Main pages

Surah The reality [Al-Haaqqa] in Turkish

Surah The reality [Al-Haaqqa] Ayah 52 Location Maccah Number 69

ٱلْحَآقَّةُ ﴿١﴾

Gerçek olan kıyamet.

Alİ Bulaç

'Elbette gerçekleşecek olan' (kıyamet).

Çeviriyazı

elḥâḳḳah.

Diyanet İşleri

Gerçekleşecek olan!

Diyanet Vakfı

Gerçekleşecek olan;

Edip Yüksel

Gerçekleşen (olay).

Elmalılı Hamdi Yazır

(Gerçekleşecek) Kıyamet!

Öztürk

el-Hâkka/geleceği kuşkusuz olan şey!

Suat Yıldırım

Kesin gerçekleşecek olan,

Süleyman Ateş

Gerçekleşen,

مَا ٱلْحَآقَّةُ ﴿٢﴾

Nedir gerçek olan kıyamet?

Alİ Bulaç

Nedir o 'muhakkak gerçekleşecek olan?'

Çeviriyazı

me-lḥâḳḳah.

Diyanet İşleri

Nedir o gerçekleşecek olan gün?

Diyanet Vakfı

(Evet) nedir o gerçekleşecek olan?

Edip Yüksel

Nedir o gerçekleşen!

Elmalılı Hamdi Yazır

Nedir, o Kıyamet?

Öztürk

Nedir o hâkka?

Suat Yıldırım

Evet nedir o gerçekleşecek olan?

Süleyman Ateş

Nedir o gerçekleşen?

وَمَآ أَدْرَىٰكَ مَا ٱلْحَآقَّةُ ﴿٣﴾

Ve nedir bildiren sana ki nedir gerçek kıyamet?

Alİ Bulaç

O gerçekleşecek olanı (kıyameti) sana bildiren nedir?

Çeviriyazı

vemâ edrâke me-lḥâḳḳah.

Diyanet İşleri

Gerçekleşecek olanın ne olduğunu sana ne bildirir?

Diyanet Vakfı

Gerçekleşecek olanın (kıyametin) ne olduğunu sen nereden bileceksin?

Edip Yüksel

Gerçekleşenin ne olduğunu nerden bileceksin?

Elmalılı Hamdi Yazır

Gerçekleşenin (Kıaymetin) ne olduğunu sen nerden bileceksin?

Öztürk

O hâkkanın niteliğini sana bildiren nedir?

Suat Yıldırım

Gerçekleşecek kıyameti sen nereden bileceksin?

Süleyman Ateş

Gerçekleşenin ne olduğunu nerden bileceksin?

كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌۢ بِٱلْقَارِعَةِ ﴿٤﴾

Yalanladı Semud ve Âd, insanların başına kopan, akıllarını dağıtan kıyameti.

Alİ Bulaç

Semud ve Ad (toplumları), karia’yı yalan saydılar.

Çeviriyazı

keẕẕebet ŝemûdü ve`âdüm bilḳâri`ah.

Diyanet İşleri

Semud ve Ad milletleri tepelerine inecek bu gerçeği yalanladılar.

Diyanet Vakfı

Semud ve Ad kavimleri, kapılarını çalacak felaketi (kıyameti) yalan saymışlardı.

Edip Yüksel

Semud ve Ad (halkı) sarsıcı olayı yalanladı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Semûd ve Âd, kapılarını çalacak olan o felaketi yalan saymışlardı.

Öztürk

Semûd ve Âd kâriayı/başa çarpan olayı yalanlamıştı.

Suat Yıldırım

İşte Semûd ve Âd milletleri de o kafalara çarpan kıyamet dehşetini yalan saymışlardı.

Süleyman Ateş

Semud ve 'Ad (kavimleri), başa çarpan olayı yalanladılar.

فَأَمَّا ثَمُودُ فَأُهْلِكُوا۟ بِٱلطَّاغِيَةِ ﴿٥﴾

Derken Semud, helak edildi taşkınlığıyla.

Alİ Bulaç

Bu nedenle Semud (halkı), korkunç bir sesle helak edildi.

Çeviriyazı

feemmâ ŝemûdü feühlikû biṭṭâgiyeh.

Diyanet İşleri

Bu yüzden Semud milleti zorlu bir sarsıntı ile yok edildi.

Diyanet Vakfı

Semud'a gelince: Onlar pek zorlu (bir sarsıntı) ile helak edildiler.

Edip Yüksel

Ve Semud o azgın (sarsıntı) ile yok edildi.

Elmalılı Hamdi Yazır

Semûd kavmi korkunç bir sesle yok edildi.

Öztürk

Bunun üzerine Semûd, bir doğal felaket ile helâk edildi.

Suat Yıldırım

-Bunlardan Semûd o korkunç zelzele ile yok edildi. Âd ise azgın bir kasırga ile imha edildi.

Süleyman Ateş

Bu yüzden Semud (kavmi) azgın bir vak'a ile helak edildiler.

وَأَمَّا عَادٌۭ فَأُهْلِكُوا۟ بِرِيحٍۢ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍۢ ﴿٦﴾

Ve ama Âd, helak edildi müthiş bir ses çıkaran, yıkıp götüren, silip süpüren soğuk bir kasırgayla.

Alİ Bulaç

Ad (halkın)a gelince; onlar da, uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile helak edildiler.

Çeviriyazı

veemmâ `âdün feühlikû birîḥin ṣarṣarin `âtiyeh.

Diyanet İşleri

Ad milleti de bu yüzden önünde durulmaz, dondurucu bir rüzgarla yok edildi.

Diyanet Vakfı

Ad kavmi ise, uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvedildiler.

Edip Yüksel

Ad ise sert ve azgın bir kasırga ile yok edildi.

Elmalılı Hamdi Yazır

Âd kavmi ise gürültülü ve azgın bir fırtına ile yok edildiler.

Öztürk

Âd ise gürleyen sesle gelen rüzgârlı bir fırtınayla mahvedildi.

Suat Yıldırım

-Bunlardan Semûd o korkunç zelzele ile yok edildi. Âd ise azgın bir kasırga ile imha edildi.

Süleyman Ateş

Ad (kavmi) ise uğultulu, azgın bir kasırga ile helak edildiler.

سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍۢ وَثَمَٰنِيَةَ أَيَّامٍ حُسُومًۭا فَتَرَى ٱلْقَوْمَ فِيهَا صَرْعَىٰ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍۢ ﴿٧﴾

Onu, yedi gece ve sekiz gün, birbiri ardınca musallat etti onlara, o topluluğa baksaydın görürdün ki bu kadar zaman içinde yıkılıvermişler yerlere, sanki içleri kof hurma kütükleriymiş onlar.

Alİ Bulaç

(Allah) Onu, yedi gece ve sekiz gün, aralık vermeksizin üzerlerine musallat etti. Öyle ki, o kavmin, orada sanki içi kof hurma kütükleriymiş gibi çarpılıp yere yıkıldığını görürsün.

Çeviriyazı

seḫḫarahâ `aleyhim seb`a leyâliv veŝemâniyete eyyâmin ḥusûmen fetere-lḳavme fîhâ ṣar`â keennehüm a`câzü naḫlin ḫâviyeh.

Diyanet İşleri

Allah onların kökünü kesmek üzere, üzerlerine o rüzgarı yedi gece sekiz gün, estirdi. Halkın, kökünden çıkarılmış hurma kütükleri gibi yere yıkıldıklarını görürsün.

Diyanet Vakfı

Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.

Edip Yüksel

Onu, yedi gece ve sekiz gün boyunca üzerlerine bir bela olarak saldı. Halkın, çürümüş hurma gövdeleri gibi yere yıkıldıklarını görürsün.

Elmalılı Hamdi Yazır

Allah o fırtınayı üzerlerine yedi gece sekiz gündüz musallat etmişti. Öyle ki, o kavmi içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.

Öztürk

Onu, onların üzerine yedi gece-sekiz gün hiç ara vermeden saldı. Topluluğu orada yerlere serilmiş görürsün. İçleri boşaltılmış hurma kütükleri gibidirler.

Suat Yıldırım

Allah o kasırgayı üzerlerine yedi gece, sekiz gün kesintisiz olarak salıverdi. Öyle ki sen, o halkı içi boş hurma kütükleri gibi yerlere serilmiş görürdün.

Süleyman Ateş

(Allah) Onu, yedi gece, sekiz gün ardı ardına onların üzerine saldı. O kavmi orada, içi boş hurma kütükleri gibi serilmiş görürsün.

فَهَلْ تَرَىٰ لَهُم مِّنۢ بَاقِيَةٍۢ ﴿٨﴾

Artık görebilir misin, var mı onlardan kalanlar?

Alİ Bulaç

Şimdi onlardan hiç arta kalan (bir şey) görüyor musun?

Çeviriyazı

fehel terâ lehüm mim bâḳiyeh.

Diyanet İşleri

Onlardan arda kalmış bir şey görür müsün?

Diyanet Vakfı

Şimdi onlardan arda kalan bir şey görüyor musun?

Edip Yüksel

Onların hiç bir kalıntısını görüyor musun?

Elmalılı Hamdi Yazır

Bak şimdi görebilir misin onlardan bir kalıntı?

Öztürk

Onlardan geri kalan bir şey görüyor musun?

Suat Yıldırım

Şimdi onlardan geri kalan bir şey görebilir misin?

Süleyman Ateş

Onlardan hiç geri kalan görüyor musun?

وَجَآءَ فِرْعَوْنُ وَمَن قَبْلَهُۥ وَٱلْمُؤْتَفِكَٰتُ بِٱلْخَاطِئَةِ ﴿٩﴾

Ve Firavun ve ondan önce şehirleri altüst olanlar da suçlar işlemişlerdi.

Alİ Bulaç

Firavun (kavmi), ondan öncekiler ve yerle bir olan şehirler (halkı da hep) o hata ile (tarih sahnesine) geldiler.

Çeviriyazı

vecâe fir`avnü vemen ḳablehû velmü'tefikâtü bilḫâṭieh.

Diyanet İşleri

Firavun, ondan öncekiler ve alt üst olmuş kasabalarda oturanlar da suç işlemişlerdi.

Diyanet Vakfı

Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen beldeler halkı (Lut kavmi) hep o günahı (şirki) işlediler.

Edip Yüksel

Firavun, ondan öncekiler ve altüst olan (Sodomlu) larda kötülük işlemişti.

Elmalılı Hamdi Yazır

Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen beldeler de hep o hatayı işleyegeldiler.

Öztürk

Firavun da ondan öncekiler de altı üstüne gelmiş kentler de aynı hataya vücut verdiler.

Suat Yıldırım

Firavun da, ondan öncekiler de, altüst edilip yerin dibine geçirilen Lût milletine ait kasabaların ahalileri de hep o günaha (yani şirke) girdiler.

Süleyman Ateş

Fir'avn ve ondan öncekiler ve altüst olmuş kentler(in halkı olan Lut kavmi) de hatalı iş yaptılar.

فَعَصَوْا۟ رَسُولَ رَبِّهِمْ فَأَخَذَهُمْ أَخْذَةًۭ رَّابِيَةً ﴿١٠﴾

Derken Rablerinin peygamberine isyan etmişlerdi de onları gittikçe artan bir azapla helak etmişti.

Alİ Bulaç

Böylece Rablerinin elçisine isyan ettiler. Bu yüzden onları, şiddeti gittikçe artan bir yakalayışla yakaladı.

Çeviriyazı

fe`aṣav rasûle rabbihim feeḫaẕehüm aḫẕeter râbiyetâ.

Diyanet İşleri

Rabbinin peygamberine baş kaldırmışlardı. Bunun üzerine Rableri onları şiddeti arttıkça artan bir şekilde yakaladı.

Diyanet Vakfı

Böylece Rablerinin peygamberlerine karşı geldiler, O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıverdi.

Edip Yüksel

Rab'lerinin elçisine isyan ettiler. Bunun sonucu olarak da onları şiddeti gittikçe artan bir biçimde yakalamıştı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hep Rablerinin elçilerine karşı geldiler. O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıverdi.

Öztürk

Rablerinin resulüne isyan ettiler de O da onları, şiddeti arttıkça artan bir yakalayışla yakaladı.

Suat Yıldırım

Rab'lerinin elçisine isyan ettiler, Allah da onları şiddetle cezaya çarptırdı. [50,14; 26,105-123-141]

Süleyman Ateş

Rablerinin elçisine karşı geldiler. O da onları şiddeti gittikçe artan bir yakalayışla yakaladı.

إِنَّا لَمَّا طَغَا ٱلْمَآءُ حَمَلْنَٰكُمْ فِى ٱلْجَارِيَةِ ﴿١١﴾

Şüphe yok ki akıp giden gemide taşıdık sizi sular köpürüp coşunca.

Alİ Bulaç

Gerçek şu ki, su taştığı zaman, o gemide Biz sizi taşıdık;

Çeviriyazı

innâ lemmâ ṭaga-lmâü ḥamelnâküm fi-lcâriyeh.

Diyanet İşleri

Su taştığı vakit, size bir ibret olmak üzere, anlayışlı kulaklar anlasın diye süzülen gemide, sizi Biz taşımışızdır.

Diyanet Vakfı

Şüphesiz, su bastığı vakit sizi gemide biz taşıdık;

Edip Yüksel

Su taşınca sizi akıp giden (sal) üzerinde taşımıştık.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kuşkusuz, sular kabarınca sizi gemide biz taşıdık.

Öztürk

Su azıp köpürdüğünde, biz sizi o akıp gidende taşıdık,

Suat Yıldırım

Unutmayın ki Nûh zamanında, sular taştığı vakit, sizi (varlığınıza vesile olan atalarınızı) emniyetli gemide Biz taşımıştık! Onu sizin için hem bir ibret vesilesi kılalım, hem de can kulağı ile dinleyip ders alanlar iyice bellesinler diye böyle yapmıştık. [36,41-42; 43,12-14; 16,14; 35,12]

Süleyman Ateş

Su(lar) kabarınca biz sizi, akıp giden(gemi)de taşıdık.

لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةًۭ وَتَعِيَهَآ أُذُنٌۭ وَٰعِيَةٌۭ ﴿١٢﴾

Bu, size bir öğüt ve ibret olsun ve belleyip unutmayan kulaklarda kalsın diye.

Alİ Bulaç

Öyle ki, onu sizlere bir ibret (hatırlatma ve öğüt) kılalım. 'Gerçeği belleyip kavrayabilen' kullar da onu belleyip-kavrasın.'

Çeviriyazı

linec`alehâ leküm teẕkiratev vete`iyehâ üẕünüv vâ`iyeh.

Diyanet İşleri

Su taştığı vakit, size bir ibret olmak üzere, anlayışlı kulaklar anlasın diye süzülen gemide, sizi Biz taşımışızdır.

Diyanet Vakfı

Onu sizin için bir ibret ve öğüt yapalım ve belleyici kulaklar onu bellesin diye.

Edip Yüksel

Ki o size bir ders olsun ve dinleyen kulaklar anlasın.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye.

Öztürk

Ki onu size bir hatırlatıcı/düşündürücü yapalım ve kavrayabilen kulak kavrasın.

Suat Yıldırım

Unutmayın ki Nûh zamanında, sular taştığı vakit, sizi (varlığınıza vesile olan atalarınızı) emniyetli gemide Biz taşımıştık! Onu sizin için hem bir ibret vesilesi kılalım, hem de can kulağı ile dinleyip ders alanlar iyice bellesinler diye böyle yapmıştık. [36,41-42; 43,12-14; 16,14; 35,12]

Süleyman Ateş

Ki onu size bir ibret yapalım ve belleyen kulak(lar) onu bellesin.

فَإِذَا نُفِخَ فِى ٱلصُّورِ نَفْخَةٌۭ وَٰحِدَةٌۭ ﴿١٣﴾

Sura bir kerecik üfürülünce.

Alİ Bulaç

Artık sur'a tek bir üfürülüşle üfürüleceği.

Çeviriyazı

feiẕâ nüfiḫa fi-ṣṣûri nefḫatüv vâḥideh.

Diyanet İşleri

Sura bir üfürüş üfürüldüğü, yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur, kıyamet kopar.

Diyanet Vakfı

Artık Sur'a bir tek defa üflendiği,

Edip Yüksel

Boruya bir kez üfürüldüğü zaman,

Elmalılı Hamdi Yazır

Sûr'a bir tek üfleme üflendiği,

Öztürk

Sûra bir üfleyişle üflendiğinde,

Suat Yıldırım

Artık sûra kuvvetle üflendiğinde,yer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir tek darbe ile çarpılıp paramparça edildiğinde,

Süleyman Ateş

Sur'a bir tek üfleme üflendiği,

وَحُمِلَتِ ٱلْأَرْضُ وَٱلْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةًۭ وَٰحِدَةًۭ ﴿١٤﴾

Ve yeryüzü ve dağlar, bir kerecik birbirlerine çarpıp dağılınca.

Alİ Bulaç

Yeryüzü ve dağlar yerlerinden oynatılıp kaldırılacağı, ardından tek bir çarpma ile birbirlerine çarpılıp parça parça olacağı zaman.

Çeviriyazı

veḥumileti-l'arḍu velcibâlü fedükketâ dekketev vâḥidetâ.

Diyanet İşleri

Sura bir üfürüş üfürüldüğü, yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur, kıyamet kopar.

Diyanet Vakfı

Yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zaman,

Edip Yüksel

Yer ve dağlar kaldırılıp birbirine çarpılıp darmadağın edildiği zaman,

Elmalılı Hamdi Yazır

Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman,

Öztürk

Yer ve dağlar yükletilip birbirine bir çarpılışla parça parça edildiğinde,

Suat Yıldırım

Artık sûra kuvvetle üflendiğinde,yer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir tek darbe ile çarpılıp paramparça edildiğinde,

Süleyman Ateş

Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman,

فَيَوْمَئِذٍۢ وَقَعَتِ ٱلْوَاقِعَةُ ﴿١٥﴾

İşte o gün ansızın kopacak kıyamet kopar.

Alİ Bulaç

İşte o gün, vakıa (bir gerçek olan kıyamet) artık vukubulmuş (gerçekleşmiş)tur.

Çeviriyazı

feyevmeiẕiv veḳa`ati-lvâḳi`ah.

Diyanet İşleri

Sura bir üfürüş üfürüldüğü, yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur, kıyamet kopar.

Diyanet Vakfı

işte o gün olacak olur (kıyamet kopar).

Edip Yüksel

İşte o gün kaçınılmaz olay gerçekleşmiştir.

Elmalılı Hamdi Yazır

İşte o gün olacak olur.

Öztürk

İşte o gün, olması gereken olmuştur.

Suat Yıldırım

İşte o gün olan olur, kıyamet o gün kopar!

Süleyman Ateş

İşte o gün, olan olmuştur.

وَٱنشَقَّتِ ٱلسَّمَآءُ فَهِىَ يَوْمَئِذٍۢ وَاهِيَةٌۭ ﴿١٦﴾

Ve gök yarılır, o gün bitkin bir hale gelir.

Alİ Bulaç

Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, 'sarkmış-za'fa uğramıştır.'

Çeviriyazı

venşeḳḳati-ssemâü fehiye yevmeiẕiv vâhiyeh.

Diyanet İşleri

Gök yarılır; o gün düzeni bozulur.

Diyanet Vakfı

Gök de yarılır ve artık o gün o, çökmeye yüz tutar.

Edip Yüksel

Gök yarılmıştır, parçalanmıştır.

Elmalılı Hamdi Yazır

O gün gök yarılmış, sarkmıştır.

Öztürk

Gök yarılmıştır. O gün o, lime lime sarkmıştır.

Suat Yıldırım

O gün gök yarılır, parçalanır, iyice kuvvetten düşer.

Süleyman Ateş

Gök yarılmıştır; o gün o, zayıf, sarkıktır.

وَٱلْمَلَكُ عَلَىٰٓ أَرْجَآئِهَا ۚ وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍۢ ثَمَٰنِيَةٌۭ ﴿١٧﴾

Melekler, etrafında toplanırlar ve Rabbinin arşını o gün, onların üstünde, sekiz melek taşır.

Alİ Bulaç

Melek(ler) ise, onun çevresi üzerindedir. O gün, Rabbinin arşını onların da üstünde sekiz (melek) taşır.

Çeviriyazı

velmelekü `alâ ercâihâ. veyaḥmilü `arşe rabbike fevḳahüm yevmeiẕin ŝemâniyeh.

Diyanet İşleri

Melekler onun çevresindedirler; o gün Rabbinin arşını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir.

Diyanet Vakfı

Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir.

Edip Yüksel

Melekler her yandadır. Rabbinin yönetimi o gün sekiz (evren) üzerinde egemen olacaktır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Melekler de onun etrafındadır, O gün Rabbinin Arşını bunların da üstünde sekiz melek yüklenir.

Öztürk

Melek de onun kenarlarındadır. Rabbinin arşını, o gün onların üstündeki sekiz taşır.

Suat Yıldırım

Melekler de göğün etrafında bulunurlar. O gün Rabbinin Arş'ını, sekiz melek taşır.

Süleyman Ateş

Melekler de onun kenarlarındadır. O gün Rabbinin tahtını, üstlerinde sekiz (melek) taşır.

يَوْمَئِذٍۢ تُعْرَضُونَ لَا تَخْفَىٰ مِنكُمْ خَافِيَةٌۭ ﴿١٨﴾

O gün ahvaliniz öylesine meydana çıkarılır ki hiçbir şeyiniz gizli kalmaz.

Alİ Bulaç

Siz o gün arzolunursunuz; sizden yana hiçbir gizli (şey), gizli kalmaz.

Çeviriyazı

yevmeiẕin tü`raḍûne lâ taḫfâ minküm ḫâfiyeh.

Diyanet İşleri

O gün siz huzura alınırsınız, hiçbir şeyiniz gizli kalmaz.

Diyanet Vakfı

(Ey insanlar! ) O gün (hesap için) huzura alınırsınız; size ait hiçbir sır gizli kalmaz.

Edip Yüksel

O gün ortaya çıkarılırsınız ve hiçbir şeyiniz gizli kalmaz.

Elmalılı Hamdi Yazır

O gün (hesap için Allah'a) arz olunursunuz, öyle ki gizli bir haliniz kalmaz.

Öztürk

O gün arz olunursunuz; hiçbir saklınız-gizliniz kalmaz.

Suat Yıldırım

O gün bütün yaptıklarınızla Allah'a arz olunursunuz; öyle ki sizden en ufak bir şey bile gizli kalmaz.

Süleyman Ateş

O gün (Allah'a) arz olunursunuz. Sizden hiçbir giz, (Allah'a) gizli kalmaz.

فَأَمَّا مَنْ أُوتِىَ كِتَٰبَهُۥ بِيَمِينِهِۦ فَيَقُولُ هَآؤُمُ ٱقْرَءُوا۟ كِتَٰبِيَهْ ﴿١٩﴾

Derken kimin kitabı, sağ yanından verilirse artık der ki: Gelin, işte okuyun kitabımı.

Alİ Bulaç

Artık kitabı sağ-eline verilen kişi, der ki: \"Alın, kitabımı okuyun.\"

Çeviriyazı

feemmâ men ûtiye kitâbehû biyemînihî feyeḳûlü hâümu-ḳraû kitâbiyeh.

Diyanet İşleri

Kitabı sağından verilen; \"Alın, kitabımı okuyun, doğrusu bir hesaplaşma ile karşılaşacağımı umuyordum\" der.

Diyanet Vakfı

Kitabı sağ tarafından verilen:\" Alın, kitabımı okuyun\" der.

Edip Yüksel

Kitabı sağından verilen, \"Alın kitabımı okuyun,\" der,

Elmalılı Hamdi Yazır

Kitabı sağından verilen, \"alın okuyun kitabımı..\"

Öztürk

Öz kitabı sağından verilen: \"İşte kitabım, okuyun!\" der.

Suat Yıldırım

Hesap defteri sağ tarafından verilen neşelenir ve: “İşte defterim! Buyurun okuyun, inceleyin!” [84,9]

Süleyman Ateş

Kitabı sağından verilen: \"Alın Kitabımı okuyun\" der.

إِنِّى ظَنَنتُ أَنِّى مُلَٰقٍ حِسَابِيَهْ ﴿٢٠﴾

Zaten ben biliyordum ki kıyamet günü kavuşacağım hesabıma.

Alİ Bulaç

\"Çünkü ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış (anlamış)tım.\"

Çeviriyazı

innî żanentü ennî mülâḳin ḥisâbiyeh.

Diyanet İşleri

Kitabı sağından verilen; \"Alın, kitabımı okuyun, doğrusu bir hesaplaşma ile karşılaşacağımı umuyordum\" der.

Diyanet Vakfı

\" Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.\"

Edip Yüksel

\"Hesabımla karşılaşacağıma inanıyordum.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Çünkü ben hesabıma kavuşacağımı sezmiştim\" der.

Öztürk

\"Kendi hesabıma kavuşacağımı sezmiştim zaten.\"

Suat Yıldırım

“Zaten ben hesabımla karşılaşacağımı biliyordum!” der.

Süleyman Ateş

Ben hesabımla karşılaşacağımı sezmiştim zaten.

فَهُوَ فِى عِيشَةٍۢ رَّاضِيَةٍۢ ﴿٢١﴾

Artık o, razı olduğu bir yaşayış, bir zevk içindedir.

Alİ Bulaç

Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir.

Çeviriyazı

fehüve fî `îşetir râḍiyeh.

Diyanet İşleri

Artık o, meyveleri sarkmış, yüksek bir bahçede, hoş bir yaşayış içindedir.

Diyanet Vakfı

Artık o, hoşnut kalacağı bir hayat içindedir,

Edip Yüksel

O mutlu bir yaşantı içindedir,

Elmalılı Hamdi Yazır

Artık o hoşnut bir hayattadır.

Öztürk

Artık o, hoşnutluk veren bir yaşayış içindedir.

Suat Yıldırım

O artık mutluluk veren bir yaşam içindedir.

Süleyman Ateş

Artık o, memmun eden bir yaşam içindedir.

فِى جَنَّةٍ عَالِيَةٍۢ ﴿٢٢﴾

Yüce cennettedir.

Alİ Bulaç

Yüksek bir cennette.

Çeviriyazı

fî cennetin `âliyeh.

Diyanet İşleri

Artık o, meyveleri sarkmış, yüksek bir bahçede, hoş bir yaşayış içindedir.

Diyanet Vakfı

Yüce bir cennette,

Edip Yüksel

Yüksek bir cennette (bahçede),

Elmalılı Hamdi Yazır

Yüksek bir cennettedir.

Öztürk

Yüksek bir bahçe içindedir.

Suat Yıldırım

Çok güzel ve pek kıymetli cennet bahçelerindedir.

Süleyman Ateş

Yüksek bir bahçede.

قُطُوفُهَا دَانِيَةٌۭ ﴿٢٣﴾

Meyveleri pek yakındır.

Alİ Bulaç

Devşirilecek (meyve ve eşsiz ürün)leri pek yakındır.

Çeviriyazı

ḳuṭûfühâ dâniyeh.

Diyanet İşleri

Artık o, meyveleri sarkmış, yüksek bir bahçede, hoş bir yaşayış içindedir.

Diyanet Vakfı

Meyveleri sarkmış halde.

Edip Yüksel

Meyveleri ulaşılabilecek mesafededir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ki o cennetin meyveleri sarkmıştır.

Öztürk

Devşirilmesi kolaydır onun.

Suat Yıldırım

Meyveleri hemen el ile koparılacak durumdadır.

Süleyman Ateş

Ki devşirmesi kolay (meyvaları yakın. Oturan, elini uzatıp alabilir).

كُلُوا۟ وَٱشْرَبُوا۟ هَنِيٓـًٔۢا بِمَآ أَسْلَفْتُمْ فِى ٱلْأَيَّامِ ٱلْخَالِيَةِ ﴿٢٤﴾

Yiyin için, afiyetler olsun, geçmiş günlerdeki yaptıklarınızın karşılığı olarak.

Alİ Bulaç

\"Geride kalan günlerde, 'peşin olarak sunduklarınıza karşılık olmak üzere,' afiyetle yiyin ve için.\"

Çeviriyazı

külû veşrabû henîem bimâ esleftüm fi-l'eyyâmi-lḫâliyeh.

Diyanet İşleri

Onlara şöyle denir: \"Geçmiş günlerde, peşinen işlediklerinize karşılık afiyetle yiyiniz içiniz.\"

Diyanet Vakfı

(Onlara denir ki:) Geçmiş günlerde işlediklerinize (iyi amellerinize) karşılık, afiyetle yeyin, için.

Edip Yüksel

Geçmiş günlerinizde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyiniz, içiniz.

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yeyin, için.\" (denir).

Öztürk

Geçmiş günlerde sunduklarınızın karşılığı olarak afiyetle yiyin, için.

Suat Yıldırım

Kendilerine şöyle denilir: “Geçmiş günlerinizde yaptığınız güzel işlerden dolayı afiyetle, yiyin, için!”

Süleyman Ateş

Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yeyin, için!

وَأَمَّا مَنْ أُوتِىَ كِتَٰبَهُۥ بِشِمَالِهِۦ فَيَقُولُ يَٰلَيْتَنِى لَمْ أُوتَ كِتَٰبِيَهْ ﴿٢٥﴾

Ve ama kimin kitabı, sol yanından verilirse artık der ki: Keşke verilmeseydi kitabım.

Alİ Bulaç

Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: \"Bana keşke kitabım verilmeseydi.\"

Çeviriyazı

veemmâ men ûtiye kitâbehû bişimâlihî feyeḳûlü yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh.

Diyanet İşleri

Fakat kitabı kendisine solundan verilen kimse: \"Kitabım keşke bana verilmeseydi; keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim; bu iş keşke son bulmuş olsaydı; malım bana fayda vermedi; gücüm de kalmadı\" der.

Diyanet Vakfı

Kitabı sol tarafından verilene gelince, der ki:\" Keşke, bana kitabım verilmeseydi!\"

Edip Yüksel

Kitabı solundan verilenlere gelince, onlar, \"Keşke kitabım bana verilmeseydi,\" der,

Elmalılı Hamdi Yazır

Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: \"Keşke kitabım verilmeseydi de,

Öztürk

Öz kitabı sol taraftan verilene gelince o şöyle der: \"Ah, ne olurdu, bana kitabım verilmeseydi!\"

Suat Yıldırım

Ama hesap defteri sol tarafından verilen kimse: “Eyvah der, keşke verilmez olaydı bu defterim!

Süleyman Ateş

Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: \"Keşke bana Kitabım verilmeseydi!\"

وَلَمْ أَدْرِ مَا حِسَابِيَهْ ﴿٢٦﴾

Ve keşke bilmeseydim, nedir hesabım.

Alİ Bulaç

\"Hesabımı hiç bilmeseydim.\"

Çeviriyazı

velem edri mâ ḥisâbiyeh.

Diyanet İşleri

Fakat kitabı kendisine solundan verilen kimse: \"Kitabım keşke bana verilmeseydi; keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim; bu iş keşke son bulmuş olsaydı; malım bana fayda vermedi; gücüm de kalmadı\" der.

Diyanet Vakfı

\"Şu hesabımın ne olduğunu bilmeseydim!\"

Edip Yüksel

\"Hesabımın ne olduğunu öğrenmeyeydim.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim,

Öztürk

\"Hesabımın ne olduğunu hiç bilmemiş olsaydım.\"

Suat Yıldırım

Keşke hesabımı bilmez olaydım!

Süleyman Ateş

Şu hesabımı hiç bilmemiş olsaydım!

يَٰلَيْتَهَا كَانَتِ ٱلْقَاضِيَةَ ﴿٢٧﴾

Keşke ölümle olup bitseydi her işim.

Alİ Bulaç

\"Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi.

Çeviriyazı

yâ leytehâ kâneti-lḳâḍiyeh.

Diyanet İşleri

Fakat kitabı kendisine solundan verilen kimse: \"Kitabım keşke bana verilmeseydi; keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim; bu iş keşke son bulmuş olsaydı; malım bana fayda vermedi; gücüm de kalmadı\" der.

Diyanet Vakfı

Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi!

Edip Yüksel

\"Keşke ölümüm sonsuz olsaydı.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Ne olurdu o ölüm, iş bitirici olsaydı.

Öztürk

\"Ah, ne olurdu, iş bitmiş olsaydı!\"

Suat Yıldırım

N'olurdu, ölüm her şeyi bitirmiş olaydı!

Süleyman Ateş

Keşke (ölüm) işimi bitirmiş olsaydı!

مَآ أَغْنَىٰ عَنِّى مَالِيَهْ ۜ ﴿٢٨﴾

Bir fayda vermedi bana mallarım.

Alİ Bulaç

\"Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı.\"

Çeviriyazı

mâ agnâ `annî mâliyeh.

Diyanet İşleri

Fakat kitabı kendisine solundan verilen kimse: \"Kitabım keşke bana verilmeseydi; keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim; bu iş keşke son bulmuş olsaydı; malım bana fayda vermedi; gücüm de kalmadı\" der.

Diyanet Vakfı

Malım bana hiç fayda sağlamadı;

Edip Yüksel

\"Param bana yaramadı.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Malım bana hiç fayda vermedi.

Öztürk

\"Hiçbir işime yaramadı malım.\"

Suat Yıldırım

Servetim, malım bana fayda etmedi!

Süleyman Ateş

Malım bana hiçbir yarar sağlamadı.

هَلَكَ عَنِّى سُلْطَٰنِيَهْ ﴿٢٩﴾

Helak olup gitti gücümkuvvetim.

Alİ Bulaç

\"Güç ve kudretim yok olup gitti.\"

Çeviriyazı

heleke `annî sülṭâniyeh.

Diyanet İşleri

Fakat kitabı kendisine solundan verilen kimse: \"Kitabım keşke bana verilmeseydi; keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim; bu iş keşke son bulmuş olsaydı; malım bana fayda vermedi; gücüm de kalmadı\" der.

Diyanet Vakfı

Saltanatım da benden (koptu), yok olup gitti.

Edip Yüksel

\"Tüm gücümü yitirdim.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Gücüm de benden yok olup gitti.\"

Öztürk

\"Sökülüp gitti benden saltanatım.\"

Suat Yıldırım

Bütün gücüm, iktidarım yok oldu gitti!”

Süleyman Ateş

Gücüm (saltanatım) benden yok olup gitti

خُذُوهُ فَغُلُّوهُ ﴿٣٠﴾

Tutun onu da zincirle bağlayın.

Alİ Bulaç

(Allah buyruk verir:) \"Onu tutuklayın, hemen bağlayın.\"

Çeviriyazı

ḫuẕûhü fegullûh.

Diyanet İşleri

İlgililere şöyle buyurulur: \"O'nu alın, bağlayın.\"

Diyanet Vakfı

Onu yakalayın da, (ellerini boynuna) bağlayın;

Edip Yüksel

Yakalayın, bağlayın onu.

Elmalılı Hamdi Yazır

(Zebanilere şöyle denir): \"Onu yakalayın da bağlayın.\"

Öztürk

\"Tutun onu, derhal bağlayın onu!\"

Suat Yıldırım

Allah cehennem bekçilerine emir verir: “Tutun bağlayın onu, kelepçeleyin!”

Süleyman Ateş

(Allah, cehennemin muhafızlarına buyurur:) \"Tutun onu, bağlayın onu.\"

ثُمَّ ٱلْجَحِيمَ صَلُّوهُ ﴿٣١﴾

Sonra koca cehenneme atın.

Alİ Bulaç

\"Sonra çılgın alevlerin içine atın.\"

Çeviriyazı

ŝümme-lceḥîme ṣallûh.

Diyanet İşleri

\"Sonra cehenneme yaslayın\"

Diyanet Vakfı

Sonra alevli ateşe atın onu!

Edip Yüksel

Ve sonra cehennemde yakın.

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Sonra cehenneme atın onu.\"

Öztürk

\"Sonra cehenneme sallayın onu!\"

Suat Yıldırım

Sonra da cehenneme fırlatın.

Süleyman Ateş

Sonra cehenneme sallayın onu!

ثُمَّ فِى سِلْسِلَةٍۢ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعًۭا فَٱسْلُكُوهُ ﴿٣٢﴾

Sonra da onu, boyu yetmiş zira, bir zincire vurun.

Alİ Bulaç

\"Daha sonra onu, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire vurup gönderin.\"

Çeviriyazı

ŝümme fî silsiletin ẕer`uhâ seb`ûne ẕirâ`an feslükûh.

Diyanet İşleri

\"Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun\";

Diyanet Vakfı

Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincir içinde oraya sokun!

Edip Yüksel

Sonra, onu yetmiş arşın boyunda bir zincire vurun.

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Sonra da boyu yetmiş arşın zincir içerisinde onu oraya sokun.\"

Öztürk

\"Sonra, boyu yetmiş arşın olan bir zincirde yollayın onu!\"

Suat Yıldırım

Sonra da onu, yetmiş arşın uzunluğundaki zincire vurun!”

Süleyman Ateş

Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu!

إِنَّهُۥ كَانَ لَا يُؤْمِنُ بِٱللَّهِ ٱلْعَظِيمِ ﴿٣٣﴾

Şüphe yok ki o, pek ulu Allah'a inanmazdı.

Alİ Bulaç

\"Çünkü, o, büyük olan Allah'a iman etmiyordu.\"

Çeviriyazı

innehû kâne lâ yü'minü billâhi-l`ażîm.

Diyanet İşleri

\"Çünkü, o, yüce Allah'a inanmazdı.\"

Diyanet Vakfı

Çünkü o, ulu Allah'a iman etmezdi,

Edip Yüksel

Çünkü o, Yüce ALLAH'a inanmıyordu.

Elmalılı Hamdi Yazır

Çünkü o, büyük Allah'a inanmıyordu.

Öztürk

\"Çünkü o, yüce Allah'a inanmıyordu.\"

Suat Yıldırım

Çünkü o, büyükler büyüğü Allah'a inanmazdı.

Süleyman Ateş

Çünkü o büyük Allah'a inanmıyordu.

وَلَا يَحُضُّ عَلَىٰ طَعَامِ ٱلْمِسْكِينِ ﴿٣٤﴾

Ve yoksulun yiyeceğine bakmazdı.

Alİ Bulaç

\"Yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı.\"

Çeviriyazı

velâ yeḥuḍḍu `alâ ṭa`âmi-lmiskîn.

Diyanet İşleri

\"Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmezdi.\"

Diyanet Vakfı

Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi.

Edip Yüksel

Yoksullara yedirmeğe de çalışmıyordu.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yoksula yedirmeye teşvik etmiyordu.

Öztürk

\"Yoksulu doyurmaya özendirmiyordu.\"

Suat Yıldırım

Çünkü o, fakiri doyurmayı teşvik etmezdi.

Süleyman Ateş

Yoksulu doyurmaya ön ayak olmuyurdu!

فَلَيْسَ لَهُ ٱلْيَوْمَ هَٰهُنَا حَمِيمٌۭ ﴿٣٥﴾

Artık bugün, ona, burada bir dost yok.

Alİ Bulaç

\"Bundan dolayı bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur.\"

Çeviriyazı

feleyse lehü-lyevme hâhünâ ḥamîm.

Diyanet İşleri

\"Bu sebeple burada bugün onun bir acıyanı yoktur.\"

Diyanet Vakfı

Bu sebeple, bugün burada onun candan bir dostu yoktur.

Edip Yüksel

Bu yüzden onun buralarda bir dostu yoktur.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bu sebeple bugün burada onun candan bir dostu yoktur.

Öztürk

\"Bugün onun için burada bir sıcak dost yoktur.\"

Suat Yıldırım

Bugün artık burada O'nun bir dostu olmaz.

Süleyman Ateş

Bugün burada onun için candan bir dost yoktur.

وَلَا طَعَامٌ إِلَّا مِنْ غِسْلِينٍۢ ﴿٣٦﴾

Ve irinden başka bir yemek de yok.

Alİ Bulaç

\"İrin ve kan karışımından başka bir yemek yoktur.\"

Çeviriyazı

velâ ṭa`âmün illâ min gislîn.

Diyanet İşleri

\"Günahkarların yiyeceği olan kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.\"

Diyanet Vakfı

İrinden başka yiyecek de yoktur.

Edip Yüksel

Hiç bir yiyeceği de... İrin hariç,

Elmalılı Hamdi Yazır

Bir irinden başka yiyecek de yok.

Öztürk

\"Yıkananların atık sularından başka yemek de yoktur.\"

Suat Yıldırım

Yiyecek olarak da cehennemliklerin irininden başka bir şey bulunmaz.

Süleyman Ateş

İrinden başka yiyecek de yoktur.

لَّا يَأْكُلُهُۥٓ إِلَّا ٱلْخَٰطِـُٔونَ ﴿٣٧﴾

Onu da ancak suçlular yer.

Alİ Bulaç

\"Bunu da, hata edenlerden başkası yemez.\"

Çeviriyazı

lâ ye'külühû ille-lḫâṭiûn.

Diyanet İşleri

\"Günahkarların yiyeceği olan kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.\"

Diyanet Vakfı

Onu (bile bile )hata işleyenlerden başkası yemez.

Edip Yüksel

Onu ancak günahkarlar yer.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onu günahkârlardan başkası yemez.

Öztürk

\"Ki o atık suyu sadece günahkârlar yer.\"

Suat Yıldırım

Onu, büyük şirk suçunu işleyenlerden başkası yemez.

Süleyman Ateş

Onu, (bile bile) hata işleyenlerden başkası yemez.

فَلَآ أُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَ ﴿٣٨﴾

Artık iş, sizin sandığınız gibi değil, andolsun gördüğünüze.

Alİ Bulaç

Hayır; gördüklerinize yemin ederim,

Çeviriyazı

felâ uḳsimü bimâ tübṣirûn.

Diyanet İşleri

Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, Kuran şerefli bir elçinin getirdiği sözdür.

Diyanet Vakfı

Görebildikleriniz üzerine yemin ederim,

Edip Yüksel

Yemin ederim gördüklerinize,

Elmalılı Hamdi Yazır

Andolsun gördüklerinize,

Öztürk

Hayır, sandıkları gibi değil! Yemin ederim gördüklerinize,

Suat Yıldırım

Yok, yok! gördüğünüz ve göremediğiniz âlemlere yemin olsun ki!

Süleyman Ateş

Yoo, yemin ederim; gördüklerinize,

وَمَا لَا تُبْصِرُونَ ﴿٣٩﴾

Ve görmediğinize.

Alİ Bulaç

Görmediklerinize de.

Çeviriyazı

vemâ lâ tübṣirûn.

Diyanet İşleri

Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, Kuran şerefli bir elçinin getirdiği sözdür.

Diyanet Vakfı

Ve göremediklerinize ki,

Edip Yüksel

Ve görmediklerinize,

Elmalılı Hamdi Yazır

Ve görmediklerinize..

Öztürk

Ve görmediklerinize!

Suat Yıldırım

Yok, yok! gördüğünüz ve göremediğiniz âlemlere yemin olsun ki!

Süleyman Ateş

Ve görmediklerinize,

إِنَّهُۥ لَقَوْلُ رَسُولٍۢ كَرِيمٍۢ ﴿٤٠﴾

Şüphe yok ki bu, kerem sahibi bir elçinin sözü elbet.

Alİ Bulaç

Hiç şüphesiz o (Kur'an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.

Çeviriyazı

innehû leḳavlü rasûlin kerîm.

Diyanet İşleri

Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, Kuran şerefli bir elçinin getirdiği sözdür.

Diyanet Vakfı

Hiç şüphesiz o (Kur'an), çok şerefli bir elçinin sözüdür.

Edip Yüksel

Ki bu şerefli bir elçinin (getirdiği) sözdür.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kuşkusuz Kur'ân, şerefli bir peygamberin (Allah'tan) getirdiği sözdür.

Öztürk

Ki o, çok soylu bir elçinin sözüdür.

Suat Yıldırım

Bu Kur'ân, pek kerim bir Resulün sözüdür.

Süleyman Ateş

Ki, o (Kur'an) elbette değerli bir elçinin sözüdür.

وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍۢ ۚ قَلِيلًۭا مَّا تُؤْمِنُونَ ﴿٤١﴾

Ve bu, şair sözü değil, ne de az inanırsınız.

Alİ Bulaç

O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz?

Çeviriyazı

vemâ hüve biḳavli şâ`ir. ḳalîlem mâ tü'minûn.

Diyanet İşleri

O, şair sözü değildir; ne az inanıyorsunuz!

Diyanet Vakfı

Ve o, bir şair sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz!

Edip Yüksel

O bir şair sözü değildir; ne de az inanıyorsunuz?

Elmalılı Hamdi Yazır

O bir şair sözü değildir, siz çok az inanıyorsunuz.

Öztürk

Bir şairin sözü değildir o. Ne kadar da az inanıyorsunuz?

Suat Yıldırım

O, bir şairin sözü değildir, inanmanız ne de az sizin!

Süleyman Ateş

O, bir şa'irin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz!

وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍۢ ۚ قَلِيلًۭا مَّا تَذَكَّرُونَ ﴿٤٢﴾

Ve kahin sözü de değil, ne de az düşünürsünüz.

Alİ Bulaç

Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?

Çeviriyazı

velâ biḳavli kâhin. ḳalîlem mâ teẕekkerûn.

Diyanet İşleri

Kahin sözü de değildir; ne az düşünüyorsunuz!

Diyanet Vakfı

Bir kahin sözü de değildir (o). Ne de az düşünüyorsunuz!

Edip Yüksel

Kahin sözü de değildir; ne de az düşünüyorsunuz?

Elmalılı Hamdi Yazır

Bir kâhin sözü de değildir, ne de az düşünüyorsunuz!

Öztürk

Bir kâhinin sözü de değildir o. Ne kadar da az araştırıp düşünüyorsunuz?

Suat Yıldırım

O bir kâhinin sözü de değil! Ne de az düşünüyorsunuz!

Süleyman Ateş

Bir kahinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!

تَنزِيلٌۭ مِّن رَّبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٤٣﴾

Âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.

Alİ Bulaç

Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.

Çeviriyazı

tenzîlüm mir rabbi-l`âlemîn.

Diyanet İşleri

Kuran, Alemlerin Rabbinden indirilmedir.

Diyanet Vakfı

(O), alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.

Edip Yüksel

Evrenlerin Rabbinden indirilmedir.

Elmalılı Hamdi Yazır

O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.

Öztürk

Âlemlerin Rabbi'nden bir indiriştir o.

Suat Yıldırım

O, Rabbülâlemin'den indirilen bir derstir.

Süleyman Ateş

Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.

وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ ٱلْأَقَاوِيلِ ﴿٤٤﴾

Ve eğer bize isnad ederek bazı laflar etseydi.

Alİ Bulaç

Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.

Çeviriyazı

velev teḳavvele `aleynâ ba`ḍa-l'eḳâvîl.

Diyanet İşleri

Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.

Diyanet Vakfı

Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı,

Edip Yüksel

O bize bazı sözler yakıştırsa,

Elmalılı Hamdi Yazır

O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı,

Öztürk

Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi,

Suat Yıldırım

Eğer o Resul bizim adımıza birtakım sözler uydursaydı, onu elimizle yakalar, sonra da onun şah damarını keserdik.

Süleyman Ateş

Eğer o, (Muhammed), bazı laflar uydurup bize iftira etseydi,

لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِٱلْيَمِينِ ﴿٤٥﴾

Elbette onu kudretimizle alırdık.

Alİ Bulaç

Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

Çeviriyazı

leeḫaẕnâ minhü bilyemîn.

Diyanet İşleri

Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.

Diyanet Vakfı

Elbette onu kıskıvrak yakalardık.

Edip Yüksel

Biz onu kuvvetle yakalar,

Elmalılı Hamdi Yazır

Elbette biz onu bundan dolayı kuvvetle yakalardık.

Öztürk

Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık.

Suat Yıldırım

Eğer o Resul bizim adımıza birtakım sözler uydursaydı, onu elimizle yakalar, sonra da onun şah damarını keserdik.

Süleyman Ateş

Elbette onun sağ(elini veya kuvvet)ini alırdık.

ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ ٱلْوَتِينَ ﴿٤٦﴾

Sonra da elbette şah damarını çeker koparırdık.

Alİ Bulaç

Sonra onun can damarını elbette keserdik.

Çeviriyazı

ŝümme leḳaṭa`nâ minhü-lvetîn.

Diyanet İşleri

Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.

Diyanet Vakfı

Sonra onun can damarını koparırdık (onu yaşatmazdık).

Edip Yüksel

Sonra, ondan vahyi keserdik.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sonra da onun şah damarını keser atardık.

Öztürk

Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik.

Suat Yıldırım

Eğer o Resul bizim adımıza birtakım sözler uydursaydı, onu elimizle yakalar, sonra da onun şah damarını keserdik.

Süleyman Ateş

Sonra onun can damarını keserdik.

فَمَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَٰجِزِينَ ﴿٤٧﴾

Artık buna mani olamazdı sizden hiçbir kimsecik.

Alİ Bulaç

O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.

Çeviriyazı

femâ minküm min eḥadin `anhü ḥâcizîn.

Diyanet İşleri

Hiçbiriniz de onu koruyamazdınız.

Diyanet Vakfı

Hiçbiriniz buna mani de olamazdınız.

Edip Yüksel

Ve sizden kimse de buna engel olamazdı.

Elmalılı Hamdi Yazır

O vakit sizden hiçbiriniz ona siper de olamazdınız.

Öztürk

Sizin hiçbiriniz ona siper de olamazdınız.

Suat Yıldırım

Sizden kimse de buna mani olamazdı.

Süleyman Ateş

Sizden hiç kimse buna engel olamazdı.

وَإِنَّهُۥ لَتَذْكِرَةٌۭ لِّلْمُتَّقِينَ ﴿٤٨﴾

Ve şüphe yok ki Kur'an, çekinenlere öğüttür.

Alİ Bulaç

Çünkü o (Kur'an, Allah'tan sakınan) muttakiler için bir öğüttür.

Çeviriyazı

veinnehû leteẕkiratül lilmütteḳîn.

Diyanet İşleri

Doğrusu Kuran Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür.

Diyanet Vakfı

Doğrusu o (Kur'an), takva sahipleri için bir öğüttür.

Edip Yüksel

Kuşkusuz bu, erdemliler için bir hatırlatmadır.

Elmalılı Hamdi Yazır

O hiç kuşkusuz, takva sahipleri için unutulmayacak bir öğüttür.

Öztürk

Gerçek şu ki o, sakınanlar için tam bir uyarıcı ve düşündürücüdür.

Suat Yıldırım

Şüphesiz o müttakiler için bir irşaddır. [41,44; 2,2]

Süleyman Ateş

O (Kur'an), korunanlar için bir öğüttür.

وَإِنَّا لَنَعْلَمُ أَنَّ مِنكُم مُّكَذِّبِينَ ﴿٤٩﴾

Ve şüphe yok ki biz, elbette biliriz, sizden, yalanlayanlar vardır.

Alİ Bulaç

Elbette Biz, içinizde yalanlayanların bulunduğunu biliyoruz.

Çeviriyazı

veinnâ lena`lemü enne minküm mükeẕẕibîn.

Diyanet İşleri

İçinizde yalanlayanlar bulunduğunu şüphesiz bilmekteyiz.

Diyanet Vakfı

İçinizde (onu) yalan sayanlar bulunduğunu şüphesiz bilmekteyiz.

Edip Yüksel

İçinizden yalanlayanlar olduğunu iyi biliyoruz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bununla beraber biz biliyoruz ki sizden inanmayanlar var.

Öztürk

Ve biz, içinizden onu yalanlayanların bulunduğunu kesinlikle biliyoruz.

Suat Yıldırım

Elbette sizden bazılarının Peygamberi “yalancı” saydığını biliriz.

Süleyman Ateş

Biz, içinizde yalanlayanlar bulunduğunu elbette biliyoruz.

وَإِنَّهُۥ لَحَسْرَةٌ عَلَى ٱلْكَٰفِرِينَ ﴿٥٠﴾

Ve şüphe yok ki Kur'an, kafirlere adeta bir hasrettir.

Alİ Bulaç

Gerçekten o (Kur'an), kafirler için bir hasrettir.

Çeviriyazı

veinnehû leḥasratün `ale-lkâfirîn.

Diyanet İşleri

Doğrusu Kuran, inkarcılar için bir üzüntüdür.

Diyanet Vakfı

Muhakkak o, kafirler için bir iç yarasıdır.

Edip Yüksel

O, inkarcılar için bir üzüntü kaynağıdır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kuşkusuz bu Kur'ân kafirler için bir pişmanlık vesilesidir.

Öztürk

Ve o, gerçeği örten nankörler/inkârcılar için tam bir hasrettir.

Suat Yıldırım

Şüphesiz o, kâfirler için büyük bir pişmanlık ve karşılaşacakları kesin bir gerçektir. [26,200-201; 34,54]

Süleyman Ateş

Doğrusu o, kafirler için hasrettir.

وَإِنَّهُۥ لَحَقُّ ٱلْيَقِينِ ﴿٥١﴾

Ve şüphe yok ki o, elbette gerçeğin ta kendisidir.

Alİ Bulaç

Ve şüphesiz o, kesin bir gerçektir (hakku'l-yakîn).

Çeviriyazı

veinnehû leḥaḳḳu-lyeḳîn.

Diyanet İşleri

O, şüphesiz kesin gerçektir.

Diyanet Vakfı

Ve o, gerçekten kat'i bilginin ta kendisidir.

Edip Yüksel

O, kuşkusuz mutlak gerçektir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Gerçekten o, şüphe götürmez bir bilgidir.

Öztürk

Ve o, kesin bilginin tam gerçeğidir.

Suat Yıldırım

Şüphesiz o, kâfirler için büyük bir pişmanlık ve karşılaşacakları kesin bir gerçektir. [26,200-201; 34,54]

Süleyman Ateş

O, kesin gerçektir.

فَسَبِّحْ بِٱسْمِ رَبِّكَ ٱلْعَظِيمِ ﴿٥٢﴾

Artık pek ulu Rabbinin adını anarak tenzih et onu.

Alİ Bulaç

Öyleyse, büyük Rabbini ismiyle tesbih et.

Çeviriyazı

fesebbiḥ bismi rabbike-l`ażîm.

Diyanet İşleri

Öyleyse çok büyük olan Rabbinin adını tesbih et.

Diyanet Vakfı

O halde, ulu Rabbinin adını yüceltip noksanlıklardan tenzih et.

Edip Yüksel

Öyleyse Büyük olan Rabbinin ismini yücelt.

Elmalılı Hamdi Yazır

O halde, haydi tesbih et Rabbinin yüce ismiyle

Öztürk

Hadi artık, yüce Rabbinin adını tespih et!

Suat Yıldırım

O halde, (ey şanlı Elçi)! Haydi sen de Rabbinin yüce adını zikret!

Süleyman Ateş

Öyleyse ulu Rabbinin adını tesbih et (O'nun eksikliklerinden uzak, yücelerden yüce olduğunu an).