Main pages

Surah Those who set the ranks [As-Saaffat] in Turkish

Surah Those who set the ranks [As-Saaffat] Ayah 182 Location Maccah Number 37

وَٱلصَّٰٓفَّٰتِ صَفًّۭا ﴿١﴾

Yemin ederim o saf saf dizilenlere,[37,165]

فَٱلزَّٰجِرَٰتِ زَجْرًۭا ﴿٢﴾

Sevk-u idare edip menedenlere,

فَٱلتَّٰلِيَٰتِ ذِكْرًا ﴿٣﴾

Kitap okuyanlara ki [77,5-6]

إِنَّ إِلَٰهَكُمْ لَوَٰحِدٌۭ ﴿٤﴾

Sizin ilahınız bir tek İlahtır.

رَّبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ ٱلْمَشَٰرِقِ ﴿٥﴾

O, hem göklerin, yerin ve ikisi arasında olan bütün varlıkların, hem de Güneş'in bütün doğuş yerlerinin Rabbidir. [70,40; 55,17]

إِنَّا زَيَّنَّا ٱلسَّمَآءَ ٱلدُّنْيَا بِزِينَةٍ ٱلْكَوَاكِبِ ﴿٦﴾

Biz yere en yakın semayı yıldızlarla süsledik. [67,5; 15,16-18]

وَحِفْظًۭا مِّن كُلِّ شَيْطَٰنٍۢ مَّارِدٍۢ ﴿٧﴾

Ve orayı her türlü şeytandan koruduk.

لَّا يَسَّمَّعُونَ إِلَى ٱلْمَلَإِ ٱلْأَعْلَىٰ وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍۢ ﴿٨﴾

Onlar Mele-i Âla'ya yükselip dinleyemezler ve her taraftan bombardımana tutulurlar.

دُحُورًۭا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌۭ وَاصِبٌ ﴿٩﴾

Dinlemeye kalksalar kovulup atılırlar. Hem onlar için devamlı bir azap vardır.

إِلَّا مَنْ خَطِفَ ٱلْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُۥ شِهَابٌۭ ثَاقِبٌۭ ﴿١٠﴾

Ne var ki içlerinden birisi bir söz kırıntısı kapmayı başarırsa, derhal yakıcı ve delici bir ışın onu kovalar. [15,8-12]

فَٱسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَم مَّنْ خَلَقْنَآ ۚ إِنَّا خَلَقْنَٰهُم مِّن طِينٍۢ لَّازِبٍۭ ﴿١١﴾

Onlara bir sor bakalım: Kendileri mi yaratılışça daha güçlü kuvvetli, yoksa Bizim diğer yarattıklarımız mı? Doğrusu Biz onları, yapışkan bir çamurdan yarattık. [40,57]

بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ ﴿١٢﴾

Ne var ki sen onların haşri inkâr etmelerine şaşırıyorsun, onlar ise seninle alay ederler.

وَإِذَا ذُكِّرُوا۟ لَا يَذْكُرُونَ ﴿١٣﴾

Kendilerine nasihat edildiğinde uyarmaları dikkate almazlar.

وَإِذَا رَأَوْا۟ ءَايَةًۭ يَسْتَسْخِرُونَ ﴿١٤﴾

Gerçeği gösteren bir delil veya bir mûcize görseler, başkalarını da onunla alay etmeye çağırır ve “Bu, derler, besbelli bir sihir! Demek biz öldükten, hem de çürümüş kemik ve toz toprak haline geldikten sonra, biz mi dirilecek mişiz! Gelmiş geçmiş babalarımız ve dedelerimiz de mi dirilecekler!”

وَقَالُوٓا۟ إِنْ هَٰذَآ إِلَّا سِحْرٌۭ مُّبِينٌ ﴿١٥﴾

Gerçeği gösteren bir delil veya bir mûcize görseler, başkalarını da onunla alay etmeye çağırır ve “Bu, derler, besbelli bir sihir! Demek biz öldükten, hem de çürümüş kemik ve toz toprak haline geldikten sonra, biz mi dirilecek mişiz! Gelmiş geçmiş babalarımız ve dedelerimiz de mi dirilecekler!”

أَءِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًۭا وَعِظَٰمًا أَءِنَّا لَمَبْعُوثُونَ ﴿١٦﴾

Gerçeği gösteren bir delil veya bir mûcize görseler, başkalarını da onunla alay etmeye çağırır ve “Bu, derler, besbelli bir sihir! Demek biz öldükten, hem de çürümüş kemik ve toz toprak haline geldikten sonra, biz mi dirilecek mişiz! Gelmiş geçmiş babalarımız ve dedelerimiz de mi dirilecekler!”

أَوَءَابَآؤُنَا ٱلْأَوَّلُونَ ﴿١٧﴾

Gerçeği gösteren bir delil veya bir mûcize görseler, başkalarını da onunla alay etmeye çağırır ve “Bu, derler, besbelli bir sihir! Demek biz öldükten, hem de çürümüş kemik ve toz toprak haline geldikten sonra, biz mi dirilecek mişiz! Gelmiş geçmiş babalarımız ve dedelerimiz de mi dirilecekler!”

قُلْ نَعَمْ وَأَنتُمْ دَٰخِرُونَ ﴿١٨﴾

De ki: “Evet, diriltilecek, hem de zelil ve perişan bir vaziyette diriltileceksiniz!

فَإِنَّمَا هِىَ زَجْرَةٌۭ وَٰحِدَةٌۭ فَإِذَا هُمْ يَنظُرُونَ ﴿١٩﴾

Bu iş için sadece bir tek emir yeter! Bir de bakarsınız ki hepsi dirilmiş, etraflarına bakınıyorlar.

وَقَالُوا۟ يَٰوَيْلَنَا هَٰذَا يَوْمُ ٱلدِّينِ ﴿٢٠﴾

“Eyvah, bize!” derler, “İşte bize bahsedilen hesap günü!”

هَٰذَا يَوْمُ ٱلْفَصْلِ ٱلَّذِى كُنتُم بِهِۦ تُكَذِّبُونَ ﴿٢١﴾

Melekler de: “Evet, evet bu, sizin yalan saydığınız hüküm günüdür!” derler.

۞ ٱحْشُرُوا۟ ٱلَّذِينَ ظَلَمُوا۟ وَأَزْوَٰجَهُمْ وَمَا كَانُوا۟ يَعْبُدُونَ ﴿٢٢﴾

Yüce Allah meleklere şöyle emreder: “O zalim müşrikleri, yoldaşlarını ve Allah'tan başka putlaştırdıkları nesneleri toplayın ve hepsini doğru cehenneme sevk edin! Hem tutuklayın onları, çünkü sorguya çekilecekler!” [17,97]

مِن دُونِ ٱللَّهِ فَٱهْدُوهُمْ إِلَىٰ صِرَٰطِ ٱلْجَحِيمِ ﴿٢٣﴾

Yüce Allah meleklere şöyle emreder: “O zalim müşrikleri, yoldaşlarını ve Allah'tan başka putlaştırdıkları nesneleri toplayın ve hepsini doğru cehenneme sevk edin! Hem tutuklayın onları, çünkü sorguya çekilecekler!” [17,97]

وَقِفُوهُمْ ۖ إِنَّهُم مَّسْـُٔولُونَ ﴿٢٤﴾

Yüce Allah meleklere şöyle emreder: “O zalim müşrikleri, yoldaşlarını ve Allah'tan başka putlaştırdıkları nesneleri toplayın ve hepsini doğru cehenneme sevk edin! Hem tutuklayın onları, çünkü sorguya çekilecekler!” [17,97]

مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ ﴿٢٥﴾

Ne oldu size, neden birbirinize yardım etmiyorsunuz?

بَلْ هُمُ ٱلْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ ﴿٢٦﴾

Doğrusu bugün onlar birbirini yardımdan mahrum bırakıp azaba teslim etmişler, acz içinde kıvranmaktadırlar.

وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍۢ يَتَسَآءَلُونَ ﴿٢٧﴾

Birbirlerine dönüp itham ederek karşılıklı soru yöneltirler. [40,47-48; 34,31-33]

قَالُوٓا۟ إِنَّكُمْ كُنتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ ٱلْيَمِينِ ﴿٢٨﴾

Tâbi olanlar önderlerine: “Siz, derler, bize (en çok önem verdiğimiz taraftan), sağ cihetten gelir, ısrarla size tâbi olmamızı isterdiniz?”

قَالُوا۟ بَل لَّمْ تَكُونُوا۟ مُؤْمِنِينَ ﴿٢٩﴾

“Hayır, bilakis! derler öbürleri, siz zaten iman eden kimseler değildiniz. Hem bizim, sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu ki! Bilakis, siz azgın bir gürûh idiniz!”“Ne dersek boş! Artık Rabbimizin azap hükmü hakkımızda kesinleşti. Biz hak ettiğimiz cezayı mutlaka tadacağız. Evet, sizi biz kışkırttık, çünkü biz de azmış durumdaydık.”

وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُم مِّن سُلْطَٰنٍۭ ۖ بَلْ كُنتُمْ قَوْمًۭا طَٰغِينَ ﴿٣٠﴾

“Hayır, bilakis! derler öbürleri, siz zaten iman eden kimseler değildiniz. Hem bizim, sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu ki! Bilakis, siz azgın bir gürûh idiniz!”“Ne dersek boş! Artık Rabbimizin azap hükmü hakkımızda kesinleşti. Biz hak ettiğimiz cezayı mutlaka tadacağız. Evet, sizi biz kışkırttık, çünkü biz de azmış durumdaydık.”

فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَآ ۖ إِنَّا لَذَآئِقُونَ ﴿٣١﴾

“Hayır, bilakis! derler öbürleri, siz zaten iman eden kimseler değildiniz. Hem bizim, sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu ki! Bilakis, siz azgın bir gürûh idiniz!”“Ne dersek boş! Artık Rabbimizin azap hükmü hakkımızda kesinleşti. Biz hak ettiğimiz cezayı mutlaka tadacağız. Evet, sizi biz kışkırttık, çünkü biz de azmış durumdaydık.”

فَأَغْوَيْنَٰكُمْ إِنَّا كُنَّا غَٰوِينَ ﴿٣٢﴾

“Hayır, bilakis! derler öbürleri, siz zaten iman eden kimseler değildiniz. Hem bizim, sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu ki! Bilakis, siz azgın bir gürûh idiniz!”“Ne dersek boş! Artık Rabbimizin azap hükmü hakkımızda kesinleşti. Biz hak ettiğimiz cezayı mutlaka tadacağız. Evet, sizi biz kışkırttık, çünkü biz de azmış durumdaydık.”

فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍۢ فِى ٱلْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ ﴿٣٣﴾

O halde o gün hepsi azap çekmekte müşterektirler.

إِنَّا كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِٱلْمُجْرِمِينَ ﴿٣٤﴾

İşte Biz suçlulara böyle davranırız.

إِنَّهُمْ كَانُوٓا۟ إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا ٱللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ ﴿٣٥﴾

Çünkü onlara “Allah'tan başka ilah yok!” denildiğinde, kibirlenip kafa tutarlar ve: “Deli bir şairin sözüne bakarak hiç biz ilahlarımızı bırakır mıyız, olacak iş mi bu?” derlerdi.

وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُوٓا۟ ءَالِهَتِنَا لِشَاعِرٍۢ مَّجْنُونٍۭ ﴿٣٦﴾

Çünkü onlara “Allah'tan başka ilah yok!” denildiğinde, kibirlenip kafa tutarlar ve: “Deli bir şairin sözüne bakarak hiç biz ilahlarımızı bırakır mıyız, olacak iş mi bu?” derlerdi.

بَلْ جَآءَ بِٱلْحَقِّ وَصَدَّقَ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿٣٧﴾

Hayır! o deli değildir. O size gerçeğin ta kendisini getiren ve bütün peygamberleri tasdik eden bir resuldür. [41,433; 21,92]

إِنَّكُمْ لَذَآئِقُوا۟ ٱلْعَذَابِ ٱلْأَلِيمِ ﴿٣٨﴾

Siz yarın âhirette elbette o acı azabı tadacaksınız. Ama aslında siz sadece yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz (yoksa size bundan fazla bir azap verilmeyecek).

وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٣٩﴾

Siz yarın âhirette elbette o acı azabı tadacaksınız. Ama aslında siz sadece yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz (yoksa size bundan fazla bir azap verilmeyecek).

إِلَّا عِبَادَ ٱللَّهِ ٱلْمُخْلَصِينَ ﴿٤٠﴾

(Lâkin Allah'ın) ihlasa erdirdiği kulları, yaptıklarının mükâfatını, kat kat fazlasıyla alacaklardır. [103;1-3; 95,4-6; 19,71-72; 74,38]

أُو۟لَٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌۭ مَّعْلُومٌۭ ﴿٤١﴾

Onların, tarife hacet olmayan, her yönden mükemmel bir nasipleri vardır, onlara meyveler vardır. Ve onlar hep izzet ve ikramla ağırlanırlar.

فَوَٰكِهُ ۖ وَهُم مُّكْرَمُونَ ﴿٤٢﴾

Onların, tarife hacet olmayan, her yönden mükemmel bir nasipleri vardır, onlara meyveler vardır. Ve onlar hep izzet ve ikramla ağırlanırlar.

فِى جَنَّٰتِ ٱلنَّعِيمِ ﴿٤٣﴾

Naim cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde otururlar. Kaynağından taze doldurulmuş, berrak mı berrak, içenlere pek hoş gelen, içinde zararlı ve sersemletici şey olmayan, sarhoş da etmeyen içecekler, dolu dolu kadehlerle etraflarında fır dönen hizmetçiler tarafından ikram edilir. [56,17-19; 78,34]

عَلَىٰ سُرُرٍۢ مُّتَقَٰبِلِينَ ﴿٤٤﴾

Naim cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde otururlar. Kaynağından taze doldurulmuş, berrak mı berrak, içenlere pek hoş gelen, içinde zararlı ve sersemletici şey olmayan, sarhoş da etmeyen içecekler, dolu dolu kadehlerle etraflarında fır dönen hizmetçiler tarafından ikram edilir. [56,17-19; 78,34]

يُطَافُ عَلَيْهِم بِكَأْسٍۢ مِّن مَّعِينٍۭ ﴿٤٥﴾

Naim cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde otururlar. Kaynağından taze doldurulmuş, berrak mı berrak, içenlere pek hoş gelen, içinde zararlı ve sersemletici şey olmayan, sarhoş da etmeyen içecekler, dolu dolu kadehlerle etraflarında fır dönen hizmetçiler tarafından ikram edilir. [56,17-19; 78,34]

بَيْضَآءَ لَذَّةٍۢ لِّلشَّٰرِبِينَ ﴿٤٦﴾

Naim cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde otururlar. Kaynağından taze doldurulmuş, berrak mı berrak, içenlere pek hoş gelen, içinde zararlı ve sersemletici şey olmayan, sarhoş da etmeyen içecekler, dolu dolu kadehlerle etraflarında fır dönen hizmetçiler tarafından ikram edilir. [56,17-19; 78,34]

لَا فِيهَا غَوْلٌۭ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنزَفُونَ ﴿٤٧﴾

Naim cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde otururlar. Kaynağından taze doldurulmuş, berrak mı berrak, içenlere pek hoş gelen, içinde zararlı ve sersemletici şey olmayan, sarhoş da etmeyen içecekler, dolu dolu kadehlerle etraflarında fır dönen hizmetçiler tarafından ikram edilir. [56,17-19; 78,34]

وَعِندَهُمْ قَٰصِرَٰتُ ٱلطَّرْفِ عِينٌۭ ﴿٤٨﴾

Yanlarında, kocalarından başkasının yüzüne bakmayan, yumuşak bakışlı, güzel gözlü, gün yüzü görmemiş yumurtanın pembe beyaz renginde eşleri de olacaktır.

كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌۭ مَّكْنُونٌۭ ﴿٤٩﴾

Yanlarında, kocalarından başkasının yüzüne bakmayan, yumuşak bakışlı, güzel gözlü, gün yüzü görmemiş yumurtanın pembe beyaz renginde eşleri de olacaktır.

فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍۢ يَتَسَآءَلُونَ ﴿٥٠﴾

Birbirleriyle sohbete girerler.

قَالَ قَآئِلٌۭ مِّنْهُمْ إِنِّى كَانَ لِى قَرِينٌۭ ﴿٥١﴾

Derken biri der ki: “Sahi, benim de yakın bir arkadaşım vardı. Yanıma gelir, iğneli iğneli “Sen de mi, derdi, bu masala inananlar arasında yer alıyorsun? Yani biz ölüp çürümüş kemik, toz toprak haline geldikten sonra, biz mi dirilip hesap vereceğiz, buna da inanılır mı?”

يَقُولُ أَءِنَّكَ لَمِنَ ٱلْمُصَدِّقِينَ ﴿٥٢﴾

Derken biri der ki: “Sahi, benim de yakın bir arkadaşım vardı. Yanıma gelir, iğneli iğneli “Sen de mi, derdi, bu masala inananlar arasında yer alıyorsun? Yani biz ölüp çürümüş kemik, toz toprak haline geldikten sonra, biz mi dirilip hesap vereceğiz, buna da inanılır mı?”

أَءِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًۭا وَعِظَٰمًا أَءِنَّا لَمَدِينُونَ ﴿٥٣﴾

Derken biri der ki: “Sahi, benim de yakın bir arkadaşım vardı. Yanıma gelir, iğneli iğneli “Sen de mi, derdi, bu masala inananlar arasında yer alıyorsun? Yani biz ölüp çürümüş kemik, toz toprak haline geldikten sonra, biz mi dirilip hesap vereceğiz, buna da inanılır mı?”

قَالَ هَلْ أَنتُم مُّطَّلِعُونَ ﴿٥٤﴾

“Şimdi ister misiniz onu size göstereyim?” Onlar da arzu edince, derhal bir tarama yapıp onu cehennemin tam ortasında bulur.“Vallahi, nerdeyse beni de düştüğün o helâke sürükleyecektin! Rabbimin hidâyet nimeti yetişmeseydi, eli kolu kelepçeli getirilip o azaba atılanlardan olacaktım!” [7,43]

فَٱطَّلَعَ فَرَءَاهُ فِى سَوَآءِ ٱلْجَحِيمِ ﴿٥٥﴾

“Şimdi ister misiniz onu size göstereyim?” Onlar da arzu edince, derhal bir tarama yapıp onu cehennemin tam ortasında bulur.“Vallahi, nerdeyse beni de düştüğün o helâke sürükleyecektin! Rabbimin hidâyet nimeti yetişmeseydi, eli kolu kelepçeli getirilip o azaba atılanlardan olacaktım!” [7,43]

قَالَ تَٱللَّهِ إِن كِدتَّ لَتُرْدِينِ ﴿٥٦﴾

“Şimdi ister misiniz onu size göstereyim?” Onlar da arzu edince, derhal bir tarama yapıp onu cehennemin tam ortasında bulur.“Vallahi, nerdeyse beni de düştüğün o helâke sürükleyecektin! Rabbimin hidâyet nimeti yetişmeseydi, eli kolu kelepçeli getirilip o azaba atılanlardan olacaktım!” [7,43]

وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّى لَكُنتُ مِنَ ٱلْمُحْضَرِينَ ﴿٥٧﴾

“Şimdi ister misiniz onu size göstereyim?” Onlar da arzu edince, derhal bir tarama yapıp onu cehennemin tam ortasında bulur.“Vallahi, nerdeyse beni de düştüğün o helâke sürükleyecektin! Rabbimin hidâyet nimeti yetişmeseydi, eli kolu kelepçeli getirilip o azaba atılanlardan olacaktım!” [7,43]

أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ ﴿٥٨﴾

Sonra cennetteki arkadaşlarına dönerek: “O ilk ölümümüzden sonra artık bize burada ölüm olmayacak değil mi, o azap bize hiç ulaşmayacak değil mi? Ne güzel! Şükürler olsun! İşte kurtuluş, işte büyük başarı diye buna derler. Çalışanlar, asıl, böyle bir başarı elde etmek için çalışsınlar!”

إِلَّا مَوْتَتَنَا ٱلْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ ﴿٥٩﴾

Sonra cennetteki arkadaşlarına dönerek: “O ilk ölümümüzden sonra artık bize burada ölüm olmayacak değil mi, o azap bize hiç ulaşmayacak değil mi? Ne güzel! Şükürler olsun! İşte kurtuluş, işte büyük başarı diye buna derler. Çalışanlar, asıl, böyle bir başarı elde etmek için çalışsınlar!”

إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ ٱلْفَوْزُ ٱلْعَظِيمُ ﴿٦٠﴾

Sonra cennetteki arkadaşlarına dönerek: “O ilk ölümümüzden sonra artık bize burada ölüm olmayacak değil mi, o azap bize hiç ulaşmayacak değil mi? Ne güzel! Şükürler olsun! İşte kurtuluş, işte büyük başarı diye buna derler. Çalışanlar, asıl, böyle bir başarı elde etmek için çalışsınlar!”

لِمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ ٱلْعَٰمِلُونَ ﴿٦١﴾

Sonra cennetteki arkadaşlarına dönerek: “O ilk ölümümüzden sonra artık bize burada ölüm olmayacak değil mi, o azap bize hiç ulaşmayacak değil mi? Ne güzel! Şükürler olsun! İşte kurtuluş, işte büyük başarı diye buna derler. Çalışanlar, asıl, böyle bir başarı elde etmek için çalışsınlar!”

أَذَٰلِكَ خَيْرٌۭ نُّزُلًا أَمْ شَجَرَةُ ٱلزَّقُّومِ ﴿٦٢﴾

“Şimdi iyi düşünün!” buyurur Yüce Allah, “Sonuç olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir dert ve azap yaptık.O öyle bir ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar. Meyveleri: sanki şeytanların başları!” [23,20; 56,51-52; 17,60]

إِنَّا جَعَلْنَٰهَا فِتْنَةًۭ لِّلظَّٰلِمِينَ ﴿٦٣﴾

“Şimdi iyi düşünün!” buyurur Yüce Allah, “Sonuç olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir dert ve azap yaptık.O öyle bir ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar. Meyveleri: sanki şeytanların başları!” [23,20; 56,51-52; 17,60]

إِنَّهَا شَجَرَةٌۭ تَخْرُجُ فِىٓ أَصْلِ ٱلْجَحِيمِ ﴿٦٤﴾

“Şimdi iyi düşünün!” buyurur Yüce Allah, “Sonuç olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir dert ve azap yaptık.O öyle bir ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar. Meyveleri: sanki şeytanların başları!” [23,20; 56,51-52; 17,60]

طَلْعُهَا كَأَنَّهُۥ رُءُوسُ ٱلشَّيَٰطِينِ ﴿٦٥﴾

“Şimdi iyi düşünün!” buyurur Yüce Allah, “Sonuç olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir dert ve azap yaptık.O öyle bir ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar. Meyveleri: sanki şeytanların başları!” [23,20; 56,51-52; 17,60]

فَإِنَّهُمْ لَءَاكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِـُٔونَ مِنْهَا ٱلْبُطُونَ ﴿٦٦﴾

İşte o zalimler bunları yer ve karınlarını tıka basa doldururlar.

ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًۭا مِّنْ حَمِيمٍۢ ﴿٦٧﴾

Zakkum yemeğinin üstüne, barsakları parçalayan irin karışık kaynar su içerler.

ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى ٱلْجَحِيمِ ﴿٦٨﴾

Sonra dönüşleri, şüphesiz ateşe olacaktır.

إِنَّهُمْ أَلْفَوْا۟ ءَابَآءَهُمْ ضَآلِّينَ ﴿٦٩﴾

Onlar atalarını haktan sapmış durumda buldular.

فَهُمْ عَلَىٰٓ ءَاثَٰرِهِمْ يُهْرَعُونَ ﴿٧٠﴾

Bunlar da onların izlerinde koşmaya can atıyorlar.

وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿٧١﴾

Daha önce yaşayan insanların ekserisi de yoldan sapmışlardı. Biz de onları uyarıp gerçeği gösteren peygamberler göndermiştik.

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِم مُّنذِرِينَ ﴿٧٢﴾

Daha önce yaşayan insanların ekserisi de yoldan sapmışlardı. Biz de onları uyarıp gerçeği gösteren peygamberler göndermiştik.

فَٱنظُرْ كَيْفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلْمُنذَرِينَ ﴿٧٣﴾

İşte bak ve düşün: O uyarılanların âkıbeti nice oldu?

إِلَّا عِبَادَ ٱللَّهِ ٱلْمُخْلَصِينَ ﴿٧٤﴾

Ancak, içlerinden Allah'ın imana ve ihlasa muvaffak kıldığı kullar, elçileri dinleyip o kötü âkıbetten kurtuldular.

وَلَقَدْ نَادَىٰنَا نُوحٌۭ فَلَنِعْمَ ٱلْمُجِيبُونَ ﴿٧٥﴾

Nitekim Nûh Bize yalvardı da, Biz onun duasını ne de güzel kabul buyurduk!

وَنَجَّيْنَٰهُ وَأَهْلَهُۥ مِنَ ٱلْكَرْبِ ٱلْعَظِيمِ ﴿٧٦﴾

Onu, ailesini ve yanındaki müminleri o müthiş felaketten kurtardık.

وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُۥ هُمُ ٱلْبَاقِينَ ﴿٧٧﴾

Hayatta kalıp payidar olmayı da onun soyuna has kıldık.

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِى ٱلْءَاخِرِينَ ﴿٧٨﴾

Sonraki nesiller içinde de ona iyi bir nam bıraktık:

سَلَٰمٌ عَلَىٰ نُوحٍۢ فِى ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٧٩﴾

“Bütün milletler içinden selam var Nûh'a!”

إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِى ٱلْمُحْسِنِينَ ﴿٨٠﴾

Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!

إِنَّهُۥ مِنْ عِبَادِنَا ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٨١﴾

Gerçekten o, Bizim tam inanmış has kullarımızdandı.

ثُمَّ أَغْرَقْنَا ٱلْءَاخَرِينَ ﴿٨٢﴾

Sonra da öbürlerini, o zalim kâfirleri suda boğduk.

۞ وَإِنَّ مِن شِيعَتِهِۦ لَإِبْرَٰهِيمَ ﴿٨٣﴾

İbrâhim de, şüphesiz onun taraftarlarından biriydi.

إِذْ جَآءَ رَبَّهُۥ بِقَلْبٍۢ سَلِيمٍ ﴿٨٤﴾

O, Rabbine tertemiz bir kalb ile yöneldi.

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِۦ مَاذَا تَعْبُدُونَ ﴿٨٥﴾

Babasına ve halkına şöyle dedi: “Nedir bu tapındığınız nesneler? İlle de bir iftira, bir yalan olsun diye mi Allah'tan başka mâbud arıyorsunuz!Siz Rabbülâlemin’i ne zannediyorsunuz?

أَئِفْكًا ءَالِهَةًۭ دُونَ ٱللَّهِ تُرِيدُونَ ﴿٨٦﴾

Babasına ve halkına şöyle dedi: “Nedir bu tapındığınız nesneler? İlle de bir iftira, bir yalan olsun diye mi Allah'tan başka mâbud arıyorsunuz!Siz Rabbülâlemin’i ne zannediyorsunuz?

فَمَا ظَنُّكُم بِرَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٨٧﴾

Babasına ve halkına şöyle dedi: “Nedir bu tapındığınız nesneler? İlle de bir iftira, bir yalan olsun diye mi Allah'tan başka mâbud arıyorsunuz!Siz Rabbülâlemin’i ne zannediyorsunuz?

فَنَظَرَ نَظْرَةًۭ فِى ٱلنُّجُومِ ﴿٨٨﴾

Bir bayram günü, İbrâhim halkın içinde iken yıldızlara bir göz atıp: “Ben, galiba hastayım!” dedi.

فَقَالَ إِنِّى سَقِيمٌۭ ﴿٨٩﴾

Bir bayram günü, İbrâhim halkın içinde iken yıldızlara bir göz atıp: “Ben, galiba hastayım!” dedi.

فَتَوَلَّوْا۟ عَنْهُ مُدْبِرِينَ ﴿٩٠﴾

Derhal onun yanından uzaklaştılar.

فَرَاغَ إِلَىٰٓ ءَالِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ ﴿٩١﴾

O da çaktırmadan putların yanına sokuldu. Onlara takdim edilmiş öylece duran yemekleri görünce: “Buyursanıza, neden yemiyorsunuz?” Neyiniz var, neden konuşmuyorsunuz?” dedi.

مَا لَكُمْ لَا تَنطِقُونَ ﴿٩٢﴾

O da çaktırmadan putların yanına sokuldu. Onlara takdim edilmiş öylece duran yemekleri görünce: “Buyursanıza, neden yemiyorsunuz?” Neyiniz var, neden konuşmuyorsunuz?” dedi.

فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًۢا بِٱلْيَمِينِ ﴿٩٣﴾

Hiddetini tutamıyarak iyice yaklaşıp putlara kuvvetli bir darbe indirdi.

فَأَقْبَلُوٓا۟ إِلَيْهِ يَزِفُّونَ ﴿٩٤﴾

Bunu haber alan halk telaşla ve sür'atle onun yanına gittiler.

قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ ﴿٩٥﴾

O da: “Â! Siz ellerinizle yonttuğunuz bu heykellere mi tapıyorsunuz? Halbuki sizi de yaptığınız şeyleri de yaratan Yüce Allah'tır.” dedi.

وَٱللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ ﴿٩٦﴾

O da: “Â! Siz ellerinizle yonttuğunuz bu heykellere mi tapıyorsunuz? Halbuki sizi de yaptığınız şeyleri de yaratan Yüce Allah'tır.” dedi.

قَالُوا۟ ٱبْنُوا۟ لَهُۥ بُنْيَٰنًۭا فَأَلْقُوهُ فِى ٱلْجَحِيمِ ﴿٩٧﴾

Sonunda: “Haydin, dediler, onun için bir odun yığını hazırlayın da onu ateşin içine atın!.”

فَأَرَادُوا۟ بِهِۦ كَيْدًۭا فَجَعَلْنَٰهُمُ ٱلْأَسْفَلِينَ ﴿٩٨﴾

Ona tuzak hazırlamak istediler, ama Biz heveslerini kursaklarında bıraktık. Asıl kendilerini perişan ettik.

وَقَالَ إِنِّى ذَاهِبٌ إِلَىٰ رَبِّى سَيَهْدِينِ ﴿٩٩﴾

İbrâhim dedi ki: “Ben, Rabbimin gitmemi emrettiği yere doğru gidiyorum, O elbet bana yol gösterecektir.”

رَبِّ هَبْ لِى مِنَ ٱلصَّٰلِحِينَ ﴿١٠٠﴾

“Ya Rabbî, salih evlatlar lütfet bana!”

فَبَشَّرْنَٰهُ بِغُلَٰمٍ حَلِيمٍۢ ﴿١٠١﴾

Biz de ona aklı başında bir oğul müjdeledik.

فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ ٱلسَّعْىَ قَالَ يَٰبُنَىَّ إِنِّىٓ أَرَىٰ فِى ٱلْمَنَامِ أَنِّىٓ أَذْبَحُكَ فَٱنظُرْ مَاذَا تَرَىٰ ۚ قَالَ يَٰٓأَبَتِ ٱفْعَلْ مَا تُؤْمَرُ ۖ سَتَجِدُنِىٓ إِن شَآءَ ٱللَّهُ مِنَ ٱلصَّٰبِرِينَ ﴿١٠٢﴾

Çocuk büyüyüp yanında koşacak çağa erişince bir gün ona: “Evladım, dedi, ben rüyamda seni kurban etmeye giriştiğimi görüyorum, nasıl yaparız bu işi, sen ne dersin bu işe!”Oğlu: “Babacığım! dedi, hiç düşünüp çekinme, sana Allah tarafından ne emrediliyorsa onu yap. Allah'ın izniyle benim de sabırlı, dayanıklı biri olduğumu göreceksin!”. [19,54-55] {KM, Çıkış 13,2;

فَلَمَّآ أَسْلَمَا وَتَلَّهُۥ لِلْجَبِينِ ﴿١٠٣﴾

Her ikisi de Allah'ın emrine teslim olup, İbrâhim oğlunu şakağı üzere yere yatırıp, Biz de ona: “İbrâhim! Rüyanın gereğini yerine getirdin (onu kurban etmekten seni muaf tuttuk)” deyince (onları büyük bir sevinç kapladı). Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!

وَنَٰدَيْنَٰهُ أَن يَٰٓإِبْرَٰهِيمُ ﴿١٠٤﴾

Her ikisi de Allah'ın emrine teslim olup, İbrâhim oğlunu şakağı üzere yere yatırıp, Biz de ona: “İbrâhim! Rüyanın gereğini yerine getirdin (onu kurban etmekten seni muaf tuttuk)” deyince (onları büyük bir sevinç kapladı). Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!

قَدْ صَدَّقْتَ ٱلرُّءْيَآ ۚ إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِى ٱلْمُحْسِنِينَ ﴿١٠٥﴾

Her ikisi de Allah'ın emrine teslim olup, İbrâhim oğlunu şakağı üzere yere yatırıp, Biz de ona: “İbrâhim! Rüyanın gereğini yerine getirdin (onu kurban etmekten seni muaf tuttuk)” deyince (onları büyük bir sevinç kapladı). Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!

إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ ٱلْبَلَٰٓؤُا۟ ٱلْمُبِينُ ﴿١٠٦﴾

Bu, gerçekten pek büyük bir imtihandı. [53,37]

وَفَدَيْنَٰهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍۢ ﴿١٠٧﴾

Oğluna bedel ona büyük bir kurbanlık verdik.

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِى ٱلْءَاخِرِينَ ﴿١٠٨﴾

Sonraki nesiller içinde ona da iyi bir nam bıraktık: ki o da, bütün milletler tarafından şöyle denilmesidir:

سَلَٰمٌ عَلَىٰٓ إِبْرَٰهِيمَ ﴿١٠٩﴾

“Selam olsun İbrâhim'e!”

كَذَٰلِكَ نَجْزِى ٱلْمُحْسِنِينَ ﴿١١٠﴾

Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!

إِنَّهُۥ مِنْ عِبَادِنَا ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿١١١﴾

Gerçekten o Bizim tam inanmış has kullarımızdandı.

وَبَشَّرْنَٰهُ بِإِسْحَٰقَ نَبِيًّۭا مِّنَ ٱلصَّٰلِحِينَ ﴿١١٢﴾

Biz de ona, salih kişilerden, üstelik peygamber olacak bir evladı, İshak'ı müjdeledik.

وَبَٰرَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَىٰٓ إِسْحَٰقَ ۚ وَمِن ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌۭ وَظَالِمٌۭ لِّنَفْسِهِۦ مُبِينٌۭ ﴿١١٣﴾

Kendisine de İshak'a da feyiz ve bereketler verdik. Onların neslinden gelenler arasında iyi davranan da var, kendi nefsine açıkça zulmeden de!

وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَٰرُونَ ﴿١١٤﴾

Biz Mûsa ile Harun'a da nübüvvet vererek ihsanda bulunduk. [21,48]

وَنَجَّيْنَٰهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ ٱلْكَرْبِ ٱلْعَظِيمِ ﴿١١٥﴾

Onları da, milletlerini de müthiş bir gaileden kurtardık.

وَنَصَرْنَٰهُمْ فَكَانُوا۟ هُمُ ٱلْغَٰلِبِينَ ﴿١١٦﴾

Hem onlara yardım ettik de, galip gelenler onlar oldular.

وَءَاتَيْنَٰهُمَا ٱلْكِتَٰبَ ٱلْمُسْتَبِينَ ﴿١١٧﴾

Kendilerine gerçekleri apaçık gösteren o kitabı verdik.

وَهَدَيْنَٰهُمَا ٱلصِّرَٰطَ ٱلْمُسْتَقِيمَ ﴿١١٨﴾

Onları doğru yola ilettik!

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِى ٱلْءَاخِرِينَ ﴿١١٩﴾

Sonraki nesiller içinde onlara da iyi bir nam bıraktık.

سَلَٰمٌ عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَٰرُونَ ﴿١٢٠﴾

“Selam olsun Mûsâ ile Harun'a”

إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِى ٱلْمُحْسِنِينَ ﴿١٢١﴾

Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!

إِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿١٢٢﴾

Gerçekten onlar, Bizim tam inanmış has kullarımızdandı.

وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنَ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿١٢٣﴾

İlyas da şüphesiz resullerdendi.

إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِۦٓ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿١٢٤﴾

Hani o halkına şöyle demişti: Siz hâla şirkten ve günahlardan sakınmayacak mısınız? Sizin de, gelip geçmiş atalarınızın da Rabbi olan Allah'ı, o Mükemmel Yaradanı bırakıp hâla Ba’l’e tapmaya mı devam edeceksiniz? {KM, I Krallar 18,24-40}

أَتَدْعُونَ بَعْلًۭا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ ٱلْخَٰلِقِينَ ﴿١٢٥﴾

Hani o halkına şöyle demişti: Siz hâla şirkten ve günahlardan sakınmayacak mısınız? Sizin de, gelip geçmiş atalarınızın da Rabbi olan Allah'ı, o Mükemmel Yaradanı bırakıp hâla Ba’l’e tapmaya mı devam edeceksiniz? {KM, I Krallar 18,24-40}

ٱللَّهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ ءَابَآئِكُمُ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿١٢٦﴾

Hani o halkına şöyle demişti: Siz hâla şirkten ve günahlardan sakınmayacak mısınız? Sizin de, gelip geçmiş atalarınızın da Rabbi olan Allah'ı, o Mükemmel Yaradanı bırakıp hâla Ba’l’e tapmaya mı devam edeceksiniz? {KM, I Krallar 18,24-40}

فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ ﴿١٢٧﴾

Fakat bunlar onu yalancı saydılar. Bundan ötürü de, onlar tutuklanıp hesap günü mutlaka yargılanacak ve cehenneme götürüleceklerdir.

إِلَّا عِبَادَ ٱللَّهِ ٱلْمُخْلَصِينَ ﴿١٢٨﴾

Ancak Allah'ın ihlasa erdirdiği kulları böyle olmaz.

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِى ٱلْءَاخِرِينَ ﴿١٢٩﴾

Sonraki nesiller içinde ona da iyi bir nam bıraktık. “Selam olsun İlyas'a!”

سَلَٰمٌ عَلَىٰٓ إِلْ يَاسِينَ ﴿١٣٠﴾

Sonraki nesiller içinde ona da iyi bir nam bıraktık. “Selam olsun İlyas'a!”

إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِى ٱلْمُحْسِنِينَ ﴿١٣١﴾

Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!

إِنَّهُۥ مِنْ عِبَادِنَا ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿١٣٢﴾

Gerçekten o bizim tam inanmış has kullarımızdandı.

وَإِنَّ لُوطًۭا لَّمِنَ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿١٣٣﴾

Lût da şüphesiz, resullerdendi.

إِذْ نَجَّيْنَٰهُ وَأَهْلَهُۥٓ أَجْمَعِينَ ﴿١٣٤﴾

Onun suçlu kentini cezalandırırken, geride kalanlar arasında yer alan yaşlı eşi hariç, kendisini ve ailesini kurtardık.

إِلَّا عَجُوزًۭا فِى ٱلْغَٰبِرِينَ ﴿١٣٥﴾

Onun suçlu kentini cezalandırırken, geride kalanlar arasında yer alan yaşlı eşi hariç, kendisini ve ailesini kurtardık.

ثُمَّ دَمَّرْنَا ٱلْءَاخَرِينَ ﴿١٣٦﴾

Sonra da ötekileri imha ettik.

وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِم مُّصْبِحِينَ ﴿١٣٧﴾

Siz de sabah akşam onların diyarlarına uğrarsınız. Hâla aklınızı kullanmayacak mısınız?

وَبِٱلَّيْلِ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿١٣٨﴾

Siz de sabah akşam onların diyarlarına uğrarsınız. Hâla aklınızı kullanmayacak mısınız?

وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿١٣٩﴾

Yûnus da şüphesiz resullerdendi.

إِذْ أَبَقَ إِلَى ٱلْفُلْكِ ٱلْمَشْحُونِ ﴿١٤٠﴾

Hani o, Rabbinden izinsiz kaçıp yolcusunu doldurmuş gemiye kendini atmıştı.

فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ ٱلْمُدْحَضِينَ ﴿١٤١﴾

Kur'a çekmiş, kur’ada kaybedenlerden olunca denize atılmıştı.

فَٱلْتَقَمَهُ ٱلْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌۭ ﴿١٤٢﴾

O yaptığından ötürü pişman bir vaziyette iken balık onu yutuverdi.

فَلَوْلَآ أَنَّهُۥ كَانَ مِنَ ٱلْمُسَبِّحِينَ ﴿١٤٣﴾

Şayet Allah'ı çok zikreden, ibadetli kimselerden olmasaydı, tâ mahşere kadar onun karnında kalırdı.

لَلَبِثَ فِى بَطْنِهِۦٓ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ ﴿١٤٤﴾

Şayet Allah'ı çok zikreden, ibadetli kimselerden olmasaydı, tâ mahşere kadar onun karnında kalırdı.

۞ فَنَبَذْنَٰهُ بِٱلْعَرَآءِ وَهُوَ سَقِيمٌۭ ﴿١٤٥﴾

Derken Biz onu ağaçsız çıplak bir sahile attık, o bitkin bir halde idi.

وَأَنۢبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةًۭ مِّن يَقْطِينٍۢ ﴿١٤٦﴾

Üzerine gölge yapması için, orada asma kabak cinsinden bir ağaç bitirdik.

وَأَرْسَلْنَٰهُ إِلَىٰ مِا۟ئَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ ﴿١٤٧﴾

Biz onu yüz bin nüfuslu bir şehre göndermiştik, hatta gittikçe nüfusları artıyordu da. {KM, Yunus 4,11}

فَـَٔامَنُوا۟ فَمَتَّعْنَٰهُمْ إِلَىٰ حِينٍۢ ﴿١٤٨﴾

Yûnus onları tekrar hakka çağırınca, bu sefer iman ettiler. Biz de belirli bir süreye kadar onları hayattan istifade ettirdik.

فَٱسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ ٱلْبَنَاتُ وَلَهُمُ ٱلْبَنُونَ ﴿١٤٩﴾

Onlara (Mekkelilere) sor bakalım: (hâla şirklerine devam edip) kız evlatları senin Rabbine, erkek evlatları da kendilerine mi isnad edecekler? [16,58; 53,21-22; 43,19; 17,40]

أَمْ خَلَقْنَا ٱلْمَلَٰٓئِكَةَ إِنَٰثًۭا وَهُمْ شَٰهِدُونَ ﴿١٥٠﴾

Yoksa Biz melekleri dişi yaratmışız da onlar buna şahit mi olmuşlar?

أَلَآ إِنَّهُم مِّنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ ﴿١٥١﴾

Haberiniz olsun ki onlar sırf iftira ederek “Allah doğurdu” derler. Onlar yalancıların ta kendileridirler.

وَلَدَ ٱللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَٰذِبُونَ ﴿١٥٢﴾

Haberiniz olsun ki onlar sırf iftira ederek “Allah doğurdu” derler. Onlar yalancıların ta kendileridirler.

أَصْطَفَى ٱلْبَنَاتِ عَلَى ٱلْبَنِينَ ﴿١٥٣﴾

Allah kızları oğullara tercih mi etmiş?

مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ ﴿١٥٤﴾

Ne olmuş size, aklınızı mı kaybettiniz? Ne biçim hüküm veriyorsunuz öyle!

أَفَلَا تَذَكَّرُونَ ﴿١٥٥﴾

Hâla düşünüp Allah'ın bundan münezzeh olduğunu anlamayacak mısınız?

أَمْ لَكُمْ سُلْطَٰنٌۭ مُّبِينٌۭ ﴿١٥٦﴾

Ne o, yoksa sizin açık bir deliliniz mi var?

فَأْتُوا۟ بِكِتَٰبِكُمْ إِن كُنتُمْ صَٰدِقِينَ ﴿١٥٧﴾

Eğer iddianızda tutarlı iseniz getirin o kitabınızı!

وَجَعَلُوا۟ بَيْنَهُۥ وَبَيْنَ ٱلْجِنَّةِ نَسَبًۭا ۚ وَلَقَدْ عَلِمَتِ ٱلْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ ﴿١٥٨﴾

Bir de tutup Allah ile melekler arasında bir soy bağı uydurdular! Ama o melekler, bunu iddia eden müşriklerin yargılanıp cehenneme tıkılacaklarını pek iyi bilirler.

سُبْحَٰنَ ٱللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ ﴿١٥٩﴾

Ve şöyle derler: “Allah onların iddia ettikleri şeylerden münezzehtir, çok yücedir.”

إِلَّا عِبَادَ ٱللَّهِ ٱلْمُخْلَصِينَ ﴿١٦٠﴾

Ancak Allah'ın ihlasa erdirdiği kulları böyle olmaz, cehenneme götürülmezler.

فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ ﴿١٦١﴾

“Ey müşrikler! Ne siz, ne de sizin Allah'tan başka ibadet ettikleriniz, -ille de cehenneme girmek isteyen kimseler hariç- Allah’a yönelmek isteyen herhangi bir kulu yoldan çıkaracak bir kuvvete sahip değilsiniz.”

مَآ أَنتُمْ عَلَيْهِ بِفَٰتِنِينَ ﴿١٦٢﴾

“Ey müşrikler! Ne siz, ne de sizin Allah'tan başka ibadet ettikleriniz, -ille de cehenneme girmek isteyen kimseler hariç- Allah’a yönelmek isteyen herhangi bir kulu yoldan çıkaracak bir kuvvete sahip değilsiniz.”

إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ ٱلْجَحِيمِ ﴿١٦٣﴾

“Ey müşrikler! Ne siz, ne de sizin Allah'tan başka ibadet ettikleriniz, -ille de cehenneme girmek isteyen kimseler hariç- Allah’a yönelmek isteyen herhangi bir kulu yoldan çıkaracak bir kuvvete sahip değilsiniz.”

وَمَا مِنَّآ إِلَّا لَهُۥ مَقَامٌۭ مَّعْلُومٌۭ ﴿١٦٤﴾

“Bizim her birimizin belli bir makamı ve yeri vardır.

وَإِنَّا لَنَحْنُ ٱلصَّآفُّونَ ﴿١٦٥﴾

Saf saf dizilenler biziz.[37,1]

وَإِنَّا لَنَحْنُ ٱلْمُسَبِّحُونَ ﴿١٦٦﴾

Allah'ı zikredip O’nu tenzih edenler biziz.” [21,26-29]

وَإِن كَانُوا۟ لَيَقُولُونَ ﴿١٦٧﴾

Müşrikler önceleri: “Eğer, derlerdi, daha önceki milletlere verilen kitap gibi bir kitap bizde de olsaydı, Biz de yalnız Allah'a ibadet eden halis kullarından olurduk.” [35,42; 6,156-157]

لَوْ أَنَّ عِندَنَا ذِكْرًۭا مِّنَ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿١٦٨﴾

Müşrikler önceleri: “Eğer, derlerdi, daha önceki milletlere verilen kitap gibi bir kitap bizde de olsaydı, Biz de yalnız Allah'a ibadet eden halis kullarından olurduk.” [35,42; 6,156-157]

لَكُنَّا عِبَادَ ٱللَّهِ ٱلْمُخْلَصِينَ ﴿١٦٩﴾

Müşrikler önceleri: “Eğer, derlerdi, daha önceki milletlere verilen kitap gibi bir kitap bizde de olsaydı, Biz de yalnız Allah'a ibadet eden halis kullarından olurduk.” [35,42; 6,156-157]

فَكَفَرُوا۟ بِهِۦ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿١٧٠﴾

Ama şimdi onu red ve inkâr ettiler;Fakat yakında öğrenirler!

وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿١٧١﴾

Şu kesindir ki, Biz resul olarak gönderdiğimiz kullarımıza söz verdik ki onlar yardımımıza mazhar olacaklar ve Bizim ordumuz mutlaka galip gelecektir. [58,21; 40,5]

إِنَّهُمْ لَهُمُ ٱلْمَنصُورُونَ ﴿١٧٢﴾

Şu kesindir ki, Biz resul olarak gönderdiğimiz kullarımıza söz verdik ki onlar yardımımıza mazhar olacaklar ve Bizim ordumuz mutlaka galip gelecektir. [58,21; 40,5]

وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ ٱلْغَٰلِبُونَ ﴿١٧٣﴾

Şu kesindir ki, Biz resul olarak gönderdiğimiz kullarımıza söz verdik ki onlar yardımımıza mazhar olacaklar ve Bizim ordumuz mutlaka galip gelecektir. [58,21; 40,5]

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍۢ ﴿١٧٤﴾

Artık bir süre sen onlardan uzak dur!

وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ ﴿١٧٥﴾

Onları gözetle! Zaten kendileri de başlarına geleceği yakında göreceklerdir.

أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ ﴿١٧٦﴾

Şimdi onlar azabımızın çarçabuk başlarına gelmesini gerçekten istiyorlar mı?

فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَآءَ صَبَاحُ ٱلْمُنذَرِينَ ﴿١٧٧﴾

Eğer öyleyse, şunu bilsinler ki, azap onların yurtlarına inerse, o uyarılıp da yola gelmeyenlerin varacakları sabah çok fena bir sabah olacaktır!

وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍۢ ﴿١٧٨﴾

Artık sen bir süre onlardan uzak dur.

وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ ﴿١٧٩﴾

Başlarına inecek azabı gözetle! Zaten kendileri de yakında gerçeği göreceklerdir.

سُبْحَٰنَ رَبِّكَ رَبِّ ٱلْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ ﴿١٨٠﴾

İzzet ve kudret Rabbi olan senin Rabbin, onların bütün batıl iddialarından münezzehtir, yücedir.Selam bütün peygamberleredir.Bütün hamdler âlemlerin Rabbi Allah'adır.

وَسَلَٰمٌ عَلَى ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿١٨١﴾

İzzet ve kudret Rabbi olan senin Rabbin, onların bütün batıl iddialarından münezzehtir, yücedir.Selam bütün peygamberleredir.Bütün hamdler âlemlerin Rabbi Allah'adır.

وَٱلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿١٨٢﴾

İzzet ve kudret Rabbi olan senin Rabbin, onların bütün batıl iddialarından münezzehtir, yücedir.Selam bütün peygamberleredir.Bütün hamdler âlemlerin Rabbi Allah'adır.