Setting
Surah Nooh [Nooh] in Turkish
إِنَّآ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِۦٓ أَنْ أَنذِرْ قَوْمَكَ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌۭ ﴿١﴾
Şüphe yok ki biz, onlara elemli bir azap gelmeden korkut kavmini diye göndermiştik Nuh'u, kavmine.
Şüphesiz, Biz Nuh'u; \"Kavmini, onlara acı bir azap gelmeden evvel uyar\" diye kendi kavmine (peygamber olarak) gönderdik.
innâ erselnâ nûḥan ilâ ḳavmihî en enẕir ḳavmeke min ḳabli ey ye'tiyehüm `aẕâbün elîm.
\"Milletine can yakıcı bir azap gelmezden önce onları uyar\" diye Nuh'u milletine gönderdik.
Kendilerine yakıcı bir azap gelmeden önce kavmini uyar, diye Nuh'u kendi kavmine gönderdik.
\"Kendilerine acı azap gelmezden önce halkını uyar,\" diye Nuh'u halkına gönderdik.
Gerçekten biz Nûh'u kavmine gönderdik, \"kavmine acı bir azap gelmezden önce onları uyar\" diye.
Biz, Nûh'u, \"Toplumunu, kendilerine korkunç bir azap gelmeden önce uyar!\" diye kavmine gönderdik.
Biz Nûh'u kendi milletine peygamber olarak gönderip:“Gayet acı bir azap başlarına gelip çatmadan önce halkını uyar!” dedik.
Biz Nuh'u kavmine gönderdik: \"Onlara acı bir azab gelmezden önce kavmini uyar,\" diye.
قَالَ يَٰقَوْمِ إِنِّى لَكُمْ نَذِيرٌۭ مُّبِينٌ ﴿٢﴾
Demişti ki: Ey kavmin, ben, sizi apaçık bir korkutucuyum.
O da dedi ki: \"Ey Kavmim, gerçek şu ki, ben size (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım.\"
ḳâle yâ ḳavmi innî leküm neẕîrum mübîn.
O da şöyle söyledi: \"Ey Milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.\"
\"Ey kavmim dedi, ben sizin için açık bir uyarıcıyım\"
Dedi ki, \"Ey halkım, ben size apaçık bir uyarıcıyım.\"
Dedi ki, \"ey kavmim! Gerçekten ben size açık bir uyarıcıyım\".
O dedi ki: \"Ey toplumum! Hiç kuşkunuz olmasın, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.\"
O da: “Ey benim milletim! Ben size gönderilen kesin bir uyarıcıyım. Şöyle ki: Yalnız Allah'a ibadet edin, O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki: Sizin günahlarınızı affetsin ve sizi belirli bir vakte, yani ölüm anına kadar azap çektirmeksizin hayatta bıraksın.Çünkü Allah’ın takdir ettiği vâde gelince, asla ertelenmez. Keşke bunu bir bilseniz!
Ey kavmim, dedi, ben sizin için açık bir uyarıcıyım.
أَنِ ٱعْبُدُوا۟ ٱللَّهَ وَٱتَّقُوهُ وَأَطِيعُونِ ﴿٣﴾
Gayrı kulluk edin Allah'a ve çekinin ondan ve itaat edin bana da.
\"Allah'a kulluk edin, O'ndan korkun ve bana itaat edin.\"
eni-`büdü-llâhe vetteḳûhü veeṭî`ûn.
\"Allah'a kulluk edin; O'ndan sakının ve bana itaat edin ki Allah günahlarınızı size bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin; doğrusu Allah'ın belirttiği süre gelince geri bırakılamaz; keşke bilseniz!\"
\"Allah'a kulluk edin; O'na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.\"
\"ALLAH'a kulluk edin, O'nu sayın ve beni izleyin.\"
Şöyle ki, \"Allah'a kulluk edin, ondan korkun ve bana itaat edin.\"
\"O halde, Allah'a ibadet edin! O'ndan korkun! Ve bana itaat edin ki,
O da: “Ey benim milletim! Ben size gönderilen kesin bir uyarıcıyım. Şöyle ki: Yalnız Allah'a ibadet edin, O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki: Sizin günahlarınızı affetsin ve sizi belirli bir vakte, yani ölüm anına kadar azap çektirmeksizin hayatta bıraksın.Çünkü Allah’ın takdir ettiği vâde gelince, asla ertelenmez. Keşke bunu bir bilseniz!
Allah'a kulluk edin, O'ndan korkun, bana da ita'at edin.
يَغْفِرْ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ إِلَىٰٓ أَجَلٍۢ مُّسَمًّى ۚ إِنَّ أَجَلَ ٱللَّهِ إِذَا جَآءَ لَا يُؤَخَّرُ ۖ لَوْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٤﴾
Suçlarınızı yarlıgasın ve sizi, muayyen bir vaktedek geciktirsin. Şüphe yok ki Allah'ın takdir ettiği vakit geldi mi gecikmesine imkan yoktur eğer biliyorsanız.
\"Ki günahlarınızı bağışlasın ve sizi adı konulmuş bir ecele kadar ertelesin. Elbette Allah'ın eceli geldiği zaman, o ertelenmez. Bir bilmiş olsaydınız.\"
yagfir leküm min ẕünûbiküm veyüeḫḫirküm ilâ ecelim müsemmâ. inne ecele-llâhi iẕâ câe lâ yü'eḫḫar. lev küntüm ta`lemûn.
\"Allah'a kulluk edin; O'ndan sakının ve bana itaat edin ki Allah günahlarınızı size bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin; doğrusu Allah'ın belirttiği süre gelince geri bırakılamaz; keşke bilseniz!\"
\"Ki Allah bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vadeye kadar tehir etsin (muahaze etmeden yaşatsın)\" Bilinmeli ki Allah'ın tayin ettiği vade gelince, artık o ertelenmez. Keşke bilseydiniz!\"
\"Ki günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. Kuşkusuz, ALLAH'ın verdiği süre gelince ertelenmez; bir bilseydiniz.
\"Günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. Kuşkusuz Allah'ın takdir ettiği süre gelince ertelenmez. Eğer bilseydiniz..\" (inanırdınız).
Allah, günahlarınızı affetsin ve sizi belirli bir süreye kadar ertelesin. Çünkü Allah'ın eceli geldiğinde ertelenmez. Bir bilebilseydiniz!\"
O da: “Ey benim milletim! Ben size gönderilen kesin bir uyarıcıyım. Şöyle ki: Yalnız Allah'a ibadet edin, O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki: Sizin günahlarınızı affetsin ve sizi belirli bir vakte, yani ölüm anına kadar azap çektirmeksizin hayatta bıraksın.Çünkü Allah’ın takdir ettiği vâde gelince, asla ertelenmez. Keşke bunu bir bilseniz!
Ki (Allah) günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. Zira Allah'ın süresi geldiği zaman ertelenmez. Bilir(kişiler) olsaydınız (bunu anlardınız).
قَالَ رَبِّ إِنِّى دَعَوْتُ قَوْمِى لَيْلًۭا وَنَهَارًۭا ﴿٥﴾
Rabbim demişti, ben kavmimi gece ve gündüz çağırdım.
Dedi ki: \"Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum.\"
ḳâle rabbi innî de`avtü ḳavmî leylev venehârâ.
Nuh dedi ki: \"Rabbim! Doğrusu ben, milletimi gece gündüz çağırdım.\"
(Sonra Nuh:) Rabbim! dedi, doğrusu ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim;
Dedi ki, \"Rabbim, ben halkımı gece gündüz çağırdım.\"
Nûh dedi ki: \"Ey Rabbim! Ben kavmimi gece gündüz davet ettim.\"
Nûh şöyle yakardı: \"Ey Rabbim! Ben toplumuma gece ve gündüz çağrıda bulundum.\"
“Ya Rabbî, dedi Nûh, ben milletimi gece gündüz dine dâvet ettim. Ama benim dâvetim, onların sadece daha çok uzaklaşmalarına yol açtı.”
(Nuh:) \"Rabbim, dedi, ben kavmimi gece gündüz da'vet ettim.\"
فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَآءِىٓ إِلَّا فِرَارًۭا ﴿٦﴾
Benim çağırmam, ancak onların kaçmasını arttırdı.
\"Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı.\"
felem yezidhüm dü`âî illâ firârâ.
\"Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını artırdı.\"
Fakat benim davetim, ancak kaçmalarını arttırdı.
\"Ne var ki, çağrım onların kaçışını arttırmaktan başka şeye yaramadı.\"
\"Fakat benim çağırmam, onların sadece kaçmalarını artırdı.\"
\"Fakat çağrım, onların kaçışlarını artırmaktan başka bir işe yaramadı.\"
“Ya Rabbî, dedi Nûh, ben milletimi gece gündüz dine dâvet ettim. Ama benim dâvetim, onların sadece daha çok uzaklaşmalarına yol açtı.”
Benim da'vetim, onlara kaçışlarını artırmaktan başka bir katkıda bulunmadı.
وَإِنِّى كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُوٓا۟ أَصَٰبِعَهُمْ فِىٓ ءَاذَانِهِمْ وَٱسْتَغْشَوْا۟ ثِيَابَهُمْ وَأَصَرُّوا۟ وَٱسْتَكْبَرُوا۟ ٱسْتِكْبَارًۭا ﴿٧﴾
Ve gerçekten de ben, onları, sen yarlıgayasın, suçlarını örtesin diye ne vakit çağırdıysam parmaklarıyla kulaklarını tıkadılar ve elbiselerine büründüler ve ısrar ettiler ve ululandıkça ululanmaya kalkıştılar.
\"Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler.'
veinnî küllemâ de`avtühüm litagfira lehüm ce`alû eṣâbi`ahüm fî âẕânihim vestagşev ŝiyâbehüm veeṣarru vestekberü-stikbârâ.
\"Doğrusu ben Senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler.\"
Gerçekten de, (imana gelmeleri ve böylece) günahlarını bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler.
\"Her ne zaman senin onları bağışlaman için onları çağırdıysam parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerini başlarına örttüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler.\"
\"Ben onları senin bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler, kibirlendikçe kibirlendiler.\"
\"Ben onları, sen kendilerini affedesin diye çağırdıkça, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiseleriyle sarılıp sarmalandılar, inat ve ısrar ettiler ve kibirlendikçe kibirlendiler.\"
Her ne zaman, onları bağışlaman için çağırdıysam, onlar parmaklarıyla kulaklarını tıkadılar. Esvaplarıyla örtündüler, direttiler ve çok kibirlendiler.
Günahlarını bağışlaman için onları (sana) ne kadar da'vet ettimse parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler, direttiler, çok böbürlendiler.
ثُمَّ إِنِّى دَعَوْتُهُمْ جِهَارًۭا ﴿٨﴾
Sonra onları, gerçekten de yüksek sesle çağırdım.
\"Sonra onları açıktan açığa davet ettim.\"
ŝümme innî de`avtühüm cihârâ.
\"Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım.\"
Sonra, ben kendilerine haykırarak davette bulundum.
\"Sonra onları açıkça çağırdım.\"
\"Sonra ben onları açık açık çağırdım.\"
\"Sonra onları daha açık bir biçimde çağırdım.\"
Ben onları bu sefer yüksek sesle dâvet etmeye başladım.
Sonra ben onları açıkça da'vet ettim.
ثُمَّ إِنِّىٓ أَعْلَنتُ لَهُمْ وَأَسْرَرْتُ لَهُمْ إِسْرَارًۭا ﴿٩﴾
Sonra açığa vurup yaydım onlara ve gizlice konuştum, davet ettim onları da.
\"Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim.\"
ŝümme innî a`lentü lehüm veesrartü lehüm isrârâ.
\"Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim.\"
Sonra, onlarla hem açıktan açığa hem de gizli gizli konuştum.
\" Sonra onlara ilan ettim, gizliden gizliye de konuştum.\"
\"Sonra hem ilan ederek söyledim onlara, hem gizli gizli. \"
\"Daha sonra bir başka duyuru yönelttim. Ve onları gizli gizli de çağırdım.\"
Daha sonra onları gâh açıkça çağırdım, gâh iyice gizli bir dâvet yönelttim, her türlü yolu denedim.
Sonra onlara açıktan söyledim, gizli gizli söyledim: And lo! I have made public proclamation unto them, and I have appealed to them in private.
فَقُلْتُ ٱسْتَغْفِرُوا۟ رَبَّكُمْ إِنَّهُۥ كَانَ غَفَّارًۭا ﴿١٠﴾
Dedim ki: Rabbinizden yarlıganma dileyin, şüphe yok ki o, bütün suçları, tamamıyla örter.
\"Bundan böyle\" dedim. \"Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.
feḳultü-stagfirû rabbeküm innehû kâne gaffârâ.
Dedim ki: \"Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. Size gökten bol bol yağmur indirsin.\"
Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır.
\"Dedim ki, 'Rabbinizden bağışlanma dileyin; O çok Bağışlayandır.\"
\"Gelin, dedim, Rabbinizin sizi bağışlamasını isteyin. Çünkü o çok bağışlayıcıdır.\"
Ve şöyle dedim: \"Rabbinizden af dileyin! O, bağışlamayı çok sevendir.\"
Dedim ki onlara: “Rabbinizden af dileyiniz. Zira o gafurdur.”
'Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü O çok bağışlayandır' dedim.\"
يُرْسِلِ ٱلسَّمَآءَ عَلَيْكُم مِّدْرَارًۭا ﴿١١﴾
Size gökten faydalı ve bol yağmurlar yollar.
\"(Öyle yapın ki,) Üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur) yağdırsın.\"
yürsili-ssemâe `aleyküm midrârâ.
Dedim ki: \"Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. Size gökten bol bol yağmur indirsin.\"
(Mağfiret dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin,
\"Size gökten bol yağmur göndersin.\"
\"Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın.\"
\"Göğü üzerinize bol bol yağmur taşıyıcı olarak gönderir.\"
Mağfiret dileyin ki üzerinize bol bol yağmur indirsin.
'(O'ndan mağfiret dileyin) Ki üzerinize gökten bol yağmur göndersin'
وَيُمْدِدْكُم بِأَمْوَٰلٍۢ وَبَنِينَ وَيَجْعَل لَّكُمْ جَنَّٰتٍۢ وَيَجْعَل لَّكُمْ أَنْهَٰرًۭا ﴿١٢﴾
Ve size, mallar, oğullar vererek yardım eder ve size bağlar, bahçeler halk eder ve ırmaklar yaratır.
\"Size mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Size (ürün yüklü) bağlar-bahçeler versin, ırmaklar da versin.\"
veyümdidküm biemvâliv vebenîne veyec`al leküm cennâtiv veyec`al leküm enhârâ.
\"Sizi, mallar ve oğullarla desteklesin; sizin için bahçeler var etsin, ırmaklar akıtsın.\"
Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.
\"Size bol para ve çocuklarla desteklesin, size bahçeler ve ırmaklar versin.\"
\"Mallar ve oğullar vererek sizin imdadınıza koşsun. Sizin için bahçeler yapsın, ırmaklar yapsın.\"
\"Sizi, mallar ve oğullarla güçlendirir, size yeşil bahçeler lütfeder. Ve sizin için nehirler akıtır.\"
“Size mal ve evlad ihsan buyursun, size bahçeler, ırmaklar, su kanalları nasib etsin.”
'Ve size mallarla, oğullarla yardım etsin, size bahçeler versin, ırmaklar versin'
مَّا لَكُمْ لَا تَرْجُونَ لِلَّهِ وَقَارًۭا ﴿١٣﴾
Ne oldu size ki Allah'ın, büyük, ulu ve şerefli bir mabud olduğunu ummuyorsunuz?
\"Size ne oluyor ki, Allah'tan bir vakarı ummuyorsunuz?\"
mâ leküm lâ tercûne lillâhi veḳârâ.
\"Ne oluyorsunuz ki Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz.\"
Size ne oluyor ki, Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?
Size ne oluyor ki ALLAH'a saygı göstermek istemiyorsunuz?
\"Niçin siz Allah'a bir vakar yakıştıramıyorsunuz?\"
\"Ne oluyor size de Allah için bir vakar ümidinde olmuyorsunuz?\"
“Neden acaba siz, sizi tavırdan tavıra yaratan Allah'ın büyüklüğünü kabul etmiyorsunuz?”
Size ne oluyor ki, Allah için saygı ummuyorsunuz?'
وَقَدْ خَلَقَكُمْ أَطْوَارًا ﴿١٤﴾
Ve halbuki o, sizi haldenhale koyarak halk etmiştir.
\"Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır yaratmıştır.\"
veḳad ḫaleḳaküm aṭvârâ.
\"Oysa sizi merhalelerden geçirerek O yaratmıştır.\"
Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır.
Oysa sizi evrimler halinde yaratan O'dur.
\"Oysa o sizi aşama aşama yaratmıştır.\"
\"O ki, sizi halden hale/evreden evreye geçirerek yarattı.\"
“Neden acaba siz, sizi tavırdan tavıra yaratan Allah'ın büyüklüğünü kabul etmiyorsunuz?”
'Oysa O, sizi aşama, aşama yarattı.'
أَلَمْ تَرَوْا۟ كَيْفَ خَلَقَ ٱللَّهُ سَبْعَ سَمَٰوَٰتٍۢ طِبَاقًۭا ﴿١٥﴾
Görmez misiniz Allah, nasıl da gökleri yedi kat yaratmıştır.
\"Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?\"
elem terav keyfe ḫaleḳa-llâhü seb`a semâvâtin ṭibâḳâ.
\"Allah'ın, göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz?\"
Görmediniz mi, Allah yedi göğü birbiriyle ahenktar olarak nasıl yaratmış!
ALLAH'ın yedi göğü tabakalar halinde nasıl yarattığını görmez misiniz?
\"Görmediniz mi Allah yedi göğü uygun tabakalar halinde nasıl yaratmış?\"
\"Görmediniz mi, Allah yedi göğü ahenkli bir bütün olarak nasıl yarattı?\"
Görmez misiniz ki Allah yedi kat göğü tam birbiri ile uyum içinde yarattı?
Görmediniz mi Allah nasıl yedi göğü birbiri üstünde tabaka tabaka yarattı?'
وَجَعَلَ ٱلْقَمَرَ فِيهِنَّ نُورًۭا وَجَعَلَ ٱلشَّمْسَ سِرَاجًۭا ﴿١٦﴾
Ve o göklerde, aya bir ışık vermiş ve güneşi de, her yanı aydınlatan bir çırağ olarak halk etmiştir.
\"Ve ayı bunlar içinde bir nur kılmış, güneşi de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır.\"
vece`ale-lḳamera fîhinne nûrav vece`ale-şşemse sirâcâ.
\"Aralarında aya aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasını sağlamıştır.\"
Onların içinde ayı bir nur kılmış, güneşi de bir çerağ yapmıştır.
Ayı bunların içinde bir ışık, güneşi de bir lamba yaptı.
Ve Ay'ı bunların içinde bir nur yapmış, güneşi de bir lamba kılmış.
\"Ve Ay'ı, bunlar içinde bir nur yaptı ve Güneş'i bir kandil haline getirdi.\"
Gökte Ay'ı bir nûr, Güneş’i ise lâmba yaptı. [10,5]
'Ve Ayı bunların içinde nur yaptı. Güneşi de bir lamba yaptı.'
وَٱللَّهُ أَنۢبَتَكُم مِّنَ ٱلْأَرْضِ نَبَاتًۭا ﴿١٧﴾
Ve Allah, yeryüzünden size nebatlar bitirmiştir.
\"Allah, sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi.\"
vellâhü embeteküm mine-l'arḍi nebâtâ.
\"Allah sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir.\"
Allah, sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir.
Ve ALLAH sizi topraktan bir bitki olarak bitirdi.
Allah sizi yerden bir bitki bitirir gibi bitirdi.
\"Ve Allah sizi bir bitki olarak yerden bitirdi.\"
Allah sizi yerden nebat bitirircesine bitirip yetiştirdi.
Allah sizi yerden bir bitki olarak bitirdi.'
ثُمَّ يُعِيدُكُمْ فِيهَا وَيُخْرِجُكُمْ إِخْرَاجًۭا ﴿١٨﴾
Sonra da sizi gene oraya yollar ve oradan çıkarır.
\"Sonra sizi yine oraya geri çevirecek ve sizi (diriltici) bir çıkarışla diriltip-çıkaracaktır.\"
ŝümme yü`îdüküm fîhâ veyuḫricüküm iḫrâcâ.
\"Sonra sizi oraya döndürür ve yine oradan çıkarır.\"
Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi yeniden çıkaracaktır.
Sonra sizi ona döndürecek ve sizi tekrar çıkaracaktır.
Sonra sizi tekrar oraya geri çevirecek ve tekrar çıkaracaktır.
\"Sonra sizi yere geri gönderiyor ve sonra bir çıkarışla tekrar çıkarıyor.\"
Sonra sizi tekrar oraya gönderip, yine sizi oradan çıkaracaktır.
'Sonra yine oraya geri çevirecek ve tekrar çıkaracaktır.'
وَٱللَّهُ جَعَلَ لَكُمُ ٱلْأَرْضَ بِسَاطًۭا ﴿١٩﴾
Ve Allah, yer yüzünü size bir döşeme, bir yaygı olarak yaratmıştır.
\"Allah, yeri sizin için bir yaygı kıldı.\"
vellâhü ce`ale lekümü-l'arḍa bisâṭâ.
\"Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollar ve geniş geçitlerden geçebilmeniz için, onu size yayan O'dur.\"
\"Allah, yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır.\"
ALLAH yeryüzünü sizin için bir yerleşim yeri yaptı.
Allah sizin için yeri bir yaygı yapmıştır.
\"Allah size yeryüzünü bir yaygı yaptı,
Allah yeri size bir yaygı yaptı ki onun geniş yollarında yürüyesiniz.
Allah, yeri sizin için bir sergi yaptı.'
لِّتَسْلُكُوا۟ مِنْهَا سُبُلًۭا فِجَاجًۭا ﴿٢٠﴾
Oradaki genişgeniş yollara dalıp gidin diye.
\"Öyle ki, onun içinde geniş yollarında gezip-dolaşırsınız, diye.\"
liteslükû minhâ sübülen ficâcâ.
\"Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollar ve geniş geçitlerden geçebilmeniz için, onu size yayan O'dur.\"
\"Ki, onda geniş yollar edinip dolaşabilesiniz. (diye).
Ki orada geniş yollarda gidesiniz.
Ki, ondan açılan geniş geniş yollarda gidesiniz.
Ki ondan geniş yollar edinip de yürüyesiniz.\"
Allah yeri size bir yaygı yaptı ki onun geniş yollarında yürüyesiniz.
'Ki onda açılan geniş geniş yollarda gidesiniz'.\"
قَالَ نُوحٌۭ رَّبِّ إِنَّهُمْ عَصَوْنِى وَٱتَّبَعُوا۟ مَن لَّمْ يَزِدْهُ مَالُهُۥ وَوَلَدُهُۥٓ إِلَّا خَسَارًۭا ﴿٢١﴾
Nuh demişti ki: Rabbim, şüphe yok ki onlar, bana isyan ettiler ve malı ve evladı, ancak ziyanını arttırıp duran kişiye uydular.
Nuh: \"Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine ziyandan başka bir şeyi artırmayan kimselere uydular.\"
ḳâle nûḥur rabbi innehüm `aṣavnî vettebe`û mel lem yezidhü mâlühû veveledühû illâ ḫasârâ.
Nuh: \"Rabbim! Doğrusu bunlar bana baş kaldırdılar ve malı, çocuğu kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular; birbirinden büyük düzenler kurdular\" dedi.
(Öğütlerinin fayda vermemesi üzerine) Nuh: Rabbim! dedi, doğrusu bunlar bana karşı geldiler de, malı ve çocuğu kendi ziyanını arttırmaktan başka işe yaramayan kimseye uydular.
Nuh dedi ki, \"Rabbim, onlar bana karşı geldiler ve parası, çocukları kendisine sadece zarar veren bir kimseye uydular.\"
Nûh dedi ki: \"Ey Rabbim! Onlar bana isyan ettiler; malı ve çocuğu hüsrandan başka bir şeyini artırmayan kimsenin ardına düştüler.\"
Nûh dedi ki: \"Rabbim! Onlar bana isyan ettiler de malı ve çocuğu kendisine hüsrandan başka bir artış getirmeyen kişiye uydular.\"
Nûh: “Ya Rabbî, dedi, Sen de biliyorsun ki onlar bana isyan ettiler; servet ve evlat çokluğunun kendi ziyanını artırdığı kimselere uydular.
(Bu öğütlerin hiçbirinin fayda vermediğini gören) Nuh, (Rabbine dönerek): \"Rabbim, dedi, onlar bana karşı geldiler de malı ve çocuğu kendisinin ziyanını artırmaktan başka işe yaramayan (şımarık, gururlu) bir adama uydular.\"
وَمَكَرُوا۟ مَكْرًۭا كُبَّارًۭا ﴿٢٢﴾
Ve pek büyük düzenler kurmaya giriştiler.
\"Ve büyük büyük hileli-düzenler kurdular.\"
vemekerû mekran kübbârâ.
Nuh: \"Rabbim! Doğrusu bunlar bana baş kaldırdılar ve malı, çocuğu kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular; birbirinden büyük düzenler kurdular\" dedi.
Bunlar da, büyük hileler, büyük desiseler kurdular!
\"Ve hatta büyük tuzaklar kurdular.\"
\"Büyük büyük tuzaklar kurdular.\"
\"Çok büyük hileler sergilediler/çok büyük tuzaklar kurdular.\"
Büyük hîle ve tuzaklar kurdular.
Büyük büyük tuzaklar kurdular.
وَقَالُوا۟ لَا تَذَرُنَّ ءَالِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَدًّۭا وَلَا سُوَاعًۭا وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْرًۭا ﴿٢٣﴾
Ve sakın dediler, mabutlarınızı bırakmayın, hele ne Vedd'i bırakın, ne Suva'ı, ne de Yaguus'u ve Yauk'u ve Nesr'i.
\"Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne Yeğus'u, ne Ye'uk'u ve ne de Nesr'i.\"
veḳâlû lâ teẕerunne âliheteküm velâ teẕerunne veddev velâ süvâ`av velâ yegûŝe veye`ûḳa venesrâ.
İnsanlara: \"Sakın tanrılarınızı bırakmayın, Ved, Suva, Yağus, Yeuk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin\" dediler.
Ve dediler ki: Sakın ilahlarınızı bırakmayın; hele Ved'den, Suva'dan, Yeğus'tan, Ye'uk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin!
\"Dediler ki, 'Tanrılarınızı terketmeyin. Ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne Yeğus'u, Yeuk'u ve Nesr'i bırakmayın.\"
Dediler ki: \"Sakın tanrılarınızı bırakmayın, ne Vedd'i, ne Suva'ı ve ne de Yeğus'u, Yeûk'u ve Nesr'i.\"
Dediler ki: \"İlahlarınızı sakın bırakmayın! Ved'di, Süva'ı asla bırakmayın! Yeğus'u, Yeuk'u, Nesr'i de bırakmayın!\"
“Sakın tanrılarınızdan vazgeçmeyin, Ved, Suva, Yegûs, Yeûk ve Nesr'i, bunlardan hiçbirini bırakmayın!” dediler.
Dediler ki: \"Tanrılarınızı bırakmayın: Vedd'i, Suva'ı, Yeğus'u, Ye'uk'u ve Nesr'i bırakmayın!\"
وَقَدْ أَضَلُّوا۟ كَثِيرًۭا ۖ وَلَا تَزِدِ ٱلظَّٰلِمِينَ إِلَّا ضَلَٰلًۭا ﴿٢٤﴾
Ve andolsun ki bunlar, birçok kişileri doğru yoldan çıkardılar ve zalimlerin, ancak sapıklığını arttır.
\"Böylece onlar, çoğu kimseyi şaşırtıp-saptırdılar. Sen de o zalimlere sapıklıktan başkasını arttırma.\"
veḳad eḍallû keŝîrâ. velâ tezidi-żżâlimîne illâ ḍalâlâ.
\"Böylece birçoğunu saptırdılar; Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını artır.\"
(Böylece) onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar. (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak şaşkınlıklarını arttır!
\"Çok kişiyi saptırdılar. Öyleyse, sen de zalimlerin şaşkınlığını arttır.\"
Çok kişiyi yoldan saptırdılar. Sen de o zalimlerin sadece şaşkınlıklarını artır.
\"Çoklarını saptırdılar. Sen de o zalimler için şaşkınlıktan başka bir şeyi artırma.\"
Böylece onlar birçok insanı şaşırttılar. Mademki öyle yaptılar, Sen de bu zalimlerin şaşkınlığını artır ya Rabbî!”
(Böylece) Onlar, çok kimseyi yoldan çıkardılar. Sen de o zalimlere şaşkınlıktan başka bir şey artırma.
مِّمَّا خَطِيٓـَٰٔتِهِمْ أُغْرِقُوا۟ فَأُدْخِلُوا۟ نَارًۭا فَلَمْ يَجِدُوا۟ لَهُم مِّن دُونِ ٱللَّهِ أَنصَارًۭا ﴿٢٥﴾
Suçları yüzünden de bunlar, sulara boğuldular da ateşe atıldılar, derken Allah'tan başka bir yardımcı da bulamadılar.
Bunlar, hataları dolayısıyla suda boğuldular, sonra ateşe sokuldular. O zaman da Allah'ın dışında hiçbir yardımcı bulamadılar.
mimmâ ḫaṭîâtihim ugriḳû feüdḫilû nâran felem yecidû lehüm min dûni-llâhi enṣârâ.
Onlar, günahları yüzünden suda boğuldular; ateşe sokuldular, kendilerine Allah'tan başka yardımcı bulamadılar.
Bunlar, günahları yüzünden suda boğuldular, ardından da ateşe sokuldular ve o zaman Allah'a karşı yardımcılar da bulamadılar.
Suçlarından ötürü boğuldular ve ateşe sokuldular. Kendilerine ALLAH'tan başka yardımcı da bulamadılar.
Hatalarından dolayı boğuldular, ateşe sokuldular, kendilerine Allah'a karşı yardımcılar da bulamadılar.
Hataları yüzündendir ki boğuldular, ateşe atıldılar. Kendileri için, Allah dışında yardımcılar bulamadılar.
Hasılı, birçok suçları sebebiyle suda boğuldular ve cehenneme tıkıldılar! Allah'a karşı, kendilerine yardım edecek bir tek yardımcı bile bulamadılar.
Hatalarından dolayı boğuldular, ateşe sokuldular, kendilerine Allah'tan başka yardımcılar da bulamadılar.
وَقَالَ نُوحٌۭ رَّبِّ لَا تَذَرْ عَلَى ٱلْأَرْضِ مِنَ ٱلْكَٰفِرِينَ دَيَّارًا ﴿٢٦﴾
Ve Nuh, demişti ki: Rabbim, yeryüzünde kafirlerden bir tek kişi bile bırakma.
Nuh \"Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma.\" dedi.
veḳâle nûḥur rabbi lâ teẕer `ale-l'arḍi mine-lkâfirîne deyyârâ.
Nuh dedi ki: \"Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırakma.\"
Nuh: \"Rabbim! dedi, yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma!\"
Nuh dedi ki, \"Rabbim, yeryüzünde bir tek inkarcı bırakma.\"
Nûh dedi ki: \"Yeryüzünde kafirlerden bir tek kişi bırakma.\"
Nûh şöyle yakardı: \"Rabbim! Yeryüzünde, kâfirlerden yurt tutacak/gezip dolaşacak hiç kimse bırakma!\"
Nûh: “Ya Rabbî, dedi, yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma!”
Nuh dedi ki: \"Rabbim, yeryüzünde kafirlerden tek kişi bırakma.\"
إِنَّكَ إِن تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا۟ عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُوٓا۟ إِلَّا فَاجِرًۭا كَفَّارًۭا ﴿٢٧﴾
Şüphe yok ki onları bırakacak olursan kullarını yoldan çıkarırlar ve ancak gerçekten sapan ve iyiden iyiye kafir olan evlatlar yetiştirirler.
\"Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükten sınırı aşan (facir'den) kafirden başkasını doğurmazlar.\"
inneke in teẕerhüm yüḍillû `ibâdeke velâ yelidû illâ fâciran keffârâ.
\"Doğrusu Sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlaksız ve çok inkarcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler.\"
\"Çünkü sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; yalnız ahlaksız, nankör (insanlar) doğururlar (yetiştirirler).\"
\"Onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve ancak bayağı inkarcılar doğururlar.\"
\"Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar.\"
\"Çünkü eğer sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar ve kötülük üreten nankörden başkasını doğurmazlar.\"
“Zira bırakırsan onlar Senin kullarını, Senin yolundan saptırırlar,ve sadece kendileri gibi kâfir, ahlâksız çocuklar dünyaya getirip yetiştirirler.”
Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını şaşırtırlar ve sadece ahlaksız, nankör (insanlar) doğururlar.
رَّبِّ ٱغْفِرْ لِى وَلِوَٰلِدَىَّ وَلِمَن دَخَلَ بَيْتِىَ مُؤْمِنًۭا وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَٱلْمُؤْمِنَٰتِ وَلَا تَزِدِ ٱلظَّٰلِمِينَ إِلَّا تَبَارًۢا ﴿٢٨﴾
Rabbim, benim suçlarımı ört ve anamınbabamın ve inanarak evime kimler girdiyse onların ve erkek, kadın bütün inananların suçlarını ve zalimleri de ancak mahvet, helak vesilelerini arttır onların.
\"Rabbim, beni, annemi, babamı, mü'min olarak evime gireni, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlere yıkımdan başkasını arttırma.\"
rabbi-gfir lî velivâlideyye velimen deḫale beytiye mü'minev velilmü'minîne velmü'minât. velâ tezidi-żżâlimîne illâ tebârâ.
\"Rabbim! Beni, anamı, babamı, evime inanmış olarak gireni, inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin de yalnız helakını artır.\"
\"Rabbim! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla, zalimlerin de ancak helakini arttır.\"
\"Rabbim, beni, anamı babamı, evime inanan olarak girenleri, inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin ise ancak yıkımlarını arttır.\"
\"Ey Rabbim! Bana, babama, anama, mümin olarak evime girene ve bütün inanmış erkek ve kadınlara mağfiret buyur. Zalimlerin de sadece helakini artır.\"
\"Rabbim! Beni, anne-babamı, inanmış olarak evime gireni, tüm inanmış erkekleri ve inanmış kadınları affet! Zalimlerin de sadece helâk ve perişanlığını artır!\"
“Ya Rabbî, beni, anamı, babamı ve evime mümin olarak girenleri, erkek ve kadın bütün müminleri affeyle.O zalimleri ise, daha da beter eyle, daha da perişan eyle!”
Rabbim beni, babamı-anamı, inanarak evime gireni, inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin de sadece helakini artır (onların köklerini kurut).\"