Setting
Surah The Sun [Ash-Shams] in Turkish
وَٱلشَّمْسِ وَضُحَىٰهَا ﴿١﴾
Andolsun güneşe ve ışığına.
Güneş'e ve onun parıltısına andolsun,
veşşemsi veḍuḥâhâ.
Güneşe ve onun ışığına,
Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına
Andolsun güneşe ve onun aydınlığına,
Güneş'e ve onun parıltısına,
Yemin olsun Güneş'e ve ışığının parladığı kuşluk vaktine,
Güneş ve onun aydınlığı, hakkı için!
Güneşe ve onun aydın sabahına andolsun,
وَٱلْقَمَرِ إِذَا تَلَىٰهَا ﴿٢﴾
Ve ondan ışık aldığı, ardına düşüp seyrettiği zaman aya.
Onu izlediği zaman Ay'a,
velḳameri iẕâ telâhâ.
Ardından gelmekte olan aya,
Güneşi takip ettiğinde Ay'a,
Onu izleyen aya,
Güneş'in ardından gelen Ay'a,
Onu izlediğinde Ay'a,
Onu izlediği zaman ay hakkı için!
Onu izleyen aya andolsun,
وَٱلنَّهَارِ إِذَا جَلَّىٰهَا ﴿٣﴾
Ve ışıdığı zaman güne.
Onu (Güneş) parıldattığı zaman gündüze,
vennehâri iẕâ cellâhâ.
Onu ortaya koyan gündüze,
Onu açığa çıkarttığında gündüze,
Onu açığa çıkaran gündüze,
Güneş'i açıp ortaya çıkaran gündüze,
Onu iyice açtığı vakit gündüze,
Dünyayı açığa çıkaran gündüz,
Güneşi ortaya çıkaran gündüze andolsun.
وَٱلَّيْلِ إِذَا يَغْشَىٰهَا ﴿٤﴾
Ve kapladığı zaman geceye.
Onu sarıp-örttüğü zaman geceye,
velleyli iẕâ yagşâhâ.
Onu bürüyen geceye,
Onu örttüğünde geceye,
Onu örten geceye,
Onu örten geceye,
Ve onu sarıp sarmaladığı zaman geceye.
Onu bürüyüp saran gece hakkı için!
Onu örten geceye andolsun.
وَٱلسَّمَآءِ وَمَا بَنَىٰهَا ﴿٥﴾
Ve göğe ve onu kurana.
Göğe ve onu bina edene,
vessemâi vemâ benâhâ.
Göğe ve onu yapana,
Gökyüzüne ve onu bina edene,
Göğe ve onu kurana,
Göğe ve onu bina edene,
Göğe ve onu kurana,
Gök ve onu bina eden,
Göğe ve onu yapana andolsun.
وَٱلْأَرْضِ وَمَا طَحَىٰهَا ﴿٦﴾
Ve yere ve onu döşeyene.
Yere ve onu yayıp döşeyene,
vel'arḍi vemâ ṭaḥâhâ.
Yere ve onu yayana,
Yere ve onu yapıp döşeyene,
Yere ve onu yuvarlayıp döşeyene,
Yere ve onu döşeyene,
Yere ve onu döşeyene.
Yer ve onu yayıp döşeyen,
Yere ve onu yuvarlayıp döşeyene andolsun.
وَنَفْسٍۢ وَمَا سَوَّىٰهَا ﴿٧﴾
Ve cana ve azasını düzüp koşana.
Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene',
venefsiv vemâ sevvâhâ.
Kişiye ve onu şekillendirene,
Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene,
Nefse ve onu düzenleyene,
Nefse ve onu biçimlendirene,
Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirene.
Her bir nefis ve onu düzenleyen, [30,30; 95,4]
Nefse ve onu biçimlendirene,
فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَىٰهَا ﴿٨﴾
Derken ona kötülüğünü de, çekinmesini de ilham etmiştir.
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
feelhemehâ fücûrahâ vetaḳvâhâ.
Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki:
Sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim ki,
Sonra da ona kötülüğünü ve erdemliliğini bildirene andolsun ki;
Sonra da ona kötülük ve takva kabiliyetini verene yemin olsun ki,
Ardından da ona bozukluğunu ve takvasını ilham edene ki,
Ona hem kötülük, hem de ondan sakınma yolu ilham eden hakkı için ki:Nefsini maddî ve manevî kirlerden arındıran, felaha erer. [90,10; 76,3]
Ona bozukluğunu ve korunmasını (isyanını ve ita'atini) ilham edene andolsun ki:
قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّىٰهَا ﴿٩﴾
Andolsun ki kim, özünü iyice temizlemişse kurtulmuştur, muradına ermiştir.
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
ḳad efleḥa men zekkâhâ.
Kendini arıtan saadete ermiştir.
Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir,
Onu temizleyen kurtulmuştur.
Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur.
Benliği temizleyip arındıran, gerçekten kurtulmuştur.
Ona hem kötülük, hem de ondan sakınma yolu ilham eden hakkı için ki:Nefsini maddî ve manevî kirlerden arındıran, felaha erer. [90,10; 76,3]
(Allah'tan başkasına tapmayarak) Nefsini yücelten kazanmış,
وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّىٰهَا ﴿١٠﴾
Ve andolsun ki kim, özünü kirletmiş, kötülüğe gömmüşse ziyana girmiştir.
Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.
veḳad ḫâbe men dessâhâ.
Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır.
Onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.
Onu başıboş bırakan ise zarar etmiştir.
Onu kirletip gömen de ziyan etmiştir.
Onu kirletip örtense kayba uğramıştır.
Onu günahlarla örten ise ziyana uğrar.
(Yaratıklara taparak) Onu alçaltan da ziyana uğramıştır.
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوَىٰهَآ ﴿١١﴾
Semud, azgınlığıyle yalanlamıştı.
Semud (halkı) azgınlığı dolayısıyla yalanladı;
keẕẕebet ŝemûdü biṭagvâhâ.
Semud milleti, içlerinden en azgını ileri atılınca, azgınlığı yüzünden peygamberleri yalanladı.
Semud kavmi azgınlığı yüzünden (Allah'ın elçisini) yalanladı.
Semud (halkı), azgınlığı yüzünden yalanladı.
Semud, azgınlığıyla Hakk'ı yalanladı,
Semûd kavmi, azgınlığı yüzünden yalanladı.
Azgınlığı yüzünden Semûd milletiResullerinin bildirdiği gerçekleri yalan saydı.
Semud (kavmi), azgınlığı yüzünden (Hakk'ı) yalanladı.
إِذِ ٱنۢبَعَثَ أَشْقَىٰهَا ﴿١٢﴾
O zaman ki en bahtsızları atılmıştı da.
En 'zorlu bedbahtları' ayaklandığında,
iẕi-mbe`aŝe eşḳâhâ.
Semud milleti, içlerinden en azgını ileri atılınca, azgınlığı yüzünden peygamberleri yalanladı.
Onların en bedbahtı (deveyi kesmek için) atıldığında,
En azgınları ayaklanmıştı.
En azgınları ileri atılınca,
En haydutları ortaya fırladığı zaman,
Bir ara onların en azılı olanları öne atıldığında, bu yalanlamaları iyice şiddetlendi.
En haydutları ayaklandığı zaman,
فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ ٱللَّهِ نَاقَةَ ٱللَّهِ وَسُقْيَٰهَا ﴿١٣﴾
Derken Allah'ın Peygamberi, bu demişti onlara, Allah'ın dişi devesi, çekinin ondan ve suvarılmasından.
Allah'ın elçisi onlara dedi ki: \"Allah'ın (deneme için size gönderdiği) devesine ve onun su içme-sırasına dikkat edin.\"
feḳâle lehüm rasûlü-llâhi nâḳate-llâhi vesuḳyâhâ.
Allah'ın peygamberi onlara, Allah'ın devesini göstermiş ve: \"Allah'ın bu devesine ve onun su hakkına dokunmayın\" demişti.
Allah'ın Resulü onlara: \"Allah'ın devesine ve onun su hakkına dokunmayın!\" dedi.
ALLAH'ın elçisi, onlara, \"ALLAH'ın devesine ve onun suyuna dokunmayın,\" demişti.
Allah'ın Rasulü (Salih peygamber) onlara: \"Allah'ın devesini ve onun su nöbetini gözetin.\" demişti.
Allah'ın elçisi onlara şöyle demişti: \"Allah'ın devesini ve onun su içme hakkını koruyun.\"
elçileri ise kendilerine: “(Mûcizevî olarak verilen) Allah'ın devesini ve onun su içme sırasını gözetin, ona dokunmayın!” dedi. [7,73; 26,155]
Allah'ın elçisi onlara: \"Allah'ın devesine ve onun su içme hakkına dokunmayın!\" demişti.
فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُم بِذَنۢبِهِمْ فَسَوَّىٰهَا ﴿١٤﴾
Derken yalanlamışlardı onu da ayaklarını kesip öldürmüşlerdi deveyi, derken Rableri de suçları yüzünden onları helak etmişti de orasını düzleyivermişti.
Fakat, onu yalanladılar, deveyi yere yıkıp öldürdüler. Rableri de günahları dolayısıyla 'onları yerle bir etti, kırıp geçirdi'; orasını da dümdüz etti.
fekeẕẕebûhü fe`aḳarûhâ. fedemdeme `aleyhim rabbühüm biẕembihim fesevvâhâ.
Onu yalanladılar ve deveyi boğazladılar. Bunun üzerine Rableri, suçlarından dolayı onların üzerine katmerli azap indirdi; yerle bir etti onları.
Ama onlar, onu yalanladılar ve deveyi kestiler. Bunun üzerine Rableri günahları sebebiyle onlara büyük bir felaket gönderdi de hepsini helak etti.
Onu yalanlayıp deveyi boğazladılar. Bunun üzerine Rab'leri suçlarından ötürü onları silip yerle bir etti.
Fakat onlar peygamberi yalanlayıp deveyi kestiler. Rableri de günahlarını başlarına geçiriverdi de orayı dümdüz etti.
Fakat elçiye inanmadılar da deveyi devirip boğazladılar. Bunun üzerine, Rableri onların günahlarını kendi başlarına geçirdi de o yurdu dümdüz etti.
Fakat onlar o Peygamberi yalancı sayıp deveyi kestiler.Allah da böylesi suç ve isyanları sebebiyle azap indirdi, onları yerle bir etti.
Onu yalanladılar, deveyi kestiler. Rableri de, günahları yüzünden azabı başlarına geçirip, orayı dümdüz etti.
وَلَا يَخَافُ عُقْبَٰهَا ﴿١٥﴾
Bu işin sonundan korkmazdı ki.
(Allah, asla) Bunun sonucundan korkmaz.
velâ yeḫâfü `uḳbâhâ.
Bu işin sonundan O'nun korkusu yoktur.
(Allah, bu şekilde azap etmenin) akıbetinden korkacak değil ya!
Ne var ki hâlâ onların sonlarından ders alınmıyor
Öyle ya, Allah bu işin sonundan korkacak değil ya.
Allah, işin sonundan korkacak değil ya!
Bunun sonucundan da asla endişe etmedi.
(Rab) Bu işin sonundan korkmaz.