Setting
Surah Saba [Saba] in Turkish
ٱلْحَمْدُ لِلَّهِ ٱلَّذِى لَهُۥ مَا فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَمَا فِى ٱلْأَرْضِ وَلَهُ ٱلْحَمْدُ فِى ٱلْءَاخِرَةِ ۚ وَهُوَ ٱلْحَكِيمُ ٱلْخَبِيرُ ﴿١﴾
Övgü, göklerde ve yerde ne varsa kendisine ait bulunan ALLAH'adır. Ahirette de övgü O'nadır. O Bilgedir, Haber Alandır.
يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِى ٱلْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ ٱلسَّمَآءِ وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا ۚ وَهُوَ ٱلرَّحِيمُ ٱلْغَفُورُ ﴿٢﴾
Yere gireni, ondan çıkanı; gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O Rahimdir, Bağışlayandır.
وَقَالَ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ لَا تَأْتِينَا ٱلسَّاعَةُ ۖ قُلْ بَلَىٰ وَرَبِّى لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَٰلِمِ ٱلْغَيْبِ ۖ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍۢ فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَلَا فِى ٱلْأَرْضِ وَلَآ أَصْغَرُ مِن ذَٰلِكَ وَلَآ أَكْبَرُ إِلَّا فِى كِتَٰبٍۢ مُّبِينٍۢ ﴿٣﴾
İnkarcılar, \"Saat, hiç bir vakit gerçekleşmeyecek,\" dediler. De ki, \"Kesinlikle, Rabbime andolsun size gelecektir. O, geleceği Bilendir. Göklerde ve yerde bir atom ağırlığı O'ndan gizli kalmaz. İster ondan küçük olsun, yahut büyük olsun... Hepsi apaçık bir kitaptadır.\"
لِّيَجْزِىَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ ۚ أُو۟لَٰٓئِكَ لَهُم مَّغْفِرَةٌۭ وَرِزْقٌۭ كَرِيمٌۭ ﴿٤﴾
Böylece, inananları ve erdemli davrananları ödüllendirir. Onlar için bir bağışlanma ve bol rızık vardır.
وَٱلَّذِينَ سَعَوْ فِىٓ ءَايَٰتِنَا مُعَٰجِزِينَ أُو۟لَٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌۭ مِّن رِّجْزٍ أَلِيمٌۭ ﴿٥﴾
Ayetlerimiz ve mucizelerimize karşı meydan okuyup duranlar için acıklı ve korkunç bir ceza vardır.
وَيَرَى ٱلَّذِينَ أُوتُوا۟ ٱلْعِلْمَ ٱلَّذِىٓ أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ هُوَ ٱلْحَقَّ وَيَهْدِىٓ إِلَىٰ صِرَٰطِ ٱلْعَزِيزِ ٱلْحَمِيدِ ﴿٦﴾
Kendilerine bilgi verilmiş olanlar, Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu ve onun Üstün ve en çok Övülen'in yoluna ilettiğini görürler.
وَقَالَ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلَىٰ رَجُلٍۢ يُنَبِّئُكُمْ إِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّكُمْ لَفِى خَلْقٍۢ جَدِيدٍ ﴿٧﴾
İnkarcılar dediler, \"Siz parça parça dağıldıktan sonra yeni bir yaratılışla diriltileceğinizi bildiren bir adamı size gösterelim mi?\"
أَفْتَرَىٰ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًا أَم بِهِۦ جِنَّةٌۢ ۗ بَلِ ٱلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِٱلْءَاخِرَةِ فِى ٱلْعَذَابِ وَٱلضَّلَٰلِ ٱلْبَعِيدِ ﴿٨﴾
\"ALLAH'a yalan mı yakıştırıyor, yoksa kendisinde delilik mi var?\" Halbuki ahirete inanmıyanlar, uzak bir sapıklık ve azap içindedirler.
أَفَلَمْ يَرَوْا۟ إِلَىٰ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُم مِّنَ ٱلسَّمَآءِ وَٱلْأَرْضِ ۚ إِن نَّشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ ٱلْأَرْضَ أَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًۭا مِّنَ ٱلسَّمَآءِ ۚ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ لِّكُلِّ عَبْدٍۢ مُّنِيبٍۢ ﴿٩﴾
Göklerde ve yerde, önlerinde ve arkalarında bulunanlara bakmadılar mı? Dilersek onları yere batırır veya gökten bir kütle düşürürüz. Her yönelen kul için elbette bunda bir işaret vardır.
۞ وَلَقَدْ ءَاتَيْنَا دَاوُۥدَ مِنَّا فَضْلًۭا ۖ يَٰجِبَالُ أَوِّبِى مَعَهُۥ وَٱلطَّيْرَ ۖ وَأَلَنَّا لَهُ ٱلْحَدِيدَ ﴿١٠﴾
Katımızdan Davud'a lütufta bulunmuştuk: \"Ey dağlar, ilahisine katılın; ey kuşlar sizler de.\" Ona demiri yumuşatmıştık.
أَنِ ٱعْمَلْ سَٰبِغَٰتٍۢ وَقَدِّرْ فِى ٱلسَّرْدِ ۖ وَٱعْمَلُوا۟ صَٰلِحًا ۖ إِنِّى بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌۭ ﴿١١﴾
\"Ölçüsü ve dokumasıyla kusursuz zırhlar yap. Erdemli davranın. Ben, yaptığınız her şeyi Görenim.\"
وَلِسُلَيْمَٰنَ ٱلرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌۭ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌۭ ۖ وَأَسَلْنَا لَهُۥ عَيْنَ ٱلْقِطْرِ ۖ وَمِنَ ٱلْجِنِّ مَن يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِۦ ۖ وَمَن يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ ٱلسَّعِيرِ ﴿١٢﴾
Süleyman'a da, sabah gidişi bir ay (lık yol alan), akşam dönüşü de bir ay (lık yol alan) rüzgarı verdik ve onun için petrol kaynağını fışkırtarak akıttık. Rabbinin izniyle, cinlerden de bir kısım emrinde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden saparsa onu çetin bir cezayı tattırırdık.
يَعْمَلُونَ لَهُۥ مَا يَشَآءُ مِن مَّحَٰرِيبَ وَتَمَٰثِيلَ وَجِفَانٍۢ كَٱلْجَوَابِ وَقُدُورٍۢ رَّاسِيَٰتٍ ۚ ٱعْمَلُوٓا۟ ءَالَ دَاوُۥدَ شُكْرًۭا ۚ وَقَلِيلٌۭ مِّنْ عِبَادِىَ ٱلشَّكُورُ ﴿١٣﴾
O ne dilerse onun için yaparlardı: Mihraplar, heykeller, derin havuzlar ve ağır kazanlar... Ey Davut ailesi, şükür göstergesi olarak çalışın. Kullarımdan pek azı şükredicidir.
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ ٱلْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَىٰ مَوْتِهِۦٓ إِلَّا دَآبَّةُ ٱلْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُۥ ۖ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ ٱلْجِنُّ أَن لَّوْ كَانُوا۟ يَعْلَمُونَ ٱلْغَيْبَ مَا لَبِثُوا۟ فِى ٱلْعَذَابِ ٱلْمُهِينِ ﴿١٤﴾
Ölümüne hükmettiğimiz zaman, onlara onun ölmüş olduğunu, ancak değneğini yiyen bir yer yaratığı gösterdi. Yıkıldığı zaman cinler gerçeği farketti: Görülmeyeni bilselerdi o küçültücü zor işe devam etmezlerdi.
لَقَدْ كَانَ لِسَبَإٍۢ فِى مَسْكَنِهِمْ ءَايَةٌۭ ۖ جَنَّتَانِ عَن يَمِينٍۢ وَشِمَالٍۢ ۖ كُلُوا۟ مِن رِّزْقِ رَبِّكُمْ وَٱشْكُرُوا۟ لَهُۥ ۚ بَلْدَةٌۭ طَيِّبَةٌۭ وَرَبٌّ غَفُورٌۭ ﴿١٥﴾
Sebe'lilerin evleri, sağlı sollu iki bahçeyle birlikte bir harikaydı. Rabbinizin rızkından yeyin ve O'na şükredin. Güzel bir ülke ve Bağışlayan bir Rab...
فَأَعْرَضُوا۟ فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ ٱلْعَرِمِ وَبَدَّلْنَٰهُم بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَىْ أُكُلٍ خَمْطٍۢ وَأَثْلٍۢ وَشَىْءٍۢ مِّن سِدْرٍۢ قَلِيلٍۢ ﴿١٦﴾
Fakat onlar yüz çevirdiler. Biz de barajın selini onlara göndererek çifte bahçelerini, acı meyveler, ılgın ve biraz da sedir ağacı içeren çifte bahçelere çevirdik
ذَٰلِكَ جَزَيْنَٰهُم بِمَا كَفَرُوا۟ ۖ وَهَلْ نُجَٰزِىٓ إِلَّا ٱلْكَفُورَ ﴿١٧﴾
Nankörlükleri yüzünden onları böyle cezalandırdık. Biz nankörden başkasını mı cezalandırırız?
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ ٱلْقُرَى ٱلَّتِى بَٰرَكْنَا فِيهَا قُرًۭى ظَٰهِرَةًۭ وَقَدَّرْنَا فِيهَا ٱلسَّيْرَ ۖ سِيرُوا۟ فِيهَا لَيَالِىَ وَأَيَّامًا ءَامِنِينَ ﴿١٨﴾
Onlarla bereketli kıldığımız bölgeler arasına vahalar yerleştirdik ve orayı yolculuğa elverişli yaptık: \"Geceleri ve gündüzleri güvenlik içinde orada dolaşın.\"
فَقَالُوا۟ رَبَّنَا بَٰعِدْ بَيْنَ أَسْفَارِنَا وَظَلَمُوٓا۟ أَنفُسَهُمْ فَجَعَلْنَٰهُمْ أَحَادِيثَ وَمَزَّقْنَٰهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ ۚ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍۢ لِّكُلِّ صَبَّارٍۢ شَكُورٍۢ ﴿١٩﴾
\"Rabbimiz, seferlerimizin arası uzaklaştı,\" diyerek kendilerine zulmettiler. Sonunda onları darmadağın edip tarihe gömdük. Her sabırlı ve şükreden kişi için bunda dersler vardır.
وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُۥ فَٱتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًۭا مِّنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٢٠﴾
İblis, onlar hakkındaki beklentilerini doğru çıkardı. İnanan bir grup hariç ona uydular.
وَمَا كَانَ لَهُۥ عَلَيْهِم مِّن سُلْطَٰنٍ إِلَّا لِنَعْلَمَ مَن يُؤْمِنُ بِٱلْءَاخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا فِى شَكٍّۢ ۗ وَرَبُّكَ عَلَىٰ كُلِّ شَىْءٍ حَفِيظٌۭ ﴿٢١﴾
Aslında onun onlar üzerine hiç bir otoritesi yoktu. Ancak, ahirete inananı ondan kuşku duyandan böylece ayırırız. Rabbin her şeyi kontrol etmektedir.
قُلِ ٱدْعُوا۟ ٱلَّذِينَ زَعَمْتُم مِّن دُونِ ٱللَّهِ ۖ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍۢ فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَلَا فِى ٱلْأَرْضِ وَمَا لَهُمْ فِيهِمَا مِن شِرْكٍۢ وَمَا لَهُۥ مِنْهُم مِّن ظَهِيرٍۢ ﴿٢٢﴾
De ki, \"ALLAH'ın dışında ileri sürdüklerinizi çağırın. Onlar göklerde ve yerde bir atom ağırlığına bile sahip değillerdir. Onların her ikisinde de bir ortaklıkları yoktur. O da onlardan hiç birisini yardımcı edinmemiştir.\"
وَلَا تَنفَعُ ٱلشَّفَٰعَةُ عِندَهُۥٓ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُۥ ۚ حَتَّىٰٓ إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا۟ مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ ۖ قَالُوا۟ ٱلْحَقَّ ۖ وَهُوَ ٱلْعَلِىُّ ٱلْكَبِيرُ ﴿٢٣﴾
O'nun katında şefaat yarar sağlamaz; ancak izin verdiği hariç. Nihayet, yüreklerindeki korkuları giderilince, \"Rabbiniz ne dedi?\" derler. \"Gerçeği söyledi\" derler. O En Yücedir, En Büyüktür.
۞ قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ ۖ قُلِ ٱللَّهُ ۖ وَإِنَّآ أَوْ إِيَّاكُمْ لَعَلَىٰ هُدًى أَوْ فِى ضَلَٰلٍۢ مُّبِينٍۢ ﴿٢٤﴾
De ki, \"Sizin için göklerden ve yerden kim besin sağlıyor?\" De ki, \"ALLAH.\" Öyleyse ya biz veya siz, ya doğru yoldadır, ya da açık bir sapıklık içindedir.
قُل لَّا تُسْـَٔلُونَ عَمَّآ أَجْرَمْنَا وَلَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٢٥﴾
De ki, \"Bizim suçlarımızdan siz sorumlu değilsiniz, biz de sizin yaptıklarınızdan sorumlu değiliz.\"
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِٱلْحَقِّ وَهُوَ ٱلْفَتَّاحُ ٱلْعَلِيمُ ﴿٢٦﴾
De ki, \"Rabbimiz hepimizi toplar ve sonra aramızda gerçeğe göre hüküm verir. O Yargıçtır, Bilendir.\"
قُلْ أَرُونِىَ ٱلَّذِينَ أَلْحَقْتُم بِهِۦ شُرَكَآءَ ۖ كَلَّا ۚ بَلْ هُوَ ٱللَّهُ ٱلْعَزِيزُ ٱلْحَكِيمُ ﴿٢٧﴾
De ki, \"O'na kattığınız ortakları bana gösteriniz. Asla! O Üstün ve Bilge olan ALLAH'tır.\"
وَمَآ أَرْسَلْنَٰكَ إِلَّا كَآفَّةًۭ لِّلنَّاسِ بَشِيرًۭا وَنَذِيرًۭا وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ ٱلنَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٢٨﴾
Biz seni tüm halka bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Ancak halkın çoğu bilmez.
وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا ٱلْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَٰدِقِينَ ﴿٢٩﴾
\"Doğru söylüyorsanız o söz ne zaman gerçekleşecek?\" diyerek meydan okuyorlar.
قُل لَّكُم مِّيعَادُ يَوْمٍۢ لَّا تَسْتَـْٔخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةًۭ وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ ﴿٣٠﴾
De ki, \"Size bir saat gecikmeyecek, bir saat de erken gelmeyecek belirlenmiş bir gününüz vardır.\"
وَقَالَ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ لَن نُّؤْمِنَ بِهَٰذَا ٱلْقُرْءَانِ وَلَا بِٱلَّذِى بَيْنَ يَدَيْهِ ۗ وَلَوْ تَرَىٰٓ إِذِ ٱلظَّٰلِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِندَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ ٱلْقَوْلَ يَقُولُ ٱلَّذِينَ ٱسْتُضْعِفُوا۟ لِلَّذِينَ ٱسْتَكْبَرُوا۟ لَوْلَآ أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ ﴿٣١﴾
İnkarcılar, \"Biz ne bu Kuran'a ne de ondan öncekilere inanmayız,\" dediler. Zalimleri, Rab'leri huzurunda duruşma sırasında birbiriyle atışırken bir görseydin! (Öğrenim, araştırma, ekonomik, politik v. b. yönlerden) güçsüzleştirilenler, büyüklük taslamış olanlara, \"Siz olmasaydınız biz inanan kişiler olurduk,\" derler.
قَالَ ٱلَّذِينَ ٱسْتَكْبَرُوا۟ لِلَّذِينَ ٱسْتُضْعِفُوٓا۟ أَنَحْنُ صَدَدْنَٰكُمْ عَنِ ٱلْهُدَىٰ بَعْدَ إِذْ جَآءَكُم ۖ بَلْ كُنتُم مُّجْرِمِينَ ﴿٣٢﴾
Büyüklenenler, güçsüzleştirilen izleyicilerine, \"Size hidayet geldikten sonra biz mi sizi saptırdık? Hayır, suçlu olanlar sizdiniz,\" derler.
وَقَالَ ٱلَّذِينَ ٱسْتُضْعِفُوا۟ لِلَّذِينَ ٱسْتَكْبَرُوا۟ بَلْ مَكْرُ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ إِذْ تَأْمُرُونَنَآ أَن نَّكْفُرَ بِٱللَّهِ وَنَجْعَلَ لَهُۥٓ أَندَادًۭا ۚ وَأَسَرُّوا۟ ٱلنَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا۟ ٱلْعَذَابَ وَجَعَلْنَا ٱلْأَغْلَٰلَ فِىٓ أَعْنَاقِ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ ۚ هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا۟ يَعْمَلُونَ ﴿٣٣﴾
Güçsüzleştirilenler, büyüklenenlere, \"Asıl sizdiniz. Bizim ALLAH'a karşı nankörlük göstermemiz ve O'na ortaklar koşmamız için gece gündüz planlar kuruyordunuz.\" Azabı gördüklerinde içlerinde pişmanlık duyarlar. İnkarcıların boyunlarına prangalar vurmuşuzdur. Yalnız yaptıklarının karşılığını almıyorlar mı?
وَمَآ أَرْسَلْنَا فِى قَرْيَةٍۢ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَآ إِنَّا بِمَآ أُرْسِلْتُم بِهِۦ كَٰفِرُونَ ﴿٣٤﴾
Bir kente her ne zaman bir uyarıcı gönderirsek, elitleri, \"Sizin kendisiyle gönderildiğiniz mesajı reddediyoruz,\" dediler.
وَقَالُوا۟ نَحْنُ أَكْثَرُ أَمْوَٰلًۭا وَأَوْلَٰدًۭا وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ ﴿٣٥﴾
Hatta, \"Bizim paramız ve çocuklarımız daha çoktur; biz cezalandırılmayacağız,\" dediler.
قُلْ إِنَّ رَبِّى يَبْسُطُ ٱلرِّزْقَ لِمَن يَشَآءُ وَيَقْدِرُ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ ٱلنَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٦﴾
De ki, \"Rabbim nimetleri dilediğine bol verir veya kısar. Ama halkın çoğu bilmez.\"
وَمَآ أَمْوَٰلُكُمْ وَلَآ أَوْلَٰدُكُم بِٱلَّتِى تُقَرِّبُكُمْ عِندَنَا زُلْفَىٰٓ إِلَّا مَنْ ءَامَنَ وَعَمِلَ صَٰلِحًۭا فَأُو۟لَٰٓئِكَ لَهُمْ جَزَآءُ ٱلضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا۟ وَهُمْ فِى ٱلْغُرُفَٰتِ ءَامِنُونَ ﴿٣٧﴾
Sizi bize yaklaştıran şey ne paralarınızdır, ne de çocuklarınızdır. Ancak inanan ve erdemli davrananlar hariç. Onlara, yaptıklarının iki kat karşılığı verilecektir ve odalarında güvenlik içindedirler.
وَٱلَّذِينَ يَسْعَوْنَ فِىٓ ءَايَٰتِنَا مُعَٰجِزِينَ أُو۟لَٰٓئِكَ فِى ٱلْعَذَابِ مُحْضَرُونَ ﴿٣٨﴾
Ayetlerimize meydan okuyanlar azapta kalacaklar.
قُلْ إِنَّ رَبِّى يَبْسُطُ ٱلرِّزْقَ لِمَن يَشَآءُ مِنْ عِبَادِهِۦ وَيَقْدِرُ لَهُۥ ۚ وَمَآ أَنفَقْتُم مِّن شَىْءٍۢ فَهُوَ يُخْلِفُهُۥ ۖ وَهُوَ خَيْرُ ٱلرَّٰزِقِينَ ﴿٣٩﴾
De ki, \"Rabbim, kullarından dilediğine nimeti bol verir ve onu kısar. Neyi verirseniz, onu size ödeyecektir. O, rızık verenlerin en iyisidir.\"
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمِيعًۭا ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلَٰٓئِكَةِ أَهَٰٓؤُلَآءِ إِيَّاكُمْ كَانُوا۟ يَعْبُدُونَ ﴿٤٠﴾
Hepsini topladığı gün meleklere, \"Şunlar mı size tapıyordu?\" der.
قَالُوا۟ سُبْحَٰنَكَ أَنتَ وَلِيُّنَا مِن دُونِهِم ۖ بَلْ كَانُوا۟ يَعْبُدُونَ ٱلْجِنَّ ۖ أَكْثَرُهُم بِهِم مُّؤْمِنُونَ ﴿٤١﴾
Dediler ki, \"Sen yücesin, velimiz (dostumuz) onlar değil, Sensin. Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı. Çokları onlara inanıyordu.\"
فَٱلْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍۢ نَّفْعًۭا وَلَا ضَرًّۭا وَنَقُولُ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا۟ ذُوقُوا۟ عَذَابَ ٱلنَّارِ ٱلَّتِى كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ ﴿٤٢﴾
O gün biribirinize yarar ve zarar veremezsiniz. Zalimlere, \"Yalanlamakta olduğunuz ateş azabını tadın,\" deriz.
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ ءَايَٰتُنَا بَيِّنَٰتٍۢ قَالُوا۟ مَا هَٰذَآ إِلَّا رَجُلٌۭ يُرِيدُ أَن يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ ءَابَآؤُكُمْ وَقَالُوا۟ مَا هَٰذَآ إِلَّآ إِفْكٌۭ مُّفْتَرًۭى ۚ وَقَالَ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ لِلْحَقِّ لَمَّا جَآءَهُمْ إِنْ هَٰذَآ إِلَّا سِحْرٌۭ مُّبِينٌۭ ﴿٤٣﴾
Kendilerine apaçık ayetlerimiz okunduğunda, \"Bu, kesinlikle, sizi atalarınızın tapınma yolundan saptırmak isteyen bir adamdır.\" Dahası, \"Bu uydurulmuş bir iftiradan başka bir şey değildir,\" dediler. İnkarcılar, kendilerine gelen gerçek için, \"Besbelli, bu bir büyüdür,\" dediler.
وَمَآ ءَاتَيْنَٰهُم مِّن كُتُبٍۢ يَدْرُسُونَهَا ۖ وَمَآ أَرْسَلْنَآ إِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِن نَّذِيرٍۢ ﴿٤٤﴾
Onlara, inceleyecekleri bir Kitap vermemiş ve senden önce onlara bir uyarıcı göndermemiştik.
وَكَذَّبَ ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَمَا بَلَغُوا۟ مِعْشَارَ مَآ ءَاتَيْنَٰهُمْ فَكَذَّبُوا۟ رُسُلِى ۖ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ ﴿٤٥﴾
Onlardan öncekiler yalanladılar. Halbuki onlara verilenlerin onda birine ulaşmamışlardı. Elçilerimi yalanladılar. Beni tanımamak da nasılmış?
۞ قُلْ إِنَّمَآ أَعِظُكُم بِوَٰحِدَةٍ ۖ أَن تَقُومُوا۟ لِلَّهِ مَثْنَىٰ وَفُرَٰدَىٰ ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا۟ ۚ مَا بِصَاحِبِكُم مِّن جِنَّةٍ ۚ إِنْ هُوَ إِلَّا نَذِيرٌۭ لَّكُم بَيْنَ يَدَىْ عَذَابٍۢ شَدِيدٍۢ ﴿٤٦﴾
De ki, \"Size bir tek öğüdüm var: ALLAH için ikişer ikişer, yahut teker teker kalkın, sonra düşünün. Sizin arkadaşınızda bir delilik yoktur. O sadece, çetin bir cezadan önce sizi uyaran birisidir.\"
قُلْ مَا سَأَلْتُكُم مِّنْ أَجْرٍۢ فَهُوَ لَكُمْ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَى ٱللَّهِ ۖ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَىْءٍۢ شَهِيدٌۭ ﴿٤٧﴾
De ki, \"Ben sizden her hangi bir ücret istemiyorum; o sizin olsun. Benim ücretim ancak ALLAH'tandır. O her şeye Tanıktır.\"
قُلْ إِنَّ رَبِّى يَقْذِفُ بِٱلْحَقِّ عَلَّٰمُ ٱلْغُيُوبِ ﴿٤٨﴾
De ki, \"Benim Rabbim gerçeği etkili kılar. O tüm gizemleri Bilendir.\"
قُلْ جَآءَ ٱلْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ ٱلْبَٰطِلُ وَمَا يُعِيدُ ﴿٤٩﴾
De ki, \"Gerçek gelmiştir; batıl ise ne yeni bir şeyi başlatabilir, ne de tekrarlayabilir.\"
قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَآ أَضِلُّ عَلَىٰ نَفْسِى ۖ وَإِنِ ٱهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِىٓ إِلَىَّ رَبِّىٓ ۚ إِنَّهُۥ سَمِيعٌۭ قَرِيبٌۭ ﴿٥٠﴾
De ki, \"Saparsam, kendi kusurumdandır, yolu bulursam Rabbimin bana vahyetmesindendir. O İşitendir, Bilendir.\"
وَلَوْ تَرَىٰٓ إِذْ فَزِعُوا۟ فَلَا فَوْتَ وَأُخِذُوا۟ مِن مَّكَانٍۢ قَرِيبٍۢ ﴿٥١﴾
Korkuya kapıldıkları anı bir görsen; kaçamazlar; yakın bir yerden yakalanmışlardır.
وَقَالُوٓا۟ ءَامَنَّا بِهِۦ وَأَنَّىٰ لَهُمُ ٱلتَّنَاوُشُ مِن مَّكَانٍۭ بَعِيدٍۢ ﴿٥٢﴾
\"Ona inandık,\" derler. Uzak bir yerden ona nasıl ulaşabilirler?
وَقَدْ كَفَرُوا۟ بِهِۦ مِن قَبْلُ ۖ وَيَقْذِفُونَ بِٱلْغَيْبِ مِن مَّكَانٍۭ بَعِيدٍۢ ﴿٥٣﴾
Halbuki daha önce onu yalanlamışlardı. Bilgileri olmayan konularda uzaktan atıp tutuyorlardı.
وَحِيلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِأَشْيَاعِهِم مِّن قَبْلُ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا۟ فِى شَكٍّۢ مُّرِيبٍۭ ﴿٥٤﴾
Sonunda, arzuladıkları şeylerden yoksun bırakılırlar. Kendilerinden önceki benzerlerine de aynı şey yapılmıştı. Onlar aşırı bir kuşku içinde idiler.