Setting
Surah The Most High [Al-Ala] in Turkish
سَبِّحِ ٱسْمَ رَبِّكَ ٱلْأَعْلَى ﴿١﴾
Tenzih et yücelerden yüce Rabbinin adını.
Rabbinin Yüce ismini tesbih et,
sebbiḥi-sme rabbike-l'a`lâ.
Yüce Rabbinin adını tesbih et.
Yüce Rabbinin adını,
Yüce Rabbinin ismini eksikliklerden uzak tut.
Rabbinin yüce adını tesbih et.
Rabbinin o Al'a, o yüce adını tespih et!
Tenzih et Rabbinin yüce adını.
Rabbinin yüce adını tesbih et (O'nun eksikliklerden uzak olduğunu an).
ٱلَّذِى خَلَقَ فَسَوَّىٰ ﴿٢﴾
Bir Rab ki yarattı, derken düzüp koştu.
Ki O, yarattı, 'bir düzen içinde biçim verdi',
elleẕî ḫaleḳa fesevvâ.
O, yaratıp şekil vermiştir.
Yaratıp düzene koyan,
O ki yarattı, düzene koydu.
Yaratıp düzene koyan O'dur.
O ki yarattı, düzene koydu,
O seni yaratıp, mükemmel yaratılış vereni!O her canlıyı bir ölçüye göre yapıp hayatının devamını, sağlayacak yolları göstereni!
O ki (her şeyi) yarattı, düzenledi.
وَٱلَّذِى قَدَّرَ فَهَدَىٰ ﴿٣﴾
Bir Rab ki ölçüp biçti, derken doğru yolu buldurdu.
Takdir etti, böylece yol gösterdi,
velleẕî ḳaddera fehedâ.
O, her şeyi ölçüyle yapıp doğru yolu göstermiştir.
Takdir edip yol gösteren,
O ki ölçtü, yol gösterdi.
Takdir edip hidayeti gösteren O'dur.
O ki miktarını, şeklini belirledi, yolunu çizip aydınlattı.
O seni yaratıp, mükemmel yaratılış vereni!O her canlıyı bir ölçüye göre yapıp hayatının devamını, sağlayacak yolları göstereni!
Ve O ki herşeyin miktarını, biçimini belirleyip hedefini gösterdi.
وَٱلَّذِىٓ أَخْرَجَ ٱلْمَرْعَىٰ ﴿٤﴾
Bir Rab ki otlağı çıkardı.
'Yemyeşil-otlağı' çıkardı.
velleẕî aḫrace-lmer`â.
O, yeşillikler bitirmiştir.
(Topraktan) yeşil otu çıkaran,
O ki yeşillikler bitirdi.
Otlağı çıkaran,
O ki otlağı çıkardı,
O, yeşillikleri çıkarıp sonra da onu kara kuru bir çöpe çevireni!
Ve O ki otlağı çıkardı,
فَجَعَلَهُۥ غُثَآءً أَحْوَىٰ ﴿٥﴾
Derken onu kapkara, kupkuru bir hale döndürdü.
Ardından onu kuru, kara bir duruma soktu.
fece`alehû guŝâen aḥvâ.
Sonra da onları siyah çerçöpe çevirmiştir.
Sonra da onu kapkara bir sel artığına çeviren yüce Rabbinin adını tesbih (ve takdis) et.
Sonra onu kuruyup kararmış bir samana çevirir.
Sonra da onu karamsı bir sel köpüğü haline getiren O'dur.
Sonra da onu sellerin sürüklediği morarmış bir atık haline getirdi.
O, yeşillikleri çıkarıp sonra da onu kara kuru bir çöpe çevireni!
Sonra da onu kupkuru, siyah bir çöpe çevirdi.
سَنُقْرِئُكَ فَلَا تَنسَىٰٓ ﴿٦﴾
Seni okutacağız da unutmayacaksın.
Sana okutacağız, sen de unutmayacaksın.
senuḳriüke felâ tensâ.
Sana Kuran'ı Biz okutacağız ve asla unutmayacaksın;
Sana (Kur an'ı) okutacağız; sen hiç unutmayacaksın.
Seni okutacağız; sen de unutmayacaksın.
Bundan böyle sana Kur'ân'ı okutacağız da unutmayacaksın.
Seni/sana okutacağız da artık unutmayacaksın.
Bundan böyle sana Kur'ân okutacağız da sen unutmayacaksın. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Çünkü O, size göre açık ve net olanı da, gizli olanı da pek iyi bilir.
Sana (Kur'an'ı), okutacağız, unutmayacaksın.
إِلَّا مَا شَآءَ ٱللَّهُ ۚ إِنَّهُۥ يَعْلَمُ ٱلْجَهْرَ وَمَا يَخْفَىٰ ﴿٧﴾
Ancak Allah dilerse o başka; şüphe yok ki o, açığa vurulanı da, gizli kalanı da bilir.
Ancak Allah'ın dilediği başka. Çünkü O, açıkta olanı da bilir, saklı duranı da.
illâ mâ şâe-llâh. innehû ya`lemü-lcehra vemâ yaḫfâ.
Allah'ın dilediği bundan müstesnadır. Doğrusu açığı da, gizliyi de bilen O'dur.
Artık Allah'ın dilediği hariç, Şüphesiz Allah, açığı ve gizleneni bilir.
ALLAH'ın dilediği hariç; O açığı da bilir, gizliyi de.
Yalnız Allah'ın dilediği başkadır. Çünkü o açığı da bilir, gizliyi de.
Allah'ın dilediği müstesna. O, açıklananı da gizleneni de bilir.
Bundan böyle sana Kur'ân okutacağız da sen unutmayacaksın. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Çünkü O, size göre açık ve net olanı da, gizli olanı da pek iyi bilir.
Yalnız Allah'ın dilediğini unutursun. O, açığı da bilir, gizli olanı da.
وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرَىٰ ﴿٨﴾
Ve sana, en kolay yolda başarı vereceğiz.
Ve seni kolay olan için başarılı kılacağız.
venüyessiruke lilyüsrâ.
Kolay olanı yapmayı sana kolaylaştırırız.
Seni en kolaya muvaffak kılacağız.
Sana kolayı daha da kolaylaştıracağız.
Seni en kolay yola muvaffak kılacağız.
Sana, en kolay olanı kolaylaştıracağız.
Seni en kolay olana muvaffak edeceğiz.
Seni en kolay yola muvaffak edeceğiz.
فَذَكِّرْ إِن نَّفَعَتِ ٱلذِّكْرَىٰ ﴿٩﴾
Artık öğüt ver, fayda verirse eğer.
Şu halde, eğer 'öğüt ve hatırlatma' bir yarar sağlayacaksa, 'öğüt verip hatırlat.'
feẕekkir in nefe`ati-ẕẕikrâ.
Faydalı olacaksa insanlara öğüt ver.
O halde eğer öğüt fayda verirse öğüt ver.
Öğüt yararlı olacaksa öğüt ver.
Onun için öğüt ver, eğer öğüt fayda verirse.
Eğer hatırlatmak yarar sağlarsa hatırlat/öğüt ver!
O halde öğütün fayda vereceği ümidiyle sen nasihat et!
O halde eğer hatırlatmak yarar verirse hatırlat, öğüt ver.
سَيَذَّكَّرُ مَن يَخْشَىٰ ﴿١٠﴾
Korkan, öğüt alır.
Allah'tan ‘İçi titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür.
seyeẕẕekkeru mey yaḫşâ.
Allah'tan korkan öğüt alacaktır.
(Allah'tan) korkan öğütten yararlanacak.
Saygı duyanlar öğüt alacaktır.
Saygısı olan öğüt alacaktır.
İçine ürperti düşen, öğüt alacaktır.
Allah'a saygı duyacak olan, nasihati düşünüp ders alır.
(Allah'a) Saygılı olan hatırlar (öğüt alır).
وَيَتَجَنَّبُهَا ٱلْأَشْقَى ﴿١١﴾
En kötü ve bahtsız olan, ondan sakınır.
'Mutsuz-bedbaht' olan ondan kaçınır.
veyetecennebühe-l'eşḳâ.
Bedbaht olan ondan kaçınacaktır.
Kötü kimse ise öğütten kaçınacaktır.
Mutsuz ise ondan yan çizecektir.
Pek bedbaht olan da ondan kaçınacaktır.
İçi kararmış bedbaht ise ondan kaçınacaktır.
Ama pek bedbaht olan ise ondan kaçınır.
Bahtsız olan da ondan kaçınır.
ٱلَّذِى يَصْلَى ٱلنَّارَ ٱلْكُبْرَىٰ ﴿١٢﴾
Öyle bahtsız ki o, pek büyük ataşe atılır, yanar.
Ki o, en büyük ateşe yollanacaktır.
elleẕî yaṣle-nnâra-lkübrâ.
O, en büyük ateşe yaslanacaktır.
O ki, en büyük ateşe girecektir.
Ve büyük ateşe girecektir.
O ki, en büyük ateşe girecektir.
En büyük ateşe girer o.
Böyle olanlar âhirette, en büyük ateşe girer.
O da en büyük ateşe girer.
ثُمَّ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَىٰ ﴿١٣﴾
Sonra da orada ne ölür, ne dirilir.
Sonra onun içinde o, ne ölür, ne yaşar.
ŝümme lâ yemûtü fîhâ velâ yaḥyâ.
O, orada ne ölecektir ne de dirilecektir.
Sonra o, ateşte ne ölür ne de yaşar.
Nitekim, orada ne ölecek, ne de yaşayacaktır.
Sonra ne ölecek onda, ne de hayat bulacaktır.
Sonra orada ne ölür ne de hayat bulur.
Orada artık ne ölür, ne de rahat yüzü görür.
Sonra orada ne ölür, ne de yaşar.
قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّىٰ ﴿١٤﴾
Gerçekten de kurtulur, murada erer kendini temizleyen.
Doğrusu, temizlenip arınan felah bulmuştur;
ḳad efleḥa men tezekkâ.
Arınmış olan, Rabbinin adını anıp namaz kılan, saadete erişecektir.
Doğrusu feraha ermiştir temizlenen,
Kurtulmuştur arınan,
Doğrusu felah buldu (günahtan) temizlenen.
Benliğini arındıran/zekât veren, kurtuluşa gerçekten ermiştir.
Kendisini kötülüklerden arındıran,Rabbinin adını anıp namaz kılan, felaha erer.
Doğrusu, mutluluğa ermiştir zekat veren;
وَذَكَرَ ٱسْمَ رَبِّهِۦ فَصَلَّىٰ ﴿١٥﴾
Ve Rabbinin adını anıp da namaz kılan.
Ve Rabbinin ismini zikredip namaz kılan.
veẕekera-sme rabbihî feṣallâ.
Arınmış olan, Rabbinin adını anıp namaz kılan, saadete erişecektir.
Rabbinin adını anıp O'na kulluk eden.
Rabbinin ismini anıp namaz kılan.
Rabbinin adını anıp namaz kılan.
Rabbinin adını anmış, namaz kılmıştır/dua etmiştir o.
Kendisini kötülüklerden arındıran,Rabbinin adını anıp namaz kılan, felaha erer.
Rabbinin adını anıp namaz kılan.
بَلْ تُؤْثِرُونَ ٱلْحَيَوٰةَ ٱلدُّنْيَا ﴿١٦﴾
Hayır, siz dünya yaşayışını üstün tutarsınız.
Hayır siz, dünya hayatını seçip üstün tutuyorsunuz.
bel tü'ŝirûne-lḥayâte-ddünyâ.
Ama sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz.
Fakat siz (ey insanlar! ) dünya hayatını tercih ediyorsunuz.
Ne var ki siz dünya hayatını seçiyorsunuz.
Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz.
Doğrusu şu ki, siz şu iğreti hayatı yeğliyorsunuz.
Fakat bilakis siz dünya hayatını ve zevklerini tercih ediyorsunuz.
Ama siz, şu yakın hayatı yeğliyorsunuz.
وَٱلْءَاخِرَةُ خَيْرٌۭ وَأَبْقَىٰٓ ﴿١٧﴾
Ahiretse daha hayırlıdır ve daha da sürekli.
Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir.
vel'âḫiratü ḫayruv veebḳâ.
Oysa ahiret daha iyi ve daha bakidir.
Oysa ahiret daha hayırlı daha devamlıdır.
Oysa ahiret daha iyi ve süreklidir.
Oysa ahiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
Oysaki sonraki hayat daha mutlu, daha kalıcıdır.
Halbuki âhiret mutluluğu daha üstün, daha hayırlı, hem de ebedîdir.
Oysa ahiret daha iyi ve daha kalıcıdır.
إِنَّ هَٰذَا لَفِى ٱلصُّحُفِ ٱلْأُولَىٰ ﴿١٨﴾
Şüphe yok ki bu vardı, elbette daha önceki sahifelerde.
Şüphesiz bu, önceki sahifelerde vardır;
inne hâẕâ lefi-ṣṣuḥufi-l'ûlâ.
Doğrusu bu hükümler ilk sahifelerde, İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde de vardır.
Şüphesiz bu (anlatılanlar), önceki kitaplarda, vardır.
Bu, ilk sayfalarda/öğretilerde kayıtlıdır.
Kuşkusuz bu ilk sahifelerde vardır,
Hiç kuşkusuz, bu Kur'an, ilk sayfalarda da elbette vardır.
Bu, elbette önceki sahifelerde, İbrâhim ile Mûsâ'ya verilen sahifelerde de bildirilmiştir. [53,36-37]
Bu (hükümler), elbette ilk sahifelerde de vardı:
صُحُفِ إِبْرَٰهِيمَ وَمُوسَىٰ ﴿١٩﴾
İbrahim'in ve Musa'nın sahifelerinde.
İbrahim'in ve Musa'nın sahifelerinde.
ṣuḥufi ibrâhîme vemûsâ.
Doğrusu bu hükümler ilk sahifelerde, İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde de vardır.
İbrahim ve Musa'nın kitaplarında.
İbrahim'in ve Musa'nın sayfalarında.
İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde.
İbrahim'in ve Mûsa'nın sayfalarında.
Bu, elbette önceki sahifelerde, İbrâhim ile Mûsâ'ya verilen sahifelerde de bildirilmiştir. [53,36-37]
İbrahim'in ve Musa'nn sayfalarında.