Setting
Surah The Cleaving [AL-Infitar] in Turkish
إِذَا ٱلسَّمَآءُ ٱنفَطَرَتْ ﴿١﴾
Gök yarılınca.
Gök, çatlayıp-yarıldığı zaman,
iẕe-ssemâü-nfeṭarat.
Gök yarıldığı zaman,
Gökyüzü yarıldığı zaman,
Gök yarıldığı zaman,
Gök çatladığı vakit,
Gök çatlayıp yarıldığı zaman,
Gök yarıldığı zaman...
Gök yarıldığı zaman,
وَإِذَا ٱلْكَوَاكِبُ ٱنتَثَرَتْ ﴿٢﴾
Ve yıldızlar dökülüp saçılınca.
Yıldızlar, dağılıp-yayıldığı zaman,
veiẕe-lkevâkibü-nteŝerat.
Yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman,
Yıldızlar döküldüğü zaman,
Gezegenler saçıldığı zaman,
Yıldızlar döküldüğü vakit,
Yıldızlar dökülüp saçıldığı zaman,
Yıldızlar parçalanıp etrafa saçıldığı zaman...
Yıldızlar saçıldığı zaman,
وَإِذَا ٱلْبِحَارُ فُجِّرَتْ ﴿٣﴾
Ve denizler, kaynayıp karışınca.
Denizler, fışkırtılıp-taşırıldığı zaman,
veiẕe-lbiḥâru füccirat.
Denizler kaynaştığı zaman,
Denizler birbirine katıldığı zaman,
Denizler akıtılıp taşırıldığı zaman,
Denizler yarılıp akıtıldığı vakit,
Denizler fışkırtıldığı zaman,
Denizler birbirine katılıp tek deniz haline geldiği zaman...
Denizler fışkırtıldığı zaman,
وَإِذَا ٱلْقُبُورُ بُعْثِرَتْ ﴿٤﴾
Ve kabirlerin altı üstüne gelince.
Ve kabirlerin içi 'deşilip dışa atıldığı' zaman;
veiẕe-lḳubûru bü`ŝirat.
Kabirlerin içi dışa çıktığı zaman,
Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman,
Mezarların içi dışına çevrildiği zaman,
Kabirlerin içi dışına getirildiği vakit,
Kabirler deşildiği zaman,
Kabirlerin içi dışına çıkarıldığı zaman...
Kabirlerin içi dışına getirildiği zaman,
عَلِمَتْ نَفْسٌۭ مَّا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ ﴿٥﴾
Bilir herkes, neyi öne sürmüştür, neyi sona bırakmış.
(Artık her) Nefis önceden takdim ettiklerini ve ertelediklerini bilip-öğrenmiştir.
`alimet nefsüm mâ ḳaddemet veeḫḫarat.
İnsanoğlu, ne yaptığını ve ne yapmadığını görür.
İnsanoğlu (yapıp) gönderdiklerini ve (yapamayıp) geride bıraktıklarını bir bir anlar.
Her kişi, yaptığını ve yapmadığını öğrenecektir.
Herkes neyi önünden gönderdiğini ve neyi geri bıraktığını bilir.
Benlik, bilmiş olacaktır önden gönderdiğini de arkaya bıraktığını da.
İşte o zaman!.. Her kişi ne yapıp ne yapmadığını iyice anlayacaktır.
Her can, ne (yapıp) öne sürdüğünü ve ne (yapmayıp) geride bıraktığını bilir.
يَٰٓأَيُّهَا ٱلْإِنسَٰنُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ ٱلْكَرِيمِ ﴿٦﴾
A insan, kerem sahibi Rabbine karşı seni gururlandıran ne?
Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir?
yâ eyyühe-l'insânü mâ garrake birabbike-lkerîm.
Ey insanoğlu! Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkip eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?
Ey insan! İhsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?
Ey insan, seni Onurlu olan Rabbine karşı aldatan nedir?
Ey insan! İhsanı bol Rabb'ine karşı seni aldatan nedir?
Ey insan! O sonsuz cömertliğin sahibi Kerîm Rabbine karşı seni aldatıp gururlu kılan nedir?!
Ey insan, nedir seni o kerim Rabbin hakkında aldatan?
Ey insan, seni engin kerem sahibi Rabbine karşı ne aldatıp isyana sürükledi?
ٱلَّذِى خَلَقَكَ فَسَوَّىٰكَ فَعَدَلَكَ ﴿٧﴾
Öylesine Rab ki seni yarattı, azanı düzüp koştu da seni düzgün bir hale getirdi.
Ki O, seni yarattı, 'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir itidal üzere kıldı.
elleẕî ḫaleḳake fesevvâke fe`adelek.
Ey insanoğlu! Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkip eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?
O Allah ki seni yarattı, seni düzgün ve dengeli kılıp, ölçülü bir biçim verdi.
O ki seni yarattı, düzenledi, uyumlu hale soktu;
O Allah ki seni yarattı, seni düzgün yapılı kılıp ölçülü bir biçim verdi.
Rabbin ki seni yarattı, düzgün hale koydu, en güzel ölçülerle şekillendirdi.
O değil mi seni yaratan, bütün vücud sistemini düzenleyen ve sana dengeli bir hilkat veren,
O (Rab) ki seni yarattı, seni düzenledi, sana ölçülü bir biçim verdi.
فِىٓ أَىِّ صُورَةٍۢ مَّا شَآءَ رَكَّبَكَ ﴿٨﴾
Dilediği surete de benzetti seni.
Dilediği bir surette seni tertib etti.
fî eyyi ṣûratim mâ şâe rakkebek.
Ey insanoğlu! Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkip eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?
Seni istediği her hangi bir şekilde parçalardan oluşturdu.
Dilediği bir biçimde seni oluşturdu.
Seni dilediği her hangi bir şekilde parçalardan oluşturdu.
Dilediği herhangi bir biçimde seni oluşturdu.
Ve seni dilediği bir surette terkib eden?
Seni(n organlarını) dilediği şekilde birbirine ekledi.
كَلَّا بَلْ تُكَذِّبُونَ بِٱلدِّينِ ﴿٩﴾
İş, sandığınız gibi değil, hayır siz ceza gününü de yalanlıyorsunuz.
Asla, hayır; siz dini yalanlıyorsunuz;
kellâ bel tükeẕẕibûne biddîn.
Hayır, hayır; doğrusu siz dini yalanlıyorsunuz.
Hayır! Siz yine de dini yalanlıyorsunuz.
Doğrusu, siz, dini yalanlıyorsunuz.
Hayır hayır, siz cezayı yalanlıyorsunuz.
Hayır, iş sanıldığı gibi değil! Siz dini yalanlıyorsunuz.
Hayır, yanlış yapıyorsunuz! Siz tutup dini, dirilip hesap vermeyi yalan sayıyorsunuz.
Hayır, (bu gururunuzun sebebi şudur) siz ceza (görme)yi yalanlıyorsunuz.
وَإِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَٰفِظِينَ ﴿١٠﴾
Ve şüphe yok ki size koruyucular memur edilmiştir elbette.
Oysa gerçekten sizin üzerinizde koruyucular var,
veinne `aleyküm leḥâfiżîn.
Oysa, yaptıklarınızı bilen değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler.
Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler var,
Halbuki üstünüzde koruyucular vardır.
Oysa üzerinizde koruyucular var.
Ve şu kuşkusuz ki, sizin üzerinizde koruyucular-bekçiler var.
Halbuki yanınızdan ayrılmayan muhafızlar var.
Oysa üzerinizde koruyucu(yaptıklarınızı zabtedici melek)ler vardır;
كِرَامًۭا كَٰتِبِينَ ﴿١١﴾
Büyüktür onlar, yazarlar.
'Şerefli-üstün' yazıcılar.
kirâmen kâtibîn.
Oysa, yaptıklarınızı bilen değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler.
Değerli yazıcılar var,
Onlar onurlu kayıtçılardır.
Değerli yazıcılar
Çok değerli yazıcılar,
O muhafızlar değerli, şerefli kâtiplerdir.
Değerli yazıcılar,
يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ ﴿١٢﴾
Bilirler ne yaparsanız.
Her yapmakta olduğunuzu bilirler.
ya`lemûne mâ tef`alûn.
Oysa, yaptıklarınızı bilen değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler.
Onlar, yapmakta olduklarınızı bilirler.
Yaptıklarınızı bilirler.
Onlar, siz her ne yaparsanız bilirler
Bilirler yapmakta olduğunuzu.
Yaptığınız her şeyi bilip yazarlar. [18,49]
Yaptığınız herşeyi bilirler.
إِنَّ ٱلْأَبْرَارَ لَفِى نَعِيمٍۢ ﴿١٣﴾
Ve şüphe yok ki itaat eden iyi kişiler, elbette cennettedir.
Şüphesiz ebrar olanlar, elbette nimetler(le donatılmış cennetler) içindedirler.
inne-l'ebrâra lefî ne`îm.
İyiler şüphesiz nimet içindedirler.
İyiler muhakkak cennettedirler,
İyiler nimetler içindedir.
Kuşkusuz iyiler nimet içindedirler.
Şu da kuşkusuz: İyiler tam bir nimet içindedir,
İyi ve hayırlı insanlar naîm cennetinde, nimetler içindedirler.
İyiler ni'met içindedirler.
وَإِنَّ ٱلْفُجَّارَ لَفِى جَحِيمٍۢ ﴿١٤﴾
Ve şüphe yok ki kötülük edenler, elbette cehennemde.
Ve şüphesiz facir (kötü) olanlar da, elbette çılgınca yanan ateşin içindedirler.
veinne-lfüccâra lefî ceḥîm.
Allah'ın buyruğundan çıkanlar cehennemdedirler.
Kötüler de cehennemdedirler.
Kötüler ise cehennemde.
Kötüler de cehennemdedirler.
Kötülerse cehennemin ta ortasında.
Yoldan sapan kâfirler ise ateştedirler.
Kötüler de yakıcı ateş içindedirler.
يَصْلَوْنَهَا يَوْمَ ٱلدِّينِ ﴿١٥﴾
Ceza gününde oraya girerler.
Onlar, din günü oraya yollanırlar.
yaṣlevnehâ yevme-ddîn.
Din Günü oraya girerler.
Ceza gününde oraya girerler.
Din Günü oraya girerler.
Ceza günü ona girecekler.
Din günü girerler oraya.
Onlar yalan saydıkları hesap günü oraya girerler.
Ceza günü oraya girerler.
وَمَا هُمْ عَنْهَا بِغَآئِبِينَ ﴿١٦﴾
Ve oradan hiç ayrılmazlar.
Ve ondan ayrılıp-kaybolacak değildirler.
vemâ hüm `anhâ bigâibîn.
Oradan bir daha ayrılamazlar.
Onlar (kafirler) oradan bir daha da ayrılmazlar.
Oradan hiç ayrılamazlar.
Onlar o cehennemin gözünden kaçamazlar.
Onlar ondan, görülmeyecek şekilde uzaklaşmış değillerdir.
Hem oradan hiç ayrılmazlar.
Onlar ondan (hiçbir yere kaçıp) kaybolacak değillerdir.
وَمَآ أَدْرَىٰكَ مَا يَوْمُ ٱلدِّينِ ﴿١٧﴾
Ve bilir misin, nedir ceza günü?
Din gününü sana bildiren şey nedir?
vemâ edrâke mâ yevmü-ddîn.
Din gününün ne olduğunu sen nereden bilirsin?
Ceza günü nedir bilir misin?
Din Gününün ne olduğunu bilir misin?
Ceza gününün ne olduğunu sen bilir misin?
Din gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?
O din gününün, o hesap gününün ne olduğunu sen bilir misin?
Ceza gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin?
ثُمَّ مَآ أَدْرَىٰكَ مَا يَوْمُ ٱلدِّينِ ﴿١٨﴾
Sonra gene de bilir misin nedir ceza günü?
Ve yine din gününü sana bildiren şey nedir?
ŝümme mâ edrâke mâ yevmü-ddîn.
Evet, din gününün ne olduğunu nereden bileceksin?
Evet, bilir misin? Nedir acaba o ceza günü?
Evet, Din Gününün ne olduğunu bilir misin?
Evet, bilir misin nedir acaba o ceza günü?
Evet, din gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?
Evet, bir daha söylüyorum: Din gününün ne olduğunu sen bilir misin?
Ve yine ceza gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin?
يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌۭ لِّنَفْسٍۢ شَيْـًۭٔا ۖ وَٱلْأَمْرُ يَوْمَئِذٍۢ لِّلَّهِ ﴿١٩﴾
Bir gündür ki hiçbir kimse, hiçbir kimseye yardım edemez o gün ve hüküm, o gün Allah'ın.
Hiçbir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeye güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir yalnızca Allah'ındır.
yevme lâ temlikü nefsül linefsin şey'â. vel'emru yevmeiẕil lillâh.
O gün, kimsenin kimseye hiçbir fayda sağlamayacağı bir gündür. O gün buyruk, yalnız Allah'ındır.
O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün iş Allah'a kalmıştır.
O gün kimsenin kimseye yardımı dokunmaz. O gün tüm kararlar yalnız ALLAH'a aittir.
O gün, hiç kimsenin başkası için hiçbir şeye sahip olamadığı gündür. O gün buyruk yalnız Allah'ındır.
Bir gündür ki o, bir benlik bir başka benlik için hiçbir şeye güç yetiremez. O gün, buyruk yalnız Allah'ındır!
O, kimsenin kimseye hiç fayda veremeyeceği bir gün!O gün, bütün hüküm ve yetki, yalnız Allah'ın! [1,4; 100,10]
O, kimsenin kimseye yardım edemeyeceği bir gündür! O gün buyruk, yalnız Allah'ındır.