Setting
Surah The cloaked one [Al-Muddathir] in Turkish
يَٰٓأَيُّهَا ٱلْمُدَّثِّرُ ﴿١﴾
Ey elbisesiyle başını örten.
Ey bürünüp örtünen,
yâ eyyühe-lmüddeŝŝir.
Ey örtüye bürünen!
Ey bürünüp sarınan (Resulüm)!
Ey gizlenen,
Ey örtüsüne bürünen (Peygamber)!
Ey giysisine bürünüp kenara çekilen!
Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!
Ey örtüsüne bürünen,
قُمْ فَأَنذِرْ ﴿٢﴾
Kalk da korkut.
Kalk (ve) bundan böyle uyar.
ḳum feenẕir.
Kalk da uyar.
Kalk, ve (insanları) uyar.
Kalk ve uyar.
Kalk artık uyar.
Kalk da uyar!
Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!
Kalk, uyar.
وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ ﴿٣﴾
Ve Rabbini büyük bil.
Rabbini tekbir et (yücelt)
verabbeke fekebbir.
Rabbini yücelt.
Sadece Rabbini büyük tanı.
Rabbini yücelt.
Sadece Rabbini yücelt.
Rabbinin yüceliğini duyur!
Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!
Rabbini tekbir et (O'nun büyüklüğünü an),
وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ ﴿٤﴾
Ve elbiseni temizle.
Elbiseni temizle.
veŝiyâbeke feṭahhir.
Giydiklerini temiz tut.
Elbiseni tertemiz tut.
Örtülerini temizle.
Elbiseni temizle.
Temizle giysilerini!
Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!
Elbiseni temizle,
وَٱلرُّجْزَ فَٱهْجُرْ ﴿٥﴾
Ve putlardan çekin.
Pislikten kaçınıp-uzaklaş.
verrucze fehcür.
Kötü şeyleri terke devam et.
Kötü şeyleri terket.
Kötülükten uzaklaş.
Pislikten sakın.
Uzaklaştır kendinden pisliği!
Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!
Pislikten kaçın.
وَلَا تَمْنُن تَسْتَكْثِرُ ﴿٦﴾
Ve birşeyi, daha fazlasını elde etmek için ve başa kakarak verme.
Daha çok istekte bulunmak için iyilik yapma.
velâ temnün testekŝir.
Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.
Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.
İhtiraslı olma.
Yaptığını çok görerek başa kakma.
Çok bularak başa kakma yaptığın iyiliği!
Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!
Verdiğini çok bularak başa kakma.
وَلِرَبِّكَ فَٱصْبِرْ ﴿٧﴾
Ve Rabbine dayan, sabret.
Rabbin için sabret.
velirabbike faṣbir.
Rabbin için sabret.
Rabbinin rızasına ermek için sabret.
Rabbin için sabret.
Rabbin için sabret.
Ve yalnız Rabbin için dayanıklı kıl benliği!
Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!
Rabbin için sabret.
فَإِذَا نُقِرَ فِى ٱلنَّاقُورِ ﴿٨﴾
O boru, çalınınca.
Çünkü o boruya (sur'a) üfürüldüğü zaman,
feiẕâ nüḳira fi-nnâḳûr.
Sura üflendiği vakit, işte o gün, inkarcılara kolay olmayan zorlu bir gündür.
O Sur'a üfürüldüğü zaman var ya,
Duyuru yapıldığı zaman,
O sûra üflendiği zaman,
O boruya üfürüldüğünde,
Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!
Sur'a üflendiği zaman
فَذَٰلِكَ يَوْمَئِذٍۢ يَوْمٌ عَسِيرٌ ﴿٩﴾
Artık o gündür pek güç bir gün.
İşte o gün, zorlu bir gündür;
feẕâlike yevmeiẕiy yevmün `asîr.
Sura üflendiği vakit, işte o gün, inkarcılara kolay olmayan zorlu bir gündür.
İşte o gün zorlu bir gündür.
İşte, zorlu gün o gündür.
İşte o gün pek zorlu bir gündür.
İşte o gün çok zorlu, çok çetin bir gündür.
Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!
İşte o gün, çetin bir gündür!
عَلَى ٱلْكَٰفِرِينَ غَيْرُ يَسِيرٍۢ ﴿١٠﴾
Kafirlere kolay değildir.
Kafirler içinse hiç kolay değildir.
`ale-lkâfirîne gayru yesîr.
Sura üflendiği vakit, işte o gün, inkarcılara kolay olmayan zorlu bir gündür.
Kafirler için (hiç de) kolay değildir.
İnkarcılar için kolay değil.
Kâfirler için hiç kolay değildir.
Küfre batmışlar için hiç de kolay değildir.
Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!
Kafirler için kolay değildir.
ذَرْنِى وَمَنْ خَلَقْتُ وَحِيدًۭا ﴿١١﴾
Bırak beni ve yarattığımı yapayalnız.
Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak;
ẕernî vemen ḫalaḳtü veḥîdâ.
Tek olarak yaratıp kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi Bana bırak.
Tek olarak yarattığım, kimseyi bana bırak,
Bir birey olarak yarattığım kişiyi bana bırak.
Tek olarak yarattığım o kimseyi bana bırak.
Benimle, yarattığım kişiyi baş başa bırak!
Mal ve ailesiz, tek olarak yarattığım, sonra çok çok mal, servet ve etrafında dolaşan oğullar verdiğim, her türlü imkânı önüne serdiğim, o adamın hakkından gelmeyi sen Bana bırak!
Benimle şu adamı yalnız bırak ki ben onu tek olarak yarattım.
وَجَعَلْتُ لَهُۥ مَالًۭا مَّمْدُودًۭا ﴿١٢﴾
O yarattığımı ki yarattım ve ona hayliden hayli mal verdim.
Ki Ben ona, 'alabildiğine geniş kapsamlı bir mal’ (servet) verdim.
vece`altü lehû mâlem memdûdâ.
Tek olarak yaratıp kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi Bana bırak.
Kendisine geniş servet verdim,
Ona hem zenginlik verdim,
Hem ona bol servet verdim.
Hesapsız bir mal verdim ona.
Mal ve ailesiz, tek olarak yarattığım, sonra çok çok mal, servet ve etrafında dolaşan oğullar verdiğim, her türlü imkânı önüne serdiğim, o adamın hakkından gelmeyi sen Bana bırak!
Ona uzun boylu mal verdim.
وَبَنِينَ شُهُودًۭا ﴿١٣﴾
Gözlerinin önünde duran oğullar verdim.
Göz önünde-hazır çocuklar (verdim).
vebenîne şühûdâ.
Tek olarak yaratıp kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi Bana bırak.
Göz önünde duran oğullar (verdim),
Hem de gözü önünde çocuklar...
Hem göz önünde oğullar verdim.
Göz doyurucu oğullar verdim.
Mal ve ailesiz, tek olarak yarattığım, sonra çok çok mal, servet ve etrafında dolaşan oğullar verdiğim, her türlü imkânı önüne serdiğim, o adamın hakkından gelmeyi sen Bana bırak!
Göz önünde oğullar (verdim).
وَمَهَّدتُّ لَهُۥ تَمْهِيدًۭا ﴿١٤﴾
Ve onun geçimini yaydım da yaydım.
Ve sayısız imkan ve fırsatları önüne serdim.
vemehhettü lehû temhîdâ.
Tek olarak yaratıp kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi Bana bırak.
Kendisine bir döşeyiş döşedim.
Ona nimetler yağdırdım.
Hem ona büyük imkânlar sağladım.
Alabildiğine imkânlar döşedim onun için.
Mal ve ailesiz, tek olarak yarattığım, sonra çok çok mal, servet ve etrafında dolaşan oğullar verdiğim, her türlü imkânı önüne serdiğim, o adamın hakkından gelmeyi sen Bana bırak!
Kendisine bir döşeyiş döşedim.
ثُمَّ يَطْمَعُ أَنْ أَزِيدَ ﴿١٥﴾
Sonra da daha fazlalaştırmamı umar.
Sonra, daha arttırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur).
ŝümme yaṭme`u en ezîd.
Bir de verdiğim nimetten artırmamı umar;
Üstelik o (nimetlerimi) daha da arttırmamı umuyor.
Buna rağmen, daha fazlasını istiyor.
Sonra da şiddetle arzu eder ki daha da artırayım.
Tüm bunlardan sonra hırs ile daha da artırmamı istiyor.
Hâlâ da açgözlülükle imkânlarını daha da artırmama hevesleniyor.
Hala daha da artırmama göz dikiyor.
كَلَّآ ۖ إِنَّهُۥ كَانَ لِءَايَٰتِنَا عَنِيدًۭا ﴿١٦﴾
Hayır, mümkün değil; şüphe yok o, delillerimize karşı adamakıllı inada girişti.
Hayır; çünkü o, Bizim ayetlerimize karşı 'kesin bir inatçıdır.\"
kellâ. innehû kâne liâyâtinâ `anîdâ.
Hayır; hayır; çünkü o, Bizim ayetlerimize karşı son derece inatçıdır.
Asla (ummasın)! Çünkü o, bizim ayetlerimize karşı alabildiğine inatçıdır.
Asla, çünkü o, ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi.
Hayır, çünkü o bizim âyetlerimize karşı bir inatçı kesildi.
Hayır, iş sanıldığı gibi değil! O, bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi.
Hiç heveslenmesin! Çünkü o Bizim âyetlerimize karşı inatçı kesildi.
Hayır, çünkü o bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi.
سَأُرْهِقُهُۥ صَعُودًا ﴿١٧﴾
Ben de onu, rahat ve huzur yüzü görmeyeceği bir azaba uğratacağım.
Onu alabildiğine sarp bir yokuşa süreceğim.
seürhiḳuhû ṣa`ûdâ.
Onu sarp bir yokuşa sardıracağım.
Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım!
Onu sarp bir yokuşa sardıracağım.
Ben onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.
Ben onu dik bir yola süreceğim.
Ben de onu sarp mı sarp bir yokuşa sardıracağım.
Onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.
إِنَّهُۥ فَكَّرَ وَقَدَّرَ ﴿١٨﴾
Şüphe yok ki o, iyice bir düşündü de kendince ölçtübiçti.
Çünkü o, düşündü ve bir ölçü tespit etti.
innehû fekkera veḳaddera.
Çünkü o, düşündü, ölçtü biçti;
Zira o, düşündü taşındı, ölçtü biçti.
Nitekim o düşündü; ölçtü biçti.
Çünkü o bir düşündü, ölçtü, biçti.
Derin derin düşündü o; ölçtü-biçti.
O düşündü, ölçtü, biçti...
Zira o düşündü, ölçtü, biçti.
فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ ﴿١٩﴾
Geberesice nasıl da ölçtübiçti.
Kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?
feḳutile keyfe ḳaddera.
Canı çıkası, ne biçim ölçüp biçti!
Canı çıkasıca, ne biçim ölçtü biçti!
Kahrolası, ne biçim ölçüp biçti.
Kahrolası nasıl da ölçtü, biçti.
Kahrolası, nasıl bir ölçü kullandı!
Kahrolası, nasıl da ölçtü biçti!
Kahrolası nasıl da ölçtü, biçti.
ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ ﴿٢٠﴾
Sonra gene de geberesice, nasıl da ölçütübiçti.
Yine kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?
ŝümme ḳutile keyfe ḳaddera.
Canı çıkası; sonra yine ne biçim ölçüp biçti!
Sonra, canı çıkasıca tekrar (ölçtü biçti); nasıl ölçtü biçtiyse!
Kahrolası, gene ne biçim ölçüp biçti.
Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti.
Bir kez daha kahrolası, nasıl bir ölçü kullandı?!
Hay kahrolası! Nasıl, nasıl da ölçtü biçti!
Yine kahrolası nasıl ölçtü, biçti.
ثُمَّ نَظَرَ ﴿٢١﴾
Sonra baktı.
Sonra bir baktı.
ŝümme neżara.
Sonra baktı;
Sonra baktı.
Baktı.
Sonra baktı.
Sonra baktı.
Sonra baktı...
Sonra baktı,
ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَ ﴿٢٢﴾
Sonra kaşını çattı, suratını astı,
Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti.
ŝümme `abese vebesera.
Sonra kaşlarını çattı, suratını aştı;
Sonra kaşlarını çattı, suratını astı.
Sonra surat astı, kaşlarını çattı.
Sonra kaşını çattı, surat astı.
Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı.
Derken suratını astı, kaşlarını çattı...
Sonra surat astı, kaşlarını çattı,
ثُمَّ أَدْبَرَ وَٱسْتَكْبَرَ ﴿٢٣﴾
sonra ardını döndü ve ululanmaya kalkıştı.
Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı (istikbar).
ŝümme edbera vestekbera.
Sonra da sırt çevirip büyüklük tasladı.
En sonunda, kibirini yenemeyip sırt çevirdi.
Ve arkasını döndü; büyüklük tasladı:
Sonra arkasını döndü ve büyüklük tasladı.
Sonra arkasını döndü ve böbürlendi.
Sonra da sırtını döndü, kibirinden kabardı, arkasına bakmadan çekip gitti!
Sonra arkasını döndü, böbürlendi:
فَقَالَ إِنْ هَٰذَآ إِلَّا سِحْرٌۭ يُؤْثَرُ ﴿٢٤﴾
Derken bu, ancak dedi, eskiden beri söylenegelen bir büyü.
Böylece: \"Bu, yalnızca 'aktarılarak öğrenilen' bir büyüdür\" dedi.
feḳâle in hâẕâ illâ siḥruy yü'ŝer.
\"Bu sadece öğretilegelen bir sihirdir. Bu Kuran yalnızca bir insan sözüdür\" dedi.
\"Bu (Kur'an) dedi, olsa olsa (sihirbazlardan öğrenilip) nakledilen bir sihirdir.\"
\"Bu,\" dedi, \"etkileyici bir büyüden başka bir şey değil.\"
\"Bu, dedi, başka değil öğretilegelen bir sihirdir.\"
Şöyle dedi: \"Bu, rivayet edilerek gelen bir büyüden başka şey değil.\"
“Bu, büyücülerden nakledilen büyüden ibarettir.” dedi.
Bu dedi, rivayet edilip öğretilen bir büyüden başka bir şey değildir.
إِنْ هَٰذَآ إِلَّا قَوْلُ ٱلْبَشَرِ ﴿٢٥﴾
Bu ancak insan sözü.
\"Bu, bir beşer sözünden başkası değildir.\"
in hâẕâ illâ ḳavlü-lbeşer.
\"Bu sadece öğretilegelen bir sihirdir. Bu Kuran yalnızca bir insan sözüdür\" dedi.
Bu, insan sözünden başka bir şey değil.\"
\"Bu sadece bir insan sözüdür.\"
\"Bu, sadece bir insan sözüdür.\"
\"İnsan sözünden başka bir şey değil bu.\"
Bu, beşer sözünden başka bir şey değildir.”
Bu, sadece, bir insan sözüdür.
سَأُصْلِيهِ سَقَرَ ﴿٢٦﴾
Onu yakıcı cehenneme atarım.
Onu Ben, cehenneme sürükleyip-atacağım.
seuṣlîhi seḳara.
İşte bu adamı yakıcı bir ateşe yaslayacağım.
Ben onu sekara (cehenneme) sokacağım.
Onu Sakar'a atacağım.
Ben onu Sekar'a (cehenneme) sokacağım.
Onu sekara fırlatacağım.
(“Beşer” desin bakalım) “Ben de onu sekar'a atacağım.
Onu Sekar'a sokacağım.
وَمَآ أَدْرَىٰكَ مَا سَقَرُ ﴿٢٧﴾
Ve bilir misin, nedir yakıcı cehennem?
Cehennem (sakar) nedir, sen bilir misin?
vemâ edrâke mâ seḳar.
Yakıcı ateşin ne olduğunu sen nerden bilirsin?
Sen biliyor musun sekar nedir?
Sakar nedir bilir misin?
Bilir misin sen, nedir o sekar?
Bilir misin nedir sekar?
Sekar nedir bilir misin? Nereden bileceksin!
Sekar'ın ne olduğunu sen nereden bileceksin?
لَا تُبْقِى وَلَا تَذَرُ ﴿٢٨﴾
Yakar bitirir de gene bırakmaz.
Ne alıkoyar, ne bırakır.
lâ tübḳî velâ teẕer.
O, ne geri bırakır ne de azabdan vazgeçer.
Hem (bütün bedeni helak eder, hiçbir şey) bırakmaz, hem (eski hale getirip tekrar azap etmekten) vazgeçmez o.
Ne bırakır, ne de yüklenir (tam ve mükemmel),
Ne geriye bir şey kor, ne bırakır.
Ortada bir şey bırakmaz, hiçbir şeyi görmezlik etmez o.
O, içine atılanı yer, bitirir. Yine de bırakmaz, eski haline çevirip bu işi tekrar eder.
(Geride bir şey) Komaz, bırakmaz (her şeyi yakıp yok eder).
لَوَّاحَةٌۭ لِّلْبَشَرِ ﴿٢٩﴾
Derileri tamamıyla yakar kavurur.
Beşere delicesine susamıştır.
levvâḥatül lilbeşer.
İnsanın derisini kavurur;
İnsanın derisini kavurur.
Halklar için (evrensel) bir göstergedir/ekrandır.
Durmadan derileri kavurur.
İnsan için tablolar/levhalar/ekranlar sunandır o/deriyi yakıp kavurandır o.
Sürekli olarak derileri kavurur.
Durmadan deriler kavurur.
عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَ ﴿٣٠﴾
On dokuz memuru vardır.
Onun üzerinde ondokuz vardır.
`aleyhâ tis`ate `aşer.
Orada ondokuz bekçi vardır.
Üzerinde ondokuz (muhafız melek) vardır.
Üzerinde ondokuz vardır.
Üzerinde ondokuz (melek) vardır.
Üzerinde ondokuz vardır onun.
Üzerinde on dokuz görevli vardır.
Üzerinde ondokuz (muhafız) vardır.
وَمَا جَعَلْنَآ أَصْحَٰبَ ٱلنَّارِ إِلَّا مَلَٰٓئِكَةًۭ ۙ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةًۭ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا۟ لِيَسْتَيْقِنَ ٱلَّذِينَ أُوتُوا۟ ٱلْكِتَٰبَ وَيَزْدَادَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓا۟ إِيمَٰنًۭا ۙ وَلَا يَرْتَابَ ٱلَّذِينَ أُوتُوا۟ ٱلْكِتَٰبَ وَٱلْمُؤْمِنُونَ ۙ وَلِيَقُولَ ٱلَّذِينَ فِى قُلُوبِهِم مَّرَضٌۭ وَٱلْكَٰفِرُونَ مَاذَآ أَرَادَ ٱللَّهُ بِهَٰذَا مَثَلًۭا ۚ كَذَٰلِكَ يُضِلُّ ٱللَّهُ مَن يَشَآءُ وَيَهْدِى مَن يَشَآءُ ۚ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ ۚ وَمَا هِىَ إِلَّا ذِكْرَىٰ لِلْبَشَرِ ﴿٣١﴾
Ve biz, cehennem memurlarını, meleklerden tayin ettik ve kendilerine kitap verilenlerin iyideniyiye anlayıp inanmaları için ve inananların inancını arttırsın ve kendilerine kitap verilenlerle inananlar, şüpheye düşmesinler ve gönüllerinde hastalık olanlar ve kafirlerse, Allah bununla, bu örnekle neyi kastediyor ki desinler diye sayılarını on dokuz olarak taktir ettik. İşte böylece Allah, bildiğini saptırır ve dilediğini doğru yola sokar ve Rabbinin ordusu ne kadardır, ancak Allah bilir ve bu, insanlara bir öğüttür ancak.
Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkar edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin: \"Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?\" İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını Kendisi'nden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür.
vemâ ce`alnâ aṣḥâbe-nnâri illâ melâikeh. vemâ ce`alnâ `iddetehüm illâ fitnetel lilleẕîne keferû liyesteyḳine-lleẕîne ûtü-lkitâbe veyezdâde-lleẕîne âmenû îmânev velâ yertâbe-lleẕîne ûtü-lkitâbe velmü'minûne veliyeḳûle-lleẕîne fî ḳulûbihim meraḍuv velkâfirûne mâẕâ erâde-llâhü bihâẕâ meŝelâ. keẕâlike yüḍillü-llâhü mey yeşâü veyehdî mey yeşâ'. vemâ ya`lemü cünûde rabbike illâ hû. vemâ hiye illâ ẕikrâ lilbeşer.
Cehennemin bekçilerini yalnız meleklerden kılmışızdır. Sayılarını bildirmekle de, ancak inkar edenlerin denenmesini ve kendilerine kitap verilenlerin kesin bilgi edinmesini ve inananların da imanlarının artmasını sağladık. Kendilerine kitap verilenler ve inananlar şüpheye düşmesinler. Kalblerinde hastalık bulunanlar ve inkarcılar: \"Allah bu misalle neyi muradetti?\" desinler. İşte Allah, böylece, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, insanoğluna bir öğütten ibarettir.
Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkarcılar için sadece bir imtihan (vesilesi) yaptık ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensin, iman edenlerin imanını atrttırsın; hem kendilerine kitap verilenler hem müminler şüpheye düşmesinler, kalplerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de: \"Allah bu misalle ne demek istemiştir ki?\" desinler. İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez. Bu ise, insanlık için ancak bir öğüttür.
Biz ateşe bekçi olarak sadece melekleri atadık. Onların sayısını (ondokuz'u) da, () inkarcılar için bir fitne (sınav/huzursuzluk kaynağı) yaptık, () kitap verilmiş olanları ikna etsin, () inananların inancını güçlendirsin, () kitap verilmiş olanlarla inananların kuşkularını ortadan kaldırsın, ve () kalplerinde hastalık olanlarla inkarcılar da, \"ALLAH bu örnekle ne demek istiyor?\" desinler. Böylece ALLAH dilediğini/dileyeni saptırır ve dilediğini/dileyeni de doğruya iletir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu (sayı) halklara bir mesajdır.
Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık. Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, iman edenlerin de imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: \"Allah bu misalle ne demek istedi?\" desinler. İşte böyle, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir.
Biz, cehennem yârânını hep melekler yaptık. Ve biz, onların sayılarını da küfre sapanlar için bir imtihandan başka şey yapmadık. Ta ki, kendilerine kitap verilenler iyice ve apaçık bilsinler. İman etmiş olanların imanı artsın. Kendilerine kitap verilmiş olanlarla iman sahipleri kuşkuya düşmesin. Kalplerinde hastalık olanlarla küfre sapmış bulunanlar da; \"Allah bununla neyi örneklendirmek istiyor?\" desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de doğruya ve güzele kılavuzlar. Rabbinin ordularını ancak O bilir. Bu, insan için bir öğüt verici ve düşündürücüden başka şey değildir.
Biz cehennem görevlilerini sadece melaikelerden kıldık. Onların sayısını da kâfirler için imtihan ve sıkıntı sebebi yaptık ki Ehl-i kitaptan olanlar Peygambere imanda yakîn sahibi olup, daha kesin inansınlar. mü'minlerin imanlarındaki yakinleri artsın. Ehl-i kitap ve müminler tereddüde düşmesinler. Kalplerinde hastalık olan münafıklar ile kâfirler de neticede: “Allah, bu misal ile ne anlatmak istemiş olabilir?” desinler. Böylece Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını Kendisinden başka kimse bilemez. Bu, (yani cehennem veya ondan bahseden âyetler) beşere bir öğüt ve uyarıdan başka bir şey değildir. [2,26]
Biz cehennemin muhafızlarını hep melekler yaptık. Onların sayısını da inkar edenler için bir sınav yaptık ki, kendilerine Kitap verilmiş olanlar iyice inansın, inananların da imanı artsın. Kitap verilmiş olanlar ve inananlar kuşkulanmasınlar. Kalblerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de: \"Allah bu misalle ne demek istedi?\" desinler. Böylece Allah, dilediğini şaşırtır, dilediğni doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlara bir uyarıdır.
كَلَّا وَٱلْقَمَرِ ﴿٣٢﴾
Hayır, gerçekten de andolsun aya.
Hayır; Ay'a andolsun,
kellâ velḳamer.
Hayır, hayır öğüt almazlar. Aya, dönüp gelen geceye, ağarmakta olan sabaha and olsun ki, içinizden öne geçmek veya geri kalmak isteyen kimseye, insanoğlunu uyarıcı olarak anlatılan cehennem büyük olaylardan biridir.
Hayır hayır (öğüt almazlar). Aya andolsun ki,
Hayır, andolsun Ay'a,
Hayır, andolsun aya,
Hayır, sandıkları gibi değil! Yemin olsun Ay'a,
Hayır! İş kâfirlerin dediği gibi değil. Ay'a,
Hayır, andolsun Aya,
وَٱلَّيْلِ إِذْ أَدْبَرَ ﴿٣٣﴾
Ve andolsun çekilip giderken geceye.
Dönüp gittiği zaman geceye,
velleyli iẕ edbera.
Hayır, hayır öğüt almazlar. Aya, dönüp gelen geceye, ağarmakta olan sabaha and olsun ki, içinizden öne geçmek veya geri kalmak isteyen kimseye, insanoğlunu uyarıcı olarak anlatılan cehennem büyük olaylardan biridir.
Dönüp gitmekte olan geceye,
Geçtiği vakit geceye,
Döndüğü an o geceye,
Yemin olsun geceye, sırtını döndüğünde;
Ve dönüp giden geceye,
Dönüp gitmekte olan geceye,
وَٱلصُّبْحِ إِذَآ أَسْفَرَ ﴿٣٤﴾
Ve ışıklanıp doğarken güne.
Ağardığı zaman sabaha,
veṣṣubḥi iẕâ esfera.
Hayır, hayır öğüt almazlar. Aya, dönüp gelen geceye, ağarmakta olan sabaha and olsun ki, içinizden öne geçmek veya geri kalmak isteyen kimseye, insanoğlunu uyarıcı olarak anlatılan cehennem büyük olaylardan biridir.
Ağarmakta olan sabaha andolsun ki,
Ağardığı vakit sabaha,
Ve açtığı sıra o sabaha.
Yemin olsun sabaha, ağarıp ışıdığında,
Ağardığı dem sabaha kasem edip şahit tutarım ki.
Ağaran sabaha,
إِنَّهَا لَإِحْدَى ٱلْكُبَرِ ﴿٣٥﴾
Cehennem, şüphe yok ki pek büyük mahluklardan biridir.
Gerçekten o, büyük (musibet)lerden biridir.
innehâ leiḥde-lküber.
Hayır, hayır öğüt almazlar. Aya, dönüp gelen geceye, ağarmakta olan sabaha and olsun ki, içinizden öne geçmek veya geri kalmak isteyen kimseye, insanoğlunu uyarıcı olarak anlatılan cehennem büyük olaylardan biridir.
O (cehennem), büyük musibetlerden biridir.
Bu büyüklerden birisidir.
Kuşkusuz o Sekar, büyük belalardan biridir.
Ki o gerçekten en büyüklerden biridir.
O sekar belâların en müthişidir.
Ki o (Sekar), büyük(bela)lardan biridir.
نَذِيرًۭا لِّلْبَشَرِ ﴿٣٦﴾
Korkutucudur insanları.
Beşer (insan) için bir uyarıdır.
neẕîral lilbeşer.
Hayır, hayır öğüt almazlar. Aya, dönüp gelen geceye, ağarmakta olan sabaha and olsun ki, içinizden öne geçmek veya geri kalmak isteyen kimseye, insanoğlunu uyarıcı olarak anlatılan cehennem büyük olaylardan biridir.
İnsanlık için, uyarıcıdır.
Halklara bir uyarıdır.
Uyarmak için insanları..
İnsan için bir uyarıcıdır.
Beşer için en büyük uyarıdır.
İnsanlar için uyarıcıdır;
لِمَن شَآءَ مِنكُمْ أَن يَتَقَدَّمَ أَوْ يَتَأَخَّرَ ﴿٣٧﴾
Sizden, ileri geçip itaat edenleri ve geri kalıp isyana dalanları.
Sizlerden öne geçmek veya geride kalmak isteyenler için.
limen şâe minküm ey yeteḳaddeme ev yeteeḫḫar.
Hayır, hayır öğüt almazlar. Aya, dönüp gelen geceye, ağarmakta olan sabaha and olsun ki, içinizden öne geçmek veya geri kalmak isteyen kimseye, insanoğlunu uyarıcı olarak anlatılan cehennem büyük olaylardan biridir.
Sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için (uyarıcıdır).
İlerlemek yahut geride kalmak dileyenleriniz için.
İçinizden ileri gitmek veya geri kalmak isteyen kimseleri..
Sizden, öne geçmek yahut arkaya kalmak/erken davranmak yahut gecikmek isteyen için.
İleri veya geri gitmek durumunda olanlar için en büyük uyarıdır.
Sizden (iman yolunda) ileri gitmek veya geri kalmak dileyen kimseler için (uyarıcıdır).
كُلُّ نَفْسٍۭ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ ﴿٣٨﴾
Herkes, kazancına bağlıdır.
Her nefis, kazandıklarına karşılık bir rehinedir.
küllü nefsim bimâ kesebet rahîneh.
Herkes kazancına bağlı bir rehindir;
Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir;
Her kişi kendi günahıyla mahkum olur.
Her nefis kendi kazancına bağlıdır.
Her benlik kendi kazandığının bir karşılığıdır.
Ashab-ı yeminden, hesap defterini sağ tarafından alan cennetlikler dışında herkes, yaptığı işlerin rehini ve esîri olacaktır.
Her can, kazandığıyle (Allah katında) rehin alınmıştır.
إِلَّآ أَصْحَٰبَ ٱلْيَمِينِ ﴿٣٩﴾
Ancak sağ taraf ehli başka.
Ancak Ashab-ı Yemin (sağ ehli) hariç.
illâ aṣḥâbe-lyemîn.
Ancak, defteri sağdan verilenler böyle değildir; onlar cennettedirler. Suçlulara: \"Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?\" diye sorarlar.
Ancak sağdakiler başka.
Ancak sağ tarafta olanlar hariç;
Ancak amel defterleri sağından verilenler hariç.
Uğur ve bereket yârânı müstesna.
Ashab-ı yeminden, hesap defterini sağ tarafından alan cennetlikler dışında herkes, yaptığı işlerin rehini ve esîri olacaktır.
Yalnız sağın adamları (Kitapları sağdan verilenler) hariç.
فِى جَنَّٰتٍۢ يَتَسَآءَلُونَ ﴿٤٠﴾
Cennetlerdedir onlar, soralar, konuşurlar.
Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.
fî cennâtin. yetesâelûn.
Ancak, defteri sağdan verilenler böyle değildir; onlar cennettedirler. Suçlulara: \"Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?\" diye sorarlar.
Onlar cennetler içinde sorarlar.
Cennetler içindedirler, sorarlar,
Onlar cennettedirler, sorup dururlar.
Bahçelerdedirler. Birbirlerine soruyorlar,
Onlar mutlaka cennetlerde mücrimlerin durumu hakkında, kendi aralarında konuşurlar. O suçlulara: “Neydi bu cehenneme sizi sürükleyen?” diye sorulur.
Onlar cennetler içinde soruyorlar;
عَنِ ٱلْمُجْرِمِينَ ﴿٤١﴾
Mücrimlerin halinden.
Suçlu-günahkarları;
`ani-lmücrimîn.
Ancak, defteri sağdan verilenler böyle değildir; onlar cennettedirler. Suçlulara: \"Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?\" diye sorarlar.
Günahkarların durumunu:
Suçlulara:
Suçluların durumunu.
Suçlular hakkında:
Onlar mutlaka cennetlerde mücrimlerin durumu hakkında, kendi aralarında konuşurlar. O suçlulara: “Neydi bu cehenneme sizi sürükleyen?” diye sorulur.
Suçluların durumunu:
مَا سَلَكَكُمْ فِى سَقَرَ ﴿٤٢﴾
Nedir derler cehenneme sokan sizi?
\"Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?\"
mâ selekeküm fî seḳara.
Ancak, defteri sağdan verilenler böyle değildir; onlar cennettedirler. Suçlulara: \"Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?\" diye sorarlar.
\"Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?\" diye
\"Sizi bu cezaya sokan nedir?\"
\"Nedir sizi Sekar'a sokan?\" diye.
\"Sizi sekara sürükleyen nedir?\"
Onlar mutlaka cennetlerde mücrimlerin durumu hakkında, kendi aralarında konuşurlar. O suçlulara: “Neydi bu cehenneme sizi sürükleyen?” diye sorulur.
Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi?
قَالُوا۟ لَمْ نَكُ مِنَ ٱلْمُصَلِّينَ ﴿٤٣﴾
Derler ki: Namaz kılmazdık.
Onlar: \"Biz namaz kılanlardan değildik\" dediler.
ḳâlû lem nekü mine-lmüṣallîn.
Onlar derler ki: \"Namaz kılanlardan değildik.\"
Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik,
Diyecekler ki, \"Desteklemezdik/namaz kılmazdık\"
Suçlular der ki: \"Biz namaz kılanlardan değildik.\"
Cevap verdiler: \"Namazı/duayı yerine getirenlerden değildik.\"
Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik.
(Onlar da) Dediler ki: \"Biz namaz kılanlardan olmadık.\"
وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ ٱلْمِسْكِينَ ﴿٤٤﴾
Ve yoksulu doyurmazdık.
\"Yoksula yedirmezdik.\"
velem nekü nuṭ`imü-lmiskîn.
\"Düşkün kimseyi doyurmuyorduk.\"
Yoksulu doyurmuyorduk,
\"Yoksula da yedirmezdik.\"
\"Yoksula da yedirmezdik.\"
\"Yoksulu yedirip doyurmuyorduk.\"
Fakirleri doyurmaz, onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmezdik.
Yoksula da yedirmezdik.
وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ ٱلْخَآئِضِينَ ﴿٤٥﴾
Ve boş laflarla azgınlığa dalanlarla biz de dalardık.
\"(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik.\"
vekünnâ neḫûḍu me`a-lḫâiḍîn.
\"Batıla dalanlarla biz de dalardık.\"
(Batıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk,
\"Biz, boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık.\"
\"Boş şeylere dalanlarla dalar giderdik.\"
\"Boş lakırdılara dalanlarla dalar giderdik.\"
Batıl sözlere dalanlarla beraber biz de dalardık.
Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık.\"
وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ ٱلدِّينِ ﴿٤٦﴾
Ve ceza gününü yalanlardık.
\"Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk.\"
vekünnâ nükeẕẕibü biyevmi-ddîn.
\"Ceza gününü yalanlardık.\"
Ceza gününü de yalan sayıyorduk,
\"Yargı gününü yalanlardık.\"
\"Ceza gününü yalanlardık.\"
\"Din gününü yalanlıyorduk.\"
Bu hesap gününü yalan sayardık.
Ceza gününü yalanlardık.
حَتَّىٰٓ أَتَىٰنَا ٱلْيَقِينُ ﴿٤٧﴾
Bize ölüm gelip çatıncaya dek.
\"Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı.\"
ḥattâ etâne-lyeḳîn.
\"Ölüm bize o haldeyken geldi.\"
Sonunda bize ölüm geldi çattı.
\"Nihayet (şimdi) kesin gerçeğe ulaştık.\"
\"Nihayet bize ölüm gelip çattı.\"
\"Nihayet, tartışılmaz ve karşı çıkılmaz bilgi önümüze dikildi.\"
Ölüm bizi yakalayıncaya kadar hep böyle idik.”
İşte böyle iken ölüm bize gelip çattı.
فَمَا تَنفَعُهُمْ شَفَٰعَةُ ٱلشَّٰفِعِينَ ﴿٤٨﴾
Derken şefaatçilerin şefaati fayda vermez onlara.
Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.
femâ tenfe`uhüm şefâ`atü-şşâfi`în.
Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez.
Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.
Aracıların şefaati onlara bir yarar sağlamaz.
Artık onlara şefaatçilerin şefaatı fayda vermez.
Artık yarar sağlamaz onlara şefaatçilerin şefaati.
Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda etmez.
Artık onlara şefa'atçilerin şefa'ati fayda vermez.
فَمَا لَهُمْ عَنِ ٱلتَّذْكِرَةِ مُعْرِضِينَ ﴿٤٩﴾
Derken ne oluyor onlara ki öğütten, Kur'an'dan yüz çevirmedeler, kaçmadalar.
Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar?
femâ lehüm `ani-tteẕkirati mü`riḍîn.
Öyleyken, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çeviriyorlar?
Böyle iken onlara ne oluyor ki, öğütten yüz çeviriyorlar?
Öyleyse neden bu mesajdan yüz çeviriyorlar.
Şimdi o Kur'ân'dan yüz çevirirlerken ne mazeretleri var?
Ne oluyor onlara da öğüt verip düşündüren şeyden yüz çeviriyorlar?
Ne oluyor onlara ki bu öğütten, bu irşaddan arslandan ürküp kaçan yaban eşeği gibi kaçıyorlar?
Böyle iken onlara ne oluyur ki öğütten yüz çeviriyorlar?
كَأَنَّهُمْ حُمُرٌۭ مُّسْتَنفِرَةٌۭ ﴿٥٠﴾
Sanki yabani eşeklerdir onlar da.
Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler;
keennehüm ḥumürum müstenfirah.
Aslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere benzerler.
Kaçan yaban eşekleri gibi,
Ürkmüş zebralar gibi,
Sanki onlar ürkmüş yaban eşekleri.
Sağa-sola kaçışan yaban eşekleri gibidirler,
Ne oluyor onlara ki bu öğütten, bu irşaddan arslandan ürküp kaçan yaban eşeği gibi kaçıyorlar?
Yaban eşekleri gibi;
فَرَّتْ مِن قَسْوَرَةٍۭ ﴿٥١﴾
Arslandan kaçıyorlar.
Arslandan korkup-kaçmışlar.
ferrat min ḳasverah.
Aslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere benzerler.
Âdeta arslandan ürkmüş.
Aslandan kaçan...
Arslandan kaçmaktalar.
Arslandan ürkmüşlerdir.
Ne oluyor onlara ki bu öğütten, bu irşaddan arslandan ürküp kaçan yaban eşeği gibi kaçıyorlar?
Aslandan ürkmüş.
بَلْ يُرِيدُ كُلُّ ٱمْرِئٍۢ مِّنْهُمْ أَن يُؤْتَىٰ صُحُفًۭا مُّنَشَّرَةًۭ ﴿٥٢﴾
Hayır, onların herbiri, ister ki apaçık sahifeler verilsin onlara.
Hayır; her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister.
bel yürîdü küllü-mriim minhüm ey yü'tâ ṣuḥufem müneşşerah.
Hayır; her biri önüne açılıvermiş sahifeler verilmesini ister.
Daha doğrusu onlardan her biri, kendisine, (önünde) açılmış sahifeler (ilahi vahiy) verilmesini istiyor.
Hayır, onlardan her biri, kendisine özel olarak açılmış sayfalar verilmesini ister.
Hayır, onlardan her kişi kendisine açılmış sayfalar verilmesini istiyor.
İçlerinden her kişi de istiyor ki, kendisine açılıp saçılmış sayfalar verilsin.
Bu beyler, bu öğütle yetinmeyip üstelik her biri kendisine mahsus özel kitap, özel ferman isterler!
Hayır, onlardan her kişi kendisine açılan sahifeler verilmesini istiyor.
كَلَّا ۖ بَل لَّا يَخَافُونَ ٱلْءَاخِرَةَ ﴿٥٣﴾
Hayır, öyle değil, onlar, ahiretten korkmazlar.
Hayır; onlar şüphesiz ahiretten korkmuyorlar.
kellâ. bel lâ yeḫâfûne-l'âḫirah.
Hayır; daha doğrusu ahiretten korkmazlar.
Hayır! Aslında onlar ahiretten korkmuyorlar.
Doğrusu, onlar ahiretten korkmuyor.
Yok, yok onlar ahiretten korkmuyorlar.
Hayır, öyle şey olmaz! Doğrusu şu ki, âhiretten korkmuyorlar.
Hayır! onlar aslında âhiret endişesi taşımazlar.
Yok yok onlar ahiretten korkmuyorlar.
كَلَّآ إِنَّهُۥ تَذْكِرَةٌۭ ﴿٥٤﴾
Gerçekten de Kur'an, bir öğüttür.
Gerçek (şu ki), o (Kur'an,) elbette bir öğüttür.
kellâ innehû teẕkirah.
Hayır; şüphesiz bu Kuran bir öğüttür.
Asla (düşündükleri gibi değil)! Bilsinler ki bu, gerçekten bir ikazdır!
Doğrusu, bu bir öğüttür.
Hayır, hayır, O kur'ân kuşkusuz bir öğüttür.
Hayır, iş, sandıkları gibi değil! O bir öğüt verici/bir düşündürücüdür.
Hayır! Gerçekten bu bir öğüttür, bir uyarıdır.
Hayır (iyi bilsinler ki) o (Kur'an) bir ikazdır.
فَمَن شَآءَ ذَكَرَهُۥ ﴿٥٥﴾
Artık dileyen, öğüt alır onunla.
Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür.
femen şâe ẕekerah.
Dileyen kimse öğüt alır.
Dileyen ondan (düşünüp) öğüt alır.
Dileyen ondan öğüt alır.
Dileyen onu düşünür.
Dileyen düşünür onu, öğüt alır.
Dileyen onu okur, düşünür ve ders alır.
Dileyen onu düşünür, öğüt alır.
وَمَا يَذْكُرُونَ إِلَّآ أَن يَشَآءَ ٱللَّهُ ۚ هُوَ أَهْلُ ٱلتَّقْوَىٰ وَأَهْلُ ٱلْمَغْفِرَةِ ﴿٥٦﴾
Ve Allah'ın dilediğinden başkası öğüt alamaz; odur çekinilmeye değer ve yarlıgayıp suçları örter.
Allah dilemedikçe onlar öğüt almazlar; takvanın sahibi (onu kabul etmeye ehil olan) O'dur, mağfiretin sahibi (bağışlamaya ehil olan da) O'dur.
vemâ yeẕkürûne illâ ey yeşâe-llâh. hüve ehlü-ttaḳvâ veehlü-lmagfirah.
Allah dilemeksizin öğüt alamazlar. O, kendisinden korkulmaya daha layıktır ve bağışlamaya daha ehildir.
Bununla beraber, Allah dilemeksizin onlar öğüt alamazlar. Sakınılmaya layık olan da O'dur, mağfiret sahibi de O'dur.
ALLAH dilemezse onlar öğüt alamazlar. O, erdemli davranmanın kaynağıdır; bağışlamanın kaynağıdır.
Bununla beraber Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Koruyacak da O'dur, bağışlayacak da.
Ve onlar, Allah'ın dilediği dışında, öğüt alamazlar. Sakındırmaya ve affetmeye ehil olan O'dur.
Ama Allah dilemedikçe onlar ders alamazlar. Saygı duyulup cezasından sakınmaya lâyık olan da, günahkârların günahlarını bağışlama şanına yaraşan da yalnız O'dur.
Allah dilemedikçe onlar öğüt almazlar. Takva ve mağfiret ehli O'dur (kendisinden korunmağa, cezasından kaçınmağa layık olan ve günahları bağışlayan yalnız O'dur).