Main pages

Surah The Event, The Inevitable [Al-Waqia] in Turkish

Surah The Event, The Inevitable [Al-Waqia] Ayah 96 Location Maccah Number 56

إِذَا وَقَعَتِ ٱلْوَاقِعَةُ ﴿١﴾

Ansızın kopacak kıyamet kopunca.

Alİ Bulaç

Vakıa (kesin bir gerçek olan kıyamet) vuku bulduğu zaman,

Çeviriyazı

iẕâ veḳa`ati-lvâḳi`ah.

Diyanet İşleri

Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin yalan olmadığı ortaya çıkacaktır.

Diyanet Vakfı

Kıyamet koptuğu zaman,

Edip Yüksel

Kaçınılmaz olay gerçekleştiği zaman,

Elmalılı Hamdi Yazır

Olacak vak'a olduğu zaman

Öztürk

O beklenen müthiş olay olduğunda,

Suat Yıldırım

O gerçek olan kıyamet gerçekleşince neler olacak neler!..

Süleyman Ateş

Olacak vak'a olduğu (kıyamet koptuğu) zaman,

لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ ﴿٢﴾

Kopacağına dair söylenen sözlerde yalan yok.

Alİ Bulaç

Onun vukuuna (gerçekleşmesine artık) yalan diyecek yoktur.

Çeviriyazı

leyse livaḳ`atihâ kâẕibeh.

Diyanet İşleri

Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin yalan olmadığı ortaya çıkacaktır.

Diyanet Vakfı

Ki onun oluşunu yalanlayacak hiçbir kimse yoktur;

Edip Yüksel

Onun gerçekleşmesini artık yalanlayan çıkmaz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onun oluşunu yalanlayacak kimse yoktur.

Öztürk

Yoktur onun oluşunu yalanlayacak.

Suat Yıldırım

Zaten onun olmasını yalanlayacak hiçbir delil olamaz. [70,1-2; 6,73]

Süleyman Ateş

Onun oluşunu yalanlayacak yoktur.

خَافِضَةٌۭ رَّافِعَةٌ ﴿٣﴾

Halkı alçaltır, yüceltir.

Alİ Bulaç

O aşağılatıcı, yücelticidir.

Çeviriyazı

ḫâfiḍatür râfi`ah.

Diyanet İşleri

Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin yalan olmadığı ortaya çıkacaktır.

Diyanet Vakfı

O, alçaltıcı, yükselticidir.

Edip Yüksel

O alçaltıcıdır, yücelticidir.

Elmalılı Hamdi Yazır

O, alçaltıcıdır, yükselticidir.

Öztürk

Kimini alçaltır, kimini yükseltir.

Suat Yıldırım

O kimini alçaltır, kimini yüceltir.

Süleyman Ateş

O alçaltıcı, yükselticidir (yerleri alt üst eder),

إِذَا رُجَّتِ ٱلْأَرْضُ رَجًّۭا ﴿٤﴾

Yeryüzü şiddetli bir sarsıntıyla sarsılınca.

Alİ Bulaç

Yer, şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığı,

Çeviriyazı

iẕâ rucceti-l'arḍu raccâ.

Diyanet İşleri

Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz.

Diyanet Vakfı

Yer şiddetle sarsıldığı,

Edip Yüksel

Yerin sallanıp sarsılacağı,

Elmalılı Hamdi Yazır

Yer şiddetle sarsıldığı

Öztürk

Yerküre bir sarsılışla sarsıldığında,

Suat Yıldırım

Yer şiddetle sarsıldığı, [99,1; 22,1]

Süleyman Ateş

Yer şiddetliesarsıldığı,

وَبُسَّتِ ٱلْجِبَالُ بَسًّۭا ﴿٥﴾

Ve dağlar, paramparça olunca.

Alİ Bulaç

Ve dağlar darmadağın olup ufalandığı,

Çeviriyazı

vebüsseti-lcibâlü bessâ.

Diyanet İşleri

Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz.

Diyanet Vakfı

Dağlar parçalandığı,

Edip Yüksel

Ve dağların paramparça edileceği zaman,

Elmalılı Hamdi Yazır

Dağlar serpildikçe serpildiği

Öztürk

Dağlar bir serpilişle serpildiğinde,

Suat Yıldırım

Dağlar darmadağın edilip parçalandığı,

Süleyman Ateş

Dağlar serpildikçe serpildiği,

فَكَانَتْ هَبَآءًۭ مُّنۢبَثًّۭا ﴿٦﴾

Dağılmış zerre zerre toz haline gelince.

Alİ Bulaç

Derken toz duman halinde dağılıp-savrulduğu,

Çeviriyazı

fekânet hebâem mümbeŝŝâ.

Diyanet İşleri

Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz.

Diyanet Vakfı

Dağılıp toz duman haline geldiği,

Edip Yüksel

Artık o toz duman haline gelmiştir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Dağılıp toz duman haline geldiği

Öztürk

Hepsi un-ufak olup dağılmıştır.

Suat Yıldırım

Uçuşan toz zerreleri haline geldiği zaman...

Süleyman Ateş

Dağılan toz duman haline geldiği

وَكُنتُمْ أَزْوَٰجًۭا ثَلَٰثَةًۭ ﴿٧﴾

Artık üç bölük olursunuz siz.

Alİ Bulaç

Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman;

Çeviriyazı

veküntüm ezvâcen ŝelâŝeh.

Diyanet İşleri

Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz.

Diyanet Vakfı

Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman,

Edip Yüksel

Sizler de üç bölüme ayrılırsınız.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman

Öztürk

Ve sizler, üç çift/sınıf oluvermişsinizdir.

Suat Yıldırım

Sizler de üç sınıfa ayrılırsınız:

Süleyman Ateş

Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman;

فَأَصْحَٰبُ ٱلْمَيْمَنَةِ مَآ أَصْحَٰبُ ٱلْمَيْمَنَةِ ﴿٨﴾

Sağ taraf ehli, ama ne de sağ taraf ehli.

Alİ Bulaç

İşte o \"Ashab-ı Meymene\", ne (kutludur o) \"Ashab-ı Meymene\".

Çeviriyazı

feaṣḥâbü-lmeymeneti mâ aṣḥâbü-lmeymeneh.

Diyanet İşleri

İyi işler işlediklerini belirtmek için, amel defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara!

Diyanet Vakfı

Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere!

Edip Yüksel

Mutlular ne kadar da mutludurlar!

Elmalılı Hamdi Yazır

Sağın adamları (var ya) ne mutludurlar onlar!

Öztürk

İşte uğur ve mutluluk yâranı. Nedir uğur ve mutluluk yâranı?

Suat Yıldırım

Ashab-ı yemin ki ne ashab-ı yemin! Ne mutludur onlar!

Süleyman Ateş

Sağın adamları (amel defterleri sağ tarafından verilenler), ne uğurlulardır onlar!

وَأَصْحَٰبُ ٱلْمَشْـَٔمَةِ مَآ أَصْحَٰبُ ٱلْمَشْـَٔمَةِ ﴿٩﴾

Ve sol taraf ehli, ama ne de sol taraf ehli.

Alİ Bulaç

\"Ashab-ı Meş'eme\" ne (mutsuz ve uğursuzdur o) \"Ashab-ı Meş'eme\".

Çeviriyazı

veaṣḥâbü-lmeş'emeti mâ aṣḥâbü-lmeş'emeh.

Diyanet İşleri

Kötülük işlediklerini belirtmek üzere, amel defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara!

Diyanet Vakfı

Soldakiler, ne bahtsızdırlar onlar!

Edip Yüksel

Mutsuzlar ne kadar da mutsuzdurlar!

Elmalılı Hamdi Yazır

Solun adamları ise ne uğursuzdurlar onlar!

Öztürk

İşte şomluk ve bunalım yâranı. Nedir şomluk ve bunalım yâranı?

Suat Yıldırım

Ashab-ı şimal ki ne ashab-ı şimal! Ne bedbahttır onlar!

Süleyman Ateş

Solun adamları (amel defterleri sol tarafından verilenler), ne uğursuzlardır onlar!

وَٱلسَّٰبِقُونَ ٱلسَّٰبِقُونَ ﴿١٠﴾

Ve bir de ileri geçenler ki herkesi geçmişlerdir.

Alİ Bulaç

Yarışıp öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir.

Çeviriyazı

vessâbiḳûne-ssâbiḳûn.

Diyanet İşleri

İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır.

Diyanet Vakfı

(Hayırda) önde olanlar, (ecirde de) öndedirler.

Edip Yüksel

Bir de ileri geçen öncü elitler vardır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Önde olanlar (var ya), onlar öncüdürler.

Öztürk

Ve oluşta önde gidenler, yarışta önde gidenler...

Suat Yıldırım

İmanda, fazilette öncüler ki ne öncüler! Onlar herkesi geçerler. [35,32; 3,133; 57,21]

Süleyman Ateş

Ve o sabıklar, sabıklar!

أُو۟لَٰٓئِكَ ٱلْمُقَرَّبُونَ ﴿١١﴾

Onlardır mabutlarına yaklaştırılanlar.

Alİ Bulaç

İşte onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır.

Çeviriyazı

ülâike-lmüḳarrabûn.

Diyanet İşleri

Naim cennetlerinde Allah'a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır.

Diyanet Vakfı

İşte bunlar, (Allah'a) en yakın olanlardır,

Edip Yüksel

Onlar (Tanrı'ya) yaklaştırılanlardır.

Elmalılı Hamdi Yazır

İşte o yaklaştırılanlar,

Öztürk

İşte onlardır yaklaştırılanlar.

Suat Yıldırım

İşte onlardır Allah'a en yakın olanlar. Naîm cennetlerindedir onlar.

Süleyman Ateş

İşte, onlardır (Allah'a) yaklaştırılanlar,

فِى جَنَّٰتِ ٱلنَّعِيمِ ﴿١٢﴾

Naim cennetlerinde.

Alİ Bulaç

Nimetlerle-donatılmış cennetler içinde;

Çeviriyazı

fî cennâti-nne`îm.

Diyanet İşleri

Naim cennetlerinde Allah'a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır.

Diyanet Vakfı

Naim cennetlerinde.

Edip Yüksel

Nimet cennetlerinde (bahçelerinde)...

Elmalılı Hamdi Yazır

Nimet cennetlerindedirler.

Öztürk

Nimetlerle dolu bahçelerdedirler.

Suat Yıldırım

İşte onlardır Allah'a en yakın olanlar. Naîm cennetlerindedir onlar.

Süleyman Ateş

Ni'met cennetlerinde.

ثُلَّةٌۭ مِّنَ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿١٣﴾

Öncekilerin birçoğu.

Alİ Bulaç

Birçoğu geçmiş (ümmet)lerden,

Çeviriyazı

ŝülletüm mine-l'evvelîn.

Diyanet İşleri

Onların büyük kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.

Diyanet Vakfı

(Onların) çoğu önceki ümmetlerden,

Edip Yüksel

Onların büyük bir kısmı önceki nesillerden,

Elmalılı Hamdi Yazır

Çoğu önceki ümmetlerden,

Öztürk

Büyük kısmı öncekilerden,

Suat Yıldırım

Çoğu önceki ümmetlerden, biraz da sonrakilerden.

Süleyman Ateş

Çoğu öncekilerden,

وَقَلِيلٌۭ مِّنَ ٱلْءَاخِرِينَ ﴿١٤﴾

Sonra gelenlerdense azı onlardan.

Alİ Bulaç

Birazı da sonrakilerden.

Çeviriyazı

veḳalîlüm mine-l'âḫirîn.

Diyanet İşleri

Onların büyük kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.

Diyanet Vakfı

Birazı da sonrakilerdendir.

Edip Yüksel

Küçük bir kısmı da sonraki nesillerdendir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Birazı da sonrakilerden.

Öztürk

Az bir kısmı da sonrakilerden.

Suat Yıldırım

Çoğu önceki ümmetlerden, biraz da sonrakilerden.

Süleyman Ateş

Birazı da sonrakilerden (olan bu insanlar),

عَلَىٰ سُرُرٍۢ مَّوْضُونَةٍۢ ﴿١٥﴾

Altınlarla, mücevherlerle bezenmiş tahtlarda otururlar.

Alİ Bulaç

'Özenle işlenmiş mücevher' tahtlar üzerindedirler.

Çeviriyazı

`alâ sürurim mevḍûneh.

Diyanet İşleri

Mücevheratla işlenmiş tahtlara karşılıklı olarak yaslanırlar.

Diyanet Vakfı

Cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler,

Edip Yüksel

Lüks mobilyalar üzerinde,

Elmalılı Hamdi Yazır

(Onlar) cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

Öztürk

Süslü, nakışlı tahtlar üzerinde,

Suat Yıldırım

Mücevheratla işlenmiş tahtlara yaslanarak karşılıklı otururlar.

Süleyman Ateş

Altın ve cevahirle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

مُّتَّكِـِٔينَ عَلَيْهَا مُتَقَٰبِلِينَ ﴿١٦﴾

Onlara yaslanırlar, birbirlerine karşı.

Alİ Bulaç

Karşılıklı yaslanmışlardır.

Çeviriyazı

müttekiîne `aleyhâ müteḳâbilîn.

Diyanet İşleri

Mücevheratla işlenmiş tahtlara karşılıklı olarak yaslanırlar.

Diyanet Vakfı

Onların üzerlerinde karşılıklı olarak oturup yaslanırlar.

Edip Yüksel

Karşılıklı yaslanmışlardır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Karşılıklı olarak onların üzerinde yaslanırlar.

Öztürk

Onlar üstünde karşılıklı yan gelip yaslanırlar.

Suat Yıldırım

Mücevheratla işlenmiş tahtlara yaslanarak karşılıklı otururlar.

Süleyman Ateş

Onların üzerinde karşılıklı yaslanırlar.

يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَٰنٌۭ مُّخَلَّدُونَ ﴿١٧﴾

İhtiyarlamıyan delikanlı hizmetçiler dolaşır etraflarında.

Alİ Bulaç

Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır;

Çeviriyazı

yeṭûfü `aleyhim vildânüm müḫalledûn.

Diyanet İşleri

Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.

Diyanet Vakfı

Çevrelerinde, (hizmet için) ölümsüz gençler dolaşır;

Edip Yüksel

Onlara ölümsüz gençler servis yaparlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Çevrelerinde, ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dolaşırlar.

Öztürk

Gencecik uşaklar dolanır çevrelerinde. Sürekli hizmete adanmışlardır.

Suat Yıldırım

Etraflarında, cennet şarabından dolu testiler, sürahiler, kadehlerle, ebedîliğe ermiş çocuklar dolaşıp hizmet ederler.

Süleyman Ateş

Çevrelerinde, ebedi yaşamağa erdirilmiş gençler dolaşır;

بِأَكْوَابٍۢ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍۢ مِّن مَّعِينٍۢ ﴿١٨﴾

Kaynağından doldurulmuş şaraplarla dolu taslarla ve ibriklerle ve kadehlerle.

Alİ Bulaç

Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler,

Çeviriyazı

biekvâbiv veebârîḳa veke'sim mim me`în.

Diyanet İşleri

Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.

Diyanet Vakfı

Main çeşmesinden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle.

Edip Yüksel

Kaynaktan doldurulmuş bardaklar, sürahiler ve kadehlerle.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kaynağından doldurulmuş, testiler, ibrikler ve kadehlerle.

Öztürk

Sürahiler, ibrikler ve öz kaynağından içkilerle doldurulmuş kadehler eşliğinde.

Suat Yıldırım

Etraflarında, cennet şarabından dolu testiler, sürahiler, kadehlerle, ebedîliğe ermiş çocuklar dolaşıp hizmet ederler.

Süleyman Ateş

Akıp giden şarap kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle.

لَّا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنزِفُونَ ﴿١٩﴾

O şaraptan başları da ağrımaz ve sarhoş da olmazlar.

Alİ Bulaç

Ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir.

Çeviriyazı

lâ yüṣadde`ûne `anhâ velâ yünzifûn.

Diyanet İşleri

Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.

Diyanet Vakfı

Bu şaraptan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir.

Edip Yüksel

Ne ara verirler ne de yorulurlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir.

Öztürk

Ne başları döner ondan ne de akılları karışır.

Suat Yıldırım

Bu içkiden ötürü baş ağrısı çekmezler, sarhoş da olmazlar.

Süleyman Ateş

(Bir şarap ki) Ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir.

وَفَٰكِهَةٍۢ مِّمَّا يَتَخَيَّرُونَ ﴿٢٠﴾

Beğendikleri meyvelerden.

Alİ Bulaç

Arzulayıp-seçecekleri meyveler,

Çeviriyazı

vefâkihetim mimmâ yeteḫayyerûn.

Diyanet İşleri

Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.

Diyanet Vakfı

(Onlara) beğendikleri meyveler,

Edip Yüksel

Ve beğendikleri meyveler...

Elmalılı Hamdi Yazır

Beğendikleri meyvalar,

Öztürk

Ve meyveler, gönüllerince seçtiklerinden.

Suat Yıldırım

Bir de... tercih edecekleri meyveler...

Süleyman Ateş

Beğendikleri meyva(lar),

وَلَحْمِ طَيْرٍۢ مِّمَّا يَشْتَهُونَ ﴿٢١﴾

İstedikleri kuş etlerinden sunulur onlara.

Alİ Bulaç

Canlarının çektiği kuş eti.

Çeviriyazı

velaḥmi ṭayrim mimmâ yeştehûn.

Diyanet İşleri

Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.

Diyanet Vakfı

Canlarının çektiği kuş etleri,

Edip Yüksel

Canlarının çektiği kuş etleri...

Elmalılı Hamdi Yazır

Canlarının çektiği kuş etleri,

Öztürk

Ve kuş eti iştahlarınca beğendiklerinden.

Suat Yıldırım

Canlarının istediği kuş etleri...

Süleyman Ateş

Canlarının çektiği kuş et(ler)i,

وَحُورٌ عِينٌۭ ﴿٢٢﴾

Ve onlara kara gözlü huriler de var ki.

Alİ Bulaç

Ve iri gözlü huriler,

Çeviriyazı

veḥûrun `în.

Diyanet İşleri

İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.

Diyanet Vakfı

İri gözlü huriler,

Edip Yüksel

Güzel eşler...

Elmalılı Hamdi Yazır

İri gözlü hûriler,

Öztürk

Ve genç kadınlar, iri ve siyah gözlü.

Suat Yıldırım

Ve gün görmemiş saklı inciler gibi güzel eşler...

Süleyman Ateş

İri gözlü huriler,

كَأَمْثَٰلِ ٱللُّؤْلُؤِ ٱلْمَكْنُونِ ﴿٢٣﴾

Sanki haznelerde saklanmış inciler.

Alİ Bulaç

Sanki saklı inciler gibi;

Çeviriyazı

keemŝâli-llü'lüi-lmeknûn.

Diyanet İşleri

İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.

Diyanet Vakfı

Saklı inciler gibi.

Edip Yüksel

Korunmuş inciler gibi...

Elmalılı Hamdi Yazır

Saklı inciler gibi,

Öztürk

Titizlikle korunan inciler misali;

Suat Yıldırım

Ve gün görmemiş saklı inciler gibi güzel eşler...

Süleyman Ateş

Saklı inciler gibi;

جَزَآءًۢ بِمَا كَانُوا۟ يَعْمَلُونَ ﴿٢٤﴾

Yaptıklarına karşılık.

Alİ Bulaç

Yaptıklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur);

Çeviriyazı

cezâem bimâ kânû ya`melûn.

Diyanet İşleri

İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.

Diyanet Vakfı

Yaptıklarına karşılık olarak (verilir).

Edip Yüksel

Yapmış olduklarına bir karşılık olarak verilir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yaptıklarına karşılık olarak verilir.

Öztürk

Yaptıklarına karşılık olarak.

Suat Yıldırım

Bütün bunlar dünyada yaptıkları güzel işlere mükâfat olarak verilecek.

Süleyman Ateş

Yaptıklarına karşılık olarak.

لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًۭا وَلَا تَأْثِيمًا ﴿٢٥﴾

Orada boş ve çirkin bir söz de duymazlar, günaha ait bir söz de.

Alİ Bulaç

Orada, ne 'saçma ve boş bir söz' işitirler, ne günaha sokma.

Çeviriyazı

lâ yesme`ûne fîhâ lagvev velâ te'ŝîmâ.

Diyanet İşleri

Sadece selama karşılık selam sözü işitirler.

Diyanet Vakfı

Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler.

Edip Yüksel

Orada ne bir saçmalık, ne de günaha sokan bir söz işitmezler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler.

Öztürk

Ne boş bir laf işitirler orada ne de günaha sokacak bir şey.

Suat Yıldırım

Onlar cennette ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir laf işitmezler.

Süleyman Ateş

Orada ne boş bir söz ve ne de günaha sokan bir laf işitirler.

إِلَّا قِيلًۭا سَلَٰمًۭا سَلَٰمًۭا ﴿٢٦﴾

Ancak, esenlik size, esenlik denir.

Alİ Bulaç

Yalnızca bir söz (işitirler:) \"Selam, selam.\"

Çeviriyazı

illâ ḳîlen selâmen selâmâ.

Diyanet İşleri

Defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara!

Diyanet Vakfı

Söylenen, yalnızca \"selam, selam\" dır.

Edip Yüksel

Sadece, \"Selam, selam,\" derler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Duydukları söz, yalnız \"selam\", \"selam\" dır.

Öztürk

Sadece \"Selam, selam!\" denir.

Suat Yıldırım

İşittikleri söz, hep: “Selâm! selâm!” sesleridir.

Süleyman Ateş

Duydukları söz, yalnız \"Selam, selam\" dır.

وَأَصْحَٰبُ ٱلْيَمِينِ مَآ أَصْحَٰبُ ٱلْيَمِينِ ﴿٢٧﴾

Ve sağ taraf ehli, ama ne de sağ taraf ehli.

Alİ Bulaç

\"Ashab-ı Yemin\", ne (kutludur o) \"Ashab-ı Yemin.\"

Çeviriyazı

veaṣḥâbü-lyemîni mâ aṣḥâbü-lyemîn.

Diyanet İşleri

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

Diyanet Vakfı

Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere!

Edip Yüksel

Sağ tarafta olanlar sağ tarafta olacaklar!

Elmalılı Hamdi Yazır

Sağın adamları, nedir o sağın adamları!

Öztürk

Uğur ve mutluluk yâranı. Nedir uğur ve mutluluk yâranı?

Suat Yıldırım

Ashab-ı yemin ki ne ashab-ı yemin! Ne mutludur onlar!

Süleyman Ateş

Sağın adamları, nedir o sağın adamları!

فِى سِدْرٍۢ مَّخْضُودٍۢ ﴿٢٨﴾

Dikensiz sedir ağaçlarıyla.

Alİ Bulaç

Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları),

Çeviriyazı

fî sidrim maḫḍûd.

Diyanet İşleri

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

Diyanet Vakfı

Düzgün kiraz ağacı,

Edip Yüksel

Dikensiz meyve ağaçları,

Elmalılı Hamdi Yazır

Dalbastı kirazlar,

Öztürk

Dikensiz kirazlar,

Suat Yıldırım

Dalbastı kirazlar,

Süleyman Ateş

(Onlar) Dikensiz kirazlar,

وَطَلْحٍۢ مَّنضُودٍۢ ﴿٢٩﴾

Ve meyveleri birbirine yaslanıp istiflenmiş muz ağaçlarıyla dolu bir yerdedir onlar.

Alİ Bulaç

Üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları,

Çeviriyazı

veṭalḥim menḍûd.

Diyanet İşleri

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

Diyanet Vakfı

Meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları,

Edip Yüksel

Salkımları sarkmış muz ağaçları,

Elmalılı Hamdi Yazır

Meyva dizili muzlar,

Öztürk

Meyve dizili muz ağaçları,

Suat Yıldırım

Dolgun salkımlı muzlar,

Süleyman Ateş

(Kökünden tepesine kadar) meyva dizili muzlar,

وَظِلٍّۢ مَّمْدُودٍۢ ﴿٣٠﴾

Ve uzayıp giden bir gölgelik.

Alİ Bulaç

Yayılıp-uzanmış gölgeler,

Çeviriyazı

veżillim memdûd.

Diyanet İşleri

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

Diyanet Vakfı

Uzamış gölgeler,

Edip Yüksel

Uzamış gölgeler,

Elmalılı Hamdi Yazır

Uzamış gölgeler,

Öztürk

Uzayan gölgeler,

Suat Yıldırım

Yayılmış gölgeler... [4,57; 13,35; 77,41]

Süleyman Ateş

Uzamış gölge(ler),

وَمَآءٍۢ مَّسْكُوبٍۢ ﴿٣١﴾

Ve çağlayaçağlaya akan sular.

Alİ Bulaç

Durmaksızın akan su(lar);

Çeviriyazı

vemâim meskûb.

Diyanet İşleri

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

Diyanet Vakfı

Çağlayarak akan sular,

Edip Yüksel

Fışkıran sular,

Elmalılı Hamdi Yazır

Fışkıran sular.

Öztürk

Akıp dökülen sular,

Suat Yıldırım

Şarıl şarıl akan sular... [47,15]

Süleyman Ateş

Fışkıran sular,

وَفَٰكِهَةٍۢ كَثِيرَةٍۢ ﴿٣٢﴾

Ve birçok meyveler.

Alİ Bulaç

Ve (daha) birçok meyveler arasında,

Çeviriyazı

vefâkihetin keŝîrah.

Diyanet İşleri

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

Diyanet Vakfı

Sayısız meyveler içindedirler;

Edip Yüksel

Ve bol meyveler içindedirler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Pek çok meyva arasında,

Öztürk

Birçok meyveler arasındadırlar.

Suat Yıldırım

Tükenmeyen, eksilmeyen, hiçbir surette esirgenmeyen birçok meyveler içindedirler.

Süleyman Ateş

Pek çok mevya arasında;

لَّا مَقْطُوعَةٍۢ وَلَا مَمْنُوعَةٍۢ ﴿٣٣﴾

Ne biter, zamanları geçer, ne yiyene yeme denir, yeter.

Alİ Bulaç

Kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler).

Çeviriyazı

lâ maḳṭû`ativ velâ memnû`ah.

Diyanet İşleri

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

Diyanet Vakfı

Tükenmeyen ve yasaklanmayan.

Edip Yüksel

Bunlar ne tükenirler, ne de yasak edilirler!

Elmalılı Hamdi Yazır

Tükenmeyen ve yasaklanmayan

Öztürk

Ne tükenir ne yasaklanır.

Suat Yıldırım

Tükenmeyen, eksilmeyen, hiçbir surette esirgenmeyen birçok meyveler içindedirler.

Süleyman Ateş

Tükenmeyen ve yasaklanmayan!

وَفُرُشٍۢ مَّرْفُوعَةٍ ﴿٣٤﴾

ve yüksek döşekler.

Alİ Bulaç

Yükseklere-kurulmuş döşekler (sedirler).

Çeviriyazı

vefüruşim merfû`ah.

Diyanet İşleri

Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.

Diyanet Vakfı

Ve kabartılmış döşekler üstündedirler.

Edip Yüksel

Ve onlar yükseltilmiş mobilyalar üzerindedirler.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ve yükseltilmiş döşekler üstündedirler.

Öztürk

Yükseğe yerleştirilmiş döşekler içinde.

Suat Yıldırım

Onlara, pek değerli eşler de verdik. Biz o eşleri, yepyeni bir yaratılışla yaratıp, sûret ve sîretlerini son derece güzelleştirdik.

Süleyman Ateş

Ve yükseltilmiş döşekler üstündedirler.

إِنَّآ أَنشَأْنَٰهُنَّ إِنشَآءًۭ ﴿٣٥﴾

Şüphe yok ki biz, onların eşlerini de yeniden yarattık.

Alİ Bulaç

Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık.

Çeviriyazı

innâ enşe'nâhünne inşââ.

Diyanet İşleri

Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.

Diyanet Vakfı

Gerçekten biz hurileri apayrı biçimde yeni yarattık.

Edip Yüksel

Biz kadınları yeniden biçimlendirdik.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz kadınları yeniden inşa ettik (yarattık).

Öztürk

Biz kadınları da güzel bir biçimde yeniden yaratmış,

Suat Yıldırım

Onlara, pek değerli eşler de verdik. Biz o eşleri, yepyeni bir yaratılışla yaratıp, sûret ve sîretlerini son derece güzelleştirdik.

Süleyman Ateş

Biz (oradaki) kadınları da yeniden bir güzel inşa' etmişiz,

فَجَعَلْنَٰهُنَّ أَبْكَارًا ﴿٣٦﴾

Onları, kız oğlan kız olarak halkettik.

Alİ Bulaç

Onları hep bakireler olarak kıldık,

Çeviriyazı

fece`alnâhünne ebkârâ.

Diyanet İşleri

Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.

Diyanet Vakfı

Onları, bakireler kıldık.

Edip Yüksel

Onları, gençleştirdik.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onları bâkireler yaptık.

Öztürk

Hepsini bakireler yapmışızdır,

Suat Yıldırım

Böylece onları, ashab-ı yemin için bakire kızlar, kocalarına âşık yaşıtlar kıldık.

Süleyman Ateş

Onları bakireler yapmışızdır.

عُرُبًا أَتْرَابًۭا ﴿٣٧﴾

Cilveli, şirin sözlü, eşlerine aşık ve onlarla yaşıt kıldık.

Alİ Bulaç

Eşlerine sevgiyle tutkun (ve) hep yaşıt,

Çeviriyazı

`uruben etrâbâ.

Diyanet İşleri

Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.

Diyanet Vakfı

Eşlerine düşkün ve yaşıt.

Edip Yüksel

Mükemmel biçimde eşlenmişlerdir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hep yaşıt sevgililer,

Öztürk

Yaşıt cilveli dilberler halinde,

Suat Yıldırım

Böylece onları, ashab-ı yemin için bakire kızlar, kocalarına âşık yaşıtlar kıldık.

Süleyman Ateş

Hep yaşıt sevgililer;

لِّأَصْحَٰبِ ٱلْيَمِينِ ﴿٣٨﴾

Sağ taraf ehli için.

Alİ Bulaç

\"Ashab-ı Yemin\" olanlar için.

Çeviriyazı

liaṣḥâbi-lyemîn.

Diyanet İşleri

Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.

Diyanet Vakfı

Bütün bunlar sağdakiler içindir..

Edip Yüksel

Sağ tarafta olanlar içindir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sağın adamları içindir.

Öztürk

Uğur ve mutluluk yâranı için.

Suat Yıldırım

Böylece onları, ashab-ı yemin için bakire kızlar, kocalarına âşık yaşıtlar kıldık.

Süleyman Ateş

Sağın adamları için.

ثُلَّةٌۭ مِّنَ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿٣٩﴾

Onlarda, evvelkilerden de birçok topluluk var.

Alİ Bulaç

(Bunların) Birçoğu geçmiş (ümmet)lerden,

Çeviriyazı

ŝülletüm mine-l'evvelîn.

Diyanet İşleri

Bunların bir kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.

Diyanet Vakfı

Bunların birçoğu önceki ümmetlerdendir.

Edip Yüksel

Onların bir çoğu önceki nesillerdendir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bir çoğu öncekilerdendir.

Öztürk

Bir bölümü öncekilerden.

Suat Yıldırım

Birçoğu önceki ümmetlerden, birçoğu da sonrakilerden.

Süleyman Ateş

(Bu sağcıların) Bir bölümü öncekilerdendir,

وَثُلَّةٌۭ مِّنَ ٱلْءَاخِرِينَ ﴿٤٠﴾

Ve sonra gelenlerden de birçok topluluk.

Alİ Bulaç

Birçoğu da sonrakilerdendir.

Çeviriyazı

veŝülletüm mine-l'âḫirîn.

Diyanet İşleri

Bunların bir kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.

Diyanet Vakfı

Birçoğu da sonrakilerdendir.

Edip Yüksel

Onların bir çoğu da sonraki nesillerdendir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bir çoğu da sonrakilerdendir.

Öztürk

Bir bölümü de sonrakilerden.

Suat Yıldırım

Birçoğu önceki ümmetlerden, birçoğu da sonrakilerden.

Süleyman Ateş

Bir bölümü de sonrakilerdendir.

وَأَصْحَٰبُ ٱلشِّمَالِ مَآ أَصْحَٰبُ ٱلشِّمَالِ ﴿٤١﴾

Ve sol taraf ehli, ama ne de sol taraf ehli.

Alİ Bulaç

\"Ashab-ı Şimal\", ne (mutsuzdur o) \"Ashab-ı Şimal.\"

Çeviriyazı

veaṣḥâbü-şşimâli mâ aṣḥâbü-şşimâl.

Diyanet İşleri

Defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara!

Diyanet Vakfı

Soldakiler; ne yazık o soldakilere!

Edip Yüksel

Sol tarafta bulunanlar, sol tarafta olacaklardır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Solun adamları, nedir o solcular!

Öztürk

Ve şomluk ve uğursuzluk yâranı. Nedir şomluk ve uğursuzluk yâranı?

Suat Yıldırım

Ashab-ı şimal ki ne ashab-ı şimal! Ne bedbahttır onlar!

Süleyman Ateş

Solun adamları (amel defterleri, sol tarafından verilenler), nedir o solcular!

فِى سَمُومٍۢ وَحَمِيمٍۢ ﴿٤٢﴾

Onlar, iliklere kadar işleyen bir sam yeli içinde, kaynar sular içmedeler.

Alİ Bulaç

Hücrelere işleyen kavurucu bir sıcaklık ve kaynar su,

Çeviriyazı

fî semûmiv veḥamîm.

Diyanet İşleri

İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar.

Diyanet Vakfı

İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde,

Edip Yüksel

İşleyen ve kaynayan bir azap içindedirler.

Elmalılı Hamdi Yazır

İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar şu içinde,

Öztürk

İliklere işleyen bir ateş ve kaynar su içinde,

Suat Yıldırım

Onlar kızgın ateşte ve kaynar sularda...

Süleyman Ateş

(Onlar) Delikçiklere işleyen bir ateş ve kaynar su içinde,

وَظِلٍّۢ مِّن يَحْمُومٍۢ ﴿٤٣﴾

Ve karardıkça kararan bir dumanın gölgesindeler.

Alİ Bulaç

Ve kapkara dumandan bir gölge içindedirler.

Çeviriyazı

veżillim miy yaḥmûm.

Diyanet İşleri

İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar.

Diyanet Vakfı

Kapkara dumandan bir gölge altındadırlar;

Edip Yüksel

Sıcak gölgeler altındadırlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kapkara dumandan bir gölge altındadırlar.

Öztürk

Simsiyah bir gölge altındadırlar.

Suat Yıldırım

Ne serin, ne de faydalı olmayan, kapkara duman tabakası altındadırlar. [77,29-34]

Süleyman Ateş

Kara dumandan bir gölge altında,

لَّا بَارِدٍۢ وَلَا كَرِيمٍ ﴿٤٤﴾

Ne bir serinlik var, ne bir güzellik var.

Alİ Bulaç

Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim).

Çeviriyazı

lâ bâridiv velâ kerîm.

Diyanet İşleri

İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar.

Diyanet Vakfı

Serin ve hoş olmayan.

Edip Yüksel

Ne soğuktur, ne de yararlı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ki ne serindir, ne de faydalı.

Öztürk

Ne serindir ne de cömert.

Suat Yıldırım

Ne serin, ne de faydalı olmayan, kapkara duman tabakası altındadırlar. [77,29-34]

Süleyman Ateş

Ki ne serindir, ne faydalı.

إِنَّهُمْ كَانُوا۟ قَبْلَ ذَٰلِكَ مُتْرَفِينَ ﴿٤٥﴾

Bundan önce onlar, nimetler içindeydi.

Alİ Bulaç

Çünkü onlar, bundan önce varlık içinde şımartılmış olanlardı.

Çeviriyazı

innehüm kânû ḳable ẕâlike mütrafîn.

Diyanet İşleri

Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı.

Diyanet Vakfı

Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefahete dalmışlardı.

Edip Yüksel

Bundan önce onlar konfor içinde şımarmışlardı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefâhete dalmışlardı.

Öztürk

Çünkü şomluk yâranı, bundan önce servet ve refahla şımaranlardı.

Suat Yıldırım

Çünkü onlar dünyada iken refah içinde şımarırlardı.

Süleyman Ateş

Çünkü onlar bundan önce varlık içinde şımartılmışlardı.

وَكَانُوا۟ يُصِرُّونَ عَلَى ٱلْحِنثِ ٱلْعَظِيمِ ﴿٤٦﴾

Ve büyük günahları yapmada ısrar ederlerdi.

Alİ Bulaç

Onlar, büyük günah üzerinde ısrarlı davrananlardı.

Çeviriyazı

vekânû yüṣirrûne `ale-lḥinŝi-l`ażîm.

Diyanet İşleri

Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı.

Diyanet Vakfı

Büyük günahı işlemekte direnir dururlardı.

Edip Yüksel

Büyük günahı işlemekte direniyorlardı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı.

Öztürk

O büyük günah üzerinde ısrar edip dururlardı.

Suat Yıldırım

O en büyük günahta, şirkte ısrar ederlerdi.

Süleyman Ateş

Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı.

وَكَانُوا۟ يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًۭا وَعِظَٰمًا أَءِنَّا لَمَبْعُوثُونَ ﴿٤٧﴾

Ve biz derlerdi, ölüp bir yığın toprak ve kemik olduktan sonra mı dirileceğiz?

Alİ Bulaç

Ve derlerdi ki: \"Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?\"

Çeviriyazı

vekânû yeḳûlûne eiẕâ mitnâ vekünnâ türâbev ve`iżâmen einnâ lemeb`ûŝûn.

Diyanet İşleri

Şöyle söylerlerdi: \"Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz?\"

Diyanet Vakfı

Ve diyorlardı ki: Biz öldükten, toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz?

Edip Yüksel

Diyorlardı ki, \"Biz öldükten, toz ve kemiğe dönüştükten sonra mı diriltileceğiz?\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Ve diyorlardı ki: \"Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz?\"

Öztürk

Ve şöyle derlerdi: \"Ölünce mi, toprak ve kemik haline gelince mi, sahi o zaman mı yeniden diriltileceğiz?\"

Suat Yıldırım

Ve derlerdi ki: “Ölüp toprak olduktan ve çürümüş kemik haline geldikten sonra mı biz diriltilecekmişiz? Gelip geçmiş atalarımız da mı?”

Süleyman Ateş

Ve diyorlardı ki: \"Biz öldükten, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz?\"

أَوَءَابَآؤُنَا ٱلْأَوَّلُونَ ﴿٤٨﴾

Yoksa önceden gelip geçen atalarımız mı dirilecek?

Alİ Bulaç

\"Önceden gelip-geçmiş atalarımız da mı?\"

Çeviriyazı

eveâbâüne-l'evvelûn.

Diyanet İşleri

\"Önce gelip geçmiş babalarımız da mı?\"

Diyanet Vakfı

Önceki atalarımız da mı?

Edip Yüksel

\"Önceki atalarımız da mı?\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Önceki atalarımızda mı?\"

Öztürk

\"Önceki atalarımız da mı?\"

Suat Yıldırım

Ve derlerdi ki: “Ölüp toprak olduktan ve çürümüş kemik haline geldikten sonra mı biz diriltilecekmişiz? Gelip geçmiş atalarımız da mı?”

Süleyman Ateş

Önceki atalarımız da mı?

قُلْ إِنَّ ٱلْأَوَّلِينَ وَٱلْءَاخِرِينَ ﴿٤٩﴾

De ki: Şüphe yok, öncekiler de, sonra gelenler de.

Alİ Bulaç

De ki: \"Şüphesiz, öncekiler de ve sonrakiler de.\"

Çeviriyazı

ḳul inne-l'evvelîne vel'âḫirîn.

Diyanet İşleri

De ki: \"Şüphesiz öncekiler de, sonrakiler de belli bir günün belirli bir vaktinde toplanacaklardır.\"

Diyanet Vakfı

De ki: Hem öncekiler hem de sonrakiler,

Edip Yüksel

De ki, \"Öncekiler de, sonrakiler de.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

De ki: \"Öncekiler ve sonrakiler\"

Öztürk

De ki: \"Öncekiler de sonrakiler de.\"

Suat Yıldırım

De ki: “Öncekiler de, sonrakiler de belli bir günün, belli vaktinde mutlaka toplanacaksınız.” [11,103-105]

Süleyman Ateş

De ki: \"Öncekiler de sonrakiler de.\"

لَمَجْمُوعُونَ إِلَىٰ مِيقَٰتِ يَوْمٍۢ مَّعْلُومٍۢ ﴿٥٠﴾

Elbette bilinen günün muayyen ve mukadder vaktinde toplanacaksınız.

Alİ Bulaç

\"Bilinen bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır.\"

Çeviriyazı

lemecmû`ûne ilâ mîḳâti yevmim ma`lûm.

Diyanet İşleri

De ki: \"Şüphesiz öncekiler de, sonrakiler de belli bir günün belirli bir vaktinde toplanacaklardır.\"

Diyanet Vakfı

Belli bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır!

Edip Yüksel

\"Bilinen günün buluşma anı için toplanacaklardır.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Belli bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır.\"

Öztürk

Bilinen bir günün buluşma vakti/buluşma yerinde mutlaka bir araya getirileceklerdir.

Suat Yıldırım

De ki: “Öncekiler de, sonrakiler de belli bir günün, belli vaktinde mutlaka toplanacaksınız.” [11,103-105]

Süleyman Ateş

Belli bir günün buluşma vakti için mutlaka toplanacaklardır.

ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا ٱلضَّآلُّونَ ٱلْمُكَذِّبُونَ ﴿٥١﴾

Sonra da siz ey yalanlayan sapıklar, şüphe yok ki.

Alİ Bulaç

Sonra gerçekten siz, ey sapık olan yalanlayıcılar,

Çeviriyazı

ŝümme inneküm eyyühe-ḍḍâllûne-lmükeẕẕibûn.

Diyanet İşleri

Sonra, siz ey sapıklar, yalanlayanlar!

Diyanet Vakfı

Sonra siz ey sapıklar, yalancılar!

Edip Yüksel

\"Sonra da siz, ey sapıtmışlar, ey yalanlayıcılar,\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Sonra siz, ey sapık yalanlayıcılar!

Öztürk

Ve siz de ey sapık yalanlayıcılar!

Suat Yıldırım

Sonra siz ey yoldan sapanlar ve hak dini yalan sayanlar!

Süleyman Ateş

Sonra siz de, ey sapık yalanlayıcılar (o zaman toplanacaksınız).

لَءَاكِلُونَ مِن شَجَرٍۢ مِّن زَقُّومٍۢ ﴿٥٢﴾

Zakkum ağacının meyvesinden yiyeceksiniz elbet.

Alİ Bulaç

Şüphesiz zakkum olan bir ağaçtan yiyeceksiniz.

Çeviriyazı

leâkilûne min şecerim min zeḳḳûm.

Diyanet İşleri

Doğrusu bir zakkum ağacından yiyeceksiniz.

Diyanet Vakfı

Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz.

Edip Yüksel

\"Zakkum ağacından yiyeceksiniz.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz.

Öztürk

Zakkumdan bir ağaçtan mutlaka yiyeceksiniz/yiyecekler.

Suat Yıldırım

Zakkum ağacının meyvesinden yiyecek,

Süleyman Ateş

(Suçlular) Mutlaka bir Zakkum ağacından yiyecekler,

فَمَالِـُٔونَ مِنْهَا ٱلْبُطُونَ ﴿٥٣﴾

Derken karınlar, dolup şişecek.

Alİ Bulaç

Böylece karınları(nızı) ondan dolduracaksınız.

Çeviriyazı

femâliûne minhe-lbüṭûn.

Diyanet İşleri

Karınlarınızı onunla dolduracaksınız;

Diyanet Vakfı

Karınlarınızı ondan dolduracaksınız.

Edip Yüksel

\"Onunla karnınızı dolduracaksınız.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Karınlarınızı hep onunla dolduracaksınız.

Öztürk

Karınları dolduracaklar ondan,

Suat Yıldırım

Karınlarınızı onunla dolduracak,

Süleyman Ateş

Onunla karınları(nı) dolduracaklar,

فَشَٰرِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ ٱلْحَمِيمِ ﴿٥٤﴾

Derken üstüne, kaynar su içeceksiniz.

Alİ Bulaç

Onun üzerine de alabildiğine kaynar sudan içeceksiniz.

Çeviriyazı

feşâribûne `aleyhi mine-lḥamîm.

Diyanet İşleri

Onun üzerine kaynar su içeceksiniz;

Diyanet Vakfı

Üstüne de kaynar sudan içeceksiniz.

Edip Yüksel

\"Ve üzerine kaynar su içeceksiniz.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Üstüne de kaynar su içeceksiniz.

Öztürk

Üzerine içecekler kaynar sudan,

Suat Yıldırım

Üstüne de kaynar su içeceksiniz!

Süleyman Ateş

Üzerine de kaynar su içeceklerdir.

فَشَٰرِبُونَ شُرْبَ ٱلْهِيمِ ﴿٥٥﴾

Derken susuzluk illetine uğrayıp içecekiçecek de kanmayacaksınız.

Alİ Bulaç

Üstelik 'içtikçe susayan hasta develerin' içişi gibi içeceksiniz.

Çeviriyazı

feşâribûne şürbe-lhîm.

Diyanet İşleri

Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz;

Diyanet Vakfı

Susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz.

Edip Yüksel

\"Susamış devenin içişi gibi içeceksiniz.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.

Öztürk

Susuzluktan çıkmış develerin içişi gibi içecekler.

Suat Yıldırım

Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi saldırarak içeceksiniz.

Süleyman Ateş

Susuzluk hastalığına tutulmuş develerin içişi gibi içeceklerdir!

هَٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ ٱلدِّينِ ﴿٥٦﴾

Budur ceza günü ziyafetleri.

Alİ Bulaç

İşte bu, onların din (hesap ve ceza) gününde şölenleridir.

Çeviriyazı

hâẕâ nüzülühüm yevme-ddîn.

Diyanet İşleri

İşte onlara, ceza günü sunulacak konukluk budur.

Diyanet Vakfı

İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur!

Edip Yüksel

Yargı gününde işte böyle ağırlanacaklardır.

Elmalılı Hamdi Yazır

İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur.

Öztürk

Din gününde ağırlanışları böyledir.

Suat Yıldırım

İşte hesap gününde onlara ikram edilecek ziyafet! [18,107]

Süleyman Ateş

İşte ceza gününde onların ağırlanışı böyledir.

نَحْنُ خَلَقْنَٰكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ ﴿٥٧﴾

Biz yarattık sizi, hala mı gerçeklemezsiniz?

Alİ Bulaç

Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz?

Çeviriyazı

naḥnü ḫalaḳnâküm felevlâ tüṣaddiḳûn.

Diyanet İşleri

Sizi yaratan Biziz; hala tasdik etmez misiniz?

Diyanet Vakfı

Sizi biz yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez mi?

Edip Yüksel

Sizi biz yarattık, doğrulamanız gerekmez miydi?

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz sizi yarattık; tasdik etmeniz gerekmez mi?

Öztürk

Sizi biz yarattık, biz! Tasdik etseydiniz olmaz mıydı?

Suat Yıldırım

Sizi yaratan Biz'iz, hâlâ bu gerçeği ikrar ve tasdik etmeyecek misiniz?

Süleyman Ateş

Biz sizi yarattık; doğrulamanız gerekmez mi?

أَفَرَءَيْتُم مَّا تُمْنُونَ ﴿٥٨﴾

Görmez misiniz rahimlere döktüğüm bir katre suyu?

Alİ Bulaç

Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü?

Çeviriyazı

eferaeytüm mâ tümnûn.

Diyanet İşleri

Söyleyin; akıttığınız meniden insanı yaratan siz misiniz, yoksa Biz mi yaratmaktayız?

Diyanet Vakfı

Söyleyin öyleyse, (rahimlere) döktüğünüz meni nedir?

Edip Yüksel

Attığınız meniye dikkat ettiniz mi?

Elmalılı Hamdi Yazır

Attığınız meniyi gördünüz mü?

Öztürk

Akıttığınız meniyi gördünüz mü?

Suat Yıldırım

Şimdi düşünsenize o akıttığınız meniyi! Onu yaratıp insan haline getiren siz misiniz, yoksa Biz miyiz?

Süleyman Ateş

Akıttığınız meniyi gördünüz mü?

ءَأَنتُمْ تَخْلُقُونَهُۥٓ أَمْ نَحْنُ ٱلْخَٰلِقُونَ ﴿٥٩﴾

Siz mi yaratıyorsunuz onu, yoksa biz mi yaratmadayız?

Alİ Bulaç

Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa Yaratıcı Biz miyiz?

Çeviriyazı

eentüm taḫlüḳûnehû em naḥnü-lḫâliḳûn.

Diyanet İşleri

Söyleyin; akıttığınız meniden insanı yaratan siz misiniz, yoksa Biz mi yaratmaktayız?

Diyanet Vakfı

Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz?

Edip Yüksel

Siz mi onu yaratıyorsunuz, yoksa biz mi yaratıyoruz?

Elmalılı Hamdi Yazır

Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz?

Öztürk

Siz mi yaratıyorsunuz onu, yoksa yaratıcılar bizler miyiz?

Suat Yıldırım

Şimdi düşünsenize o akıttığınız meniyi! Onu yaratıp insan haline getiren siz misiniz, yoksa Biz miyiz?

Süleyman Ateş

Siz mi onu yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcılar biz miyiz?

نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ ٱلْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ ﴿٦٠﴾

Biz takdir ettik aranızda ölümü ve kimse geçemez önümüze bizim.

Alİ Bulaç

Sizin aranızda ölümü takdir eden Biziz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir;

Çeviriyazı

naḥnü ḳaddernâ beynekümü-lmevte vemâ naḥnü bimesbûḳîn.

Diyanet İşleri

Ölümü aranızda Biz tayin ettik; sizi ortadan kaldırıp benzerlerinizi yerinize getirmeyi, sizi bilmediğiniz şekilde var etmeyi dilesek kimse önümüze geçemez.

Diyanet Vakfı

Aranızda ölümü takdir eden biziz. Ve biz, önüne geçilebileceklerden değiliz.

Edip Yüksel

Aranızda ölümünüzü önceden biz belirledik. Kimse bizi engelleyemez:

Elmalılı Hamdi Yazır

Aranızda ölümü takdir eden biziz ve bizim önümüze geçilmez.

Öztürk

Ölümü aranızda biz takdir ettik. Biz önüne geçilecekler değiliz.

Suat Yıldırım

Aranızda ölümü Biz takdir ettik. Sizi yok edip yerinize benzerlerinizi getirmeyi ve sizi bilemeyeceğiniz bir biçimde ve vasıfta yaratmayı dilersek, Bize mani olacak hiçbir güç yoktur.

Süleyman Ateş

Aranızda ölümü takdir eden biziz ve bizim önümüze geçilmiş değildir (kimse ölüme engel olamaz).

عَلَىٰٓ أَن نُّبَدِّلَ أَمْثَٰلَكُمْ وَنُنشِئَكُمْ فِى مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٦١﴾

Sizin gibi bir topluluk yaratıp yerinize geçirmek istersek ve sizi de, bilmediğiniz bir şekle döndürmeyi dilersek.

Alİ Bulaç

(Yerinize) Benzerlerinizi getirip-değiştirme ve sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir şekilde-inşa etme konusunda.

Çeviriyazı

`alâ en nübeddile emŝâleküm venünşieküm fî mâ lâ ta`lemûn.

Diyanet İşleri

Ölümü aranızda Biz tayin ettik; sizi ortadan kaldırıp benzerlerinizi yerinize getirmeyi, sizi bilmediğiniz şekilde var etmeyi dilesek kimse önümüze geçemez.

Diyanet Vakfı

Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir alemde tekrar var edelim diye (ölümü takdir ettik).

Edip Yüksel

Sizi başka nesillerle değiştirmekten, yahut sizi bilmediğiniz bir biçimde yaratmaktan....

Elmalılı Hamdi Yazır

Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye (böyle yapıyoruz).

Öztürk

Yerinize diğer benzerlerinizi getireceğiz ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden oluşturacağız.

Suat Yıldırım

Aranızda ölümü Biz takdir ettik. Sizi yok edip yerinize benzerlerinizi getirmeyi ve sizi bilemeyeceğiniz bir biçimde ve vasıfta yaratmayı dilersek, Bize mani olacak hiçbir güç yoktur.

Süleyman Ateş

(Size böyle ölümü takdir ettik) Ki sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi, bilmediğiniz bir biçimde yeniden inşa' edelim.

وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ ٱلنَّشْأَةَ ٱلْأُولَىٰ فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ ﴿٦٢﴾

Ve andolsun ki ilk yaratılışı biliyorsunuz, biliyorsunuz da ne diye düşünmüyorsunuz?

Alİ Bulaç

Andolsun, ilk inşa (yaratma)yı bildiniz; ama öğüt alıp-düşünmeniz gerekmez mi?

Çeviriyazı

veleḳad `alimtümü-nneş'ete-l'ûlâ felevlâ teẕekkerûn.

Diyanet İşleri

And olsun ki, ilk yaratmayı bilirsiniz, yine de düşünmez misiniz?

Diyanet Vakfı

Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?

Edip Yüksel

İlk yaratılışı biliyorsunuz. Öğüt almalı değil misiniz?

Elmalılı Hamdi Yazır

Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?

Öztürk

Yemin olsun, ilk yaratışı/yaratılışı bildiniz. Peki düşünüp ibret alsanız olmaz mı?

Suat Yıldırım

Siz ilk yaratmayı pek iyi biliyorsunuz, artık düşünüp ibret almanız gerekmez mi? [30,27; 19,67; 36,77-79; 75,36-40]

Süleyman Ateş

Andolsun, ilk yaratmayı bildiniz, (bunu) düşünüp ibret almanız gerekmez mi?

أَفَرَءَيْتُم مَّا تَحْرُثُونَ ﴿٦٣﴾

Görmez misiniz ektiğiniz tohumu?

Alİ Bulaç

Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü?

Çeviriyazı

eferaeytüm mâ taḥruŝûn.

Diyanet İşleri

Söyleyin, ektiklerinizi yerden bitirenler sizler misiniz, yoksa Biz mi bitiriyoruz?

Diyanet Vakfı

Şimdi bana, ektiğinizi haber verin.

Edip Yüksel

Ektiğinize dikkat ettiniz mi?

Elmalılı Hamdi Yazır

Ektiğinizi gördünüz mü?

Öztürk

Ekmekte olduğunuzu gördünüz mü?

Suat Yıldırım

Ektiğiniz tohuma baksanıza! Siz mi onu yetiştiriyorsunuz Biz mi?

Süleyman Ateş

Ektiğinizi gördünüz mü?

ءَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُۥٓ أَمْ نَحْنُ ٱلزَّٰرِعُونَ ﴿٦٤﴾

Siz mi bitiriyorsunuz onu, yoksa biz mi bitirmedeyiz?

Alİ Bulaç

Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz?

Çeviriyazı

eentüm tezra`ûnehû em naḥnü-zzâri`ûn.

Diyanet İşleri

Söyleyin, ektiklerinizi yerden bitirenler sizler misiniz, yoksa Biz mi bitiriyoruz?

Diyanet Vakfı

Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?

Edip Yüksel

Siz mi onu yetiştiriyorsunuz, yoksa biz mi?

Elmalılı Hamdi Yazır

Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?

Öztürk

Siz mi bitiriyorsunuz onu, yoksa bitirenler bizler miyiz?

Suat Yıldırım

Ektiğiniz tohuma baksanıza! Siz mi onu yetiştiriyorsunuz Biz mi?

Süleyman Ateş

Siz mi onu bitiyorsunuz, yoksa bitirenler biz miyiz?

لَوْ نَشَآءُ لَجَعَلْنَٰهُ حُطَٰمًۭا فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ ﴿٦٥﴾

Dilersek elbette onu kurutup çerçöp haline getirirdik de şaşırırkalır, nadim olurdururdunuz.

Alİ Bulaç

Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız.

Çeviriyazı

lev neşâü lece`alnâhü ḥuṭâmen feżaltüm tefekkehûn.

Diyanet İşleri

Dilersek Biz onu çerçöp yaparız, şaşar kalırsınız; \"Doğrusu borç altına girdik, hatta yoksun kaldık\".

Diyanet Vakfı

Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız.

Edip Yüksel

Dileseydik onu samana çevirirdik de siz şaşardınız:

Elmalılı Hamdi Yazır

Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık. Hayret eder dururdunuz.

Öztürk

Dileseydik, onu kuru bir çöp haline getirirdik de başlardınız şu şekilde gevelemeye:

Suat Yıldırım

Eğer isteseydik onu kuru çöp haline getirirdik, siz de şaşıp kalır, pişman olurdunuz:

Süleyman Ateş

Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık, sızlanıp dururdunuz:

إِنَّا لَمُغْرَمُونَ ﴿٦٦﴾

Gerçekten de biz derdiniz, ziyan ettik.

Alİ Bulaç

(Şöyle de sızlanırdınız:) \"Doğrusu biz, ağır bir borç altına girip-zorlandık.\"

Çeviriyazı

innâ lemugramûn.

Diyanet İşleri

Dilersek Biz onu çerçöp yaparız, şaşar kalırsınız; \"Doğrusu borç altına girdik, hatta yoksun kaldık\".

Diyanet Vakfı

\"Doğrusu borç altına girdik.

Edip Yüksel

\"Borca girdik.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Doğrusu borç altına girdik.\"

Öztürk

\"Vallahi, kayba uğrayıp borçlandık.\"

Suat Yıldırım

“Eyvah! Emeklerimiz boşa gitti.”

Süleyman Ateş

Biz borçlandık, (yaptığmız masraflar boşa gitti)!

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ ﴿٦٧﴾

Hayır, biz mahrum olduk.

Alİ Bulaç

\"Hayır, biz büsbütün yoksun bırakıldık.\"

Çeviriyazı

bel naḥnü maḥrûmûn.

Diyanet İşleri

Dilersek Biz onu çerçöp yaparız, şaşar kalırsınız; \"Doğrusu borç altına girdik, hatta yoksun kaldık\".

Diyanet Vakfı

Daha doğrusu, biz yoksul kaldık\" (derdiniz).

Edip Yüksel

\"Doğrusu, yoksun bırakıldık.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Doğrusu, biz yoksul bırakıldık\" (derdiniz).

Öztürk

\"Doğrusu mahrum bırakıldık biz.\"

Suat Yıldırım

Hatta doğrusu biz rızıktan mahrum kaldık, sefalete mahkûm olduk.” derdiniz.

Süleyman Ateş

Doğrusu, biz yoksun bırakıldık! (derdiniz).

أَفَرَءَيْتُمُ ٱلْمَآءَ ٱلَّذِى تَشْرَبُونَ ﴿٦٨﴾

Görmez misiniz içtiğiniz suyu?

Alİ Bulaç

Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü?

Çeviriyazı

eferaeytümü-lmâe-lleẕî teşrabûn.

Diyanet İşleri

Söyleyin; içtiğiniz suyu buluttan indirenler sizler misiniz yoksa onu Biz mi indiririz?

Diyanet Vakfı

Ya içtiğiniz suya ne dersiniz?

Edip Yüksel

İçmekte olduğunuz suya dikkat ettiniz mi?

Elmalılı Hamdi Yazır

İçtiğiniz suya baktınız mı?

Öztürk

Şu içmekte olduğunuz suya baktınız mı?

Suat Yıldırım

Peki içtiğiniz suya ne dersiniz?

Süleyman Ateş

İçtiğiniz suya baktınız mı?

ءَأَنتُمْ أَنزَلْتُمُوهُ مِنَ ٱلْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ ٱلْمُنزِلُونَ ﴿٦٩﴾

Siz mi yağdırıyorsunuz onu buluttan, yoksa biz mi yağdırmadayız?

Alİ Bulaç

Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz?

Çeviriyazı

eentüm enzeltümûhü mine-lmüzni em naḥnü-lmünzilûn.

Diyanet İşleri

Söyleyin; içtiğiniz suyu buluttan indirenler sizler misiniz yoksa onu Biz mi indiririz?

Diyanet Vakfı

Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?

Edip Yüksel

Onu bulutlardan siz mi indiriyorsunuz, yoksa biz mi?

Elmalılı Hamdi Yazır

Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?

Öztürk

Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indirenler bizler miyiz?

Suat Yıldırım

Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa Biz mi?

Süleyman Ateş

Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indirenler biz miyiz?

لَوْ نَشَآءُ جَعَلْنَٰهُ أُجَاجًۭا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ ﴿٧٠﴾

Dileseydik onu tuzlu, acı bir su haline getirirdik, hala mı şükretmezsiniz?

Alİ Bulaç

Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi?

Çeviriyazı

lev neşâü ce`alnâhü ücâcen felevlâ teşkürûn.

Diyanet İşleri

Dileseydik onu acılaştırırdık; hala şükretmez misiniz?

Diyanet Vakfı

Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi?

Edip Yüksel

Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmez misiniz?

Elmalılı Hamdi Yazır

Dileseydik onu tuzlu yapardık. O halde şükretseniz ya!

Öztürk

Dileseydik, onu tuzlu yapıverirdik. Peki şükretmeniz gerekmez mi?

Suat Yıldırım

Dileseydik onu tuzlu da yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi?

Süleyman Ateş

Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şüketmeniz gerekmez mi?

أَفَرَءَيْتُمُ ٱلنَّارَ ٱلَّتِى تُورُونَ ﴿٧١﴾

Görmez misiniz çakmakla çakıp yaktığınız ateşi?

Alİ Bulaç

Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü?

Çeviriyazı

eferaeytümü-nnâra-lletî tûrûn.

Diyanet İşleri

Söyleyin; yaktığınız ateşin ağacını var eden sizler misiniz, yoksa onu Biz mi var ederiz?

Diyanet Vakfı

Söyleyin şimdi bana, tutuşturmakta olduğunuz ateşi,

Edip Yüksel

Yakmakta olduğunuz ateşe dikkat ettiniz mi?

Elmalılı Hamdi Yazır

Yaktığınız ateşi gördünüz mü?

Öztürk

Çakıp çakıp çıkardığınız o ateşi gördünüz mü?

Suat Yıldırım

Peki, yakmakta olduğunuz ateşe ne dersiniz?

Süleyman Ateş

(İki dalı birbirine sürterek) Çıkardığınız ateşi gördünüz mü?

ءَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَآ أَمْ نَحْنُ ٱلْمُنشِـُٔونَ ﴿٧٢﴾

Siz mi onun ağacını meydana getiriyorsunuz, yoksa biz mi meydana getirmedeyiz?

Alİ Bulaç

Onun ağacını sizler mi inşa ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşa eden Biz miyiz?

Çeviriyazı

eentüm enşe'tüm şeceratehâ em naḥnü-lmünşiûn.

Diyanet İşleri

Söyleyin; yaktığınız ateşin ağacını var eden sizler misiniz, yoksa onu Biz mi var ederiz?

Diyanet Vakfı

Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?

Edip Yüksel

Onun ağacını siz mi başlattınız, yoksa biz mi başlatmaktayız?

Elmalılı Hamdi Yazır

Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?

Öztürk

Onun ağacını siz mi yarattınız yoksa yaratıp oluşturan bizler miyiz?

Suat Yıldırım

Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan Biz miyiz?

Süleyman Ateş

Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratanlar biz miyiz?

نَحْنُ جَعَلْنَٰهَا تَذْكِرَةًۭ وَمَتَٰعًۭا لِّلْمُقْوِينَ ﴿٧٣﴾

Biz onu, cehennem ateşini bir andırma ve çöllerde konup göçenlere bir fayda olarak halkettik.

Alİ Bulaç

Biz onu hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu), hem ihtiyacı olanlara bir meta kıldık.

Çeviriyazı

naḥnü ce`alnâhâ teẕkiratev vemetâ`al lilmuḳvîn.

Diyanet İşleri

Biz onu bir ibret ve çölde konaklayanlar için yararlı kıldık.

Diyanet Vakfı

Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlerin istifadesi için yarattık.

Edip Yüksel

Kullananlar için biz onu bir ibret ve yararlı yaptık.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlere bir fayda yaptık.

Öztürk

Biz onu hem bir ibret hem de çöl yolcularına bir nimet kıldık.

Suat Yıldırım

Biz onu çölde, yolda bulunanlar ve muhtaçlar için hem bir ders, hem de istifade vesilesi kıldık.

Süleyman Ateş

Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlere bir fayda yaptık.

فَسَبِّحْ بِٱسْمِ رَبِّكَ ٱلْعَظِيمِ ﴿٧٤﴾

Artık pek ulu Rabbinin adını anarak tenzih et onu.

Alİ Bulaç

Şu halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et.

Çeviriyazı

fesebbiḥ bismi rabbike-l`ażîm.

Diyanet İşleri

Öyleyse çok büyük Rabbinin adını tesbih et.

Diyanet Vakfı

Öyleyse ulu Rabbinin adını tesbih et.

Edip Yüksel

Öyleyse Büyük Rabbinin ismini yücelt.

Elmalılı Hamdi Yazır

Öyleyse büyük Rabbinin adını yücelt.

Öztürk

O halde o yüce Rabbinin adını tespih et!

Suat Yıldırım

Öyleyse Ulu Rabbinin yüce adını tenzih et.

Süleyman Ateş

Öyleyse büyük Rabbinin adını yücelt.

۞ فَلَآ أُقْسِمُ بِمَوَٰقِعِ ٱلنُّجُومِ ﴿٧٥﴾

Andolsun yıldızların yerlerine.

Alİ Bulaç

Hayır, yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim.

Çeviriyazı

felâ uḳsimü bimevâḳi`i-nnücûm.

Diyanet İşleri

Hayır; yıldızların yerleri üzerine yemin ederim; ki bunun ne büyük yemin olduğunu bir bilseniz!

Diyanet Vakfı

Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim ki,

Edip Yüksel

Yıldızların yerlerine yemin ederim.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim.

Öztürk

İş onların sandığı gibi değil! Yıldızların doğup batma, kayıp düşme noktalarına yemin ediyorum.

Suat Yıldırım

Hayır! Vakit vakit inen Kur'ân’a yemin ederim ki,

Süleyman Ateş

Yoo, yıldızların yerlerine yemin ederim,

وَإِنَّهُۥ لَقَسَمٌۭ لَّوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ ﴿٧٦﴾

Ve şüphe yok ki bu, elbette pek büyük bir anttır bilseniz.

Alİ Bulaç

Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir.

Çeviriyazı

veinnehû leḳasemül lev ta`lemûne `ażîm.

Diyanet İşleri

Hayır; yıldızların yerleri üzerine yemin ederim; ki bunun ne büyük yemin olduğunu bir bilseniz!

Diyanet Vakfı

Bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.

Edip Yüksel

Onun ne büyük bir yemin olduğunu bir bilseniz!

Elmalılı Hamdi Yazır

Bilirseniz bu büyük bir yemindir.

Öztürk

Ve eğer bilirseniz, gerçekten büyük bir yemindir bu.

Suat Yıldırım

Eğer anlarsanız bu gerçekten büyük bir yemindir.

Süleyman Ateş

Bilirseniz, bu büyük bir yemindir.

إِنَّهُۥ لَقُرْءَانٌۭ كَرِيمٌۭ ﴿٧٧﴾

Şüphe yok ki bu, pek güzel ve şerefli Kur'an'dır.

Alİ Bulaç

Elbette bu, bir Kur'an-ı Kerim'dir.

Çeviriyazı

innehû leḳur'ânün kerîm.

Diyanet İşleri

Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.

Diyanet Vakfı

Şüphesiz bu, değerli bir Kur'an'dır,

Edip Yüksel

Bu, onurlu bir Kuran'dır.

Elmalılı Hamdi Yazır

O, elbette şerefli bir Kur'ân'dır.

Öztürk

O, kesinlikle şerefli bir Kur'an'dır.

Suat Yıldırım

Bu kitap, pek değerli, şerefli bir Kur'ân’dır.

Süleyman Ateş

O, elbette değerli bir Kur'an'dır,

فِى كِتَٰبٍۢ مَّكْنُونٍۢ ﴿٧٨﴾

Saklanmış bir kitapta.

Alİ Bulaç

Saklanmış-korunmuş bir Kitap'ta (yazılı)dır.

Çeviriyazı

fî kitâbim meknûn.

Diyanet İşleri

Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.

Diyanet Vakfı

Korunmuş bir kitaptır.

Edip Yüksel

Gizli bir kitaptadır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Korunmuş bir kitaptadır.

Öztürk

Titizlikle saklanan bir Kitap'tadır.

Suat Yıldırım

O iyi korunmuş bir kitapta, Levh-i Mahfuzdadır.

Süleyman Ateş

Saklı bir Kitaptadır.

لَّا يَمَسُّهُۥٓ إِلَّا ٱلْمُطَهَّرُونَ ﴿٧٩﴾

Ona, temiz olanlardan başkaları dokunamaz.

Alİ Bulaç

Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunamaz.

Çeviriyazı

lâ yemessühû ille-lmüṭahherûn.

Diyanet İşleri

Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.

Diyanet Vakfı

Ona ancak temizlenenler dokunabilir.

Edip Yüksel

Onu ancak temizler kavrayabilir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ona temizlenenlerden başkası el süremez.

Öztürk

Ona, arındırılmışlardan başkası dokunmaz.

Suat Yıldırım

Ona tertemiz (abdestli) olanlardan başkası dokunamaz.

Süleyman Ateş

Ki ona temizlerden başkası dokunmaz.

تَنزِيلٌۭ مِّن رَّبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٨٠﴾

Alemlerin Rabbinden indirilmiştir.

Alİ Bulaç

Alemlerin Rabbinden indirilmedir.

Çeviriyazı

tenzîlüm mir rabbi-l`âlemîn.

Diyanet İşleri

Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.

Diyanet Vakfı

O, alemlerin Rabbinden indirilmiştir.

Edip Yüksel

Evrenlerin Rabbinden indirilmiştir.

Elmalılı Hamdi Yazır

(O), âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.

Öztürk

Âlemlerin Rabbi'nden indirilmiştir.

Suat Yıldırım

Rabbülâlemin tarafından indirilmiştir.

Süleyman Ateş

(O), Alemlerin Rabbinden indirilmiştir.

أَفَبِهَٰذَا ٱلْحَدِيثِ أَنتُم مُّدْهِنُونَ ﴿٨١﴾

Artık siz, bu sözü mü yalanlayacaksınız?

Alİ Bulaç

Şimdi siz bu sözü mü hor görüp-küçümsüyorsunuz?

Çeviriyazı

efebihâẕe-lḥadîŝi entüm müdhinûn.

Diyanet İşleri

Siz bu sözü mü hor görüyorsunuz?

Diyanet Vakfı

Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz?

Edip Yüksel

Siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?

Elmalılı Hamdi Yazır

Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?

Öztürk

Şimdi siz, bu sözü mü kirletip küçümseyeceksiniz/bu sözle mi alttan alıp gevşek davranacaksınız/bu sözle mi yağcılık edeceksiniz?

Suat Yıldırım

Şimdi bu kelamı mı siz küçümsüyorsunuz?

Süleyman Ateş

Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz?

وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ ﴿٨٢﴾

Ve o kitaptan nasibiniz, yalnız onu yalanlamaktan ibaret mi olacak?

Alİ Bulaç

Ve rızkınızı (Kur'an'dan yararlanma nimetini bırakıp onu) mutlaka yalan saymaktan ibaret mi kılıyorsunuz?

Çeviriyazı

vetec`alûne rizḳaküm enneküm tükeẕẕibûn.

Diyanet İşleri

Rızkınıza şükredeceğiniz yere onu vereni mi yalanlıyorsunuz?

Diyanet Vakfı

Allah'ın verdiği rızka karşı şükrü, onu yalanlamakla mı yerine getiriyorsunuz?

Edip Yüksel

İnkar etmeyi iş mi ediniyorsunuz?

Elmalılı Hamdi Yazır

Rızkınızı, yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz?

Öztürk

Rızkınızı, yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz?

Suat Yıldırım

Bu nimete teşekkürünüz, onu yalan saymanız mı olmalıydı!

Süleyman Ateş

(Kur'an'dan istifade edeceğiniz yerde) Rızkınızı, yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz (sizin ondan elde ettiğiniz nasib, sadece onu yalanlamanız mıdır)?

فَلَوْلَآ إِذَا بَلَغَتِ ٱلْحُلْقُومَ ﴿٨٣﴾

Hani can gırtlağa gelince.

Alİ Bulaç

Hele can boğaza gelip dayandığında,

Çeviriyazı

felevlâ iẕâ belegati-lḥulḳûm.

Diyanet İşleri

Kişinin canı boğaza dayanınca ve siz o zaman bakıp kalırken, Biz o kişiye sizden daha yakınızdır, ama görmezsiniz.

Diyanet Vakfı

Hele can boğaza dayandığı zaman,

Edip Yüksel

Ya can boğaza dayandığı zaman?

Elmalılı Hamdi Yazır

Can boğaza dayandığı zaman

Öztürk

Ya o canın boğaza gelip dayandığı zaman!

Suat Yıldırım

Haydi görelim sizi, can boğaza geldiğinde,

Süleyman Ateş

Ya can boğaza dayandığı zaman?

وَأَنتُمْ حِينَئِذٍۢ تَنظُرُونَ ﴿٨٤﴾

Siz de o sırada bakar durursunuz.

Alİ Bulaç

Ki o sırada siz (sadece) bakıp-durursunuz,

Çeviriyazı

veentüm ḥîneiẕin tenżurûn.

Diyanet İşleri

Kişinin canı boğaza dayanınca ve siz o zaman bakıp kalırken, Biz o kişiye sizden daha yakınızdır, ama görmezsiniz.

Diyanet Vakfı

O vakit siz bakar durursunuz.

Edip Yüksel

O anda siz bakınmaktasınız.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ki o zaman siz (ölmek üzere olana) bakar durursunuz.

Öztürk

İşte o zaman siz bakakalırsınız!

Suat Yıldırım

O vakit can çekişenin yanında bulunan sizler bakar durursunuz.

Süleyman Ateş

Ki siz de o zaman (can çekişen kimseye) bakıp durursunuz.

وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَٰكِن لَّا تُبْصِرُونَ ﴿٨٥﴾

Ve biz, ona sizden daha yakınız ve fakat göremezsiniz.

Alİ Bulaç

Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz.

Çeviriyazı

venaḥnü aḳrabü ileyhi minküm velâkil lâ tübṣirûn.

Diyanet İşleri

Kişinin canı boğaza dayanınca ve siz o zaman bakıp kalırken, Biz o kişiye sizden daha yakınızdır, ama görmezsiniz.

Diyanet Vakfı

(O anda) biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.

Edip Yüksel

Biz ona (can çekişene) sizden daha yakınız; ancak siz göremezsiniz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz ona sizden daha yakınız, fakat siz görmezsiniz.

Öztürk

Biz ona sizden daha yakınız, ama siz görmezsiniz.

Suat Yıldırım

Biz ise, ona sizden daha yakınız, ama siz göremezsiniz.

Süleyman Ateş

Biz ona sizden daha yakınız, fakat siz görmezsiniz.

فَلَوْلَآ إِن كُنتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ ﴿٨٦﴾

İnanmıyorsanız, ceza görmeyeceğinizi sanıyorsanız.

Alİ Bulaç

İşte o vakit, eğer ceza görmeyecek iseniz,

Çeviriyazı

felevlâ in küntüm gayra medînîn.

Diyanet İşleri

Siz dirilip yaptıklarınıza karşılık görmeyecekseniz ve eğer bu sözünüzde samimi iseniz, o çıkmak üzere olan canı geri çevirsenize!

Diyanet Vakfı

Madem ki ceza görmeyecekmişsiniz,

Edip Yüksel

Yaptığınızın karşılığını görmeyeceğiniz doğruysa,

Elmalılı Hamdi Yazır

Eğer cezalandırılmayacak iseniz,

Öztürk

Madem ceza görmeyecek kişilersiniz,

Suat Yıldırım

Haydi bakalım eğer âhirette vereceğiniz hesap yoksa,

Süleyman Ateş

Eğer (öldükten sonra) cezalandırılmayacaksanız

تَرْجِعُونَهَآ إِن كُنتُمْ صَٰدِقِينَ ﴿٨٧﴾

O gırtlağa gelen canı geri çevirin bakalım doğru söylüyorsanız.

Alİ Bulaç

Eğer doğru söylüyorsanız, onu, (çıkmakta olan canı) geri çevirsenize.

Çeviriyazı

terci`ûnehâ in küntüm ṣâdiḳîn.

Diyanet İşleri

Siz dirilip yaptıklarınıza karşılık görmeyecekseniz ve eğer bu sözünüzde samimi iseniz, o çıkmak üzere olan canı geri çevirsenize!

Diyanet Vakfı

Onu (canı) geri çevirsenize, şayet iddianızda doğru iseniz!

Edip Yüksel

Onu geri çevirsenize, eğer doğru sözlü iseniz?

Elmalılı Hamdi Yazır

Onu geri çevirsenize; şayet iddianızda doğru iseniz.

Öztürk

Eğer doğru sözlülerseniz, onu geri çevirsenize.

Suat Yıldırım

İddianızda tutarlı iseniz, çıkmakta olan o rûhu geri döndürsenize!

Süleyman Ateş

(Bu sözünüzde doğru iseniz) o(çıkmakta olan ca)nı geri döndürsenize!

فَأَمَّآ إِن كَانَ مِنَ ٱلْمُقَرَّبِينَ ﴿٨٨﴾

Artık o kişi yakınlaştırılanlardansa.

Alİ Bulaç

Eğer o (ölecek kişi), yakın kılınan (mukarreb olan)lardan ise,

Çeviriyazı

feemmâ in kâne mine-lmüḳarrabîn.

Diyanet İşleri

Eğer ölen o kişi, gözdelerden ise, rahatlık, hoşluk ve nimet cenneti onundur.

Diyanet Vakfı

Fakat (ölen kişi Allah'a) yakın olanlardan ise,

Edip Yüksel

Ancak o, (bana) yaklaştırılanlardan ise-

Elmalılı Hamdi Yazır

Fakat ölen kişiye gelince, eğer o rahmete yaklaştırılanlardan ise,

Öztürk

Eğer o, yaklaştırılanlardan ise;

Suat Yıldırım

Ama eğer ölen kimse Allah'a yakın olanlardan ise, onun için rahatlık, güzel nasip ve naîm cenneti var.

Süleyman Ateş

(O can, Allah'a) Yaklaştırılanlardan ise,

فَرَوْحٌۭ وَرَيْحَانٌۭ وَجَنَّتُ نَعِيمٍۢ ﴿٨٩﴾

Artık ona huzur ve rahat ve rızık ve Naim cenneti.

Alİ Bulaç

Bu durumda rahatlık, güzel rızık ve nimetlerle donatılmış cennet (onundur).

Çeviriyazı

feravḥuv verayḥânüv vecennâtü ne`îm.

Diyanet İşleri

Eğer ölen o kişi, gözdelerden ise, rahatlık, hoşluk ve nimet cenneti onundur.

Diyanet Vakfı

Ona rahatlık, güzel rızık ve Naim cenneti vardır.

Edip Yüksel

o zaman neşe, çiçekler ve nimet cennetleri...

Elmalılı Hamdi Yazır

Ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır.

Öztürk

Rahatlık, güzel rızık ve nimetlerle dolu cennet var ona.

Suat Yıldırım

Ama eğer ölen kimse Allah'a yakın olanlardan ise, onun için rahatlık, güzel nasip ve naîm cenneti var.

Süleyman Ateş

O'na rahatlık, güzel rızık ve ni'met cenneti var.

وَأَمَّآ إِن كَانَ مِنْ أَصْحَٰبِ ٱلْيَمِينِ ﴿٩٠﴾

Ve ama sağ taraf ehlindense.

Alİ Bulaç

Ve eğer \"Ashab-ı Yemin\"den ise,

Çeviriyazı

veemmâ in kâne min aṣḥâbi-lyemîn.

Diyanet İşleri

Eğer defteri sağdan verilenlerden ise,

Diyanet Vakfı

Eğer o sağdakilerden ise,

Edip Yüksel

O, sağda olanlardan ise,

Elmalılı Hamdi Yazır

Eğer O, sağın adamlarından ise,

Öztürk

Eğer kutlu, uğurlu kişilerdense,

Suat Yıldırım

Eğer ashab-ı yeminden ise “Selâm sana ashab-ı yeminden!” denilecek. [41,30-32]

Süleyman Ateş

Eğer sağcılardan (amel defteri sağ tarafından verilenlerden) ise,

فَسَلَٰمٌۭ لَّكَ مِنْ أَصْحَٰبِ ٱلْيَمِينِ ﴿٩١﴾

Artık esenlik sana sağ taraf ehlinden.

Alİ Bulaç

Artık, \"Ashab-ı Yemin\"den selam sana.

Çeviriyazı

feselâmül leke min aṣḥâbi-lyemîn.

Diyanet İşleri

\"Ey sağcılardan olan kişi, sana selam olsun!\" denir.

Diyanet Vakfı

\"Ey sağdaki! Sana selam olsun!\"

Edip Yüksel

\"Sana sağdakilerden selam olsun!\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"(Ey sağcı), sana sağcılardan selam!\"

Öztürk

\"Selam sana kutlu ve uğurlu kişilerden!\" denir ona.

Suat Yıldırım

Eğer ashab-ı yeminden ise “Selâm sana ashab-ı yeminden!” denilecek. [41,30-32]

Süleyman Ateş

(Ey sağcı) Sana sağcılardan selam var!

وَأَمَّآ إِن كَانَ مِنَ ٱلْمُكَذِّبِينَ ٱلضَّآلِّينَ ﴿٩٢﴾

Ve ama yalanlayan sapıklardansa.

Alİ Bulaç

Ve eğer o, yalanlayan sapıklardan ise,

Çeviriyazı

veemmâ in kâne mine-lmükeẕẕibîne-ḍḍâllîn.

Diyanet İşleri

Eğer, sapık yalancılardan ise,

Diyanet Vakfı

Ama yalanlayıcı sapıklardan ise,

Edip Yüksel

Ama o yalanlayan sapıklardan ise-

Elmalılı Hamdi Yazır

Ama yalanlayıcı sapıklardan ise;

Öztürk

Eğer yalanlayan sapıklardansa;

Suat Yıldırım

Ama eğer dini yalan sayan sapıklardan ise onun ziyafeti kaynar su, peşinden de cehenneme atılış olacak.

Süleyman Ateş

Ama yalanlayıcı sapıklardan ise;

فَنُزُلٌۭ مِّنْ حَمِيمٍۢ ﴿٩٣﴾

Kaynar suyla ziyafet ona.

Alİ Bulaç

Artık (onun için) alabildiğine kaynar sudan bir şölen vardır.

Çeviriyazı

fenüzülüm min ḥamîm.

Diyanet İşleri

Ona kaynar sudan konukluk sunulur.

Diyanet Vakfı

İşte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır!

Edip Yüksel

kaynar sudan bir ağırlanma-

Elmalılı Hamdi Yazır

İşte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır.

Öztürk

Kaynar sudan bir ziyafet,

Suat Yıldırım

Ama eğer dini yalan sayan sapıklardan ise onun ziyafeti kaynar su, peşinden de cehenneme atılış olacak.

Süleyman Ateş

Kaynar sudan bir ziyafet,

وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ ﴿٩٤﴾

Ve cehenneme atılma.

Alİ Bulaç

Ve çılgınca yanan ateşe bir atılma da.

Çeviriyazı

vetaṣliyetü ceḥîm.

Diyanet İşleri

Cehenneme sokulur.

Diyanet Vakfı

Ve (onun sonu) cehenneme atılmaktır.

Edip Yüksel

ve cehennemde yanma...

Elmalılı Hamdi Yazır

Ve cehenneme atılma vardır.

Öztürk

Ve cehenneme salıverilme var ona.

Suat Yıldırım

Ama eğer dini yalan sayan sapıklardan ise onun ziyafeti kaynar su, peşinden de cehenneme atılış olacak.

Süleyman Ateş

Ve cehenneme atılma var.

إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ حَقُّ ٱلْيَقِينِ ﴿٩٥﴾

Şüphe yok ki bu, haktır, gerçeğin ta kendisidir.

Alİ Bulaç

Şüphesiz bu, kesin bilgi ifade eden bir gerçektir (Hakku'l-Yakin).

Çeviriyazı

inne hâẕâ lehüve ḥaḳḳu-lyeḳîn.

Diyanet İşleri

Doğrusu kesin gerçek budur.

Diyanet Vakfı

Şüphesiz ki bu, kesin gerçektir.

Edip Yüksel

Mutlak gerçek budur.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kesin gerçek budur işte.

Öztürk

İşte budur, o tartışmasız, o kesin gerçek!

Suat Yıldırım

İşte, hakkında hiç şüphe olmayan gerçek budur!

Süleyman Ateş

Kesin gerçek budur işte.

فَسَبِّحْ بِٱسْمِ رَبِّكَ ٱلْعَظِيمِ ﴿٩٦﴾

Artık pek ulu Rabbinin adını anarak tenzih et onu.

Alİ Bulaç

Öyleyse büyük Rabbini ismiyle tesbih et.

Çeviriyazı

fesebbiḥ bismi rabbike-l`ażîm.

Diyanet İşleri

Öyleyse çok büyük Rabbinin adını tesbih et.

Diyanet Vakfı

Öyleyse ulu Rabbinin adını tenzih ile an.

Edip Yüksel

Öyleyse Büyük Rabbinin ismini yücelt

Elmalılı Hamdi Yazır

Öyle ise Rabbini o büyük ismiyle tesbih et.

Öztürk

Artık, o yüce Rabbinin adını tespih et!

Suat Yıldırım

O halde Ulu Rabbinin ismini tenzih et!

Süleyman Ateş

Öyleyse büyük Rabbinin adını tesbih et (O'nu, kendisine layık olmayan sıfatlardan tenzih eyle).