Main pages

Surah Taha [Taha] in Turkish

Surah Taha [Taha] Ayah 135 Location Maccah Number 20

طه ﴿١﴾

TT. H.

مَآ أَنزَلْنَا عَلَيْكَ ٱلْقُرْءَانَ لِتَشْقَىٰٓ ﴿٢﴾

Biz bu Kuran'ı sıkıntı çekesin diye göndermedik.

إِلَّا تَذْكِرَةًۭ لِّمَن يَخْشَىٰ ﴿٣﴾

Ancak saygı duyanlar için bir öğüttür.

تَنزِيلًۭا مِّمَّنْ خَلَقَ ٱلْأَرْضَ وَٱلسَّمَٰوَٰتِ ٱلْعُلَى ﴿٤﴾

Yeri ve yüksek gökleri Yaratan tarafından indirilmiştir.

ٱلرَّحْمَٰنُ عَلَى ٱلْعَرْشِ ٱسْتَوَىٰ ﴿٥﴾

Rahman, yönetim ve egemenliği elinde bulundurur.

لَهُۥ مَا فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَمَا فِى ٱلْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ ٱلثَّرَىٰ ﴿٦﴾

Göklerde, yerde, her ikisinin arasında ve hatta toprağın altında ne varsa onundur.

وَإِن تَجْهَرْ بِٱلْقَوْلِ فَإِنَّهُۥ يَعْلَمُ ٱلسِّرَّ وَأَخْفَى ﴿٧﴾

(Niyetini) Sözle açıklasan da (açıklamasan da) O, gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir.

ٱللَّهُ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ لَهُ ٱلْأَسْمَآءُ ٱلْحُسْنَىٰ ﴿٨﴾

ALLAH, O'ndan başka tanrı yoktur. Tüm güzel isimler O'na aittir.

وَهَلْ أَتَىٰكَ حَدِيثُ مُوسَىٰٓ ﴿٩﴾

Musa'nın haberi sana ulaştı mı?

إِذْ رَءَا نَارًۭا فَقَالَ لِأَهْلِهِ ٱمْكُثُوٓا۟ إِنِّىٓ ءَانَسْتُ نَارًۭا لَّعَلِّىٓ ءَاتِيكُم مِّنْهَا بِقَبَسٍ أَوْ أَجِدُ عَلَى ٱلنَّارِ هُدًۭى ﴿١٠﴾

Bir ateş görmüştü ve ailesine, \"Burada durun, ben bir ateş gördüm. Olur ki size ondan bir kor getiririm, yahut ateşin yanında bir yol gösterici bulurum,\" demişti.

فَلَمَّآ أَتَىٰهَا نُودِىَ يَٰمُوسَىٰٓ ﴿١١﴾

Oraya varınca, \"Ey Musa!,\" diye seslenildi.

إِنِّىٓ أَنَا۠ رَبُّكَ فَٱخْلَعْ نَعْلَيْكَ ۖ إِنَّكَ بِٱلْوَادِ ٱلْمُقَدَّسِ طُوًۭى ﴿١٢﴾

\"Ben, evet Ben senin Rabbinim. Sandallarını çıkar. Çünkü sen kutsal vadide, Tuva'dasın.\"

وَأَنَا ٱخْتَرْتُكَ فَٱسْتَمِعْ لِمَا يُوحَىٰٓ ﴿١٣﴾

\"Ben seni seçtim, öyleyse vahyolanı dinle.\"

إِنَّنِىٓ أَنَا ٱللَّهُ لَآ إِلَٰهَ إِلَّآ أَنَا۠ فَٱعْبُدْنِى وَأَقِمِ ٱلصَّلَوٰةَ لِذِكْرِىٓ ﴿١٤﴾

\"Ben, evet Ben ALLAH'ım; Benden başka tanrı yoktur. Bana kulluk et ve Beni anmak için namazı gözet.\"

إِنَّ ٱلسَّاعَةَ ءَاتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَىٰ كُلُّ نَفْسٍۭ بِمَا تَسْعَىٰ ﴿١٥﴾

Dünyanın sonu elbette gelecektir. Herkes yaptığının karşılığını görsün diye Ben nerdeyse onu gizleyeceğim.

فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَن لَّا يُؤْمِنُ بِهَا وَٱتَّبَعَ هَوَىٰهُ فَتَرْدَىٰ ﴿١٦﴾

Ona inanmayıp hevesine uyanlar seni ondan saptırmasın, sonra başüstü düşersin.

وَمَا تِلْكَ بِيَمِينِكَ يَٰمُوسَىٰ ﴿١٧﴾

\"Şu elindeki nedir, Musa?\"

قَالَ هِىَ عَصَاىَ أَتَوَكَّؤُا۟ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَىٰ غَنَمِى وَلِىَ فِيهَا مَـَٔارِبُ أُخْرَىٰ ﴿١٨﴾

\"O, benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve bana daha başka yararları da dokunmaktadır,\" dedi.

قَالَ أَلْقِهَا يَٰمُوسَىٰ ﴿١٩﴾

\"At onu Musa!,\" dedi.

فَأَلْقَىٰهَا فَإِذَا هِىَ حَيَّةٌۭ تَسْعَىٰ ﴿٢٠﴾

Onu atınca, hareketli bir yılana dönüşüverdi.

قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ ۖ سَنُعِيدُهَا سِيرَتَهَا ٱلْأُولَىٰ ﴿٢١﴾

Dedi, \"Al onu, korkma. Onu ilk durumuna sokacağız.\"

وَٱضْمُمْ يَدَكَ إِلَىٰ جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَآءَ مِنْ غَيْرِ سُوٓءٍ ءَايَةً أُخْرَىٰ ﴿٢٢﴾

\"Bir başka delil olarak, elini koltuğunun altına koy; lekesiz bembeyaz olarak çıksın.\"

لِنُرِيَكَ مِنْ ءَايَٰتِنَا ٱلْكُبْرَى ﴿٢٣﴾

\"Böylece sana en büyük mucizelerimizden bazılarını gösterelim.\"

ٱذْهَبْ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُۥ طَغَىٰ ﴿٢٤﴾

\"Firavun'a git, çünkü o azdı.\"

قَالَ رَبِّ ٱشْرَحْ لِى صَدْرِى ﴿٢٥﴾

\"Rabbim,\" dedi, \"göğsümü aç.\"

وَيَسِّرْ لِىٓ أَمْرِى ﴿٢٦﴾

\"Bana işimi kolaylaştır.\"

وَٱحْلُلْ عُقْدَةًۭ مِّن لِّسَانِى ﴿٢٧﴾

\"Dilimdeki düğümü çöz.\"

يَفْقَهُوا۟ قَوْلِى ﴿٢٨﴾

\"Ki sözümü anlasınlar.\"

وَٱجْعَل لِّى وَزِيرًۭا مِّنْ أَهْلِى ﴿٢٩﴾

\"Ailemden bana bir yardımcı ata.\"

هَٰرُونَ أَخِى ﴿٣٠﴾

\"Kardeşim Harun'u...\"

ٱشْدُدْ بِهِۦٓ أَزْرِى ﴿٣١﴾

\"Beni onunla destekleyip güçlendir.\"

وَأَشْرِكْهُ فِىٓ أَمْرِى ﴿٣٢﴾

\"Bu işimde onu bana ortak yap.\"

كَىْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًۭا ﴿٣٣﴾

\"Ki seni çokça yüceltelim.\"

وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا ﴿٣٤﴾

\"Seni çokça analım.\"

إِنَّكَ كُنتَ بِنَا بَصِيرًۭا ﴿٣٥﴾

\"Sen, elbette bizi Görensin.\"

قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَٰمُوسَىٰ ﴿٣٦﴾

Dedi ki: \"Dilediğin sana verildi, Musa.\"

وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً أُخْرَىٰٓ ﴿٣٧﴾

\"Sana bir kez daha lütufta bulunduk.\"

إِذْ أَوْحَيْنَآ إِلَىٰٓ أُمِّكَ مَا يُوحَىٰٓ ﴿٣٨﴾

\"Hani annene şu vahyi vahyetmiştik:\"

أَنِ ٱقْذِفِيهِ فِى ٱلتَّابُوتِ فَٱقْذِفِيهِ فِى ٱلْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ ٱلْيَمُّ بِٱلسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّۭ لِّى وَعَدُوٌّۭ لَّهُۥ ۚ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةًۭ مِّنِّى وَلِتُصْنَعَ عَلَىٰ عَيْنِىٓ ﴿٣٩﴾

\"'Onu bir sandığa koyup ırmağa at. Irmak da onu kıyıya atsın ve Bana da ona da düşman olan birisi onu alsın.' diye... Gözümün önünde yetişesin diye sana sevgimi yağdırmıştım.\"

إِذْ تَمْشِىٓ أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَىٰ مَن يَكْفُلُهُۥ ۖ فَرَجَعْنَٰكَ إِلَىٰٓ أُمِّكَ كَىْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ ۚ وَقَتَلْتَ نَفْسًۭا فَنَجَّيْنَٰكَ مِنَ ٱلْغَمِّ وَفَتَنَّٰكَ فُتُونًۭا ۚ فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِىٓ أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَىٰ قَدَرٍۢ يَٰمُوسَىٰ ﴿٤٠﴾

\"Hani kız kardeşin gidip, 'ona bakacak birini size göstereyim mi?' diyordu. Böylece, gözü aydınlansın ve üzülmesin diye seni annene geri döndürmüştük. Hatta sen bir kişiyi öldürmüştün de seni tasadan kurtarmış ve çeşitli testlerden geçirmiştik. Medyen halkı arasında yıllarca kaldıktan sonra belli bir plan gereği şimdi geri gelmiş bulunuyorsun, Musa.\"

وَٱصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِى ﴿٤١﴾

\"Seni kendim için yarattım.\"

ٱذْهَبْ أَنتَ وَأَخُوكَ بِـَٔايَٰتِى وَلَا تَنِيَا فِى ذِكْرِى ﴿٤٢﴾

\"Sen ve kardeşin mucize ve ayetlerimi iletin. Beni anmakta gevşek olmayın. \"

ٱذْهَبَآ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُۥ طَغَىٰ ﴿٤٣﴾

\"İkiniz Firavun'a gidin; çünkü o azdı.\"

فَقُولَا لَهُۥ قَوْلًۭا لَّيِّنًۭا لَّعَلَّهُۥ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَىٰ ﴿٤٤﴾

\"Ona yumuşak bir dil kullanın; olur ki öğüt alır veya saygı duyar.\"

قَالَا رَبَّنَآ إِنَّنَا نَخَافُ أَن يَفْرُطَ عَلَيْنَآ أَوْ أَن يَطْغَىٰ ﴿٤٥﴾

Dediler ki: \"Rabbimiz, onun bize karşı saldırı ve taşkınlıkta bulunmasından korkuyoruz.\"

قَالَ لَا تَخَافَآ ۖ إِنَّنِى مَعَكُمَآ أَسْمَعُ وَأَرَىٰ ﴿٤٦﴾

\"Korkmayın,\" dedi, \"Ben sizinle birlikteyim; görüyorum ve işitiyorum.\"

فَأْتِيَاهُ فَقُولَآ إِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَأَرْسِلْ مَعَنَا بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْ ۖ قَدْ جِئْنَٰكَ بِـَٔايَةٍۢ مِّن رَّبِّكَ ۖ وَٱلسَّلَٰمُ عَلَىٰ مَنِ ٱتَّبَعَ ٱلْهُدَىٰٓ ﴿٤٧﴾

\"Ona varın ve deyin ki, 'Biz ikimiz Rabbinin elçileriyiz. İsrail oğullarına yaptığın işkenceye son ver ve onları bizimle gönder. Biz sana, Rabbinden bir ayet ile geldik. Doğru yolu izleyenlere selam (barış) olsun.\"

إِنَّا قَدْ أُوحِىَ إِلَيْنَآ أَنَّ ٱلْعَذَابَ عَلَىٰ مَن كَذَّبَ وَتَوَلَّىٰ ﴿٤٨﴾

\"Bize vahyedildi: Yalanlayıp yüz çevirenler cezalandırılacaktır.\"

قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَٰمُوسَىٰ ﴿٤٩﴾

(Firavun) dedi ki: \"Rabbiniz kimdir, Musa?\"

قَالَ رَبُّنَا ٱلَّذِىٓ أَعْطَىٰ كُلَّ شَىْءٍ خَلْقَهُۥ ثُمَّ هَدَىٰ ﴿٥٠﴾

\"Rabbimiz, Her şeye biçimini veren ve sonra yolunu gösterendir,\" dedi.

قَالَ فَمَا بَالُ ٱلْقُرُونِ ٱلْأُولَىٰ ﴿٥١﴾

\"Peki geçmiş nesillerin hali ne olacak,\" dedi.

قَالَ عِلْمُهَا عِندَ رَبِّى فِى كِتَٰبٍۢ ۖ لَّا يَضِلُّ رَبِّى وَلَا يَنسَى ﴿٥٢﴾

\"Onların bilgisi Rabbimin yanında kayıtlıdır. Rabbim yanılmaz, unutmaz.\"

ٱلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ ٱلْأَرْضَ مَهْدًۭا وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًۭا وَأَنزَلَ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءًۭ فَأَخْرَجْنَا بِهِۦٓ أَزْوَٰجًۭا مِّن نَّبَاتٍۢ شَتَّىٰ ﴿٥٣﴾

O ki yeryüzünü sizin için yaşanılır kıldı, sizin için onda yollar açtı, gökten bir su indirdi ve nitekim onunla çeşit çeşit bitkiler çıkardık.

كُلُوا۟ وَٱرْعَوْا۟ أَنْعَٰمَكُمْ ۗ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍۢ لِّأُو۟لِى ٱلنُّهَىٰ ﴿٥٤﴾

Çiftlik hayvanlarını yiyiniz, otlatınız. Zeka sahipleri için bunda işaretler vardır.

۞ مِنْهَا خَلَقْنَٰكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَىٰ ﴿٥٥﴾

Sizi o yerden yarattık, sizi tekrar ona döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkartacağız.

وَلَقَدْ أَرَيْنَٰهُ ءَايَٰتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَأَبَىٰ ﴿٥٦﴾

Ona tüm işaret ve delillerimizi göstermemize rağmen yalanlayıp reddetti.

قَالَ أَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ أَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَٰمُوسَىٰ ﴿٥٧﴾

Dedi ki, \"Sen bizi büyünle yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin, Musa?\"

فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍۢ مِّثْلِهِۦ فَٱجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًۭا لَّا نُخْلِفُهُۥ نَحْنُ وَلَآ أَنتَ مَكَانًۭا سُوًۭى ﴿٥٨﴾

\"Biz de sana benzer bir büyü göstereceğiz. Her iki taraf için de uygun olan yerde ne senin ne de bizim caymayacağımız bir randevu zamanı belirle. \"

قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ ٱلزِّينَةِ وَأَن يُحْشَرَ ٱلنَّاسُ ضُحًۭى ﴿٥٩﴾

Dedi ki: \"Buluşma zamanınız bayram günüdür. Öğleden önce halk orada toplansın.\"

فَتَوَلَّىٰ فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُۥ ثُمَّ أَتَىٰ ﴿٦٠﴾

Firavun gitti, planını hazırlayıp geri döndü.

قَالَ لَهُم مُّوسَىٰ وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا۟ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًۭا فَيُسْحِتَكُم بِعَذَابٍۢ ۖ وَقَدْ خَابَ مَنِ ٱفْتَرَىٰ ﴿٦١﴾

Musa onlara dedi ki: \"Size yazıklar olsun. ALLAH'a karşı yalan uydurmayın. Sonra sizi bir azap ile perişan eder. İftira edenler kuşkusuz kaybedecektir.\"

فَتَنَٰزَعُوٓا۟ أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ وَأَسَرُّوا۟ ٱلنَّجْوَىٰ ﴿٦٢﴾

Aralarında işlerini tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular.

قَالُوٓا۟ إِنْ هَٰذَٰنِ لَسَٰحِرَٰنِ يُرِيدَانِ أَن يُخْرِجَاكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَرِيقَتِكُمُ ٱلْمُثْلَىٰ ﴿٦٣﴾

Dediler ki, \"Bu iki büyücünün tek amacı, büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin ideal yaşam biçiminizi yıkmaktır.\"

فَأَجْمِعُوا۟ كَيْدَكُمْ ثُمَّ ٱئْتُوا۟ صَفًّۭا ۚ وَقَدْ أَفْلَحَ ٱلْيَوْمَ مَنِ ٱسْتَعْلَىٰ ﴿٦٤﴾

\"Haydi, planlarınızı birleştirip birleşik bir cephe oluşturun. Bugün üstün gelen başarmıştır.\"

قَالُوا۟ يَٰمُوسَىٰٓ إِمَّآ أَن تُلْقِىَ وَإِمَّآ أَن نَّكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَلْقَىٰ ﴿٦٥﴾

\"Musa,\" dediler, \"Ya sen at, yahut ilk önce atan biz olalım?\"

قَالَ بَلْ أَلْقُوا۟ ۖ فَإِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ إِلَيْهِ مِن سِحْرِهِمْ أَنَّهَا تَسْعَىٰ ﴿٦٦﴾

\"Hayır, siz atın!,\" dedi. Bunun üzerine, büyülerinden (hipnotik telkin ve illüzyondan) ötürü, halatları ve değnekleri ona (Musa'ya) sanki hareket ediyorlarmış gibi göründü.

فَأَوْجَسَ فِى نَفْسِهِۦ خِيفَةًۭ مُّوسَىٰ ﴿٦٧﴾

Musa içinde bir korku duydu.

قُلْنَا لَا تَخَفْ إِنَّكَ أَنتَ ٱلْأَعْلَىٰ ﴿٦٨﴾

\"Korkma,\" dedik, \"Sen üstün geleceksin.\"

وَأَلْقِ مَا فِى يَمِينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُوٓا۟ ۖ إِنَّمَا صَنَعُوا۟ كَيْدُ سَٰحِرٍۢ ۖ وَلَا يُفْلِحُ ٱلسَّاحِرُ حَيْثُ أَتَىٰ ﴿٦٩﴾

\"Sağ elindekini at, onların uydurdukları şeyleri yutacaktır. Onların yaptığı bir büyücü planından ibarettir. Büyücünün ortaya koyduğu şeyler başarıya ulaşamaz.\"

فَأُلْقِىَ ٱلسَّحَرَةُ سُجَّدًۭا قَالُوٓا۟ ءَامَنَّا بِرَبِّ هَٰرُونَ وَمُوسَىٰ ﴿٧٠﴾

Büyücüler, \"Harun'un ve Musa'nın Rabbine inandık,\" diyerek secdeye kapandılar.

قَالَ ءَامَنتُمْ لَهُۥ قَبْلَ أَنْ ءَاذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُۥ لَكَبِيرُكُمُ ٱلَّذِى عَلَّمَكُمُ ٱلسِّحْرَ ۖ فَلَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَٰفٍۢ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِى جُذُوعِ ٱلنَّخْلِ وَلَتَعْلَمُنَّ أَيُّنَآ أَشَدُّ عَذَابًۭا وَأَبْقَىٰ ﴿٧١﴾

\"Size izin vermeden mi ona inandınız? O, size büyü öğreten ustanız olmalı. Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesip sizi hurma ağaçlarına asacağım. Hangimizin cezası daha çetin ve sürekli imiş öğreneceksiniz,\" dedi.

قَالُوا۟ لَن نُّؤْثِرَكَ عَلَىٰ مَا جَآءَنَا مِنَ ٱلْبَيِّنَٰتِ وَٱلَّذِى فَطَرَنَا ۖ فَٱقْضِ مَآ أَنتَ قَاضٍ ۖ إِنَّمَا تَقْضِى هَٰذِهِ ٱلْحَيَوٰةَ ٱلدُّنْيَآ ﴿٧٢﴾

Dediler ki: \"Bize gelen apaçık kanıtları ve bizi Yaratan'ı bırakıp seni seçmeyiz. Nasıl yargı vereceksen ver. Yargın bu dünya hayatıyla sınırlıdır!\"

إِنَّآ ءَامَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَٰيَٰنَا وَمَآ أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ ٱلسِّحْرِ ۗ وَٱللَّهُ خَيْرٌۭ وَأَبْقَىٰٓ ﴿٧٣﴾

\"Biz Rabbimize inandık ki hatalarımızı ve bizi zorla yaptırdığın büyücülüğü bağışlasın. ALLAH daha iyidir ve daha Süreklidir.\"

إِنَّهُۥ مَن يَأْتِ رَبَّهُۥ مُجْرِمًۭا فَإِنَّ لَهُۥ جَهَنَّمَ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَىٰ ﴿٧٤﴾

Kim Rabbine suçlu olarak gelirse cehennemi hakkeder; orada ne ölür, ne de yaşar.

وَمَن يَأْتِهِۦ مُؤْمِنًۭا قَدْ عَمِلَ ٱلصَّٰلِحَٰتِ فَأُو۟لَٰٓئِكَ لَهُمُ ٱلدَّرَجَٰتُ ٱلْعُلَىٰ ﴿٧٥﴾

İnanmış ve erdemli bir hayat sürmüş olarak O'na gelenler ise, yüksek dereceleri hakkederler:

جَنَّٰتُ عَدْنٍۢ تَجْرِى مِن تَحْتِهَا ٱلْأَنْهَٰرُ خَٰلِدِينَ فِيهَا ۚ وَذَٰلِكَ جَزَآءُ مَن تَزَكَّىٰ ﴿٧٦﴾

Adn bahçeleri ki altından ırmaklar akar. Orada ebedi kalıcıdırlar. Arınanların ödülü işte böyledir.

وَلَقَدْ أَوْحَيْنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِى فَٱضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًۭا فِى ٱلْبَحْرِ يَبَسًۭا لَّا تَخَٰفُ دَرَكًۭا وَلَا تَخْشَىٰ ﴿٧٧﴾

Musa'ya: \"Kullarımı geceleyin yürüyüşe çıkar ve onlar için denizde kuru bir yol aç. Yakalanmaktan korkma, endişe etme,\" diye vahyettik.

فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِۦ فَغَشِيَهُم مِّنَ ٱلْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ ﴿٧٨﴾

Firavun, ordusuyla birlikte ardlarına düştü. Ne var ki, deniz üstlerine kapanıp onları içine aldı.

وَأَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُۥ وَمَا هَدَىٰ ﴿٧٩﴾

Firavun, halkını saptırdı, doğru yola iletmedi.

يَٰبَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ قَدْ أَنجَيْنَٰكُم مِّنْ عَدُوِّكُمْ وَوَٰعَدْنَٰكُمْ جَانِبَ ٱلطُّورِ ٱلْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ ٱلْمَنَّ وَٱلسَّلْوَىٰ ﴿٨٠﴾

Ey İsrail oğulları, sizi düşmanlarınızdan kurtarmış, Sina dağının sağ yanında size söz vermiş ve üzerinize Menna ve bıldırcın indirmiştik.

كُلُوا۟ مِن طَيِّبَٰتِ مَا رَزَقْنَٰكُمْ وَلَا تَطْغَوْا۟ فِيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِى ۖ وَمَن يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِى فَقَدْ هَوَىٰ ﴿٨١﴾

Size verdiğimiz rızıkların iyilerinden yeyiniz ve bu konuda taşkınlıkta bulunmayın; yoksa gazabıma uğrarsınız. Gazabıma uğrayanlar düşmüştür.

وَإِنِّى لَغَفَّارٌۭ لِّمَن تَابَ وَءَامَنَ وَعَمِلَ صَٰلِحًۭا ثُمَّ ٱهْتَدَىٰ ﴿٨٢﴾

Tevbe eden, inanan, erdemli yaşayan ve sürekli doğruyu arayanlar için Bağışlayıcıyım.

۞ وَمَآ أَعْجَلَكَ عَن قَوْمِكَ يَٰمُوسَىٰ ﴿٨٣﴾

\"Niçin halkını bırakmakta acele ettin, Musa?\"

قَالَ هُمْ أُو۟لَآءِ عَلَىٰٓ أَثَرِى وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَىٰ ﴿٨٤﴾

\"Onlar öğretimi izliyorlar,\" dedi, \"Hoşnut olasın diye sana doğru acele ettim, Rabbim.\"

قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنۢ بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ ٱلسَّامِرِىُّ ﴿٨٥﴾

\"Halkını, senden sonra sınadık. Samiri onları saptırdı,\" dedi.

فَرَجَعَ مُوسَىٰٓ إِلَىٰ قَوْمِهِۦ غَضْبَٰنَ أَسِفًۭا ۚ قَالَ يَٰقَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا ۚ أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ ٱلْعَهْدُ أَمْ أَرَدتُّمْ أَن يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌۭ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُم مَّوْعِدِى ﴿٨٦﴾

Musa, kızgın ve hayal kırıklığına uğramış olarak halkına döndü ve, \"Halkım, Rabbiniz size güzel bir söz vermemiş miydi? Bekleyemediniz mi? Yoksa, Rabbinizin gazabına uğramak için mi benimle yaptığınız sözleşmeyi bozdunuz,\" dedi.

قَالُوا۟ مَآ أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَٰكِنَّا حُمِّلْنَآ أَوْزَارًۭا مِّن زِينَةِ ٱلْقَوْمِ فَقَذَفْنَٰهَا فَكَذَٰلِكَ أَلْقَى ٱلسَّامِرِىُّ ﴿٨٧﴾

\"Sana verdiğimiz sözü kendi kafamıza göre bozmadık. O halkın süs eşyaları bize taşıtıldı. Onları attık. Samiri işte böyle bir şey ortaya çıkardı,\" dediler.

فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًۭا جَسَدًۭا لَّهُۥ خُوَارٌۭ فَقَالُوا۟ هَٰذَآ إِلَٰهُكُمْ وَإِلَٰهُ مُوسَىٰ فَنَسِىَ ﴿٨٨﴾

Onlar için, böğüren bir buzağı heykeli çıkardı. \"İşte sizin ve Musa'nın tanrısı budur, fakat o (Musa) unuttu,\" dediler.

أَفَلَا يَرَوْنَ أَلَّا يَرْجِعُ إِلَيْهِمْ قَوْلًۭا وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرًّۭا وَلَا نَفْعًۭا ﴿٨٩﴾

Görmediler mi ki, o, onlara ne bir yanıt verebiliyor, ne de onlara bir zarar ve yarar dokundurabiliyordu

وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هَٰرُونُ مِن قَبْلُ يَٰقَوْمِ إِنَّمَا فُتِنتُم بِهِۦ ۖ وَإِنَّ رَبَّكُمُ ٱلرَّحْمَٰنُ فَٱتَّبِعُونِى وَأَطِيعُوٓا۟ أَمْرِى ﴿٩٠﴾

Harun ise: \"Halkım, onunla sınanıyorsunuz. Rabbiniz Rahman'dır. Beni izleyin ve emrime uyun,\" diye onları önceden uyarmıştı.

قَالُوا۟ لَن نَّبْرَحَ عَلَيْهِ عَٰكِفِينَ حَتَّىٰ يَرْجِعَ إِلَيْنَا مُوسَىٰ ﴿٩١﴾

\"Musa gelinceye kadar ona tapmaya devam edeceğiz,\" diye karşılık vermişlerdi.

قَالَ يَٰهَٰرُونُ مَا مَنَعَكَ إِذْ رَأَيْتَهُمْ ضَلُّوٓا۟ ﴿٩٢﴾

Dedi ki, \"Harun! Seni engelleyen neydi, onları saparken gördüğün zaman,\"

أَلَّا تَتَّبِعَنِ ۖ أَفَعَصَيْتَ أَمْرِى ﴿٩٣﴾

\"Bana uymazlarken? Emrime karşı mı geldin?\"

قَالَ يَبْنَؤُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِى وَلَا بِرَأْسِىٓ ۖ إِنِّى خَشِيتُ أَن تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِى ﴿٩٤﴾

Dedi ki, \"Anamın oğlu, sakalımı ve başımı çekme. 'İsrail oğullarını neden böldün, neden sözümü tutmadın?' diye bana çıkışacağından korktum.\"

قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَٰسَٰمِرِىُّ ﴿٩٥﴾

Dedi ki, \"Peki, senin savunman nedir, Samiri?\"

قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا۟ بِهِۦ فَقَبَضْتُ قَبْضَةًۭ مِّنْ أَثَرِ ٱلرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَٰلِكَ سَوَّلَتْ لِى نَفْسِى ﴿٩٦﴾

Dedi ki, \"Onların görmediğini gördüm, elçinin öğretisinden bir kısmını alıp attım. Böyle uygun gördüm.\"

قَالَ فَٱذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِى ٱلْحَيَوٰةِ أَن تَقُولَ لَا مِسَاسَ ۖ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًۭا لَّن تُخْلَفَهُۥ ۖ وَٱنظُرْ إِلَىٰٓ إِلَٰهِكَ ٱلَّذِى ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًۭا ۖ لَّنُحَرِّقَنَّهُۥ ثُمَّ لَنَنسِفَنَّهُۥ فِى ٱلْيَمِّ نَسْفًا ﴿٩٧﴾

Dedi ki, \"Defol! Hayatın boyunca yakına bile gelme. Sana söz verilen bir an var ki ondan kaçamıyacaksın. Tapmakta olduğun tanrına bak, biz onu yakıp denize savuracağız.\"

إِنَّمَآ إِلَٰهُكُمُ ٱللَّهُ ٱلَّذِى لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۚ وَسِعَ كُلَّ شَىْءٍ عِلْمًۭا ﴿٩٨﴾

Tanrınız, kendisinden başka tanrı olmayan ALLAH'tır. Bilgisi her şeyi içine almıştır.

كَذَٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنۢبَآءِ مَا قَدْ سَبَقَ ۚ وَقَدْ ءَاتَيْنَٰكَ مِن لَّدُنَّا ذِكْرًۭا ﴿٩٩﴾

Geçmişlerin haberlerini, sana böylece aktarıyoruz. Sana katımızdan bir mesaj vermiş bulunuyoruz.

مَّنْ أَعْرَضَ عَنْهُ فَإِنَّهُۥ يَحْمِلُ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ وِزْرًا ﴿١٠٠﴾

Kim ondan yüz çevirirse Diriliş Gününde bir (günah) yükü taşıyacaktır.

خَٰلِدِينَ فِيهِ ۖ وَسَآءَ لَهُمْ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ حِمْلًۭا ﴿١٠١﴾

Orada ebedi kalırlar. Diriliş günü bu onlar için ne de kötü bir yüktür.

يَوْمَ يُنفَخُ فِى ٱلصُّورِ ۚ وَنَحْشُرُ ٱلْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍۢ زُرْقًۭا ﴿١٠٢﴾

Boruya üfürüldüğü gün, suçluları o gün mavi (kederden yüzleri morarmış) olarak toplarız

يَتَخَٰفَتُونَ بَيْنَهُمْ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا عَشْرًۭا ﴿١٠٣﴾

Aralarında gizli gizli konuşurlar, \"Siz (dünyada) sadece on kaldınız.\"

نَّحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ إِذْ يَقُولُ أَمْثَلُهُمْ طَرِيقَةً إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا يَوْمًۭا ﴿١٠٤﴾

Onların ne konuştuğunu iyi biliriz. En doğru görüşlüleri, \"Siz sadece bir gün kaldınız,\" diyordu.

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ ٱلْجِبَالِ فَقُلْ يَنسِفُهَا رَبِّى نَسْفًۭا ﴿١٠٥﴾

Senden dağları sorarlar. De ki, \"Rabbim onları ufalayıp savuracak.\"

فَيَذَرُهَا قَاعًۭا صَفْصَفًۭا ﴿١٠٦﴾

\"Yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır.\"

لَّا تَرَىٰ فِيهَا عِوَجًۭا وَلَآ أَمْتًۭا ﴿١٠٧﴾

\"Orda ne ufak bir eğrilik ne de bir tümsek göreceksin.\"

يَوْمَئِذٍۢ يَتَّبِعُونَ ٱلدَّاعِىَ لَا عِوَجَ لَهُۥ ۖ وَخَشَعَتِ ٱلْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَٰنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًۭا ﴿١٠٨﴾

O gün, en ufak bir sapma göstermeden çağırıcıya uyarlar. Sesler Rahman'ın huzurunda kısılmıştır; fısıltıdan başka bir şey işitemezsin.

يَوْمَئِذٍۢ لَّا تَنفَعُ ٱلشَّفَٰعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ ٱلرَّحْمَٰنُ وَرَضِىَ لَهُۥ قَوْلًۭا ﴿١٠٩﴾

O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünü uygun gördüğü kimseden başkasının şefaatı (aracılığı) yarar vermez.

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِۦ عِلْمًۭا ﴿١١٠﴾

Hiç kimse O'nu bilgice kavrayamazken, O onların geçmişini de geleceğini de bilir.

۞ وَعَنَتِ ٱلْوُجُوهُ لِلْحَىِّ ٱلْقَيُّومِ ۖ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًۭا ﴿١١١﴾

Tüm yüzler O Yaşayan, Ebedi Yönetici'ye çevrilmiştir. Zulüm yüklenenler kaybedecektir.

وَمَن يَعْمَلْ مِنَ ٱلصَّٰلِحَٰتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌۭ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًۭا وَلَا هَضْمًۭا ﴿١١٢﴾

İnançlı olduğu halde erdemli davrananlar herhangi bir haksızlıktan ve güçlükten korkmayacaktır.

وَكَذَٰلِكَ أَنزَلْنَٰهُ قُرْءَانًا عَرَبِيًّۭا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ ٱلْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًۭا ﴿١١٣﴾

Biz, böylece onu Arapça bir Kuran olarak indirdik. Erdemli davranırlar veya onlar için bir öğüt olur diye onda geleceğin haberlerini çeşitli biçimlerde açıkladık.

فَتَعَٰلَى ٱللَّهُ ٱلْمَلِكُ ٱلْحَقُّ ۗ وَلَا تَعْجَلْ بِٱلْقُرْءَانِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَىٰٓ إِلَيْكَ وَحْيُهُۥ ۖ وَقُل رَّبِّ زِدْنِى عِلْمًۭا ﴿١١٤﴾

Gerçek Yönetici olan ALLAH çok yücedir. Sana vahyi tamamlanmadan önce Kuran'ı (anlamak için) acele etme ve, \"Rabbim, bilgimi arttır,\" de.

وَلَقَدْ عَهِدْنَآ إِلَىٰٓ ءَادَمَ مِن قَبْلُ فَنَسِىَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُۥ عَزْمًۭا ﴿١١٥﴾

Geçmişte Adem'den söz almıştık; ancak unuttu. Biz onda bir azim ve kararlılık görmedik.

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَٰٓئِكَةِ ٱسْجُدُوا۟ لِءَادَمَ فَسَجَدُوٓا۟ إِلَّآ إِبْلِيسَ أَبَىٰ ﴿١١٦﴾

\"Adem'e secde edin,\" dediğimizde melekler secde ettiler, ancak İblis hariç; o reddetti.

فَقُلْنَا يَٰٓـَٔادَمُ إِنَّ هَٰذَا عَدُوٌّۭ لَّكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ ٱلْجَنَّةِ فَتَشْقَىٰٓ ﴿١١٧﴾

\"Adem,\" dedik, \"Bu senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa perişan olursun.\"

إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَىٰ ﴿١١٨﴾

\"Burda ne acıkırsın, ne de açıkta kalırsın.\"

وَأَنَّكَ لَا تَظْمَؤُا۟ فِيهَا وَلَا تَضْحَىٰ ﴿١١٩﴾

\"Burda ne susuzluk çeker, ne de sıcaktan bunalırsın.\"

فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ ٱلشَّيْطَٰنُ قَالَ يَٰٓـَٔادَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَىٰ شَجَرَةِ ٱلْخُلْدِ وَمُلْكٍۢ لَّا يَبْلَىٰ ﴿١٢٠﴾

Şeytan, \"Adem, sana ebedilik ağacını ve tükenmez bir egemenliği göstereyim mi,\" diye ona fısıldadı.

فَأَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْءَٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ ٱلْجَنَّةِ ۚ وَعَصَىٰٓ ءَادَمُ رَبَّهُۥ فَغَوَىٰ ﴿١٢١﴾

İkisi de ondan yediler ve bunun üzerine vucutları kendilerine göründü. Cennetin yaprakları ile örtünmeye çalıştılar. Adem Rabbine karşı geldi ve şaşırdı.

ثُمَّ ٱجْتَبَٰهُ رَبُّهُۥ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَىٰ ﴿١٢٢﴾

Sonra Rabbi onu seçip affetti ve ona yol gösterdi.

قَالَ ٱهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًۢا ۖ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۭ ۖ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّى هُدًۭى فَمَنِ ٱتَّبَعَ هُدَاىَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَىٰ ﴿١٢٣﴾

Dedi ki, \"Birbirinize düşmanlar olarak ordan aşağı inin. Size benden bir yol gösterici geldiğinde, kim benim yoluma uyarsa o sapmaz ve perişan olmaz.\"

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِى فَإِنَّ لَهُۥ مَعِيشَةًۭ ضَنكًۭا وَنَحْشُرُهُۥ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ أَعْمَىٰ ﴿١٢٤﴾

\"Kim mesajımdan yüz çevirirse sıkıntılarla dolu bir hayata mahkum olur. Diriliş günü de onu kör olarak meydana çıkarırız.\"

قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَنِىٓ أَعْمَىٰ وَقَدْ كُنتُ بَصِيرًۭا ﴿١٢٥﴾

\"Rabbim,\" der, \"Toplantı alanına beni niye kör olarak sürdün, oysa ben görür idim?\"

قَالَ كَذَٰلِكَ أَتَتْكَ ءَايَٰتُنَا فَنَسِيتَهَا ۖ وَكَذَٰلِكَ ٱلْيَوْمَ تُنسَىٰ ﴿١٢٦﴾

Der ki: \"Çünkü sana ayetlerimiz ve mucizelerimiz geldiğinde sen onları unuttun. Bugün de sen unutuluyorsun.\"

وَكَذَٰلِكَ نَجْزِى مَنْ أَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنۢ بِـَٔايَٰتِ رَبِّهِۦ ۚ وَلَعَذَابُ ٱلْءَاخِرَةِ أَشَدُّ وَأَبْقَىٰٓ ﴿١٢٧﴾

Sınırı aşanları ve Rabbinin ayet ve mucizelerine inanmıyanları işte böyle cezalandırırız. Ahiretin cezası elbette daha çetin ve daha süreklidir.

أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنَ ٱلْقُرُونِ يَمْشُونَ فِى مَسَٰكِنِهِمْ ۗ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍۢ لِّأُو۟لِى ٱلنُّهَىٰ ﴿١٢٨﴾

Önceki nesillerin yerleşim bölgelerinde dolaşanlar, onları yok edişimizden ders almazlar mı? Bunda akıl sahipleri için işaretler ve kanıtlar vardır.

وَلَوْلَا كَلِمَةٌۭ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَكَانَ لِزَامًۭا وَأَجَلٌۭ مُّسَمًّۭى ﴿١٢٩﴾

Rabbinin verilmiş bir sözü ve önceden belirlediği plan olmasaydı bunların da icabına hemen bakılırdı.

فَٱصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ ٱلشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا ۖ وَمِنْ ءَانَآئِ ٱلَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ ٱلنَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَىٰ ﴿١٣٠﴾

Sözlerine karşı dayanıklı ol, güneşin doğumundan ve batımından önce Rabbini yücelterek an. Geceleyin ve günün her iki ucunda da an ki mutlu olabilesin.

وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَىٰ مَا مَتَّعْنَا بِهِۦٓ أَزْوَٰجًۭا مِّنْهُمْ زَهْرَةَ ٱلْحَيَوٰةِ ٱلدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ ۚ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌۭ وَأَبْقَىٰ ﴿١٣١﴾

Onların bazılarına, sınamak için verdiğimiz dünya hayatının süslerine gözünü dikme. Rabbinin senin için hazırladığı nimetler daha iyidir ve süreklidir.

وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِٱلصَّلَوٰةِ وَٱصْطَبِرْ عَلَيْهَا ۖ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقًۭا ۖ نَّحْنُ نَرْزُقُكَ ۗ وَٱلْعَٰقِبَةُ لِلتَّقْوَىٰ ﴿١٣٢﴾

Ailene namazı emret ve bu konunun üstünde önemle dur. Biz senden herhangi bir rızık beklemiyoruz. Aksine biz seni besliyoruz. Sonuç, erdemlilerindir.

وَقَالُوا۟ لَوْلَا يَأْتِينَا بِـَٔايَةٍۢ مِّن رَّبِّهِۦٓ ۚ أَوَلَمْ تَأْتِهِم بَيِّنَةُ مَا فِى ٱلصُّحُفِ ٱلْأُولَىٰ ﴿١٣٣﴾

\"Bize hiç olmazsa bir ayet (mucize) getirmeliydi!,\" dediler. Daha önceki kitaplarda bulunan beyyine (delil) kendilerine gelmedi mi?

وَلَوْ أَنَّآ أَهْلَكْنَٰهُم بِعَذَابٍۢ مِّن قَبْلِهِۦ لَقَالُوا۟ رَبَّنَا لَوْلَآ أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًۭا فَنَتَّبِعَ ءَايَٰتِكَ مِن قَبْلِ أَن نَّذِلَّ وَنَخْزَىٰ ﴿١٣٤﴾

Onları, ondan önce bir ceza ile helak etseydik, \"Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de böyle alçak ve rezil olmadan önce senin ayetlerine uysaydık!,\" derlerdi.

قُلْ كُلٌّۭ مُّتَرَبِّصٌۭ فَتَرَبَّصُوا۟ ۖ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَٰبُ ٱلصِّرَٰطِ ٱلسَّوِىِّ وَمَنِ ٱهْتَدَىٰ ﴿١٣٥﴾

De ki: \"Herkes gözlemekte. Siz de gözleyin. Düzgün yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin hidayet üzerinde olduğunu ileride bileceksiniz!\"