Main pages

Surah The cloaked one [Al-Muddathir] in Turkish

Surah The cloaked one [Al-Muddathir] Ayah 56 Location Maccah Number 74

يَٰٓأَيُّهَا ٱلْمُدَّثِّرُ ﴿١﴾

Ey elbisesiyle başını örten.

Alİ Bulaç

Ey bürünüp örtünen,

Çeviriyazı

yâ eyyühe-lmüddeŝŝir.

Diyanet İşleri

Ey örtüye bürünen!

Diyanet Vakfı

Ey bürünüp sarınan (Resulüm)!

Edip Yüksel

Ey gizlenen,

Elmalılı Hamdi Yazır

Ey örtüsüne bürünen (Peygamber)!

Öztürk

Ey giysisine bürünüp kenara çekilen!

Suat Yıldırım

Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!

Süleyman Ateş

Ey örtüsüne bürünen,

قُمْ فَأَنذِرْ ﴿٢﴾

Kalk da korkut.

Alİ Bulaç

Kalk (ve) bundan böyle uyar.

Çeviriyazı

ḳum feenẕir.

Diyanet İşleri

Kalk da uyar.

Diyanet Vakfı

Kalk, ve (insanları) uyar.

Edip Yüksel

Kalk ve uyar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kalk artık uyar.

Öztürk

Kalk da uyar!

Suat Yıldırım

Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!

Süleyman Ateş

Kalk, uyar.

وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ ﴿٣﴾

Ve Rabbini büyük bil.

Alİ Bulaç

Rabbini tekbir et (yücelt)

Çeviriyazı

verabbeke fekebbir.

Diyanet İşleri

Rabbini yücelt.

Diyanet Vakfı

Sadece Rabbini büyük tanı.

Edip Yüksel

Rabbini yücelt.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sadece Rabbini yücelt.

Öztürk

Rabbinin yüceliğini duyur!

Suat Yıldırım

Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!

Süleyman Ateş

Rabbini tekbir et (O'nun büyüklüğünü an),

وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ ﴿٤﴾

Ve elbiseni temizle.

Alİ Bulaç

Elbiseni temizle.

Çeviriyazı

veŝiyâbeke feṭahhir.

Diyanet İşleri

Giydiklerini temiz tut.

Diyanet Vakfı

Elbiseni tertemiz tut.

Edip Yüksel

Örtülerini temizle.

Elmalılı Hamdi Yazır

Elbiseni temizle.

Öztürk

Temizle giysilerini!

Suat Yıldırım

Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!

Süleyman Ateş

Elbiseni temizle,

وَٱلرُّجْزَ فَٱهْجُرْ ﴿٥﴾

Ve putlardan çekin.

Alİ Bulaç

Pislikten kaçınıp-uzaklaş.

Çeviriyazı

verrucze fehcür.

Diyanet İşleri

Kötü şeyleri terke devam et.

Diyanet Vakfı

Kötü şeyleri terket.

Edip Yüksel

Kötülükten uzaklaş.

Elmalılı Hamdi Yazır

Pislikten sakın.

Öztürk

Uzaklaştır kendinden pisliği!

Suat Yıldırım

Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!

Süleyman Ateş

Pislikten kaçın.

وَلَا تَمْنُن تَسْتَكْثِرُ ﴿٦﴾

Ve birşeyi, daha fazlasını elde etmek için ve başa kakarak verme.

Alİ Bulaç

Daha çok istekte bulunmak için iyilik yapma.

Çeviriyazı

velâ temnün testekŝir.

Diyanet İşleri

Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.

Diyanet Vakfı

Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.

Edip Yüksel

İhtiraslı olma.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yaptığını çok görerek başa kakma.

Öztürk

Çok bularak başa kakma yaptığın iyiliği!

Suat Yıldırım

Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!

Süleyman Ateş

Verdiğini çok bularak başa kakma.

وَلِرَبِّكَ فَٱصْبِرْ ﴿٧﴾

Ve Rabbine dayan, sabret.

Alİ Bulaç

Rabbin için sabret.

Çeviriyazı

velirabbike faṣbir.

Diyanet İşleri

Rabbin için sabret.

Diyanet Vakfı

Rabbinin rızasına ermek için sabret.

Edip Yüksel

Rabbin için sabret.

Elmalılı Hamdi Yazır

Rabbin için sabret.

Öztürk

Ve yalnız Rabbin için dayanıklı kıl benliği!

Suat Yıldırım

Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!

Süleyman Ateş

Rabbin için sabret.

فَإِذَا نُقِرَ فِى ٱلنَّاقُورِ ﴿٨﴾

O boru, çalınınca.

Alİ Bulaç

Çünkü o boruya (sur'a) üfürüldüğü zaman,

Çeviriyazı

feiẕâ nüḳira fi-nnâḳûr.

Diyanet İşleri

Sura üflendiği vakit, işte o gün, inkarcılara kolay olmayan zorlu bir gündür.

Diyanet Vakfı

O Sur'a üfürüldüğü zaman var ya,

Edip Yüksel

Duyuru yapıldığı zaman,

Elmalılı Hamdi Yazır

O sûra üflendiği zaman,

Öztürk

O boruya üfürüldüğünde,

Suat Yıldırım

Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!

Süleyman Ateş

Sur'a üflendiği zaman

فَذَٰلِكَ يَوْمَئِذٍۢ يَوْمٌ عَسِيرٌ ﴿٩﴾

Artık o gündür pek güç bir gün.

Alİ Bulaç

İşte o gün, zorlu bir gündür;

Çeviriyazı

feẕâlike yevmeiẕiy yevmün `asîr.

Diyanet İşleri

Sura üflendiği vakit, işte o gün, inkarcılara kolay olmayan zorlu bir gündür.

Diyanet Vakfı

İşte o gün zorlu bir gündür.

Edip Yüksel

İşte, zorlu gün o gündür.

Elmalılı Hamdi Yazır

İşte o gün pek zorlu bir gündür.

Öztürk

İşte o gün çok zorlu, çok çetin bir gündür.

Suat Yıldırım

Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!

Süleyman Ateş

İşte o gün, çetin bir gündür!

عَلَى ٱلْكَٰفِرِينَ غَيْرُ يَسِيرٍۢ ﴿١٠﴾

Kafirlere kolay değildir.

Alİ Bulaç

Kafirler içinse hiç kolay değildir.

Çeviriyazı

`ale-lkâfirîne gayru yesîr.

Diyanet İşleri

Sura üflendiği vakit, işte o gün, inkarcılara kolay olmayan zorlu bir gündür.

Diyanet Vakfı

Kafirler için (hiç de) kolay değildir.

Edip Yüksel

İnkarcılar için kolay değil.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kâfirler için hiç kolay değildir.

Öztürk

Küfre batmışlar için hiç de kolay değildir.

Suat Yıldırım

Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın, Pis ve murdar olan her şeyden kaçın Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sûr'a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!

Süleyman Ateş

Kafirler için kolay değildir.

ذَرْنِى وَمَنْ خَلَقْتُ وَحِيدًۭا ﴿١١﴾

Bırak beni ve yarattığımı yapayalnız.

Alİ Bulaç

Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak;

Çeviriyazı

ẕernî vemen ḫalaḳtü veḥîdâ.

Diyanet İşleri

Tek olarak yaratıp kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi Bana bırak.

Diyanet Vakfı

Tek olarak yarattığım, kimseyi bana bırak,

Edip Yüksel

Bir birey olarak yarattığım kişiyi bana bırak.

Elmalılı Hamdi Yazır

Tek olarak yarattığım o kimseyi bana bırak.

Öztürk

Benimle, yarattığım kişiyi baş başa bırak!

Suat Yıldırım

Mal ve ailesiz, tek olarak yarattığım, sonra çok çok mal, servet ve etrafında dolaşan oğullar verdiğim, her türlü imkânı önüne serdiğim, o adamın hakkından gelmeyi sen Bana bırak!

Süleyman Ateş

Benimle şu adamı yalnız bırak ki ben onu tek olarak yarattım.

وَجَعَلْتُ لَهُۥ مَالًۭا مَّمْدُودًۭا ﴿١٢﴾

O yarattığımı ki yarattım ve ona hayliden hayli mal verdim.

Alİ Bulaç

Ki Ben ona, 'alabildiğine geniş kapsamlı bir mal’ (servet) verdim.

Çeviriyazı

vece`altü lehû mâlem memdûdâ.

Diyanet İşleri

Tek olarak yaratıp kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi Bana bırak.

Diyanet Vakfı

Kendisine geniş servet verdim,

Edip Yüksel

Ona hem zenginlik verdim,

Elmalılı Hamdi Yazır

Hem ona bol servet verdim.

Öztürk

Hesapsız bir mal verdim ona.

Suat Yıldırım

Mal ve ailesiz, tek olarak yarattığım, sonra çok çok mal, servet ve etrafında dolaşan oğullar verdiğim, her türlü imkânı önüne serdiğim, o adamın hakkından gelmeyi sen Bana bırak!

Süleyman Ateş

Ona uzun boylu mal verdim.

وَبَنِينَ شُهُودًۭا ﴿١٣﴾

Gözlerinin önünde duran oğullar verdim.

Alİ Bulaç

Göz önünde-hazır çocuklar (verdim).

Çeviriyazı

vebenîne şühûdâ.

Diyanet İşleri

Tek olarak yaratıp kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi Bana bırak.

Diyanet Vakfı

Göz önünde duran oğullar (verdim),

Edip Yüksel

Hem de gözü önünde çocuklar...

Elmalılı Hamdi Yazır

Hem göz önünde oğullar verdim.

Öztürk

Göz doyurucu oğullar verdim.

Suat Yıldırım

Mal ve ailesiz, tek olarak yarattığım, sonra çok çok mal, servet ve etrafında dolaşan oğullar verdiğim, her türlü imkânı önüne serdiğim, o adamın hakkından gelmeyi sen Bana bırak!

Süleyman Ateş

Göz önünde oğullar (verdim).

وَمَهَّدتُّ لَهُۥ تَمْهِيدًۭا ﴿١٤﴾

Ve onun geçimini yaydım da yaydım.

Alİ Bulaç

Ve sayısız imkan ve fırsatları önüne serdim.

Çeviriyazı

vemehhettü lehû temhîdâ.

Diyanet İşleri

Tek olarak yaratıp kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi Bana bırak.

Diyanet Vakfı

Kendisine bir döşeyiş döşedim.

Edip Yüksel

Ona nimetler yağdırdım.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hem ona büyük imkânlar sağladım.

Öztürk

Alabildiğine imkânlar döşedim onun için.

Suat Yıldırım

Mal ve ailesiz, tek olarak yarattığım, sonra çok çok mal, servet ve etrafında dolaşan oğullar verdiğim, her türlü imkânı önüne serdiğim, o adamın hakkından gelmeyi sen Bana bırak!

Süleyman Ateş

Kendisine bir döşeyiş döşedim.

ثُمَّ يَطْمَعُ أَنْ أَزِيدَ ﴿١٥﴾

Sonra da daha fazlalaştırmamı umar.

Alİ Bulaç

Sonra, daha arttırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur).

Çeviriyazı

ŝümme yaṭme`u en ezîd.

Diyanet İşleri

Bir de verdiğim nimetten artırmamı umar;

Diyanet Vakfı

Üstelik o (nimetlerimi) daha da arttırmamı umuyor.

Edip Yüksel

Buna rağmen, daha fazlasını istiyor.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sonra da şiddetle arzu eder ki daha da artırayım.

Öztürk

Tüm bunlardan sonra hırs ile daha da artırmamı istiyor.

Suat Yıldırım

Hâlâ da açgözlülükle imkânlarını daha da artırmama hevesleniyor.

Süleyman Ateş

Hala daha da artırmama göz dikiyor.

كَلَّآ ۖ إِنَّهُۥ كَانَ لِءَايَٰتِنَا عَنِيدًۭا ﴿١٦﴾

Hayır, mümkün değil; şüphe yok o, delillerimize karşı adamakıllı inada girişti.

Alİ Bulaç

Hayır; çünkü o, Bizim ayetlerimize karşı 'kesin bir inatçıdır.\"

Çeviriyazı

kellâ. innehû kâne liâyâtinâ `anîdâ.

Diyanet İşleri

Hayır; hayır; çünkü o, Bizim ayetlerimize karşı son derece inatçıdır.

Diyanet Vakfı

Asla (ummasın)! Çünkü o, bizim ayetlerimize karşı alabildiğine inatçıdır.

Edip Yüksel

Asla, çünkü o, ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hayır, çünkü o bizim âyetlerimize karşı bir inatçı kesildi.

Öztürk

Hayır, iş sanıldığı gibi değil! O, bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi.

Suat Yıldırım

Hiç heveslenmesin! Çünkü o Bizim âyetlerimize karşı inatçı kesildi.

Süleyman Ateş

Hayır, çünkü o bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi.

سَأُرْهِقُهُۥ صَعُودًا ﴿١٧﴾

Ben de onu, rahat ve huzur yüzü görmeyeceği bir azaba uğratacağım.

Alİ Bulaç

Onu alabildiğine sarp bir yokuşa süreceğim.

Çeviriyazı

seürhiḳuhû ṣa`ûdâ.

Diyanet İşleri

Onu sarp bir yokuşa sardıracağım.

Diyanet Vakfı

Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım!

Edip Yüksel

Onu sarp bir yokuşa sardıracağım.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ben onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.

Öztürk

Ben onu dik bir yola süreceğim.

Suat Yıldırım

Ben de onu sarp mı sarp bir yokuşa sardıracağım.

Süleyman Ateş

Onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.

إِنَّهُۥ فَكَّرَ وَقَدَّرَ ﴿١٨﴾

Şüphe yok ki o, iyice bir düşündü de kendince ölçtübiçti.

Alİ Bulaç

Çünkü o, düşündü ve bir ölçü tespit etti.

Çeviriyazı

innehû fekkera veḳaddera.

Diyanet İşleri

Çünkü o, düşündü, ölçtü biçti;

Diyanet Vakfı

Zira o, düşündü taşındı, ölçtü biçti.

Edip Yüksel

Nitekim o düşündü; ölçtü biçti.

Elmalılı Hamdi Yazır

Çünkü o bir düşündü, ölçtü, biçti.

Öztürk

Derin derin düşündü o; ölçtü-biçti.

Suat Yıldırım

O düşündü, ölçtü, biçti...

Süleyman Ateş

Zira o düşündü, ölçtü, biçti.

فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ ﴿١٩﴾

Geberesice nasıl da ölçtübiçti.

Alİ Bulaç

Kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?

Çeviriyazı

feḳutile keyfe ḳaddera.

Diyanet İşleri

Canı çıkası, ne biçim ölçüp biçti!

Diyanet Vakfı

Canı çıkasıca, ne biçim ölçtü biçti!

Edip Yüksel

Kahrolası, ne biçim ölçüp biçti.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kahrolası nasıl da ölçtü, biçti.

Öztürk

Kahrolası, nasıl bir ölçü kullandı!

Suat Yıldırım

Kahrolası, nasıl da ölçtü biçti!

Süleyman Ateş

Kahrolası nasıl da ölçtü, biçti.

ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ ﴿٢٠﴾

Sonra gene de geberesice, nasıl da ölçütübiçti.

Alİ Bulaç

Yine kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?

Çeviriyazı

ŝümme ḳutile keyfe ḳaddera.

Diyanet İşleri

Canı çıkası; sonra yine ne biçim ölçüp biçti!

Diyanet Vakfı

Sonra, canı çıkasıca tekrar (ölçtü biçti); nasıl ölçtü biçtiyse!

Edip Yüksel

Kahrolası, gene ne biçim ölçüp biçti.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti.

Öztürk

Bir kez daha kahrolası, nasıl bir ölçü kullandı?!

Suat Yıldırım

Hay kahrolası! Nasıl, nasıl da ölçtü biçti!

Süleyman Ateş

Yine kahrolası nasıl ölçtü, biçti.

ثُمَّ نَظَرَ ﴿٢١﴾

Sonra baktı.

Alİ Bulaç

Sonra bir baktı.

Çeviriyazı

ŝümme neżara.

Diyanet İşleri

Sonra baktı;

Diyanet Vakfı

Sonra baktı.

Edip Yüksel

Baktı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sonra baktı.

Öztürk

Sonra baktı.

Suat Yıldırım

Sonra baktı...

Süleyman Ateş

Sonra baktı,

ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَ ﴿٢٢﴾

Sonra kaşını çattı, suratını astı,

Alİ Bulaç

Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti.

Çeviriyazı

ŝümme `abese vebesera.

Diyanet İşleri

Sonra kaşlarını çattı, suratını aştı;

Diyanet Vakfı

Sonra kaşlarını çattı, suratını astı.

Edip Yüksel

Sonra surat astı, kaşlarını çattı.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sonra kaşını çattı, surat astı.

Öztürk

Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı.

Suat Yıldırım

Derken suratını astı, kaşlarını çattı...

Süleyman Ateş

Sonra surat astı, kaşlarını çattı,

ثُمَّ أَدْبَرَ وَٱسْتَكْبَرَ ﴿٢٣﴾

sonra ardını döndü ve ululanmaya kalkıştı.

Alİ Bulaç

Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı (istikbar).

Çeviriyazı

ŝümme edbera vestekbera.

Diyanet İşleri

Sonra da sırt çevirip büyüklük tasladı.

Diyanet Vakfı

En sonunda, kibirini yenemeyip sırt çevirdi.

Edip Yüksel

Ve arkasını döndü; büyüklük tasladı:

Elmalılı Hamdi Yazır

Sonra arkasını döndü ve büyüklük tasladı.

Öztürk

Sonra arkasını döndü ve böbürlendi.

Suat Yıldırım

Sonra da sırtını döndü, kibirinden kabardı, arkasına bakmadan çekip gitti!

Süleyman Ateş

Sonra arkasını döndü, böbürlendi:

فَقَالَ إِنْ هَٰذَآ إِلَّا سِحْرٌۭ يُؤْثَرُ ﴿٢٤﴾

Derken bu, ancak dedi, eskiden beri söylenegelen bir büyü.

Alİ Bulaç

Böylece: \"Bu, yalnızca 'aktarılarak öğrenilen' bir büyüdür\" dedi.

Çeviriyazı

feḳâle in hâẕâ illâ siḥruy yü'ŝer.

Diyanet İşleri

\"Bu sadece öğretilegelen bir sihirdir. Bu Kuran yalnızca bir insan sözüdür\" dedi.

Diyanet Vakfı

\"Bu (Kur'an) dedi, olsa olsa (sihirbazlardan öğrenilip) nakledilen bir sihirdir.\"

Edip Yüksel

\"Bu,\" dedi, \"etkileyici bir büyüden başka bir şey değil.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Bu, dedi, başka değil öğretilegelen bir sihirdir.\"

Öztürk

Şöyle dedi: \"Bu, rivayet edilerek gelen bir büyüden başka şey değil.\"

Suat Yıldırım

“Bu, büyücülerden nakledilen büyüden ibarettir.” dedi.

Süleyman Ateş

Bu dedi, rivayet edilip öğretilen bir büyüden başka bir şey değildir.

إِنْ هَٰذَآ إِلَّا قَوْلُ ٱلْبَشَرِ ﴿٢٥﴾

Bu ancak insan sözü.

Alİ Bulaç

\"Bu, bir beşer sözünden başkası değildir.\"

Çeviriyazı

in hâẕâ illâ ḳavlü-lbeşer.

Diyanet İşleri

\"Bu sadece öğretilegelen bir sihirdir. Bu Kuran yalnızca bir insan sözüdür\" dedi.

Diyanet Vakfı

Bu, insan sözünden başka bir şey değil.\"

Edip Yüksel

\"Bu sadece bir insan sözüdür.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Bu, sadece bir insan sözüdür.\"

Öztürk

\"İnsan sözünden başka bir şey değil bu.\"

Suat Yıldırım

Bu, beşer sözünden başka bir şey değildir.”

Süleyman Ateş

Bu, sadece, bir insan sözüdür.

سَأُصْلِيهِ سَقَرَ ﴿٢٦﴾

Onu yakıcı cehenneme atarım.

Alİ Bulaç

Onu Ben, cehenneme sürükleyip-atacağım.

Çeviriyazı

seuṣlîhi seḳara.

Diyanet İşleri

İşte bu adamı yakıcı bir ateşe yaslayacağım.

Diyanet Vakfı

Ben onu sekara (cehenneme) sokacağım.

Edip Yüksel

Onu Sakar'a atacağım.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ben onu Sekar'a (cehenneme) sokacağım.

Öztürk

Onu sekara fırlatacağım.

Suat Yıldırım

(“Beşer” desin bakalım) “Ben de onu sekar'a atacağım.

Süleyman Ateş

Onu Sekar'a sokacağım.

وَمَآ أَدْرَىٰكَ مَا سَقَرُ ﴿٢٧﴾

Ve bilir misin, nedir yakıcı cehennem?

Alİ Bulaç

Cehennem (sakar) nedir, sen bilir misin?

Çeviriyazı

vemâ edrâke mâ seḳar.

Diyanet İşleri

Yakıcı ateşin ne olduğunu sen nerden bilirsin?

Diyanet Vakfı

Sen biliyor musun sekar nedir?

Edip Yüksel

Sakar nedir bilir misin?

Elmalılı Hamdi Yazır

Bilir misin sen, nedir o sekar?

Öztürk

Bilir misin nedir sekar?

Suat Yıldırım

Sekar nedir bilir misin? Nereden bileceksin!

Süleyman Ateş

Sekar'ın ne olduğunu sen nereden bileceksin?

لَا تُبْقِى وَلَا تَذَرُ ﴿٢٨﴾

Yakar bitirir de gene bırakmaz.

Alİ Bulaç

Ne alıkoyar, ne bırakır.

Çeviriyazı

lâ tübḳî velâ teẕer.

Diyanet İşleri

O, ne geri bırakır ne de azabdan vazgeçer.

Diyanet Vakfı

Hem (bütün bedeni helak eder, hiçbir şey) bırakmaz, hem (eski hale getirip tekrar azap etmekten) vazgeçmez o.

Edip Yüksel

Ne bırakır, ne de yüklenir (tam ve mükemmel),

Elmalılı Hamdi Yazır

Ne geriye bir şey kor, ne bırakır.

Öztürk

Ortada bir şey bırakmaz, hiçbir şeyi görmezlik etmez o.

Suat Yıldırım

O, içine atılanı yer, bitirir. Yine de bırakmaz, eski haline çevirip bu işi tekrar eder.

Süleyman Ateş

(Geride bir şey) Komaz, bırakmaz (her şeyi yakıp yok eder).

لَوَّاحَةٌۭ لِّلْبَشَرِ ﴿٢٩﴾

Derileri tamamıyla yakar kavurur.

Alİ Bulaç

Beşere delicesine susamıştır.

Çeviriyazı

levvâḥatül lilbeşer.

Diyanet İşleri

İnsanın derisini kavurur;

Diyanet Vakfı

İnsanın derisini kavurur.

Edip Yüksel

Halklar için (evrensel) bir göstergedir/ekrandır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Durmadan derileri kavurur.

Öztürk

İnsan için tablolar/levhalar/ekranlar sunandır o/deriyi yakıp kavurandır o.

Suat Yıldırım

Sürekli olarak derileri kavurur.

Süleyman Ateş

Durmadan deriler kavurur.

عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَ ﴿٣٠﴾

On dokuz memuru vardır.

Alİ Bulaç

Onun üzerinde ondokuz vardır.

Çeviriyazı

`aleyhâ tis`ate `aşer.

Diyanet İşleri

Orada ondokuz bekçi vardır.

Diyanet Vakfı

Üzerinde ondokuz (muhafız melek) vardır.

Edip Yüksel

Üzerinde ondokuz vardır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Üzerinde ondokuz (melek) vardır.

Öztürk

Üzerinde ondokuz vardır onun.

Suat Yıldırım

Üzerinde on dokuz görevli vardır.

Süleyman Ateş

Üzerinde ondokuz (muhafız) vardır.

وَمَا جَعَلْنَآ أَصْحَٰبَ ٱلنَّارِ إِلَّا مَلَٰٓئِكَةًۭ ۙ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةًۭ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا۟ لِيَسْتَيْقِنَ ٱلَّذِينَ أُوتُوا۟ ٱلْكِتَٰبَ وَيَزْدَادَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓا۟ إِيمَٰنًۭا ۙ وَلَا يَرْتَابَ ٱلَّذِينَ أُوتُوا۟ ٱلْكِتَٰبَ وَٱلْمُؤْمِنُونَ ۙ وَلِيَقُولَ ٱلَّذِينَ فِى قُلُوبِهِم مَّرَضٌۭ وَٱلْكَٰفِرُونَ مَاذَآ أَرَادَ ٱللَّهُ بِهَٰذَا مَثَلًۭا ۚ كَذَٰلِكَ يُضِلُّ ٱللَّهُ مَن يَشَآءُ وَيَهْدِى مَن يَشَآءُ ۚ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ ۚ وَمَا هِىَ إِلَّا ذِكْرَىٰ لِلْبَشَرِ ﴿٣١﴾

Ve biz, cehennem memurlarını, meleklerden tayin ettik ve kendilerine kitap verilenlerin iyideniyiye anlayıp inanmaları için ve inananların inancını arttırsın ve kendilerine kitap verilenlerle inananlar, şüpheye düşmesinler ve gönüllerinde hastalık olanlar ve kafirlerse, Allah bununla, bu örnekle neyi kastediyor ki desinler diye sayılarını on dokuz olarak taktir ettik. İşte böylece Allah, bildiğini saptırır ve dilediğini doğru yola sokar ve Rabbinin ordusu ne kadardır, ancak Allah bilir ve bu, insanlara bir öğüttür ancak.

Alİ Bulaç

Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkar edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin: \"Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?\" İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını Kendisi'nden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür.

Çeviriyazı

vemâ ce`alnâ aṣḥâbe-nnâri illâ melâikeh. vemâ ce`alnâ `iddetehüm illâ fitnetel lilleẕîne keferû liyesteyḳine-lleẕîne ûtü-lkitâbe veyezdâde-lleẕîne âmenû îmânev velâ yertâbe-lleẕîne ûtü-lkitâbe velmü'minûne veliyeḳûle-lleẕîne fî ḳulûbihim meraḍuv velkâfirûne mâẕâ erâde-llâhü bihâẕâ meŝelâ. keẕâlike yüḍillü-llâhü mey yeşâü veyehdî mey yeşâ'. vemâ ya`lemü cünûde rabbike illâ hû. vemâ hiye illâ ẕikrâ lilbeşer.

Diyanet İşleri

Cehennemin bekçilerini yalnız meleklerden kılmışızdır. Sayılarını bildirmekle de, ancak inkar edenlerin denenmesini ve kendilerine kitap verilenlerin kesin bilgi edinmesini ve inananların da imanlarının artmasını sağladık. Kendilerine kitap verilenler ve inananlar şüpheye düşmesinler. Kalblerinde hastalık bulunanlar ve inkarcılar: \"Allah bu misalle neyi muradetti?\" desinler. İşte Allah, böylece, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, insanoğluna bir öğütten ibarettir.

Diyanet Vakfı

Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkarcılar için sadece bir imtihan (vesilesi) yaptık ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensin, iman edenlerin imanını atrttırsın; hem kendilerine kitap verilenler hem müminler şüpheye düşmesinler, kalplerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de: \"Allah bu misalle ne demek istemiştir ki?\" desinler. İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez. Bu ise, insanlık için ancak bir öğüttür.

Edip Yüksel

Biz ateşe bekçi olarak sadece melekleri atadık. Onların sayısını (ondokuz'u) da, () inkarcılar için bir fitne (sınav/huzursuzluk kaynağı) yaptık, () kitap verilmiş olanları ikna etsin, () inananların inancını güçlendirsin, () kitap verilmiş olanlarla inananların kuşkularını ortadan kaldırsın, ve () kalplerinde hastalık olanlarla inkarcılar da, \"ALLAH bu örnekle ne demek istiyor?\" desinler. Böylece ALLAH dilediğini/dileyeni saptırır ve dilediğini/dileyeni de doğruya iletir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu (sayı) halklara bir mesajdır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık. Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, iman edenlerin de imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: \"Allah bu misalle ne demek istedi?\" desinler. İşte böyle, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir.

Öztürk

Biz, cehennem yârânını hep melekler yaptık. Ve biz, onların sayılarını da küfre sapanlar için bir imtihandan başka şey yapmadık. Ta ki, kendilerine kitap verilenler iyice ve apaçık bilsinler. İman etmiş olanların imanı artsın. Kendilerine kitap verilmiş olanlarla iman sahipleri kuşkuya düşmesin. Kalplerinde hastalık olanlarla küfre sapmış bulunanlar da; \"Allah bununla neyi örneklendirmek istiyor?\" desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de doğruya ve güzele kılavuzlar. Rabbinin ordularını ancak O bilir. Bu, insan için bir öğüt verici ve düşündürücüden başka şey değildir.

Suat Yıldırım

Biz cehennem görevlilerini sadece melaikelerden kıldık. Onların sayısını da kâfirler için imtihan ve sıkıntı sebebi yaptık ki Ehl-i kitaptan olanlar Peygambere imanda yakîn sahibi olup, daha kesin inansınlar. mü'minlerin imanlarındaki yakinleri artsın. Ehl-i kitap ve müminler tereddüde düşmesinler. Kalplerinde hastalık olan münafıklar ile kâfirler de neticede: “Allah, bu misal ile ne anlatmak istemiş olabilir?” desinler. Böylece Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını Kendisinden başka kimse bilemez. Bu, (yani cehennem veya ondan bahseden âyetler) beşere bir öğüt ve uyarıdan başka bir şey değildir. [2,26]

Süleyman Ateş

Biz cehennemin muhafızlarını hep melekler yaptık. Onların sayısını da inkar edenler için bir sınav yaptık ki, kendilerine Kitap verilmiş olanlar iyice inansın, inananların da imanı artsın. Kitap verilmiş olanlar ve inananlar kuşkulanmasınlar. Kalblerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de: \"Allah bu misalle ne demek istedi?\" desinler. Böylece Allah, dilediğini şaşırtır, dilediğni doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlara bir uyarıdır.

كَلَّا وَٱلْقَمَرِ ﴿٣٢﴾

Hayır, gerçekten de andolsun aya.

Alİ Bulaç

Hayır; Ay'a andolsun,

Çeviriyazı

kellâ velḳamer.

Diyanet İşleri

Hayır, hayır öğüt almazlar. Aya, dönüp gelen geceye, ağarmakta olan sabaha and olsun ki, içinizden öne geçmek veya geri kalmak isteyen kimseye, insanoğlunu uyarıcı olarak anlatılan cehennem büyük olaylardan biridir.

Diyanet Vakfı

Hayır hayır (öğüt almazlar). Aya andolsun ki,

Edip Yüksel

Hayır, andolsun Ay'a,

Elmalılı Hamdi Yazır

Hayır, andolsun aya,

Öztürk

Hayır, sandıkları gibi değil! Yemin olsun Ay'a,

Suat Yıldırım

Hayır! İş kâfirlerin dediği gibi değil. Ay'a,

Süleyman Ateş

Hayır, andolsun Aya,

وَٱلَّيْلِ إِذْ أَدْبَرَ ﴿٣٣﴾

Ve andolsun çekilip giderken geceye.

Alİ Bulaç

Dönüp gittiği zaman geceye,

Çeviriyazı

velleyli iẕ edbera.

Diyanet İşleri

Hayır, hayır öğüt almazlar. Aya, dönüp gelen geceye, ağarmakta olan sabaha and olsun ki, içinizden öne geçmek veya geri kalmak isteyen kimseye, insanoğlunu uyarıcı olarak anlatılan cehennem büyük olaylardan biridir.

Diyanet Vakfı

Dönüp gitmekte olan geceye,

Edip Yüksel

Geçtiği vakit geceye,

Elmalılı Hamdi Yazır

Döndüğü an o geceye,

Öztürk

Yemin olsun geceye, sırtını döndüğünde;

Suat Yıldırım

Ve dönüp giden geceye,

Süleyman Ateş

Dönüp gitmekte olan geceye,

وَٱلصُّبْحِ إِذَآ أَسْفَرَ ﴿٣٤﴾

Ve ışıklanıp doğarken güne.

Alİ Bulaç

Ağardığı zaman sabaha,

Çeviriyazı

veṣṣubḥi iẕâ esfera.

Diyanet İşleri

Hayır, hayır öğüt almazlar. Aya, dönüp gelen geceye, ağarmakta olan sabaha and olsun ki, içinizden öne geçmek veya geri kalmak isteyen kimseye, insanoğlunu uyarıcı olarak anlatılan cehennem büyük olaylardan biridir.

Diyanet Vakfı

Ağarmakta olan sabaha andolsun ki,

Edip Yüksel

Ağardığı vakit sabaha,

Elmalılı Hamdi Yazır

Ve açtığı sıra o sabaha.

Öztürk

Yemin olsun sabaha, ağarıp ışıdığında,

Suat Yıldırım

Ağardığı dem sabaha kasem edip şahit tutarım ki.

Süleyman Ateş

Ağaran sabaha,

إِنَّهَا لَإِحْدَى ٱلْكُبَرِ ﴿٣٥﴾

Cehennem, şüphe yok ki pek büyük mahluklardan biridir.

Alİ Bulaç

Gerçekten o, büyük (musibet)lerden biridir.

Çeviriyazı

innehâ leiḥde-lküber.

Diyanet İşleri

Hayır, hayır öğüt almazlar. Aya, dönüp gelen geceye, ağarmakta olan sabaha and olsun ki, içinizden öne geçmek veya geri kalmak isteyen kimseye, insanoğlunu uyarıcı olarak anlatılan cehennem büyük olaylardan biridir.

Diyanet Vakfı

O (cehennem), büyük musibetlerden biridir.

Edip Yüksel

Bu büyüklerden birisidir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kuşkusuz o Sekar, büyük belalardan biridir.

Öztürk

Ki o gerçekten en büyüklerden biridir.

Suat Yıldırım

O sekar belâların en müthişidir.

Süleyman Ateş

Ki o (Sekar), büyük(bela)lardan biridir.

نَذِيرًۭا لِّلْبَشَرِ ﴿٣٦﴾

Korkutucudur insanları.

Alİ Bulaç

Beşer (insan) için bir uyarıdır.

Çeviriyazı

neẕîral lilbeşer.

Diyanet İşleri

Hayır, hayır öğüt almazlar. Aya, dönüp gelen geceye, ağarmakta olan sabaha and olsun ki, içinizden öne geçmek veya geri kalmak isteyen kimseye, insanoğlunu uyarıcı olarak anlatılan cehennem büyük olaylardan biridir.

Diyanet Vakfı

İnsanlık için, uyarıcıdır.

Edip Yüksel

Halklara bir uyarıdır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Uyarmak için insanları..

Öztürk

İnsan için bir uyarıcıdır.

Suat Yıldırım

Beşer için en büyük uyarıdır.

Süleyman Ateş

İnsanlar için uyarıcıdır;

لِمَن شَآءَ مِنكُمْ أَن يَتَقَدَّمَ أَوْ يَتَأَخَّرَ ﴿٣٧﴾

Sizden, ileri geçip itaat edenleri ve geri kalıp isyana dalanları.

Alİ Bulaç

Sizlerden öne geçmek veya geride kalmak isteyenler için.

Çeviriyazı

limen şâe minküm ey yeteḳaddeme ev yeteeḫḫar.

Diyanet İşleri

Hayır, hayır öğüt almazlar. Aya, dönüp gelen geceye, ağarmakta olan sabaha and olsun ki, içinizden öne geçmek veya geri kalmak isteyen kimseye, insanoğlunu uyarıcı olarak anlatılan cehennem büyük olaylardan biridir.

Diyanet Vakfı

Sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için (uyarıcıdır).

Edip Yüksel

İlerlemek yahut geride kalmak dileyenleriniz için.

Elmalılı Hamdi Yazır

İçinizden ileri gitmek veya geri kalmak isteyen kimseleri..

Öztürk

Sizden, öne geçmek yahut arkaya kalmak/erken davranmak yahut gecikmek isteyen için.

Suat Yıldırım

İleri veya geri gitmek durumunda olanlar için en büyük uyarıdır.

Süleyman Ateş

Sizden (iman yolunda) ileri gitmek veya geri kalmak dileyen kimseler için (uyarıcıdır).

كُلُّ نَفْسٍۭ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ ﴿٣٨﴾

Herkes, kazancına bağlıdır.

Alİ Bulaç

Her nefis, kazandıklarına karşılık bir rehinedir.

Çeviriyazı

küllü nefsim bimâ kesebet rahîneh.

Diyanet İşleri

Herkes kazancına bağlı bir rehindir;

Diyanet Vakfı

Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir;

Edip Yüksel

Her kişi kendi günahıyla mahkum olur.

Elmalılı Hamdi Yazır

Her nefis kendi kazancına bağlıdır.

Öztürk

Her benlik kendi kazandığının bir karşılığıdır.

Suat Yıldırım

Ashab-ı yeminden, hesap defterini sağ tarafından alan cennetlikler dışında herkes, yaptığı işlerin rehini ve esîri olacaktır.

Süleyman Ateş

Her can, kazandığıyle (Allah katında) rehin alınmıştır.

إِلَّآ أَصْحَٰبَ ٱلْيَمِينِ ﴿٣٩﴾

Ancak sağ taraf ehli başka.

Alİ Bulaç

Ancak Ashab-ı Yemin (sağ ehli) hariç.

Çeviriyazı

illâ aṣḥâbe-lyemîn.

Diyanet İşleri

Ancak, defteri sağdan verilenler böyle değildir; onlar cennettedirler. Suçlulara: \"Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?\" diye sorarlar.

Diyanet Vakfı

Ancak sağdakiler başka.

Edip Yüksel

Ancak sağ tarafta olanlar hariç;

Elmalılı Hamdi Yazır

Ancak amel defterleri sağından verilenler hariç.

Öztürk

Uğur ve bereket yârânı müstesna.

Suat Yıldırım

Ashab-ı yeminden, hesap defterini sağ tarafından alan cennetlikler dışında herkes, yaptığı işlerin rehini ve esîri olacaktır.

Süleyman Ateş

Yalnız sağın adamları (Kitapları sağdan verilenler) hariç.

فِى جَنَّٰتٍۢ يَتَسَآءَلُونَ ﴿٤٠﴾

Cennetlerdedir onlar, soralar, konuşurlar.

Alİ Bulaç

Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.

Çeviriyazı

fî cennâtin. yetesâelûn.

Diyanet İşleri

Ancak, defteri sağdan verilenler böyle değildir; onlar cennettedirler. Suçlulara: \"Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?\" diye sorarlar.

Diyanet Vakfı

Onlar cennetler içinde sorarlar.

Edip Yüksel

Cennetler içindedirler, sorarlar,

Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar cennettedirler, sorup dururlar.

Öztürk

Bahçelerdedirler. Birbirlerine soruyorlar,

Suat Yıldırım

Onlar mutlaka cennetlerde mücrimlerin durumu hakkında, kendi aralarında konuşurlar. O suçlulara: “Neydi bu cehenneme sizi sürükleyen?” diye sorulur.

Süleyman Ateş

Onlar cennetler içinde soruyorlar;

عَنِ ٱلْمُجْرِمِينَ ﴿٤١﴾

Mücrimlerin halinden.

Alİ Bulaç

Suçlu-günahkarları;

Çeviriyazı

`ani-lmücrimîn.

Diyanet İşleri

Ancak, defteri sağdan verilenler böyle değildir; onlar cennettedirler. Suçlulara: \"Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?\" diye sorarlar.

Diyanet Vakfı

Günahkarların durumunu:

Edip Yüksel

Suçlulara:

Elmalılı Hamdi Yazır

Suçluların durumunu.

Öztürk

Suçlular hakkında:

Suat Yıldırım

Onlar mutlaka cennetlerde mücrimlerin durumu hakkında, kendi aralarında konuşurlar. O suçlulara: “Neydi bu cehenneme sizi sürükleyen?” diye sorulur.

Süleyman Ateş

Suçluların durumunu:

مَا سَلَكَكُمْ فِى سَقَرَ ﴿٤٢﴾

Nedir derler cehenneme sokan sizi?

Alİ Bulaç

\"Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?\"

Çeviriyazı

mâ selekeküm fî seḳara.

Diyanet İşleri

Ancak, defteri sağdan verilenler böyle değildir; onlar cennettedirler. Suçlulara: \"Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?\" diye sorarlar.

Diyanet Vakfı

\"Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?\" diye

Edip Yüksel

\"Sizi bu cezaya sokan nedir?\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Nedir sizi Sekar'a sokan?\" diye.

Öztürk

\"Sizi sekara sürükleyen nedir?\"

Suat Yıldırım

Onlar mutlaka cennetlerde mücrimlerin durumu hakkında, kendi aralarında konuşurlar. O suçlulara: “Neydi bu cehenneme sizi sürükleyen?” diye sorulur.

Süleyman Ateş

Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi?

قَالُوا۟ لَمْ نَكُ مِنَ ٱلْمُصَلِّينَ ﴿٤٣﴾

Derler ki: Namaz kılmazdık.

Alİ Bulaç

Onlar: \"Biz namaz kılanlardan değildik\" dediler.

Çeviriyazı

ḳâlû lem nekü mine-lmüṣallîn.

Diyanet İşleri

Onlar derler ki: \"Namaz kılanlardan değildik.\"

Diyanet Vakfı

Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik,

Edip Yüksel

Diyecekler ki, \"Desteklemezdik/namaz kılmazdık\"

Elmalılı Hamdi Yazır

Suçlular der ki: \"Biz namaz kılanlardan değildik.\"

Öztürk

Cevap verdiler: \"Namazı/duayı yerine getirenlerden değildik.\"

Suat Yıldırım

Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik.

Süleyman Ateş

(Onlar da) Dediler ki: \"Biz namaz kılanlardan olmadık.\"

وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ ٱلْمِسْكِينَ ﴿٤٤﴾

Ve yoksulu doyurmazdık.

Alİ Bulaç

\"Yoksula yedirmezdik.\"

Çeviriyazı

velem nekü nuṭ`imü-lmiskîn.

Diyanet İşleri

\"Düşkün kimseyi doyurmuyorduk.\"

Diyanet Vakfı

Yoksulu doyurmuyorduk,

Edip Yüksel

\"Yoksula da yedirmezdik.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Yoksula da yedirmezdik.\"

Öztürk

\"Yoksulu yedirip doyurmuyorduk.\"

Suat Yıldırım

Fakirleri doyurmaz, onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmezdik.

Süleyman Ateş

Yoksula da yedirmezdik.

وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ ٱلْخَآئِضِينَ ﴿٤٥﴾

Ve boş laflarla azgınlığa dalanlarla biz de dalardık.

Alİ Bulaç

\"(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik.\"

Çeviriyazı

vekünnâ neḫûḍu me`a-lḫâiḍîn.

Diyanet İşleri

\"Batıla dalanlarla biz de dalardık.\"

Diyanet Vakfı

(Batıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk,

Edip Yüksel

\"Biz, boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Boş şeylere dalanlarla dalar giderdik.\"

Öztürk

\"Boş lakırdılara dalanlarla dalar giderdik.\"

Suat Yıldırım

Batıl sözlere dalanlarla beraber biz de dalardık.

Süleyman Ateş

Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık.\"

وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ ٱلدِّينِ ﴿٤٦﴾

Ve ceza gününü yalanlardık.

Alİ Bulaç

\"Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk.\"

Çeviriyazı

vekünnâ nükeẕẕibü biyevmi-ddîn.

Diyanet İşleri

\"Ceza gününü yalanlardık.\"

Diyanet Vakfı

Ceza gününü de yalan sayıyorduk,

Edip Yüksel

\"Yargı gününü yalanlardık.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Ceza gününü yalanlardık.\"

Öztürk

\"Din gününü yalanlıyorduk.\"

Suat Yıldırım

Bu hesap gününü yalan sayardık.

Süleyman Ateş

Ceza gününü yalanlardık.

حَتَّىٰٓ أَتَىٰنَا ٱلْيَقِينُ ﴿٤٧﴾

Bize ölüm gelip çatıncaya dek.

Alİ Bulaç

\"Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı.\"

Çeviriyazı

ḥattâ etâne-lyeḳîn.

Diyanet İşleri

\"Ölüm bize o haldeyken geldi.\"

Diyanet Vakfı

Sonunda bize ölüm geldi çattı.

Edip Yüksel

\"Nihayet (şimdi) kesin gerçeğe ulaştık.\"

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Nihayet bize ölüm gelip çattı.\"

Öztürk

\"Nihayet, tartışılmaz ve karşı çıkılmaz bilgi önümüze dikildi.\"

Suat Yıldırım

Ölüm bizi yakalayıncaya kadar hep böyle idik.”

Süleyman Ateş

İşte böyle iken ölüm bize gelip çattı.

فَمَا تَنفَعُهُمْ شَفَٰعَةُ ٱلشَّٰفِعِينَ ﴿٤٨﴾

Derken şefaatçilerin şefaati fayda vermez onlara.

Alİ Bulaç

Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.

Çeviriyazı

femâ tenfe`uhüm şefâ`atü-şşâfi`în.

Diyanet İşleri

Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez.

Diyanet Vakfı

Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.

Edip Yüksel

Aracıların şefaati onlara bir yarar sağlamaz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Artık onlara şefaatçilerin şefaatı fayda vermez.

Öztürk

Artık yarar sağlamaz onlara şefaatçilerin şefaati.

Suat Yıldırım

Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda etmez.

Süleyman Ateş

Artık onlara şefa'atçilerin şefa'ati fayda vermez.

فَمَا لَهُمْ عَنِ ٱلتَّذْكِرَةِ مُعْرِضِينَ ﴿٤٩﴾

Derken ne oluyor onlara ki öğütten, Kur'an'dan yüz çevirmedeler, kaçmadalar.

Alİ Bulaç

Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar?

Çeviriyazı

femâ lehüm `ani-tteẕkirati mü`riḍîn.

Diyanet İşleri

Öyleyken, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çeviriyorlar?

Diyanet Vakfı

Böyle iken onlara ne oluyor ki, öğütten yüz çeviriyorlar?

Edip Yüksel

Öyleyse neden bu mesajdan yüz çeviriyorlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Şimdi o Kur'ân'dan yüz çevirirlerken ne mazeretleri var?

Öztürk

Ne oluyor onlara da öğüt verip düşündüren şeyden yüz çeviriyorlar?

Suat Yıldırım

Ne oluyor onlara ki bu öğütten, bu irşaddan arslandan ürküp kaçan yaban eşeği gibi kaçıyorlar?

Süleyman Ateş

Böyle iken onlara ne oluyur ki öğütten yüz çeviriyorlar?

كَأَنَّهُمْ حُمُرٌۭ مُّسْتَنفِرَةٌۭ ﴿٥٠﴾

Sanki yabani eşeklerdir onlar da.

Alİ Bulaç

Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler;

Çeviriyazı

keennehüm ḥumürum müstenfirah.

Diyanet İşleri

Aslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere benzerler.

Diyanet Vakfı

Kaçan yaban eşekleri gibi,

Edip Yüksel

Ürkmüş zebralar gibi,

Elmalılı Hamdi Yazır

Sanki onlar ürkmüş yaban eşekleri.

Öztürk

Sağa-sola kaçışan yaban eşekleri gibidirler,

Suat Yıldırım

Ne oluyor onlara ki bu öğütten, bu irşaddan arslandan ürküp kaçan yaban eşeği gibi kaçıyorlar?

Süleyman Ateş

Yaban eşekleri gibi;

فَرَّتْ مِن قَسْوَرَةٍۭ ﴿٥١﴾

Arslandan kaçıyorlar.

Alİ Bulaç

Arslandan korkup-kaçmışlar.

Çeviriyazı

ferrat min ḳasverah.

Diyanet İşleri

Aslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere benzerler.

Diyanet Vakfı

Âdeta arslandan ürkmüş.

Edip Yüksel

Aslandan kaçan...

Elmalılı Hamdi Yazır

Arslandan kaçmaktalar.

Öztürk

Arslandan ürkmüşlerdir.

Suat Yıldırım

Ne oluyor onlara ki bu öğütten, bu irşaddan arslandan ürküp kaçan yaban eşeği gibi kaçıyorlar?

Süleyman Ateş

Aslandan ürkmüş.

بَلْ يُرِيدُ كُلُّ ٱمْرِئٍۢ مِّنْهُمْ أَن يُؤْتَىٰ صُحُفًۭا مُّنَشَّرَةًۭ ﴿٥٢﴾

Hayır, onların herbiri, ister ki apaçık sahifeler verilsin onlara.

Alİ Bulaç

Hayır; her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister.

Çeviriyazı

bel yürîdü küllü-mriim minhüm ey yü'tâ ṣuḥufem müneşşerah.

Diyanet İşleri

Hayır; her biri önüne açılıvermiş sahifeler verilmesini ister.

Diyanet Vakfı

Daha doğrusu onlardan her biri, kendisine, (önünde) açılmış sahifeler (ilahi vahiy) verilmesini istiyor.

Edip Yüksel

Hayır, onlardan her biri, kendisine özel olarak açılmış sayfalar verilmesini ister.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hayır, onlardan her kişi kendisine açılmış sayfalar verilmesini istiyor.

Öztürk

İçlerinden her kişi de istiyor ki, kendisine açılıp saçılmış sayfalar verilsin.

Suat Yıldırım

Bu beyler, bu öğütle yetinmeyip üstelik her biri kendisine mahsus özel kitap, özel ferman isterler!

Süleyman Ateş

Hayır, onlardan her kişi kendisine açılan sahifeler verilmesini istiyor.

كَلَّا ۖ بَل لَّا يَخَافُونَ ٱلْءَاخِرَةَ ﴿٥٣﴾

Hayır, öyle değil, onlar, ahiretten korkmazlar.

Alİ Bulaç

Hayır; onlar şüphesiz ahiretten korkmuyorlar.

Çeviriyazı

kellâ. bel lâ yeḫâfûne-l'âḫirah.

Diyanet İşleri

Hayır; daha doğrusu ahiretten korkmazlar.

Diyanet Vakfı

Hayır! Aslında onlar ahiretten korkmuyorlar.

Edip Yüksel

Doğrusu, onlar ahiretten korkmuyor.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yok, yok onlar ahiretten korkmuyorlar.

Öztürk

Hayır, öyle şey olmaz! Doğrusu şu ki, âhiretten korkmuyorlar.

Suat Yıldırım

Hayır! onlar aslında âhiret endişesi taşımazlar.

Süleyman Ateş

Yok yok onlar ahiretten korkmuyorlar.

كَلَّآ إِنَّهُۥ تَذْكِرَةٌۭ ﴿٥٤﴾

Gerçekten de Kur'an, bir öğüttür.

Alİ Bulaç

Gerçek (şu ki), o (Kur'an,) elbette bir öğüttür.

Çeviriyazı

kellâ innehû teẕkirah.

Diyanet İşleri

Hayır; şüphesiz bu Kuran bir öğüttür.

Diyanet Vakfı

Asla (düşündükleri gibi değil)! Bilsinler ki bu, gerçekten bir ikazdır!

Edip Yüksel

Doğrusu, bu bir öğüttür.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hayır, hayır, O kur'ân kuşkusuz bir öğüttür.

Öztürk

Hayır, iş, sandıkları gibi değil! O bir öğüt verici/bir düşündürücüdür.

Suat Yıldırım

Hayır! Gerçekten bu bir öğüttür, bir uyarıdır.

Süleyman Ateş

Hayır (iyi bilsinler ki) o (Kur'an) bir ikazdır.

فَمَن شَآءَ ذَكَرَهُۥ ﴿٥٥﴾

Artık dileyen, öğüt alır onunla.

Alİ Bulaç

Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür.

Çeviriyazı

femen şâe ẕekerah.

Diyanet İşleri

Dileyen kimse öğüt alır.

Diyanet Vakfı

Dileyen ondan (düşünüp) öğüt alır.

Edip Yüksel

Dileyen ondan öğüt alır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Dileyen onu düşünür.

Öztürk

Dileyen düşünür onu, öğüt alır.

Suat Yıldırım

Dileyen onu okur, düşünür ve ders alır.

Süleyman Ateş

Dileyen onu düşünür, öğüt alır.

وَمَا يَذْكُرُونَ إِلَّآ أَن يَشَآءَ ٱللَّهُ ۚ هُوَ أَهْلُ ٱلتَّقْوَىٰ وَأَهْلُ ٱلْمَغْفِرَةِ ﴿٥٦﴾

Ve Allah'ın dilediğinden başkası öğüt alamaz; odur çekinilmeye değer ve yarlıgayıp suçları örter.

Alİ Bulaç

Allah dilemedikçe onlar öğüt almazlar; takvanın sahibi (onu kabul etmeye ehil olan) O'dur, mağfiretin sahibi (bağışlamaya ehil olan da) O'dur.

Çeviriyazı

vemâ yeẕkürûne illâ ey yeşâe-llâh. hüve ehlü-ttaḳvâ veehlü-lmagfirah.

Diyanet İşleri

Allah dilemeksizin öğüt alamazlar. O, kendisinden korkulmaya daha layıktır ve bağışlamaya daha ehildir.

Diyanet Vakfı

Bununla beraber, Allah dilemeksizin onlar öğüt alamazlar. Sakınılmaya layık olan da O'dur, mağfiret sahibi de O'dur.

Edip Yüksel

ALLAH dilemezse onlar öğüt alamazlar. O, erdemli davranmanın kaynağıdır; bağışlamanın kaynağıdır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bununla beraber Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Koruyacak da O'dur, bağışlayacak da.

Öztürk

Ve onlar, Allah'ın dilediği dışında, öğüt alamazlar. Sakındırmaya ve affetmeye ehil olan O'dur.

Suat Yıldırım

Ama Allah dilemedikçe onlar ders alamazlar. Saygı duyulup cezasından sakınmaya lâyık olan da, günahkârların günahlarını bağışlama şanına yaraşan da yalnız O'dur.

Süleyman Ateş

Allah dilemedikçe onlar öğüt almazlar. Takva ve mağfiret ehli O'dur (kendisinden korunmağa, cezasından kaçınmağa layık olan ve günahları bağışlayan yalnız O'dur).