Settings
Surah Taha [Taha] in Turkish
طه ﴿١﴾
Taha.
Ta, Ha.
ṭâ-hâ.
Ta, Ha.
Ta. Ha.
TT. H.
Tâ, Hâ,
Tâ, Hâ.
Tâ Hâ. Kur'ân’ı sana, meşakkat çekip, bedbaht olasın diye indirmedik.
Ta, Ha.
مَآ أَنزَلْنَا عَلَيْكَ ٱلْقُرْءَانَ لِتَشْقَىٰٓ ﴿٢﴾
Kur'an'ı zahmet çekmen için indirmedik.
Biz sana bu Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik,
mâ enzelnâ `aleyke-lḳur'âne liteşḳâ.
Kuran'ı sana, sıkıntıya düşeşin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt ve yeri ve yüce gökleri yaratanın katından bir Kitap olarak indirdik.
Biz, Kur'an'ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.
Biz bu Kuran'ı sıkıntı çekesin diye göndermedik.
Ey Muhammed! Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik.
Biz bu Kur'an'ı sana, zahmet çekesin, bedbaht olasın diye indirmedik;
Tâ Hâ. Kur'ân’ı sana, meşakkat çekip, bedbaht olasın diye indirmedik.
Biz bu Kur'an'ı sana güçlük çekesin diye indirmedik.
إِلَّا تَذْكِرَةًۭ لِّمَن يَخْشَىٰ ﴿٣﴾
Ancak, korkacaklara bir öğüt olarak indirdik.
'İçi titreyerek korku duyanlara' ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik).
illâ teẕkiratel limey yaḫşâ.
Kuran'ı sana, sıkıntıya düşeşin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt ve yeri ve yüce gökleri yaratanın katından bir Kitap olarak indirdik.
Biz, Kur'an'ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.
Ancak saygı duyanlar için bir öğüttür.
Ancak Allah'tan korkan kimse için bir öğüt olarak (indirdik.)
Saygıyla ürperene bir hatırlatma/düşündürme/öğüt verme olsun diye indirdik.
Yüce gökleri ve yeri yaratan tarafından onu, Yaratana saygı duyanı uyaran, irşad eden buyruklar halinde tedricen indirdik.
Ancak (Allah'tan) korkanlara bir öğüt (olarak indirdik).
تَنزِيلًۭا مِّمَّنْ خَلَقَ ٱلْأَرْضَ وَٱلسَّمَٰوَٰتِ ٱلْعُلَى ﴿٤﴾
Yeryüzünü ve yüce gökleri yaratanın katından indirdik.
Yeri ve yüksek gökleri yaratan tarafından bir indirmedir.
tenzîlem mimmen ḫaleḳa-l'arḍa vessemâvâti-l`ulâ.
Kuran'ı sana, sıkıntıya düşeşin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt ve yeri ve yüce gökleri yaratanın katından bir Kitap olarak indirdik.
(Kur'an) yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir.
Yeri ve yüksek gökleri Yaratan tarafından indirilmiştir.
Yeri ve yüce gökleri yaratanın katından yavaş yavaş bir indirilişle (onu) indirdik.
Yeri ve o yüce mi yüce gökleri yaratandan bir vahiy olarak indirdik.
Yüce gökleri ve yeri yaratan tarafından onu, Yaratana saygı duyanı uyaran, irşad eden buyruklar halinde tedricen indirdik.
(O) yeri ve yüce gökleri yaratan tarafından azar azar indirilmiştir.
ٱلرَّحْمَٰنُ عَلَى ٱلْعَرْشِ ٱسْتَوَىٰ ﴿٥﴾
Rahman, hakim ve mutasarrıftır arşa.
Rahman (olan Allah) arşa istiva etmiştir.
erraḥmânü `ale-l`arşi-stevâ.
Rahman arşa hükmetmektedir.
Rahman, Arş'a istiva etmiştir.
Rahman, yönetim ve egemenliği elinde bulundurur.
O Rahmân (kudret ve hakimiyyetiyle) Arş'a hakim oldu.
O Rahman, arş üzerine egemenlik kurmuştur.
O, Rahman'dır (Sonsuz merhamet ve şefkat sahibidir), rububiyet arşına kurulmuştur.
Rahman Arş'a istiva etmiş(kurulmuş)tur.
لَهُۥ مَا فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَمَا فِى ٱلْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ ٱلثَّرَىٰ ﴿٦﴾
Onundur ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde ve ne varsa ikisinin arasında ve ne varsa yerin altında.
Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O'nundur.
lehû mâ fi-ssemâvâti vemâ fi-l'arḍi vemâ beynehümâ vemâ taḥte-ŝŝerâ.
Göklerde ve yerde, her ikisi arasında ve toprağın altında bulunanlar O'nundur.
Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanlar hep O'nundur.
Göklerde, yerde, her ikisinin arasında ve hatta toprağın altında ne varsa onundur.
Bütün göklerde olanlar, bütün yerdekiler, bu ikisinin arasında ve toprağın altıda bulunanlar O'nundur.
Göklerde, yerde, onların arasında, toprağın bağrında ne varsa O'nundur.
Göklerde ne var, yerde ne varsa O'nundur.Bu, ikisi arasında olan, yerin altında olan da O’nun’dur.
Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanlar hep O'nundur (ne kadar kapalı olursa olsun, O'ndan hiçbir şey gizli kalmaz).
وَإِن تَجْهَرْ بِٱلْقَوْلِ فَإِنَّهُۥ يَعْلَمُ ٱلسِّرَّ وَأَخْفَى ﴿٧﴾
Sesini yükseltsen de, yükseltmesen de hiç şüphe yok ki o, gizliyi de bilir, açığa vurulanı da.
Sözü açığa vursan da, (gizlesen de birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir.
vein techer bilḳavli feinnehû ya`lemü-ssirra veaḫfâ.
Sen sözü istersen açığa vur, şüphesiz O gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir.
Eğer sen, sözü açıktan söylersen, bilesin ki O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir.
(Niyetini) Sözle açıklasan da (açıklamasan da) O, gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir.
Sen (Allah'a ettiğin dua ve zikirle) sesini yükseltirsen (bilki Allah bundan mustağnîdir.). Çünkü O şüphesiz gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir.
Sen bu sözü açıkça duyuracaksan da O, gizliyi de bilir, gizliden daha gizliyi de...
İster yavaş konuş, ister açıktan, O'na göre birdir. Zira O gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir. [25,6]
Sözü açık söylesen de (gizli söylesen de) muhakkak O, gizliyi de ondan daha gizlisini de bilir.
ٱللَّهُ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ لَهُ ٱلْأَسْمَآءُ ٱلْحُسْنَىٰ ﴿٨﴾
Bir Allah'tır ki yoktur ondan başka tapacak, onundur güzel adlar da.
Allah; O'ndan başka İlah yoktur. En güzel isimler O'nundur.
allâhü lâ ilâhe illâ hû. lehü-l'esmâü-lḥusnâ.
Allah'tan başka tanrı yoktur, en güzel isimler O'nundur.
Allah, kendisinden başka ilah olmayandır. En güzel isimler O'na mahsustur.
ALLAH, O'ndan başka tanrı yoktur. Tüm güzel isimler O'na aittir.
Allah O'dur ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler O'nundur.
Allah'tır O. İlah yok O'ndan başka. Esmaül Hüsna, en güzel isimler O'nundur.
O'dur Allah, O’ndan başka yoktur ilah.En güzel isimler ve vasıflar O’nundur.
Allah ki, O'ndan başka tanrı yoktur. En güzel isimler O'nundur.
وَهَلْ أَتَىٰكَ حَدِيثُ مُوسَىٰٓ ﴿٩﴾
Musa hikayesi ulaşmadı mı sana?
Sana Musa'nın haberi geldi mi?
vehel etâke ḥadîŝü mûsâ.
Musa'nın başından geçen olay sana geldi mi?
(Resulüm!) Musa (olayının) haberi sana ulaştı mı?
Musa'nın haberi sana ulaştı mı?
(Habîbim!) Musa'nın (başından geçen hayat) hikayesi sana geldi mi?
Ulaştı mı sana Mûsa'nın haberi?
Sahi, olmadı mı senin haberin, Mûsâ'nın durumundan?
Musa'nın haberi sana geldi mi?
إِذْ رَءَا نَارًۭا فَقَالَ لِأَهْلِهِ ٱمْكُثُوٓا۟ إِنِّىٓ ءَانَسْتُ نَارًۭا لَّعَلِّىٓ ءَاتِيكُم مِّنْهَا بِقَبَسٍ أَوْ أَجِدُ عَلَى ٱلنَّارِ هُدًۭى ﴿١٠﴾
Hani bir ateş görmüştü de ailesine durun demişti, ben bir ateş görüyorum, ya gider, bir kor getiririm oradan size, yahut birine rastlarım da yol öğrenirim ateş başında.
Hani bir ateş görmüştü de, ailesine şöyle demişti: \"Durun, bir ateş gördüm; umulur ki size ondan bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol-gösterici bulurum.\"
iẕ raâ nâran feḳâle liehlihi-mküŝû innî ânestü nâral le`allî âtîküm minhâ biḳabesin ev ecidü `ale-nnâri hüdâ.
O, bir ateş görmüştü de, ailesine: \"Durun, ben bir ateş gördüm, ya ondan size bir kor getirir, ya da ateşin yanında bir yol gösteren bulurum\" demişti.
Hani o, bir ateş görmüş ve ailesine: Bekleyin! Eminim ki bir ateş gördüm. Belki ondan size bir meş'ale getiririm veya ateşin yanında bir rehber bulurum, demişti.
Bir ateş görmüştü ve ailesine, \"Burada durun, ben bir ateş gördüm. Olur ki size ondan bir kor getiririm, yahut ateşin yanında bir yol gösterici bulurum,\" demişti.
Hani o bir ateş görmüştü de, ailesine: \"Yerinizde durun, benim gözüme bir ateş ilişti, belki size bir kor getiririm, yahut ateşin yanında bir yol gösterici bulurum\" demişti.
Hani, bir ateş görmüştü de ailesine şöyle demişti: \"Bekleyin! Gözüme bir ateş ilişti. Olabilir ki, ondan size bir kor parçası getiririm, yahut onun üzerinde bir kılavuz bulurum.\"
Hani o çölde, gece yol alırken, bir ateş gördü uzaktan. “Durun!” dedi, ailesine: “Bir ateş ilişti gözüme. Oraya doğru gideyim, Belki oradan bir kor alıp size getiririm. Belki orada yolu bilen birini bulurum.” {KM, Çıkış 3. bölüm}
Hani (o) bir ateş görmüştü de ailesine: \"Siz durun ben bir ateş gördüm, belki ondan size bir kor getiririm, yahut ateşin yanında bir yol gösteren bulurum\" demişti.
فَلَمَّآ أَتَىٰهَا نُودِىَ يَٰمُوسَىٰٓ ﴿١١﴾
Ateşe doğru gidince ona seslenildi: Ey Musa.
Nitekim ona gidince, kendisine seslenildi: \"Ey Musa.\"
felemmâ etâhâ nûdiye yâ mûsâ.
Musa ateşin yanına gelince: \"Ey Musa!\" diye seslenildi:
Oraya vardığında kendisine (tarafımızdan): Ey Musa! diye seslenildi:
Oraya varınca, \"Ey Musa!,\" diye seslenildi.
Ateşe vardığı zaman şöyle çağrıldı: \"Ey Musa!
Onun yanına geldiğinde kendisine \"Mûsa!\" diye seslenildi.
Ateşin yanına varınca birden: “Mûsâ!” diye nida edildi.
(Musa), o(ateşin yanı)na gelince kendisine \"Ey Musa!\" diye seslenildi.
إِنِّىٓ أَنَا۠ رَبُّكَ فَٱخْلَعْ نَعْلَيْكَ ۖ إِنَّكَ بِٱلْوَادِ ٱلْمُقَدَّسِ طُوًۭى ﴿١٢﴾
Şüphe yok ki benim senin Rabbin, çıkar ayakkabılarını, kutlu vadidesin, Tuva'dasın sen.
\"Gerçekten Ben, Ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar; çünkü sen, kutsal vadi olan Tuva'dasın.\"
innî ene rabbüke faḫla` na`leyk. inneke bilvâdi-lmüḳaddesi ṭuvâ.
\"Ben şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri çıkar; çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva'dasın.\"
Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Hemen pabuçlarını çıkar! Çünkü sen kutsal vadi Tuva'dasın!
\"Ben, evet Ben senin Rabbinim. Sandallarını çıkar. Çünkü sen kutsal vadide, Tuva'dasın.\"
\"Ben şüphesiz senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar, çünkü sen kutsal bir vadi olan Tuvâ'dasın.\"
\"Benim ben, senin Rabbin! Hadi, pabuçlarını çıkar; sen kutsal vadide, Tuva'dasın.\"
“Haberin olsun: Senin Rabbin Benim!” denildi. “Çıkar pabuçlarını hemen! Çünkü kutsal vâdidesin sen! (Evet evet) Tûvâ'dasın sen!” [79,16] {KM, Çıkış 3,5}
Ben, (evet) ben senin Rabbinim! Pabuçlarını çıkar. Çünkü sen, kutsal vadide, Tuva'dasın.
وَأَنَا ٱخْتَرْتُكَ فَٱسْتَمِعْ لِمَا يُوحَىٰٓ ﴿١٣﴾
Ve seni seçtim ben, dinle vahyedileni.
\"Ben seni seçmiş bulunuyorum; bundan böyle vahyolunanı dinle.\"
veene-ḫtertüke festemi` limâ yûḥâ.
\"Ben seni seçtim; artık vahyolunanları dinle.\"
Ben seni seçtim. Şimdi vahyedilene kulak ver.
\"Ben seni seçtim, öyleyse vahyolanı dinle.\"
\"Ben seni seçtim, şimdi (sana) vahyolunacak şeyleri dinle.\"
\"Ve ben seni seçtim; o halde vahyedilecek olanı dinle!\"
Peygamberliğe seçtim seni,Öyleyse iyi dinle sana vahyedileni! [7,144]
Ben seni seçtim, şimdi vahyolunanı dinle.
إِنَّنِىٓ أَنَا ٱللَّهُ لَآ إِلَٰهَ إِلَّآ أَنَا۠ فَٱعْبُدْنِى وَأَقِمِ ٱلصَّلَوٰةَ لِذِكْرِىٓ ﴿١٤﴾
Şüphe yok ki ben öyle bir Allah'ım, yoktur benden başka tapacak, bana kulluk et ancak ve namaz kıl beni anmak için.
\"Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Benden başka İlah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.\"
innenî ene-llâhü lâ ilâhe illâ ene fa`büdnî veeḳimi-ṣṣalâte liẕikrî.
\"Şüphesiz Ben Allah'ım, Benden başka tanrı yoktur; Bana kulluk et; Beni anmak için namaz kıl.\"
Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.
\"Ben, evet Ben ALLAH'ım; Benden başka tanrı yoktur. Bana kulluk et ve Beni anmak için namazı gözet.\"
Şüphesiz ben Allah'ım, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Onun için bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl.
\"Hiç kuşkulanma ki ben Allah'ım! İlah yoktur benden başka! O halde bana ibadet et ve namazını/duanı, beni hatırlayıp anmak için yerine getir.\"
Muhakkak ki Ben'im gerçek İlah.Benden başka yoktur ilah.O halde sen de yalnız Bana ibadet et! Beni anmak için namaz eda et!
Muhakkak ben, (evet) ben Allah'ım, benden başka tanrı yoktur. (Yalnız) bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl.
إِنَّ ٱلسَّاعَةَ ءَاتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَىٰ كُلُّ نَفْسٍۭ بِمَا تَسْعَىٰ ﴿١٥﴾
Kıyamet gelip çatmada gerçekten de; herkes, yaptığının karşılığını bulsun diye gizlemekteyim vaktini.
\"Şüphesiz, kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir. Herkesin harcadığı çabanın karşılığını alması için, onun (koşup haberini) neredeyse gizleyeceğim.\"
inne-ssâ`ate âtiyetün ekâdü uḫfîhâ litüczâ küllü nefsim bimâ tes`â.
Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, zamanını gizli tuttuğum kıyamet mutlaka gelecektir.
Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Herkes peşine koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye neredeyse onu (kendimden) gizleyeceğim.
Dünyanın sonu elbette gelecektir. Herkes yaptığının karşılığını görsün diye Ben nerdeyse onu gizleyeceğim.
Çünkü kıyamet muhakkak gelecektir. Onun vaktini gizli tutuyorum ki, herkes yaptığının karşılığını görsün.
\"Kuşku duyma ki o saat gelecektir. Onu neredeyse gizliyorum ki, her benlik gayretinin karşılığını elde etsin.\"
Elbet gelecek kıyamet saati. Nerdeyse açıklayasım geliyor onun vaktini. Ta ki her kişi bulsun orada bütün yapıp ettiğini, işlerinin karşılığını. [99,7-8; 52,16; 27,65; 7,187; 31,34]
(Kıyamet) Sa'at(i) mutlaka gelecektir. Herkesin, peşinde koştuğu işlerle cezalanması için, neredeyse onu gizleyeceğim.
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَن لَّا يُؤْمِنُ بِهَا وَٱتَّبَعَ هَوَىٰهُ فَتَرْدَىٰ ﴿١٦﴾
Ona inanmayan ve havasına uyup giden, sakın seni inancından çevirmesin, yoksa helak olursun sen de.
\"Öyleyse, ona inanmayıp kendi hevasına uyan, sakın seni ondan alıkoymasın; sonra yıkıma uğrarsın.\"
felâ yeṣuddenneke `anhâ mel lâ yü'minü bihâ vettebe`a hevâhü feterdâ.
\"Buna inanmayan ve hevesine uyan kimse seni ondan alıkoymasın, yoksa helak olursun.\"
Ona inanmayan ve nefsinin arzularına uyan kimseler sakın seni ondan (kıyamete inanmaktan) alıkoymasın; sonra mahvolursun!
Ona inanmayıp hevesine uyanlar seni ondan saptırmasın, sonra başüstü düşersin.
Sakın kıyamete inanmayıp, kendi heva ve hevesine uyan kimse seni, ona iman etmekten alıkoymasın; sonra helak olursun.
\"O halde ona inanmayıp keyfi peşinde giden, seni ondan yüz geri etmesin. Yoksa perişan olursun.\"
Buna inanmayanlar, nefsinin arzu ve ihtiraslarının peşine düşenler, sakın seni ona inanmaktan vazgeçirmesin, sonra sen de helâk olursun!
Ona inanmayıp keyfine uyan kimse, seni on(a inanmak)dan alıkoymasın, sonra helak olursun!
وَمَا تِلْكَ بِيَمِينِكَ يَٰمُوسَىٰ ﴿١٧﴾
Sağ elindeki nedir ey Musa.
\"Sağ elindeki nedir ey Musa?\"
vemâ tilke biyemînike yâ mûsâ.
\"Ey Musa! Sağ elindeki nedir?\"
Şu sağ elindeki nedir, ey Musa?
\"Şu elindeki nedir, Musa?\"
Ey Musa! Sağ elindeki nedir?
\"Nedir o sağ elindeki ey Mûsa?\"
Mûsâ, şu sağ elinde tuttuğun şey de ne? {KM, Çıkış 4,2}
Sağ elindeki nedir ey Musa?
قَالَ هِىَ عَصَاىَ أَتَوَكَّؤُا۟ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَىٰ غَنَمِى وَلِىَ فِيهَا مَـَٔارِبُ أُخْرَىٰ ﴿١٨﴾
Sopam dedi, ona dayanırım, davarlarıma yaprak silkerim onunla, başka işler de yaparım onunla.
Dedi ki: \"O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.\"
ḳâle hiye `aṣây. etevekkeü `aleyhâ veehüşşü bihâ `alâ ganemî veliye fîhâ meâribü uḫrâ.
Musa: \"O benim değneğimdir, ona dayanırım, onunla davarıma yaprak silkerim, ondan daha birçok işlerde faydalanırım\" dedi.
O, benim asamdır, dedi, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır.
\"O, benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve bana daha başka yararları da dokunmaktadır,\" dedi.
Musa dedi: \"O benim asâm (değneğim) dır, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkerim ve onda başka hacetlerim (faydalanacağım şeyler) de var\"
Cevap verdi: \"O, benim asamdır. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma ağaçtan yaprak indiririm. Onda, işime yarayan başka özellikler de vardır.\"
“O asamdır,” dedi, “üzerine dayanırım, onunla davarlarıma yaprak çırparım, ayrıca onunla daha birçok ihtiyacımı gideririm.”
(Musa) dedi: \"O, asa'mdır. Ona dayanıyorum ve onunla davarıma yaprak silkeliyorum ve onda benim daha birçok ihtiyaçlarım var (onunla birçok ihtiyacımı gideririm).\"
قَالَ أَلْقِهَا يَٰمُوسَىٰ ﴿١٩﴾
Dedi ki: Elinden bırak onu ey Musa.
Dedi ki: \"Onu at, ey Musa.\"
ḳâle elḳihâ yâ mûsâ.
Allah: \"Ey Musa! Bırak onu\" dedi.
Allah: Yere at onu, ey Musa! dedi.
\"At onu Musa!,\" dedi.
Allah: \"Ey Musa! onu (yere) bırak\"dedi.
Buyurdu: \"Yere at onu ey Mûsa!\"
“Bırak onu Mûsâ!” buyurdu.
(Allah) buyurdu; \"(Yere) at onu ey Musa!\"
فَأَلْقَىٰهَا فَإِذَا هِىَ حَيَّةٌۭ تَسْعَىٰ ﴿٢٠﴾
Bıraktı onu, bir de baktı ki bir yılan olmuş, koşup durmada.
Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).
feelḳâhâ feiẕâ hiye ḥayyetün tes`â.
Bırakınca, değnek hemen, koşan bir yılan oluverdi.
Onu hemen yere attı. Bir de ne görsün, hızla sürünen bir yılan değil mi!
Onu atınca, hareketli bir yılana dönüşüverdi.
Musa da onu bıraktı, bir de ne görsün! o bir yılan olmuş koşuyor.
O da onu attı. Bir de ne görsün, bir yılan olmuş o, koşuyor...
Hemen bıraktı. Bir de ne görsün: Hızla kıvrılıp sürünen, kocaman bir yılan oldu!
(Musa) attı, bir de ne görsün o, koşan kocaman bir yılan!
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ ۖ سَنُعِيدُهَا سِيرَتَهَا ٱلْأُولَىٰ ﴿٢١﴾
Al onu dedi, korkma, evvelce olduğu gibi sopa olarak vereceğiz onu sana.
Dedi ki: \"Onu al ve korkma, Biz onu ilk durumuna çevireceğiz.\"
ḳâle ḫuẕhâ velâ teḫaf. senü`îdühâ sîratehe-l'ûlâ.
Allah: \"Onu al, korkma; biz onu yine eski durumuna çevireceğiz. Daha büyük mucizelerimizi sana göstermemiz için elini koltuğunun altına koy da, diğer bir mucize olarak, kusursuz, bembeyaz çıksın\" dedi.
Allah buyurdu: Al onu! Korkma! Biz onu şimdi ilk haline sokacağız.
Dedi, \"Al onu, korkma. Onu ilk durumuna sokacağız.\"
Allah buyurdu ki: \"Tut onu, korkma; biz onu yine eski durumuna çevireceğiz\"
Buyurdu: \"Al onu, korkma! Biz onu ilk görünümüne döndüreceğiz.\"
“Tut onu! Korkma, Biz onu eski haline çevireceğiz!” buyurdu.
(Allah): \"Al onu, dedi, korkma biz onu yine ilk durumuna sokacağız.\"
وَٱضْمُمْ يَدَكَ إِلَىٰ جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَآءَ مِنْ غَيْرِ سُوٓءٍ ءَايَةً أُخْرَىٰ ﴿٢٢﴾
Elini koynuna sok da bir hastalık yüzünden olmamak şartıyla bembeyaz çıksın; bu da bir başka delil sana.
\"Elini koltuğuna sok, bir hastalık olmadan, başka bir mucize (ayet) olarak bembeyaz bir durumda çıksın.\"
vaḍmüm yedeke ilâ cenâḥike taḫruc beyḍâe min gayri sûin âyeten uḫrâ.
Allah: \"Onu al, korkma; biz onu yine eski durumuna çevireceğiz. Daha büyük mucizelerimizi sana göstermemiz için elini koltuğunun altına koy da, diğer bir mucize olarak, kusursuz, bembeyaz çıksın\" dedi.
Bir de elini koltuğunun altına sok ki, bir başka mucize olmak üzere o, kusursuz ve lekesiz beyazlıkta çıksın.
\"Bir başka delil olarak, elini koltuğunun altına koy; lekesiz bembeyaz olarak çıksın.\"
\"Bir de diğer bir mucize olmak üzere elini koynuna koy ki, kusursuz olarak bembeyaz çıksın.\"
\"Bir de elini koynuna sok! Bir başka mucize olarak lekesiz, bembeyaz bir halde çıksın.\"
Bir de elini koynuna sok! Bir başka mûcize olarak çıkar onu hiç pürüzsüz, parlak mı parlak! [28,32] {KM, Çıkış 4,6}
Elini böğrüne sok; bir hastalık olmadan, ayrı bir mu'cize olarak bembeyaz bir durumda çıksın.
لِنُرِيَكَ مِنْ ءَايَٰتِنَا ٱلْكُبْرَى ﴿٢٣﴾
Böylece de en büyük delillerimizden bir kısmını gösterelim sana.
\"Öyle ki, sana büyük mucizelerimizden (birini) göstermiş olalım.\"
linüriyeke min âyâtine-lkübrâ.
Allah: \"Onu al, korkma; biz onu yine eski durumuna çevireceğiz. Daha büyük mucizelerimizi sana göstermemiz için elini koltuğunun altına koy da, diğer bir mucize olarak, kusursuz, bembeyaz çıksın\" dedi.
Ta ki, sana, (böylece) en büyük ayetlerimizden bazılarını gösterelim.
\"Böylece sana en büyük mucizelerimizden bazılarını gösterelim.\"
\"Bunları sana en büyük mucizelerimizden (bir kısmını) gösterelim diye yaptık.\"
\"Böylece sana en büyük mucizelerimizden bazılarını göstereceğiz.\"
Böylece sana en büyük mûcizelerimizden birini göstermek istiyoruz.
Ki sana en büyük mu'cizelerimizden bazılarını göstermiş olalım
ٱذْهَبْ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُۥ طَغَىٰ ﴿٢٤﴾
Git Firavun'a şüphe yok ki pek azdı o.
\"Firavun'a git, çünkü o azmış bulunuyor.\"
iẕheb ilâ fir`avne innehû ṭagâ.
\"Firavun'a git, doğrusu o azmıştır.\"
Firavun'a git. Çünkü o iyice azdı.
\"Firavun'a git, çünkü o azdı.\"
\"Firavun'a git, çünkü o hakikaten azdı.\"
\"Firavun'a git; çünkü o, azdı.\"
Firavun'a git! Çünkü o, iyice azdı. [26,10-15] {KM, Çıkış 4,10-16; 6,30}
İmdi sen Fir'avn'e git: çünkü o azdı.
قَالَ رَبِّ ٱشْرَحْ لِى صَدْرِى ﴿٢٥﴾
Rabbim dedi, kalbime genişlik ver.
Dedi ki: \"Rabbim, benim göğsümü aç.\"
ḳâle rabbi-şraḥ lî ṣadrî.
Musa: \"Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin\" dedi.
Musa: Rabbim! dedi, yüreğime genişlik ver.
\"Rabbim,\" dedi, \"göğsümü aç.\"
Musa dedi ki: \"Ey Rabbim! Benim göğsüme genişlik ver,
Mûsa dedi: \"Rabbim, göğsümü açıp genişlet;
“Ya Rabbî,” dedi, genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını.
(Musa) dedi ki: \"Rabbim, benim göğsümü aç (risalet görevini yüklenebilmesi için yüreğimi genişlet)\"
وَيَسِّرْ لِىٓ أَمْرِى ﴿٢٦﴾
İşimi kolaylaştır.
\"Bana işimi kolaylaştır.\"
veyessir lî emrî.
Musa: \"Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin\" dedi.
İşimi bana kolaylaştır.
\"Bana işimi kolaylaştır.\"
İşimi kolaylaştır,
İşimi bana kolaylaştır.\"
“Ya Rabbî,” dedi, genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını.
Bana işimi kolaylaştır.
وَٱحْلُلْ عُقْدَةًۭ مِّن لِّسَانِى ﴿٢٧﴾
Dilimin bağını çöz de.
\"Dilimden düğümü çöz;\"
vaḥlül `uḳdetem mil lisânî.
Musa: \"Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin\" dedi.
Dilimden (şu) bağı çöz.
\"Dilimdeki düğümü çöz.\"
Dilimden düğümü çöz
\"Dilimden düğümü çöz,
“Ya Rabbî,” dedi, genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını.
Dilimin düğümünü çöz.
يَفْقَهُوا۟ قَوْلِى ﴿٢٨﴾
Anlasınlar sözümü iyice.
\"Ki söyleyeceklerimi kavrasınlar.\"
yefḳahû ḳavlî.
Musa: \"Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin\" dedi.
Ki sözümü anlasınlar.
\"Ki sözümü anlasınlar.\"
Ki, sözümü iyi anlasınlar.
Ki sözümü iyi anlasınlar.\"
Ta ki anlasınlar sözümü!
Ki sözümü anlasınlar
وَٱجْعَل لِّى وَزِيرًۭا مِّنْ أَهْلِى ﴿٢٩﴾
Âilemden birini vezir et bana.
\"Ailemden bana bir yardımcı kıl,\"
vec`al lî vezîram min ehlî.
Musa: \"Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin\" dedi.
Bana ailemden bir de vezir (yardımcı) ver,
\"Ailemden bana bir yardımcı ata.\"
Bir de bana ailemden bir vezir ver.
\"Bana ailemden bir yardımcı ver,
Bana da ailemden birini, yardımcı kıl, Harun kardeşimi!
Bana ailemden bir vezir ver:
هَٰرُونَ أَخِى ﴿٣٠﴾
Kardeşim Harun'u.
\"Kardeşim Harun'u\"
hârûne eḫî.
Musa: \"Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin\" dedi.
Kardeşim Harun'u.
\"Kardeşim Harun'u...\"
Kardeşim Harun'u (ver).
Kardeşim Hârun'u.\"
Bana da ailemden birini, yardımcı kıl, Harun kardeşimi!
Kardeşim Harun'u.
ٱشْدُدْ بِهِۦٓ أَزْرِى ﴿٣١﴾
Arka olsun bana, onunla kuvvetlendir beni.
\"Onunla arkamı kuvvetlendir.\"
üşdüd bihî ezrî.
Musa: \"Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin\" dedi.
Onun sayesinde arkamı kuvvetlendir.
\"Beni onunla destekleyip güçlendir.\"
Onunla arkamı kuvvetlendir.
\"Onunla sırtımı kuvvetlendir!\"
Onunla beni takviye et!
Onunla arkamı kuvvetlendir.
وَأَشْرِكْهُ فِىٓ أَمْرِى ﴿٣٢﴾
İşime ortak et onu.
\"Onu işimde ortak kıl,\"
veeşrikhü fî emrî.
Musa: \"Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin\" dedi.
Ve onu işime ortak kıl.
\"Bu işimde onu bana ortak yap.\"
(Elçilik) işimde onu bana ortak et.
\"Onu işime ortak kıl!\"
Onu bu işime ortak et!
Onu da işime ortak yap,
كَىْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًۭا ﴿٣٣﴾
Bunları yap da şanını çok tenzih edelim.
\"Böylece Seni çok tesbih edelim.\"
key nüsebbiḥake keŝîrâ.
Musa: \"Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin\" dedi.
Böylece seni bol bol tesbih edelim.
\"Ki seni çokça yüceltelim.\"
Ki seni çok tesbih edelim.
\"Taki seni çokça tespih edelim!\"
Ta ki Seni daha çok tesbih ve tenzih edelim.
Ki seni çok tesbih edelim,
وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا ﴿٣٤﴾
Seni çok analım.
\"Ve Seni çok zikredelim.\"
veneẕkürake keŝîrâ.
Musa: \"Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin\" dedi.
Ve çok çok analım seni.
\"Seni çokça analım.\"
Seni çok analım.
\"Seni çokça analım!\"
Ve Seni daha çok analım.
Ve seni çok analım,
إِنَّكَ كُنتَ بِنَا بَصِيرًۭا ﴿٣٥﴾
Şüphe yok ki sen, görmedesin bizi.
\"Şüphesiz Sen bizi görüyorsun.\"
inneke künte binâ beṣîrâ.
Musa: \"Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin\" dedi.
Şüphesiz sen bizi görmektesin.
\"Sen, elbette bizi Görensin.\"
Şüphe yok ki sen bizi görüp duruyorsun.\"
\"Kuşkusuz sen, bizi görmektesin.\"
Aslında Sen bizim bütün hallerimizi hakkıyla görmektesin.”
Şüphesiz sen, bizi görmektesin.
قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَٰمُوسَىٰ ﴿٣٦﴾
Dedi ki: Gerçekten de verildi dileğin ey Musa.
(Allah) Dedi ki: \"Ey Musa istediğin sana verilmiştir.\"
ḳâle ḳad ûtîte sü'leke yâ mûsâ.
Allah: \"Ey Musa! İstediğin sana verildi\" dedi, \"Zaten sana başka bir defa da iyilikte bulunmuş ve annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik: Musa'yı bir sandığa koy da suya bırak; su onu kıyıya atar, Bana da, ona da düşman olan biri onu alır. Ey Musa! Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım.\"
Allah: Ey Musa! dedi, istediğin sana verildi.
Dedi ki: \"Dilediğin sana verildi, Musa.\"
Allah buyurdu: \"Ey Musa! Dilediğin (şeyler) sana verildi.\"
Buyurdu: \"İstediğin sana verildi, ey Mûsa!\"
“Mûsâ!” dedi, “istediklerin sana verildi. Zaten başka bir sefer de sana lütufta bulunmuştuk.” [28,7-13] {KM, Çıkış 2,1-10}
(Allah) buyurdu: \"Ey Musa, istediğin sana verildi.\"
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً أُخْرَىٰٓ ﴿٣٧﴾
Andolsun ki bir kere daha lutfetmiştik sana.
\"Andolsun, Biz sana bir defa daha lütufta bulunmuştuk.\"
veleḳad menennâ `aleyke merraten uḫrâ.
Allah: \"Ey Musa! İstediğin sana verildi\" dedi, \"Zaten sana başka bir defa da iyilikte bulunmuş ve annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik: Musa'yı bir sandığa koy da suya bırak; su onu kıyıya atar, Bana da, ona da düşman olan biri onu alır. Ey Musa! Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım.\"
Andolsun biz sana bir defa daha lütufta bulunmuştuk.
\"Sana bir kez daha lütufta bulunduk.\"
\"And olsun biz, sana diğer bir defa daha ihsan etmiştik\"
\"Yemin olsun, sana bir kez daha lütufta bulunmuştuk.\"
“Mûsâ!” dedi, “istediklerin sana verildi. Zaten başka bir sefer de sana lütufta bulunmuştuk.” [28,7-13] {KM, Çıkış 2,1-10}
Zaten biz sana bir kez daha lutufta bulunmuştuk.
إِذْ أَوْحَيْنَآ إِلَىٰٓ أُمِّكَ مَا يُوحَىٰٓ ﴿٣٨﴾
Hani vahyedilecek şeyi ilham etmiştik anana.
\"Hani, annene vahyolunan şeyi vahyetmiştik, (şöyle ki:)\"
iẕ evḥaynâ ilâ ümmike mâ yûḥâ.
Allah: \"Ey Musa! İstediğin sana verildi\" dedi, \"Zaten sana başka bir defa da iyilikte bulunmuş ve annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik: Musa'yı bir sandığa koy da suya bırak; su onu kıyıya atar, Bana da, ona da düşman olan biri onu alır. Ey Musa! Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım.\"
Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene (şöyle) vahyetmiştik:
\"Hani annene şu vahyi vahyetmiştik:\"
Hani bir vakit ilham edilmesi gereken (ancak ilham ile bilinebilen) şu ilhamı annene verdik:
Hani, annene vahyedileni şöyle vahyetmiştik:
O vakit annene ilham edip dedik ki:
(Sen doğduğun zaman,) Annene vahyedileni vahyetmiştik:
أَنِ ٱقْذِفِيهِ فِى ٱلتَّابُوتِ فَٱقْذِفِيهِ فِى ٱلْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ ٱلْيَمُّ بِٱلسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّۭ لِّى وَعَدُوٌّۭ لَّهُۥ ۚ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةًۭ مِّنِّى وَلِتُصْنَعَ عَلَىٰ عَيْنِىٓ ﴿٣٩﴾
Sandığa koy onu da nehre bırak, nehir onu kıyıya bırakır, benim düşmanım ve senin düşmanın, alır onu demiştim ve himayem altında yetişmen için sana karşı bir sevgi de vermiştim ona.
\"Onu sandığın içine koy, suya bırak, böylece su onu sahile bıraksın; onu Benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alacaktır. Gözümün önünde yetiştirilmen için, Kendim'den sana bir sevgi yönelttim.\"
eni-ḳẕifîhi fi-ttâbûti faḳẕifîhi fi-lyemmi felyülḳihi-lyemmü bissâḥili ye'ḫuẕhü `adüvvül lî ve`adüvvul leh. veelḳaytü `aleyke meḥabbetem minnî. velituṣne`a `alâ `aynî.
Allah: \"Ey Musa! İstediğin sana verildi\" dedi, \"Zaten sana başka bir defa da iyilikte bulunmuş ve annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik: Musa'yı bir sandığa koy da suya bırak; su onu kıyıya atar, Bana da, ona da düşman olan biri onu alır. Ey Musa! Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım.\"
Musa'yı sandığa koy; sonra onu denize (Nil'e) bırak; deniz onu kıyıya atsın da, benim düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Musa! Sevilmen) ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim.
\"'Onu bir sandığa koyup ırmağa at. Irmak da onu kıyıya atsın ve Bana da ona da düşman olan birisi onu alsın.' diye... Gözümün önünde yetişesin diye sana sevgimi yağdırmıştım.\"
\"Onu (Musa'yı) tabut içine koy da denize bırak. Deniz de onu sahile atsın. Onu hem bana düşman, hem ona düşman olan biri alsın.\" Bir de benim gözetimim altında yetiştirilmen için, üzerine katımdan bir sevgi bırakmıştım. (Ey Musa!)
\"Onu tabuta koyup ırmağa bırak! Irmak onu sahile götürsün ki, benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri onu alsın. Üzerine kendimden bir sevgi bıraktım ki, gözümün önünde yetiştirilesin.\"
“Onu bir sandığa yerleştirip denize bırak! Deniz onu sahile atsın. Bana da ona da düşman olan biri onu alsın!” Ve “Ey Mûsâ! nezaretim altında yetiştirilmen için sana karşı insanların gönüllerinde tarafımdan bir sevgi bıraktım!” [28,7-9]
Onu sandığa koy, suya at; su onu sahile bıraksın; onu benim de düşmanım onun da düşmanı olan biri alacaktır. \"Gözümün önünde yetiştirilmen için senin üzerine benden bir sevgi koydum (görenler senin üzerine koyduğum bu sevgiden ötürü sana meftun oldular).\"
إِذْ تَمْشِىٓ أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَىٰ مَن يَكْفُلُهُۥ ۖ فَرَجَعْنَٰكَ إِلَىٰٓ أُمِّكَ كَىْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ ۚ وَقَتَلْتَ نَفْسًۭا فَنَجَّيْنَٰكَ مِنَ ٱلْغَمِّ وَفَتَنَّٰكَ فُتُونًۭا ۚ فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِىٓ أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَىٰ قَدَرٍۢ يَٰمُوسَىٰ ﴿٤٠﴾
Hani kız kardeşin gitmiş de onu yetiştirecek birisini bulayım mı size demişti, gözü aydın olsun, kederlenmesin diye tekrar anana kavuşturmuştuk seni ve birisini öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık ve seni sınayıp durmuştuk ve yıllarca Medyen halkının içinde kalmıştın, sonra da mukadder olduğu gibi buraya geldin ey Musa.
\"Hani kız kardeşin gezinip; \"Onu(n bakımını) üstlenecek birini size haber vereyim mi?\" demekteydi. Böylece, seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun ve hüzne kapılmasın. Sen bir insan öldürmüştün de, Biz seni tasadan kurtarmış ve seni 'esaslı bir denemeden geçirip-denemiştik.' Medyen halkı arasında da yıllarca kalmıştın, sonra bir kader üzerine (buraya) geldin ey Musa.\"
iẕ temşî uḫtüke feteḳûlü hel edüllüküm `alâ mey yekfülüh. feraca`nâke ilâ ümmike key teḳarra `aynühâ velâ taḥzen. veḳatelte nefsen fenecceynâke mine-lgammi vefetennâke fütûnâ. felebiŝte sinîne fî ehli medyene ŝümme ci'te `alâ ḳaderiy yâ mûsâ.
Kızkardeşin Firavun'un sarayına giderek: \"Ona bakacak birini size göstereyim mi?\" diyordu. Böylece, annen üzülmesin, sevinsin diye, seni ona iade etmiştik. Sen bir cana kıymıştın, seni üzüntüden kurtarmış ve seni birçok musibetlerle denemiştik. Bunun için, Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra, ey Musa, peygamberlik görevini yüklenecek bir yaşa gelince dönüp geldin.
Hani, kız kardeşin gidip \"Ona bakacak birini size bulayım mı?\" diyordu. Böylece seni, gözü gönlü mutluluk dolsun ve üzülmesin diye annene geri verdik. Ve sen, birini öldürdün de seni endişeden kurtardık. Seni iyiden iyiye denemeden geçirdik. Bunun için yıllarca Medyen halkı arasında kaldın. Sonra takdire göre (bu makama) geldin ey Musa!
\"Hani kız kardeşin gidip, 'ona bakacak birini size göstereyim mi?' diyordu. Böylece, gözü aydınlansın ve üzülmesin diye seni annene geri döndürmüştük. Hatta sen bir kişiyi öldürmüştün de seni tasadan kurtarmış ve çeşitli testlerden geçirmiştik. Medyen halkı arasında yıllarca kaldıktan sonra belli bir plan gereği şimdi geri gelmiş bulunuyorsun, Musa.\"
Hani kız kardeşin (Firavun'un sarayına) giderek: \"Ona bakacak birini size buluvereyim mi? diyordu. Böylece seni tekrar annene verdik ki, gözü aydın olsun da kederlenmesin. Hem sen, bir adam öldürdün de seni gamdan kurtardık. Seni çeşitli musibetlerle imtihan ettik. Bu sebeple yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra ey Musa! Belli bir çağa (peygamberlik görevini yüklenecek bir yaşa) geldin.
\"Hani, kızkardeşin gidiyor, şöyle diyordu: 'Onun bakımını üstlenecek kişiyi size göstereyim mi?' Nihayet, seni annene geri döndürdük ki, gözü aydın olsun, tasalanmasın. Sen bir de adam öldürmüştün. O zaman seni gamdan kurtarmıştık. Seni iyice bir imtihana çekmiştik. Bunun ardından sen Medyen halkı arasında yıllarca kaldın. Sonra, belirlenen bir vakitte/bir kadere göre geliverdin, ey Mûsa!\"
Kız kardeşin, denizden seni alanların yanına varıp: “Ona iyi bakacak birini size buluvereyim mi?” diyordu. Böylece seni annene kavuşturduk ki gözü aydın olsun, üzülmesin.Derken sen büyüdün, bir adam öldürdün de Biz seni o sıkıntıdan kurtardık. Seni, ey Musâ, türlü türlü imtihanlarla sınayıp yetiştirdik. Bu yüzden de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra da takdirimizle, buraya geldin! [28,12]
Kızkardeşin ona bakacak birini size göstereyim mi? diyordu. Böylece seni annene geri verdik ki gözü aydın olsun, üzülmesin. Sen bir de adam öldürmüştün. O zaman da seni tasadan kurtarmış ve seni iyice denemiştik. Medyen halkı arasında yıllarca kaldın. Sonra belirlediğimiz bir vakitte bize geldin ey Musa!
وَٱصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِى ﴿٤١﴾
Kendim için seçtim seni.
\"Seni Kendim için seçtim.\"
vaṣṭana`tüke linefsî.
Seni kendim için ayırdım.
Seni, kendim için elçi seçtim.
\"Seni kendim için yarattım.\"
Ben, seni kendime (peygamber) seçtim.
\"Seni kendim için seçip yetiştirdim.\"
“Seni Ben seçip Peygamberliğime hazırladım.” [7,144]
Seni kendim için yetiştirdim.
ٱذْهَبْ أَنتَ وَأَخُوكَ بِـَٔايَٰتِى وَلَا تَنِيَا فِى ذِكْرِى ﴿٤٢﴾
Delillerimle git kardeşinle ve beni anmayı ihmal etmeyin.
\"Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve Beni zikretmede gevşek davranmayın.
iẕheb ente veeḫûke biâyâtî velâ teniyâ fî ẕikrî.
Sen ve kardeşin, ayetlerimle gidin; beni anmakta gevşek davranmayın.
Sen ve kardeşin birlikte ayetlerimi götürün. Beni anmayı ihmal etmeyin.
\"Sen ve kardeşin mucize ve ayetlerimi iletin. Beni anmakta gevşek olmayın. \"
Sen kardeşinle birlikte mucizelerimle git. İkiniz de beni anmakta gevşeklik etmeyin.
\"Sen ve kardeşin, ayetlerimi götürün; beni anmakta gevşeklik etmeyin.\"
“Haydi kardeşinle birlikte âyetlerimle gidiniz, sakın Beni anmakta gevşeklik göstermeyiniz!”
Sen ve kardeşin, ayetlerimi götürün, beni anmakta gevşeklik etmeyin.
ٱذْهَبَآ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُۥ طَغَىٰ ﴿٤٣﴾
Firavun'a gidin, çünkü o, gerçekten de azdı.
\"İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor.\"
iẕhebâ ilâ fir`avne innehû ṭagâ.
Firavun'a gidin, doğrusu o azmıştır.
Firavun'a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı.
\"İkiniz Firavun'a gidin; çünkü o azdı.\"
Firavun'a gidin, çünkü o gerçekten azdı.
\"Firavun'a gidin, çünkü o azdı.\"
Gidin. Firavun'a, zira o iyice azdı.
Fir'avn'e gidin, çünkü o azdı.
فَقُولَا لَهُۥ قَوْلًۭا لَّيِّنًۭا لَّعَلَّهُۥ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَىٰ ﴿٤٤﴾
Ona yumuşak bir tarzda söz söyleyin, belki öğüt alır, yahut korkar.
\"Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar.\"
feḳûlâ lehû ḳavlel leyyinel le`allehû yeteẕekkeru ev yaḫşâ.
Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar.
Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar.
\"Ona yumuşak bir dil kullanın; olur ki öğüt alır veya saygı duyar.\"
Varın da ona yumuşak söz söyleyin; olur ki, öğüt dinler, yahut korkar.
\"Ona yumuşak ve tatlı bir sözle hitap edin; belki öğüt alır, yahut ürperir.\"
Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitab edin. Olur ki aklını başına alır, yahut hiç değilse biraz çekinir.” [16,125]
Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya korkar.
قَالَا رَبَّنَآ إِنَّنَا نَخَافُ أَن يَفْرُطَ عَلَيْنَآ أَوْ أَن يَطْغَىٰ ﴿٤٥﴾
Rabbimiz dediler, korkarız aşırı davranır hakkımızda, yahut da büsbütün azar.
Dediler ki: \"Rabbimiz, gerçekten, onun bize karşı 'taşkın bir tutum takınmasından' ya da 'azgın davranmasından' korkuyoruz.\"
ḳâlâ rabbenâ innenâ neḫâfü ey yefruṭa `aleynâ ev ey yaṭgâ.
Musa ve kardeşi: \"Rabbimiz! Onun bize kötülük etmesinden veya azgınlığının artmasından korkarız\" dediler.
Dediler ki: Rabbimiz! Doğrusu biz, onun bize aşırı derecede kötü davranmasından yahut iyice azmasından endişe ediyoruz.
Dediler ki: \"Rabbimiz, onun bize karşı saldırı ve taşkınlıkta bulunmasından korkuyoruz.\"
(Musa ile Harun) \"Rabbimiz! Onun bize kötülük yapmasından veya azgınlığını artırmasından korkarız\" dediler.
Dediler ki: \"Rabbimiz, onun aleyhimizde bir taşkınlık yapmasından yahut yine azmasından korkuyoruz.\"
“Ya Rabbenâ” dediler, “doğrusu, korkarız ki o bize son derece kötü davranır, hatta ileri gidip daha da azar.”
Dediler ki: \"Rabbimiz, onun bize taşkınlık etmesinden, yahut iyice azmasından korkuyoruz.\"
قَالَ لَا تَخَافَآ ۖ إِنَّنِى مَعَكُمَآ أَسْمَعُ وَأَرَىٰ ﴿٤٦﴾
Korkmayın dedi, gerçekten de benim sizinle beraber, duyarım ben ve görürüm.
Dedi ki: \"Korkmayın, çünkü Ben sizinle birlikteyim; işitiyorum ve görüyorum.\"
ḳâle lâ teḫâfâ innenî me`akümâ esme`u veerâ.
Allah: Korkmayın, dedi; Ben sizinle beraberim; görür ve işitirim. Ona gidin şöyle söyleyin: \"Doğrusu biz senin Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, onlara azabetme; Rabbinden sana bir mucize getirdik; selam, doğru yolda gidene olsun! Doğrusu bize, yalanlayıp sırt çevirene azap edileceği vahyolundu.\"
Buyurdu ki: Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm.
\"Korkmayın,\" dedi, \"Ben sizinle birlikteyim; görüyorum ve işitiyorum.\"
Allah buyurdu ki: \"Korkmayın, zira ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.\"
Buyurdu: \"Korkmayın! Ben sizinle beraberim; işitiyorum, görüyorum.\"
“Korkmayın!” buyurdu, “Ben sizinle beraberim, her şeyi işitir ve görürüm.”
Korkmayın, dedi, ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.
فَأْتِيَاهُ فَقُولَآ إِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَأَرْسِلْ مَعَنَا بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْ ۖ قَدْ جِئْنَٰكَ بِـَٔايَةٍۢ مِّن رَّبِّكَ ۖ وَٱلسَّلَٰمُ عَلَىٰ مَنِ ٱتَّبَعَ ٱلْهُدَىٰٓ ﴿٤٧﴾
Hemen gidin de biz deyin, şüphe yok ki Rabbinin iki peygamberiyiz bizimle gönder İsrailoğullarını ve onlara azap verme. Rabbinden delille geldik sana, esenlik hidayete uyana.
\"Haydi ona gidin de deyin ki: Biz senin Rabbinin elçileriyiz, İsrailoğulları'nı bizimle birlikte gönder ve onlara (artık) azap verme. Sana Rabbinden bir ayetle geldik. Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun.\"
fe'tiyâhü feḳûlâ innâ rasûlâ rabbike feersil me`anâ benî isrâîle velâ tü`aẕẕibhüm. ḳad ci'nâke biâyetim mir rabbik. vesselâmü `alâ meni-ttebe`a-lhüdâ.
Allah: Korkmayın, dedi; Ben sizinle beraberim; görür ve işitirim. Ona gidin şöyle söyleyin: \"Doğrusu biz senin Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, onlara azabetme; Rabbinden sana bir mucize getirdik; selam, doğru yolda gidene olsun! Doğrusu bize, yalanlayıp sırt çevirene azap edileceği vahyolundu.\"
Haydi, ona gidin de deyin ki: Biz, senin Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını hemen bizimle birlikte gönder; onlara eziyet etme! Biz, senin Rabbinden bir ayet getirdik. Kurtuluş, hidayete uyanlarındır.
\"Ona varın ve deyin ki, 'Biz ikimiz Rabbinin elçileriyiz. İsrail oğullarına yaptığın işkenceye son ver ve onları bizimle gönder. Biz sana, Rabbinden bir ayet ile geldik. Doğru yolu izleyenlere selam (barış) olsun.\"
Hemen gidin de Firavun'a deyin ki: \"Biz Rabbinin (sana gönderilen) elçileriyiz. Artık İsrailoğulları'nı bizimle gönder, onlara azab etme; biz sana Rabbinden bir mucize ile geldik. Selam doğru yolda gidenleredir.\"
\"Hadi gidin ona! Deyin ki; \"Biz senin Rabbinin iki resulüyüz. İsrailoğullarını bizimle gönder, onlara işkence etme! Rabbinden sana bir mucize getirdik. Selam, hidayete uyanlaradır.\"
“Haydi varın da şöyle deyin ona: Rabbin tarafından gönderilen elçileriz biz sana!İsrailoğullarını bizimle gönder ve işkence etme onlara!Rabbinden bir belge ile geldik biz sana.Kurtuluş hastır, bu doğru yolu tutanlara!”
Haydi, varın ona, deyin ki: Biz senin Rabbinin elçileriyiz; İsrail oğullarını bizimle gönder, onlara azab etme. Biz Rabbinden sana bir ayet getirdik. Esenlik, hidayete uyanlaradır.
إِنَّا قَدْ أُوحِىَ إِلَيْنَآ أَنَّ ٱلْعَذَابَ عَلَىٰ مَن كَذَّبَ وَتَوَلَّىٰ ﴿٤٨﴾
Gerçekten de bize vahyedildi ki azap, yalanlayanadır ve yüz çevirene.
\"Gerçekten bize vahyolundu ki: Doğrusu azap, yalanlayan ve yüz çevirenlerin üstünedir.\"
innâ ḳad ûḥiye ileynâ enne-l`aẕâbe `alâ men keẕẕebe vetevellâ.
Allah: Korkmayın, dedi; Ben sizinle beraberim; görür ve işitirim. Ona gidin şöyle söyleyin: \"Doğrusu biz senin Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, onlara azabetme; Rabbinden sana bir mucize getirdik; selam, doğru yolda gidene olsun! Doğrusu bize, yalanlayıp sırt çevirene azap edileceği vahyolundu.\"
Hakikaten bize vahyolundu ki: (Peygamberleri) yalanlayan ve yüz çevirenlere azap edilecektir.
\"Bize vahyedildi: Yalanlayıp yüz çevirenler cezalandırılacaktır.\"
\"Bize kesin olarak vahyolundu ki, azab şüphesiz (gerçeği) inkâr edip ona sırt çevirenleredir.\"
\"Azabın, yalanlayıp yüz çevirenler üzerine olacağı bize vahyedildi.\"
“İnan ki bize: “Dini yalan sayıp ondan yüz çeviren, mutlaka azaba uğrayacaktır!” diye vahyedildi.” [79,37-39; 92,14-16; 75,31-32]
Bize, yalanlayıp yüz çevirenin, azaba uğrayacağı vahyolundu.
قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَٰمُوسَىٰ ﴿٤٩﴾
Dedi ki: Kimdir Rabbiniz ey Musa.
(Ona gidip aynı şeyleri tekrarladıklarında, Firavun onlara) Dedi ki: \"Sizin Rabbiniz kim ey Musa?\"
ḳâle femer rabbükümâ yâ mûsâ.
Firavun: \"Musa! Rabbiniz kimdir?\" dedi.
Firavun: Rabbiniz de kimmiş, ey Musa? dedi.
(Firavun) dedi ki: \"Rabbiniz kimdir, Musa?\"
Firavun: \"Ey Musa! Sizin Rabbiniz kimdir?\" dedi.
Firavun dedi: \"Sizin Rabbiniz kim, ey Mûsa?\"
“Firavun: “Sizin Rabbiniz de kimmiş ey Mûsâ!” dedi.
(Fir'avn): \"Rabbiniz kimdir ey Musa?\" dedi.
قَالَ رَبُّنَا ٱلَّذِىٓ أَعْطَىٰ كُلَّ شَىْءٍ خَلْقَهُۥ ثُمَّ هَدَىٰ ﴿٥٠﴾
Rabbimiz dedi, her şeye yaratılışını veren, sonra da yolunu gösterendir.
Dedi ki: \"Bizim Rabbimiz, herşeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir.\"
ḳâle rabbüne-lleẕî a`ṭâ külle şey'in ḫalḳahû ŝümme hedâ.
Musa: \"Rabbimiz, her şeye ayrı bir özellik veren, sonra doğru yola eriştirendir\" dedi.
O da: Bizim Rabbimiz, her şeye hılkatini (varlık ve özelliğini) veren, sonra da doğru yolu gösterendir, dedi.
\"Rabbimiz, Her şeye biçimini veren ve sonra yolunu gösterendir,\" dedi.
Musa: \"Bizim Rabbimiz her şeye şeklini veren, sonra da yolunu gösterendir.\" dedi.
Mûsa dedi: \"Rabbimiz, herşeye yaratılışını lütfeden, sonra da yol-yordam gösteren kudrettir.\"
“Rabbimiz,” dedi, “her şeyi yaratan, sonra da onu yaratılış gayesine uygun yola koyan,Yüce Yaradandır (buna iyice inan)”
(Musa): \"Rabbimiz, her şeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip sonra onu doğru yola ileten (yaratılış gayesine uygun yola yönelten)dir.\" dedi.
قَالَ فَمَا بَالُ ٱلْقُرُونِ ٱلْأُولَىٰ ﴿٥١﴾
Firavun, peki, önce gelenlerin halleri ne olacak dedi.
(Firavun) Dedi ki: \"İlk çağlardaki nesillerin durumu nedir öyleyse?\"
ḳâle femâ bâlü-lḳurûni-l'ûlâ.
Firavun: \"Öyleyse önceki nesillerin durumu ne oluyor?\" dedi.
Firavun: Öyle ise, önceki milletlerin hali ne olacak? dedi.
\"Peki geçmiş nesillerin hali ne olacak,\" dedi.
Firavun: \"Öyleyse geçmiş asırlar (daki insanlar)ın durumu nedir?\" dedi.
Dedi: \"Peki, ilk nesillerin hali ne olacak?\"
Firavun dedi ki: “Peki o zaman, önceki nesillerin durum ve âkıbeti ne olur?”
(Fir'avn): \"Peki ya ilk nesillerin hali ne olacak?\" dedi.
قَالَ عِلْمُهَا عِندَ رَبِّى فِى كِتَٰبٍۢ ۖ لَّا يَضِلُّ رَبِّى وَلَا يَنسَى ﴿٥٢﴾
Musa, onlara ait bilgi de dedi, Rabbimin katındadır, yazılmıştır; ne yanılır Rabbim, ne unutur.
Dedi ki: \"Bunun bilgisi Rabbimin Katında bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.\"
ḳâle `ilmühâ `inde rabbî fî kitâb. lâ yeḍillü rabbî velâ yensâ.
Musa: \"Onların bilgisi Rabbimin katında yazılıdır. Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.\" dedi.
Musa: Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin yanında bir kitapta bulunur. Rabbim, ne yanılır ne de unutur, dedi.
\"Onların bilgisi Rabbimin yanında kayıtlıdır. Rabbim yanılmaz, unutmaz.\"
Musa dedi ki: \"Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitapta (yazılı)dır. Rabbim yanlış yapmaz ve unutmaz.\"
\"Onlara ilişkin bilgi, Rabbim katında bir Kitap'tadır. Rabbim ne şaşırır ne de unutur.\"
“Onların durumu, Rabbimin yanındaki bir kitaptadır. O, ne şaşırır, ne de unutur.” dedi.
Dedi ki: \"Onların bilgisi Rabbimin yanında bir Kitaptadır. Rabbim şaşmaz ve unutmaz.\"
ٱلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ ٱلْأَرْضَ مَهْدًۭا وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًۭا وَأَنزَلَ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءًۭ فَأَخْرَجْنَا بِهِۦٓ أَزْوَٰجًۭا مِّن نَّبَاتٍۢ شَتَّىٰ ﴿٥٣﴾
Öyle bir mabuttur ki yeryüzünü size döşek etmiş, orada size yollar açmış, gökten yağmur yağdırmış, o yağmur sebebiyle de çeşitçeşit ve çifterçifter nebatlar bitirmiştir.
\"Ki (Rabbim), yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı, onda sizin için yollar döşedi ve gökten su indirdi; böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık.\"
elleẕî ce`ale lekümü-l'arḍa mehdev veseleke leküm fîhâ sübülev veenzele mine-ssemâi mââ. feaḫracnâ bihî ezvâcem min nebetin şettâ.
Sizin için yeryüzünü döşeyen, yollar açan, gökten su indiren O'dur. Biz o su ile türlü türlü, çift çift bitkiler yetiştirdik.
O, yeri size beşik yapan ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir. Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık.
O ki yeryüzünü sizin için yaşanılır kıldı, sizin için onda yollar açtı, gökten bir su indirdi ve nitekim onunla çeşit çeşit bitkiler çıkardık.
\"Yeryüzünü sizin için bir döşek yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indiren O'dur.\" İşte biz o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık.
Yeryüzünü size beşik yapan, onda sizin için yollar açan, gökten su indiren O'dur. Biz o suyla çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık.
O'dur ki yeri size beşik yaptı. Orada sizin için yollar ve geçitler açtı. Gökten de size yağmur indirdi. İşte o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. [21,31; 13,3]
O ki, yeri size beşik yaptı ve onda sizin için yollar açtı, gökten bir su indirdi. Onunla her çeşit bitkiden çiftler çıkardık.
كُلُوا۟ وَٱرْعَوْا۟ أَنْعَٰمَكُمْ ۗ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍۢ لِّأُو۟لِى ٱلنُّهَىٰ ﴿٥٤﴾
Yiyin ve yedirin davarlarınıza; şüphe yok ki bunda, aklı olanlara deliller var.
\"Yiyin ve hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz, bunda sağduyu sahipleri için elbette ayetler vardır.
külû ver`av en`âmeküm. inne fî ẕâlike leâyâtil liüli-nnühâ.
İster yiyin, ister hayvanlarınızı otlatın, onlarda akıl sahipleri için şüphesiz dersler vardır.
Yeyiniz; hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için (Allah'ın kudretine) işaretler vardır.
Çiftlik hayvanlarını yiyiniz, otlatınız. Zeka sahipleri için bunda işaretler vardır.
Hem siz yiyin, hem de hayvanlarınızı otlatın. Akıl sahibleri için bunda nice ibretler vardır!
Yiyin, hayvanlarınızı yayıp otlatın. Kuşkusuz bunda, aklı başında insanlar için ibretler vardır.
Hem siz yiyin, hem davarlarınızı otlatın! Elbette bunda aklı olanlar için âyetler, Allah'ın kudretine deliller vardır.
Yeyin, hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz bunda, akıl sahipleri için ibretler vardır.
۞ مِنْهَا خَلَقْنَٰكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَىٰ ﴿٥٥﴾
Oradan yarattık sizi, gene oraya iade edeceğiz ve oradan çıkaracağız sizi bir kere daha.
Sizi ondan yarattık, ona geri vereceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.
minhâ ḫalaḳnâküm vefîhâ nü`îdüküm veminhâ nuḫricüküm târaten uḫrâ.
Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz, sizi tekrar oradan çıkaracağız.
Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız.
Sizi o yerden yarattık, sizi tekrar ona döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkartacağız.
Sizi yerden (topraktan) yarattık, yine (ölümünüzden sonra) ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi bir kere daha çıkaracağız.
Sizi yerden yarattık. Tekrar oraya göndereceğiz. Ve oradan sizi bir kez daha çıkaracağız.
Sizi, ey insanlar, Biz yerden yarattık. Yine oraya göndereceğiz ve oradan tekrar Biz çıkaracağız. [7,25]
Sizi topraktan yarattık, yine oraya döndürürüz ve sizi bir kez daha ondan çıkarırız.
وَلَقَدْ أَرَيْنَٰهُ ءَايَٰتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَأَبَىٰ ﴿٥٦﴾
Andolsun ki ona bütün delillerimizi gösterdik, yalanladı, çekindi.
Andolsun, Biz ona ayetlerimizin tümünü gösterdik; fakat o, yalanladı ve ayak diretti.
veleḳad eraynâhü âyâtinâ küllehâ fekeẕẕebe veebâ.
And olsun ki Firavun'a bütün delillerimizi gösterdik de yalan sayıp kabulden çekindi ve: \"Ey Musa! Sihirbazlığınla bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Şimdi biz de seninkinin benzeri bir sihri sana göstereceğiz. Bizimle senin aranda bir vakit tayinet ki sen de biz de düz bir yerde bulunalım da caymayalım\" dedi.
Andolsun biz ona (Firavun'a) bütün (bu) delillerimizi gösterdik; yine de yalanladı ve diretti.
Ona tüm işaret ve delillerimizi göstermemize rağmen yalanlayıp reddetti.
And olsun ki, biz, Firavun'a mucizelerimizin hepsini gösterdik. Böyle iken o yine onları yalan sayıp kabulden çekindi.
Yemin olsun, o Firavun'a ayetlerimizin tamamını gösterdik ama yalanlayıp inadını sürdürdü.
Biz Firavun'a bütün âyetlerimizi, delillerimizi gösterdik, fakat o bunları yalan saydı ve gerçeği kabul etmemekte direndi. [54,42]
Andolsun biz o(Fir'av)n'a ayetlerimizin hepsini gösterdik, yine de yalanladı ve dayattı.
قَالَ أَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ أَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَٰمُوسَىٰ ﴿٥٧﴾
Bizi dedi, büyünle yerimizden, yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin ey Musa?
Dedi ki: \"Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya mı gelmiş bulunuyorsun?\"
ḳâle eci'tenâ lituḫricenâ min arḍinâ bisiḥrike yâ mûsâ.
And olsun ki Firavun'a bütün delillerimizi gösterdik de yalan sayıp kabulden çekindi ve: \"Ey Musa! Sihirbazlığınla bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Şimdi biz de seninkinin benzeri bir sihri sana göstereceğiz. Bizimle senin aranda bir vakit tayinet ki sen de biz de düz bir yerde bulunalım da caymayalım\" dedi.
Dedi ki: Bizi, yaptığın büyü ile yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin, ey Musa?
Dedi ki, \"Sen bizi büyünle yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin, Musa?\"
(Firavun Musa'ya şöyle) dedi: \"Ey Musa! Sen sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin bize?\"
Şöyle dedi: \"Büyünle bizi, toprağımızdan çıkarasın diye mi geldin, ey Mûsa!\"
“Sen,” dedi, “sihirdeki maharetinle bizi yerimizden yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin ey Mûsâ!”“O halde bilmiş ol ki biz de seninki gibi bir sihirle karşı koyacağız.” “Şimdi sen, bizim de senin de caymayacağımız uygun bir buluşma vakti tayin et, düz, geniş bir alanda karşılaşalım!”
Ve: \"Sen bizi büyünle yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin ey Musa?\" dedi.
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍۢ مِّثْلِهِۦ فَٱجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًۭا لَّا نُخْلِفُهُۥ نَحْنُ وَلَآ أَنتَ مَكَانًۭا سُوًۭى ﴿٥٨﴾
O halde biz de onun gibi bir büyü yaparak karşı geleceğiz sana, aramızda bir buluşma yeri ve vakti tayin et de sen ve biz, vaadimizden caymayalım, buluşalım orada, hem de ikimize de müsavi mesafede, münasip bir yer olsun orası.
\"Madem böyle, biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz; şimdi sen, bir 'buluşma zamanı ve yeri' tespit et, bizim de, senin de karşı olamayacağımız açık, geniş bir yer olsun\" dedi.
felene'tiyenneke bisiḥrim miŝlihî fec`al beynenâ vebeyneke mev`idel lâ nuḫlifühû naḥnü velâ ente mekânen süvâ.
And olsun ki Firavun'a bütün delillerimizi gösterdik de yalan sayıp kabulden çekindi ve: \"Ey Musa! Sihirbazlığınla bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Şimdi biz de seninkinin benzeri bir sihri sana göstereceğiz. Bizimle senin aranda bir vakit tayinet ki sen de biz de düz bir yerde bulunalım da caymayalım\" dedi.
Öyle ise, muhakkak surette biz de sana, aynen onun gibi bir büyü getireceğiz. Şimdi sen, seninle bizim aramızda, ne senin, ne de bizim muhalefet etmeyeceğimiz uygun bir yerde buluşma zamanı ayarla.
\"Biz de sana benzer bir büyü göstereceğiz. Her iki taraf için de uygun olan yerde ne senin ne de bizim caymayacağımız bir randevu zamanı belirle. \"
\"O halde biz de senin sihrin gibi bir sihirle sana geleceğiz (karşına çıkacağız); şimdi bizimle senin aranda bir vakit ve bir buluşma yeri tayin et ki; ne senin, ne bizim caymayacağımız uygun bir yer olsun.\"
\"Seninki gibi bir büyü, biz de mutlaka sana getireceğiz. Seninle bizim aramızda öyle bir buluşma yeri ve zamanı belirle ki, ne biz cayalım ne de sen. Herkese uygun bir yer olsun.\"
“Sen,” dedi, “sihirdeki maharetinle bizi yerimizden yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin ey Mûsâ!”“O halde bilmiş ol ki biz de seninki gibi bir sihirle karşı koyacağız.” “Şimdi sen, bizim de senin de caymayacağımız uygun bir buluşma vakti tayin et, düz, geniş bir alanda karşılaşalım!”
Biz de mutlaka sana o(se)nin (büyün) gibi bir büyü getireceğiz. Sen şimdi seninle bizim aramızda bir buluşma zamanı ve yeri tayin et; ne senin, ne de bizim caymayacağımız uygun bir yer olsun.
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ ٱلزِّينَةِ وَأَن يُحْشَرَ ٱلنَّاسُ ضُحًۭى ﴿٥٩﴾
Musa dedi ki: Herkesin süslenip bayram ettiği ziynet gününü buluşma zamanı olarak tayin ediyorum size, halkın toplandığı kuşluk çağında buluşalım.
(Musa) Dedi ki: \"Buluşma zamanımız, (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti (olsun).\"
ḳâle mev`idüküm yevmü-zzîneti veey yuḥşera-nnâsü ḍuḥâ.
Musa: \"Buluşma zamanımız sizin bayram gününüzde, insanların toplandığı kuşluk vaktidir\" dedi.
Musa: Buluşma zamanınız, bayram günü, kuşluk vaktinde insanların toplanma zamanı olsun, dedi.
Dedi ki: \"Buluşma zamanınız bayram günüdür. Öğleden önce halk orada toplansın.\"
Musa: \"Sizinle buluşma zamanı, süs (bayramı) günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir.\" dedi.
Mûsa dedi: \"Bizimle buluşacağınız zaman, süs günü olsun. İnsanlar kuşluk vakti bir araya getirilsin.\"
Mûsâ: “Karşılaşma zamanı, bayram günü olsun, halk sabahleyin toplansın.” dedi.
(Musa): \"Buluşma zamanınız, Süs (bayram) günü ve insanaların toplanacağı kuşluk vakti olsun\" dedi.
فَتَوَلَّىٰ فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُۥ ثُمَّ أَتَىٰ ﴿٦٠﴾
Derken Firavun dönüp gitti, sonra bütün hilesini derleyip geldi.
Böylelikle Firavun arkasını dönüp gitti, hileli düzenini (yürütecek büyücüleri) biraraya getirdi, sonra geldi.
fetevellâ fir`avnü feceme`a keydehû ŝümme etâ.
Firavun döndü, tuzaklarını toplayıp o gün geldi.
Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Hilesini (sihirbazlarını) topladı; sonra geri geldi.
Firavun gitti, planını hazırlayıp geri döndü.
Bunun üzerine Firavun döndü gitti ve bütün hile vasıtalarını topladıktan sonra geldi.
Bunun üzerine Firavun oradan ayrıldı, tüm kurnazlığını topladı, sonra geldi.
Firavun işlerini ayarlamaya girişti, bütün çare ve hilelerini, en usta sihirbazlarını toplayıp buluşma yerine geldi. [7,112; 10,79]
Fir'avn, dönüp gitti, hilesini (büyücüleri ve onların aletlerini) topladı, sonra (belirtilen yere) geldi.
قَالَ لَهُم مُّوسَىٰ وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا۟ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًۭا فَيُسْحِتَكُم بِعَذَابٍۢ ۖ وَقَدْ خَابَ مَنِ ٱفْتَرَىٰ ﴿٦١﴾
Musa, onlara, yazıklar olsun size dedi, Allah'a yalan yere iftirada bulunmayın, sonra size azap eder de kökünüzü kurutur ve muhakkak kim iftira ederse ziyan eder.
Musa onlara dedi ki: \"Size yazıklar olsun, Allah'a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azap ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir.\"
ḳâle lehüm mûsâ veyleküm lâ tefterû `ale-llâhi keẕiben feyüsḥiteküm bi`aẕâb. veḳad ḫâbe meni-fterâ.
Musa onlara: \"Size yazıklar olsun! Allah'a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azabla yok eder. Allah'a iftira eden hüsrana uğrar\" dedi.
Musa onlara: Yazık size! dedi, Allah hakkında yalan uydurmayın! Sonra O, bir azap ile kökünüzü keser! İftira eden, muhakkak perişan olur.
Musa onlara dedi ki: \"Size yazıklar olsun. ALLAH'a karşı yalan uydurmayın. Sonra sizi bir azap ile perişan eder. İftira edenler kuşkusuz kaybedecektir.\"
Musa onlara dedi ki: \"Yazıklar olsun size! Allah'a yalan uydur mayın. Sonra bir azab ile kökünüzü keser. Gerçekten (Allah'a) iftira eden hüsrana uğramıştır.\"
Mûsa onlara dedi ki: \"Yazıklar olsun size, yalan düzerek Allah'a iftira etmeyin! Yoksa bir azap ile kökünüzü kurutur. İftira eden, perişan olmuştur.\"
Mûsâ onlara: “Yazık size!” dedi, “Allah hakkında yalan uydurmayın, yoksa O size öyle bir azap gönderir ki kökünüzü keser.”“İftira eden, muhakkak perişan olur.”
Musa onlara: \"Yazık size, dedi, Allah'a yalan uydurmayın, sonra (O), bir azab ile kökünüzü keser, doğrusu iftira eden perişan olmuştur!\"
فَتَنَٰزَعُوٓا۟ أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ وَأَسَرُّوا۟ ٱلنَّجْوَىٰ ﴿٦٢﴾
Sonra bu iş hakkında aralarında çekişeçekişe görüşüp gizlice danıştılar.
Bunun üzerine, kendi aralarında durumlarını tartışmaya başladılar ve gizli konuşmalara geçtiler.
fetenâza`û emrahüm beynehüm veeserrü-nnecvâ.
Sihirbazlar işi aralarında tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular.
Bunun üzerine onlar, durumlarını aralarında tartıştılar; gizli gizli fısıldaştılar.
Aralarında işlerini tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular.
Sihirbazlar aralarında işlerini tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular
Bunun üzerine işlerini aralarında tartıştılar, fısıltıyı koyulaştırdılar.
Bunun üzerine onlar aralarında tartışmaya ve fısıldaşmaya, kulislere başladılar.
(Fir'avn'ın topladığı büyücüler), işlerini kendi aralarında tartıştılar ve gizli konuştular.
قَالُوٓا۟ إِنْ هَٰذَٰنِ لَسَٰحِرَٰنِ يُرِيدَانِ أَن يُخْرِجَاكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَرِيقَتِكُمُ ٱلْمُثْلَىٰ ﴿٦٣﴾
Bu iki büyücü dediler, büyüleriyle sizi yerinizden, yurdunuzdan çıkarmak istiyor, sizi yüce yolunuzdan çevirmek diliyor.
Dediler ki: \"Bunlar herhalde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler.\"
ḳâlû in hâẕâni lesâḥirâni yürîdâni ey yuḫricâküm min arḍiküm bisiḥrihimâ veyeẕhebâ biṭarîḳatikümü-lmüŝlâ.
Musa ile Harun'u göstererek: \"Bu iki sihirbaz, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak, sizin en üstün dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar; onun için tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra sırayla gelin. Bugün üstün gelen başarıya erecektir\" dediler.
Şöyle dediler: \"Bu ikisi, muhakkak ki, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu ortadan kaldırmak isteyen iki sihirbazdırlar sadece.\"
Dediler ki, \"Bu iki büyücünün tek amacı, büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin ideal yaşam biçiminizi yıkmaktır.\"
(Sihirbazlar daha sonra Musa ve Harun'u göstererek şöyle) dediler: \"Bu ikisi muhakkak sihirbazdır; büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve de örnek dininizi yok etmek istiyorlar.\"
Dediler ki: \"Şunlar, iki büyücüden başka birşey değillerdir. Büyüleriyle sizi toprağınızdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu silip yok etmek istiyorlar.\"
Sonunda: “Her hâlde, dediler, bunlar, sizi sihirleriyle yurdunuzdan çıkarmak isteyen ve en ideal yaşam düzeninizi ortadan kaldırmak isteyen iki büyücü!”
Dediler ki: \"Bunlar iki büyücü, başka bir şey değil. Büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu, (üstün dininizi) gidermek istiyorlar.\"
فَأَجْمِعُوا۟ كَيْدَكُمْ ثُمَّ ٱئْتُوا۟ صَفًّۭا ۚ وَقَدْ أَفْلَحَ ٱلْيَوْمَ مَنِ ٱسْتَعْلَىٰ ﴿٦٤﴾
Hilelerinizi, düzenlerinizi bir araya getirin, sonra safsaf olun da gelin ve muhakkak olan şu ki: Bugün üstün olan, muradına ermiştir.
\"Bundan ötürü, tuzaklarınızı biraraya getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün üstünlük sağlayan, gerçekten kurtuluşu bulmuştur.\"
feecmi`û keydeküm ŝümme-'tû ṣaffâ. veḳad efleḥa-lyevme meni-sta`lâ.
Musa ile Harun'u göstererek: \"Bu iki sihirbaz, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak, sizin en üstün dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar; onun için tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra sırayla gelin. Bugün üstün gelen başarıya erecektir\" dediler.
\"Öyle ise hilenizi kurun; sonra sıra halinde gelin! Muhakkak ki bugün, üstün gelen kazanmıştır.\"
\"Haydi, planlarınızı birleştirip birleşik bir cephe oluşturun. Bugün üstün gelen başarmıştır.\"
\"Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra hep bir sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen muhakkak zafer kazanmıştır.\"
\"Hemen hünerlerinizi birleştirin; sonra saf bağlamış olarak gelin! Bugün, üstün gelen kurtulmuş olacaktır.\"
O halde bütün hünerlerinizi toplayıp sıra sıra, merasim düzeninde meydana çıkın. Bugün ölüm kalım günüdür. Kim bugün üstün gelirse, iflah olacak odur!
Onun için siz hilenizi toplayın, sonra sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen başarmıştır.
قَالُوا۟ يَٰمُوسَىٰٓ إِمَّآ أَن تُلْقِىَ وَإِمَّآ أَن نَّكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَلْقَىٰ ﴿٦٥﴾
Büyücüler dediler ki: İstersen sen at önce sopanı, istersen biz atalım önce ya Musa.
\"Ey Musa\" dediler. Ya sen (asanı) at veya önce biz atalım.\"
ḳâlû yâ mûsâ immâ en tülḳiye veimmâ en nekûne evvele men elḳâ.
\"Ey Musa! Marifetini ya sen ortaya koy, ya da önce biz koyalım\" dediler.
Dediler ki: Ey Musa! Ya sen at veya önce atan biz olalım.
\"Musa,\" dediler, \"Ya sen at, yahut ilk önce atan biz olalım?\"
Sihirbazlar: \"Ey Musa! Ya sen at, yahud ilk atan biz olalım\" dediler.
Dediler: \"Ey Mûsa, ya hünerini ortaya at yahut da ilk hüner sergileyen biz olacağız.\"
Onlar: “Mûsâ! İstersen hünerini önce sen ortaya koy, istersen biz ortaya koyalım!” dediler.
(Büyücüler önce Musa'nın işe başlamasını istediler) Dediler ki: \"Ey Musa, ya sen at, yahut önce atan biz olalım.\"
قَالَ بَلْ أَلْقُوا۟ ۖ فَإِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ إِلَيْهِ مِن سِحْرِهِمْ أَنَّهَا تَسْعَىٰ ﴿٦٦﴾
Musa, siz atın önce dedi. Derken büyüleriyle ipleri ve sopaları, Musa'ya doğru koşuyormuş gibi göründü.
Dedi ki: \"Hayır, siz atın.\" Sonra hemen (ne görsün), sihirlerinden dolayı, onların ipleri ve asaları kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü.
ḳâle bel elḳû. feiẕâ ḥibâlühüm ve`iṣiyyühüm yüḫayyelü ileyhi min siḥrihim ennehâ tes`â.
Musa: \"Siz koyun\" dedi. Hemen, değnekleri ve ipleri, sihirleri yüzünden, Musa'ya sanki yürüyorlarmış gibi geldi.
Hayır, siz atın, dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor.
\"Hayır, siz atın!,\" dedi. Bunun üzerine, büyülerinden (hipnotik telkin ve illüzyondan) ötürü, halatları ve değnekleri ona (Musa'ya) sanki hareket ediyorlarmış gibi göründü.
Musa dedi ki: \"Hayır, siz atın.\" Bir de ne görsün! Onların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihirden ötürü kendisine sanki yürüyorlarmış gibi geldi.
Mûsa dedi: \"Hayır, siz atın!\" Bir de ne görsün! Onların ipleri, sopaları, yaptıkları büyüler yüzünden, kendisine gerçekten koşuyorlarmış hayalini verdi.
“Hayır, siz ortaya koyun!” dedi. Bir de ne görsün: onların sihirleri sayesinde, ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten hareket ediyormuş gibi geldi.
(Musa): \"Hayır siz atın!\" dedi. (Attılar. Musa) bir de ne görsün: Büyülerinden ötürü onların ipleri ve sopaları gerçekten koşuyor gibi görünüyor.
فَأَوْجَسَ فِى نَفْسِهِۦ خِيفَةًۭ مُّوسَىٰ ﴿٦٧﴾
Musa'nın içine bir korku düştü.
Musa, bu yüzden kendi içinde bir tür korku duymaya başladı.
feevcese fî nefsihî ḫîfetem mûsâ.
Bu yüzden Musa içinde bir korku hissetti.
Musa, birden içinde bir korku duydu.
Musa içinde bir korku duydu.
Bu yüzden Musa içinde bir korku hissetti.
Mûsa birdenbire içinde bir korku duydu.
Mûsâ birden, içinde bir endişe duydu.
Bu yüzden Musa, içinde bir korku duydu.
قُلْنَا لَا تَخَفْ إِنَّكَ أَنتَ ٱلْأَعْلَىٰ ﴿٦٨﴾
Korkma dedik, hiç şüphe yok ki sen, daha üstünsün.
\"Korkma\" dedik. \"Muhakkak sen üstün geleceksin.\"
ḳulnâ lâ teḫaf inneke ente-l'a`lâ.
\"Korkma, sen muhakkak daha üstünsün\" dedik.
\"Korkma! dedik, üstün gelecek olan kesinlikle sensin.\"
\"Korkma,\" dedik, \"Sen üstün geleceksin.\"
Biz dedik ki: \"Korkma, çünkü sen muhakkak üstünsün (galib geleceksin) \"
Şöyle dedik: \"Korkma, üstün gelecek olan sensin!\"
“Endişe etme!” dedik, “zirâ sen galip geleceksin.”
(Biz kendisine): \"Korkma, dedik, üstün gelecek sensin, sen!\"
وَأَلْقِ مَا فِى يَمِينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُوٓا۟ ۖ إِنَّمَا صَنَعُوا۟ كَيْدُ سَٰحِرٍۢ ۖ وَلَا يُفْلِحُ ٱلسَّاحِرُ حَيْثُ أَتَىٰ ﴿٦٩﴾
At sağ elindeki sopanı, onların meydana getirdikleri şeyleri yutsun, çünkü onlar, ancak büyücülük düzeniyle yaptılar bu işi ve büyücü, Nerede olursa olsun, eremez umduğuna.
\"Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz.\"
veelḳi mâ fî yemînike telḳaf mâ ṣane`û. innemâ ṣane`û keydü sâḥir. velâ yüfliḥu-ssâḥiru ḥayŝü etâ.
\"Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yutsun, yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Sihirbaz nereden gelirse gelsin başarı kazanamaz.\"
\"Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise, nereye varsa (ne yapsa) iflah olmaz.\"
\"Sağ elindekini at, onların uydurdukları şeyleri yutacaktır. Onların yaptığı bir büyücü planından ibarettir. Büyücünün ortaya koyduğu şeyler başarıya ulaşamaz.\"
\"Sağ elindekini atıver, o, onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların yaptıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise, her nerede olursa olsun başarıya ulaşamaz.\"
\"Sağ elindekini yere bırak! Onların, sanayi olarak ortaya çıkardıklarını yalayıp yutsun. Onların sanayi olarak ürettikleri sadece bir büyücünün hilesidir. Büyücü ise nereye gitse iflah etmez.\"
Elindeki değneği ortaya at, onların yaptıklarını yutacaktır. Çünkü onların yaptığı, sihirbaz oyunudur. Büyücü ise, nereye varırsa varsın, hiçbir yerde iflah olmaz.
Sağ elindekini at! Onların yaptıklarını yutsun. Çünkü onların yaptıkları, bir büyücünün hilesidir. Büyücü de nereye varsa iflah olmaz!
فَأُلْقِىَ ٱلسَّحَرَةُ سُجَّدًۭا قَالُوٓا۟ ءَامَنَّا بِرَبِّ هَٰرُونَ وَمُوسَىٰ ﴿٧٠﴾
Sonunda büyücüler secde ederek yere kapandılar ve inandık dediler, Harun'la Musa'nın Rabbine.
Bunun üzerine büyücüler, secdeye kapandılar: \"Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik\" dediler.
feülḳiye-sseḥaratü sücceden ḳâlû âmennâ birabbi hârûne vemûsâ.
Sonunda sihirbazlar: \"Biz Musa ve Harun'un Rabbine inandık\" deyip secdeye kapandılar.
Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar; \"Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik\" dediler.
Büyücüler, \"Harun'un ve Musa'nın Rabbine inandık,\" diyerek secdeye kapandılar.
Sonunda bütün sihirbazlar secdeye kapandılar, \"Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik\" dediler.
Bunun üzerine büyücüler secdelere kapanıp şöyle seslendiler: \"Hârun'un ve Mûsa'nın Rabbine inandık!\"
Derken bütün büyücüler secdeye kapandılar. “Harun ile Mûsâ'nın Rabbine iman ettik!” dediler.
Bunun üzerine büyücüler secdeye kapandılar: \"Harun'un ve Musa'nın Rabbine inandık!\" dediler.
قَالَ ءَامَنتُمْ لَهُۥ قَبْلَ أَنْ ءَاذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُۥ لَكَبِيرُكُمُ ٱلَّذِى عَلَّمَكُمُ ٱلسِّحْرَ ۖ فَلَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَٰفٍۢ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِى جُذُوعِ ٱلنَّخْلِ وَلَتَعْلَمُنَّ أَيُّنَآ أَشَدُّ عَذَابًۭا وَأَبْقَىٰ ﴿٧١﴾
Siz dedi Firavun, ben size izin vermeden inandınız mı ona? Şüphe yok ki o size büyü öğreten büyüğünüz. Ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve hurma dallarına astıracağım sizi, o vakit bilir, anlarsınız hangimizin azabı daha çetin ve daha sürekli.
(Firavun) Dedi ki: \"Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız.\"
ḳâle âmentüm lehû ḳable en âẕene leküm. innehû lekebîrukümü-lleẕî `allemekümü-ssiḥr. feleüḳaṭṭi`anne eydiyeküm veercüleküm min ḫilâfiv veleüṣallibenneküm fî cüẕû`i-nnaḫl. veleta`lemünne eyyünâ eşeddü `aẕâbev veebḳâ.
Firavun \"Ben size izin vermeden mi O'na inandınız? Doğrusu size sihri öğreten, büyüğünüz odur. And olsun ki, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sizi hurma kütüklerine asacağım. Hangimizin azabının daha çetin ve daha devamlı olduğunu bileceksiniz\" dedi.
(Firavun) Şöyle dedi: Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi! Hakikat şu ki o, size büyü öğreten ulunuzdur. Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece, hangimizin azabının daha şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız.
\"Size izin vermeden mi ona inandınız? O, size büyü öğreten ustanız olmalı. Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesip sizi hurma ağaçlarına asacağım. Hangimizin cezası daha çetin ve sürekli imiş öğreneceksiniz,\" dedi.
Firavun: \"Ben size izin vermeden mi ona iman ettiniz? O, muhakkak size sihir öğreten büyüğünüzdür. And olsun ki, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve muhakkak sizi hurma dallarına asacağım. Böylece hangimizin azabının daha şiddetli ve devamlı olduğunu bileceksiniz\" dedi.
Firavun dedi: \"Ben izin vermeden ona inandınız öyle mi? O size, büyüyü öğreten büyüğünüzdür. Yemin olsun, ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve yemin olsun sizi hurma ağaçlarına asacağım. O zaman iyice bileceksiniz, hangimizin azabı daha şiddetli ve sürekli.\"
“Ya!” dedi Firavun, “benden izin çıkmadan ona inandınız ha! Demek ki size sihri öğreten ustanız oymuş! Ellerinizi ve ayaklarınızı farklı yönlerden keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Kimin azabının daha şiddetli, daha devamlı olduğunu işte o zaman anlayacaksınız!” [7,123]
(Fir'avn): \"Ben size izin vermeden ona inandınız ha? O, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım, hangimizin azabı daha çetin ve sürekli imiş bileceksiniz!\" dedi.
قَالُوا۟ لَن نُّؤْثِرَكَ عَلَىٰ مَا جَآءَنَا مِنَ ٱلْبَيِّنَٰتِ وَٱلَّذِى فَطَرَنَا ۖ فَٱقْضِ مَآ أَنتَ قَاضٍ ۖ إِنَّمَا تَقْضِى هَٰذِهِ ٱلْحَيَوٰةَ ٱلدُّنْيَآ ﴿٧٢﴾
Şu bize gösterilen apaçık mucizelere karşı artık yaradanımıza tercih edemeyiz seni dediler, elinden geleni yap, zaten ancak şu dünya yaşayışında hükmünü yürütebilirsin.
Dediler ki: \"Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla 'tercih edip-seçmeyiz.\" Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin.\"
ḳâlû len nü'ŝirake `alâ mâ câenâ mine-lbeyyinâti velleẕî feṭaranâ faḳḍi mâ ente ḳâḍ. innemâ taḳḍî hâẕihi-lḥayâte-ddünyâ.
İman eden sihirbazlar: \"Seni, gelen apaçık mucizelere ve bizi yaratana üstün tutmayacağız. Ne hüküm vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin. Doğrusu biz, yanılmalarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah'ın vereceği mükafat daha iyi ve daha devamlıdır\" dediler.
Dediler ki: \"Seni, bize gelen açık açık mucizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise yapacağını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin.\"
Dediler ki: \"Bize gelen apaçık kanıtları ve bizi Yaratan'ı bırakıp seni seçmeyiz. Nasıl yargı vereceksen ver. Yargın bu dünya hayatıyla sınırlıdır!\"
(İman eden sihirbazlar şöyle) dediler: \"Bize gelen bu açık mucizeler ve bizi yaratana karşı, asla seni tercih edemeyiz. Ne hüküm vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin.\"
Dediler: \"Biz seni, bize gelen açık-seçik kanıtlara ve bizi yaratmış olana asla tercih etmeyeceğiz. Verdiğin hükmü uygula. Senin hükmün olsa olsa bu dünya hayatında geçer.\"
“Mümkün değil” dediler, “bize gelen bunca delillere ve bizi Yaratana karşı seni tercih edemeyiz. İstediğin hükmü ver. Senin hükmün nihayet, bu dünyada geçer.”
Dediler ki: \"Biz, seni, bize gelen açık delillere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Yapacağını yap, sen ancak bu dünya hayatında istediğini yapabilirsin.\"
إِنَّآ ءَامَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَٰيَٰنَا وَمَآ أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ ٱلسِّحْرِ ۗ وَٱللَّهُ خَيْرٌۭ وَأَبْقَىٰٓ ﴿٧٣﴾
Gerçekten de biz, hatalarımızı ve bize zorla yaptırdığın büyüden dolayı girdiğimiz günahları yarlıgaması için inandık Rabbimize ve Allah, daha hayırlıdır, verdiği karşılık da daha sürekli.
\"Gerçekten biz Rabbimiz'e iman ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyla bizi kendisine karşı zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir.\"
innâ âmennâ birabbinâ liyagfira lenâ ḫaṭâyânâ vemâ ekrahtenâ `aleyhi mine-ssiḥr. vellâhü ḫayruv veebḳâ.
İman eden sihirbazlar: \"Seni, gelen apaçık mucizelere ve bizi yaratana üstün tutmayacağız. Ne hüküm vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin. Doğrusu biz, yanılmalarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah'ın vereceği mükafat daha iyi ve daha devamlıdır\" dediler.
\"Bize, hatalarımızı ve senin bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah, (mükafatı) en hayırlı ve (cezası) en sürekli olandır.\"
\"Biz Rabbimize inandık ki hatalarımızı ve bizi zorla yaptırdığın büyücülüğü bağışlasın. ALLAH daha iyidir ve daha Süreklidir.\"
\"Doğrusu biz hem günahlarımıza, hem bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağışlasın diye, Rabbimize iman ettik. Allah (sevabça senden) daha hayırlı ve (azab verme bakımından da) daha devamlıdır.\"
\"Biz Rabbimize inandık ki, günahlarımızı ve senin bizi zorladığın büyüyü affetsin. Allah daha hayırlı, daha süreklidir.\"
“Biz Rabbimize iman ettik. Onun günahlarımızı, (özellikle bizi yapmaya zorladığın sihir günahın)ı affedeceğini umuyoruz. Allah elbette daha hayırlı ve O'nun mükâfatı daha devamlıdır.”
Biz Rabbimize inandık ki (O) bizim günahlarımızı ve senin bizi yapmaya zorladığın büyüyü bağışlasın. (Elbette) Allah daha hayırlı ve (O'nun mükafatı ve cezası) daha süreklidir.
إِنَّهُۥ مَن يَأْتِ رَبَّهُۥ مُجْرِمًۭا فَإِنَّ لَهُۥ جَهَنَّمَ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَىٰ ﴿٧٤﴾
Şüphe yok ki Rabbine mücrim olarak gelenedir cehennem; orada ne ölür, ne diri kalır.
\"Gerçek şu ki, kim Rabbine suçlu-günahkar olarak gelirse, hiç şüphe yok, onun için cehennem vardır. Onun içinde ise, ne ölebilir, ne dirilebilir.\"
innehû mey ye'ti rabbehû mücrimen feinne lehû cehennem. lâ yemûtü fîhâ velâ yaḥyâ.
Rabbine suçlu olarak gelen bilsin ki, cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne yaşar.
Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkar olarak varırsa, cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür ne de yaşar!
Kim Rabbine suçlu olarak gelirse cehennemi hakkeder; orada ne ölür, ne de yaşar.
Her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de dirilir.
Şu bir gerçek ki, Rabbinin huzuruna suçlu olarak gelen için cehennem vardır. Orada ne ölür ne de hayat bulur.
Doğrusu kim Rabbine kıyamette suçlu olarak gelirse onun yeri cehennemdir. Orada ne ölür kurtulur, ne de yaşamı hayat sayılır. [35,36; 87,11-13; 43,77]
Kim Rabbine suçlu olarak gelirse onun için cehennem vardır; orada ne ölür ne de yaşar.
وَمَن يَأْتِهِۦ مُؤْمِنًۭا قَدْ عَمِلَ ٱلصَّٰلِحَٰتِ فَأُو۟لَٰٓئِكَ لَهُمُ ٱلدَّرَجَٰتُ ٱلْعُلَىٰ ﴿٧٥﴾
Ve kim de inanmış ve iyi işlerde bulunmuş bir halde ona gelirse işte o çeşit kişileredir yüce dereceler.
\"Kim O'na iman edip salih amellerde bulunarak O'na gelirse, işte onlar, onlar için de yüksek dereceler vardır.\"
vemey ye'tihî mü'minen ḳad `amile-ṣṣâliḥâti feülâike lehümü-dderacâtü-l`ulâ.
Rabbine inanmış ve yararlı iş yaparak gelenlere, işte onlara, en üstün dereceler, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları Adn cennetleri vardır. Bu, arınanların mükafatıdır.
Kim de iyi davranışlarda bulunmuş bir mümin olarak O'na varırsa, üstün dereceler işte sırf bunlar içindir.
İnanmış ve erdemli bir hayat sürmüş olarak O'na gelenler ise, yüksek dereceleri hakkederler:
Kim de ona bir mümin olarak salih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler vardır.
O'nun huzuruna, hayra ve barışa yönelik iyilikler üretmiş bir mümin olarak varana gelince, işte böyleleri için çok yüksek dereceler öngörülmüştür.
Her kim de makbul ve güzel işler yapmış mümin olarak gelirse, onlara da pek yüksek mevkiler vardır.
Kim de iyi işler yapmış bir mü'min olarak O'na gelirse, işte onlar için de yüksek dereceler vardır:
جَنَّٰتُ عَدْنٍۢ تَجْرِى مِن تَحْتِهَا ٱلْأَنْهَٰرُ خَٰلِدِينَ فِيهَا ۚ وَذَٰلِكَ جَزَآءُ مَن تَزَكَّىٰ ﴿٧٦﴾
Kıyılarından ırmaklar akan ebedi Adn cennetleri ve bu, inanış ve ibadetle temizlenen kişinin karşılığıdır.
\"İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (onlarındır). Ve işte bu, arınmış olanın karşılığıdır.\"
cennâtü `adnin tecrî min taḥtihe-l'enhâru ḫâlidîne fîhâ. veẕâlike cezâü men tezekkâ.
Rabbine inanmış ve yararlı iş yaparak gelenlere, işte onlara, en üstün dereceler, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları Adn cennetleri vardır. Bu, arınanların mükafatıdır.
İçinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri! İşte arınanların mükafatı budur.
Adn bahçeleri ki altından ırmaklar akar. Orada ebedi kalıcıdırlar. Arınanların ödülü işte böyledir.
Adn cennetleri vardır ki, altlarından ırmaklar akar, onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. Ve işte bu, (küfür ve isyandan) arınanların mükafatıdır. Meâli Şerifi
Adn cennetleri ki, altlarından ırmaklar akar; sürekli kalacaklar içlerinde. Arınıp temizlenenlerin ödülü işte budur.
Zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri var. Onlar oraya ebedî kalmak üzere girecekler.İşte kötülüklerden arınanların mükâfatı budur.
Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri. Orada sürekli olarak kalırlar. İşte arınanların mükafatı budur!
وَلَقَدْ أَوْحَيْنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِى فَٱضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًۭا فِى ٱلْبَحْرِ يَبَسًۭا لَّا تَخَٰفُ دَرَكًۭا وَلَا تَخْشَىٰ ﴿٧٧﴾
Andolsun ki biz Musa'ya, kullarımla geceleyin yola çık, onlara denizde kuru bir yol aç, düşmanların yetişmelerinden, denizde boğulmadan korkma diye vahyetmiştik.
Andolsun, Biz Musa'ya vahyetmiştik: \"Kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, onlara denizde kuru bir yol aç, yetişilmekten korkmadan ve endişeye kapılmadan.\"
veleḳad evḥaynâ ilâ mûsâ en esri bi`ibâdî faḍrib lehüm ṭarîḳan fi-lbaḥri yebesâ. lâ teḫâfü derakev velâ taḫşâ.
And olsun ki Musa'ya: \"Kullarımı geceleyin yürüt, denizde onlara kuru bir yol aç, batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma, endişe etme\" diye vahyettik.
Andolsun ki biz Musa'ya: Kullarımla birlikte geceleyin yola çık da (size) yetişilmesinden korkmaksızın ve (boğulmaktan) endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç, diye vahyetmiştik.
Musa'ya: \"Kullarımı geceleyin yürüyüşe çıkar ve onlar için denizde kuru bir yol aç. Yakalanmaktan korkma, endişe etme,\" diye vahyettik.
Gerçekten Musa'ya şöyle vahyettik: \"Kullarımla geceleyin yürü (Mısır'dan çık) de (asânı vurarak) onlara denizde kuru bir yol aç; (artık firavun tarafından) yetişilmekten korkmazsın ve (boğulmaktan) endişe de etmezsin.\"
Yemin olsun, Mûsa'ya şöyle vahyetmiştik: \"Kullarımı geceleyin yürüt! Denizde onlar için kuru bir yol aç! Size yetişecekler diye korkma, endişelenme.!\"
Biz Mûsâ'ya şöyle vahyettik: Kullarımla geceleyin Mısır’dan yola çık. Asanı vurarak denizde onlara kuru bir yol aç! Firavun’un size ulaşmasından ve boğulmanızdan endişe edip korkmayın! [26,52; 44,23]
Andolsun biz Musa'ya: \"Kullarımı geceleyin (Mısır'dan çıkarıp) yürüt; (asanla suya) vur, denizde onlar için kuru bir yol (aç). (Fir'avn'ın sana) yetişme(sin)den korkma, (boğulmaktan) endişe etme.\" diye vahyetmiştik.
فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِۦ فَغَشِيَهُم مِّنَ ٱلْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ ﴿٧٨﴾
Derken Firavun, askeriyle artlarına düştü, deniz de onları tamamıyla kuşatıp kapladı, boğulup gittiler.
Firavun ise, ordularıyla peşlerine düştü; sulardan onları kaplayıveren kaplayıverdi.
feetbe`ahüm fir`avnü bicünûdihî fegaşiyehüm mine-lyemmi mâ gaşiyehüm.
Firavun, ordusuyla onları takip etti, deniz de onları içine alıverdi, hem de ne alış!
Bunun üzerine o, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi.
Firavun, ordusuyla birlikte ardlarına düştü. Ne var ki, deniz üstlerine kapanıp onları içine aldı.
Firavun ordularıyla hemen onları takip etti, denizden kendilerini sarıveren (korkunç boğulma) sarıverdi
Derken, Firavun, ordusuyla birlikte onların arkasına düştü. Ama denizden onları sarıp kuşatan, sarıp kuşattı.
Firavun da askerleriyle onun peşine düştü. Deniz onları öyle bir sardı ki birden yutuverdi. [26,60-66]
Fir'avn, askerleriyle onların ardına düştü, denizden onları örten örttü (deniz onları örtüp boğdu).
وَأَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُۥ وَمَا هَدَىٰ ﴿٧٩﴾
Ve saptırdı kavmini Firavun ve doğru yola sevketmedi onları.
Firavun, kendi kavmini şaşırtıp saptırdı ve onları doğruya yöneltmedi.
veeḍalle fir`avnü ḳavmehû vemâ hedâ.
Firavun, milletini saptırdı, onlara doğru yolu göstermedi.
Firavun, kavmini saptırdı, doğru yola sevketmedi.
Firavun, halkını saptırdı, doğru yola iletmedi.
Böylece Firavun kavmini yanlış yola sürükledi ve doğru yola götürmedi.
Firavun kendi toplumunu saptırmıştı; kılavuzluk edemedi.
Böylece Firavun halkını kurtuluşa değil, yanlış yola, çıkmaza götürdü. [11,98]
Fir'avn toplumunu saptırdı, doğru yola iletmedi.
يَٰبَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ قَدْ أَنجَيْنَٰكُم مِّنْ عَدُوِّكُمْ وَوَٰعَدْنَٰكُمْ جَانِبَ ٱلطُّورِ ٱلْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ ٱلْمَنَّ وَٱلسَّلْوَىٰ ﴿٨٠﴾
Ey İsrailoğulları, sizi kurtardık düşmanlarınızdan, sözleştik sizinle Turun sağ yanında ve size kudret helvasıyla bıldırcın yağdırdık.
Ey İsrailoğulları, andolsun, sizi düşmanlarınızdan kurtardık. Tur'un sağ yanında sizinle vaadleştik ve üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.
yâ benî isrâîle ḳad enceynâküm min `adüvviküm veve`adnâküm cânibe-ṭṭûri-l'eymene venezzelnâ `aleykümü-lmenne vesselvâ.
Ey İsrailoğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık, Tur'un sağ yanını size vadettik ve üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.
Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık; Tur'un sağ tarafına (gelmeniz için) size vade tanıdık ve size kudret helvası ile bıldırcın eti lütfettik.
Ey İsrail oğulları, sizi düşmanlarınızdan kurtarmış, Sina dağının sağ yanında size söz vermiş ve üzerinize Menna ve bıldırcın indirmiştik.
Ey İsrailoğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve Tûr dağının sağ yanında size söz verdik, üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın indirdik.
Ey İsrailoğulları, şu bir gerçek ki, biz sizi düşmanınızdan kurtardık. Tûr'un sağ yanında size vaatte bulunduk. Ve üstünüze kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.
Ey İsrail evlatları! Sizi düşmanlarınızdan kurtardık. Tur'un sağ tarafında Mûsâ ile konuşmayı size vâd ettik. Size çölde kudret helvasıyla bıldırcın lütfettik. [2,51]
Ey İsrail oğulları, biz sizi düşmanınızdan kurtardık ve Tur'un sağ yanında, (Musa ile konuşmayı) size va'dettik; üzerinize kudret helvasıyle bıldırcın indirdik.
كُلُوا۟ مِن طَيِّبَٰتِ مَا رَزَقْنَٰكُمْ وَلَا تَطْغَوْا۟ فِيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِى ۖ وَمَن يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِى فَقَدْ هَوَىٰ ﴿٨١﴾
Sizi rızıklandırdığımız tertemiz şeyleri yiyin ve bu hususta taşkınlık etmeyin, sonra size gazabım vacip olur ve kime gazabım vacip olursa uçuruma yuvarlanır, helak olur gider.
Size, rızık olarak verdiklerimizden temiz olanlarından yiyin, bu konuda azgınlık yapmayın, yoksa gazabım üzerinize kaçınılmaz olarak iner: Benim gazabım, kimin üzerine inerse, muhakkak o, tepetaklak düşmüştür.
külû min ṭayyibâti mâ razaḳnâküm velâ taṭgav fîhi feyeḥille `aleyküm gaḍabî. vemey yaḥlil `aleyhi gaḍabî feḳad hevâ.
Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin, bunda aşırı gitmeyin ki gazabımı haketmeyesiniz. Gazabımı hakeden kimse muhakkak mahvolur.
Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyiniz, bu hususta taşkınlık ve nankörlük de etmeyiniz; sonra sizi gazabım çarpar. Her kim ki kendisini gazabım çarparsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir.
Size verdiğimiz rızıkların iyilerinden yeyiniz ve bu konuda taşkınlıkta bulunmayın; yoksa gazabıma uğrarsınız. Gazabıma uğrayanlar düşmüştür.
Size verdiğimiz rızıkların en temizlerinden yiyin ve bunda taşkınlık etmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım inerse, muhakkak o mahvolur.
Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin! Bu konuda azgınlık etmeyin! Yoksa öfkem üzerinize çöker. Ve kimin üstüne öfkem inerse o uçuruma gider.
O halde size verdiğimiz rızıkların en hoş ve temiz olanlarından yiyin, ama bu hususta taşkınlık yapmayın, yoksa gazabım tepenize iniverir. Kimi de gazabım çarparsa artık o uçuruma düşmüştür.
Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yeyin, ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım üzerinize iner, kimin üstüne gazabım inerse o, düşmüş(mahvolmuş)tur.
وَإِنِّى لَغَفَّارٌۭ لِّمَن تَابَ وَءَامَنَ وَعَمِلَ صَٰلِحًۭا ثُمَّ ٱهْتَدَىٰ ﴿٨٢﴾
Ve şüphe yok ki ben bütün suçlarını örterim tövbe edip inananın ve iyi işlerde bulunup sonra da doğru yolu bulanın.
Gerçekten Ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım.
veinnî legaffârul limen tâbe veâmene ve`amile ṣâliḥan ŝümme-htedâ.
Doğrusu Ben, tevbe edeni, inanıp yararlı iş işleyerek doğru yola gireni bağışlarım.
Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım.
Tevbe eden, inanan, erdemli yaşayan ve sürekli doğruyu arayanlar için Bağışlayıcıyım.
Bununla beraber, şüphe yok ki ben, tevbe eden, iman edip salih amel işleyen, sonra da hak yolda sebat gösteren kimse için çok bağışlayıcıyım.
Ve ben, tövbe eden, inanan, hayra ve barışa yönelik iş yapıp sonra da düzgün bir biçimde yol alan kimseye karşı, gerçekten çok affediciyim, Gaffâr'ım.
Şu da muhakkak ki inkârdan dönüş yapan, iman eden, güzel ve makbul işler yapan, böylece doğru yola giren kimseyi de affederim.
Ve Ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra da yola gelen kimseye karşı çok bağışlayıcıyımdır.
۞ وَمَآ أَعْجَلَكَ عَن قَوْمِكَ يَٰمُوسَىٰ ﴿٨٣﴾
Neden acele ettin, kavminden ayrıldın da geldin ey Musa?
\"Seni kavminden 'çarçabuk ayrılmaya iten' nedir ey Musa?\"
vemâ a`celeke `an ḳavmike yâ mûsâ.
\"Musa! Seni milletinden daha çabuk gelmeye sevkeden nedir?\" dedik.
Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevkeden nedir, ey Musa!
\"Niçin halkını bırakmakta acele ettin, Musa?\"
\"Ey Musa! Seni kavminden (ayırıp) daha çabuk (gelmeye) sevkeden nedir?\" (dedik.)
Seni toplumundan çabucak uzaklaştıran neydi, ey Mûsa?
Hem seni halkından çabucak ayrılıp gelmeye sevkeden sebep ne ey Mûsâ?
Seni kavminden çabucak ayrıl(ıp gel)meğe sevk eden nedir? (Niçin onları hemen bırakıp geldin) ey Musa? (dedik).
قَالَ هُمْ أُو۟لَآءِ عَلَىٰٓ أَثَرِى وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَىٰ ﴿٨٤﴾
İşte dedi, onlar da arkamdan geliyorlar ve ben ya Rabbi, benden daha fazla razı olasın diye acele ettim.
Dedi ki: \"Onlar arkamda izim üzerindedirler, hoşnut kalman için, Sana gelmekte acele ettim Rabbim.\"
ḳâle hüm ülâi `alâ eŝerî ve`aciltü ileyke rabbi literḍâ.
Musa: \"Onlar ardımdadır, Rabbim! Hoşnut olman için Sana acele geldim\" dedi.
Musa: İşte, dedi, onlar da benim peşimdeler. Ben, memnun olasın diye sana acele ile geldim Rabbim.
\"Onlar öğretimi izliyorlar,\" dedi, \"Hoşnut olasın diye sana doğru acele ettim, Rabbim.\"
Musa: \"Onlar benim izimdeler (arkamdan beni takip edip geliyorlar). Ben sana acele ettim (geldim) ki, hoşnud olasın\" dedi.
Dedi: \"Onlar, benim eserim üzerindeler. Ben sana gelmede acele davrandım ki, benden hoşnut olasın, ey Rabbim!\"
“Onlar,” dedi, “beni izliyorlar. Benden daha çok razı olman için sana kavuşmakta acele davrandım ya Rabbî!”
Dedi: \"Onlar benim arkamdan geliyorlar, ya Rabbi razı olman için sana çabuk geldim.\"
قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنۢ بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ ٱلسَّامِرِىُّ ﴿٨٥﴾
Şüphe yok ki dedi, biz senden sonra kavmini sınadık ve doğru yoldan çıkardı Samiri.
Dedi ki: \"Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.\"
ḳâle feinnâ ḳad fetennâ ḳavmeke mim ba`dike veeḍallehümü-ssâmiriyy.
Allah: \"Doğrusu Biz, senden sonra milletini sınadık; Samiri onları saptırdı\" dedi.
Allah buyurdu: Senden sonra biz, kavmini (Harun ile kalan İsrailoğullarını) imtihan ettik ve Samiri onları yoldan çıkardı.
\"Halkını, senden sonra sınadık. Samiri onları saptırdı,\" dedi.
Allah: \"Doğrusu biz senden sonra kavmini imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı\" dedi.
Buyurdu: \"Biz senden sonra toplumunu tam bir biçimde imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı.\"
Allah buyurdu: “Sen öyle biliyorsun amma onlar senin izinde değiller, Zira Biz senin ayrılmandan sonra halkını sınadık ve Samirî onları yoldan çıkardı.” [17,138] {KM, Çıkış 32,4.24; Hoşea 8,5-6; I Krallar 1,28}
(Allah): \"Ama biz senden sonra kavmini sınadık. Samiri onları saptırdı\" dedi.
فَرَجَعَ مُوسَىٰٓ إِلَىٰ قَوْمِهِۦ غَضْبَٰنَ أَسِفًۭا ۚ قَالَ يَٰقَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا ۚ أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ ٱلْعَهْدُ أَمْ أَرَدتُّمْ أَن يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌۭ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُم مَّوْعِدِى ﴿٨٦﴾
Musa, öfkeli bir halde hayıflanarak kavmine döndü de ey kavmim dedi, Rabbiniz size güzel bir farzda vaitte bulunmadı mı, çok mu uzun sürdü sizden ayrılışım, yoksa Rabbinizin gazabının vacip olmasını mı dilediniz size de bana verdiğiniz sözden caydınız?
Bunun üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: \"Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?\"
ferace`a mûsâ ilâ ḳavmihî gaḍbâne esifâ. ḳâle yâ ḳavmi elem ye`idküm rabbüküm va`den ḥasenâ. efeṭâle `aleykümü-l`ahdü em erattüm ey yeḥille `aleyküm gaḍabüm mir rabbiküm feaḫleftüm mev`idî.
Musa, milletine kızgın ve üzgün olarak döndü. \"Ey milletim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti, yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?\" dedi.
Bunun üzerine Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü. Ey kavmim! dedi, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Şu halde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin gazabının inmesini mi istediniz ki, bana olan vadinizden döndünüz?
Musa, kızgın ve hayal kırıklığına uğramış olarak halkına döndü ve, \"Halkım, Rabbiniz size güzel bir söz vermemiş miydi? Bekleyemediniz mi? Yoksa, Rabbinizin gazabına uğramak için mi benimle yaptığınız sözleşmeyi bozdunuz,\" dedi.
Hemen Musa öfkeli ve üzgün olarak kavmine döndü (onlara şöyle) dedi: \"Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaad ile söz vermedi mi? Size bu süre mi çok uzun geldi, yoksa Rabbinizden size bir gazab inmesini arzu ettiniz de mi, bana olan vaadinizden caydınız?\"
Bunun üzerine Mûsa, öfkeli ve ümidi kırık bir halde kavmine döndü. Dedi: \"Ey toplumum! Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmadı mı? Süre mi size uzun geldi yoksa Rabbinizden üzerinize bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz söze ters davrandınız?\"
Mûsâ derhal son derece kızgın ve üzgün olarak halkına döndü: “Ey milletim! dedi, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Verilen sözün üzerinden çok uzun süre mi geçti, yoksa Rabbinizin gazabının tepenize inmesini mi istiyorsunuz ki bana olan vâdinizden caydınız?”
Bunun üzerine Musa, çok kızgın ve üzüntülü bir halde kavmine döndü: \"Ey Kavmim, dedi, Rabbiniz size güzel bir va'idde bulunmamış mıydı? Süre mi size uzun geldi (zamanla verdiğiniz sözü unuttunuz mu)? Yoksa Rabbinizden bir gazabın üstünüze inmesini mi istediniz ki, bana verdiğiniz sözden caydınız (beni izlemediniz)?\"
قَالُوا۟ مَآ أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَٰكِنَّا حُمِّلْنَآ أَوْزَارًۭا مِّن زِينَةِ ٱلْقَوْمِ فَقَذَفْنَٰهَا فَكَذَٰلِكَ أَلْقَى ٱلسَّامِرِىُّ ﴿٨٧﴾
Dediler ki: Sana verdiğimiz sözden, kendimize malik olarak caymadık biz, fakat Mısırlıların ziynet eşyalarını almıştık ya, onları, erisin diye ateşe attık, böyle telkin etti Samiri.
Dediler ki: \"Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı.\"
ḳâlû mâ aḫlefnâ mev`ideke bimelkinâ velâkinnâ ḥummilnâ evzâram min zîneti-lḳavmi feḳaẕefnâhâ fekeẕâlike elḳa-ssâmiriyy.
Onlar: \"Sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık. O milletin ziynet eşyasından bize yükler dolusu taşıtıldı. Biz onları ateşe attık, aynı şekilde Samiri de attı\" dediler.
Dediler ki: Biz sana olan vadimizden, kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin (Mısır'lıların) zinet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Samiri de atmıştı.
\"Sana verdiğimiz sözü kendi kafamıza göre bozmadık. O halkın süs eşyaları bize taşıtıldı. Onları attık. Samiri işte böyle bir şey ortaya çıkardı,\" dediler.
Onlar dediler ki: \"Biz sana verdiğimiz sözden, kendiliğimizden caymadık. Fakat biz o (Kıbtî) kavminin süs eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiştik. Onları (ateşe) attık. Sâmirî de (kendi mücevheratını) böylece atmıştı.\"
Dediler ki: \"Biz sana kendi irademizle/malımızla karşı çıkmadık. Olay şu: Bize o topluluğun süs eşyalarından bazıları yükletilmişti, onları kaldırıp attık; aynı şekilde Sâmirî de attı.\"
“Biz,” dediler, “kendi güç ve irademizle sana olan vâdimizden dönmedik. Fakat biz o halkın, Mısırlıların zinet eşyalarından birtakım ağırlıklar yüklenmiştik. Onları ateşe attık. Samirî de kendi mücevheratını atıverdi.
Dediler ki: \"Kendi malımızla senin sözünden çıkmadık\", fakat o milletin (yani Mısırlıların) süs(eşyas)ından bize yükler yükletilmişti. Onları (ateşe) attık. Aynı şekilde Samiri de attı.\"
فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًۭا جَسَدًۭا لَّهُۥ خُوَارٌۭ فَقَالُوا۟ هَٰذَآ إِلَٰهُكُمْ وَإِلَٰهُ مُوسَىٰ فَنَسِىَ ﴿٨٨﴾
O, onlara bir buzağı heykeli yapmıştı ki böğürmedeydi. O ve ona uyanlar işte bu dediler, sizin de mabudunuz, Musa'nın da mabudu, fakat Musa, unuttu bunu.
Böylece onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı, \"İşte, sizin de ilahınız, Musa'nın ilahı budur; fakat (Musa) unuttu\" dediler.
feaḫrace lehüm `iclen cesedel lehû ḫuvârun feḳâlû hâẕâ ilâhüküm veilâhü mûsâ fenesî.
Bunun üzerine Samiri onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya koydu. O ve adamları: \"Bu sizin de Musa'nın da tanrısıdır, ama o unuttu\" dediler.
Bu adam, onlar için, böğürebilen bir buzağı heykeli icat etti. Bunun üzerine: İşte, dediler, bu, sizin de, Musa'nın da tanrısıdır. Fakat onu unuttu.
Onlar için, böğüren bir buzağı heykeli çıkardı. \"İşte sizin ve Musa'nın tanrısı budur, fakat o (Musa) unuttu,\" dediler.
Nihayet Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Bunun üzerine Sâmirî ve adamları: \"İşte sizin de, Musa'nın da ilâhı budur, ama o unuttu\" dediler.
Sâmirî onlar için, böğürmesi olan bir buzağı heykeli çıkardı. Dediler ki: \"Bu, hem sizin hem de Mûsa'nın tanrısıdır. Ama Mûsa unuttu.\"
Derken o, ahali için böğürme marifeti olan bir buzağı heykeli döküp çıkardı. Samirî ve arkadaşları: “İşte bu, sizin de, Mûsâ'nın da tanrısıdır, ama Mûsâ bunu unuttu!” dediler.
Onlara, böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Dediler ki, \"Bu sizin de tanrınız, Musa'nın da tanrısıdır, fakat o unuttu\".
أَفَلَا يَرَوْنَ أَلَّا يَرْجِعُ إِلَيْهِمْ قَوْلًۭا وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرًّۭا وَلَا نَفْعًۭا ﴿٨٩﴾
Görmüyorlar mıydı, onlara bir söz söyleyemiyordu bu heykel ve onlara ne bir zarar veriyordu, ne bir fayda.
Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı?
efelâ yeravne ellâ yerci`u ileyhim ḳavlev velâ yemlikü lehüm ḍarrav velâ nef`â.
Görmüyorlar mıydı ki, o heykel onlara ne söz söyleyebilir, ne zarar ve ne de fayda verebilirdi?
O şeyin, kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini, kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermek gücünde olmadığını görmezler mi?
Görmediler mi ki, o, onlara ne bir yanıt verebiliyor, ne de onlara bir zarar ve yarar dokundurabiliyordu
Onlar görmüyorlar mıydı ki, o buzağı, kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara ne bir zarar, ne de bir yarar vermeye sahip bulunamıyordu.
Görmüyorlar mı ki; o buzağı onlara bir sözü geri çeviremiyor; kendilerine bir zarar veremiyor, bir yarar sağlayamıyor.
Onlar görmüyorlar mıydı ki o heykel, kendilerine mukabele edecek bir çift laf söyleyemiyordu. Kendilerine gelen bir zararı önleyemediği gibi, onlara fayda da sağlamıyordu.
Onlar görmüyorlar mı ki o (buzağı) kendilerine bir söz söyleyemez; bir zarar, ve yarar veremez?
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هَٰرُونُ مِن قَبْلُ يَٰقَوْمِ إِنَّمَا فُتِنتُم بِهِۦ ۖ وَإِنَّ رَبَّكُمُ ٱلرَّحْمَٰنُ فَٱتَّبِعُونِى وَأَطِيعُوٓا۟ أَمْرِى ﴿٩٠﴾
Andolsun ki Harun, daha önce onlara, ey kavmim demişti, siz bununla sınanmadasınız ancak ve şüphe yok ki Rabbiniz rahmandır, bana uyun ve emrime itaat edin.
Andolsun, Harun bundan önce onlara: \"Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah)dır; şu halde bana uyun ve emrime itaat edin\" demişti.
veleḳad ḳâle lehüm hârûnü min ḳablü yâ ḳavmi innemâ fütintüm bih. veinne rabbekümü-rraḥmânü fettebi`ûnî veeṭî`û emrî.
And olsun ki, Harun da onlara önceden: \"Ey milletim! Siz bu buzağı ile sınanıyorsunuz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman'dır. Bana uyun, emrime itaat edin\" demişti.
Hakikaten Harun, onlara daha önce: Ey kavmim! demişti, siz bunun yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz çok merhametli olan Allah'tır. Şu halde bana uyunuz ve emrime itaat ediniz.
Harun ise: \"Halkım, onunla sınanıyorsunuz. Rabbiniz Rahman'dır. Beni izleyin ve emrime uyun,\" diye onları önceden uyarmıştı.
And olsun ki Harun daha önce onlara: \"Ey kavmim! Siz bununla (buzağı ile) imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahmân'dır. Gelin bana uyun ve emrime itaat edin\" demişti.
Yemin olsun, Hârun daha önce onlara şunu söylemişti: \"Ey kavmim, siz bununla imtihan edildiniz. Sizin Rabbiniz o Rahman'dır. Artık bana uyun, emrime itaat edin!\"
Doğrusu, Harun onlara, bundan önce: “Ey milletim!” dedi, “siz bu heykel ile imtihana tâbi tutuldunuz. Şu kesindir ki sizin Rabbiniz Rahman'dır (çok şefkatli ve merhametlidir). O halde beni izleyin ve emrime itaat edin!”
Önceden Harun, kendilerine: \"Ey kavmim, andolsun siz bununla sınandınız. Rabbiniz, o çok esirgeyendir. Bana uyun, buyruğuma ita'at edin!\" demişti.
قَالُوا۟ لَن نَّبْرَحَ عَلَيْهِ عَٰكِفِينَ حَتَّىٰ يَرْجِعَ إِلَيْنَا مُوسَىٰ ﴿٩١﴾
Onlar, Musa, dönüp gelinceye dek demişlerdi, biz bu heykele tapmadan kesin olarak vazgeçmeyiz.
Demişlerdi ki: \"Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız.\"
ḳâlû len nebraḥa `aleyhi `âkifîne ḥattâ yerci`a ileynâ mûsâ.
\"Musa bize dönene kadar buna sarılmaktan vazgeçmeyeceğiz\" demişlerdi.
Onlar: Biz, dediler, Musa aramıza dönünceye kadar buna tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz!
\"Musa gelinceye kadar ona tapmaya devam edeceğiz,\" diye karşılık vermişlerdi.
Onlar (cevap olarak şöyle) demişlerdi: \"Musa bize dönüp gelinceye kadar, biz ona tapmaya elbette devam edeceğiz.\"
Onlar şöyle demişlerdi: \"Mûsa bize dönünceye kadar ona tapıcılar olmakta devam edeceğiz.\"
Onlar ise: “Mûsâ yanımıza dönünceye kadar ona tapmaya devam edeceğiz!” diye karşılık vermişlerdi.
Dediler: \"Musa bize dönünceye kadar buna tapmaktan vazgeçmeyeceğiz!\"
قَالَ يَٰهَٰرُونُ مَا مَنَعَكَ إِذْ رَأَيْتَهُمْ ضَلُّوٓا۟ ﴿٩٢﴾
Musa, ey Harun dedi, bunların doğru yoldan saptıklarını görünce ne mani oldu da.
(Musa da gelince:) \"Ey Harun\" demişti. \"Onların saptıklarını gördüğün zaman seni (Onlara müdahale etmekten) alıkoyan neydi?\"
ḳâle yâ hârûnü mâ mene`ake iẕ raeytehüm ḍallû.
Musa gelince: \"Harun! Onların sapıttığını görünce seni benim yolumdan gitmekten alıkoyan nedir? Benim emrime karşı mı geldin?\" dedi.
(Musa, döndüğünde)Dedi: Ey Harun! bunların dalalete düştüklerini gördüğün vakit seni engelleğen ne oldu.
Dedi ki, \"Harun! Seni engelleyen neydi, onları saparken gördüğün zaman,\"
(Musa gelince kardeşine şöyle) dedi: \"Ey Harun! bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit, seni engelleyen ne oldu?\"
Mûsa dedi: \"Ey Hârun, onların saptıklarını gördüğün zaman seni ne engelledi de,
Mûsâ döndüğünde bu durumu bilmediğinden: “Harun!” dedi, “onların saptığını gördüğünde benim izimce gelmene ne mani oldu, yoksa emrime karşı mı geldin?” deyip onu sakalından tutarak çekmeye başladı. [7,142]
(Musa) \"Ey Harun, oların saptıklarını gördüğün zaman sana ne engel oldu (da önlemedin)? dedi.
أَلَّا تَتَّبِعَنِ ۖ أَفَعَصَيْتَ أَمْرِى ﴿٩٣﴾
Bana uymadın, yoksa emrime isyan mı ettin?
\"Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?\"
ellâ tettebi`an. efe`aṣayte emrî.
Musa gelince: \"Harun! Onların sapıttığını görünce seni benim yolumdan gitmekten alıkoyan nedir? Benim emrime karşı mı geldin?\" dedi.
(Neden) benim yolumu takip etmedin? Emrime asi mi oldun?
\"Bana uymazlarken? Emrime karşı mı geldin?\"
\"(Neden) benim yolumu takip etmedin, benim emrime karşı mı geldin?\"
Benim ardım sıra gelmedin. Emrime isyan mı ettin?\"
Mûsâ döndüğünde bu durumu bilmediğinden: “Harun!” dedi, “onların saptığını gördüğünde benim izimce gelmene ne mani oldu, yoksa emrime karşı mı geldin?” deyip onu sakalından tutarak çekmeye başladı. [7,142]
Neden bana uymadın, buyruğuma karşı mı geldin? (Ve kardeşinin sakalından tutup çekmeğe başladı.)
قَالَ يَبْنَؤُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِى وَلَا بِرَأْسِىٓ ۖ إِنِّى خَشِيتُ أَن تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِى ﴿٩٤﴾
Anam oğlu dedi, sakalımı, başımı bırak benim, gerçekten de, sözüme tam uymadın da İsrailoğullarının arasına ayrılık saldın diyeceğinden korktum.
Dedi ki: \"Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-yolma. Ben, senin: \"İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin\" demenden endişe edip korktum.\"
ḳâle yebneümme lâ te'ḫuẕ biliḥyetî velâ bira'sî. innî ḫaşîtü en teḳûle ferraḳte beyne benî isrâîle velem terḳub ḳavlî.
Harun: \"Ey Annemoğlu! Saçımdan sakalımdan tutma; doğrusu İsrailoğulları arasına ayrılık koydun, sözüme bakmadın demenden korktum\" dedi.
(Harun:) Ey annemin oğlu! dedi, saçımı sakalımı, yolma! Ben, senin: \"İsrailoğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!\" demenden korktum.
Dedi ki, \"Anamın oğlu, sakalımı ve başımı çekme. 'İsrail oğullarını neden böldün, neden sözümü tutmadın?' diye bana çıkışacağından korktum.\"
Harun: \"Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı (saçımı) tutma. Ben senin 'İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözüme bakmadın' diyeceğinden korktum.\" dedi.
Hârun dedi: \"Ey annemin oğlu! Sakalımı, başımı tutma! Ben senin şöyle diyeceğinden korkmuştum: 'Beniisrail arasına ayrılık soktun, sözüme bağlı kalmadın!\"
“Ey anamın oğlu!” dedi Harun, “lütfen sakalımdan, saçımdan beni çekiştirip durma. Ben, senin “İsrailoğullarının içine ayrılık soktun, sözümü dinlemedin!” diyeceğinden endişe ettim.”
(Harun, kardeşini yumuşatabilmek için): \"Ey anamın oğlu, dedi, sakalımı, başımı tutma. Ben senin 'İsrail oğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın' diyeceğinden korktum (da onun için idare yoluna gittim).\"
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَٰسَٰمِرِىُّ ﴿٩٥﴾
Sen ne diye bu işi işledin ey Samiri dedi Musa.
(Musa) Dedi ki: \"Ya senin amacın nedir ey Samiri?\"
ḳâle femâ ḫaṭbüke yâ sâmiriyy.
Musa: \"Ey Samiri! Ya senin yaptığın nedir?\" dedi.
Musa: Ya senin zorun nedir, ey Samiri? dedi.
Dedi ki, \"Peki, senin savunman nedir, Samiri?\"
(Hz. Musa bu defa Sâmirî'ye dönerek) \"Ey Sâmirî! Senin bu yaptığın nedir?\" dedi.
Mûsa dedi: \"Senin derdin neydi, ey Sâmirî?\"
Bu sefer Samirî'ye dönerek: “Samirî! peki senin derdin nedir?” dedi.
(Musa, Samiri'ye döndü): \"Ey Samiri, ya senin amacın nedir?\" dedi.
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا۟ بِهِۦ فَقَبَضْتُ قَبْضَةًۭ مِّنْ أَثَرِ ٱلرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَٰلِكَ سَوَّلَتْ لِى نَفْسِى ﴿٩٦﴾
Samiri, onların görmediklerini gördüm ben, sana gelen elçi meleğin izinden bir avuç toprak aldım, eriyen külçeye attım onu ve nefsim, bu işi bana böylece hoş gösterdi dedi.
Dedi ki: \"Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi.\"
ḳâle beṣurtü bimâ lem yebṣurû bihî feḳabaḍtü ḳabḍatem min eŝeri-rrasûli fenebeẕtühâ vekeẕâlike sevvelet lî nefsî.
Samiri: \"Onların görmedikleri bir şey gördüm ve o sana gelen elçinin bastığı yerden bir avuç avuçladım. Bunu ziynet eşyasının eritildiği potaya attım. Nefsim böyle yaptırdı\" dedi.
O da: Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç (toprak) alıp onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi, dedi.
Dedi ki, \"Onların görmediğini gördüm, elçinin öğretisinden bir kısmını alıp attım. Böyle uygun gördüm.\"
Sâmirî: \"Onların görmedikleri bir şey gördüm: (Sana gelen) ilâhî elçinin (Cebrail'in) izinden bir avuç (toprak) aldım ve onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi\" dedi.
Sâmirî dedi: \"Onların görmediklerini gördüm. Resulün izinden bir avuç avuçladım da onu attım. Nefsim bana böylesini hoş gösterdi.\"
“Ben,” dedi, onların görmedikleri bir şeyi gördüm. O resul'ün izinden bir avuç toprak alıp onu potanın içine attım. İşte böylece nefsim böyle yapmayı bana hoş gösterdi.”
(Samiri): \"Ben dedi, onların görmediklerini gördüm. Elçinin eserinden bir avuç aldım da attım; nefsim bana böyle (yapmayı) hoş gösterdi.\"
قَالَ فَٱذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِى ٱلْحَيَوٰةِ أَن تَقُولَ لَا مِسَاسَ ۖ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًۭا لَّن تُخْلَفَهُۥ ۖ وَٱنظُرْ إِلَىٰٓ إِلَٰهِكَ ٱلَّذِى ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًۭا ۖ لَّنُحَرِّقَنَّهُۥ ثُمَّ لَنَنسِفَنَّهُۥ فِى ٱلْيَمِّ نَسْفًا ﴿٩٧﴾
Git hadi dedi Musa, hiç şüphe yok ki hayatta cezan, rastladığına yaklaşma, dokunma bana demendir ve sana bir de azap vaadedilmiştir ki değişmesine imkan yok; kulluğunda bulunup durduğun mabuduna bak da gör, onu biz yakacağız, sonra da kaldırıp denize atacağız.
Dedi ki: “Haydi çekip git, artık senin hayatta (hakettiğin ceza: \"Bana dokunulmasın\") deyip yerinmendir.\" Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azap dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız.\"
ḳâle feẕheb feinne leke fi-lḥayâti en teḳûle lâ misâs. veinne leke mev`idel len tuḫlefeh. venżur ilâ ilâhike-lleẕî żalte `aleyhi `âkifâ. lenüḥarriḳannehû ŝümme lenensifennehû fi-lyemmi nesfâ.
Musa: \"Defol! Doğrusu artık hayatta, \"Bana dokunmayın!\" demenden başka yapacağın yoktur. Senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Durup üzerinde titrediğin tanrına bak, onu yakacağız, sonra denize dökeceğiz\" dedi.
Musa: Defol! dedi, artık hayatın boyunca sen: \"Bana dokunmayın!\" diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!
Dedi ki, \"Defol! Hayatın boyunca yakına bile gelme. Sana söz verilen bir an var ki ondan kaçamıyacaksın. Tapmakta olduğun tanrına bak, biz onu yakıp denize savuracağız.\"
(Musa ona şöyle) dedi: \"Haydi çekil git. Artık senin için hayat boyunca, 'benimle temas yok' diye söylemen var (bir vahşi gibi yapayalnız yaşamağa mahkum olacaksın). Hem senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Bir de ibadet edip durduğun ilâhına bak; elbette biz onu yakacağız, sonra da kül edip muhakkak onu denize savuracağız.\"
Mûsa dedi: \"Defol, çünkü sen, hayatın boyunca 'Bana dokunmayın!' diyeceksin! Ve senin için asla kurtulamayacağın bir hesap zamanı da var. O başını bekleyip durduğun tanrına bir bak! Onu kesinlikle yakacağız, sonra da un-ufak edip denize dökeceğiz.\"
“Defol!” dedi Mûsâ, artık ömür boyunca sen: “Bana dokunmayın, benden uzak durun!” diyeceksin, yalnız yaşamaya mahkûm olacaksın. Ayrıca senin asla kurtulamayacağın bir ceza günü var. Şimdi tapınıp durduğun tanrına bak! Biz onu yakacağız, sonra da ufalayıp denize savuracağız.” {KM, Tesniye 9,21}
(Musa): \"Git, dedi. Artık hayat boyunca sen: 'Bana dokunmayın!' diyeceksin (toplumdan refüze edilip yalnız başına kalacaksın), sana va'dedilen bir ceza var ki ondan asla şaşırılmayacaksın (mutlaka o cezanı tam zamanında bulacaksın). Şimdi durup taptığın tanrına bak. Biz onu yakacağız, sonra onu ufalayıp denize savuracağız.\"
إِنَّمَآ إِلَٰهُكُمُ ٱللَّهُ ٱلَّذِى لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۚ وَسِعَ كُلَّ شَىْءٍ عِلْمًۭا ﴿٩٨﴾
Mabudunuz, ancak Allah'tır ki yoktur ondan başka tapacak; bilgisi, her şeye şamildir.
\"Sizin İlahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında İlah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır.\"
innemâ ilâhükümü-llâhü-lleẕî lâ ilâhe illâ hû. vesi`a külle şey'in `ilmâ.
Sizin Tanrınız, ancak, O'ndan başka tanrı olmayan Allah'tır. İlmi her şeyi içine almıştır.
Sizin ilahınız, yalnızca, kendisinden başka ilah olmayan Allah'tır. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.
Tanrınız, kendisinden başka tanrı olmayan ALLAH'tır. Bilgisi her şeyi içine almıştır.
Sizin ilâhınız, ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'dır. Onun ilmi her şeyi kuşatmıştır.
Gerçek olan şu ki, sizin ilahınız kendisinden başka hiçbir tanrı olmayan Allah'tır. O, ilim bakımından her şeyi çepeçevre kuşatmıştır.
Sizin İlahınız yalnız Allah'tır. Ondan başka ilah yoktur. O her şeyi ilmi ile ihata etmiştir.
Tanrınız ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah'tır. O'nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır.
كَذَٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنۢبَآءِ مَا قَدْ سَبَقَ ۚ وَقَدْ ءَاتَيْنَٰكَ مِن لَّدُنَّا ذِكْرًۭا ﴿٩٩﴾
İşte böylece geçmişlerin ahvalinden bir kısmını sana hikaye etmedeyiz ve şüphe yok ki sana katımızdan bir de Kur'an verdik.
Sana geçmişlerin haberlerinden bir bölümünü böylece aktarıyoruz. Gerçekten, sana Katımız'dan bir zikir verdik.
keẕâlike neḳuṣṣu `aleyke min embâi mâ ḳad sebeḳ. veḳad âteynâke mil ledünnâ ẕikrâ.
Geçmiş olayları sana böyle anlatırız. Katımızdan sana da bir Kitap verdik; kim ondan yüz çevirirse bilsin ki kıyamet günü bir günah yükü yüklenecektir.
(Resulüm!) İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir verdik.
Geçmişlerin haberlerini, sana böylece aktarıyoruz. Sana katımızdan bir mesaj vermiş bulunuyoruz.
(Ey Muhammed!) Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir zikir (düşünüp kendisinden ibret alınacak bir kitab) verdik.
İşte böylece, geçip gitmişlerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Biz sana katımızdan da bir Zikir/Kur'an vermişizdir.
İşte böylece sana geçmiş mühim olaylardan bir kısmını anlatıyoruz. Tarafımızdan sana da bir zikir verdik. [41,41; 15,9; 21,50]
Böylece sana geçmişlerin haberlerinden bir miktar anlatıyoruz. Gerçekten sana katımızdan bir Zikir (geçmiş olaylardan bir anı) verdik.
مَّنْ أَعْرَضَ عَنْهُ فَإِنَّهُۥ يَحْمِلُ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ وِزْرًا ﴿١٠٠﴾
Kim yüz çevirirse ondan şüphe yok ki kıyamet günü, ağır bir yük yüklenecek.
Kim bundan yüz çevirirse, şüphesiz kıyamet günü o, bir günah-yükü yüklenecektir.
men a`raḍa `anhü feinnehû yaḥmilü yevme-lḳiyâmeti vizrâ.
Geçmiş olayları sana böyle anlatırız. Katımızdan sana da bir Kitap verdik; kim ondan yüz çevirirse bilsin ki kıyamet günü bir günah yükü yüklenecektir.
Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki kıyamet gününde o, ağır bir günah yükünü yüklenecektir.
Kim ondan yüz çevirirse Diriliş Gününde bir (günah) yükü taşıyacaktır.
Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz o, kıyamet günü bir günah yüklenecektir.
Kim ondan yüz çevirirse, kıyamet günü bir günah yüklenecektir.
Kim ona sırtını çevirirse, muhakkak ki o, kıyamet günü büyük bir vebal yüklenecektir. [11,17]
Kim ondan yüz çevirirse o, kıyamet günü (ağır) bir günah yüklenecekdir.
خَٰلِدِينَ فِيهِ ۖ وَسَآءَ لَهُمْ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ حِمْلًۭا ﴿١٠١﴾
Ebedi olarak kalacak azab içinde; bu, kıyamet günü, onlara ne de kötü bir yük.
O (yükün altı)nda ebedi olarak kalıcıdırlar. Bu, kıyamet günü onlar için ne kötü bir yüktür.
ḫâlidîne fîh. vesâe lehüm yevme-lḳiyâmeti ḥimlâ.
Devamlı bu günahın azabında kalacaklar. Kıyamet günü onlar için ne kötüdür bu yük!
Bu kimseler, onda (o günah yükünün altında) ebedi kalırlar. Onlar için kıyamet gününde bu ne kötü bir yüktür!
Orada ebedi kalırlar. Diriliş günü bu onlar için ne de kötü bir yüktür.
Devamlı o azabın altında kalacaklar. Kıyamet günü onlar için, bu ne fena bir yüktür!
Uzun süre o yükün altındadır; kıyamet gününde bu onlar için ne kötü yüktür!
O yükün altında daimî olarak kalacaklardır. Kıyamet günü bu yük, onlar için ne ağır bir yük olacak!
Sürekli olarak o yükün altında kalacaklardır. Kıyamet gününde bu, onlar için ne kötü bir yüktür!
يَوْمَ يُنفَخُ فِى ٱلصُّورِ ۚ وَنَحْشُرُ ٱلْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍۢ زُرْقًۭا ﴿١٠٢﴾
Surun üfürüleceği gün o mücrimleri gözleri göğermiş bir halde haşrederiz.
Sur'a üfürüleceği gün, Biz suçlu-günahkarları o gün, (yüzleri kara, gözleri) gömgök (kaskatı ve kör) olarak' toplayacağız.
yevme yünfeḫu fi-ṣṣûri venaḥşüru-lmücrimîne yevmeiẕin zürḳâ.
Sura üflendiği gün, işte o gün, suçluları gözleri korkudan göğermiş olarak toplarız.
O günde Sur'a üflenir ve biz o zaman günahkarları, gözleri (korkudan) gömgök bir halde mahşerde toplarız.
Boruya üfürüldüğü gün, suçluları o gün mavi (kederden yüzleri morarmış) olarak toplarız
Sûr'a üfürüleceği gün ki biz suçluları o gün, (gözleri korkudan) göğermiş olarak mahşerde toplayacağız.
O gün sûra üfrülür ve günahkârları o gün gözleri gömgök bir halde haşrederiz.
Sûra üfleneceği gün, Biz suçlu kâfirleri, gözleri (korku ve heyecandan) gömgök vaziyette haşredip toplayacağız.
O gün Sur'a üflenir ve o gün suçluları, gömgök (kör bir durumda) süreriz.
يَتَخَٰفَتُونَ بَيْنَهُمْ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا عَشْرًۭا ﴿١٠٣﴾
Aralarında gizligizli konuşup ancak derler, on geceden fazla kalmadınız dünyada.
(Dünyada) Yalnızca on (gün) kaldınız\" diye kendi aralarında fısıldaşacaklar.
yeteḫâfetûne beynehüm il lebiŝtüm illâ `aşrâ.
\"Siz dünyada sadece on gün eğleştiniz\" diye, aralarında saklı saklı konuşurlar.
Aralarında birbirlerine gizli gizli şöyle derler: \"Dünyada sadece on gün kaldınız.\"
Aralarında gizli gizli konuşurlar, \"Siz (dünyada) sadece on kaldınız.\"
\"Siz dünyada sadece on(gün) kaldınız\" diye kendi aralarında gizli gizli konuşurlar.
Aralarında fısıldaşır gibi konuşurlar: \"Ancak on gün filan kaldınız.\"
Kendi aralarında sessizce konuşurken:“Dünyada, olsa olsa on gün kadar bir şey kaldınız.” derler.
Kendi aralarında gizli gizli, \"(dünyada) On günden fazla kalmadınız\" derler.
نَّحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ إِذْ يَقُولُ أَمْثَلُهُمْ طَرِيقَةً إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا يَوْمًۭا ﴿١٠٤﴾
Ne dediklerini daha iyi biliriz biz aklı ve yolu yoradamı daha düzgün olanın ancak bir günceğiz kaldınız dediği zaman.
Onların sözünü ettiklerini Biz daha iyi biliyoruz. Tutulan yol bakımından onların daha üst olanları ise: \"Siz yalnızca bir gün kaldınız\" derler.
naḥnü a`lemü bimâ yeḳûlûne iẕ yeḳûlü emŝelühüm ṭarîḳaten il lebiŝtüm illâ yevmâ.
Aralarında konuştuklarını Biz daha iyi biliriz. En akıllıları: \"Sadece bir gün eğleştiniz\" der.
Aralarında konuştukları konuyu biz daha iyi biliriz. Onların en olgun ve akıllı olanı o zaman: \"Bir günden fazla kalmadınız\" der.
Onların ne konuştuğunu iyi biliriz. En doğru görüşlüleri, \"Siz sadece bir gün kaldınız,\" diyordu.
Aralarında ne konuşacaklarını biz çok iyi biliriz. Görüşü en üstün olan: \"Ancak bir gün kaldınız\" diyecektir.
Onların söylemekte olduklarını biz daha iyi biliriz. Yolca en seçkinleri olan şöyle diyordu: \"Eni-sonu, bir gün kaldınız.\"
Aralarında konuştukları konuyu Biz pek iyi biliriz. Onların en mûtedil ve en makul olanı, o zaman “Siz bir günden daha fazla kalmadınız.” diyecek. [30,55; 79,46; 35,37; 23,112-114]
Onların dedikleri(kalış süresi)ni biz daha iyi biliriz. En akıllıları ise: \"Siz yalnız bir gün kaldınız,\" der.
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ ٱلْجِبَالِ فَقُلْ يَنسِفُهَا رَبِّى نَسْفًۭا ﴿١٠٥﴾
O gün dağlar ne olur diye soruyorlar sana; de ki: Rabbim onları unufak eder, kuma döndürür de savurur.
Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: \"Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak\"
veyes'elûneke `ani-lcibâli feḳul yensifühâ rabbî nesfâ.
Sana dağları sorarlar; de ki: \"Rabbim onları ufalayıp savuracak, yerlerini düz, kuru bir toprak haline getirecek; orada ne çukur, ne tümsek göreceksin. O gün, hiçbir tarafa sapmadan bir davetçiye uyarlar. Sesler Rahman'ın heybetinden kısılmıştır; ancak bir fısıltı işitirsin.\"
(Resulüm!) Sana dağlar hakkında sorarlar. De ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak.
Senden dağları sorarlar. De ki, \"Rabbim onları ufalayıp savuracak.\"
(Ey Muhammed!) Sana dağlar(ın kıyametteki durumunu) sorarlar, de ki: \"Rabbim onları ufalayıp savuracak.\"
Sana dağlardan soruyorlar. De ki: \"Rabbim onları un-ufak edecektir.\"
Bir de sana o gün, dağların durumunu sorarlar. De ki: “Rabbim onları darmadağın edecek, ufalayıp savuracak, yerlerini dümdüz, boş vaziyette bırakacak.”
Sana dağlardan soruyorlar. De ki: \"Rabbim onları ufalayıp savuracak!
فَيَذَرُهَا قَاعًۭا صَفْصَفًۭا ﴿١٠٦﴾
Yeryüzünü dümdüz bir hale getirir.
\"Yerlerini bomboş, çırçıplak bırakacaktır.\"
feyeẕeruhâ ḳâ`an ṣafṣafâ.
Sana dağları sorarlar; de ki: \"Rabbim onları ufalayıp savuracak, yerlerini düz, kuru bir toprak haline getirecek; orada ne çukur, ne tümsek göreceksin. O gün, hiçbir tarafa sapmadan bir davetçiye uyarlar. Sesler Rahman'ın heybetinden kısılmıştır; ancak bir fısıltı işitirsin.\"
Böylece yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır.
\"Yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır.\"
\"Böylece yerlerini dümdüz boş bir halde bırakacak.\"
\"Yerlerini bomboş, dümdüz bırakacaktır.\"
Bir de sana o gün, dağların durumunu sorarlar. De ki: “Rabbim onları darmadağın edecek, ufalayıp savuracak, yerlerini dümdüz, boş vaziyette bırakacak.”
Yerlerini boş, dümdüz bırakacaktır.
لَّا تَرَىٰ فِيهَا عِوَجًۭا وَلَآ أَمْتًۭا ﴿١٠٧﴾
Orada ne bir iniş görebilirsin, ne bir tümsek.
\"Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek.\"
lâ terâ fîhâ `ivecev velâ emtâ.
Sana dağları sorarlar; de ki: \"Rabbim onları ufalayıp savuracak, yerlerini düz, kuru bir toprak haline getirecek; orada ne çukur, ne tümsek göreceksin. O gün, hiçbir tarafa sapmadan bir davetçiye uyarlar. Sesler Rahman'ın heybetinden kısılmıştır; ancak bir fısıltı işitirsin.\"
Orada ne bir iniş, ne de bir yokuş görebileceksin.
\"Orda ne ufak bir eğrilik ne de bir tümsek göreceksin.\"
\"Orada ne bir çukur, ne de bir tümsek göreceksin.\"
\"Yerlerinde bir eğrilik de bir yumruluk da görmeyeceksin.\"
“Orada artık ne iniş, ne yokuş göreceksin!”
Orada ne bir eğrilik, ne de bir tümsek görmeyeceksin.
يَوْمَئِذٍۢ يَتَّبِعُونَ ٱلدَّاعِىَ لَا عِوَجَ لَهُۥ ۖ وَخَشَعَتِ ٱلْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَٰنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًۭا ﴿١٠٨﴾
O gün hiçbir kimse kalmaz ki Allah'a davet edene uymasın ve rahmanın heybetinden sesler kesilir, ancak ayak sesleri, tıpırtılar halinde duyulabilir.
O gün, kendisinden sapma imkanı olamayan çağırıcıya uyacaklar. Rahman (olan Allah)a karşı sesler kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka bir şey işitemezsin.
yevmeiẕiy yettebi`ûne-ddâ`iye lâ `ivece leh. veḫaşe`ati-l'aṣvâtü lirraḥmâni felâ tesme`u illâ hemsâ.
Sana dağları sorarlar; de ki: \"Rabbim onları ufalayıp savuracak, yerlerini düz, kuru bir toprak haline getirecek; orada ne çukur, ne tümsek göreceksin. O gün, hiçbir tarafa sapmadan bir davetçiye uyarlar. Sesler Rahman'ın heybetinden kısılmıştır; ancak bir fısıltı işitirsin.\"
O gün insanlar, davetçiye (İsrafil'e) uyacaklar. Ona karşı yan çizmek yoktur. Artık, çok esirgeyici Allah hürmetine sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir ses işitemezsin.
O gün, en ufak bir sapma göstermeden çağırıcıya uyarlar. Sesler Rahman'ın huzurunda kısılmıştır; fısıltıdan başka bir şey işitemezsin.
O gün, hiçbir tarafa sapmadan o davetçiye (Sûr'a üfleyenin çağrısına) uyarlar. Öyleki, Rahmân'ın heybetinden sesler kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka hiçbir şey işitemezsin.
O gün, eğip bükmesi olmayan davetçiye uyarlar. Rahman'ın huzurunda sesler kısılır, artık bir hışıltıdan başka şey işitmezsiniz.
O gün insanlar, Hakkın dâvetçisine hiç bir tarafa sapmadan uyarlar. Rahman'ın azametinden dolayı sesler kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka bir ses işitemezsin. [19,38; 54,8]
O gün hiç pürüzü olmayan çağrıcıya uyarlar; (ondan sapma imkanı yoktur). Rahman'ın huzurunda sesler kısılır, fısıltıdan başka bir şey işitemezsin.
يَوْمَئِذٍۢ لَّا تَنفَعُ ٱلشَّفَٰعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ ٱلرَّحْمَٰنُ وَرَضِىَ لَهُۥ قَوْلًۭا ﴿١٠٩﴾
O gün rahmanın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başka hiçbir fert şefaat de edemez.
O gün, Rahman (olan Allah)'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.
yevmeiẕil lâ tenfe`u-şşefâ`atü illâ men eẕine lehü-rraḥmânü veraḍiye lehû ḳavlâ.
O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.
O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.
O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünü uygun gördüğü kimseden başkasının şefaatı (aracılığı) yarar vermez.
O gün, Rahmân'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.
O gün şefaat yarar sağlamaz. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna...
O gün, Rahman'ın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. [2,255; 53,26; 21,28; 78,38]
O gün Rahman'ın izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefa'ati fayda vermez.
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِۦ عِلْمًۭا ﴿١١٠﴾
Önlerinde ne varsa onu da bilir, artlarında ne varsa onu da ve onların bilgisi, bunu ihata edemez.
O, önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar ise, bilgi bakımından O'nu kavrayıp kuşatamazlar.
ya`lemü mâ beyne eydîhim vemâ ḫalfehüm velâ yüḥîṭûne bihî `ilmâ.
Allah onların geçmişlerini de, geleceklerini de bilir. Onların hiçbirinin ilmi ise O'nu kuşatamaz.
O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz:
Hiç kimse O'nu bilgice kavrayamazken, O onların geçmişini de geleceğini de bilir.
Allah, onların geleceklerini de, geçmişlerini de bilir. Onlar ise O'nu ilmen kavrayamazlar.
Onların önden gönderdiklerini de arkada bıraktıklarını da bilir, ama onlar O'nu ilimle kuşatamazlar.
O, onların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Kulların ilmi ise bunu asla kavrayamaz. [2,255]
O, onların önlerindekini ve arkalarındakini (geçmişlerini ve geleceklerini) bilir; onlar ise bilgice O'nu kavrayamazlar.
۞ وَعَنَتِ ٱلْوُجُوهُ لِلْحَىِّ ٱلْقَيُّومِ ۖ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًۭا ﴿١١١﴾
Bütün yüzler eğilir diri ve her an yarattıklarını tedbir ve tasarruf eden mabuda; bir zulüm yükünü yüklenmiş olanlarsa mahrumiyet içindedir.
(Artık bütün) Yüzler, diri, kaim olanın önünde eğik durmuştur ve zulüm yüklenen ise yok olup gitmiştir.
ve`aneti-lvucûhü lilḥayyi-lḳayyûm. veḳad ḫâbe men ḥamele żulmâ.
İnsanlar, diri ve her an yaratıklarını gözetip duran Allah'a boyun eğmiştir. Yükü zulüm olan kimse ise hüsrana uğramıştır.
Bütün yüzler (insanlar), diri ve her şeye hakim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür. Zulüm yüklenen ise, gerçekten perişan olmuştur.
Tüm yüzler O Yaşayan, Ebedi Yönetici'ye çevrilmiştir. Zulüm yüklenenler kaybedecektir.
Bütün yüzler, diri ve bütün yarattıklarını gözetip duran Allah'a baş eğmiştir. Bir zulüm yüklenen gerçekten hüsrana uğramıştır.
Bütün yüzler o Hayy ve Kayyûm önünde yere inmiştir. Zulüm taşıyan perişan olup gitmiştir.
Bütün yüzler, hayatın ve hakimiyetin tam mânasıyla sahibi olan Hayy-u Kayyum'a baş eğmiştir. Zulüm yüklenerek gelen, gerçekten perişan olmuştur. [31,13]
Bütün yüzler, o diri ve yöneticiye boyun eğmiştir. Zulüm yüklenen perişan olmuştur.
وَمَن يَعْمَلْ مِنَ ٱلصَّٰلِحَٰتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌۭ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًۭا وَلَا هَضْمًۭا ﴿١١٢﴾
Fakat inanarak iyi işlerde bulunan ne günahının arttırılmasından korkar, ne sevabının eksiltilmesinden.
Kim de bir mü'min olarak, salih olan amellerde bulunursa, artık o, ne zulümden korksun, ne hakkının eksik tutulmasından.
vemey ya`mel mine-ṣṣâliḥâti vehüve mü'minün felâ yeḫâfü żulmev velâ haḍmâ.
İnanmış olarak, yararlı işler işleyen kimse, haksızlıktan ve hakkının yeneceğinden korkmaz.
Her kim, mümin olarak iyi olan işlerden yaparsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar.
İnançlı olduğu halde erdemli davrananlar herhangi bir haksızlıktan ve güçlükten korkmayacaktır.
Her kim de mümin olarak salih amelleri işlerse, artık o, ne bir haksızlıktan ve ne de çiğnenmekden korkar.
Mümin olarak hayra ve barışa yönelik iyilikler yapan ise ne haksızlığa uğratılmaktan korkar ne de ezilip horlanmaktan.
Mümin olarak güzel ve makbul işler işleyen ise, ne zulümden, ne de haklarının çiğnenmesinden korkar.
Kim inanarak iyi olan işlerden yaparsa artık o, ne zulümden, ne de hakkının çiğnenmesinden korkar.
وَكَذَٰلِكَ أَنزَلْنَٰهُ قُرْءَانًا عَرَبِيًّۭا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ ٱلْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًۭا ﴿١١٣﴾
İşte biz, belki çekinirler, yahut onlara bir öğüt olur, bir ibret verir diye Arapça olan Kur'an'ı indirdik ve onda, bazı tehditleri tekrartekrar söyledik, açıkladık.
Böylece Biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için düşünme (yeteneğini) oluşturur.
vekeẕâlike enzelnâhü ḳur'ânen `arabiyyev veṣarrafnâ fîhi mine-lve`îdi le`allehüm yetteḳûne ev yuḥdiŝü lehüm ẕikrâ.
İşte Kuran'ı, Arapça okunmak üzere indirdik, onda tehditleri türlü türlü açıkladık ki belki sakınırlar yahut onlara ibret verir.
(Resulüm!) Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık. Umulur ki onlar (bu sayede günahtan) korunurlar; yahut da o (Kur'an) kendileri için bir ibret ortaya koyar.
Biz, böylece onu Arapça bir Kuran olarak indirdik. Erdemli davranırlar veya onlar için bir öğüt olur diye onda geleceğin haberlerini çeşitli biçimlerde açıkladık.
İşte böylece biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik. Onda tehditlerden nice türlüsünü tekrar tekrar açıkladık ki belki sakınırlar, yahut onlara bir ibret ve uyanış verir.
Biz onu işte böyle, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onun içinde tehditleri türlü ifadelerle sıraladık ki sakınabilsinler, yahut da Kur'an onlara yeni bir hatırlatıcı/hatırlatma sunsun.
İşte böylece bu kitabı Arapça bir Kur'ân olarak indirdik ve onda uyarı ve tehditlerimizi farklı üsluplarla anlattık.Ta ki insanlar Allah’a karşı gelmekten korunsunlar ve ta ki o, kendilerine bir ibret ve uyanış versin.
Biz sana onu böyle Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda tehditleri türlü biçimlere çevirip açıkladık ki korunsunlar. Yahut (Kur'an,) onlara bir hatırlama yaptırsın.
فَتَعَٰلَى ٱللَّهُ ٱلْمَلِكُ ٱلْحَقُّ ۗ وَلَا تَعْجَلْ بِٱلْقُرْءَانِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَىٰٓ إِلَيْكَ وَحْيُهُۥ ۖ وَقُل رَّبِّ زِدْنِى عِلْمًۭا ﴿١١٤﴾
Çok yücedir her şeye sahip ve mutasarrıf olan gerçek Allah ve acele etme Kur'an'ı okumak için sana vahiy tamamlanmadan ve de ki: Rabbim, bilgimi çoğalt.
Hak olan, biricik hükümdar olan Allah Yücedir. Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel, Kur'an'ı (okumada) acele etme ve de ki: \"Rabbim, ilmimi arttır.\"
fete`âle-llâhü-lmelikü-lḥaḳḳ. velâ ta`cel bilḳur'âni min ḳabli ey yuḳḍâ ileyke vaḥyüh. veḳur rabbi zidnî `ilmâ.
Gerçek hükümdar olan Allah Yüce'dir. Kuran sana vahyedilirken, vahy bitmezden önce, unutmamak için, tekrarda acele edip durma, \"Rabbim! ilmimi artır\" de.
Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı (okumakta) acele etme ve \"Rabbim, benim ilmimi artır\" de.
Gerçek Yönetici olan ALLAH çok yücedir. Sana vahyi tamamlanmadan önce Kuran'ı (anlamak için) acele etme ve, \"Rabbim, bilgimi arttır,\" de.
Hükmü her yerde geçerli gerçek hükümdar olan Allah yücedir. (Ey Muhammed!) Kur'ân sana vahyedilirken, vahiy bitmeden önce (unutma korkusu ile) Kur'ân'ı okumada acele etme; \"Rabbim! benim ilmimi artır\" de.
O Melik/o hak hükümdar olan Allah, yüceler yücesidir. Sana vahyi tamamlanmadan önce, Kur'an hakkında aceleci olma. Şöyle de:\"Rabbim, ilmimi artır!\"
Demek ki gerçek Hükümdar olan Allah çok Yücedir. Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan unutma endişesi ile Kur'ân’ı okumada acele etme ve: “Ya Rabbî! Benim ilmimi artır.” de! [23,116; 75,16-19; 114,2] {KM, Çıkış 15,18; İşaya 24,23}
Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan Kur'an'ı acele okumağa kalkma; \"Rabbim, ilmimi artır!\" de.
وَلَقَدْ عَهِدْنَآ إِلَىٰٓ ءَادَمَ مِن قَبْلُ فَنَسِىَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُۥ عَزْمًۭا ﴿١١٥﴾
Andolsun ki daha önce Âdem'le de ahitleşmiştik de unutmuştu ve onu, bilerek, isteyerek günah işleyen bir adam olarak da bulmamıştık.
Andolsun, Biz bundan önce Adem'e ahid vermiştik, fakat o, unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.
veleḳad `ahidnâ ilâ âdeme min ḳablü fenesiye velem necid lehû `azmâ.
And olsun ki daha önce \"Adem'e secde edin\" demiştik; İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o çekinmişti.
Andolsun biz, daha önce de Âdem'e ahit (emir ve vahiy) vermiştik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadık.
Geçmişte Adem'den söz almıştık; ancak unuttu. Biz onda bir azim ve kararlılık görmedik.
Doğrusu bundan önce Âdem'e (bu ağaçtan yeme diye) emrettik, fakat unuttu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık.
Yemin olsun, biz daha önce Âdem'e ahit verdik de unuttu; biz onda bir kararlılık bulamadık.
Doğrusu Biz daha önce Âdem'e de vahiy ve emir vermiştik, ne var ki o ahdi unuttu, onda bir azim bulamadık.
Andolsun biz, önceden Adem'e (o ağaçtan yememesini) emretmiştik, unuttu. Biz onda bir azim (ve sebat) bulmadık.
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَٰٓئِكَةِ ٱسْجُدُوا۟ لِءَادَمَ فَسَجَدُوٓا۟ إِلَّآ إِبْلِيسَ أَبَىٰ ﴿١١٦﴾
Hani, meleklere demiştik ki: Âdem'e secde edin, onlar da secde etmişlerdi, yalnız İblis secde etmekten çekinmişti.
Hani Biz meleklere: \"Adem'e secde edin\" demiştik, İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi, o, ayak diremişti.
veiẕ ḳulnâ lilmelâiketi-scüdû liâdeme fesecedû illâ iblîs. ebâ.
\"Ey Adem! Doğrusu bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun. Doğrusu cennette ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın; orada ne susarsın ne de güneşin sıcağında kalırsın\" dedik.
Bir zaman biz meleklere: Âdem'e secde edin! demiştik. Onlar hemen secde ettiler; yalnız İblis hariç. O, diretti.
\"Adem'e secde edin,\" dediğimizde melekler secde ettiler, ancak İblis hariç; o reddetti.
Bir vakit meleklere: \"Âdem(e hürmet) için secde edin\" demiştik; İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o çekinmişti.
Hani meleklere \"Âdem'e secde edin!\" demiştik de İblis müstesna hepsi secde etmişti. İblis dayatmıştı.
Düşünün ki Biz, bir vakit meleklere: “Âdem'e secde edin!” dedik. Hepsi secde ettiler, yalnız İblis diretti.[2,34; 7,11; 38,72]
Meleklere: \"Adem'e secede edin,\" demiştik, secde ettiler, yalnız İblis diretti.
فَقُلْنَا يَٰٓـَٔادَمُ إِنَّ هَٰذَا عَدُوٌّۭ لَّكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ ٱلْجَنَّةِ فَتَشْقَىٰٓ ﴿١١٧﴾
Demiştik ki: Ey Âdem, şüphe yok ki bu, sana ve eşine düşmandır, sakın sizi cennetten çıkarmasın sonra zahmetlere uğrarsınız.
Bunun üzerine dedik ki: \"Ey Adem, bu gerçekten sana ve eşine düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun.\"
feḳulnâ yâ âdemü inne hâẕâ `adüvvül leke velizevcike felâ yuḫricennekümâ mine-lcenneti feteşḳâ.
\"Ey Adem! Doğrusu bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun. Doğrusu cennette ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın; orada ne susarsın ne de güneşin sıcağında kalırsın\" dedik.
Bunun üzerine: Ey Âdem! dedik, bu, hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersin!
\"Adem,\" dedik, \"Bu senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa perişan olursun.\"
Biz de (Âdem'e) şöyle demiştik: \"Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis) sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun (sıkıntı çeker, perişan olursun).\"
Bunun üzerine biz şöyle demiştik: \"Ey Âdem! Şu, senin de eşinin de düşmanıdır, dikkat et de sizi cennetten çıkarmasın; sonra bedbaht olursun.\"
Biz de dedik ki: “Âdem! İyi bil ki bu, sana da eşine de tam bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra perişan olur, helâke sürüklenirsin!”
Dedik ki: \"Ey Adem, bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın, sizi cennetten çıkarmasın, sonra yorulursun.\"
إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَىٰ ﴿١١٨﴾
Çünkü aç kalmaman da ancak oradadır, çıplak kalmaman da.
Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalmaman orda (cennette kalmana bağlı)dır.\"
inne leke ellâ tecû`a fîhâ velâ ta`râ.
\"Ey Adem! Doğrusu bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun. Doğrusu cennette ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın; orada ne susarsın ne de güneşin sıcağında kalırsın\" dedik.
Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak.
\"Burda ne acıkırsın, ne de açıkta kalırsın.\"
\"Doğrusu senin acıkmaman ve çıplak kalmaman (ancak) cennettedir. \"
\"Senin burada ne acıkman söz konusudur ne de çıplak kalman.\"
“Sen cennette asla açlık çekmeyecek, asla çıplak kalmayacaksın. Orada asla susuzluk çekmeyecek ve güneşin kavurucu sıcağına mâruz kalmayacaksın.
Şimdi burada acıkmayacaksın, çıplak kalmayacaksını.
وَأَنَّكَ لَا تَظْمَؤُا۟ فِيهَا وَلَا تَضْحَىٰ ﴿١١٩﴾
Ve sen orada susamazsın, güneşin harareti de dokunmaz sana.
Ve gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da.\"
veenneke lâ tażmeü fîhâ velâ taḍḥâ.
\"Ey Adem! Doğrusu bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun. Doğrusu cennette ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın; orada ne susarsın ne de güneşin sıcağında kalırsın\" dedik.
Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın.
\"Burda ne susuzluk çeker, ne de sıcaktan bunalırsın.\"
Ve sen orada ne susarsın, ne de güneşin sıcağında kalırsın\"
\"Ve sen burada ne susayacaksın ne de güneşten yanacaksın.\"
“Sen cennette asla açlık çekmeyecek, asla çıplak kalmayacaksın. Orada asla susuzluk çekmeyecek ve güneşin kavurucu sıcağına mâruz kalmayacaksın.
Ve sen susamayacaksın, kuşluk vakti güneşi(nin ısısı)ndan etkilenmeyeceksin.
فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ ٱلشَّيْطَٰنُ قَالَ يَٰٓـَٔادَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَىٰ شَجَرَةِ ٱلْخُلْدِ وَمُلْكٍۢ لَّا يَبْلَىٰ ﴿١٢٠﴾
Şeytan, ona vesvese verdi de ey Âdem dedi, sana ebedilik ağacını ve zeval bulmayacak devleti göstereyim mi?
Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: \"Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?\"
fevesvese ileyhi-şşeyṭânü ḳâle yâ âdemü hel edüllüke `alâ şecerati-lḫuldi vemülkil lâ yeblâ.
Ama şeytan ona vesvese verip: \"Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?\" dedi.
Derken şeytan onun aklını karıştırıp \"Ey Adem! dedi, sana ebedilik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?\"
Şeytan, \"Adem, sana ebedilik ağacını ve tükenmez bir egemenliği göstereyim mi,\" diye ona fısıldadı.
Nihayet şeytan ona vesvese verdi. Şöyle dedi: \"Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?\"
Derken, şeytan ona şöyle diyerek vesvese verdi: \"Ey Âdem! Sana, sonsuzluk ağacıyla eskimez-çökmez mülk ve saltanatı göstereyim mi?\"
Ama şeytan ona vesvese verip: “Âdem! dedi, “ister misin sana ebediyet (ölümsüzlük) ağacını, zamanın geçmesiyle zeval bulmayan bir devlet ve saltanatı göstereyim?” [2,35] {KM, Tekvin 3,22; Vahiy 22,14}
Nihayet şeytan ona fısıldayıp: \"Ey Adem, sana ebedilik ağacını ve yok olmayacak bir hükümranlığı göstereyim mi? dedi.
فَأَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْءَٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ ٱلْجَنَّةِ ۚ وَعَصَىٰٓ ءَادَمُ رَبَّهُۥ فَغَوَىٰ ﴿١٢١﴾
İkisi de o ağacın meyvesından yediler de avret yerlerini gördüler ve cennetteki ağaçların yapraklarıyla avret yerlerini örtmeye koyuldular ve Âdem, Rabbinin emrine karşı geldi de umduğundan mahrum oldu.
Böylece ikisi ondan yediler, hemen ardından ayıp yerleri kendilerine açılıverdi, üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. Adem, Rabbine karşı gelmiş oldu da şaşırıp-kaldı.
feekelâ minhâ febedet lehümâ sev'âtühümâ veṭafiḳâ yaḫṣifâni `aleyhimâ miv veraḳi-lcenneh. ve`aṣâ âdemü rabbehû fegavâ.
Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı.
Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine asi olup yolunu şaşırdı.
İkisi de ondan yediler ve bunun üzerine vucutları kendilerine göründü. Cennetin yaprakları ile örtünmeye çalıştılar. Adem Rabbine karşı geldi ve şaşırdı.
Bunun üzerine ikisi de o ağaçtan yediler. Hemen ayıp yerleri kendilerine açılıp görünüverdi. Ve üzerlerine cennet yaprağından örtüp yamamaya başladılar. Âdem Rabbinin emrinden çıktı da şaşırdı.
Nihayet, ikisi de ondan yediler. Bunun üzerine, çirkin yerleri kendilerine açıldı; üzerlerine cennet yapraklarından örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etmiş, azmış, ziyana uğramıştı.
Derken ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine edep yerlerinin açık olduğunu fark ettiler. Derhal cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar. Böylece Âdem Rabbine karşı geldi de şaştı kaldı.
O ağaçtan yediler. Böylece kendilerine kötü yerleri göründü (üreme organları ortaya çıktı). Üstlerini cennet yaprağıyle örtmeğe başladılar. Adem Rabbinin buyruğuna karşı geldi de şaşırdı.
ثُمَّ ٱجْتَبَٰهُ رَبُّهُۥ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَىٰ ﴿١٢٢﴾
Sonra da Rabbi seçti onu, kabul etti tövbesini ve onu doğru yola sevketti.
Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti.
ŝümme-ctebâhü rabbühû fetâbe `aleyhi vehedâ.
Rabbi yine de onu seçip tevbesini kabul etti, ona doğru yolu gösterdi.
Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tevbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.
Sonra Rabbi onu seçip affetti ve ona yol gösterdi.
Sonra Rabbi, onu seçti de tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu gösterdi.
Sonra, Rabbi onu arıtıp temizledi, onun tövbesini kabul edip kendisini iyiye ve doğruya kılavuzladı.
Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve onu hidâyetine mazhar etti.
Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti, doğru yola iletti.
قَالَ ٱهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًۢا ۖ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۭ ۖ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّى هُدًۭى فَمَنِ ٱتَّبَعَ هُدَاىَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَىٰ ﴿١٢٣﴾
Hepiniz dedi, inin oradan; bir kısmınız, bir kısmınıza düşman olsun. Fakat benden, size bir yol gösteren geldi mi onu kabul edip doğru yoluma uyan, ne dünyada yoldan çıkar, ne ahirette kutsuzluğa düşer.
Dedi ki: \"Kiminiz kiminize düşman olarak, hepiniz ordan inin. Artık size Benden bir yol gösterici gelecektir; kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz.\"
ḳâle-hbiṭâ minhâ cemî`am ba`ḍuküm liba`ḍin `adüvv. feimmâ ye'tiyenneküm minnî hüden femeni-ttebe`a hüdâye felâ yeḍillü velâ yeşḳâ.
Onlara şöyle dedi: \"Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Elbet size Benden bir yol gösteren gelir; Benim yoluma uyan ne sapar ve ne de bedbaht olur.\"
Dedi ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan (cennetten) inin! Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz.
Dedi ki, \"Birbirinize düşmanlar olarak ordan aşağı inin. Size benden bir yol gösterici geldiğinde, kim benim yoluma uyarsa o sapmaz ve perişan olmaz.\"
Allah (onlara) şöyle dedi: \"Birbirinize düşman olmak üzere hepiniz oradan (cennetten) inin. Artık benden size bir hidayet (kitab) geldiği zaman, kim benim hidayetime uyarsa işte o, sapıklığa düşmez ve (ahirette) zahmet çekmez.
Allah dedi: \"İkiniz birlikte inin oradan! Birbirinize düşmansınız. Benden size bir hidayet geldiğinde, benim o hidayetime uyan artık ne sapar ne de bedbaht olur.\"
Onlara hitaben buyurdu ki: Kiminiz kiminize düşman olarak cennetten yere ininiz. Sonra ne zaman Benden bir rehber gelir de, kim ona tâbi olursa, artık o ne yolu şaşırır, ne de bedbaht olur.
Dedi ki: \"Hepiniz oradan inin, birbirinize düşmansınız. İmdi benden size bir hidayet geldiği zaman kim benim hidayetime uyarsa o, sapmaz ve sıkıntıya düşmez.\"
وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِى فَإِنَّ لَهُۥ مَعِيشَةًۭ ضَنكًۭا وَنَحْشُرُهُۥ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ أَعْمَىٰ ﴿١٢٤﴾
Beni anmadan yüz çevirene gelince: Dünyada ona dar bir geçim var, kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz.
\"Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.\"
vemen a`raḍa `an ẕikrî feinne lehû me`îşeten ḍankev venaḥşüruhû yevme-lḳiyâmeti a`mâ.
Benim Kitap'ımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz.
Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.
\"Kim mesajımdan yüz çevirirse sıkıntılarla dolu bir hayata mahkum olur. Diriliş günü de onu kör olarak meydana çıkarırız.\"
Her kim de benim zikrimden (Kur'ân'dan) yüz çevirirse, (bilsin ki) ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz.
Kim benim zikrimden/Kur'anımdan yüz çevirirse onun için zor, sıkıcı bir hayat şekli/dar bir geçim vardır; kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz.
Ama kim Benim zikrimden yüz çevirirse kitabımı dinlemez ve Beni anmaktan gaflet ederse, ona sıkıntılı bir hayat vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak diriltir, duruşmaya getiririz.
Ama kim beni anmaktan yüz çevirirse, onun için de dar bir geçim var. Kıyamet günü onu kör olarak (yüce Divana) süreriz.
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَنِىٓ أَعْمَىٰ وَقَدْ كُنتُ بَصِيرًۭا ﴿١٢٥﴾
Ya Rabbi der, beni neden kör haşrettin, halbuki ben görüyordum.
\"O da (şöyle) demiş olur: -Ben görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin Rabbim?\"
ḳâle rabbi lime ḥaşertenî a`mâ veḳad küntü beṣîrâ.
O zaman: \"Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim\" der.
O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim!, der.
\"Rabbim,\" der, \"Toplantı alanına beni niye kör olarak sürdün, oysa ben görür idim?\"
(O zaman Kur'ândan yüz çeviren kimse) \"Rabbim! beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim\" der.
O der ki: \"Rabbim, beni neden kör haşrettin, ben gören biri idim?\"
“Ya Rabbî,” der, “ben gözleri gören biri olduğum halde neden beni kör olarak haşrettin?” [17,97]
Rabbim der, niçin beni kör sürdün, oysa ben görür idim?
قَالَ كَذَٰلِكَ أَتَتْكَ ءَايَٰتُنَا فَنَسِيتَهَا ۖ وَكَذَٰلِكَ ٱلْيَوْمَ تُنسَىٰ ﴿١٢٦﴾
Böylece der, sana delillerim geldi de unutuverdin onları, işte sen de tıpkı o çeşit unutulmadasın bugün.
(Allah da) Der ki: \"İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın.\"
ḳâle keẕâlike etetke âyâtünâ fenesîtehâ. vekeẕâlike-lyevme tünsâ.
Allah: \"Böyledir, ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun, bugün de öylece unutulursun\" der.
(Allah) buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana ayetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!
Der ki: \"Çünkü sana ayetlerimiz ve mucizelerimiz geldiğinde sen onları unuttun. Bugün de sen unutuluyorsun.\"
Allah: \"Böyledir, sana âyetlerimiz gelmişti de onları sen unutmuştun, bugün de öylece unutulursun\" der.
Allah buyurur: \"Ayetlerimiz sana geldiğinde sen böyle unutmuştun; bugün de sen aynı şekilde unutuluyorsun.\"
Buyurur ki: “Bu böyledir. Nasıl âyetlerimiz sana geldiğinde sen onları unuttuysan, bu gün de sen öyle unutulur, bir kenara atılırsın.”
(Allah) buyurur ki: \"Nasıl sana ayetlerimiz geldiği zaman, sen onları unuttuysan, bugün de sen öyle unutulursun!\"
وَكَذَٰلِكَ نَجْزِى مَنْ أَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنۢ بِـَٔايَٰتِ رَبِّهِۦ ۚ وَلَعَذَابُ ٱلْءَاخِرَةِ أَشَدُّ وَأَبْقَىٰٓ ﴿١٢٧﴾
Ve işte biz, suç işlemekte ileri gidenleri ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız; ahiret azabıysa elbette daha da çetindir, daha da sürekli.
İşte Biz ölçüsüzce davrananları ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız; ahiretin azabı ise gerçekten daha şiddetli ve daha süreklidir.
vekeẕâlike neczî men esrafe velem yü'mim biâyâti rabbih. vele`aẕâbü-l'âḫirati eşeddü veebḳâ.
İşte haddi aşanları, Rabbinin ayetlerine inanmayanları böylece cezalandıracağız. Hem, ahiretin azabı bu dünya azabından daha şiddetli ve daha devamlıdır.
Doğru yoldan sapanı ve Rabbinin ayetlerine inanmayanı işte böyle cezalandırırız. Ahiret azabı, elbette daha şiddetli ve daha süreklidir.
Sınırı aşanları ve Rabbinin ayet ve mucizelerine inanmıyanları işte böyle cezalandırırız. Ahiretin cezası elbette daha çetin ve daha süreklidir.
İşte haddi aşanları, Rabbinin âyetlerine inanmayanları biz böyle cezalandırırız. Ve muhakkak ki ahiret azabı (dünya azabından) daha şiddetli ve daha devamlıdır.
İsraf eden/haddi aşan ve Rabbinin ayetlerine inanmayan kimseleri biz böyle cezalandırırız. Ve âhiretin azabı çok daha şiddetli, çok daha kalıcıdır.
İşte inkârda ve günahta hadlerini aşanları ve Rab'lerinin âyetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız. Âhiret azabı ise elbette daha şiddetli ve daha devamlı olacaktır.
İşte israf eden ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız. Elbette ahiretin azabı daha çetin ve daha süreklidir.
أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنَ ٱلْقُرُونِ يَمْشُونَ فِى مَسَٰكِنِهِمْ ۗ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍۢ لِّأُو۟لِى ٱلنُّهَىٰ ﴿١٢٨﴾
Onlardan önce nice ümmetleri helak ettik; bu, onları doğru yola sevketmez mi ki? Onların yerlerinde, yurtlarında gezip duruyorlar. Şüphe yok ki bunda, aklı başında olanlara deliller var.
Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini yıkıma uğratmamız, onları doğruya yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların kaldıkları yerlerde (tarihi kalıntıları üzerinde) gezinip duruyorlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için ayetler vardır.
efelem yehdi lehüm kem ehleknâ ḳablehüm mine-lḳurûni yemşûne fî mesâkinihim. inne fî ẕâlike leâyâtil liüli-nnühâ.
Onları yerlerinde gezdikleri, kendilerinden önce yok etmiş olduğumuz bunca nesiller doğru yola sevketmedi mi? Doğrusu bunlarda akıl sahipleri için ibretler vardır.
Bizim, onlardan önce nice nesilleri helak etmiş olmamız kendilerini yola getirmedi mi? Halbuki onların yurtlarında gezip dolaşırlar. Bunda, elbette ki akıl sahipleri için nice ibretler vardır.
Önceki nesillerin yerleşim bölgelerinde dolaşanlar, onları yok edişimizden ders almazlar mı? Bunda akıl sahipleri için işaretler ve kanıtlar vardır.
Onları, yerlerinde gezip durdukları şu kendilerinden önce yok ettiğimiz bunca nesiller(in o korkunç akibeti) doğru yola sevk etmedi mi? Doğrusu bunda ibret alacak aklı olanlar için nice deliller vardır.
Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini helâk etmemiz onları yola getirmedi mi? Onların yurtlarında/barınaklarında dolaşıp duruyorlar. Akıl sahipleri için bunda elbette ibretler vardır!
Bugün meskenlerinde dolaştıkları, daha önce yaşamış bunca nesilleri helâk edişimiz, onları yola getirmedi mi? Elbette bunda akıllı kimseler için alınacak dersler vardır. [22,46; 32,26]
(Bugün) meskenlerinde dolaştıkları, kendilerinden önce yaşamış nice nesilleri yok edişimiz onları hala yola getirmedi mi? Elbette bunda akıl sahipleri için ibretler vardır.
وَلَوْلَا كَلِمَةٌۭ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَكَانَ لِزَامًۭا وَأَجَلٌۭ مُّسَمًّۭى ﴿١٢٩﴾
Rabbinin söylenmiş bir sözü, takdir edilmiş bir hükmü olmasaydı ve o hükmün muayyen bir zamanı bulunmasaydı onlara da azap gelip çetıverirdi.
Eğer Rabbinden geçmiş bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı muhakkak (yıkım azabı) kaçınılmaz olurdu.
velevlâ kelimetün sebeḳat mir rabbike lekâne lizâmev veecelüm müsemmâ.
Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı.
Eğer Rabbinden, daha önce sadır olmuş bir söz ve tayin edilmiş bir vade olmasaydı, (ceza onlar için de dünyada) kaçınılmaz olurdu.
Rabbinin verilmiş bir sözü ve önceden belirlediği plan olmasaydı bunların da icabına hemen bakılırdı.
Eğer Rabbinin verdiği bir hüküm ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı.
Eğer Rabbin tarafından daha önce söylenmiş bir söz, belirlenmiş bir süre olmasaydı, bunlar için de helâk kaçınılmaz olurdu.
Eğer Rabbin tarafından daha önce verilmiş bir söz ve tayin edilmiş bir vâde olmasaydı, azap onlara çoktan gelmiş olurdu!
Eğer Rabbin tarafından söylenmiş bir söz ve belirtilmiş bir süre olmasaydı. (bunların da hemen helak edilmeleri) gerekli olurdu.
فَٱصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ ٱلشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا ۖ وَمِنْ ءَانَآئِ ٱلَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ ٱلنَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَىٰ ﴿١٣٠﴾
Söyledikleri sözlere sabret ve Rabbini, hamd ederek gün doğmadan ve batmadan önce ve gecenin bir kısmıyle gün ortasında noksan sıfatlardan tenzih et de rızasına mazhar ol.
Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin.
faṣbir `alâ mâ yeḳûlûne vesebbiḥ biḥamdi rabbike ḳable ṭulû`i-şşemsi veḳable gurûbihâ. vemin ânâi-lleyli fesebbiḥ veaṭrâfe-nnehâri le`alleke terḍâ.
Onların dediklerine sabret; güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et; gece saatlerinde ve gündüzleri de tesbih et ki Rabbinin rızasına eresin.
(Resulüm!) Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki, sen, Allah'tan hoşnut olasın, (Allah da senden!).
Sözlerine karşı dayanıklı ol, güneşin doğumundan ve batımından önce Rabbini yücelterek an. Geceleyin ve günün her iki ucunda da an ki mutlu olabilesin.
O halde, dediklerine sabret; güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir kısım vakitlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et ki hoşnudluğa eresin.
Artık, onların söylediklerine sabret; Güneş'in doğuşundan önce de batışından önce de Rabbini överek tespih et! Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da tespit et ki, hoşnutluğa erebilesin.
O halde onların söylediklerine sabret! Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbinin yüceliğini ilan et, O'na hamdet! Gecenin bazı vakitlerinde, gündüzün bazı taraflarında da O’na ibadet et ki memnun ve mutlu olasın.
Onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini överek tesbih et; gece sa'atlerinden bir kısmında ve gündüzün taraflarında da tesbih et ki memnun olasın!
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَىٰ مَا مَتَّعْنَا بِهِۦٓ أَزْوَٰجًۭا مِّنْهُمْ زَهْرَةَ ٱلْحَيَوٰةِ ٱلدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ ۚ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌۭ وَأَبْقَىٰ ﴿١٣١﴾
Ve onları, bunlara sınamak için dünya yaşayışının ziyneti olarak faydalandırdığımız malamenale gözünü dikme ve Rabbinin rızkı, hem daha hayırlıdır, hem daha sürekli.
Onlardan bazı gruplara, kendilerini denemek için yararlandırdığımız dünya hayatının süsüne gözünü dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.
velâ temüddenne `ayneyke ilâ mâ metta`nâ bihî ezvâcem minhüm zehrate-lḥayâti-ddünyâ lineftinehüm fîh. verizḳu rabbike ḫayruv veebḳâ.
Kendilerini sınamak için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme, Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır.
Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.
Onların bazılarına, sınamak için verdiğimiz dünya hayatının süslerine gözünü dikme. Rabbinin senin için hazırladığı nimetler daha iyidir ve süreklidir.
Kâfirlerden bir kısmına, onları sınamak için dünya hayatının zineti olarak verdiğimiz ve onunla kendilerini geçindirdiğimiz şeye (mal ve saltanata) sakın rağbetle bakma. Rabbinin (ahiretteki) rızkı daha hayırlı ve daha devamlıdır.
Onlardan bazı çiftlere, kendilerini imtihan etmek için iğreti hayatın süsü olarak verdiğimiz nimetlere gözlerini dikme! Rabbinin rızkı hem daha hayırlı hem daha süreklidir.
Onlardan bazı zümrelere, sırf kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süslerine gözünü dikme! Rabbinin sana verdiği nimet, hem daha hayırlı ve değerli, hem de daha devamlıdır. [15,88; 93,5]
Onlardan bazı zümrelere kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.
وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِٱلصَّلَوٰةِ وَٱصْطَبِرْ عَلَيْهَا ۖ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقًۭا ۖ نَّحْنُ نَرْزُقُكَ ۗ وَٱلْعَٰقِبَةُ لِلتَّقْوَىٰ ﴿١٣٢﴾
Ehline, namaz kılmalarını emret ve sen de devam et namaza. Senden bir rızık istemiyoruz biz, biziz sana rızık veren ve sonuç, çekinenlerindir.
Ehline (ümmetine) namazı emret ve onda kararlı davran. Biz senden rızık istemiyoruz, Biz sana rızık veriyoruz. Sonuç da takvanındır.
ve'mür ehleke biṣṣalâti vaṣṭabir `aleyhâ. lâ nes'elüke rizḳâ. naḥnü nerzüḳuk. vel`âḳibetü littaḳvâ.
Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren Biziz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanındır.
Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takva iledir.
Ailene namazı emret ve bu konunun üstünde önemle dur. Biz senden herhangi bir rızık beklemiyoruz. Aksine biz seni besliyoruz. Sonuç, erdemlilerindir.
(Ey Muhammed!) Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırırız. Güzel akibet takva sahiplerinindir.
Aileni namaza/duaya özendir kendin de ona sabırla devam et! Biz senden rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırıyoruz. Sonuç takvanındır!
Ailene ve ümmetine namaz kılmalarını emret, kendin de namaza devam et! Biz senden rızık istemiyoruz, bilakis senin rızkın Bize aittir. Güzel âkıbet, takvâdadır, yani Allah'ı sayıp haramlardan korunmaktadır.
Ailene namazı emret, kendin de namaz kılmaya dayan. Biz senden rızık istemiyoruz. Seni biz besliyoruz. Sonuç takva(sahipleri)nindir.
وَقَالُوا۟ لَوْلَا يَأْتِينَا بِـَٔايَةٍۢ مِّن رَّبِّهِۦٓ ۚ أَوَلَمْ تَأْتِهِم بَيِّنَةُ مَا فِى ٱلصُّحُفِ ٱلْأُولَىٰ ﴿١٣٣﴾
Ve dediler ki: Bize Rabbinden bir delille, bir mucizeyle gelmeli değil miydin? Evvelki kitaplarda bulunan şeyler, onlara apaçık bildirilmedi mi?
Dediler ki: \"Bize kendi Rabbinden bir ayet (mucize) getirmesi gerekmez miydi?\" Onlara önceki kitaplarda açık belgeler gelmedi mi?
veḳâlû levlâ ye'tînâ biâyetim mir rabbih. evelem te'tihim beyyinetü mâ fi-ṣṣuḥufi-l'ûlâ.
\"Rabbinden bize bir mucize getirseydi ya\" derler. Onlara, önceki Kitablarda bulunan belgeler gelmedi mi?
Onlar: (Muhammed) bize Rabbinden bir mucize getirmeli değil miydi? dediler. Önce gelen kitaplardakinin apaçık delili (Kur'an) onlara gelmedi mi?
\"Bize hiç olmazsa bir ayet (mucize) getirmeliydi!,\" dediler. Daha önceki kitaplarda bulunan beyyine (delil) kendilerine gelmedi mi?
(İnkâr edenler): \"Rabbinden bize bir mucize getirse ya\" dediler. Onlara önceki kitablarda olan apaçık deliller gelmedi mi?
Dediler ki: \"Rabbinden bize bir mucize getirseydi ya!\" Peki, önceki sayfalardaki açık kanıt onlara gelmedi mi?
“O resul, gerçek peygamber olduğuna dair Rabbinden bizim istediğimiz bir mûcize getirse ya!” dediler. Onlara önceki semavî kitaplarda bulunan deliller gelmedi mi?
Dediler ki: \"Rabbinden bize bir ayet (mu'cize) getirmeli değil mi?\" Onlara, önceki Kitap'larda bulunan kanıt gelmedi mi?
وَلَوْ أَنَّآ أَهْلَكْنَٰهُم بِعَذَابٍۢ مِّن قَبْلِهِۦ لَقَالُوا۟ رَبَّنَا لَوْلَآ أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًۭا فَنَتَّبِعَ ءَايَٰتِكَ مِن قَبْلِ أَن نَّذِلَّ وَنَخْزَىٰ ﴿١٣٤﴾
Daha önce, bir azapla helak etseydik onları derlerdi ki: Rabbimiz, bizi horhakir etmeden bir peygamber gönderseydin de delillerine uysaydık.
Eğer Biz onları bundan önceki bir azap ile yıkıma uğratmış olsaydık, şüphesiz diyeceklerdi ki: \"Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de, küçülmeden ve aşağılanmadan önce Senin ayetlerine tabi olsaydık.\"
velev ennâ ehleknâhüm bi`aẕâbim min ḳablihî leḳâlû rabbenâ levlâ erselte ileynâ rasûlen fenettebi`a âyâtike min ḳabli en neẕille venaḫzâ.
Eğer onları ondan önce bir azaba uğratarak yok etseydik: \"Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmazdan önce ayetlerine uysaydık, olmaz mıydı?\" diyeceklerdi.
Eğer biz, bundan (Kur'an'dan) önce onları bir azapla helak etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ya Rabbi! Bize bir elçi gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce ayetlerine uysaydık!
Onları, ondan önce bir ceza ile helak etseydik, \"Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de böyle alçak ve rezil olmadan önce senin ayetlerine uysaydık!,\" derlerdi.
Eğer biz, onları bundan (peygamber veya Kur'ân'dan) önce bir azab ile yok etseydik, muhakkak \"Ey Rabbimiz! bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce âyetlerine uysaydık, olmaz mıydı?\" diyeceklerdi.
Eğer biz onları, ondan önce bir azapla helâk etseydik mutlaka şöyle diyeceklerdi: \"Rabbimiz, ne olurdu bize bir resul gönderseydin de zelil ve rezil olmadan önce senin ayetlerine uysaydık!\"
Şayet Biz peygamber gelmeden kendilerini azab ile helâk edecek olsaydık onlar: “Ey Ulu Rabbimiz, ne olurdu bize bir elçi gönderseydin de, biz böyle rezil ve hakir olmadan önce senin âyetlerine uysaydık!” derlerdi. [10,97; 6,155-157; 10,110]
Şayet onları, ondan önce bir azab ile helak etseydik: \"Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de böyle alçak ve rezil olmadan önce senin ayetlerine uysaydık!\" derlerdi.
قُلْ كُلٌّۭ مُّتَرَبِّصٌۭ فَتَرَبَّصُوا۟ ۖ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَٰبُ ٱلصِّرَٰطِ ٱلسَّوِىِّ وَمَنِ ٱهْتَدَىٰ ﴿١٣٥﴾
De ki: Hepimiz beklemekte, gözetlemekteyiz, siz de gözetip durun, yakında bileceksiniz, doğru yola sahib olanlar kimlermiş, doğru yolu bulan kimmiş.
De ki: \"Herkes gözetlemektedir; siz de gözleyip durun. Sonunda, dümdüz (dosdoğru) yolun sahipleri kimlermiş ve doğru yola ulaşan kimlermiş, pek yakında öğreneceksiniz.\"
ḳul küllüm müterabbiṣun feterabbeṣû. feseta`lemûne men aṣḥâbu-ṣṣirâṭi-sseviyyi vemeni-htedâ.
De ki: \"Herkes gözlemektedir, siz de gözleyin. Şüphesiz düz yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin doğru yolda bulunduğunu bileceksiniz.\"
De ki: Herkes beklemektedir: Öyle ise siz de bekleyin. Yakında anlayacaksınız; doğru düzgün yolun yolcuları kimmiş ve hidayette olan kimmiş!
De ki: \"Herkes gözlemekte. Siz de gözleyin. Düzgün yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin hidayet üzerinde olduğunu ileride bileceksiniz!\"
De ki: \"Hepimiz beklemekteyiz, siz de bekleyedurun. Şüphesiz düz yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin doğru yolda bulunduğunu yakında bileceksiniz.
De ki: \"Herkes bekleyip gözetlemede; hadi siz de bekleyip gözetleyin! Yakında bileceksiniz dosdoğru yolu izleyenler kimlermiş, hidayete eren kimmiş!\"
De ki: “Herkes beklemede! Siz de gözleyin bakalım! Doğru yolu tutanların, hidâyete erenlerin kim olduğunu yakında anlayacaksınız!” [25,42; 54,26]
De ki: \"Herkes gözetlemektedir. Gözetleyin, düzgün yolun sahipleri kimdir, doğru yolda olan kimdir, bileceksiniz!\"