Main pages

Surah The man [Al-Insan] in Turkish

Surah The man [Al-Insan] Ayah 31 Location Madanah Number 76

هَلْ أَتَىٰ عَلَى ٱلْإِنسَٰنِ حِينٌۭ مِّنَ ٱلدَّهْرِ لَمْ يَكُن شَيْـًۭٔا مَّذْكُورًا ﴿١﴾

Gerçekten de insana, zamanın bir çağı gelmişti ki anılır bir şey bile değildi insan.

Alİ Bulaç

Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.

Çeviriyazı

hel etâ `ale-l'insâni ḥînüm mine-ddehri lem yekün şey'em meẕkûrâ.

Diyanet İşleri

İnsanoğlu, var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz, uzun bir zaman geçmemiş midir?

Diyanet Vakfı

İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?

Edip Yüksel

İnsanın üzerinden, kendisinin anılmaya değer bir şey olmadığı bir zaman periyodu geçmemiş midir?

Elmalılı Hamdi Yazır

Gerçekten insan üzerine dehirden (zamandan) öyle bir müddet geldi ki o zaman o, anılmaya değer bir şey değildi.

Öztürk

İnsan üzerinden, henüz anılan bir şey olmadığı bir süre geçmedi mi zamandan?

Suat Yıldırım

Dehrin akışı içinde öyle zaman geçti ki, o dönemde, insanın adı bile anılmazdı.

Süleyman Ateş

İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?

إِنَّا خَلَقْنَا ٱلْإِنسَٰنَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍۢ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَٰهُ سَمِيعًۢا بَصِيرًا ﴿٢﴾

Şüphe yok ki biz insanı, bir katre sudan, erkeklik suyuyla kadınlık suyunun rahimde birleşmesinden yarattık sınamak için, derken onu, duyar, görür bir hale getirdik.

Alİ Bulaç

Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.

Çeviriyazı

innâ ḫalaḳne-l'insâne min nuṭfetin emşâc. nebtelîhi fece`alnâhü semî`am beṣîrâ.

Diyanet İşleri

Biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır; onu deneriz; bu yüzden, onun işitmesini ve görmesini sağlamışızdır.

Diyanet Vakfı

Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.

Edip Yüksel

Biz insanı bir sıvı karışımdan yarattık ki onu sınayalım. Bu yüzden onu işiten ve gören yaptık.

Elmalılı Hamdi Yazır

Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden (erkek ve kadın sularından) yarattık da onu işitici, görücü yaptık.

Öztürk

Doğrusu, biz insanı karışım olan bir spermden yarattık. Halden hale geçiririz onu. Sonunda onu işitici, görücü yaptık.

Suat Yıldırım

Biz insanı katışık bir meniden yarattık. Onu denemek istiyoruz; bu sebeple de kendisini işiten ve gören bir varlık yaptık. [67,2; 18,7]

Süleyman Ateş

Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden yarattık da onu işitici, görücü yaptık.

إِنَّا هَدَيْنَٰهُ ٱلسَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًۭا وَإِمَّا كَفُورًا ﴿٣﴾

İster şükretsin, ister nankör olsun, gerçekten de biz ona doğru yolu gösterdik.

Alİ Bulaç

Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

Çeviriyazı

innâ hedeynâhü-ssebîle immâ şâkirav veimmâ kefûrâ.

Diyanet İşleri

Şüphesiz ona yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.

Diyanet Vakfı

Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.

Edip Yüksel

Ona yolu gösterdik; ya şükredendir, ya da nankör.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kuşkusuz biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör.

Öztürk

Biz onu yola kılavuzladık. Artık ya şükredici olur ya nankör.

Suat Yıldırım

Ona yolu da gösterdik: artık ister şükreder, ister nankör ve kâfir olur.

Süleyman Ateş

Biz ona yolu gösterdik: Ya şükredici veya nankör olur.

إِنَّآ أَعْتَدْنَا لِلْكَٰفِرِينَ سَلَٰسِلَا۟ وَأَغْلَٰلًۭا وَسَعِيرًا ﴿٤﴾

Şüphe yok ki kafirlere zincirleri, boyundurukları ve yakıp kavuran cehennemi hazırladık.

Alİ Bulaç

Doğrusu Biz kafirlere zincirler, demir halkalar (tomruklar) ve çılgınca yanan bir ateş hazırladık.

Çeviriyazı

innâ a`tednâ lilkâfirîne selâsile veaglâlev vese`îrâ.

Diyanet İşleri

Doğrusu, inkarcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık.

Diyanet Vakfı

Doğrusu biz, kafirler için zincirler; demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.

Edip Yüksel

İnkarcılar için zincirler, prangalar ve alevli bir ateş hazırlamışızdır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Çünkü biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırlamışızdır.

Öztürk

Biz, nankörler için zincirler, bukağılar ve kızgın bir ateş hazırladık.

Suat Yıldırım

Biz kâfirlere zincirler, kelepçeler, alevli ateşler hazırladık.

Süleyman Ateş

Biz, kafirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırlamışızdır.

إِنَّ ٱلْأَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِن كَأْسٍۢ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورًا ﴿٥﴾

İtaat eden ve iyilikte bulunanlar, şüphe yok ki kaselerle şaraplar içerler ki kafur ırmağının suyu da karıştırılmıştır bu şaraba.

Alİ Bulaç

Şüphesiz ki iyiler (ebrar), karışımı kafur olan bir kadehten içerler.

Çeviriyazı

inne-l'ebrâra yeşrabûne min ke'sin kâne mizâcühâ kâfûrâ.

Diyanet İşleri

Şüphesiz iyiler kafur katılmış bir tastan içerler.

Diyanet Vakfı

İyiler ise, kafur katılmış bir kadehten (cennet şarabı) içerler.

Edip Yüksel

İyiler ise, kafur (CHO) karıştırılmış bir kadehten içerler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kuşkusuz iyiler de karışımı kâfûr olan dolgun bir kadehten içerler.

Öztürk

İyilere gelince, onlar, karışımı kâfur olan bir kadehten içerler.

Suat Yıldırım

İyi insanlar ise, kâfur suyu ile hazırlanmış içecek kâselerini yudumlarlar.

Süleyman Ateş

İyiler de, karışımı kafur olan bir kadehten içerler.

عَيْنًۭا يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ ٱللَّهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْجِيرًۭا ﴿٦﴾

Allah'ın has kullarının içtiği bu şarap, bir kaynaktan çıkar ki onlar, diledikleri gibi, diledikleri yerlerde, onu akıtıp fışkırtırlar.

Alİ Bulaç

Allah'ın kullarının kendisinden içtikleri bir kaynak; onu fışkırttıkça fışkırtıp akıtırlar.

Çeviriyazı

`ayney yeşrabü bihâ `ibâdü-llâhi yüfeccirûnehâ tefcîrâ.

Diyanet İşleri

Bu ancak Allah'ın kullarının taşıra taşıra içebileceği bir pınardır.

Diyanet Vakfı

(Bu,) Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır.

Edip Yüksel

ALLAH'ın kullarının taşıra taşıra içtikleri bir kaynak...

Elmalılı Hamdi Yazır

Bir kaynak ki ondan Allah'ın kulları içerler, güzel yollar açarak akıtırlar onu.

Öztürk

Bir kaynak ki, Allah'ın kulları ondan içerler ve onu fışkırtarak akıtırlar.

Suat Yıldırım

Bu, Allah'ın has kullarının içip, istedikleri yere akıttıkları bir kaynaktır.

Süleyman Ateş

Bir kaynak ki Allah'ın kulları ondan içerler, (istedikleri yere de) fışkırtarak akıtırlar.

يُوفُونَ بِٱلنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْمًۭا كَانَ شَرُّهُۥ مُسْتَطِيرًۭا ﴿٧﴾

Adaklarını yerine getirir onlar ve şerri, her yanı saran, kaplayan günden korkarlar.

Alİ Bulaç

Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar.

Çeviriyazı

yûfûne binneẕri veyeḫâfûne yevmen kâne şerruhû müsteṭîrâ.

Diyanet İşleri

Onlar verdikleri sözleri yerine getirirler, fenalığı yaygın olan bir günden korkarlar.

Diyanet Vakfı

O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler.

Edip Yüksel

Onlar sözlerini yerine getirirler ve alabildiğine kötü olan bir günden korkarlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

O kullar adaklarını yerine getirirler ve fenalığı salgın (olan) bir günden korkarlar.

Öztürk

Onlar verdikleri sözü tam bir biçimde yerine getirirler ve kötülüğü salgın olan bir günden korkarlar.

Suat Yıldırım

Bu kullar, dünya hayatında iken sözlerinde durur, adadıkları şeyi yerine getirir ve felaketi bütün ufukları tutan kıyamet gününden endişe ederlerdi.

Süleyman Ateş

Adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın olan bir günden korkarlar.

وَيُطْعِمُونَ ٱلطَّعَامَ عَلَىٰ حُبِّهِۦ مِسْكِينًۭا وَيَتِيمًۭا وَأَسِيرًا ﴿٨﴾

Ve ona ihtiyaçları olduğu halde yemeklerini yoksula ve yetime ve tutsağa verirler, onları doyururlar.

Alİ Bulaç

Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler.

Çeviriyazı

veyuṭ`imûne-ṭṭa`âme `alâ ḥubbihî miskînev veyetîmev veesîrâ.

Diyanet İşleri

Onlar içleri çektiği halde, yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler.

Diyanet Vakfı

Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.

Edip Yüksel

Yoksula, öksüze ve tutsağa sevdikleri yiyecekleri yedirirler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.

Öztürk

Yoksula, yetime ve esire, yemeği severek yedirirler.

Suat Yıldırım

Kendileri de ihtiyaç duydukları halde yiyeceklerini, sırf Allah'ın rızasına ermek için fakire, yetime ve esire ikram ederler.

Süleyman Ateş

Yosula, yetime ve esire sevdikleri yemeği yedirirler:

إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ ٱللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَآءًۭ وَلَا شُكُورًا ﴿٩﴾

Sizi, ancak Allah rızası için doyurmadayız ve sizden istemeyiz ne bir karşılık, ne bir şükür.

Alİ Bulaç

\"Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür.\"

Çeviriyazı

innemâ nuṭ`imüküm livechi-llâhi lâ nürîdü minküm cezâev velâ şükûrâ.

Diyanet İşleri

\"Biz sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz, bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz çok asık suratların bulunacağı bir günde Rabbimizden korkarız\" derler.

Diyanet Vakfı

\"Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.\"

Edip Yüksel

\"Biz sizi ALLAH rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür beklemiyoruz.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Size sırf Allah rızası için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.\"

Öztürk

\"Biz size yalnız ve yalnız Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık da bir teşekkür de istemiyoruz;

Suat Yıldırım

Ve derler ki: “Biz size sırf Allah rızası için ikram ediyoruz, yoksa sizden karşılık istemediğimiz gibi bir teşekkür bile beklemiyoruz.”

Süleyman Ateş

Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz.

إِنَّا نَخَافُ مِن رَّبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًۭا قَمْطَرِيرًۭا ﴿١٠﴾

Şüphe yok ki biz, suratları astıran, azabı pek şiddetli olan gün, Rabbimizden korkarız.

Alİ Bulaç

\"Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz'den korkuyoruz.\"

Çeviriyazı

innâ neḫâfü mir rabbinâ yevmen `abûsen ḳamṭarîrâ.

Diyanet İşleri

\"Biz sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz, bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz çok asık suratların bulunacağı bir günde Rabbimizden korkarız\" derler.

Diyanet Vakfı

\"Biz, çetin ve belalı bir günde Rabbimizden (O'nun azabına uğramaktan) korkarız\" (derler).

Edip Yüksel

\"Biz, suratsız ve belalı bir günden ötürü Rabbimizden çekiniriz.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Biz sert ve belalı bir günde Rabbimizden korkarız.\" derler.

Öztürk

Çünkü biz, asık suratlı, sert bir gün yüzünden Rabbimizden korkarız.\" derler.

Suat Yıldırım

Biz, yüzleri ekşiten asık suratlı o günde Rabbimizin gazabından korkarız.”

Süleyman Ateş

Çünkü biz suratsız, çok katı bir gün(ün azabın)dan ötürü Rabbimizden korkarız. (derler).

فَوَقَىٰهُمُ ٱللَّهُ شَرَّ ذَٰلِكَ ٱلْيَوْمِ وَلَقَّىٰهُمْ نَضْرَةًۭ وَسُرُورًۭا ﴿١١﴾

Derken Allah da korumuştur onları, bugünün şerrinden ve yüzlerine bir parlaklık, gönüllerine bir sevinçtir, vermiştir.

Alİ Bulaç

Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir.

Çeviriyazı

feveḳâhümü-llâhü şerra ẕâlike-lyevmi veleḳḳâhüm naḍratev vesürûrâ.

Diyanet İşleri

Allah da onları bu yüzden o günün fenalığından korur; onların yüzüne parlaklık ve neşe verir.

Diyanet Vakfı

İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.

Edip Yüksel

Nitekim, ALLAH onları o günün kötülüğünden korur ve onlara neşe ve sevinç verir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Allah da onları o günün fenalığından korur, yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir.

Öztürk

Allah da onları o günün şerrinden korumuş ve kendilerini bir parlaklığa, bir sevince ulaştırmıştır.

Suat Yıldırım

Allah da onları o günün felaketinden korur, onların yüzlerine nûr, gönüllerine sürûr verir.

Süleyman Ateş

Allah da onları, o günün şerrinden korumuş, onlar(ın yüzlerin)e parlaklık ve (gönüllerine) sevinç vermiştir.

وَجَزَىٰهُم بِمَا صَبَرُوا۟ جَنَّةًۭ وَحَرِيرًۭا ﴿١٢﴾

Ve sabretmelerine karşılık da mükafatları, cennettir ve ipeklilerdir.

Alİ Bulaç

Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir.

Çeviriyazı

vecezâhüm bimâ ṣaberû cennetev veḥarîrâ.

Diyanet İşleri

Sabırlarının karşılığı, cennet ve oradaki ipeklerdir.

Diyanet Vakfı

Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve (cennetteki) ipekleri lütfeder.

Edip Yüksel

Direndikleri için onları bahçe ve ipekle ödüllendirir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sabırlarına karşılık onlara bir cennet ve ipekten elbiseler verir.

Öztürk

Sabretmelerine karşılık olarak da onları bir bahçe ve ipekle ödüllendirmiştir.

Suat Yıldırım

Sabretmelerine karşılık onlara cennetler, ipekler ihsan eder.

Süleyman Ateş

Sabrettiklerinden dolayı onları cennet ve ipekle ödüllendirmiştir!

مُّتَّكِـِٔينَ فِيهَا عَلَى ٱلْأَرَآئِكِ ۖ لَا يَرَوْنَ فِيهَا شَمْسًۭا وَلَا زَمْهَرِيرًۭا ﴿١٣﴾

Yaslanırlar orada tahtlara, orada ne güneş görürler, ne zemheri.

Alİ Bulaç

Orada tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. Orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne de dondurucu bir soğuk görürler.

Çeviriyazı

müttekiîne fîhâ `ale-l'erâik. lâ yeravne fîhâ şemsev velâ zemherîrâ.

Diyanet İşleri

Orada tahtlara yaslanırlar; orada yakıcı sıcak ve dondurucu soğuk görmezler.

Diyanet Vakfı

Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk.

Edip Yüksel

Orada koltuklara yaslanırlar; orada ne (yakıcı) güneş ne de dondurucu soğuk görürler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Orada donatılmış koltuklar üzerine dayanmışlardır: Orada ne yakıcı güneş görürler, ne de şiddetli soğuk.

Öztürk

Koltuklar üzerine yaslanarak otururlar orada. Ne bir güneş görürler orada ne de kavurucu bir soğuk...

Suat Yıldırım

Koltuklarında diledikleri gibi dinlenir, orada ne güneş sıcağı görürler, ne de dondurucu soğuklara uğrarlar.

Süleyman Ateş

Orada divanlar üzerinde yastıklara dayanırlar. Orada ne (yakıcı) güneş görürler, ne de dondurucu soğuk.

وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَٰلُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلًۭا ﴿١٤﴾

Ağaçların gölgeleri, yakındır onlara ve meyveleri, adamakıllı ram olmuştur onlara.

Alİ Bulaç

(Meyvelerin) Gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmış.

Çeviriyazı

vedâniyeten `aleyhim żilâlühâ veẕüllilet ḳuṭûfühâ teẕlîlâ.

Diyanet İşleri

Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve onların koparılması kolaylaştırılmıştır.

Diyanet Vakfı

(Cennet ağaçlarının) gölgeleri, üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.

Edip Yüksel

Ağaçların gölgesi üzerlerine sarkmış ve meyveler yaklaştırılarak koparılmaları kolaylaştırılmıştır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Üzerlerine cennet gölgeleri sarkmış, meyveleri bol bol önlerine konmuştur.

Öztürk

Bahçenin gölgeleri üzerlerine eğilmiştir. Ve bahçenin meyveleri iyice yaklaştırılmıştır.

Suat Yıldırım

Cennet ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar, meyveleri devşirmeleri pek kolay olur.

Süleyman Ateş

Cennetin gölgeleri, üzerlerine yaklaşmış, meyvaları da aşağı eğdirildikçe eğdirilmiştir.

وَيُطَافُ عَلَيْهِم بِـَٔانِيَةٍۢ مِّن فِضَّةٍۢ وَأَكْوَابٍۢ كَانَتْ قَوَارِيرَا۠ ﴿١٥﴾

Ve sunulur onlara gümüş kadehler ve sırça sağraklar.

Alİ Bulaç

Çevrelerinde gümüşten billur kablar, kupalar dolaştırılır.

Çeviriyazı

veyüṭâfü `aleyhim biâniyetim min fiḍḍativ veekvâbin kânet ḳavârîrâ.

Diyanet İşleri

Çevrelerinde gümüş kaplar ve billur kaseler dolaştırılır.

Diyanet Vakfı

Yanlarında gümüşten kaplar ve billur kupalar dolaştırılır.

Edip Yüksel

Onlara gümüş tepsiler ve şeffaf bardaklarda sunulur.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yanlarında gümüşten kaplar, billur kupalar dolaştırılır.

Öztürk

Çevrelerinde, gümüşten ve billurdan kaplar dolaştırılır. Kupalardır onlar.

Suat Yıldırım

Etraflarında hizmet edenler gümüş kaplar, billur kâseler, gümüşî parlaklıkta billur kupalarla dolaşır, onlara ikram ederler.Cennetlikler içeceklerini kendi iştahları ölçüsünce tayin ederler.

Süleyman Ateş

Yanlarında gümüş kablar, billur kupalar dolaştırılır.

قَوَارِيرَا۟ مِن فِضَّةٍۢ قَدَّرُوهَا تَقْدِيرًۭا ﴿١٦﴾

Öylesine sırça ki incecik gümüşten ve hepsini de içecekleri miktara, susuzluklarına göre ölçmüşlerdir adeta.

Alİ Bulaç

Gümüşten billur kaplar ki, onları belli bir ölçüyle tespit etmişlerdir.

Çeviriyazı

ḳavârîrae min fiḍḍatin ḳadderûhâ taḳdîrâ.

Diyanet İşleri

Billurları gümüş gibi parlaktır, onları ölçüp ölçüp dağıtırlar.

Diyanet Vakfı

Gümüşten öyle kadehler ki onları istedikleri ölçüde tayin ve takdir etmişlerdir.

Edip Yüksel

Gümüşten yapılmış şeffaf bardaklar... Onları tam olarak haketmişlerdir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Gümüşten öyle kadehler ki onları türlü türlü biçimlere koymuşlardır.

Öztürk

Gümüşten kupalar ki, tam diledikleri ölçüde belirlemişlerdir onları.

Suat Yıldırım

Etraflarında hizmet edenler gümüş kaplar, billur kâseler, gümüşî parlaklıkta billur kupalarla dolaşır, onlara ikram ederler.Cennetlikler içeceklerini kendi iştahları ölçüsünce tayin ederler.

Süleyman Ateş

Öyle gümüş kadehler ki onları istedikleri ölçüde takdir etmişlerdir (istedikleri kadar içki alırlar).

وَيُسْقَوْنَ فِيهَا كَأْسًۭا كَانَ مِزَاجُهَا زَنجَبِيلًا ﴿١٧﴾

Ve bir kadehle susuzlukları giderilir ki içindeki şaraba zencefil karıştırılmıştır.

Alİ Bulaç

Orada onlara bir kadeh içirilir ki, karışımı zencefildir.

Çeviriyazı

veyüsḳavne fîhâ ke'sen kâne mizâcühâ zencebîlâ.

Diyanet İşleri

Orada, zencefil karışık bir tasla içirilirler.

Diyanet Vakfı

Onlara orada bir kaseden içirilir ki (bu şarabın) karışımında zencefil vardır.

Edip Yüksel

Orada zencefil (ginger) karıştırılmış bir kadehten içirilirler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlara orada bir dolu kadeh sunulur ki, karışımı zencefildir.

Öztürk

Orada kendilerine karışımı zencefil olan bir kadehten içirilir.

Suat Yıldırım

Onlara karışımında zencefil bulunan kadehler ikram edilir.

Süleyman Ateş

Onlara orada, karışımı zencefil olan kadehten içirilir.

عَيْنًۭا فِيهَا تُسَمَّىٰ سَلْسَبِيلًۭا ﴿١٨﴾

Orada bulunan ve şarılşarıl akan, her yana giden, boğazdan kayan selsebil kaynağından.

Alİ Bulaç

Bir pınar ki orada \"selsebil\" olarak adlandırılır.

Çeviriyazı

`aynen fîhâ tüsemmâ selsebîlâ.

Diyanet İşleri

O pınara \"Selsebil\" denir.

Diyanet Vakfı

(Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir.

Edip Yüksel

Bir kaynak ki, ona \"Selsebil\" denir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bu orada bir pınardır ki, adına \"selsebil\" derler.

Öztürk

Bir pınar ki, orada, selsebil diye anılır.

Suat Yıldırım

Bu içecekler, adı Selsebil olan pınardandır.

Süleyman Ateş

Bir çeşme ki adına Selsebil denir.

۞ وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَٰنٌۭ مُّخَلَّدُونَ إِذَا رَأَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤًۭا مَّنثُورًۭا ﴿١٩﴾

Etraflarında, ölümsüz delikanlılar dolaşır, onları görünce sanırsın ki saçılmış incilerdir.

Alİ Bulaç

Çevrelerinde (gençlikleri ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır-durur; sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın.

Çeviriyazı

veyeṭûfü `aleyhim vildânüm müḫalledûn. iẕâ raeytehüm ḥasibtehüm lü'lüem menŝûrâ.

Diyanet İşleri

Yanlarında ölümsüz gençler dolaşır; onları gördüğünde saçılmış birer inci sanırsın.

Diyanet Vakfı

O insanların etrafında öyle ölümsüz genç nedimler dolaşır ki, onları gördüğünde, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın.

Edip Yüksel

Onlara ölümsüz gençler servis yapacaktır. Onları görsen, kendilerini saçılmış inci sanırsın.

Elmalılı Hamdi Yazır

Etraflarında ölümsüz hizmetçiler dolaşır, onları görünce saçılmış inciler sanırsın.

Öztürk

Dolaşır çevrelerinde, sürekli görevlendirilmiş gençler. Görseydin onları, dizilmiş inciler sanırdın.

Suat Yıldırım

Etraflarında ebedî cennet çocukları dolaşır durur ki, onları gördüğünde parlaklıklarından ötürü etrafa saçılan inciler sanırsın.

Süleyman Ateş

Çevrelerinde de (öyle) ölümsüz gençler dolaşır ki, onları görsen, kendilerini saçılmış inci sanırsın.

وَإِذَا رَأَيْتَ ثَمَّ رَأَيْتَ نَعِيمًۭا وَمُلْكًۭا كَبِيرًا ﴿٢٠﴾

Ne yana baksan nimetler görürsün, ne yana baksan, pek büyük ve zevalsiz bir saltanat ve devletler.

Alİ Bulaç

Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün.

Çeviriyazı

veiẕâ raeyte ŝemme raeyte ne`îmev vemülken kebîrâ.

Diyanet İşleri

Oranın neresine baksan, nimet ve büyük bir saltanat görürsün.

Diyanet Vakfı

Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.

Edip Yüksel

Nereye baksan nimetler ve büyük bir yönetim görürsün.

Elmalılı Hamdi Yazır

Orada nereye baksan bir nimet ve pek büyük bir mülk görürsün.

Öztürk

Oraya baktığında, nereye göz atsan büyük bir nimet, büyük bir mülk ve yönetim görürsün.

Suat Yıldırım

Hangi tarafa baksan hep nimet, servet, ihtişam, büyük bir saltanat görürsün.

Süleyman Ateş

Orada nereye baksan, bir ni'met ve büyük bir mülk görürsün.

عَٰلِيَهُمْ ثِيَابُ سُندُسٍ خُضْرٌۭ وَإِسْتَبْرَقٌۭ ۖ وَحُلُّوٓا۟ أَسَاوِرَ مِن فِضَّةٍۢ وَسَقَىٰهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًۭا طَهُورًا ﴿٢١﴾

Üstlerinde, ipincecik yeşil ve ipek elbiseler, kalın ipekten dokunmuş libaslar vardır ve gümüş bilezikler takınırlar ve Rableri, onları tertemiz bir şarapla suvarır.

Alİ Bulaç

Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz bir şarab içirmiştir.

Çeviriyazı

`âliyehüm ŝiyâbü sündüsin ḫuḍruv veistebraḳ. veḥullû esâvira min fiḍḍah. veseḳâhüm rabbühüm şerâben ṭahûrâ.

Diyanet İşleri

Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır; gümüş bileziklerle süslenmişlerdir Rableri onlara tertemiz içecekler içirir.

Diyanet Vakfı

Üzerlerinde yeşil ipekten ince ve kalın elbiseler vardır; gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz bir içki içirir.

Edip Yüksel

Üstlerinde yeşil kadifeden elbiseler ve ipekler vardır. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rab'leri onlara temiz bir içecek içirir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Üstlerinde zarif ve yeşil, kalın ipekten bir elbise vardır. Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara temiz bir içecek içirmiştir.

Öztürk

Üzerlerinde yeşil-ince ipeklerle, sırmalı, kalın ipeklerden giysiler vardır. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Ve Rableri onlara tertemiz bir içki ikram etmiştir.

Suat Yıldırım

Elbiseleri ince veya kalın yeşil renkli ipeklerden, atlaslardandır. Gümüş bilezikler takınırlar. Onların Rabbi, kendilerine tertemiz bir içki ikram edip şöyle demiştir: “İşte bütün bunlar sizin mükâfatınızdır! Gayretleriniz makbul oldu.”

Süleyman Ateş

(Cennet ehlinin) Üstlerinde yeşil ipekten ince ve kalın giysiler var. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz bir içki içirmiş(ve şöyle demiş)tir:

إِنَّ هَٰذَا كَانَ لَكُمْ جَزَآءًۭ وَكَانَ سَعْيُكُم مَّشْكُورًا ﴿٢٢﴾

Şüphe yok ki bu, size bir mükafattır ve çalışmanız, makbuldür.

Alİ Bulaç

Şüphesiz, bu, sizin için bir mükafaattır. Sizin çaba-harcamanız şükre değer (meşkur: makbul) görülmüştür.

Çeviriyazı

inne hâẕâ kâne leküm cezâev vekâne sa`yüküm meşkûrâ.

Diyanet İşleri

\"İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer\" denir.

Diyanet Vakfı

(Onlara şöyle denir:) Bu, sizin için bir mükafattır. Sizin gayretiniz karşılığını bulmuştur.

Edip Yüksel

Bu, ödülünüzdür ve gayretinize teşekkür edilmiştir.

Elmalılı Hamdi Yazır

(Onlara şöyle denir): \"İşte bu sizin bir mükâfatınızdı. Gayretiniz karşılığını bulmuştur.\"

Öztürk

İşte bu size bir ödüldür. Ve sizin gayretiniz şükranla karşılanmıştır.

Suat Yıldırım

Elbiseleri ince veya kalın yeşil renkli ipeklerden, atlaslardandır. Gümüş bilezikler takınırlar. Onların Rabbi, kendilerine tertemiz bir içki ikram edip şöyle demiştir: “İşte bütün bunlar sizin mükâfatınızdır! Gayretleriniz makbul oldu.”

Süleyman Ateş

Bu, sizin ödülünüzdür. Çalışmanızın karşılığı verilmiştir!

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ ٱلْقُرْءَانَ تَنزِيلًۭا ﴿٢٣﴾

Şüphe yok ki biz indirdik Kur'an'ı sana ayetayet ve zamanzaman.

Alİ Bulaç

Gerçek şu ki, Kur'an'ı senin üzerine 'safhalar halinde bir indirme tarzıyla (tenzil)’ indiren Biziz, Biz.

Çeviriyazı

innâ naḥnü nezzelnâ `aleyke-lḳur'âne tenzîlâ.

Diyanet İşleri

Kuran'ı sana indiren şüphesiz Biziz.

Diyanet Vakfı

(Resulüm!) Kur'an'ı sana biz, evet biz indirdik.

Edip Yüksel

Kuşkusuz, Kuran'ı sana bir indirişle biz indirdik.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kur'ân'ı sana kısım kısım biz indirdik biz.

Öztürk

Biz indirdik o Kur'an'ı sana parça parça, biz!

Suat Yıldırım

Ey Resulüm! Kur'ân’ı sana parça parça Biz indiriyoruz.

Süleyman Ateş

Muhakkak Biziz, Biz ki sana Kur'an'ı parça parça indirdik.

فَٱصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ ءَاثِمًا أَوْ كَفُورًۭا ﴿٢٤﴾

Artık sabret Rabbinin hükmüne ve uyma, onlardan suçlu, yahut nankör olana.

Alİ Bulaç

Öyleyse, Rabbinin hükmüne sabır göster. Onlardan günahkar veya nankör olana itaat etme.

Çeviriyazı

faṣbir liḥukmi rabbike velâ tüṭi` minhüm âŝimen ev kefûrâ.

Diyanet İşleri

Rabbinin hükmüne kadar sabret; onların günah işleyen ve inkarcı olanlarına uyma.

Diyanet Vakfı

Artık Rabbinin hükmüne (boyun eğip) sabret; onlardan hiçbir günahkara, yahut hiçbir nanköre boyun eğme.

Edip Yüksel

Öyleyse Rabbinin hükmünü izlemekte sabret; onlardan hiç bir nankör günahkara uyma.

Elmalılı Hamdi Yazır

O halde Rabbinin hüküm vermesi için sabret. Onlardan hiçbir günahkâra yahut nanköre itaat etme.

Öztürk

O halde, Rabbinin hükmü karşısında sabret ve onların günahkârlarına da nankörlerine de boyun eğme.

Suat Yıldırım

O halde Rabbinin hükmü gelinceye kadar sabret, sakın günaha ve küfre dadananlara itaat etme.

Süleyman Ateş

O halde Rabbinin hükmüne sabret ve onlardan hiçbir günahkara, yahut nanköre ita'at etme.

وَٱذْكُرِ ٱسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةًۭ وَأَصِيلًۭا ﴿٢٥﴾

Ve an Rabbinin adını sabah ve akşam.

Alİ Bulaç

Ve sabah, akşam Rabbinin adını zikret.

Çeviriyazı

veẕküri-sme rabbike bükratev veeṣîlâ.

Diyanet İşleri

Rabbinin adını sabah akşam an.

Diyanet Vakfı

Sabah akşam Rabbinin ismini yadet.

Edip Yüksel

Sabah akşam Rabbinin ismini an.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sabahakşam Rabbinin ismini an.

Öztürk

Rabbinin adını sabahtan da akşamdan da an!

Suat Yıldırım

Sabah akşam Rabbinin adını zikret! Gecenin bir kısmında da O'na secde et, geceleyin uzun bir süre de O’na tesbih ve ibadet et.

Süleyman Ateş

Sabah akşam Rabbinin adını an.

وَمِنَ ٱلَّيْلِ فَٱسْجُدْ لَهُۥ وَسَبِّحْهُ لَيْلًۭا طَوِيلًا ﴿٢٦﴾

Ve geceleyin de secde et artık ona ve tenzih et uzun gecelerde onu.

Alİ Bulaç

Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve geceleyin uzun uzadıya O'nu tesbih et.

Çeviriyazı

vemine-lleyli fescüd lehû vesebbiḥhü leylen ṭavîlâ.

Diyanet İşleri

Geceleyin O'na secde et; O'nu geceleri uzun uzun tesbih et.

Diyanet Vakfı

Gecenin bir kısmında O'na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O'nu tesbih et.

Edip Yüksel

Geceleyin O'na secde et ve O'nu uzun gecelerde yücelt.

Elmalılı Hamdi Yazır

Gecenin bir bölümünde de O'na secde et (akşam ve yatsı namazlarını kıl). Hem de O'nu uzun bir gece tesbih et (teheccüd namazı kıl).

Öztürk

Gecenin bir kısmında da O'na secde et! Ve geceleyin O'nu uzunca tespih et/uzun bir gece boyu O'nu tespih et!

Suat Yıldırım

Sabah akşam Rabbinin adını zikret! Gecenin bir kısmında da O'na secde et, geceleyin uzun bir süre de O’na tesbih ve ibadet et.

Süleyman Ateş

Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve geceleyin uzun zaman O'nu tesbih eyle (şanının yüceliğini an)!

إِنَّ هَٰٓؤُلَآءِ يُحِبُّونَ ٱلْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَآءَهُمْ يَوْمًۭا ثَقِيلًۭا ﴿٢٧﴾

Şüphe yok ki bunlar çabucak gelipgeçeni severler de o ağır günü artlarına atar, bırakırgiderler.

Alİ Bulaç

Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar.

Çeviriyazı

inne hâülâi yüḥibbûne-l`âcilete veyeẕerûne verâehüm yevmen ŝeḳîlâ.

Diyanet İşleri

Doğrusu insanlar, çabuk elde edilen dünya nimetlerini severler de ağırlığı çekilmez günü arkalarında bırakırlar.

Diyanet Vakfı

Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.

Edip Yüksel

Bunlar şu geçici (dünya hayatını) seviyorlar ve önlerindeki ağır bir günü ise önemsemiyorlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Çünkü onlar bu dünyayı seviyorlar ve önlerindeki ağır bir günü arkaya atıyorlar.

Öztürk

Bunlar, hemen gelecek olanı seviyorlar da ötelerindeki zorlu bir günü ihmal ediyorlar.

Suat Yıldırım

Şu insanlar bu peşin dünya hayatını arzulayıp, önlerinde kendilerini bekleyen o ağır günü ihmal ediyorlar.

Süleyman Ateş

Bunlar, şu çabuk(geçen dünyay)ı seviyorlar da ötelerindeki ağır bir günü bırakıyorlar.

نَّحْنُ خَلَقْنَٰهُمْ وَشَدَدْنَآ أَسْرَهُمْ ۖ وَإِذَا شِئْنَا بَدَّلْنَآ أَمْثَٰلَهُمْ تَبْدِيلًا ﴿٢٨﴾

Biz yarattık onları ve kuvvetlendirdik yaratılışlarını ve dilersek onları değiştiririz de yerlerine, onlara benzer başkalarını getiririz.

Alİ Bulaç

Onları Biz yarattık ve bağlarını sımsıkı bağladık. Dilediğimiz zaman da onları benzerleriyle değiştiririz.

Çeviriyazı

naḥnü ḫalaḳnâhüm veşedednâ esrahüm. veiẕâ şi'nâ beddelnâ emŝâlehüm tebdîlâ.

Diyanet İşleri

Onları yaratan, mafsallarını pekiştiren Biziz; dilersek onları benzerleri ile değiştiriveririz.

Diyanet Vakfı

Onları biz yarattık; onların yaratılışını sapasağlam yaptık. Dilediğimizde (kendilerini yok eder) yerlerine benzerlerıni getiririz.

Edip Yüksel

Onları biz yarattık ve yerleştirdik. Dilediğimiz zaman da onları benzerleriyle değiştiririz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onları biz yarattık ve mafsallarını sımsıkı bağladık. Dilediğimiz vakit de kılıklarını değiştiririz.

Öztürk

Biz yarattık onları ve kuvvetli yaptık bağlarını/eklemlerini. Dilediğimizde benzerleri ile değiştiririz onları.

Suat Yıldırım

Onları yaratan, organlarını birbirine bağlayan ve onlara bu sağlam bünyeyi veren Biz'iz.Dilediğimiz vakit elbette onların yerine başkalarını getirebiliriz.

Süleyman Ateş

Biz onları yarattık, yapılarını sıkıca bağladık. Dilediğimiz zaman onları benzerleriyle değiştiririz.

إِنَّ هَٰذِهِۦ تَذْكِرَةٌۭ ۖ فَمَن شَآءَ ٱتَّخَذَ إِلَىٰ رَبِّهِۦ سَبِيلًۭا ﴿٢٩﴾

Şüphe yok ki bu, bir öğüttür, artık kim dilerse Rabbine doğru, bir yol tutar.

Alİ Bulaç

Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir.

Çeviriyazı

inne hâẕihî teẕkirah. femen şâe-tteḫaẕe ilâ rabbihî sebîlâ.

Diyanet İşleri

Bu sadece bir öğüttür; dileyen, Rabbine giden yolu tutar.

Diyanet Vakfı

Şüphesiz ki bu bir öğüttür. Aırtık dileyen Rabbine bir yol tutar.

Edip Yüksel

Bu bir hatırlatmadır: Dileyen, Rabbine varan bir yol tutar.

Elmalılı Hamdi Yazır

İşte bu bir öğüttür. Dileyen Rabbine giden yolu tutar.

Öztürk

İşte bu, bir hatırlatıcı ve düşündürücüdür. Dileyen, Rabbine doğru, bir yol edinir.

Suat Yıldırım

İşte bu, bir öğüttür, bir uyarıdır. Artık dileyen Rabbine varan yolu tutar.

Süleyman Ateş

Bu bir öğüttür. Dileyen, Rabbine varan yolu tutar.

وَمَا تَشَآءُونَ إِلَّآ أَن يَشَآءَ ٱللَّهُ ۚ إِنَّ ٱللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًۭا ﴿٣٠﴾

Ve Allah dilemedikçe onlar, dileyemezler; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Alİ Bulaç

Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Çeviriyazı

vemâ teşâûne illâ ey yeşâe-llâh. inne-llâhe kâne `alîmen ḥakîmâ.

Diyanet İşleri

Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Doğrusu Allah, bilendir, Hakim'dir.

Diyanet Vakfı

Sizler ancak Rabbinizin dilemesi (izin vermesi) sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.

Edip Yüksel

ALLAH dilemedikçe siz dileyemezsiniz. ALLAH Bilendir, Bilgedir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Kuşkusuz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Öztürk

Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.

Suat Yıldırım

Ama Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz. Çünkü her şeyi bilen, tam hüküm ve hikmet sahibi olan, Allah'tır. Her şeyi bildiği gibi, rahmet ve hidâyete lâyık olanları da pek iyi bilir.

Süleyman Ateş

Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

يُدْخِلُ مَن يَشَآءُ فِى رَحْمَتِهِۦ ۚ وَٱلظَّٰلِمِينَ أَعَدَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًۢا ﴿٣١﴾

Dilediğini rahmetine alır; ve zalimlere gelince: Elemli bir azap hazırlamıştır onlara.

Alİ Bulaç

Dilediğini Kendi rahmetine sokar. Zalimlere ise, onlar için acı bir azap hazırlamıştır.

Çeviriyazı

yüdḫilü mey yeşâü fî raḥmetih. veżżâlimîne e`adde lehüm `aẕâben elîmâ.

Diyanet İşleri

Dilediğine rahmet eder. Zalimlere, işte onlara, can yakıcı bir azap hazırlamıştır.

Diyanet Vakfı

O, dilediğini rahmetine dahil eder. Zalimlere gelince, onlar için elem verici bir azap hazırlamıştır.

Edip Yüksel

O, dilediğini ve/veya dileyeni Rahmetine sokar. Zalimlere ise acı bir ceza hazırlamıştır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Allah dilediğini rahmetine sokar. Zalimlere ise, acıklı bir azap hazırlamıştır.

Öztürk

Dilediğini/dileyeni rahmetinin içine sokar. Zalimlere gelince, onlar için korkunç bir azap hazırlamıştır.

Suat Yıldırım

Böylece dilediğini rahmetine alır. Zalimler için ise, gayet acı bir ceza hazırlamıştır.

Süleyman Ateş

Dilediğini rahmetine sokar. Zalimlere gelince, onlar için acı bir azab hazırlamıştır.