Setting
Surah The Clot [Al-Alaq] in Turkish
ٱقْرَأْ بِٱسْمِ رَبِّكَ ٱلَّذِى خَلَقَ ﴿١﴾
Oku Rabbinin adıyla ki bütün mahlukatı yarattı.
Yaratan Rabbin adıyla oku.
iḳra' bismi rabbike-lleẕî ḫaleḳ.
Yaratan Rabbinin adıyla oku!
Yaratan Rabbinin adıyla oku!
Yaratan Rabbinin ismiyle oku.
Yaratan Rabbinin adıyla oku!
Yaratan Rabbinin adıyla oku/çağır!
Yaratan Rabbinin adıyla oku,
Yaratan Rabbinin adıyle oku.
خَلَقَ ٱلْإِنسَٰنَ مِنْ عَلَقٍ ﴿٢﴾
İnsanı da bir parça kan pıhtısından var etti.
O, insanı bir alak'tan yarattı.
ḫaleḳa-l'insâne min `alaḳ.
O, insanı pıhtılaşmış kandan (alak'tan) yarattı.
O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.
O, insanı bir embriyodan yarattı.
O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı.
İnsanı, embriyodan/ilişip yapışan bir sudan/sevgi ve ilgiden/husûmetten yarattı.
İnsanı (rahim cidarına) yapışan bir hücreden yaratan.
O, insanı alaktan (embriyodan) yarattı.
ٱقْرَأْ وَرَبُّكَ ٱلْأَكْرَمُ ﴿٣﴾
Oku ve Rabbin, pek büyük bir kerem sahibidir.
Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir;
iḳra' verabbüke-l'ekram.
Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir.
Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir.
Oku, Rabbin En Cömert/Yüce olandır.
Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
Oku! Rabbin Ekrem'dir/en büyük cömertliğin sahibidir.
Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir.
ٱلَّذِى عَلَّمَ بِٱلْقَلَمِ ﴿٤﴾
Öyle bir Rab ki kalemle öğretmiştir.
Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.
elleẕî `alleme bilḳalem.
Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir.
O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti.
Kalem yoluyla öğretir.
O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.
O'dur kalemle öğreten!
Kalemle yazmayı öğretendir.
O ki kalemle (yazmayı) öğretti.
عَلَّمَ ٱلْإِنسَٰنَ مَا لَمْ يَعْلَمْ ﴿٥﴾
İnsana bilmediğini belletmiştir.
İnsana bilmediğini öğretti.
`alleme-l'insâne mâ lem ya`lem.
Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir.
İnsana bilmedikleri şeyi öğretti.
İnsana bilmediklerini öğretti.
İnsana bilmediği şeyleri öğretti.
İnsana bilmediğini öğretti.
İnsana bilmediklerini öğretendir.
İnsana bilmediğini öğretti.
كَلَّآ إِنَّ ٱلْإِنسَٰنَ لَيَطْغَىٰٓ ﴿٦﴾
İş öyle değil, şüphe yok ki insan, azar elbette.
Hayır; gerçekten insan, azar.
kellâ inne-l'insâne leyaṭgâ.
Ama, insanoğlu kendini müstağni sayarak azgınlık eder.
Gerçek şu ki, insan azar.
Doğrusu, insan azar;
Hayır! Doğrusu (kâfir) insan azgınlık eder.
İş, sanıldığı gibi değil! İnsan gerçekten azar:
Hayır! Rabbinin bunca nimetlerine rağmen kâfir insan kendisini ihtiyaçsız zannetti diye azar.
Hayır, (Rabbinin bu kadar iyiliğine rağmen yine) insan azar;
أَن رَّءَاهُ ٱسْتَغْنَىٰٓ ﴿٧﴾
Kendini ihtiyacı yok görürse.
Kendini müstağni gördüğünden.
er raâhü-stagnâ.
Ama, insanoğlu kendini müstağni sayarak azgınlık eder.
Kendini kendine yeterli gördüğü için.
Zenginlik taslayarak.
Kendisinin muhtaç olmadığını zannettiği için.
Kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görmüştür.
Hayır! Rabbinin bunca nimetlerine rağmen kâfir insan kendisini ihtiyaçsız zannetti diye azar.
Kendini zengin (kendine yeterli) gördüğü için,
إِنَّ إِلَىٰ رَبِّكَ ٱلرُّجْعَىٰٓ ﴿٨﴾
Şüphe yok ki dönüş, Rabbinin tapısına.
Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir.
inne ilâ rabbike-rruc`â.
Dönüş şüphesiz Rabbinedir.
Kuşkusuz dönüş Rabbinedir.
Elbette, dönüş senin Rabbinedir.
Muhakkak ki dönüş mutlaka Rabbinedir.
Oysaki, dönüş yalnız Rabbinedir!
Ama dönüş elbette Rabbinedir!
Ama dönüş Rabbinedir (O'nun huzurunda bu azgınlığının hesabını verecektir).
أَرَءَيْتَ ٱلَّذِى يَنْهَىٰ ﴿٩﴾
Gördün mü nehyedeni.
Engellemekte olanı gördün mü?
era'eyte-lleẕî yenhâ.
Sen, namaz kılan kulu bundan menedeni gördün mü?
Gördün mü şu men edeni,
Gördün mü, şu engelleyeni:
Namaz kıldığı zaman, bir kulu engelleyeni gördün mü?
Gördün mü o yasaklayanı,
Baksana şu namaz kılan, o mükemmel kulu engelleyen kimseye,
Gördün mü şu men'edeni?
عَبْدًا إِذَا صَلَّىٰٓ ﴿١٠﴾
Bir kulu, namaz kılarsa.
Namaz kıldığı zaman bir kulu.
`abden iẕâ ṣallâ.
Sen, namaz kılan kulu bundan menedeni gördün mü?
Namaz kılarken bir kulu (Peygamber'i namazdan)?
Namaz kılarken bir kulu?
Namaz kıldığı zaman, bir kulu engelleyeni gördün mü?
Bir kulu namaz kılarken/dua ederken;
Baksana şu namaz kılan, o mükemmel kulu engelleyen kimseye,
Namaz kılarken bir kulu (namazdan)?
أَرَءَيْتَ إِن كَانَ عَلَى ٱلْهُدَىٰٓ ﴿١١﴾
Bir düşün, ya o doğru yolu bulup giderse.
Gördün mü? Ya o (kul) doğru yol üzerinde ise,
era'eyte in kâne `ale-lhüdâ.
Söyle bakalım, o kul doğru yolda giden veya Allah'a karşı gelmekten sakınmayı buyuran bir kimse olsun; veya söyle, yalanlayıp yüz çeviren birisi olsun
Gördün mü, ya o (Peygamber) doğru yolda olur,
Ne dersin, o doğru yolu izleseydi?
Gördün mü (ne dersin?), ya o (kul) doğru yolda olur,
Gördün mü! Ya o iyilik ve doğruluk üzere ise?!
Ne dersin, o hidâyette olsa ve Allah'ı sayıp O’na karşı gelmemeyi tavsiye etse, ne iyi olurdu!
Gördün mü, ya o (kul) doğru yolda olur,
أَوْ أَمَرَ بِٱلتَّقْوَىٰٓ ﴿١٢﴾
Yahut da çekinmeyi emrederse.
Ya da takvayı emrettiyse.
ev emera bittaḳvâ.
Söyle bakalım, o kul doğru yolda giden veya Allah'a karşı gelmekten sakınmayı buyuran bir kimse olsun; veya söyle, yalanlayıp yüz çeviren birisi olsun
Yahut takvayı emrediyorsa?
Yahut erdemliliği öğütleseydi?
Veya kötülüklerden sakınmayı emrederse?
Ya o, takvayı emrediyorsa!
Ne dersin, o hidâyette olsa ve Allah'ı sayıp O’na karşı gelmemeyi tavsiye etse, ne iyi olurdu!
Yahut kötülüklerden korunmayı emrederse?
أَرَءَيْتَ إِن كَذَّبَ وَتَوَلَّىٰٓ ﴿١٣﴾
Gördün mü sen de, ya öbürü yalanlar ve yüz çevirirse.
Gördün mü? Ya (bu engellemek isteyen) yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise.
era'eyte in keẕẕebe vetevellâ.
Söyle bakalım, o kul doğru yolda giden veya Allah'a karşı gelmekten sakınmayı buyuran bir kimse olsun; veya söyle, yalanlayıp yüz çeviren birisi olsun
Ne dersin o (meneden, Peygamber'i) yalanlıyor ve doğru yoldan yüz çeviriyorsa!
Ne dersin, o yalanlayıp yüz çevirdiyse?
Gördün mü, ya bu (adam, hakkı) yalanlar, yüzçevirirse,
Gördün mü! Ya şu yalanlamış, sırt dönmüşse!
Ne dersin, o kul, dini yalan saysa ve haktan yüz çevirse iyi mi olurdu?
Gördün mü, ya bu (adam, hakkı) yalanlar yüz çevirirse? (O zaman bu yaptığı kendisi için iyi mi olur?)
أَلَمْ يَعْلَم بِأَنَّ ٱللَّهَ يَرَىٰ ﴿١٤﴾
Bilmez mi ki Allah, bilir gerçekten de.
O, Allah'ın gördüğünü bilmiyor mu?
elem ya`lem bienne-llâhe yerâ.
Allah'ın her şeyi görmekte olduğunu bilmez mi?
(Bu adam) Allah'ın, (yaptıklarını) gördüğünü bilmez mi!
Bilmez mi ki ALLAH herşeyi görmektedir.
O adam, Allah'ın kendini gördüğünü hiç bilmiyor mu?
Bilmedi mi ki Allah gerçekten görür!
O bilmiyor mu ki Allah, olan biten her şeyi görür?
Allah'ın (daima kendisini) gördüğünü bilmedi mi (o)?
كَلَّا لَئِن لَّمْ يَنتَهِ لَنَسْفَعًۢا بِٱلنَّاصِيَةِ ﴿١٥﴾
İş öyle değil, vaz geçmezse eğer elbette tutarız perçeminden.
Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz;
kellâ leil lem yentehi lenesfe`am binnâṣiyeh.
Ama bundan vazgeçmezse, and olsun ki, onu perçeminden,
Hayır, hayır! Eğer vazgeçmezse, derhal onu alnından (perçeminden), yakalarız (cehenneme atarız).
Doğrusu, buna son vermezse, yakalarız perçeminden,
Hayır, hayır! Eğer o, bu davranışından vazgeçmezse, and olsun ki biz, onu perçeminden, o günahkâr ve yalancı perçeminden tutup cehenneme sürükleriz.
İş, sandığı gibi değil! Eğer vazgeçmezse yemin olsun, o alnı mutlaka tutup sürteceğiz!
Hayır! Hayır! Olmaz böyle şey! Eğer bu tutumundan vazgeçmezse, onu perçeminden tutup cehenneme sürükleriz. Evet, o yalancı ve suçlu perçeminden tutup sürükleriz.
Hayır, (olmaz böyle şey), eğer bundan vazgeçmezse (onu) perçem(in)den yakalar(ateşe sürükler)iz,
نَاصِيَةٍۢ كَٰذِبَةٍ خَاطِئَةٍۢ ﴿١٦﴾
Yalan söyleyenin, yanlış hareket edenin perçeminden.
O yalancı, günahkar olan alnından.
nâṣiyetin kâẕibetin ḫâṭieh.
Yalancı ve günahkar perçeminden cehenneme sürükleriz.
O yalancı, günahkar alından (perçemden),
O yalancı ve günahkar perçeminden.
Hayır, hayır! Eğer o, bu davranışından vazgeçmezse, and olsun ki biz, onu perçeminden, o günahkâr ve yalancı perçeminden tutup cehenneme sürükleriz.
O yalancı, o günahkâr alnı.
Hayır! Hayır! Olmaz böyle şey! Eğer bu tutumundan vazgeçmezse, onu perçeminden tutup cehenneme sürükleriz. Evet, o yalancı ve suçlu perçeminden tutup sürükleriz.
O yalancı, günahkar perçem(den)!
فَلْيَدْعُ نَادِيَهُۥ ﴿١٧﴾
Derken hemdemlerini, kavmini, kabilesini çağırır.
O zaman da meclisini (yakın çevresini ve yandaşlarını) çağırsın.
felyed`u nâdiyeh.
O zaman, kafadarlarını çağırsın,
O, hemen gidip meclisini (kendi taraftarlarını) çağırsın.
O zaman haydi çağırsın kurultayını.
O zaman o taraftarlarını yardıma çağırsın.
Hadi çağırsın derneğini/kurultayını!
İstediği kadar grubunu yardıma çağırsın!
O zaman (o gitsin) de meclisini (adamlarını) çağırsın.
سَنَدْعُ ٱلزَّبَانِيَةَ ﴿١٨﴾
Biz de yakında zebanileri çağırırız.
Biz de zebanileri çağıracağız.
sened`u-zzebâniyeh.
Biz de zebanileri çağıracağız.
Biz de zebanileri çağıracağız.
Biz de zebanileri çağıracağız..
Biz de Zebanileri çağıracağız.
Biz de çağıracağız zebanileri!
Biz de Zebanîleri çağırırız!
Biz de zebanileri çağıracağız.
كَلَّا لَا تُطِعْهُ وَٱسْجُدْ وَٱقْتَرِب ۩ ﴿١٩﴾
İş öyle değil, itaat etme ona ve artık secde et de yaklaş.
Hayır; ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş.
kellâ. lâ tüṭi`hü vescüd vaḳterib.
Sakın ona uyma; sen secde et, Rabbine yaklaş.
Hayır! Ona uyma! Allah'a secde et ve (yalnızca O'na) yaklaş!
Asla, ona uyma; secde et ve yaklaş!
Sakın onu dinleme de (Rabbine) secde et ve yaklaş.
Sakın, sakın! Ona boyun eğme; secde et ve yaklaş!
Hayır! Ona boyun eğme! Rabbine secde et, O'na yaklaş!
Hayır, ona boyun eğme; (Rabbine) secde et ve yaklaş!