmiş içlerinden?

Alİ Bulaç

Onlara sor: \"Hangisi bunun savunuculuğunu yapacak?

Çeviriyazı

selhüm eyyühüm biẕâlike za`îm.

Diyanet İşleri

Sor onlara: \"Bunu kim üzerine alır?\"

Diyanet Vakfı

Sor onlara: Bu iddiayı onların hangisi savunacak?

Edip Yüksel

Sor onlara, \"Bunu kim garanti etmektedir?\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Sor bakalım onlara, içlerinden ona kefil hangisi?

Öztürk

Sor onlara: \"Böyle bir şeye hangisi kefil?\"

Suat Yıldırım

Sor bakalım onlara: “Böylesi bir iddiayı savunacak kimse var mı aralarında?

Süleyman Ateş

Sor onlara: Onların hangisi buna kefil olacak?

أَمْ لَهُمْ شُرَكَآءُ فَلْيَأْتُوا۟ بِشُرَكَآئِهِمْ إِن كَانُوا۟ صَٰدِقِينَ ﴿٤١﴾

Yoksa ortakları mı var? Doğru söylüyorlarsa gelsinler bakalım ortaklarıyla.

Alİ Bulaç

Yoksa onların ortakları mı var? Şu halde eğer doğru sözlü kimselerse, ortaklarını getirsinler.

Çeviriyazı

em lehüm şürakâ'. felye'tû bişürakâihim in kânû ṣâdiḳîn.

Diyanet İşleri

Yoksa onların ortakları mı vardır? Doğru sözlü iseler ortaklarını getirsinler.

Diyanet Vakfı

Yoksa ortakları mı var onların? Sözlerinde doğru iseler, hadi getirsinler ortaklarını!

Edip Yüksel

Yoksa onların ortakları mı var? Haydi ortaklarını getirsinler, eğer doğru kimseler iseler?

Elmalılı Hamdi Yazır

Yoksa ortakları mı var onların? Doğru iseler ortaklarını getirsinler.

Öztürk

Yoksa kendilerinin ortakları mı var? Eğer doğru sözlüler iseler, çağırıversinler ortaklarını!

Suat Yıldırım

Yoksa güvendikleri şerikleri mi var?” iddialarında tutarlı iseler getirsinler de görelim o ortakları!

Süleyman Ateş

Yoksa kendilerinin ortakları mı var? Doğru iseler ortaklarını çağırsınlar.

يَوْمَ يُكْشَفُ عَن سَاقٍۢ وَيُدْعَوْنَ إِلَى ٱلسُّجُودِ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ ﴿٤٢﴾

O gün, işler güçleşir ve secdeye davet edilirler, derken güçleri yetmez.

Alİ Bulaç

Ayağın üstünden (örtünün) açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler.

Çeviriyazı

yevme yükşefü `an sâḳiv veyüd`avne ile-ssücûdi felâ yesteṭî`ûn.

Diyanet İşleri

O gün işin dehşetinden baldırlar açılır; gözleri dönmüş olarak yüzlerini zillet bürür; secdeye çağırılırlar ama buna güçleri yetmez. Oysa, kendileri sapasağlam oldukları zaman secdeye çağırılmışlardı.

Diyanet Vakfı

O gün incikten açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler.

Edip Yüksel

Gün gelecek, onların içyüzleri açığa çıkarılacak, secdeye çağrılacaklar; ancak buna güçleri yetmeyecektir.

Elmalılı Hamdi Yazır

O gün işler zorlaşır ve secdeye davet edilirler. Fakat güç yetiremezler.

Öztürk

Baldırın çıplak kalacağı, secdelere çağrılacakları gün, onu da yapamayacaklar.

Suat Yıldırım

O gün işler son derece güçleşir, paçalar tutuşur. Bütün insanlar secdeye dâvet edilir, fakat kâfirler secde edemezler.

Süleyman Ateş

Bacaktan açılacağı (paçanın sıvanacağı, işlerin güçleşeceği) ve secdeye da'vet edilecekleri gün (secde) edemezler.

خَٰشِعَةً أَبْصَٰرُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۭ ۖ وَقَدْ كَانُوا۟ يُدْعَوْنَ إِلَى ٱلسُّجُودِ وَهُمْ سَٰلِمُونَ ﴿٤٣﴾

Gözleri yere dikilir, üstlerine aşağılık çöker ve gerçekten de sağ esenken de secdeye davet edilmişlerdir de secde etmemişlerdi.

Alİ Bulaç

Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük', kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi.

Çeviriyazı

ḫâşi`aten ebṣâruhüm terheḳuhüm ẕilleh. veḳad kânû yüd`avne ile-ssücûdi vehüm sâlimûn.

Diyanet İşleri

O gün işin dehşetinden baldırlar açılır; gözleri dönmüş olarak yüzlerini zillet bürür; secdeye çağırılırlar ama buna güçleri yetmez. Oysa, kendileri sapasağlam oldukları zaman secdeye çağırılmışlardı.

Diyanet Vakfı

Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür. Halbuki onlar, sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı (fakat yine secde etmiyorlardı).

Edip Yüksel

Gözleri düşmüş bir durumda, onları aşağılanma kaplar. Oysa onlar sağlam iken secdeye çağrılmışlardı

Elmalılı Hamdi Yazır

Gözleri düşük bir halde kendilerini bir zillet kaplar. Oysa onlar sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı.

Öztürk

Gözleri yere eğilmiş, benliklerini zillet kaplamıştır. Onlar, sapasağlam oldukları zaman da secde etmeye çağrılıyorlardı.

Suat Yıldırım

Gözleri yerde, kendilerini zillet kaplamıştır. Halbuki dünyada bedenleri sağlam, âzaları salim iken de secdeye dâvet edilirler, ama bunu yapmazlardı.

Süleyman Ateş

Gözleri düşük olarak yüzlerini bir zillet kaplar. Onlar sağlam iken de secdeye da'vet edilirler(fakat secde etmezler)di.

فَذَرْنِى وَمَن يُكَذِّبُ بِهَٰذَا ٱلْحَدِيثِ ۖ سَنَسْتَدْرِجُهُم مِّنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٤٤﴾

Artık sen, bu sözü yalanlayanı bırak bana, biz onları yavaşyavaş, hiç bilmedikleri yerden cehenneme çekerdururuz.

Alİ Bulaç

Artık bu sözü yalan sayanı sen Bana bırak. Biz onları, bilmeyecekleri bir yönden derece derece (azaba) yaklaştıracağız.

Çeviriyazı

feẕernî vemey yükeẕẕibü bihâẕe-lḥadîŝ. senestedricühüm min ḥayŝü lâ ya`lemûn.

Diyanet İşleri

Kuran'ı yalanlayanları Bana bırak; Biz onları bilmedikleri yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız.

Diyanet Vakfı

(Resulüm!) Sen bu sözü (Kur'an'ı) yalan sayanı bana bırak (kendini üzme). Biz onları, bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştırıyoruz.

Edip Yüksel

Bu hadisi (sözü) yalanlayanla Beni başbaşa bırak. Onları, bilmedikleri yerden yavaş yavaş yaklaştıracağız.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bu sözü yalanlayanı bana bırak. Onları bilmedikleri yönden derece derece azaba yaklaştıracağız.

Öztürk

Bu sözü yalanlayanla beni baş başa bırak. Onları, bilmedikleri yerden yakalayacağız.

Suat Yıldırım

O halde sen bu şerefli sözü, Kur'ân’ı yalan sayanı Bana bırak! Biz onları, bilmedikleri, farkına varmadıkları bir yerden, yavaş yavaş azaba yaklaştırırız. Ben onlara mühlet veriyorum! Doğrusu Ben’im düzenim, pek sağlamdır. [23,55-56; 6,44; 3,196-197; 7,182-183]

Süleyman Ateş

Bu sözü yalanlayanı bana bırak; onları bilmedikleri yerden derece derece (azaba) yaklaştıracağız.

وَأُمْلِى لَهُمْ ۚ إِنَّ كَيْدِى مَتِينٌ ﴿٤٥﴾

Ve onlara mühlet vermedeyim, fakat şüphe yok ki azabım, pek kuvvetlidir.

Alİ Bulaç

Ben, onlara süre tanıyorum. Elbette Benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır.

Çeviriyazı

veümlî lehüm. inne keydî metîn.

Diyanet İşleri

Onlara mehil veriyorum; doğrusu Benim tuzağım sağlamdır.

Diyanet Vakfı

Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim fendim çok sağlamdır!

Edip Yüksel

Onlara mühlet veriyorum. Benim planım sağlamdır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım sağlamdır.

Öztürk

Süre tanıyorum onlara. Tuzağım gerçekten zorludur benim.

Suat Yıldırım

O halde sen bu şerefli sözü, Kur'ân’ı yalan sayanı Bana bırak! Biz onları, bilmedikleri, farkına varmadıkları bir yerden, yavaş yavaş azaba yaklaştırırız. Ben onlara mühlet veriyorum! Doğrusu Ben’im düzenim, pek sağlamdır. [23,55-56; 6,44; 3,196-197; 7,182-183]

Süleyman Ateş

Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım sağlamdır (onu kimse bozamaz).

أَمْ تَسْـَٔلُهُمْ أَجْرًۭا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍۢ مُّثْقَلُونَ ﴿٤٦﴾

Yoksa onlardan ücret istiyorsun da derken onlar da ağır bir borç altında mı kaldılar?

Alİ Bulaç

Sen, onlardan bir ücret mi istiyorsun ki, onlar, haksız bir borçtan dolayı ağır bir yük altında kalmışlar?

Çeviriyazı

em tes'elühüm ecran fehüm mim magramim müŝḳalûn.

Diyanet İşleri

Yoksa, sen onlardan ücret istiyorsun da, ağır bir borç altında mı kalıyorlar? Elbette hayır.

Diyanet Vakfı

Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?

Edip Yüksel

Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?

Elmalılı Hamdi Yazır

Yoksa onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?

Öztürk

Bir ücret mi istiyorsun kendilerinden de onlar, bir borç altında eziliyorlar!

Suat Yıldırım

Yoksa sen onlardan bu risalet hizmetinden ötürü bir ücret istiyorsun da onlar cereme ödemekten ezilmişler mi?

Süleyman Ateş

Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır borç altında mı kalıyorlar?

أَمْ عِندَهُمُ ٱلْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ ﴿٤٧﴾

Yoksa gizli alem, onların yanında da onu mu yazıyorlar?

Alİ Bulaç

Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında mıdır ki, kendileri yazıp duruyorlar?

Çeviriyazı

em `indehümü-lgaybü fehüm yektübûn.

Diyanet İşleri

Yoksa, gaybın bilgisi kendilerinin katında da onlar mı yazıyorlar?

Diyanet Vakfı

Yahut gaybın bilgisi onların nezdinde de, onlar mı (istedikleri gibi) yazıyorlar?

Edip Yüksel

Yoksa geçmişin ve geleceğin bilgisi onların yanında da onlar mı kaydediyorlar?

Elmalılı Hamdi Yazır

Yoksa gayb onların yanlarında da onlar mı yazıyorlar?

Öztürk

Yoksa gayb, yanlarında da onlar mı yazıyorlar?

Suat Yıldırım

Yoksa gayb kitabı yanlarında da, onlar oradan mı yazıp duruyorlar?

Süleyman Ateş

Yoksa gayb (görünmez bilgi hazinesi), kendi yanlarında da onlar mı (istedikleri gibi) yazıyorlar?

فَٱصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُن كَصَاحِبِ ٱلْحُوتِ إِذْ نَادَىٰ وَهُوَ مَكْظُومٌۭ ﴿٤٨﴾

Artık sabret Rabbinin hükmüne ve balıkla arkadaş olana benzeme; hani o, dertten boğulmuş bir halde Rabbine nida etmişti.

Alİ Bulaç

Şimdi sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma; hani o, içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.

Çeviriyazı

faṣbir liḥukmi rabbike velâ tekün keṣâḥibi-lḥût. iẕ nâdâ vehüve mekżûm.

Diyanet İşleri

Sen Rabbinin hükmüne kadar sabret; balık sahibi (Yunus) gibi olma, o, pek üzgün olarak Rabbine seslenmişti.

Diyanet Vakfı

Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti.

Edip Yüksel

Rabbinin hükmünün gerçekleşmesi için sabret. Balığın arkadaşı (Yunus) gibi olma. Hani o, (balık tarafından) yutulmuş bir durumda iken seslenmişti.

Elmalılı Hamdi Yazır

Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi gibi olma. Hani o öfkeye boğulmuş da nida etmişti.

Öztürk

Artık, Rabbinin hüküm vermesi için sabret! Balığın dostu Yûnus gibi olma! Hani o, öfkelendirilmiş bir halde yakarmıştı.

Suat Yıldırım

Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle ve balığın yoldaşı olan zat gibi olma! Hani o dertli dertli Rabbine yalvarmıştı: [21,87-88; 37,143-144]

Süleyman Ateş

Sen Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o, sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti.

لَّوْلَآ أَن تَدَٰرَكَهُۥ نِعْمَةٌۭ مِّن رَّبِّهِۦ لَنُبِذَ بِٱلْعَرَآءِ وَهُوَ مَذْمُومٌۭ ﴿٤٩﴾

Rabbinden bir nimet erişmeseydi ona elbette bir yere, fena bir halde bırakılır giderdi.

Alİ Bulaç

Eğer Rabbinden bir nimet ona ulaşmasaydı, mutlaka yerilmiş ve çıplak bir durumda (karaya) atılmış olacaktı.

Çeviriyazı

levlâ en tedârakehû ni`metüm mir rabbihî lenübiẕe bil`arâi vehüve meẕmûm.

Diyanet İşleri

Rabbinin katından ona bir nimet ulaşmasaydı, kınanmış olarak sahile atılacaktı.

Diyanet Vakfı

Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı o, mutlaka, kınanacak bir halde ıssız bir diyara atılacaktı.

Edip Yüksel

Rabbinden ona bir nimet ulaşmasaydı, kınanmış olarak çorak bir sahile atılacaktı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Rabbinden bir nimet yetişmiş olmasaydı, elbette kınanacak bir halde ıssız bir diyara atılacaktı.

Öztürk

Eğer ona, Rabbinden bir nimet ulaşmasaydı, horlanmış bir halde cascavlak bir yere atılırdı.

Suat Yıldırım

Şayet Rabbinden gelen bir lütuf onun imdadına yetişmeseydi, kınanmaya müstahak bir vaziyette, deniz tarafından karaya atılırdı!

Süleyman Ateş

Eğer Rabbinden ona bir ni'met yetişmeseydi, yerilerek çıplak bir yere atılırdı.

فَٱجْتَبَٰهُ رَبُّهُۥ فَجَعَلَهُۥ مِنَ ٱلصَّٰلِحِينَ ﴿٥٠﴾

Derken Rabbi, onu seçti de temiz kişilerden kıldı.

Alİ Bulaç

Fakat Rabbi onu seçti ve onu salih olanlardan kıldı.

Çeviriyazı

fectebâhü rabbühû fece`alehû mine-ṣṣâliḥîn.

Diyanet İşleri

Rabbi onu seçip iyilerden kıldı. Doğrusu inkar edenler, Kuran'ı dinlediklerinde nerdeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi. \"O delidir\" diyorlardı.

Diyanet Vakfı

Fakat ardından, Rabbi onu seçti (vahiy verdi) ve onu salihlerden kıldı.

Edip Yüksel

Ancak Rabbi onu seçip erdemlilerden kıldı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Fakat Rabbi onu seçti de iyilerden kıldı.

Öztürk

Fakat Rabbi onu seçip yüceltti ve barışseverlerden yaptı.

Suat Yıldırım

Ama Rabbi, kendisini seçti de onu en iyi, en has kullarından kıldı.

Süleyman Ateş

Fakat Rabbi onun du'asını kabul etti de onu Salih(iyi insan)lardan yaptı.

وَإِن يَكَادُ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَٰرِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا۟ ٱلذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُۥ لَمَجْنُونٌۭ ﴿٥١﴾

Ve az kalmıştı ki kafirler, Kur'an'ı duydukları zaman seni gözleriyle yiyip helak etsinler ve derlerdi ki: Şüphe yok, bu, bir deli elbette.

Alİ Bulaç

O inkar edenler, zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi. \"O, gerçekten bir delidir\" diyorlar.

Çeviriyazı

veiy yekâdü-lleẕîne keferû leyüzliḳûneke biebṣârihim lemmâ semi`ü-ẕẕikra veyeḳûlûne innehû lemecnûn.

Diyanet İşleri

Rabbi onu seçip iyilerden kıldı. Doğrusu inkar edenler, Kuran'ı dinlediklerinde nerdeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi. \"O delidir\" diyorlardı.

Diyanet Vakfı

O inkar edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hala da (kin ve hasetlerinden:) \"Hiç şüphe yok o bir delidir\" derler.

Edip Yüksel

Mesajı işittikleri zaman, inkarcılar neredeyse seni gözleriyle yiyeceklerdi. \"O, delidir!\" diyorlardı.

Elmalılı Hamdi Yazır

O kafirler Kur'ân'ı işittikleri zaman neredeyse seni gözleri ile devireceklerdi. Bir de durmuşlar \"o bir deli\" diyorlar.

Öztürk

O küfre sapanlar, Zikir'i/Kur'an'ı işittiklerinde az kalsın gözleriyle seni devireceklerdi. \"Bu tam bir cinlidir.\" diyorlardı.

Suat Yıldırım

O kâfirler Zikri (Kur'ân’ı) işittikleri zaman, hırslarından neredeyse seni bakışlarıyla kaydıracak, âdeta gözleriyle yiyecekler! Hâlâ da: “o, delinin teki!” derler.

Süleyman Ateş

O inkar edenler Zikr(Kur'an)'ı işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. \"O mecnundur\" diyorlardı.

وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكْرٌۭ لِّلْعَٰلَمِينَ ﴿٥٢﴾

Halbuki o, ancak alemlere bir öğüttür.

Alİ Bulaç

Oysa o (Kur'an), alemlere bir zikr (öğüt, hatırlatma, hüküm ve üstün bir şeref)den başka bir şey değildir.

Çeviriyazı

vemâ hüve illâ ẕikrul lil`âlemîn.

Diyanet İşleri

Oysa Kuran, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.

Diyanet Vakfı

Oysa o (Kur'an), alemler için ancak bir öğüttür.

Edip Yüksel

Halbuki o, tüm evrene bir mesajdır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Halbuki o âlemler için bir öğüttür.

Öztürk

Oysaki o Zikir/Kur'an âlemler için bir öğütten başka şey değildir.

Suat Yıldırım

Delilik nerede, o nerede? Kur'ân’ın hiç delilikle ilgisi mi olur? Kur’ân olsa olsa, sadece bütün insanlara bir derstir.

Süleyman Ateş

Halbuki o, alemler için uyarıdan başka bir şey değildir!