Main pages

Surah The Ascending stairways [Al-Maarij] in Turkish

Surah The Ascending stairways [Al-Maarij] Ayah 44 Location Maccah Number 70

سَأَلَ سَآئِلٌۢ بِعَذَابٍۢ وَاقِعٍۢ ﴿١﴾

İsteyen biri, istedi gelip çatacak azabı.

Alİ Bulaç

İstekte bulunan biri, (muhakkak) gerçekleşecek olan bir azabı istedi.

Çeviriyazı

seele sâilüm bi`aẕâbiv vâḳi`.

Diyanet İşleri

Birisi, yüksek derecelere sahip olan Allah katından, inkarcılara gelecek ve savunulması imkansız olacak azabı soruyor.

Diyanet Vakfı

Bir soran inecek azabı sordu:

Edip Yüksel

Sorgulayan birisi, gerçekleşecek azabı sordu.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bir isteyen, olacak azabı istedi.

Öztürk

Soran birisi, geleceği kuşkusuz azabı sordu.

Suat Yıldırım

Biri çıkıp gelecek azabı sordu. [22,47; 38,16]

Süleyman Ateş

Bir soran, inecek azabı sordu:

لِّلْكَٰفِرِينَ لَيْسَ لَهُۥ دَافِعٌۭ ﴿٢﴾

O azabı ki kafirlerin başından defedecek yok.

Alİ Bulaç

Kafirler için olan bu (azabı) geri çevirecek yoktur.

Çeviriyazı

lilkâfirîne leyse lehû dâfi`.

Diyanet İşleri

Birisi, yüksek derecelere sahip olan Allah katından, inkarcılara gelecek ve savunulması imkansız olacak azabı soruyor.

Diyanet Vakfı

İnkarcılar için; ki onu savacak yoktur,

Edip Yüksel

Onu inkarcılardan savacak kimse yoktur.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kâfirler için onu savacak yok.

Öztürk

Küfre sapanlar içindir o. Yoktur onu savacak.

Suat Yıldırım

O azap ki onu, kâfirlerden uzaklaştıracak hiçbir kuvvet yoktur.

Süleyman Ateş

Kafirler için, ki onu savacak yoktur,

مِّنَ ٱللَّهِ ذِى ٱلْمَعَارِجِ ﴿٣﴾

Yüksek dereceler sahibi Allah'tandır.

Alİ Bulaç

(Bu azap) Yüce makamlar sahibi olan Allah'tandır.

Çeviriyazı

mine-llâhi ẕi-lme`âric.

Diyanet İşleri

Birisi, yüksek derecelere sahip olan Allah katından, inkarcılara gelecek ve savunulması imkansız olacak azabı soruyor.

Diyanet Vakfı

Yükselme derecelerinin sahibi olan Allah katından.

Edip Yüksel

Yükseliş Yollarının Sahibi olan ALLAH'tandır.

Elmalılı Hamdi Yazır

O, derece ve makamların sahibi Allah'tandır.

Öztürk

Yükselme boyutlarının/derecelerinin sahibi Allah'tandır o.

Suat Yıldırım

Çünkü bu azap, yüceler yücesi Allah'tan gelecektir.

Süleyman Ateş

Yükselme derecelerinin sahibi Allah'tan.

تَعْرُجُ ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ وَٱلرُّوحُ إِلَيْهِ فِى يَوْمٍۢ كَانَ مِقْدَارُهُۥ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍۢ ﴿٤﴾

Melekler ve Ruh, kendilerine emredilen yere çıkarlar bir günde ki miktarı elli bin yıldır.

Alİ Bulaç

Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.

Çeviriyazı

ta`rucü-lmelâiketü verrûḥu ileyhi fî yevmin kâne miḳdâruhû ḫamsîne elfe seneh.

Diyanet İşleri

Melekler ve Cebrail o derecelere, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler.

Diyanet Vakfı

Melekler ve Ruh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.

Edip Yüksel

Melekler ve ruh (vahiy/komutlar/Cebrail), elli bin yıla eşit bir gün içinde O'na yükselir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde ona çıkar.

Öztürk

Melekler ve Rûh, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler O'na.

Suat Yıldırım

Melekler ve Rûh, O'nun Arş’ına; miktarı ellibin sene olan bir günde yükselirler. [32,5; 22,47]

Süleyman Ateş

Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O'na çıkar.

فَٱصْبِرْ صَبْرًۭا جَمِيلًا ﴿٥﴾

Artık sabret güzel bir sabırla.

Alİ Bulaç

Şu halde, güzel bir sabır (göstererek) sabret.

Çeviriyazı

faṣbir ṣabran cemîlâ.

Diyanet İşleri

Güzel güzel sabret;

Diyanet Vakfı

(Resulüm!) Şimdi sen güzelce sabret.

Edip Yüksel

Şimdi sen güzelce sabret.

Elmalılı Hamdi Yazır

O halde güzel bir sabır ile sabret.

Öztürk

Artık güzel bir sabırla sabret!

Suat Yıldırım

O halde sen, müşriklerin eziyetlerine güzelce sabret. Çünkü azabın inmesi yaklaşmaktadır.

Süleyman Ateş

Şimdi sen güzelce sabret.

إِنَّهُمْ يَرَوْنَهُۥ بَعِيدًۭا ﴿٦﴾

Şüphe yok ki onlar uzak görürler onu.

Alİ Bulaç

Çünkü, gerçekten onlar, bunu uzak görüyorlar.

Çeviriyazı

innehüm yeravnehû be`îdâ.

Diyanet İşleri

Doğrusu inkarcılar azabı uzak görüyorlar.

Diyanet Vakfı

Doğrusu onlar, o azabı (ihtimalden) uzak görüyorlar.

Edip Yüksel

Onlar onu uzak görüyorlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Çünkü onlar onu uzak görürler.

Öztürk

Onlar onu çok uzak görüyorlar.

Suat Yıldırım

Onlar, o günü çok uzakta zannediyorlar, ama Biz yakın olduğunu biliyoruz.

Süleyman Ateş

Onlar onu uzak görüyor(lar).

وَنَرَىٰهُ قَرِيبًۭا ﴿٧﴾

Ve bizse pek yakın görürüz onu.

Alİ Bulaç

Biz ise, onu pek yakın görüyoruz.

Çeviriyazı

venerâhü ḳarîbâ.

Diyanet İşleri

Ama biz onu yakın görmekteyiz.

Diyanet Vakfı

Biz ise onu yakın görmekteyiz.

Edip Yüksel

Biz ise onu yakın görüyoruz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz ise onu yakın görüyoruz.

Öztürk

Biz ise onu çok yakın görüyoruz.

Suat Yıldırım

Onlar, o günü çok uzakta zannediyorlar, ama Biz yakın olduğunu biliyoruz.

Süleyman Ateş

Biz ise onu yakın görüyoruz.

يَوْمَ تَكُونُ ٱلسَّمَآءُ كَٱلْمُهْلِ ﴿٨﴾

O gün gök, yağ tortusuna döner.

Alİ Bulaç

Gökyüzünün erimiş maden gibi olacağı gün;

Çeviriyazı

yevme tekûnü-ssemâü kelmühl.

Diyanet İşleri

Gök, o gün, erimiş maden gibi olur.

Diyanet Vakfı

O gün gökyüzü, erimiş maden gibi olur.

Edip Yüksel

Gün gelecek, gök erimiş maden gibi.

Elmalılı Hamdi Yazır

O gün gök erimiş bir maden gibi olur.

Öztürk

O gün gök, erimiş bir maden gibi olur.

Suat Yıldırım

O gün gök erimiş maden gibi olur,

Süleyman Ateş

O gün gök, erimiş maden gibi olur.

وَتَكُونُ ٱلْجِبَالُ كَٱلْعِهْنِ ﴿٩﴾

Ve dağlar, atılmış renkrenk pamuğa benzer.

Alİ Bulaç

Dağlar da (etrafa uçuşmuş) rengarenk yün gibi olacak.

Çeviriyazı

vetekûnü-lcibâlü kel`ihn.

Diyanet İşleri

Dağlar da atılmış pamuğa döner.

Diyanet Vakfı

Dağlar da atılmış yüne döner.

Edip Yüksel

Dağlar ise atılmış yün gibi olur.

Elmalılı Hamdi Yazır

Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur.

Öztürk

Dağlar, atılmış, renkli yün gibi olur.

Suat Yıldırım

Dağlar ise atılmış rengârenk yüne döner. [101,5]

Süleyman Ateş

Dağlar, renkli yün gibi olur.

وَلَا يَسْـَٔلُ حَمِيمٌ حَمِيمًۭا ﴿١٠﴾

Ve hiçbir dost, dostunu sormaz.

Alİ Bulaç

(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz.

Çeviriyazı

velâ yes'elü ḥamîmün ḥamîmâ.

Diyanet İşleri

Hiç bir dost diğer bir dostunu sormaz.

Diyanet Vakfı

Dost, dostu sormaz.

Edip Yüksel

Dost dostun durumunu sormaz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Dost dostun halini soramaz.

Öztürk

En yakın dostlar birbirlerinin halini sormaz/bir dost bir dostundan bir şey isteyemez.

Suat Yıldırım

Birbirlerine gösterildikleri halde hiçbir candan dost, dostunun hâlini sormaz.Her mücrim o günkü azaptan kurtulmak için fidye olarak oğullarını, eşini, kardeşini,kendisine sahip çıkan sülalesini, hatta dünyada olanların tamamını verip de kurtulmak ister. [31,33; 40,18; 23,101; 80,34-37]

Süleyman Ateş

Dost dostun halini sormaz.

يُبَصَّرُونَهُمْ ۚ يَوَدُّ ٱلْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَدِى مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍۭ بِبَنِيهِ ﴿١١﴾

Birbirlerini görüp tanırlar da ve suçlu, o günün azabına karşılık oğlunu da vermek ister.

Alİ Bulaç

Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;

Çeviriyazı

yübeṣṣarûnehüm. yeveddü-lmücrimü lev yeftedî min `aẕâbi yevmiiẕim bibenîh.

Diyanet İşleri

Onlar birbirlerine yalnız gösterilirler. Suçlu kimse o günün azabından kurtulmak için oğullarını, ailesini, kardeşini, kendisini barındırmış olan sülalesini ve yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister.

Diyanet Vakfı

Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdindedir). Günahkar kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için), oğullarını,

Edip Yüksel

Birbirlerine gösterilirler. Suçlu, o günün azabından kurtulmak için fidye vermek ister: Oğullarını,

Elmalılı Hamdi Yazır

Birbirlerine gösterilirler. Suçlu o günün azabından kurtulmak için fidye vermek ister; oğullarını,

Öztürk

Birbirlerine gösterilirler. Suçlu, o günün azabından kurtulmak için oğullarını fidye vermeyi bile ister.

Suat Yıldırım

Birbirlerine gösterildikleri halde hiçbir candan dost, dostunun hâlini sormaz.Her mücrim o günkü azaptan kurtulmak için fidye olarak oğullarını, eşini, kardeşini,kendisine sahip çıkan sülalesini, hatta dünyada olanların tamamını verip de kurtulmak ister. [31,33; 40,18; 23,101; 80,34-37]

Süleyman Ateş

Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdine düştüğünden, başkasıyle ilgilenemez). Suçlu ister ki o günün azabından (kurtulmak için) fidye versin: Oğullarını,

وَصَٰحِبَتِهِۦ وَأَخِيهِ ﴿١٢﴾

Eşini de, kardeşini de.

Alİ Bulaç

Kendi eşini ve kardeşini,

Çeviriyazı

veṣâḥibetihî veeḫîh.

Diyanet İşleri

Onlar birbirlerine yalnız gösterilirler. Suçlu kimse o günün azabından kurtulmak için oğullarını, ailesini, kardeşini, kendisini barındırmış olan sülalesini ve yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister.

Diyanet Vakfı

Karısını ve kardeşini,

Edip Yüksel

Eşini, kardeşini,

Elmalılı Hamdi Yazır

Eşini ve kardeşini,

Öztürk

Eşini, kardeşini,

Suat Yıldırım

Birbirlerine gösterildikleri halde hiçbir candan dost, dostunun hâlini sormaz.Her mücrim o günkü azaptan kurtulmak için fidye olarak oğullarını, eşini, kardeşini,kendisine sahip çıkan sülalesini, hatta dünyada olanların tamamını verip de kurtulmak ister. [31,33; 40,18; 23,101; 80,34-37]

Süleyman Ateş

Eşini ve kardeşini,

وَفَصِيلَتِهِ ٱلَّتِى تُـْٔوِيهِ ﴿١٣﴾

Kendisini barındıran kabile halkını da.

Alİ Bulaç

Ve onu barındıran aşiretini de;

Çeviriyazı

vefeṣîletihi-lletî tü'vîh.

Diyanet İşleri

Onlar birbirlerine yalnız gösterilirler. Suçlu kimse o günün azabından kurtulmak için oğullarını, ailesini, kardeşini, kendisini barındırmış olan sülalesini ve yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister.

Diyanet Vakfı

Kendisini koruyup barındıran tüm ailesini

Edip Yüksel

Kendisini yetiştiren tüm akrabalarını,

Elmalılı Hamdi Yazır

Kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini,

Öztürk

Kendisini kucaklayıp barındıran ailesini.

Suat Yıldırım

Birbirlerine gösterildikleri halde hiçbir candan dost, dostunun hâlini sormaz.Her mücrim o günkü azaptan kurtulmak için fidye olarak oğullarını, eşini, kardeşini,kendisine sahip çıkan sülalesini, hatta dünyada olanların tamamını verip de kurtulmak ister. [31,33; 40,18; 23,101; 80,34-37]

Süleyman Ateş

Kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini,

وَمَن فِى ٱلْأَرْضِ جَمِيعًۭا ثُمَّ يُنجِيهِ ﴿١٤﴾

Ve kim varsa yeryüzünde hepsini de feda etmek ve sonra da kendini kurtarmak ister.

Alİ Bulaç

Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa.

Çeviriyazı

vemen fi-l'arḍi cemî`an ŝümme yüncîh.

Diyanet İşleri

Onlar birbirlerine yalnız gösterilirler. Suçlu kimse o günün azabından kurtulmak için oğullarını, ailesini, kardeşini, kendisini barındırmış olan sülalesini ve yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister.

Diyanet Vakfı

Ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın.

Edip Yüksel

Ve yeryüzünde bulunan herkesi, ki kurtulsun.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ve yeryüzünde bulunanların hepsini ki, tek kendini kurtarabilsin.

Öztürk

Ve yeryüzündeki insanların tümünü fidye verip kendisini kurtarmayı ister.

Suat Yıldırım

Birbirlerine gösterildikleri halde hiçbir candan dost, dostunun hâlini sormaz.Her mücrim o günkü azaptan kurtulmak için fidye olarak oğullarını, eşini, kardeşini,kendisine sahip çıkan sülalesini, hatta dünyada olanların tamamını verip de kurtulmak ister. [31,33; 40,18; 23,101; 80,34-37]

Süleyman Ateş

Ve yeryüzünde bulunanların hepsini (versin) de tek kendisini kurtarsın.

كَلَّآ ۖ إِنَّهَا لَظَىٰ ﴿١٥﴾

Fakat imkanı yok; şüphe yok ki cehennem alevalev yanmadadır.

Alİ Bulaç

Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir:

Çeviriyazı

kellâ. innehâ leżâ.

Diyanet İşleri

Hayır, olmaz... Orada sırtını çevirip yüzgeri edeni, malını toplayıp kimseye hakkını vermeden saklayanı çağıran, deriyi soyup kavuran, alevli ateş vardır.

Diyanet Vakfı

Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki, o (cehennem) alevlenen bir ateştir.

Edip Yüksel

Hayır, o alevli ateştir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hayır, o alevlenen bir ateştir.

Öztürk

Hayır, hayır! O, alevlenen bir ateştir.

Suat Yıldırım

Lâkin ne mümkün! O cehennem alev alev yanan bir ateştir.

Süleyman Ateş

Hayır! O (ateş), alevlenen bir ateştir.

نَزَّاعَةًۭ لِّلشَّوَىٰ ﴿١٦﴾

Ne el bırakmadadır, ne ayak, ne et bırakmadadır, ne deri.

Alİ Bulaç

Başın derisini kavurup-soyar.

Çeviriyazı

nezzâ`atel lişşevâ.

Diyanet İşleri

Hayır, olmaz... Orada sırtını çevirip yüzgeri edeni, malını toplayıp kimseye hakkını vermeden saklayanı çağıran, deriyi soyup kavuran, alevli ateş vardır.

Diyanet Vakfı

Derileri kavurup soyar.

Edip Yüksel

Yakmak için isteklidir...

Elmalılı Hamdi Yazır

Derileri kavurur, soyar.

Öztürk

Yakar-kavurur deriyi/koparıp götürür kolu-bacağı.

Suat Yıldırım

Eli, ayağı, bütün uzuvları söküp atar.

Süleyman Ateş

Derileri kavurur, soyar.

تَدْعُوا۟ مَنْ أَدْبَرَ وَتَوَلَّىٰ ﴿١٧﴾

Çağırır dönüp gideni.

Alİ Bulaç

Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur.

Çeviriyazı

ted`û men edbera vetevellâ.

Diyanet İşleri

Hayır, olmaz... Orada sırtını çevirip yüzgeri edeni, malını toplayıp kimseye hakkını vermeden saklayanı çağıran, deriyi soyup kavuran, alevli ateş vardır.

Diyanet Vakfı

Yüz çevirip geri döneni, (kendine) çağırır!

Edip Yüksel

Çağırır, sırtını dönüp gideni,

Elmalılı Hamdi Yazır

Çağırır, sırtını dönüp gideni,

Öztürk

Çağırır, sırtını dönüp uzaklaşanı,

Suat Yıldırım

İmana sırtını dönüp haktan yüz çevireni, bir de servet toplayıp yığan ve hayırda harcamayanı o ateş kendine çağırır.

Süleyman Ateş

(Kendine) Çağırır; sırtını dönüp gideni,

وَجَمَعَ فَأَوْعَىٰٓ ﴿١٨﴾

Ve toplayıp biriktireni.

Alİ Bulaç

(Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üstüste) yığmakta olanı.

Çeviriyazı

veceme`a feev`â.

Diyanet İşleri

Hayır, olmaz... Orada sırtını çevirip yüzgeri edeni, malını toplayıp kimseye hakkını vermeden saklayanı çağıran, deriyi soyup kavuran, alevli ateş vardır.

Diyanet Vakfı

(Servet) toplayıp yığan kimseyi!.

Edip Yüksel

Toplayıp kasaya saklayanı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Mal toplayıp kasada yığanı,

Öztürk

Toplayıp kasada yığanı/depolayanı.

Suat Yıldırım

İmana sırtını dönüp haktan yüz çevireni, bir de servet toplayıp yığan ve hayırda harcamayanı o ateş kendine çağırır.

Süleyman Ateş

(Mal) Toplayıp kasada yığanı!

۞ إِنَّ ٱلْإِنسَٰنَ خُلِقَ هَلُوعًا ﴿١٩﴾

Şüphe yok ki insan haris yaratılmıştır.

Alİ Bulaç

Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı.

Çeviriyazı

inne-l'insâne ḫuliḳa helû`â.

Diyanet İşleri

İnsan gerçekten pek huysuz yaratılmıştır:

Diyanet Vakfı

Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır.

Edip Yüksel

Doğrusu insan endişeli bir karaktere sahiptir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Doğrusu insan dayanıksız ve huysuz yaratılmıştır.

Öztürk

İşin gereği şu ki insan; aceleci/hırslı/sabırsız/ tahammülsüz yaratılmıştır.

Suat Yıldırım

Gerçekten insan cimri olarak yaratılmıştır.

Süleyman Ateş

Doğrusu insan hırslı (ve huysuz) yaratılmıştır.

إِذَا مَسَّهُ ٱلشَّرُّ جَزُوعًۭا ﴿٢٠﴾

Bir şerre uğrarsa bağırır, sızlanır.

Alİ Bulaç

Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar.

Çeviriyazı

iẕâ messehü-şşerru cezû`â.

Diyanet İşleri

Başına bir fenalık gelince feryat eder,

Diyanet Vakfı

Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder.

Edip Yüksel

Kendisine kötülük dokunduğu zaman ümidini keser.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır.

Öztürk

Kendisine kötülük/hoşnutsuzluk dokununca basar bağırır.

Suat Yıldırım

Başı derde düştü mü sızlanır durur.

Süleyman Ateş

Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır,

وَإِذَا مَسَّهُ ٱلْخَيْرُ مَنُوعًا ﴿٢١﴾

Ve bir hayır elde ederse vermez, kıskanır.

Alİ Bulaç

Ona bir hayır dokunduğunda engelleyici olur (veya cimrilik eder).

Çeviriyazı

veiẕâ messehü-lḫayru menû`â.

Diyanet İşleri

Bir iyiliğe uğrarsa onu herkesten meneder;

Diyanet Vakfı

Ona imkan verildiğinde ise pinti kesilir.

Edip Yüksel

Kendisine iyilik dokunduğu zaman ise cimridir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kendisine hayır dokundu mu cimrilik eder.

Öztürk

Kendisine hayır ve nimet ulaşınca ondan başkalarının yararlanmasına engel olur.

Suat Yıldırım

Ama servet sahibi olunca da pinti kesilir.

Süleyman Ateş

Kendisine hayır dokundu mu yardım etmez (sıkı sıkı tutar).

إِلَّا ٱلْمُصَلِّينَ ﴿٢٢﴾

Ancak müstesnadır namaz kılanlar.

Alİ Bulaç

Ancak namaz kılanlar hariç;

Çeviriyazı

ille-lmüṣallîn.

Diyanet İşleri

Ancak namaz kılıp namazlarında yoksul ve yoksuna belirli bir hak tanıyanlar, ceza gününü doğrulayanlar, Rablerinin azabından korkanlar böyle değildir.

Diyanet Vakfı

Ancak şunlar öyle değildir: Namaz kılanlar,

Edip Yüksel

Ancak namaz kılanlar hariç:

Elmalılı Hamdi Yazır

Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır.

Öztürk

Namazlarını/dualarını yerine getirenler müstesna.

Suat Yıldırım

Ancak namazlarını devamlı kılanlar böyle değildir.

Süleyman Ateş

Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır.

ٱلَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ دَآئِمُونَ ﴿٢٣﴾

Öylesine kılanlar ki namazlarını daima kılarlar.

Alİ Bulaç

Ki onlar, namazlarında süreklidirler.

Çeviriyazı

elleẕîne hüm `alâ ṣalâtihim dâimûn.

Diyanet İşleri

Ancak namaz kılıp namazlarında yoksul ve yoksuna belirli bir hak tanıyanlar, ceza gününü doğrulayanlar, Rablerinin azabından korkanlar böyle değildir.

Diyanet Vakfı

Ki, onlar namazlarında devamlıdırlar (ihmal göstermezler;).

Edip Yüksel

Onlar ki namazlarını kaçırmazlar;

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar ki namazlarını sürekli kılarlar.

Öztürk

Bunlar, namazlarında/dualarında süreklidirler.

Suat Yıldırım

Ancak namazlarını devamlı kılanlar böyle değildir.

Süleyman Ateş

Onlar ki: Namazlarını sürekli kılarlar (aksatmazlar).

وَٱلَّذِينَ فِىٓ أَمْوَٰلِهِمْ حَقٌّۭ مَّعْلُومٌۭ ﴿٢٤﴾

Ve öyle kişilerdir onlar ki mallarında malum bir hak var.

Alİ Bulaç

Ve onların mallarında belirli bir hak vardır:

Çeviriyazı

velleẕîne fî emvâlihim ḥaḳḳum ma`lûm.

Diyanet İşleri

Ancak namaz kılıp namazlarında yoksul ve yoksuna belirli bir hak tanıyanlar, ceza gününü doğrulayanlar, Rablerinin azabından korkanlar böyle değildir.

Diyanet Vakfı

Mallarında, belli bir hak vardır,

Edip Yüksel

Paralarında bilinen bir pay (zekat) ayrılmıştır,

Elmalılı Hamdi Yazır

Onların mallarında belli bir hak vardır,

Öztürk

Bunların mallarında belirli bir hak vardır:

Suat Yıldırım

Onlar o kimselerdir ki mallarında isteyen ve yoksun olanların haklarını ayırırlar.

Süleyman Ateş

Onların mallarında belli bir hisse vardır:

لِّلسَّآئِلِ وَٱلْمَحْرُومِ ﴿٢٥﴾

İsteyene ve mahrum olana.

Alİ Bulaç

Yoksul ve yoksun olan(lar)için.

Çeviriyazı

lissâili velmaḥrûm.

Diyanet İşleri

Ancak namaz kılıp namazlarında yoksul ve yoksuna belirli bir hak tanıyanlar, ceza gününü doğrulayanlar, Rablerinin azabından korkanlar böyle değildir.

Diyanet Vakfı

Saile ve mahruma(vermek için).

Edip Yüksel

İsteyen yoksula ve yoksuna...

Elmalılı Hamdi Yazır

Hem isteyen için, hem de istemekten utanan yoksul için.

Öztürk

Yoksul ve yoksun için.

Suat Yıldırım

Onlar o kimselerdir ki mallarında isteyen ve yoksun olanların haklarını ayırırlar.

Süleyman Ateş

Saile ve mahruma (isteyene ve utancından dolayı istemeyip mahrum kalana).

وَٱلَّذِينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ ٱلدِّينِ ﴿٢٦﴾

Ve öyle kişilerdir onlar ki ceza gününü gerçek bilirler.

Alİ Bulaç

Onlar, din gününü tasdik etmektedirler.

Çeviriyazı

velleẕîne yüṣaddiḳûne biyevmi-ddîn.

Diyanet İşleri

Ancak namaz kılıp namazlarında yoksul ve yoksuna belirli bir hak tanıyanlar, ceza gününü doğrulayanlar, Rablerinin azabından korkanlar böyle değildir.

Diyanet Vakfı

Ceza (ve hesap) gününün doğruluğuna inananlar;

Edip Yüksel

Onlar Din Gününü doğrularlar;

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar ki ceza gününü tasdik ederler.

Öztürk

Bunlar, din gününü içtenlikle doğrularlar.

Suat Yıldırım

Onlar hesap gününü tasdik ederler.

Süleyman Ateş

Ceza gününü tasdik ederler,

وَٱلَّذِينَ هُم مِّنْ عَذَابِ رَبِّهِم مُّشْفِقُونَ ﴿٢٧﴾

Ve öyle kişilerdir onlar ki Rablerinin azabından korkarlar.

Alİ Bulaç

Rablerinin azabına karşı (daimi) bir korku duymaktadırlar.

Çeviriyazı

velleẕîne hüm min `aẕâbi rabbihim müşfiḳûn.

Diyanet İşleri

Ancak namaz kılıp namazlarında yoksul ve yoksuna belirli bir hak tanıyanlar, ceza gününü doğrulayanlar, Rablerinin azabından korkanlar böyle değildir.

Diyanet Vakfı

Rab'lerinin azabından korkanlar,

Edip Yüksel

Rab'lerinin azabından çekinirler;

Elmalılı Hamdi Yazır

Rablerinin azabından korkarlar.

Öztürk

Bunlar, yalnız Rablerinin azabından ürperirler.

Suat Yıldırım

Onlar Rab'lerinin cezasından korkarlar. [23,57; 51,19]

Süleyman Ateş

Rablerinin azabından korkarlar.

إِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍۢ ﴿٢٨﴾

şüphe yok ki Rablerinin azabından da kimse emin olamaz.

Alİ Bulaç

Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz.

Çeviriyazı

inne `aẕâbe rabbihim gayru me'mûn.

Diyanet İşleri

Doğrusu Rablerinin azabından kimse güvende değildir.

Diyanet Vakfı

Ki Rab'lerinin azabı(na karşı) emin olunamaz;

Edip Yüksel

Rab'lerinin azabına güven olmaz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Çünkü Rablerinin azabından emin olunmaz.

Öztürk

Gerçekten de Rablerinin azabı emin olunmayacak bir azaptır.

Suat Yıldırım

Çünkü Rab'lerinin azabından kimse emin olamaz.

Süleyman Ateş

Çünkü Rablerinin azabına güven olmaz.

وَٱلَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَٰفِظُونَ ﴿٢٩﴾

Ve öyle kişilerdir onlar ki ırzlarını korurlar.

Alİ Bulaç

Ve onlar, ırzlarını (ferç) korurlar;

Çeviriyazı

velleẕîne hüm lifürûcihim ḥâfiżûn.

Diyanet İşleri

Eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten koruyanlar, doğrusu bunlar yerilmezler.

Diyanet Vakfı

Irzlarını koruyanlar

Edip Yüksel

Onlar cinsel ilişkiden sakınırlar;

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar ki ırzlarını korurlar.

Öztürk

Bunlar, cinsiyet organlarını titizlikle korurlar.

Suat Yıldırım

Onlar edep yerlerini, eşleri ve cariyelerinden başkasından korurlar. Yalnız bunlarla münasebeti olanlar ayıplanamazlar.

Süleyman Ateş

Irzlarını korurlar.

إِلَّا عَلَىٰٓ أَزْوَٰجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَٰنُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ ﴿٣٠﴾

Ancak eşleri ve temellük ettikleri müstesna ve artık bu hususta da kınanmazlar onlar.

Alİ Bulaç

Ancak kendi eşleri ya da sağ ellerinin malik olduğu başka; çünkü onlar (bunlardan dolayı) kınanmazlar.

Çeviriyazı

illâ `alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânühüm feinnehüm gayru melûmîn.

Diyanet İşleri

Eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten koruyanlar, doğrusu bunlar yerilmezler.

Diyanet Vakfı

Ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü onlar kınanmaz;

Edip Yüksel

Ancak eşleri, yahut yeminlerinin/anlaşmalarının hak sahibi olduklari hariç; onlardan dolayı yerilmezler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ancak zevcelerine ve cariyelerine karşı hariç. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar.

Öztürk

Ancak onlar, eşleriyle, akitlerinin sahip olduğu şeyler konusunda kınanamazlar.

Suat Yıldırım

Onlar edep yerlerini, eşleri ve cariyelerinden başkasından korurlar. Yalnız bunlarla münasebeti olanlar ayıplanamazlar.

Süleyman Ateş

Yalnız eşlerine, ya da ellerinin altında bulunan(cariyelerin)e karşı (korumazlar. Bundan ötürü de) onlar kınanmazlar.

فَمَنِ ٱبْتَغَىٰ وَرَآءَ ذَٰلِكَ فَأُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْعَادُونَ ﴿٣١﴾

Bunlarda başkasını isteyenlere gelince, onlardır haddi aşanların ta kendileri.

Alİ Bulaç

Fakat bunun ötesini arayanlar, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir.

Çeviriyazı

femeni-btegâ verâe ẕâlike feülâike hümü-l`âdûn.

Diyanet İşleri

Bu sınırları aşmak isteyenler, işte onlar, aşırı gidenlerdir.

Diyanet Vakfı

Bundan öteye (geçmek) isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir,

Edip Yüksel

- bunun ötesini arayanlar ise aşırı gidenlerdir-

Elmalılı Hamdi Yazır

Bundan ötesini isteyenler, var ya işte onlar haddi aşanlardır.

Öztürk

Kim bunun ötesini isterse, işte böyleleri sınırı aşanların ta kendileridir.

Suat Yıldırım

Ama bu sınırın ötesine geçenler haddi aşmış, zulüm işlemiş olurlar.

Süleyman Ateş

Ama kim bundan ötesini ararsa, onlar (sınırı) aşanlardır.

وَٱلَّذِينَ هُمْ لِأَمَٰنَٰتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَٰعُونَ ﴿٣٢﴾

Ve öyle kişilerdir onlar ki emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.

Alİ Bulaç

(Bir de) Onlar, kendilerine verilen emanete ve verdikleri ahde (harfiyyen) riayet edenlerdir.

Çeviriyazı

velleẕîne hüm liemânâtihim ve`ahdihim râ`ûn.

Diyanet İşleri

Emanetlerini ve sözlerini yerine getirenler,

Diyanet Vakfı

Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler;

Edip Yüksel

Onlar güvenilirdirler, sözlerine bağlıdırlar;

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar emanetlerini ve ahitlerini gözetirler.

Öztürk

Bunlar, kendilerindeki emanetlere ve ahitlerine sadık kalırlar.

Suat Yıldırım

Onlar üzerlerine aldıkları emanetlere ve verdikleri sözlere riayet ederler.

Süleyman Ateş

Emanetlerini ve ahidlerini gözetirler.

وَٱلَّذِينَ هُم بِشَهَٰدَٰتِهِمْ قَآئِمُونَ ﴿٣٣﴾

Ve öyle kişilerdir onlar ki tanıklıklarında doğrudurlar.

Alİ Bulaç

Şahidliklerinde dosdoğru davrananlardır.

Çeviriyazı

velleẕîne hüm bişehâdetihim ḳâimûn.

Diyanet İşleri

Şahidliklerini gereği gibi yapanlar,

Diyanet Vakfı

Şahitliklerini (dosdoğru) yapanlar;

Edip Yüksel

Gereği gibi tanıklıkta bulunurlar;

Elmalılı Hamdi Yazır

Şahitliklerinde dürüsttürler.

Öztürk

Bunlar, tanıklıklarını tam yaparlar.

Suat Yıldırım

Onlar şahitliklerini dürüstçe ifa ederler.

Süleyman Ateş

Şahidliklerini yaparlar.

وَٱلَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ ﴿٣٤﴾

Ve öyle kişilerdir onlar ki namazlarını korurlar.

Alİ Bulaç

Namazlarını (titizlikle) koruyanlardır.

Çeviriyazı

velleẕîne hüm `alâ ṣalâtihim yüḥâfiżûn.

Diyanet İşleri

Namazlarına riayet edenler,

Diyanet Vakfı

Namazlarını koruyanlar;

Edip Yüksel

Namazlarına özen gösterirler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Namazlarına devam ederler.

Öztürk

Ve bunlar, namazlarını/dualarını korurlar.

Suat Yıldırım

Onlar namazlarına tam dikkat ederler.

Süleyman Ateş

Namazlarını korurlar.

أُو۟لَٰٓئِكَ فِى جَنَّٰتٍۢ مُّكْرَمُونَ ﴿٣٥﴾

İşte onlardır cennetlerde ağırlananlar.

Alİ Bulaç

İşte onlar, cennetler içinde ağırlananlardır.

Çeviriyazı

ülâike fî cennâtim mükramûn.

Diyanet İşleri

İşte onlar, cennetlerde ikram olunacak kimselerdir.

Diyanet Vakfı

İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar.

Edip Yüksel

Onlar cennetlerde ağırlanırlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

İşte bunlar cennetlerde ağırlanırlar.

Öztürk

İşte bunlar cennetlerde ikram göreceklerdir.

Suat Yıldırım

İşte bunlar cennetlerde ikrama nail olacaklar.

Süleyman Ateş

İşte onlar cennetlerde ağırlanırlar.

فَمَالِ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ قِبَلَكَ مُهْطِعِينَ ﴿٣٦﴾

Ne oluyor kafirlere ki sana doğru koşmadalar.

Alİ Bulaç

Şimdi inkar edenlere ne oluyor ki, boyunlarını sana uzatıp koşuyorlar.

Çeviriyazı

femâ lilleẕîne keferû ḳibeleke mühti`în.

Diyanet İşleri

İnkar edenlere ne oluyor, sana doğru sağdan soldan topluluklar halinde koşuşuyorlar?

Diyanet Vakfı

(Resulüm!) O kafirlere ne oluyor ki, sana doğru koşuyorlar?

Edip Yüksel

Peki şimdi inkarcılara ne oluyor da senin önünde koşuşuyorlar?

Elmalılı Hamdi Yazır

Şimdi ne oluyor o inkâr edenlere ki, sana doğru boyunlarını uzatarak koşuyorlar:

Öztürk

O nankörlere ne oluyor ki, sana doğru, o yandan, bu yandan boyunlarını uzatarak geliyorlar;

Suat Yıldırım

O kâfirlere ne oluyor ki, seninle alay etmek maksadıyla sağdan soldan dağınık gruplar halinde, boyunlarını uzatarak sana doğru koşuyorlar.

Süleyman Ateş

Nankörlere ne oluyur ki sana doğru koşuyorlar?

عَنِ ٱلْيَمِينِ وَعَنِ ٱلشِّمَالِ عِزِينَ ﴿٣٧﴾

Sağdan ve soldan parçaparça ve bölükbölük.

Alİ Bulaç

Sağ yandan ve sol yandan bölükler halinde.

Çeviriyazı

`ani-lyemîni ve`ani-şşimâli `izîn.

Diyanet İşleri

İnkar edenlere ne oluyor, sana doğru sağdan soldan topluluklar halinde koşuşuyorlar?

Diyanet Vakfı

Bölük bölük sağından ve solundan(gelip etrafını sarıyorlar)

Edip Yüksel

Sağdan, soldan gruplar halinde...

Elmalılı Hamdi Yazır

Sağdan ve soldan bölük bölük.

Öztürk

Sağdan ve soldan parçalar halinde.

Suat Yıldırım

O kâfirlere ne oluyor ki, seninle alay etmek maksadıyla sağdan soldan dağınık gruplar halinde, boyunlarını uzatarak sana doğru koşuyorlar.

Süleyman Ateş

Sağdan, soldan, ayrı ayrı gruplar halinde (gelip etrafını sarıyorlar)?

أَيَطْمَعُ كُلُّ ٱمْرِئٍۢ مِّنْهُمْ أَن يُدْخَلَ جَنَّةَ نَعِيمٍۢ ﴿٣٨﴾

Onların her biri, Naim cennetine sokulacaklarını mı umuyorlar?

Alİ Bulaç

Onlardan her biri, nimetlerle donatılmış cennete gireceğini mi umuyor (tamah ediyor)?

Çeviriyazı

eyaṭme`u küllü-mriim minhüm ey yüdḫale cennete ne`îm.

Diyanet İşleri

Onlardan herbiri nimet bahçesine konulacağını mı umuyor?

Diyanet Vakfı

Onlardan her biri nimet cennetine sokulacağını mı umuyor?

Edip Yüksel

Herbiri, nimet cennetine sokulacağını mı umuyor?

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlardan herbiri, bir nimet cennetine sokulacağını mı umuyor?

Öztürk

Onlardan herbiri nimet bahçesine konulacağını mı umuyor?

Suat Yıldırım

Onlardan her biri (iman etmeden) naîm cennetine yerleşmeye mi hevesleniyor?

Süleyman Ateş

Onlardan her biri, ni'met cennetine sokulacağını mı umuyor?

كَلَّآ ۖ إِنَّا خَلَقْنَٰهُم مِّمَّا يَعْلَمُونَ ﴿٣٩﴾

Fakat imkanı yok; şüphe yok ki biz, onları, onların da bildikleri şeyden yarattık.

Alİ Bulaç

Hayır; doğrusu Biz onları bildikleri şeyden yarattık.

Çeviriyazı

kellâ. innâ ḫalaḳnâhüm mimmâ ya`lemûn.

Diyanet İşleri

Hayır; doğrusu onları kendilerinin de bildikleri şeyden yaratmışızdır.

Diyanet Vakfı

Hayır (hiç ummasınlar!) Şüphesiz biz onları, kendilerinin de bildikleri şeyden yarattık (fakat ibret almadılar, imana gelmediler).

Edip Yüksel

Asla; biz onları yarattık, bildikleri şeyden...

Elmalılı Hamdi Yazır

Hayır, biz onları bildikleri şeyden yarattık.

Öztürk

Hayır, ummasınlar! Gerçek şu ki biz onları, bildikleri şeyden yarattık.

Suat Yıldırım

(Hiç heveslenmesin, hiç kimsenin öteki insanlar üzerinde böbürlenmeye hakkı olamaz). Çünkü Biz onları da, öbür insanlar gibi, o bildikleri nesneden, meniden yarattık. [77,20; 86,5-10]

Süleyman Ateş

Hayır! Öyle şey yok! Biz onları bildikleri şeyden yarattık.

فَلَآ أُقْسِمُ بِرَبِّ ٱلْمَشَٰرِقِ وَٱلْمَغَٰرِبِ إِنَّا لَقَٰدِرُونَ ﴿٤٠﴾

Andolsun doğuların Rabbine ve batıların Rabbine, gerçekten de bizim gücümüz yeter.

Alİ Bulaç

Artık, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz;

Çeviriyazı

felâ uḳsimü birabbi-lmeşâriḳi velmegâribi innâ leḳâdirûn.

Diyanet İşleri

Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, onların yerine daha iyilerini getirmeğe Bizim gücümüz yeter ve kimse de önümüze geçemez.

Diyanet Vakfı

Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, bizim gücümüz yeter:

Edip Yüksel

Doğuların ve batıların Rabbine andolsun; bizim gücümüz yeter...

Elmalılı Hamdi Yazır

Artık o doğuların ve batıların Rabbine yemine ne gerek, elbette bizim gücümüz yeter.

Öztürk

İş, onların sandığı gibi değil! Doğuların ve batıların Rabbine yemin olsun ki, biz gerçeketen gücü yetenleriz;

Suat Yıldırım

Hayır, Allah'ın nizamı onların sandığı gibi değildir! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, Biz onların yerine kendilerinden daha hayırlı insanlar getirmeye kadiriz. Bizim elimizden kurtulan, gücümüzün yetmediği hiçbir şey yoktur. [40,57; 75,3-4; 56,60-61]

Süleyman Ateş

Yoo, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki bizim gücümüz yeter:

عَلَىٰٓ أَن نُّبَدِّلَ خَيْرًۭا مِّنْهُمْ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ ﴿٤١﴾

Onlardan daha hayırlısını, yerlerine geçirmeye ve kimse önümüze geçemez.

Alİ Bulaç

Onların yerine kendilerinden daha hayırlılarına getirip-değiştirmeye. Üstelik Bizim önümüze geçilemez.

Çeviriyazı

`alâ en nübeddile ḫayram minhüm vemâ naḥnü bimesbûḳîn.

Diyanet İşleri

Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, onların yerine daha iyilerini getirmeğe Bizim gücümüz yeter ve kimse de önümüze geçemez.

Diyanet Vakfı

Şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter ve kimse bizim önümüze geçemez.

Edip Yüksel

Onları, kendilerinden daha iyilerle değiştirmeye... Bizi kimse yenemez

Elmalılı Hamdi Yazır

Onları kendilerinden daha hayırlı olanlarla değiştirebiliriz ve bizim önümüze geçilmez.

Öztürk

Onları kendilerinden daha üstün olanlarla değiştirmeye... Ve biz önüne geçilebilecekler değiliz.

Suat Yıldırım

Hayır, Allah'ın nizamı onların sandığı gibi değildir! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, Biz onların yerine kendilerinden daha hayırlı insanlar getirmeye kadiriz. Bizim elimizden kurtulan, gücümüzün yetmediği hiçbir şey yoktur. [40,57; 75,3-4; 56,60-61]

Süleyman Ateş

Onları, kendilerinden daha hayırlı olanlarla değiştirmeğe. Bizim önümüze geçilmez (bize engel olunamaz).

فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا۟ وَيَلْعَبُوا۟ حَتَّىٰ يُلَٰقُوا۟ يَوْمَهُمُ ٱلَّذِى يُوعَدُونَ ﴿٤٢﴾

Bırak artık onları dalsınlar daldıklarına ve oynasınlar oynadıklarıyla, kendilerine vaadedilen güne kavuşuncaya dek.

Alİ Bulaç

Şu halde sen, kendilerine vadedilen (azap) günlerine kavuşuncaya kadar onları bırak; dalıp-oynasınlar, oyalansınlar.

Çeviriyazı

feẕerhüm yeḫûḍû veyel`abû ḥattâ yülâḳû yevmehümü-lleẕî yû`adûn.

Diyanet İşleri

Onları bırak; kendilerine söz verilen güne kavuşmalarına kadar dalıp oynasınlar.

Diyanet Vakfı

Ama sen onları (şimdilik) bırak da, tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya dek dalsınlar, oynayadursunlar.

Edip Yüksel

Bırak onları, kendilerine söz verilen gün ile karşı karşıya gelinceye kadar dalsınlar, oynasınlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

O halde bırak onları, kendilerine vaad edilen günlerine kavuşuncaya kadar dalıp oynayadursunlar.

Öztürk

Bırak onları! Dalsınlar, oynasınlar kendileri için belirlenen günlerine ulaşıncaya kadar.

Suat Yıldırım

Artık sen onları kendi hallerine bırak da, kendilerine vâd edilen gün gelinceye kadar bâtıla dalsın, oynasınlar.

Süleyman Ateş

Bırak onları kendilerine va'dedilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsın, oynasınlar.

يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ ٱلْأَجْدَاثِ سِرَاعًۭا كَأَنَّهُمْ إِلَىٰ نُصُبٍۢ يُوفِضُونَ ﴿٤٣﴾

O gün, kabirlerinden çıkarlar da koşmaya başlarlar, sanki dikilmiş hedeflere yelmedeler.

Alİ Bulaç

Kabirlerinden koşarcasına çıkarılacakları gün, sanki onlar dikili birşeye yönelmiş gibidirler.

Çeviriyazı

yevme yaḫrucûne mine-l'ecdâŝi sirâ`an keennehüm ilâ nüṣubiy yûfiḍûn.

Diyanet İşleri

Kabirlerden çabuk çabuk çıkacakları gün, gözleri dönmüş, yüzlerini zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşarlar. İşte bu, onlara söz verilmiş olan gündür.

Diyanet Vakfı

O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar.

Edip Yüksel

O gün mezarlarından hızlı hızlı çıkarlar; kurban taşına sürülüyorlarmış gibi...

Elmalılı Hamdi Yazır

O gün kabirlerden hızlı hızlı çıkacaklar, sanki putlara gidiyorlarmış gibi fırlayacaklar.

Öztürk

O gün, kabirlerden fırlayarak çıkarlar. Dikilmiş putlara doğru akın akın gider gibidirler.

Suat Yıldırım

O gün onlar kabirlerinden çıkıp sür'atle sanki bir hedefe varmak istercesine koşarlar.

Süleyman Ateş

O gün kabirlerden hızlı hızlı çıkarlar. Onlar dikilen(putlara yahut hedef)lere doğru koşar gibi (koşarlar).

خَٰشِعَةً أَبْصَٰرُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۭ ۚ ذَٰلِكَ ٱلْيَوْمُ ٱلَّذِى كَانُوا۟ يُوعَدُونَ ﴿٤٤﴾

Gözleri yerde, üstlerine aşağılık çökmüş; işte onlara vaadedilen gün, bugündür.

Alİ Bulaç

Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük' yüzlerini de bir zillet kaplamış; işte bu, kendilerine vadedilmekte olan (kıyamet ve azap) günüdür.

Çeviriyazı

ḫâşi`aten ebṣâruhüm terheḳuhüm ẕilleh. ẕâlike-lyevmü-lleẕî kânû yû`adûn.

Diyanet İşleri

Kabirlerden çabuk çabuk çıkacakları gün, gözleri dönmüş, yüzlerini zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşarlar. İşte bu, onlara söz verilmiş olan gündür.

Diyanet Vakfı

Gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!

Edip Yüksel

Gözleri dönmüş, kendilerini utanç sarmış olarak. İşte bu, onlara söz verilmiş olan gündür.

Elmalılı Hamdi Yazır

Gözleri düşük, kendilerini bir alçaklık saracak da saracak. İşte onlara vaad edilen gün, o gündür.

Öztürk

Gözleri yere eğik; bir zillet kuşatmıştır onları. İşte bu gündür onlara vaat edilmiş olan.

Suat Yıldırım

Gözleri yerde, kendilerini baştan aşağı bir zillet kaplamış durumdadır.İşte kendilerine vâd edilen gün, bugündür.

Süleyman Ateş

Gözleri düşük, yüzlerini alçaklık bürümüş bir durumda. İşte onlara va'dedilen gün, bugündür.