Setting
Surah The Jinn [Al-Jinn] in Turkish
قُلْ أُوحِىَ إِلَىَّ أَنَّهُ ٱسْتَمَعَ نَفَرٌۭ مِّنَ ٱلْجِنِّ فَقَالُوٓا۟ إِنَّا سَمِعْنَا قُرْءَانًا عَجَبًۭا ﴿١﴾
De ki: Bana vahyedildi bu gerçekten de; cinlerin bir topluluğu, beni dinlediler de şüphe yok ki dediler, biz, şaşılacak bir Kur'an duyduk.
De ki: \"Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur'an dinledik\"
ḳul ûḥiye ileyye ennehü-steme`a neferum mine-lcinni feḳâlû innâ semi`nâ ḳur'ânen `acebâ.
De ki: \"Cinlerden bir topluluğun Kuran'ı dinlediği bana vahyolundu; onlar şöyle demişlerdir;\" \"Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kuran dinledik de ona inandık; biz, Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.\"
(Resulüm!) De ki: Cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur'an'ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, harikulade güzel bir Kur'an dinledik.
De ki, \"Bana vahyedildiğine göre, cinlerden bir grup dinlediler ve şöyle dediler:\" \"Biz ilginç bir Kuran işittik.\"
Deki: Hakikat bir takım cinnin Kur'ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur'ân dinledik.
De ki: \"Cinlerden bir topluluğun dinleyip şunu söyledikleri bana vahyolundu: 'Gerçekten biz, hayranlık verici bir Kur'an dinledik.\"
De ki: Bana vahyolunduğuna göre bir cin cemaati Kur'ân’ı dinledikten sonra şöyle dediler: “Biz gerçekten, doğru yolu gösteren harikulade bir Kur’ân dinledik.Bundan böyle Rabbimize asla bir şerik tanımayacağız.Rabbimizin şanı çok yücedir, O ne eş, ne de çocuk edinmiştir.Meğer içimizden birtakım cahiller, Allah hakkında gerçek olmayan sözler söylüyormuş! Biz de saf saf, insanları ve cinleri, Allah hakkında yalan söylemez sanmışız!Meğer bir kısım insanlar cinlerden bazılarına sığınıp, böylece onları daha da azgın hale getirmişler! Onlar da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın ölen hiçbir kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişler. [37,1;46,29-33]
De ki: Cinlerden bir topluluğun Kur'an dinleyip şöyle dedikleri bana vahyolundu: \"Biz harikulade güzel bir Kur'an dinledik.
يَهْدِىٓ إِلَى ٱلرُّشْدِ فَـَٔامَنَّا بِهِۦ ۖ وَلَن نُّشْرِكَ بِرَبِّنَآ أَحَدًۭا ﴿٢﴾
Doğru yolu göstermede, derken inandık ona ve kesin olarak hiçbir kimseyi, Rabbimize ortak saymayacağız.
\"O (Kur'an), 'gerçeğe ve doğruya' yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimiz'e hiç kimseyi ortak koşmayacağız.\"
yehdî ile-rruşdi feâmennâ bih. velen nüşrike birabbinâ eḥadâ.
De ki: \"Cinlerden bir topluluğun Kuran'ı dinlediği bana vahyolundu; onlar şöyle demişlerdir;\" \"Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kuran dinledik de ona inandık; biz, Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.\"
Doğru yola iletiyor, ona iman ettik. (Artık) kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız.
\"O doğruya iletiyor ve biz ona inandık; bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.\"
O Kur'ân hidayete erdiriyor, biz de ona iman ettik. Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.
\"Doğruya ve hayra kılavuzluyor. Biz de inandık ona. Artık Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız.\"
De ki: Bana vahyolunduğuna göre bir cin cemaati Kur'ân’ı dinledikten sonra şöyle dediler: “Biz gerçekten, doğru yolu gösteren harikulade bir Kur’ân dinledik.Bundan böyle Rabbimize asla bir şerik tanımayacağız.Rabbimizin şanı çok yücedir, O ne eş, ne de çocuk edinmiştir.Meğer içimizden birtakım cahiller, Allah hakkında gerçek olmayan sözler söylüyormuş! Biz de saf saf, insanları ve cinleri, Allah hakkında yalan söylemez sanmışız!Meğer bir kısım insanlar cinlerden bazılarına sığınıp, böylece onları daha da azgın hale getirmişler! Onlar da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın ölen hiçbir kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişler. [37,1;46,29-33]
Doğru yola iletiyor, ona inandık. Artık Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.
وَأَنَّهُۥ تَعَٰلَىٰ جَدُّ رَبِّنَا مَا ٱتَّخَذَ صَٰحِبَةًۭ وَلَا وَلَدًۭا ﴿٣﴾
Ve şüphe yok ki Rabbimizin şanı, yücelerden de yüce, ne bir arkadaş edinmiştir ve ne bir oğul.
Elbette, Rabbimiz'in şanı Yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.\"
veennehû te`âlâ ceddü rabbinâ me-tteḫaẕe ṣâḥibetev velâ veledâ.
\"Doğrusu Rabbimizin yüceliği her yücelikten üstündür. O, zevce ve çocuk edinmemiştir.\"
Hakikat şu ki, Rabbimizin şanı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.
\"Rabbimiz çok yücedir. O ne bir eş ne de bir çocuk edinmemiştir. \"
Doğrusu, Rabbimizin şanı çok yüksektir. Ne bir arkadaş edinmiştir, ne de bir çocuk.
\"Rabbimizin adı/kudreti/işi/gayreti çok yücedir. O, ne bir dişi dost edinmiştir ne de bir çocuk.\"
De ki: Bana vahyolunduğuna göre bir cin cemaati Kur'ân’ı dinledikten sonra şöyle dediler: “Biz gerçekten, doğru yolu gösteren harikulade bir Kur’ân dinledik.Bundan böyle Rabbimize asla bir şerik tanımayacağız.Rabbimizin şanı çok yücedir, O ne eş, ne de çocuk edinmiştir.Meğer içimizden birtakım cahiller, Allah hakkında gerçek olmayan sözler söylüyormuş! Biz de saf saf, insanları ve cinleri, Allah hakkında yalan söylemez sanmışız!Meğer bir kısım insanlar cinlerden bazılarına sığınıp, böylece onları daha da azgın hale getirmişler! Onlar da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın ölen hiçbir kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişler. [37,1;46,29-33]
Doğrusu Rabbimizin şanı yücedir. O, eş ve çocuk edinmemiştir.
وَأَنَّهُۥ كَانَ يَقُولُ سَفِيهُنَا عَلَى ٱللَّهِ شَطَطًۭا ﴿٤﴾
Ve şüphe yok ki aklı olmayanımız, Allah hakkında saçma ve boş laflar ediyormuş.
\"Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz, Allah'a karşı 'bir sürü saçma şeyler' söylemişler.\"
veennehû kâne yeḳûlü sefîhünâ `ale-llâhi şeṭaṭâ.
\"Doğrusu aramızdaki beyinsiz, Allah'a karşı yalanlar uyduruyordu.\"
Doğrusu bizim beyinsiz olanımız (iblis veya azgın cinler), Allah hakkında pekaşırı yalanlar uyduruyormuş.
\"ALLAH hakkında saçma şeyler söyleyip duran bizim o beyinsizdi.\"
Meğer bizim beyinsiz (İblis), Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş.
\"Doğrusu, bizim beyinsiz, Allah hakkında saçma lakırdı ediyormuş.\"
De ki: Bana vahyolunduğuna göre bir cin cemaati Kur'ân’ı dinledikten sonra şöyle dediler: “Biz gerçekten, doğru yolu gösteren harikulade bir Kur’ân dinledik.Bundan böyle Rabbimize asla bir şerik tanımayacağız.Rabbimizin şanı çok yücedir, O ne eş, ne de çocuk edinmiştir.Meğer içimizden birtakım cahiller, Allah hakkında gerçek olmayan sözler söylüyormuş! Biz de saf saf, insanları ve cinleri, Allah hakkında yalan söylemez sanmışız!Meğer bir kısım insanlar cinlerden bazılarına sığınıp, böylece onları daha da azgın hale getirmişler! Onlar da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın ölen hiçbir kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişler. [37,1;46,29-33]
Meğer bizim beyinsiz (İblis veya cinlerin kafirleri) Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş.
وَأَنَّا ظَنَنَّآ أَن لَّن تَقُولَ ٱلْإِنسُ وَٱلْجِنُّ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًۭا ﴿٥﴾
Ve bizse şüphe yok ki ne insanlar, ne de cinler, Allah hakkında yalan şeyler söylemez sanıyorduk.
\"Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık.\"
veennâ żanennâ el len teḳûle-l'insü velcinnü `ale-llâhi keẕibâ.
\"Doğrusu insanların ve cinlerin Allah'a karşı yalan uydurabileceklerini sanmazdık.\"
Halbuki biz, gerek insanlar gerekse cinler Allah hakkında asla yalan söylemezler, sanmıştık.
\"İnsanların ve cinlerin ALLAH'a karşı yalan uyduramıyacaklarını sanmıştık.\"
Doğrusu biz insanları ve cinleri Allah'a karşı asla yalan söylemez sanmışız.
\"Biz sanmıştık ki, ne insanlar ne de cinler Allah hakkında asla yalan söylemezler.\"
De ki: Bana vahyolunduğuna göre bir cin cemaati Kur'ân’ı dinledikten sonra şöyle dediler: “Biz gerçekten, doğru yolu gösteren harikulade bir Kur’ân dinledik.Bundan böyle Rabbimize asla bir şerik tanımayacağız.Rabbimizin şanı çok yücedir, O ne eş, ne de çocuk edinmiştir.Meğer içimizden birtakım cahiller, Allah hakkında gerçek olmayan sözler söylüyormuş! Biz de saf saf, insanları ve cinleri, Allah hakkında yalan söylemez sanmışız!Meğer bir kısım insanlar cinlerden bazılarına sığınıp, böylece onları daha da azgın hale getirmişler! Onlar da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın ölen hiçbir kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişler. [37,1;46,29-33]
Biz insanların ve cinlerin, Allah'a karşı yalan söylemeyeceklerini sanmıştık (onun için o beyinsizin sözüne uymuştuk),
وَأَنَّهُۥ كَانَ رِجَالٌۭ مِّنَ ٱلْإِنسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍۢ مِّنَ ٱلْجِنِّ فَزَادُوهُمْ رَهَقًۭا ﴿٦﴾
Ve gene şüphe yok ki insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınıyorlar da onların taşkınlığını, zulümlerini arttırıyorlar.
\"Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.\"
veennehû kâne ricâlüm mine-l'insi ye`ûẕûne biricâlim mine-lcinni fezâdûhüm raheḳâ.
\"Gerçekten, bir takım insanlar, cinlerin bir takımına sığınırlardı da onların azgınlıklarını artırırlardı.\"
Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların taşkınlıklarını arttırırlardı.
\"Ne var ki bazı insanlar, bazı cinlere sığınırlardı ve bu da onların azgınlıklarını arttırırdı.\"
Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklıklarını artırırlardı.
\"Gerçek şu ki, insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere/cinlerin şerrinden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklık ve azgınlığını artırırlardı.\"
De ki: Bana vahyolunduğuna göre bir cin cemaati Kur'ân’ı dinledikten sonra şöyle dediler: “Biz gerçekten, doğru yolu gösteren harikulade bir Kur’ân dinledik.Bundan böyle Rabbimize asla bir şerik tanımayacağız.Rabbimizin şanı çok yücedir, O ne eş, ne de çocuk edinmiştir.Meğer içimizden birtakım cahiller, Allah hakkında gerçek olmayan sözler söylüyormuş! Biz de saf saf, insanları ve cinleri, Allah hakkında yalan söylemez sanmışız!Meğer bir kısım insanlar cinlerden bazılarına sığınıp, böylece onları daha da azgın hale getirmişler! Onlar da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın ölen hiçbir kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişler. [37,1;46,29-33]
Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklığını artırırlardı.
وَأَنَّهُمْ ظَنُّوا۟ كَمَا ظَنَنتُمْ أَن لَّن يَبْعَثَ ٱللَّهُ أَحَدًۭا ﴿٧﴾
Ve şüphe yok ki onlar da sizin sandığınız gibi Allah'ın, kesin olarak hiçbir kimseyi tekrar diriltmiyeceğini sanıyorlar.
\"Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah'ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı.\"
veennehüm żannû kemâ żanentüm el ley yeb`aŝe-llâhü eḥadâ.
\"Doğrusu, onlar da sizin, Allah'ın kimseyi yeniden diriltmeyeceğinizi sandığınız gibi sanıda bulunmuşlardı.\"
Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı.
\"Onlar, tıpkı sizin sandığınız gibi, ALLAH'ın hiç bir kimseyi göndermeyeceğini sanıyorlardı.\"
Doğrusu onlar sizin zannettiğiniz gibi, zannetmişlerdi ki, Allah asla kimseyi Peygamber göndermeyecek.
\"Onlar, tıpkı sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi asla diriltmeyeceğini/peygamber göndermeyeceğini sanmışlardı.\"
De ki: Bana vahyolunduğuna göre bir cin cemaati Kur'ân’ı dinledikten sonra şöyle dediler: “Biz gerçekten, doğru yolu gösteren harikulade bir Kur’ân dinledik.Bundan böyle Rabbimize asla bir şerik tanımayacağız.Rabbimizin şanı çok yücedir, O ne eş, ne de çocuk edinmiştir.Meğer içimizden birtakım cahiller, Allah hakkında gerçek olmayan sözler söylüyormuş! Biz de saf saf, insanları ve cinleri, Allah hakkında yalan söylemez sanmışız!Meğer bir kısım insanlar cinlerden bazılarına sığınıp, böylece onları daha da azgın hale getirmişler! Onlar da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın ölen hiçbir kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişler. [37,1;46,29-33]
Onlar da sizin sandığınız gibi Allah'ın hiç kimseyi diriltmeyeceğini sanmışlardı.
وَأَنَّا لَمَسْنَا ٱلسَّمَآءَ فَوَجَدْنَٰهَا مُلِئَتْ حَرَسًۭا شَدِيدًۭا وَشُهُبًۭا ﴿٨﴾
Ve gerçekten de biz, göğü yokladık da orasını, kuvvetli bekçilerle ve şihaplarla dolu bulduk.
\"Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.\"
veennâ lemesne-ssemâe fevecednâhâ müliet ḥarasen şedîdev veşühübâ.
\"Doğrusu biz göğü yokladık; onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle (ışınlarla) doldurulmuş bulduk.\"
Doğrusu biz (cinler), göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk.
\"Biz göğe dokunduk ve onu güçlü bekçilerle ve ateş toplarıyla korunmuş bulduk.\"
(Cinler, dediler ki): \"Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçiler ve alevlerle dolu bulduk.\"
\"Biz göğe gerçekten dokunduk da onu titiz ve güçlü bekçilerle ve kayıp giden ışınlarla/alevlerle doldurulmuş bulduk.\"
“Biz göğe çıkmak istedik: Bir de ne görelim: orası sert ve kuvvetli bekçiler, şihablar, alevler, (roket gibi mermiler)le dolu!
Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçilerle ve ışınlarla doldurulmuş bulduk.
وَأَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَٰعِدَ لِلسَّمْعِ ۖ فَمَن يَسْتَمِعِ ٱلْءَانَ يَجِدْ لَهُۥ شِهَابًۭا رَّصَدًۭا ﴿٩﴾
Ve gerçekten de biz, orada, bir söz duymak için bazı yerlere otururduk, fakat şimdi kim, dinlemeye kalkışsa kendisini gözetliyen bir şihap buluyor.
\"Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.\"
veennâ künnâ naḳ`udü minhâ meḳâ`ide lissem`. femey yestemi`i-l'âne yecid lehû şihâber raṣadâ.
\"Doğrusu biz, göğün dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk; ama şimdi kim dinleyecek olsa, kendisini gözleyen bir ateş (ışın) buluyor.\"
Halbuki, (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor.
\"Biz orada casusluk için otururduk. Ancak şimdi her kim dinlemek isterse kendisini gözleyen bir ateş topu bulur.\"
\"Doğrusu biz göğün bazı mevkilerinde dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa kendini gözetleyen parlak bir alev buluyor.\"
\"Biz eskiden, onun, dinlemek için oturulan yerlerinde otururduk. Ama şu anda kim dinlemeye kalksa kendisini gözetleyen bir alev/ışık bulur.\"
“Önceleri biz göğün bazı yerlerinde oturup dinleme merkezleri edinirdik. Ama şimdi kim dinlemeye kalkışırsa, derhal kendini gözetleyip izleyen bir alevle karşılaşıyor. {KM, Tekvin 3,24}
Ve biz onun dinlemeğe mahsus olan oturma yerlerinde oturur(gayb haberlerini dinlemeğe çalışır)dık. Artık şimdi kim dinlemek istese, kendisini gözetleyen bir ışın bulur.
وَأَنَّا لَا نَدْرِىٓ أَشَرٌّ أُرِيدَ بِمَن فِى ٱلْأَرْضِ أَمْ أَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًۭا ﴿١٠﴾
Ve gerçekten de bilmiyoruz, yeryüzündekilere bir kötülük gelmesi mi isteniyor, yoksa Rabbleri, onlara doğru yolu buldurmayı mı diledi?
\"Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri kendileri için (doğruya iletici) bir hayır mı diledi?\"
veennâ lâ nedrî eşerrun ürîde bimen fi-l'arḍi em erâde bihim rabbühüm raşedâ.
\"Yeryüzünde olanlara kötülük mü murad edildi, yahut Rableri onlara bir iyilik mi dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz.\"
Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?
\"Yerdekiler için bir kötülük mü planlanmıştır, yoksa Rab'leri onlar için bir iyilik mi dilemiştir, bilmiyoruz.\"
\"Doğrusu biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?\"
\"Doğrusu, bilmiyoruz, yeryüzündeki şuurlulara şer mi istendi, yoksa Rableri onlar için doğru ve güzel olanı mı istemiştir.\"
“Doğrusu, iyi anlayamadık: Yerde oturanlara fenalık mı irade edildi, yoksa Rab'leri onlar hakkında hayır ve hidâyet mi diledi, bilemiyoruz.”
Bilmiyoruz bununla yeryüzündekilere kötülük mü (yapılmak) istendi, yoksa Rabbleri onları doğruya mı iletmek diledi.
وَأَنَّا مِنَّا ٱلصَّٰلِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذَٰلِكَ ۖ كُنَّا طَرَآئِقَ قِدَدًۭا ﴿١١﴾
Ve gerçekten bizden temiz kişiler de vardı, içimizde, böyle olmayanlar da vardı; ayrıayrı yollar tutmuştuk.
\"Gerçek şu ki, bizden salih olanlar vardır ve bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.\"
veennâ minne-ṣṣâliḥûne veminnâ dûne ẕâlik. künnâ ṭarâiḳa ḳidedâ.
\"Doğrusu aramızda iyiler de vardır, bundan aşağı bulunanlar da vardır. Biz, türlü türlü yolda olan topluluklardık.\"
Gerçekten biz, -kimimiz salih kişiler, kimimiz ise bunlardan aşağıda olmak üzere- türlü türlü yollar tutmuştuk.
\"Aramızda erdemliler de var, bunun aşağısında olanlar da var; biz çeşitli tarikatlara(yollara) ayrıldık. \"
Doğrusu bizler; bizden iyi olanlar da var, olmayanlar da var. Biz çeşitli yollara ayrılmışız.
\"Şu da bir gerçek ki, bizden hayra yönelenler/barışçılar vardır; ama bizden, başka türlü olanlar da vardır. Dilim dilim yollar olmuşuz biz.\"
“Bizden iyi kimseler olduğu gibi, iyi olmayanlar da var. Biz türlü türlü yollar tutmuşuz.
Bize gelince, bizden iyiler de var ve bizden başka türlü olan da var. Biz çeşitli yollara ayrıldık.
وَأَنَّا ظَنَنَّآ أَن لَّن نُّعْجِزَ ٱللَّهَ فِى ٱلْأَرْضِ وَلَن نُّعْجِزَهُۥ هَرَبًۭا ﴿١٢﴾
Ve gerçekten de iyice anladık ki yeryüzünde Allah'ı aciz bırakmamıza imkan yok ve kaçmakla da asla onu acze düşüremeyiz.
\"Biz şüphesiz, Allah'ı yeryüzünde asla aciz bırakamıyacağımızı, kaçmak suretiyle de O’nu hiçbir şekilde aciz bırakamıyacağımızı anladık.\"
veennâ żanennâ el len nü`cize-llâhe fi-l'arḍi velen nü`cizehû herabâ.
\"Yeryüzünde kalsak da Allah'ı aciz bırakamayacağımız, başka yere kaçsak da, O'nu aciz kılamayacağımız gerçeğini şüphesiz anladık.\"
(Artık) şu gerçeği şüphesiz anladık ki, biz yeryüzünde bulunsak da Allah'ı aciz bırakamayacağız, başka yere kaçmakla da elinden kurtulamayacağız.
\"Biz, yeryüzünde ALLAH'ı aciz bırakamıyacağımızı, kaçmakla da O'nu atlatamıyacağımızı anladık.\"
\"Doğrusu biz anladık ki, Allah'ı yerde acze düşürmemize imkân yok. Kaçmakla da O'nu asla âciz bırakamayacağız.\"
\"Ve biz şunu sezdik: \"Biz yeryüzünde Allah'ı asla âciz bırakamayız; kaçarak da onu âciz bırakamayız.\"
Şunu da anladık ki, biz yerde Allah'ın iradesine karşı koyamayacağımız gibi, kaçmaya teşebbüs etmekle de O’nun elinden yakamızı kurtaramayız.
Biz yeryüzünde Allah'ı aciz bırakamayacağımızı (yerden) kaçmakla da O'nu aciz bırak(ıp O'ndan kurtul)amayacağımızı anladık.
وَأَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا ٱلْهُدَىٰٓ ءَامَنَّا بِهِۦ ۖ فَمَن يُؤْمِنۢ بِرَبِّهِۦ فَلَا يَخَافُ بَخْسًۭا وَلَا رَهَقًۭا ﴿١٣﴾
Ve gerçekten de doğru yolu gösteren Kur'an'ı duyunca inandık ona; kim Rabbine inanırsa artık ne mükafatın azalmasından korkar, ne de zulümden ve kötülükten.
\"Elbette biz, o yol gösterici (Kur'an'ı) işitince, ona iman ettik. Artık kim Rabbine iman ederse, o ne (ecrinin) eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğrayacağından.\"
veennâ lemmâ semi`ne-lhüdâ âmennâ bih. femey yü'mim birabbihî felâ yeḫâfü baḫsev velâ raheḳâ.
\"Şüphesiz, doğruluk rehberi olan Kuran'ı dinlediğimizde ona inandık; kim Rabbine inanırsa, o, ecrinin eksiltileceğinden ve kendisine haksızlık edileceğinden korkmaz.\"
Doğrusu biz, o hidayeti (Kur'an'ı) işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne bir (ecrinin) eksikliğe uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar.
\"Biz, yol gösteren (Kuran)ı işitir işitmez ona inandık. Rabbine inanan hiçbir haksızlığa ve sıkıntıya uğramaz.\"
\"Doğrusu biz o hidayet rehberini dinlediğimizde ona iman ettik. Kim Rabbine inanırsa, ne hakkının eksik verilmesinden korkar, ne de kendisine kötülük edilmesinden.\"
\"Biz, doğruya ve güzele kılavuzlayanı dinleyince, ona inandık. Rabbine inanan kişi ne hakkının eksik verilmesinden korkar ne de tecavüze uğrayıp kuşatılmaktan.\"
Biz hidâyet Rehberini dinleyince onu tasdik ettik. Kim Rabbine iman ederse, ne hakkının eksik verilmesinden, ne de gadre uğramaktan asla endişesi kalmaz.”
Biz, yol gösteren (Kur'an)ı işitince ona inandık. Kim Rabbine inanırsa (ne hakkının) eksik verilmesinden, ne de kendisine kötülük edilmesinden korkar.
وَأَنَّا مِنَّا ٱلْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا ٱلْقَٰسِطُونَ ۖ فَمَنْ أَسْلَمَ فَأُو۟لَٰٓئِكَ تَحَرَّوْا۟ رَشَدًۭا ﴿١٤﴾
Ve gerçekten de bizden, Müslüman olanlar da var, gerçekten sapıp zulmedenler de; artık kimler Müslüman olursa onlardır doğruluk yolunu arayıp bulanlar.
\"Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah'a) teslim olanlar, artık onlar 'gerçeği ve doğruyu' araştırıp-bulanlardır.\"
veennâ minne-lmüslimûne veminne-lḳâsiṭûn. femen esleme feülâike teḥarrav raşedâ.
\"İçimizde, kendini Allah'a vermiş olanlar da, yazık edenler de vardır. Kendini Allah'a veren kimseler, işte onlar, doğru yolu arayanlar, ona layık olanlardır.\"
İçimizde, (Allah'a) teslimiyet gösterenler de var, hak yoldan sapanlar da var. Teslimiyet gösteren kimseler, doğru yolu arayanlardır.
\"Aramızdan müslümanlar da var uzlaşmacılar da vardır.\" Kim teslim olursa, işte gerçeği araştıranlar onlardır.
\"Ve biz, bizlerden müslümanlar da var, hak yoldan sapanlar da var. Müslüman olanlar, işte onlar doğru yolu arayanlardır.\"
\"Nihayet, bizden Allah'a teslim olanlar da var, haksızlığa sapıp çizgiden çıkanlar da var. Allah'a teslim olanlar, işte onlar, doğruyu ve hayrı aramışlardır.
“Bizden Allah'a itaat edenlerin yanında, hak yoldan sapan kâfirler de var. Allah’a itaat ve teslimiyet gösterenler, doğru yolu arayanlardır.”
Ve biz, bizden müslümanlar da var ve bizden doğru yoldan sapanlar da var. Kimler müslüman olursa işte onlar doğru yolu aramışlardır.
وَأَمَّا ٱلْقَٰسِطُونَ فَكَانُوا۟ لِجَهَنَّمَ حَطَبًۭا ﴿١٥﴾
Fakat gerçekten sapıp zulmedenlere gelince, onlar da cehenneme odun olurlar.
Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.
veemme-lḳâsiṭûne fekânû licehenneme ḥaṭabâ.
\"Kendilerine yazık edenlere gelince; onlar, cehennemin odunları oldular.\"
Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır.
Uzlaşmacılara gelince, cehenneme odun olmuşlardır.
Ama yoldan çıkanlar, işte onlar cehenneme odun olmuşlardır.
\"Haksızlığa sapanlar ise cehenneme odun olmuşlardır.\"
“Hak yoldan sapanlar ise, cehennem odunu olurlar.”
Hak yoldan sapanlar ise cehenneme odun olmuşlardır.\"
وَأَلَّوِ ٱسْتَقَٰمُوا۟ عَلَى ٱلطَّرِيقَةِ لَأَسْقَيْنَٰهُم مَّآءً غَدَقًۭا ﴿١٦﴾
Ve eğer yolda dosdoğru yürüselerdi onları bolbol suvarırdık elbette.
Eğer onlar (insanlar ve cinler), yol üzerinde 'dosdoğru bir istikamet tuttursalardı', mutlaka Biz onlara bol miktarda su içirir (tükenmez bir rızık ve nimet verir)dik.
veel levi-steḳâmû `ale-ṭṭarîḳati leesḳaynâhüm mâen gadeḳâ.
Ama doğru yola girmiş olsalardı, onları bu hususta denememiz için onlara bol su içirirdik; kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe artan bir azaba uğratır.
Şayet doğru yolda gitselerdi, onlara bol su verirdik.
Doğru yola girselerdi onlara bol su verirdik.
Onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette kendilerine bol bir su verirdik.
Eğer yolda, kıvamında yürüselerdi, onları bol bir su ile suvarırdık,
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Eğer insanlar ve cinler, Allah'ın yolunda dosdoğru yürüselerdi, onlara bol yağmur verir, rızıklarını bollaştırırdık. [5,66; 7,96; 6,44; 23,55-56]
Şayet yolda doğru gitselerdi onlara bol su verirdik (rızıklarını bollaştırırdık).
لِّنَفْتِنَهُمْ فِيهِ ۚ وَمَن يُعْرِضْ عَن ذِكْرِ رَبِّهِۦ يَسْلُكْهُ عَذَابًۭا صَعَدًۭا ﴿١٧﴾
Sınamak için onları böylece ve kim, Rabbini anmaktan yüz çevirirse onu, gittikçe artıp duran bir azaba sokar.
Ki, kendilerini bununla denemek için. Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, (Allah), onu 'gittikçe şiddeti artan' bir azaba sürükler.
lineftinehüm fîh. vemey yü`riḍ `an ẕikri rabbihî yeslükhü `aẕâben ṣa`adâ.
Ama doğru yola girmiş olsalardı, onları bu hususta denememiz için onlara bol su içirirdik; kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe artan bir azaba uğratır.
Bu hususta kendilerini denememiz için, Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, (Rabbin) onu gitgide artan çetin bir azaba uğratır.
Ki onunla onları sınayalım. Kim Rabbinin mesajından yüz çevirirse onu zorlu ve yokuşlu bir cezaya süreriz.
Ki onları onunla sınayalım. Kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe yükselen bir azaba sokar.
Ki onları, onun içinde imtihan edelim. Kim Rabbinin zikrinden/Kur'an'dan yüz çevirirse Rabbi onu, gittikçe yükselen bir azaba sokar.
Bu nimetimiz onları imtihan etmek içindir. Kim Rabbini hatırlamaktan yüz çevirirse Allah onu git gide artan çetin bir azaba sokar.
Ki onları, onunla sınayalım. Kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse (Rabbi) onu, alt eden bir azaba sokar.
وَأَنَّ ٱلْمَسَٰجِدَ لِلَّهِ فَلَا تَدْعُوا۟ مَعَ ٱللَّهِ أَحَدًۭا ﴿١٨﴾
Ve şüphe yok ki secde edilen yerler, Allah'a aittir, artık orada Allah'la beraber hiçbir kimseyi çağırmayın.
Şüphesiz mescidler, (yalnızca) Allah'a aittir. Öyleyse, Allah ile beraber başka hiçbir şeye (ve kimseye) kulluk etmeyin (dua etmeyin, tapmayın).
veenne-lmesâcide lillâhi felâ ted`û me`a-llâhi eḥadâ.
Mescidler şüphesiz Allah'ındır, öyleyse oralarda Allah'a yalvarırken başkasını katmayın.
Mescidler şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın (ve kulluk etmeyin).
Mescidler sadece ALLAH'a aittir; öyleyse ALLAH ile birlikte hiç kimseyi çağırmayın.
Mescitler kuşkusuz Allah'ındır. O halde Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın.
Hiç kuşkusuz, mescitler/secdeler Allah içindir. O halde, Allah ile birlikte bir başkasına yakarmayın/Allah'ın yanında bir başkası için çağrıda bulunmayın.
Şüphesiz ki mescidler Allah'ındır (secdeler O’na mahsustur).Öyleyse sakın Allah’tan başka hiçbir tanrıya dua ve ibadet etmeyin!”
Mescidler, Allah'a mahsustur. Allah ile beraber hiç kimseye yalvarmayın.
وَأَنَّهُۥ لَمَّا قَامَ عَبْدُ ٱللَّهِ يَدْعُوهُ كَادُوا۟ يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًۭا ﴿١٩﴾
Ve şüphe yok ki Allah'ın kulu, ona çağırmaya kalktı mı cinler, öylesine toplanıyorlardı etrafına ki neredeyse birbirlerini ezeceklerdi.
Şu bir gerçek ki, Allah'ın kulu (olan Muhammed,) O'na dua (ibadet ve kulluk) için kalktığında, onlar (müşrikler,) neredeyse çevresinde keçeleşeceklerdi.
veennehû lemmâ ḳâme `abdü-llâhi yed`ûhü kâdû yekûnûne `aleyhi libedâ.
Allah'ın kulu Muhammed, O'na yalvarmak, namaz kılmak için kalkınca, nerdeyse, çevresinde keçeleşirler, birbirlerine girerlerdi.
Allah'ın kulu, O'na yalvarmaya (namaza) kalkınca, neredeyse onun etrafında keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi.
ALLAH'ın kulu kalkıp sadece O'na çağırdığında ona karşı nerdeyse hepsi bir bütün oldular.
Allah'ın kulu (Hz. Peygamber) kalkmış O'na dua ederken, neredeyse (cinler) onun etrafında keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi.
Allah'ın kulu kalkmış O'na yakarırken, onlar onun üzerine keçeleşir gibi üşüşüyorlardı.
Ne tuhaftır ki, işi tam tersine çevirip, Allah'ın has kulu, bir olan Allah’a ibadete kalkınca, başına öyle bir üşüştüler ki nerdeyse birbirlerini çiğneyeceklerdi.
Allah'ın kulu kalkıp O'na yalvarınca (hayretten, hepsi) onun üzerine üşüşüp nerdeyse keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi.
قُلْ إِنَّمَآ أَدْعُوا۟ رَبِّى وَلَآ أُشْرِكُ بِهِۦٓ أَحَدًۭا ﴿٢٠﴾
De ki: Ben, ancak Rabbime çağırmadayım ve ona, hiçbir kimseyi ortak olarak kabul etmemedeyim.
De ki: \"Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum ve O'na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmuyorum.\"
ḳul innemâ ed`û rabbî velâ üşrikü bihî eḥadâ.
De ki: \"Ben sadece Rabbime yalvarırım ve O'na kimseyi ortak koşmam.\"
(Resulüm!) De ki: Ben ancak Rabbime yalvarırım ve O'na kimseyi ortak koşmam.
De ki, \"Ben sadece Rabbime çağırırım; ve O'na hiç kimseyi ortak koşmam.\"
De ki: \"Ben ancak Rabbime dua eder ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmam\"
De ki: \"Ben ancak Rabbime yakarırım/çağırırım. Ve hiç kimseyi O'na ortak koşmam.\"
Sen de ki: “Ben yalnız Rabbime yalvarır, O'na kulluk ederim. Hiçbir şeyi O’na ortak saymam.”
De ki: \"Ben ancak Rabbime yalvarırım ve hiç kimseyi O'na ortak koşmam.\"
قُلْ إِنِّى لَآ أَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّۭا وَلَا رَشَدًۭا ﴿٢١﴾
De ki: Benim, size bir zarar vermeye de gücüm yetmez, sizi doğru yola götürmeye de.
De ki: \"Doğrusu ben, sizin için ne bir zarar, ne de bir yarar (irşad) sağlayabilirim.\"
ḳul innî lâ emlikü leküm ḍarrav velâ raşedâ.
De ki: \"Ben size zarar vermeye de iyilik yapmaya da kadir değilim.\"
De ki: Doğrusu ben (kendi başıma) size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.
De ki, \"Ben size ne bir zarar ne de bir yarar verme gücüne sahip değilim.\"
De ki, \"Haberiniz olsun, ben size kendiliğimden ne bir zarar verebilirim, ne de bir yol gösterebilirim.\"
De ki: \"Ben size zarar verme gücüne de ışık ve aydınlık verme gücüne de sahip değilim.\"
De ki: “Benim size ne zarar vermeye ve ne de en büyük fayda olan hidâyete ulaştırmaya gücüm yeter.
De ki: \"Ben size ne zarar, ne de akıl verme gücüne sahip değilim.\"
قُلْ إِنِّى لَن يُجِيرَنِى مِنَ ٱللَّهِ أَحَدٌۭ وَلَنْ أَجِدَ مِن دُونِهِۦ مُلْتَحَدًا ﴿٢٢﴾
De ki: Beni, hiçbir kimse, Allah'ın azabından kurtaramaz ve ben ondan başka sığınacak birisini de bulamam.
De ki: \"Muhakkak beni Allah'tan (gelebilecek bir azaba karşı) hiç kimse asla kurtaramaz ve O'nun dışında asla bir sığınak da bulamam.\"
ḳul innî ley yücîranî mine-llâhi eḥadüv velen ecide min dûnihî mülteḥadâ.
De ki: \"Beni kimse Allah'a karşı savunamaz ve ben O'ndan başka bir sığınak bulamam.\"
De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allah'a karşı beni kimse himaye edemez, O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam.
De ki, \"Hiç kimse beni ALLAH'a karşı savunamaz, O'ndan başka sığınak da bulamam.\"
De ki, \"Allah'tan beni kimse kurtaramaz ve ben O'ndan başka bir sığınacak bulamam.\"
De ki: \"Allah'tan beni hiç kimse kurtaramaz ve O'nun dışında bir sığınak da asla bulamam!\"
De ki: “Allah'ın cezasından beni hiçbir kimse kurtaramaz. Benim O’nun dışında sığınacak yerim de yoktur.
De ki: \"Beni Allah'(ın azabın)dan hiç kimse kurtaramaz ve ondan başka sığınacak kimse bulamam.\"
إِلَّا بَلَٰغًۭا مِّنَ ٱللَّهِ وَرِسَٰلَٰتِهِۦ ۚ وَمَن يَعْصِ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُۥ فَإِنَّ لَهُۥ نَارَ جَهَنَّمَ خَٰلِدِينَ فِيهَآ أَبَدًا ﴿٢٣﴾
Bana düşen, ancak Allah'tan tebliğdir ve onun hükümlerini size bildirmektir; ve kim, Allah'a ve Peygamberine karşı gelirse artık onun hakkıdır cehennem ateşi, ebedi olarak da kalır orada.
\"(Benim görevim,) Yalnızca Allah'tan olanı ve O'nun gönderdiklerini tebliğ etmektir. Kim Allah'a ve O'nun elçisine isyan ederse, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere onun için cehennem ateşi vardır.\"
illâ belâgam mine-llâhi verisâlâtih. vemey ya`ṣi-llâhe verasûlehû feinne lehû nâra cehenneme ḫâlidîne fîhâ ebedâ.
\"Benim yaptığım yalnız, Allah katından olanı, O'nun gönderdiklerini tebliğdir. Allah'a ve Peygamberine kim karşı gelirse ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır.\"
(Benim yaptığım) ancak Allah katından olanı, O'nun gönderdiklerini tebliğdir. Artık kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, bilsin ki ona, (kendi gibilerle birlikte) içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.
\"Ancak ALLAH'tan bir duyuruyu ve mesajını iletirim.\" Artık kim ALLAH'a ve elçisine karşı gelirse içinde ebedi kalacağı cehennem ateşini hakeder.
\"Benim yapabileceğim, sadece Allah'tan size duyuru yapmak ve O'nun elçilik görevlerini yerine getirmektir.\" Artık kim Allah'a ve onun elçisine baş kaldırırsa, ona içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.
\"Ancak Allah'tan bir tebliğ ve O'nun mesajlarından bir şeyler sunabilirim.\" Allah'a ve O'nun resulüne isyan edenler için cehennem ateşi vardır. Uzun süre orada kalaçaklardır.
Benim vazifem sadece Allah'ın mesajlarını tebliğ etmektir. Kim Allah’a ve Elçisine isyan ederse, ona cehennem ateşi vardır, hem de ebedî kalmak üzere oraya girecektir. [5,67]
Benim yapabileceğim sadece Allah'tan (bana vahyedilenleri) size duyurmak ve O'nun elçilik görevlerini yerine getirmektir. Artık kim Allah'a ve Elçisine baş kaldırırsa, ona içinde sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır.
حَتَّىٰٓ إِذَا رَأَوْا۟ مَا يُوعَدُونَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ أَضْعَفُ نَاصِرًۭا وَأَقَلُّ عَدَدًۭا ﴿٢٤﴾
Sonunda, vaadedilen şeyi gördüler mi artık bilirler kimmiş yardımcısı daha zayıf ve sayı bakımından taraftarı daha az?
Sonunda onlar, kendilerine vadedileni gördükleri zaman, yardımcı olmak bakımından kim daha zayıfmış ve sayı bakımından kim daha azmış artık öğrenmiş olacaklardır.\"
ḥattâ iẕâ raev mâ yû`adûne feseya`lemûne men aḍ`afü nâṣirav veeḳallü `adedâ.
Sonunda, kendilerine söz verileni gördükleri zaman, kimin yardımcısının daha güçsüz ve sayısının daha az olduğunu bileceklerdir.
Sonunda, tehdit edilip durduklarını (azabı, kıyameti) gördükleri zaman, kim yardımcı olma bakımından daha güçsüz ve sayıca daha az imiş, bileceklerdir.
Kendilerine söz verilen şeyi gördüklerinde kimin yardımcısının güçsüz ve sayıca az olduğunu görecekler.
Kendilerine vaad edilen şeyi gördükleri zaman, kimin yardımcısının en zayıf ve en az olduğunu bileceklerdir.
Sonunda, onlar kendilerine vaat edileni gördüklerinde, yardımcı bakımından daha zayıf kim, sayı bakımından daha az kim, bileceklerdir.
Kendilerine vâd olunan azabı veya kıyamet saatini gördüklerinde, kimin yardımcılarının daha zayıf, kimin askerlerinin daha az olduğunu, işte o zaman anlayacaklardır.
Kendilerine va'dedilen şeyi (ya azabı veya kıyamet sa'atini) gördükleri zaman, kimin yardımcı bakımından daha zayıf ve sayıca daha az olduğunu bileceklerdir.
قُلْ إِنْ أَدْرِىٓ أَقَرِيبٌۭ مَّا تُوعَدُونَ أَمْ يَجْعَلُ لَهُۥ رَبِّىٓ أَمَدًا ﴿٢٥﴾
De ki: Ben bilmem, size vaadedilen pek mi yakın, yoksa Rabbim, onu bir müddet uzattı mı?
De ki: \"Bilmiyorum, size vadedilen (kıyamet ve azap) yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koymuştur?\"
ḳul in edrî eḳarîbüm mâ tû`adûne em yec`alü lehû rabbî emedâ.
De ki: Size söz verilen yakın mıdır, yoksa Rabbim onu uzun süreli mi kılmıştır ben bilmem.\"
De ki: Tehdit edilegeldiğiniz (azap), yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koyar, ben bilmem.
De ki, \"Size söz verilen yakın mıdır yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi belirlemiştir bilmiyorum.\"
De ki: \"Ben bilmem, o size vaad edilen şey yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koyar..\"
De ki: \"Bilmiyorum, size vaat edilen şey yakın mıdır yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koyacaktır?\"
Ey Resulüm! De ki: “O sizin tehdit edildiğiniz azap yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için bir süre mi belirler, kesin bilmiyorum.”
De ki: \"Size söylenen şey yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koyacaktır, bilmem.\"
عَٰلِمُ ٱلْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَىٰ غَيْبِهِۦٓ أَحَدًا ﴿٢٦﴾
Gizliyi bilen odur, gizlediği şey de hiçbir kimseye açılmaz.
O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.)
`âlimü-lgaybi felâ yużhiru `alâ gaybihî eḥadâ.
Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi muttali kılmaz.
O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz;
O geleceği bilendir; ve O sırrını hiç kimseye göstermez.
O bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz.
Gaybı bilendir O. Gaybı konusunda hiç kimseyi yardımcı yapmıyor.
O bütün gaybı bilir. Fakat gayplarını kimseye açmaz. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu durumda (mesajı korumak için) o elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler yerleştirir. Böylece (Allah) elçilerinin, Rab'lerinin mesajlarını gereğince tebliğ ettiklerini bilmek (yani fiilen görmek) ister. Doğrusu Allah, kullarının nezdinde ne var, ne yoksa her şeyi ilmiyle ihata etmiş, her şeyi bir bir kaydetmiştir. [2,255]
Gaybı bilen O'dur. Gizli bilgisini kimseye göstermez.
إِلَّا مَنِ ٱرْتَضَىٰ مِن رَّسُولٍۢ فَإِنَّهُۥ يَسْلُكُ مِنۢ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِۦ رَصَدًۭا ﴿٢٧﴾
Ancak peygamberlerden seçtiği müstesna; onların da önlerinde, artlarında gözetleyiciler yollar.
Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer.
illâ meni-rteḍâ mir rasûlin feinnehû yeslükü mim beyni yedeyhi vemin ḫalfihî raṣadâ.
Ancak peygamberlerden, bildirmek istediği bunun dışındadır. Rablerinin bildirilerini tebliğ etmelerini ortaya koymak için her peygamberin önünden ve ardından gözcüler salar; onların yaptıklarını ilmiyle kuşatır ve herşeyi bir bir sayar.
Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar,
Ancak seçtiği bir elçi hariç; nitekim O, o elçiden önceye ve sonraya ait bir gözlem sunar.
Ancak seçtiği elçiye açar. Çünkü onun önünden ve ardından gözetleyiciler salar.
Seçtiği bir elçi müstesna. Çünkü O, resulünün önünden ve arkasından gözetleyiciler yürütür.
O bütün gaybı bilir. Fakat gayplarını kimseye açmaz. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu durumda (mesajı korumak için) o elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler yerleştirir. Böylece (Allah) elçilerinin, Rab'lerinin mesajlarını gereğince tebliğ ettiklerini bilmek (yani fiilen görmek) ister. Doğrusu Allah, kullarının nezdinde ne var, ne yoksa her şeyi ilmiyle ihata etmiş, her şeyi bir bir kaydetmiştir. [2,255]
Ancak razı olduğu elçiye gösterir. Çünkü O, elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler (koruyucular) koyar.
لِّيَعْلَمَ أَن قَدْ أَبْلَغُوا۟ رِسَٰلَٰتِ رَبِّهِمْ وَأَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَأَحْصَىٰ كُلَّ شَىْءٍ عَدَدًۢا ﴿٢٨﴾
Gerçekten de Rablerinin elçiliklerini hakkıyla yaptıklarını, hükümlerini tebliğ ettiklerini bilsin diye ve onların her halini de bilgisiyle kavramış, kuşatmıştır ve her şeyi, birbir sayıp tespit etmiştir.
Öyle ki onların, Rablerinden gelen risaleti (insanlara gönderilenleri) tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah,) onların nezdinde olanları sarıp-kuşatmış ve herşeyi sayı olarak da sayıp-tespit etmiştir.
liya`leme en ḳad eblegû risâlâti rabbihim veeḥâṭa bimâ ledeyhim veaḥṣâ külle şey'in `adedâ.
Ancak peygamberlerden, bildirmek istediği bunun dışındadır. Rablerinin bildirilerini tebliğ etmelerini ortaya koymak için her peygamberin önünden ve ardından gözcüler salar; onların yaptıklarını ilmiyle kuşatır ve herşeyi bir bir sayar.
Ki böylece onların (peygamberlerin), Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah) onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır (kaydetmiştir).
Böylece, elçilerin Rab'lerinin mesajını ilettikleri ortaya çıksın. O onların yaptıklarını tümüyle kuşatmıştır ve herşeyi sayı olarak hesaplamıştır.
Bilsin diye ki, onlar Rablerinin elçiliklerini yerine getirmişlerdir. Allah onlarda bulunan her şeyi kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır
Ki onların, Rablerinin elçiliklerini hedefine tam ulaştırdıklarını bilsin. Allah, onların katında bulunan şeyleri kuşatmış ve her şeyi inceden inceye sayıya bağlamıştır.
O bütün gaybı bilir. Fakat gayplarını kimseye açmaz. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu durumda (mesajı korumak için) o elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler yerleştirir. Böylece (Allah) elçilerinin, Rab'lerinin mesajlarını gereğince tebliğ ettiklerini bilmek (yani fiilen görmek) ister. Doğrusu Allah, kullarının nezdinde ne var, ne yoksa her şeyi ilmiyle ihata etmiş, her şeyi bir bir kaydetmiştir. [2,255]
(Böyle yapar) Ki onların, Rablerinin kendilerine verdiği mesajları duyurduklarını bilsin. Allah, onlarda bulunan herşeyi (bilgisiyle) kuşatmıştır ve herşeyi bir bir saymış(hesabetmiş)tir.