Setting
Surah The Dawn [Al-Fajr] in Turkish
وَٱلْفَجْرِ ﴿١﴾
Andolsun ağaran sabaha.
Fecre andolsun,
velfecr.
Tanyerinin ağarmasına and olsun;
Andolsun Fecre,
Andolsun tan vaktine,
Andolsun fecre.
Yemin olsun tan yerinin ağarma vaktine,
Fecre,
Andolsun fecre (tan yeri ağarmasına),
وَلَيَالٍ عَشْرٍۢ ﴿٢﴾
Ve on geceye.
On geceye,
veleyâlin `aşr.
Zilhicce ayının ilk on gecesine and olsun;
On geceye,
On geceye,
On geceye (Zilhicce ayının ilk on gecesine).
On geceye,
O on geceye,
On geceye,
وَٱلشَّفْعِ وَٱلْوَتْرِ ﴿٣﴾
Ve çifte ve teke.
Çifte ve tek'e,
veşşef`i velvetr.
Herşeyin çiftine de, tekine de and olsun;
Çifte ve teke,
Çifte ve teke,
Çifte ve teke.
Çifte ve teke,
Çifte ve teke,
Çift'e ve tek'e,
وَٱلَّيْلِ إِذَا يَسْرِ ﴿٤﴾
Ve ışırken geceye.
Akıp-gittiği zaman geceye,
velleyli iẕâ yesr.
Gelip geçen geceye and olsun ki, bunların her biri akıl sahibi için birer yemine değmez mi?
(her şeyi karanlığı ile) örttüğü an geceye
Ve geçmekte olan geceye.
Gitmekte olan geceye.
Yola koyulduğu zaman geceye.
Akıp giden geceye yemin olsun ki:(Kıyamet gelecektir.)
Gitmekte olan geceye.
هَلْ فِى ذَٰلِكَ قَسَمٌۭ لِّذِى حِجْرٍ ﴿٥﴾
Bu antta büyük bir şey yok mu aklı başında olana?
Bunlarda, akıl sahibi olan için bir yemin var, değil mi?
hel fî ẕâlike ḳasemül liẕî ḥicr.
Gelip geçen geceye and olsun ki, bunların her biri akıl sahibi için birer yemine değmez mi?
Bunlarda akıl sahibi için elbette birer yemin (değeri) vardır.
Zeka sahipleri için bunlar birer yemin değil midir?
Nasıl, bunlarda bir akıl sahibi için yemin var değil mi?
Nasıl, bunlarda akıl sahibi için bir yemin var mı?
Nasıl, bunlarda aklı olan için yemin değeri vardır değil mi?
Bu( anıla)n (şeyler)de akıl sahibi için bir yemin var, değil mi? (İşte bunlara andolsun ki kafirler mutlaka azaba uğrayacaklardır!)
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍ ﴿٦﴾
Görmedin mi Rabbin neler yaptı Âd'a?
Rabbinin Ad (kavmin)e ne yaptığını görmedin mi?
elem tera keyfe fe`ale rabbüke bi`âd.
Rabbinin, hiçbir memlekette benzeri ortaya konmayan sütunlara sahip İrem şehrinde oturan Ad milletine ne ettiğini görmedin mi?
Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine?
Görmedin mi Rabbin ne yaptı Ad halkına?
Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd kavmine?
Görmedin mi ne yaptı Rabbin Âd kavmine?
Beldeler içinde benzeri yaratılmamış ve yüksek binalarla dolu İrem şehrinde oturan Âd milletine. [69,6-10; 7,71-72; 41,15;53,50]Vâdideki kayaları oyup yontarak sağlam evler yapan Semud milletine [7,73-79; 11,61-68; 26, 141-158]Çadırlı ordugâhlar, piramitler sahibi Firavun'a, [7,103-141; 11,96-99; 43,46-56]Rabbinin ne yaptığını görmedin mi?
Görmedin mi Rabbin ne yaptı 'Ad(kavmin)e?
إِرَمَ ذَاتِ ٱلْعِمَادِ ﴿٧﴾
Direklerle dolu İrem'e.
'Yüksek sütunlar' sahibi İrem'e?
irame ẕâti-l`imâd.
Rabbinin, hiçbir memlekette benzeri ortaya konmayan sütunlara sahip İrem şehrinde oturan Ad milletine ne ettiğini görmedin mi?
Direkleri (yüksek binaları) olan, İrem şehrine?
Yüksek kulelere sahip İrem'e ki;
Sütunlar sahibi İrem'e?
Sütunlarla dolu İrem'e,
Beldeler içinde benzeri yaratılmamış ve yüksek binalarla dolu İrem şehrinde oturan Âd milletine. [69,6-10; 7,71-72; 41,15;53,50]Vâdideki kayaları oyup yontarak sağlam evler yapan Semud milletine [7,73-79; 11,61-68; 26, 141-158]Çadırlı ordugâhlar, piramitler sahibi Firavun'a, [7,103-141; 11,96-99; 43,46-56]Rabbinin ne yaptığını görmedin mi?
Sütunlu İrem'e?
ٱلَّتِى لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِى ٱلْبِلَٰدِ ﴿٨﴾
Öylesine bir şehirdi ki yaratılmamıştı eşi şehirler arasında.
Ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi.
elletî lem yuḫlaḳ miŝlühâ fi-lbilâd.
Rabbinin, hiçbir memlekette benzeri ortaya konmayan sütunlara sahip İrem şehrinde oturan Ad milletine ne ettiğini görmedin mi?
Ki ülkeler içinde onun benzeri yaratılmamıştı,
Hiç bir ülkede eşi ortaya konmamıştı?
Ki ülkeler içinde onun benzeri yaratılmamıştı.
Ki beldeler içinde onun benzeri yaratılmamıştı.
Beldeler içinde benzeri yaratılmamış ve yüksek binalarla dolu İrem şehrinde oturan Âd milletine. [69,6-10; 7,71-72; 41,15;53,50]Vâdideki kayaları oyup yontarak sağlam evler yapan Semud milletine [7,73-79; 11,61-68; 26, 141-158]Çadırlı ordugâhlar, piramitler sahibi Firavun'a, [7,103-141; 11,96-99; 43,46-56]Rabbinin ne yaptığını görmedin mi?
Ki ülkeler arasında onun eşi yaratılmamıştı.
وَثَمُودَ ٱلَّذِينَ جَابُوا۟ ٱلصَّخْرَ بِٱلْوَادِ ﴿٩﴾
Ve vadileri oyan, kayaları kesen Semud'a.
Ve vadilerde kayaları oyup biçen Semud'a?
veŝemûde-lleẕîne câbu-ṣṣaḫra bilvâd.
Vadide kayaları kesip yontan Semud milletine, memleketlerde aşırı giden, oralarda bozgunculuğu artıran, sarsılmaz bir saltanat sahibi Firavun'a Rabbinin ne ettiğini görmedin mi?
O vadide kayaları yontan Semud kavmine?
Vadideki kayaları oyan Semud'a?
Vâdide kayaları yontan Semud kavmine?
Ve ne yaptı vadide kayaları oyan Semûd kavmine?
Beldeler içinde benzeri yaratılmamış ve yüksek binalarla dolu İrem şehrinde oturan Âd milletine. [69,6-10; 7,71-72; 41,15;53,50]Vâdideki kayaları oyup yontarak sağlam evler yapan Semud milletine [7,73-79; 11,61-68; 26, 141-158]Çadırlı ordugâhlar, piramitler sahibi Firavun'a, [7,103-141; 11,96-99; 43,46-56]Rabbinin ne yaptığını görmedin mi?
Vadi('l-Kura)da kayaları oya(rak evler yapa)n Semud(kavmin)e?
وَفِرْعَوْنَ ذِى ٱلْأَوْتَادِ ﴿١٠﴾
Ve direk gibi sağlam kumandanları olan Firavun'a?
Ve kazıklar (ehramlar) sahibi Firavun'a?
vefir`avne ẕi-l'evtâd.
Vadide kayaları kesip yontan Semud milletine, memleketlerde aşırı giden, oralarda bozgunculuğu artıran, sarsılmaz bir saltanat sahibi Firavun'a Rabbinin ne ettiğini görmedin mi?
Kazıklar (çadırlar, ordular) sahibi Firavun'a?
Ve piramitler sahibi Firavun'a?
Kazıklar sahibi (güçlü, kuvvetli) Firavun'a?
Ve kazıklar sahibi Firavun'a.
Beldeler içinde benzeri yaratılmamış ve yüksek binalarla dolu İrem şehrinde oturan Âd milletine. [69,6-10; 7,71-72; 41,15;53,50]Vâdideki kayaları oyup yontarak sağlam evler yapan Semud milletine [7,73-79; 11,61-68; 26, 141-158]Çadırlı ordugâhlar, piramitler sahibi Firavun'a, [7,103-141; 11,96-99; 43,46-56]Rabbinin ne yaptığını görmedin mi?
Ve kazıklar sahibi Fir'avn'a?
ٱلَّذِينَ طَغَوْا۟ فِى ٱلْبِلَٰدِ ﴿١١﴾
Öylesine ki azdılar şehirlerde.
Ki onlar, şehirlerde azgınlaşmışlardı.
elleẕîne ṭagav fi-lbilâd.
Vadide kayaları kesip yontan Semud milletine, memleketlerde aşırı giden, oralarda bozgunculuğu artıran, sarsılmaz bir saltanat sahibi Firavun'a Rabbinin ne ettiğini görmedin mi?
Ki onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler.
Tüm bunlar ülkelerinde azmışlardı.
Bunlar ülkelerde azmışlardı.
Bunlar, ülkelerde azıp zulmetmişlerdi.
Bütün bunlar, bulundukları ülkelerde azdıkça azdılar.
Bunlar ülkelerde azmışlardı.
فَأَكْثَرُوا۟ فِيهَا ٱلْفَسَادَ ﴿١٢﴾
Derken bozgunculuğu çoğalttılar oralarda.
Böylece oralarda fesadı yaygınlaştırmış-arttırmışlardı.'
feekŝerû fîhe-lfesâd.
Vadide kayaları kesip yontan Semud milletine, memleketlerde aşırı giden, oralarda bozgunculuğu artıran, sarsılmaz bir saltanat sahibi Firavun'a Rabbinin ne ettiğini görmedin mi?
Oralarda kötülüğü çoğalttılar.
Oralarda kötülükleri yaygınlaştırmışlardı.
Oralarda çok bozgunculuk yapmışlardı.
Ve oralarda bozgunu çoğaltmışlardı.
Oralarda fesat ve bozgun çıkarıp, nizamı altüst ettiler.
Oralarda çok kötülük etmişlerdi.
فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍ ﴿١٣﴾
Derken Rabbin de onlara bir azap kamçısıdır, yağdırdı.
Bundan dolayı, Rabbin, onların üzerine bir azap kamçısı çarpıverdi.
feṣabbe `aleyhim rabbüke sevṭa `aẕâb.
Rabbin onları azap kırbacından geçirmiştir.
Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı.
Nitekim, Rabbin de üstlerine türlü felaketler yağdırdı.
Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı.
Bu yüzden Rabbin, üzerlerine azap kamçısını yağdırıverdi.
Bu yüzden senin Rabbin de onların üstüne azap kamçıları yağdırdı.
Bu yüzden Rabbin onların üzerine azab kırbacını çarptı.
إِنَّ رَبَّكَ لَبِٱلْمِرْصَادِ ﴿١٤﴾
Şüphe yok ki Rabbin kullarının yollarında, pusudadır, onları görüp gözetir.
Çünkü senin Rabbin, gerçekten gözetleme yerindedir.
inne rabbeke lebilmirṣâd.
Doğrusu Rabbin hep gözetlemektedir.
Çünkü Rabbin (her an) gözetlemededir.
Rabbin sürekli gözetlemektedir.
Kuşkusuz Rabbin her an gözetlemededir.
Çünkü Rabbin tam gözetleme yerindedir/tam bir biçimde gözetlemektedir.
Çünkü Rabbin hep gözetlemededir.
Elbette Rabbin gözetleme yerindedir (her an kullarının fiillerini gözetlemektedir).
فَأَمَّا ٱلْإِنسَٰنُ إِذَا مَا ٱبْتَلَىٰهُ رَبُّهُۥ فَأَكْرَمَهُۥ وَنَعَّمَهُۥ فَيَقُولُ رَبِّىٓ أَكْرَمَنِ ﴿١٥﴾
İnsan, öyle bir mahluktur ki Rabbi, onu sınadı da büyüttü, ve nimetler verdi mi, Rabbim der, layıktım da büyüttün beni.
Fakat insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nimetler verse: \"Rabbim bana ikram etti\" der.
feemme-l'insânü iẕâ me-btelâhü rabbühû feekramehû vene``amehû feyeḳûlü rabbî ekramen.
Rabbin denemek için bir insana iyilik edip, nimet verdiği zaman, o: \"Rabbim beni şerefli kıldı\" der.
İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde \"Rabbim bana ikram etti\" der.
Rabbi, sınamak için insana bolca verip sevindirdiği zaman, \"Rabbim bana cömert davrandı,\" der.
Ama insan, her ne zaman Rabbi onu sınayıp da ikramda bulunur, nimet verirse, \"Rabbim bana ikram etti.\" der.
İnsan böyledir; Rabbi kendisini deneyip de ona cömert davranır, nimet yağdırırsa: \"Rabbim bana ikramda bulundu!\" der.
Rabbi, insanı denemek için ona değer verip, nimetlere gark edince o: “Rabbim hakkım olan ikramı yaptı.” der.
Fakat insan öyledir; Rabbi ne zaman kendisini sınayıp ona ikramda bulunur, ona ni'met verirse: \"Rabbim bana ikram etti\" der.
وَأَمَّآ إِذَا مَا ٱبْتَلَىٰهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُۥ فَيَقُولُ رَبِّىٓ أَهَٰنَنِ ﴿١٦﴾
Ve fakat sınadı da rızkını daralttı mı, Rabbim der, alçalttı beni.
Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: \"Rabbim bana ihanet etti\" der.
veemmâ iẕâ me-btelâhü feḳadera `aleyhi rizḳahû feyeḳûlü rabbî ehânen.
Ama onu sınamak için rızkını daraltıp bir ölçüye göre verdiği zaman: \"Rabbim bana hor baktı\" der.
Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise \"Rabbim beni önemsemedi\" der.
Ancak ne zaman ki rızkını kısarak onu sınarsa, \"Rabbim beni küçük düşürdü,\" der.
Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa, o vakit de, \"Rabbim beni zillete düşürdü.\" der.
Ama Rabbi onu sıkıntıya uğratıp rızkını ölçüye bağlarsa: \"Rabbim bana ihanet etti!\" der.
Ama yine denemek için nasibini daraltınca O: “Rabbim beni zelil, perişan etti!” der.
Ama Rabbi onu sınayıp rızkını daraltırsa: \"Rabbim beni alçalttı (perişan etti)\" der.
كَلَّا ۖ بَل لَّا تُكْرِمُونَ ٱلْيَتِيمَ ﴿١٧﴾
İş öyle değil, hayır; siz, ne yetimi ağırlıyorsunuz.
Hayır; aksine, siz yetime ikram etmiyorsunuz.
kellâ bel lâ tükrimûne-lyetîm.
Hayır; yetime karşı cömert davranmıyorsunuz.
Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz,
Hayır! Doğrusu siz öksüze cömert davranmıyorsunuz?
Hayır hayır, doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz.
Doğrusu şu ki, siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz.
Hayır! (Siz Allah'tan hep ikramı devam ettirmesini istersiniz ama,) yetime değer vermezsiniz!
Hayır, doğrusu siz (Allah'tan ikram bekliyorsunuz ama kendiniz) yetime ikram etmiyorsunuz.
وَلَا تَحَٰٓضُّونَ عَلَىٰ طَعَامِ ٱلْمِسْكِينِ ﴿١٨﴾
Ve ne birbirinizi, yoksulu doyurmaya teşvik ediyorsunuz.
Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.
velâ teḥâḍḍûne `alâ ṭa`âmi-lmiskîn.
Yoksulu yedirmek konusunda birbirinize özenmiyorsunuz.
Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz,
Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.
Birbirinizi yoksulu yedirmeye teşvik etmiyorsunuz.
Yoksulun doyurulmasını teşvik etmiyorsunuz.
Muhtaçları doyurmaya teşvik etmezsiniz.
Yoksula yedirmeğe teşvik etmiyorsunuz.
وَتَأْكُلُونَ ٱلتُّرَاثَ أَكْلًۭا لَّمًّۭا ﴿١٩﴾
Ve mirası, habbesine dek yiyorsunuz.
Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz.
vete'külûne-ttürâŝe eklel lemmâ.
Size kalan mirası hak gözetmeden yiyorsunuz.
Haram helal demeden mirası yiyorsunuz.
Mirası da hak gözetmeden yiyorsunuz.
Oysa mirası öyle bir yiyorsunuz ki, haramhelal gözetmeden.
Mirası derleyip toplayıp yiyorsunuz.
Mirasları helâl haram demeden ne gelse yersiniz.
Mirası hırsla yutuyorsunuz.
وَتُحِبُّونَ ٱلْمَالَ حُبًّۭا جَمًّۭا ﴿٢٠﴾
Ve malı, alabildiğine seviyorsunuz.
Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz.
vetüḥibbûne-lmâle ḥubben cemmâ.
Malı pek çok seviyorsunuz.
Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.
Parayı/malı da çok fazla seviyorsunuz.
Malı öyle bir seviyorsunuz ki, yığmacasına.
Malı, devşirip depolatacak bir sevgiyle seviyorsunuz.
Mal mülk sevgisi ise bütün benliğinizi kaplamış!
Malı pek çok seviyorsunuz.
كَلَّآ إِذَا دُكَّتِ ٱلْأَرْضُ دَكًّۭا دَكًّۭا ﴿٢١﴾
İş öyle değil, hayır, yer bir kere paramparça olup dümdüz bir hale geldi mi.
Hayır; yer, parça parça yıkılıp darmadağın olduğu,
kellâ iẕâ dükketi-l'arḍu dekken dekkâ.
Ama yer, çarpılıp paralandığı zaman;
Ama yeryüzü parça parça döküldüğü,
Doğrusu, yer çarpılıp paralandığı zaman,
Hayır hayır, yer birbiri ardınca sarsılıp dümdüz olduğu zaman,
İş böyle gitmeyecektir! Yer birbirine çarpılıp dümdüz hale getirildiğinde,
Hayır! Bu yaptıklarınız kesinlikle yanlış!Dünya sarsılıp parça parça döküldüğü zaman,
Hayır, yer birbiri ardınca sarsılıp dümdüz edildiği zaman,
وَجَآءَ رَبُّكَ وَٱلْمَلَكُ صَفًّۭا صَفًّۭا ﴿٢٢﴾
Ve Rabbinin emri gelip çattı da melekler, safsaf oldu mu.
Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi durduğu zaman;
vecâe rabbüke velmelekü ṣaffen ṣaffâ.
Melekler sıra sıra dizilip, Rabbinin buyruğu gelince,
Rabbin(in emri) geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacaktır).
Rabbin, dizi dizi meleklerle birlikte geldiği zaman,
Rabbinin emri gelip melekler sıra sıra dizildiği zaman,
Rabbin gelip melekler saf saf dizildiğinde,
Rabbinin emri gelip melekler de saf saf geldikleri zaman,
Melekler sıra sıra dizili durumda Rabbin geldiği zaman.
وَجِا۟ىٓءَ يَوْمَئِذٍۭ بِجَهَنَّمَ ۚ يَوْمَئِذٍۢ يَتَذَكَّرُ ٱلْإِنسَٰنُ وَأَنَّىٰ لَهُ ٱلذِّكْرَىٰ ﴿٢٣﴾
Ve o gün cehennem, ortaya çıktı mı, insan, öğüt alır, anlar ama öğütün, anlayışın artık ne faydası var ona?
O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda?
vecîe yevmeiẕim bicehenneme yevmeiẕiy yeteẕekkeru-l'insânü veennâ lehü-ẕẕikrâ.
O gün, cehennem ortaya konur. O gün insan öğüt almaya çalışır ama artık öğütten ona ne?
O gün cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var!
Ki cehennem de o gün getirilmiştir. İşte o gün insan anlayacaktır. Artık anlamanın kendisine ne yararı var ki!
Ki cehennem de o gün getirilmiştir. İşte o gün insan anlar. Fakat bu anlamanın ona ne yararı var?
O gün cehennem de getirilir. İşte o gün düşünüp anlar insan. Ama düşünüp hatırlamanın ona ne yararı var!
Ve cehennemin getirildiği gün...İnsan işi anlar o gün!Ama anlamasının ne faydası var o gün!
Ve cehennem de getirildiği zaman. İşte o gün insan anlar, ama artık anlamanın kendisine ne yararı var?
يَقُولُ يَٰلَيْتَنِى قَدَّمْتُ لِحَيَاتِى ﴿٢٤﴾
Keşke der, önceden, daha sağken iyilik etseydim.
Der ki: \"Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim.\"
yeḳûlü yâ leytenî ḳaddemtü liḥayâtî.
\"Keşke bu hayatım için önceden bir şey yapsaymışım\" der.
(İşte o zaman insan:) \"Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!\" der.
\"Keşke bu hayatım için önceden bir şeyler yapsaydım,\" der.
\"Keşke hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim.\" der.
Der ki: \"Keşke şu hayatım için önden bir şeyler gönderseydim.\"
“Keşke sağlığımda bu hayatım için hazırlık yapsaydım!” der.
(O zaman insan): \"Ah, keşke ben bu hayatım için (iyi işler yapıp) gönderseydim!\" der.
فَيَوْمَئِذٍۢ لَّا يُعَذِّبُ عَذَابَهُۥٓ أَحَدٌۭ ﴿٢٥﴾
Derken o gün öylesine bir azaplandırır onu ki kimsecikler, o çeşit azab edemez.
Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azap gibi azaplandıramaz.
feyevmeiẕil lâ yü`aẕẕibü `aẕâbehû eḥad.
O gün, hiç kimse, Allah'ın azabettiği gibi azabedemez.
Artık o gün, Allah'ın edeceği azabı kimse edemez.
O gün, O'nun cezası gibi bir cezayı kimse veremez.
Artık o gün Allah'ın edeceği azabı kimse edemez.
O gün hiç kimse O'nun azabı gibi azap edemez.
İşte o gün O'nun ettiği azabı kimse edemez.
O gün O'nun yapacağı azabı kimse yapamaz.
وَلَا يُوثِقُ وَثَاقَهُۥٓ أَحَدٌۭ ﴿٢٦﴾
Ve öylesine bağlar onu ki kimsecikler, o çeşit bağlayamaz.
Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz.
velâ yûŝiḳu veŝâḳahû eḥad.
Hiç kimse O'nun vurduğu bağ gibisini bağlayamaz.
O'nun vuracağı bağı kimse vuramaz.
O'nun vurduğu bağ gibisini de kimse bağlayamaz.
Onun vuracağı bağı kimse vuramaz.
Ve hiç kimse O'nun vurduğu bağ gibi bağ vuramaz.
O'nun vurduğu bağı kimse vuramaz.
Ve O'nun vuracağı bağı kimse vuramaz!
يَٰٓأَيَّتُهَا ٱلنَّفْسُ ٱلْمُطْمَئِنَّةُ ﴿٢٧﴾
Ey iyideniyiye inanmış, şüpheden kurtulmuş can.
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,
yâ eyyetühe-nnefsü-lmuṭmeinneh.
Ey huzur içinde olan can!
Ey huzura kavuşmuş insan!
Ey doygunluğa ermiş kişi,
Ey, Rabbine, itaat edip huzura eren nefis!
Ey sükûna kavuşmuş benlik!
Ey gönül huzuruna ermiş ruh!Sen Rabbinden razı, O senden razı olarak dön Rabbine!Sen de katıl has kullarımın içine, gir cennetime!
Ey huzura eren nefis!
ٱرْجِعِىٓ إِلَىٰ رَبِّكِ رَاضِيَةًۭ مَّرْضِيَّةًۭ ﴿٢٨﴾
Dön Rabbine, ondan razı olarak ve rızasını kazanmış bulunarak.
Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön.
irci`î ilâ rabbiki râḍiyetem merḍiyyeh.
O, senden, sen de O'ndan hoşnut olarak Rabbine dön!
Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön.
Hoşnut olarak ve hoşnut olunarak Rabbine dön.
Hem hoşnut edici, hem de hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön.
Dön Rabbine, razı etmiş ve razı edilmiş olarak!
Ey gönül huzuruna ermiş ruh!Sen Rabbinden razı, O senden razı olarak dön Rabbine!Sen de katıl has kullarımın içine, gir cennetime!
Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbine dön!
فَٱدْخُلِى فِى عِبَٰدِى ﴿٢٩﴾
Artık katıl kullarımın arasına.
Artık kullarımın arasına gir.
fedḫulî fî `ibâdî.
Ey can! İyi kullarımın arasına gir.
(Seçkin) kullarım arasına katıl,
Kullarımın arasına hoşgeldin.
Kullarımın arasına gir.
Gir kullarımın arasına!
Ey gönül huzuruna ermiş ruh!Sen Rabbinden razı, O senden razı olarak dön Rabbine!Sen de katıl has kullarımın içine, gir cennetime!
(İyi) Kullarım arasına gir!
وَٱدْخُلِى جَنَّتِى ﴿٣٠﴾
Ve gir cennetime.
Cennetime gir.
vedḫulî cennetî.
Cennetime gir.
Ve cennetim gir.
Cennetime hoşgeldin.
Cennetime gir.
Gir cennetime!
Ey gönül huzuruna ermiş ruh!Sen Rabbinden razı, O senden razı olarak dön Rabbine!Sen de katıl has kullarımın içine, gir cennetime!
Cennetime gir!