Settings
Surah The Believers [Al-Mumenoon] in Turkish
قَدْ أَفْلَحَ ٱلْمُؤْمِنُونَ ﴿١﴾
Gerçekten de kurtulmuşlardır, muratlarına ermişlerdir inananlar.
Mü'minler gerçekten felah bulmuştur;
ḳad efleḥa-lmü'minûn.
Müminler saadete ermişlerdir.
Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir;
İnananlar başarıya ulaşmışlardır.
Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir,
Hiç kuşku yok, kurtulmuştur müminler.
Muhakkak ki müminler, mutluluk ve başarıya erdiler.
Felaha ulaştı o mü'minler.
ٱلَّذِينَ هُمْ فِى صَلَاتِهِمْ خَٰشِعُونَ ﴿٢﴾
Öyle kişilerdir onlar ki namazlarını gönül alçaklığıyla kılarlar.
Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır;
elleẕîne hüm fî ṣalâtihim ḫâşi`ûn.
Onlar namazda huşu içindedirler.
Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler;
Nitekim onlar namazlarında saygılıdırlar.
Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler,
Namazlarında/dualarında huşû sahipleridir onlar.
Onlar namazlarında tam bir saygı ve tevazu içindedirler.
Ki onlar, namazlarında saygılıdırlar.
وَٱلَّذِينَ هُمْ عَنِ ٱللَّغْوِ مُعْرِضُونَ ﴿٣﴾
Ve öyle kişilerdir onlar ki boş şeylerden yüz çevirirler.
Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir;
velleẕîne hüm `ani-llagvi mü`riḍûn.
Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.
Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler;
Boş sözlerden yüz çevirirler.
Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler,
Boş ve lüzumsuz sözden yüz çevirmişlerdir onlar.
Onlar boş şeylerden uzak dururlar. [25,72]
Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.
وَٱلَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَوٰةِ فَٰعِلُونَ ﴿٤﴾
Ve öyle kişilerdir onlar ki zekatlarını verirler.
Onlar, zekata ilişkin (söz ve görevlerini mutlaka) yerine getirenlerdir;
velleẕîne hüm lilzekâti fâ`ilûn.
Onlar zekatlarını verirler.
Onlar ki, zekatı verirler;
Zekatı pratiğe geçirirler.
Onlar ki, zekat (vazifelerini) yerine getirirler,
Zekâtı vermek için faaliyettedir onlar.
Onlar zekâtı ifa eder (kendilerini maddeten ve manen arındırırlar). [91,9-10; 41,6-7]
Onlar zekatı verirler.
وَٱلَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَٰفِظُونَ ﴿٥﴾
Ve öyle kişilerdir onlar ki ırzlarını korurlar.
Ve onlar ırzlarını koruyanlardır;
velleẕîne hüm lifürûcihim ḥâfiżûn.
Onlar, eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten korurlar. Doğrusu bunlar yerilemezler.
Ve onlar ki, iffetlerini korurlar;
Ve cinsel ilişkilerden sakınırlar;
Ve onlar ki, iffetlerini korurlar,
Cinsiyet organlarını/ırzlarını koruyanlardır onlar.
Onlar mahrem yerlerini günahlardan korurlar. Yalnız eşleri ve cariyeleri ile ilişki kurarlar. Çünkü bunu yapanlar ayıplanamazlar. Ama bu sınırın ötesine geçmek peşinde olanlar, işte onlardır haddi aşanlar.
Ve onlar ırzlarını korurlar.
إِلَّا عَلَىٰٓ أَزْوَٰجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَٰنُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ ﴿٦﴾
Ancak eşleri, ve malları olan cariyeleri müstesna ve bunda da hiç kınanmaz onlar.
Ancak eşleri ya da sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda kınanmış değillerdir.
illâ `alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânühüm feinnehüm gayru melûmîn.
Onlar, eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten korurlar. Doğrusu bunlar yerilemezler.
Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.
Ancak eşleri veya sahip oldukları hariç. Onlar kınanmazlar.
Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir.
Eşleri yahut akitleri aracılığıyla sahip bulundukları müstesnadır. Bu durumda kınanmış değillerdir onlar.
Onlar mahrem yerlerini günahlardan korurlar. Yalnız eşleri ve cariyeleri ile ilişki kurarlar. Çünkü bunu yapanlar ayıplanamazlar. Ama bu sınırın ötesine geçmek peşinde olanlar, işte onlardır haddi aşanlar.
Ancak eşleri, yahut ellerinin sahipolduğu (cariyeler) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı da) onlar kınanmazlar.
فَمَنِ ٱبْتَغَىٰ وَرَآءَ ذَٰلِكَ فَأُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْعَادُونَ ﴿٧﴾
Bunun ötesinde bir şey isteyenlerse, onlardır haddi aşanlar.
Fakat kim bundan ötesini ararsa, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir.
femeni-btegâ verâe ẕâlike feülâike hümü-l`âdûn.
Bu sınırları aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir.
Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir.
Kim bunun ötesini ararsa sınırı aşmış olur.
Şu halde, kim bunun ötesine gitmeyi isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir.
Kim bundan ötesini isterse, işte onlar, sınırı aşanlardır.
Onlar mahrem yerlerini günahlardan korurlar. Yalnız eşleri ve cariyeleri ile ilişki kurarlar. Çünkü bunu yapanlar ayıplanamazlar. Ama bu sınırın ötesine geçmek peşinde olanlar, işte onlardır haddi aşanlar.
Ama bunun ötesine gitmek isteyen olursa, işte onlar haddi aşanlardır.
وَٱلَّذِينَ هُمْ لِأَمَٰنَٰتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَٰعُونَ ﴿٨﴾
Ve öyle kişilerdir onlar ki emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.
(Yine) Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir.
velleẕîne hüm liemânâtihim ve`ahdihim râ`ûn.
Onlar emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler.
Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler;
Onlar ki kendilerine emanet edilen şeylere dikkat ederler. Verdikleri sözleri de yerine getirirler.
Yine onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler,
O müminler, emanetlerine, ahitlerine saygı duyup sahip çıkanlardır.
O müminler üzerlerindeki emanetleri gözetirler, verdikleri sözleri tam tamına tutarlar.
Ve o(mü'min)ler emanetlerine ve ahidlerine özen gösterirler.
وَٱلَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَوَٰتِهِمْ يُحَافِظُونَ ﴿٩﴾
Ve öyle kişilerdir onlar ki namazlarını korurlar.
Onlar, namazlarını da (titizlikle) koruyanlardır.
velleẕîne hüm `alâ ṣalevâtihim yüḥâfiżûn.
Namazlarına riayet ederler.
Ve onlar ki, namazlarına devam ederler.
Onlar ki namazlarını düzenli olarak gözetirler.
Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler,
Namazlarını/dualarını korumaya devam ederler onlar.
Onlar namazlarını vaktinde eda edip zayi etmekten korurlar.
Onlar namazlarını (vakitlerinde kılarak) korurlar.
أُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْوَٰرِثُونَ ﴿١٠﴾
Onlardır mirasçılar.
İşte (yeryüzünün hakimiyetine ve ahiretin nimetlerine) varis olacak onlardır.
ülâike hümü-lvâriŝûn.
İşte onlar, temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olanlardır.
İşte, asıl bunlar varis olacaklardır;
İşte varis olacaklar onlardır.
İşte asıl onlar varislerdir.
İşte bunlardır mirasçı olanlar;
“İşte vâris olanlar, ebedî kalacakları Firdevs cennetine vâris olanlar onlardır onlar. [19,63; 43,72]
İşte varis olacaklar onlardır.
ٱلَّذِينَ يَرِثُونَ ٱلْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَٰلِدُونَ ﴿١١﴾
Öyle kişilerdir onlar ki Firdevs'i miras alırlar ve onlar orada ebedi kalırlar.
Ki onlar Firdevs (cennetlerin)e de varis olacaklardır; içinde de ebedi olarak kalacaklardır.
elleẕîne yeriŝûne-lfirdevs. hüm fîhâ ḫâlidûn.
İşte onlar, temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olanlardır.
(Evet) Firdevs'e varis olan bu kimseler, orada ebedi kalıcıdırlar.
Cennete mirasçı olacak ve orada ebedi kalacaklar.
Ki, Firdevs'e varis olan bu kimseler orada ebedî kalırlar.
Ki, Firdevs cennetine mirasçı olurlar, onda sürekli kalırlar.
“İşte vâris olanlar, ebedî kalacakları Firdevs cennetine vâris olanlar onlardır onlar. [19,63; 43,72]
Onlar (en yüksek cennet olan) Firdevs'e varis olacaklar, orada ebedi kalacaklardır.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا ٱلْإِنسَٰنَ مِن سُلَٰلَةٍۢ مِّن طِينٍۢ ﴿١٢﴾
Andolsun ki biz insanı, balçık mayasından yarattık.
Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.
veleḳad ḫalaḳne-l'insâne min sülâletim min ṭîn.
And olsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık.
Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık.
Biz, insanı özel bir balçıktan yarattık
And olsun biz insanı, çamurdan, bir sülâleden (süzülüp çıkarılmış çamurdan) yarattık.
Yemin olsun ki, biz insanı topraktan oluşan bir özden yarattık.
Şu bir gerçektir ki Biz insanı süzme çamurdan yaratırız. [30,20; 6,2; 32,8]
Andolsun biz insanı çamurdan bir süzmeden yarattık.
ثُمَّ جَعَلْنَٰهُ نُطْفَةًۭ فِى قَرَارٍۢ مَّكِينٍۢ ﴿١٣﴾
Sonra onu, sağlam bir karar yurdunda bir katre su kıldık.
Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.
ŝümme ce`alnâhü nuṭfeten fî ḳarârim mekîn.
Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik.
Sonra onu sağlam bir karargahta nutfe haline getirdik.
Sonra onu sağlam bir bekleme yerinde bir damlacık haline getirdik.
Sonra onu emin ve sağlam bir karargahta (rahimde) nutfe (sperma) haline getirdik.
Sonra onu çok dayanaklı bir karargâhta bir damlacık yaptık.
Sonra onu nutfe (sperm) halinde sağlam bir yere yerleştiririz.
Sonra onu bir nutfe (sperm) olarak sağlam bir karar yerine koyduk.
ثُمَّ خَلَقْنَا ٱلنُّطْفَةَ عَلَقَةًۭ فَخَلَقْنَا ٱلْعَلَقَةَ مُضْغَةًۭ فَخَلَقْنَا ٱلْمُضْغَةَ عِظَٰمًۭا فَكَسَوْنَا ٱلْعِظَٰمَ لَحْمًۭا ثُمَّ أَنشَأْنَٰهُ خَلْقًا ءَاخَرَ ۚ فَتَبَارَكَ ٱللَّهُ أَحْسَنُ ٱلْخَٰلِقِينَ ﴿١٤﴾
Sonra o bir katre suyu kan pıhtısı haline getirdik, derken kan pıhtısını bir parça et haline soktuk, derken ette kemikler yarattık, derken kemiklere et giydirdik, sonra da onu başka bir yaratılışla meydana getirdik; ne yücedir şanı yaratıcıların en güzeli Allah'ın.
Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir.
ŝümme ḫalaḳne-nnuṭfete `aleḳaten feḫalaḳne-l`aleḳate muḍgaten feḫalaḳne-lmuḍgate `iżâmen fekesevne-l`iżâme laḥmâ. ŝümme enşe'nâhü ḫalḳan âḫar. fetebârake-llâhü aḥsenü-lḫâliḳîn.
Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık: Biçim verenlerin en güzeli olan Allah ne uludur!
Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıpyaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.
Sonra, o damlacığı, embriyo olarak biçimlendirdik, sonra embriyoyu dölüt olarak biçimlendirdik, sonra dölütü kemik olarak biçimlendirdik, sonra kemiğe et giydirdik ve sonra onu yeni bir yaratık haline soktuk. Biçim verenlerin en güzeli ALLAH çok yücedir.
Sonra nutfeyi bir alaka (embrio) yarattık, derken o alakayı bir mudga (bir çiğnem et parçası halinde) yarattık, derken o mudgayı bir takım kemik yarattık, derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra onu diğer bir yaratık olarak teşekkül ettirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, pek yücedir.
Sonra o damlacığı bir embriyo halinde yarattık, sonra o embriyoyu bir et parçası halinde yarattık, sonra o et parçasını bir kemik halinde yarattık ve nihayet o kemiğe de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka yaratılışta yeniden kurduk. Yaratıcıların en güzeli Allah'ın kudret ve sanatı ne yücedir!
Sonra nutfeyi (rahim cidarına) yapışan bir hücreye, bunu da mudgaya, yani bir çiğnem et görünümündeki varlığa, mudgayı kemiklere dönüştürür, sonra da kemiklere et giydirip, derken yeni bir yaratılışa mazhar ederiz. İşte bak da Allah'ın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün! [22,5]
Sonra nutfeyi alaka(embriyo)ya çevirdik, alaka(embriyo)yı bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir!
ثُمَّ إِنَّكُم بَعْدَ ذَٰلِكَ لَمَيِّتُونَ ﴿١٥﴾
Sonra şüphe yok ki siz öleceksiniz.
Sonra bunun ardından siz gerçekten ölecek olanlarsınız.
ŝümme inneküm ba`de ẕâlike lemeyyitûn.
Sizler, bütün bunlardan sonra ölürsünüz.
Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından elbet öleceksiniz.
Sonra siz, bunun ardından öleceksiniz.
Sonra siz bunun ardından, muhakkak ki öleceksiniz.
Sonra, siz bütün bunların ardından mutlaka öleceksiniz.
Ve bütün bunlardan sonra, siz ey insanlar, ölürsünüz. [21,35]
Sonra siz, bunun ardından öleceksiniz.
ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ تُبْعَثُونَ ﴿١٦﴾
Sonra gene şüphe yok ki kıyamet günü tekrar diriltileceksiniz.
Sonra siz gerçekten kıyamet günü diriltileceksiniz.
ŝümme inneküm yevme-lḳiyâmeti tüb`aŝûn.
Şüphesiz kıyamet günü tekrar diriltilirsiniz.
Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz.
Sonra siz, kıyamet (ayağa kalkış) günü diriltileceksiniz.
Sonra da siz, şüphesiz, kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz.
Sonra, siz kıyamet gününde yeniden diriltileceksiniz.
Sonra büyük duruşma (kıyamet) günü diriltilirsiniz.
Sonra, siz kıyamet günü muhakkak diriltileceksiniz.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَآئِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ ٱلْخَلْقِ غَٰفِلِينَ ﴿١٧﴾
Ve andolsun ki üstünüzde yedi yol yarattık ve bu yaratıştan gafil değiliz biz.
Andolsun, Biz sizin üstünüzde yedi yol yarattık; Biz yaratmada gafiller değiliz.
veleḳad ḫalaḳnâ fevḳaküm seb`a ṭarâiḳ. vemâ künnâ `ani-lḫalḳi gâfilîn.
And olsun ki, üstünüzde yedi tabaka yarattık. Biz, yarattığımızdan habersiz değiliz.
Andolsun biz, sizin üstünüzde yedi yol yarattık. Biz yaratmaktan habersiz değiliz.
Üstünüzde yedi yol yarattık ve biz asla yaratıklardan habersiz olmadık.
Andolsun biz, sizin üstünüzde yedi yol yarattık. Biz, yaratmaktan habersiz değiliz.
Yemin olsun, biz sizin üstünüzde yedi yol yarattık! Ve biz yaratılıştan/yaratılmışlardan gafil de değiliz.
Yine şu da bir gerçektir ki, Biz sizin üstünüzde yedi tabaka yarattık. Biz yaratmadan da, yarattıklarımızdan da habersiz değiliz. [2, 29; 40,57; 32,4-12; 17,44; 71,15; 65,12]
Üstünüzde de yedi tabaka (yedi gök) yarattık. Biz yaratmadan gafil değiliz.
وَأَنزَلْنَا مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءًۢ بِقَدَرٍۢ فَأَسْكَنَّٰهُ فِى ٱلْأَرْضِ ۖ وَإِنَّا عَلَىٰ ذَهَابٍۭ بِهِۦ لَقَٰدِرُونَ ﴿١٨﴾
Ve gökten, ihtiyaç miktarınca yağmur yağdırdık da yağmur suyunu yerde kararlaştırdık, topladık ve bizim, hiç şüphe yok ki onu gidermeye de gücümüz yeter.
Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz Biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz.
veenzelnâ mine-ssemâi mâem biḳaderin feeskennâhü fi-l'arḍ. veinnâ `alâ ẕehâbim bihî leḳâdirûn.
Gökten suyu ölçülü indirdik de, onu yerde durdurduk. Şüphesiz onu gidermeye de kadiriz.
Gökten uygun bir ölçüde yağmur indirip onu arzda durdurduk. Bizim onu gidermeye de elbet gücümüz yeter.
Gökten belli bir oranda su indirdik ve onu toprakta depoladık. Kuşkusuz onu gidermeye de gücümüz yeter.
Gökten uygun bir ölçüde yağmur indirip onu yerde durgunlaştırdık. Bizim onu gidermeye de elbet gücümüz yeter.
Gökten bir kaderle/belli ölçüde bir su indirdik de onu yeryüzünde durdurduk. Elbette ki biz, onu gidermeye de gücü yetenleriz!
Biz gökten belirlediğimiz bir ölçüye göre su indirir ve onu yerde dinlendiririz. Ama dilersek onu yerden gidermeye de kadiriz.
Gökten belli ölçü ve miktarda su indirip onu yerde durdurduk. Biz onu (indirmeğe kadir olduğumuz gibi) gidermeğe de kadiriz.
فَأَنشَأْنَا لَكُم بِهِۦ جَنَّٰتٍۢ مِّن نَّخِيلٍۢ وَأَعْنَٰبٍۢ لَّكُمْ فِيهَا فَوَٰكِهُ كَثِيرَةٌۭ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ ﴿١٩﴾
Onunla da size hurmalıklar ve üzüm bağları meydana getirdik, oralarda sizin için birçok meyvelar var, onlardan yemedesiniz.
Böylelikle, bununla size hurmalıklardan, üzümlüklerden bahçeler-bağlar geliştirdik, içlerinde çok sayıda yemişler vardır; sizler onlardan yemektesiniz.
feenşe'nâ leküm bihî cennâtim min neḫîliv vea`nâb. leküm fîhâ fevâkihü keŝîratüv veminhâ te'külûn.
Onunla, içinde, yediğiniz birçok meyvalar bulunan hurmalık ve üzüm bağları, Tur-i Sina'da yetişen, yiyenlere, yağ ve katık veren zeytin ağacını var ettik.
Böylece onun (yağmurun) sayesinde sizin yararınıza hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bunlarda sizin için birçok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz.
Onunla, sizin için bir çok meyvelar içeren hurma ve üzüm bahçeleri yaptık; onlardan yiyip duruyorsunuz.
Böylece onun (yağmurun) sayesinde sizin yararınıza hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik ki, bunlarda sizin için bir çok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz.
Onunla size hurmalardan ve üzümlerden bahçeler yetiştirdik, onlarda sizin için birçok meyveler vardır; onlardan yiyorsunuz.
O su ile sizin için hurma ve üzüm bağları yetiştiririz ki onlarda size çok faydalar vardır, onlardan yersiniz de. [16,11; 36,34-35]
Onunla size, içlerinde sizin için birçok meyvalar bulunan hurma ve üzüm bahçeleri yetiştirdik, onlardan yiyorsunuz.
وَشَجَرَةًۭ تَخْرُجُ مِن طُورِ سَيْنَآءَ تَنۢبُتُ بِٱلدُّهْنِ وَصِبْغٍۢ لِّلْءَاكِلِينَ ﴿٢٠﴾
Ve Turı Seyna'dan çıkan bir ağaç da meydana getirdik ki yağıyla ve yiyenlere, katığıyla biter.
Ve (daha çok) Tur-i Sina'da çıkan bir ağaç (türü de yarattık); o yağlı ve yiyenlere bir katık olarak bitmekte (ürün vermekte)dir.
veşeceraten taḫrucü min ṭûri seynâe tembütü biddühni veṣibgil lil'âkilîn.
Onunla, içinde, yediğiniz birçok meyvalar bulunan hurmalık ve üzüm bağları, Tur-i Sina'da yetişen, yiyenlere, yağ ve katık veren zeytin ağacını var ettik.
Tur-i Sina'da da yetişen bir ağaç daha meydana getirdik ki, bu ağaç hem yağ hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (zeytin) verir.
Sina Dağı civarında yetişen ve yiyenler için yağ ve lezzet üreten bir ağaç...
Tûrı Sinâ'da (dahi) yetişen bir ağaç da meydana getirdik ki, bu ağaç, hem yağ, hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (zeytin) verir.
Ve bir ağaç da yetiştirdik ki, Tûr-i Sina'dan çıkar, yağlı olarak biter; yiyenlere katıktır.
Sina Dağından çıkan bir nebat da yetiştiririz ki o ağaç hem yağ, hem de yiyenlere bir katık çıkarır.
Yine onunla Tur-i Sina'dan çıkan, (meyvası) yağlı olarak biten, yiyenlerin (yağına ekmeklerini) batıracakları bir (zeytin) ağac(ı) yetiştirdik.
وَإِنَّ لَكُمْ فِى ٱلْأَنْعَٰمِ لَعِبْرَةًۭ ۖ نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِى بُطُونِهَا وَلَكُمْ فِيهَا مَنَٰفِعُ كَثِيرَةٌۭ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ ﴿٢١﴾
Ve şüphe yok ki dört ayaklı hayvanlarda da ibret var sizin için elbette; karınlarındakini içiririz size ve onlarda, size daha birçok da faydalar var ve bir kısmını yersiniz.
Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır; karınlarının içinde olanlardan size içirmekteyiz ve onlarda sizin için daha birçok yararlar var. Sizler onlardan yemektesiniz.
veinne leküm fi-l'en`âmi le`ibrah. nüsḳîküm mimmâ fî büṭûnihâ veleküm fîhâ menâfi`u keŝîratüv veminhâ te'külûn.
Ehli hayvanlarda size ders vardır; onlardan çıkan sütten size içiririz; onlarda daha birçok menfaatiniz vardır. Onlardan yersiniz.
Hayvanlarda sizin için elbette ibretler vardır. Onların karınlarındakinden (sütlerinden) size içiririz. Onlarda sizin için birçok faydalar daha vardır; etlerinden de yersiniz.
Çiftlik hayvanlarında sizin için bir ders vardır. Karınlarındaki maddeden sizi içiriyoruz, onlarda sizin için bir çok yararlar mevcuttur; hatta onlardan yiyorsunuz.
Hayvanlarda da sizin için elbette ibretler vardır. Onların karınlarındakilerden size içiririz. Onlarda sizin için birtakım faydalar daha vardır; ayrıca etlerini yersiniz.
Davarlarda da sizin için elbette bir ibret vardır! Onların karınlarındakilerden size içiriyoruz. Onlarda sizin için birçok yarar var. Onlardan yiyorsunuz da.
Davarlarda da sizin için ibretler vardır. Onların içinden çıkan sütle sizi besleriz. Daha onlarda sizin için nice faydalar bulunur. Onların etinden de yersiniz. [16,5-7; 36,71-73]
Hayvanlarda da sizin için ibret vardır: Karınlarının içindekinden size içiriyoruz. Onlarda sizin için daha birçok faydalar var, aynı zamanda onlardan yersiniz.
وَعَلَيْهَا وَعَلَى ٱلْفُلْكِ تُحْمَلُونَ ﴿٢٢﴾
Onlara ve gemiye binersiniz.
Onların üzerinde ve gemilerde taşınmaktasınız.
ve`aleyhâ ve`ale-lfülki tuḥmelûn.
Hem onların ve hem de gemilerin üzerinde taşınırsınız.
Onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.
Onların üzerinde ve gemiler üzerinde taşınıyorsunuz.
Hem onlara ve hem gemiye yüklenirsiniz.
Hem onlar üzerinde hem de gemiler üzerinde taşınıyorsunuz.
Onlara da, gemilere de binersiniz. [17,70]
O(hayva)nların üzerinde ve gemiler üzerinde taşınırsınız.
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِۦ فَقَالَ يَٰقَوْمِ ٱعْبُدُوا۟ ٱللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُۥٓ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ ﴿٢٣﴾
Ve andolsun ki Nuh'u kavmine gönderdik de ey kavmim dedi, kulluk edin Allah'a, size yoktur ondan başka bir mabut, hala mı çekinmeyeceksiniz?
Andolsun, Biz Nuh'u kendi kavmine (elçi olarak) gönderdik. Böylece kavmine dedi ki: \"Ey Kavmim, Allah'a kulluk edin. O'nun dışında sizin başka İlahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?\"
veleḳad erselnâ nûḥan ilâ ḳavmihî feḳâle yâ ḳavmi-`büdü-llâhe mâ leküm min ilâhin gayruh. efelâ tetteḳûn.
And olsun ki Nuh'u milletine gönderdik; onlara: \"Ey milletim! Allah'a kulluk edin; O'ndan başka tanrınız yoktur; sakınmaz mısınız?\" dedi.
Andolsun ki, Nuh'u kavmine gönderdik ve o: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka bir tanrı yoktur. Hala sakınmaz mısınız? dedi.
Nuh'u halkına göndermiştik de, \"Halkım, ALLAH'a kulluk ediniz. O'ndan başka bir tanrınız yoktur. Saygı duyup erdemli davranmaz mısınız,\" demişti.
And olsun biz, Nûh'u kavmine gönderdik. \"Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin. O'ndan başka tanrınız yoktur. Hâlâ sakınmaz mısınız?\"
Yemin olsun, Nûh'u toplumuna resul olarak gönderdik de o şöyle dedi: \"Ey toplumum! Allah'a kulluk/ibadet edin! O'ndan başka tanrınız yok sizin. Hâlâ sakınmayacak mısınız?\"
Bir zaman, halkını irşad etmesi gayesiyle Nûh'u gönderdik de: “Ey halkım, dedi, yalnız Allah’a ibadet ediniz. Zira sizin Ondan başka ilahınız yoktur. Gerçek bu iken hâlâ şirkten sakınmaz mısınız?”
Andolsun biz, Nuh'u kavmine gönderdik: \"Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur, korunmaz mısınız?\"
فَقَالَ ٱلْمَلَؤُا۟ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ مِن قَوْمِهِۦ مَا هَٰذَآ إِلَّا بَشَرٌۭ مِّثْلُكُمْ يُرِيدُ أَن يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْ وَلَوْ شَآءَ ٱللَّهُ لَأَنزَلَ مَلَٰٓئِكَةًۭ مَّا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِىٓ ءَابَآئِنَا ٱلْأَوَّلِينَ ﴿٢٤﴾
Kavminin ileri gelenlerinden kafir olanlar, bu dediler, sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, size üstün olmayı dilemekte ve Allah isteseydi melekleri indirirdi, fakat bizden önce gelip geçen atalarımız zamanında da böyle bir şey olduğunu duymadık biz.
Bunun üzerine, kavminden inkara sapmış önde gelenler dediler ki: \"Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Eğer Allah (öne sürdüklerini) dilemiş olsaydı, muhakkak melekler indirirdi. Hem biz geçmiş atalarımızdan da bunu işitmiş değiliz.\"
feḳâle-lmeleü-lleẕîne keferû min ḳavmihî mâ hâẕâ illâ beşerum miŝlüküm yürîdü ey yetefeḍḍale `aleyküm. velev şâe-llâhü leenzele melâikeh. mâ semi`nâ bihâẕâ fî âbâine-l'evvelîn.
Milletinin inkarcı ileri gelenleri: \"Bu, sizin gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı melekler indirirdi. İlk atalarımızdan beri böyle birşey işitmedik. Bu adamda nedense biraz delilik var, bir süreye kadar onu gözetleyin\" dediler.
Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri şöyle dediler: \"Bu, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hakim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.\"
Halkının ileri gelen inkarcıları, \"Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Üzerinize egemen olmak istiyor. ALLAH dileseydi bir melek indirirdi. İlk atalarımızdan böyle bir şey işitmedik.
Bunun üzerine, kavminin içinden kâfir kodaman topluluğu \"Bu, dediler, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hakim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki bir melek gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.\"
Toplumu içinden inkârcı kodaman grup şöyle dedi: \"Bu adam, sizin gibi bir insandan başka şey değil; size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, melekler indirirdi. Biz ilk atalarımız arasında böyle bir şey duymadık.\"
Halkından ileri gelen birtakım kâfirler: “Bu,” dediler, “sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, böyleyken size hakim olmak istiyor.” “Allah bize mesaj ulaştırmak isteseydi, (böyle sizin gibi bir insan göndermez), melaike indirirdi. Nitekim biz atalarımızdan da böyle bir şey işitmedik. Bu delinin tekinden başka biri değil. Ona biraz süre tanıyın, sonra iş aydınlanır, siz de gereğini yaparsınız.”
Kavminin içinden ileri gelen inkarcı bir grup (şöyle) dedi: \"Bu da sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Size üstün gelmek istiyor. Eğer Allah (elçi göndermek) dileseydi, melekleri indirirdi. Biz ilk babalarımızdan böyle bir şey işitmedik.\"
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌۢ بِهِۦ جِنَّةٌۭ فَتَرَبَّصُوا۟ بِهِۦ حَتَّىٰ حِينٍۢ ﴿٢٥﴾
Bu, deliliğe tutulmuş bir adam ancak, artık bir zamanadek gözetleyin bunu.
\"O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin.\"
in hüve illâ racülüm bihî cinnetün feterabbeṣû bihî ḥattâ ḥîn.
Milletinin inkarcı ileri gelenleri: \"Bu, sizin gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı melekler indirirdi. İlk atalarımızdan beri böyle birşey işitmedik. Bu adamda nedense biraz delilik var, bir süreye kadar onu gözetleyin\" dediler.
\"Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyle ise, bir süreye kadar ona katlanıp bekleyin bakalım.\"
O, sadece deli bir adamdır. Hele bir süreye kadar onu gözleyin.
\"Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyle ise, bir süreye kadar ona katlanıp (durumu) gözetleyin bakalım.\"
\"Cinnet getirmiş bir adamdan başkası değildir o. Belli bir süreye kadar göz altında tutun onu.\"
Halkından ileri gelen birtakım kâfirler: “Bu,” dediler, “sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, böyleyken size hakim olmak istiyor.” “Allah bize mesaj ulaştırmak isteseydi, (böyle sizin gibi bir insan göndermez), melaike indirirdi. Nitekim biz atalarımızdan da böyle bir şey işitmedik. Bu delinin tekinden başka biri değil. Ona biraz süre tanıyın, sonra iş aydınlanır, siz de gereğini yaparsınız.”
O, kendisinde delilik bulunan bir adamdır, başka bir şey değildir. Hele bir süreye kadar onu gözetleyin. He is only a man in whom is a madness, so watch him for a while.
قَالَ رَبِّ ٱنصُرْنِى بِمَا كَذَّبُونِ ﴿٢٦﴾
Nuh, Rabbim dedi, beni yalanlamalarına karşı sen yardım et bana.
\"Rabbim\" dedi (Nuh). \"Beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et.\"
ḳâle rabbi-nṣurnî bimâ keẕẕebûn.
Nuh: \"Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et\" dedi.
(Nuh), Rabbim! dedi, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!
Dedi ki, \"Rabbim, beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et.
Nuh: \"Rabbim! dedi, beni yalana çıkarmalarına karşı bana yardım et!\"
Nûh şöyle yakardı: \"Rabbim, beni yalanlamaları karşısında yardım et bana!\"
Nuh: “Ya Rabbî, dedi, beni yalancı saymalarına karşı Sen yardım et bana!”
(Nuh): \"Rabbim, beni yalanlamaları karşısında bana yardım et (bana verdiğin sözü yerine getir)!\" dedi.
فَأَوْحَيْنَآ إِلَيْهِ أَنِ ٱصْنَعِ ٱلْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَآءَ أَمْرُنَا وَفَارَ ٱلتَّنُّورُ ۙ فَٱسْلُكْ فِيهَا مِن كُلٍّۢ زَوْجَيْنِ ٱثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَن سَبَقَ عَلَيْهِ ٱلْقَوْلُ مِنْهُمْ ۖ وَلَا تُخَٰطِبْنِى فِى ٱلَّذِينَ ظَلَمُوٓا۟ ۖ إِنَّهُم مُّغْرَقُونَ ﴿٢٧﴾
Derken ona, nezaretimiz altında ve vahyimize uyarak bir gemi yap diye vahyettik; derken emrimiz gelip tandırın altından su kaynamaya başlayınca her mahluktan birer çifti ve helaki takdir edilenden başka ailenden olanları gemiye yükle ve zulmedenler hakkında bana söz söyleme, şüphe yok ki onlar garkolacaklar dedik.
Böylelikle Biz ona: \"Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Nitekim Bizim emrimiz gelip de tandır kızışınca, onun içine her (tür hayvandan) ikişer çift ile, içlerinden aleyhlerine söz geçmiş (azap gerekmiş) olanlar dışında olan aileni de alıp koy; zulmedenler konusunda Bana muhatap olma, çünkü onlar boğulacaklardır\" diye vahyettik.
feevḥaynâ ileyhi eni-ṣne`i-lfülke bia`yüninâ vevaḥyinâ feiẕâ câe emrunâ vefâra-ttennûru feslük fîhâ min küllin zevceyni-ŝneyni veehleke illâ men sebeḳa `aleyhi-lḳavlü minhüm. velâ tüḫâṭibnî fi-lleẕîne żalemû. innehüm mugraḳûn.
Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: \"Nezaretimiz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap; buyruğumuz gelip tandırdan sular kaynayınca her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu alıp gemiye bindir. Haksızlık yapanlar için Bana baş vurma, çünkü onlar suda boğulacaklardır.\"
Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: Gözlerimizin önünde (muhafazamız altında) ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de, içlerinden, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.
Bunun üzerine kendisine şöyle vahyettik: \"Gözümüzün önünde ve vahyimize uygun olarak gemiyi yap. Emrimiz gelince, kaynaklar kaynayıp taşınca her çeşit (evcil hayvanı) ve aleyhlerine hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni al. Zalimler adına benimle konuşma; onlar boğulacaklardır.\"
Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: Bizim nezaretimiz altında ve vahyimizle gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de tandır kaynayınca, her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de içlerinden, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır!
Bunun üzerine biz, Nûh'a şöyle vahyettik: \"Gözlerimizin önünde ve vahyimize uygun olarak gemiyi yap. Emrimiz gelip tandır kaynayınca, ailenle birlikte her türden iki çifti gemiye sok. İçlerinden, haklarında daha önce hüküm verilmiş olanları dışta bırak. Zulmetmiş olanlar hakkında bana yakarıp durma. Onlar kesinlikle boğulacaklardır.\"
Biz de ona vahyedip bildirdik ki: “Nezaretimiz altında ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Buyruğumuz gelip tandır kaynayınca her cinsten birer çift ile haklarında azap hükmü takdir edilmiş olanlar dışında kalan aile halkını yanına al! Zalim ve kâfirler hakkında sakın Bana başvurma! Çünkü onlar suda boğulacaklardır.”
Biz de ona vahyettik ki: \"Gözlerimizin önünde ve vahyimiz(öğretimimiz)le o gemiyi yap. Bizim buyruğumuz gelip de tandır kaynayınca her cinsten iki çift ve aileni de alıp ona sok. Yalnız onlar içinde alehylerine söz geçmiş (azabımıza uğrama hükmü giymiş) olanları bırak. O zulmedenler hakkında bana yalvarma; onlar, mutlaka boğulacaklardır!
فَإِذَا ٱسْتَوَيْتَ أَنتَ وَمَن مَّعَكَ عَلَى ٱلْفُلْكِ فَقُلِ ٱلْحَمْدُ لِلَّهِ ٱلَّذِى نَجَّىٰنَا مِنَ ٱلْقَوْمِ ٱلظَّٰلِمِينَ ﴿٢٨﴾
Sen ve seninle beraber bulunanlar, gemiye oturunca da hamdolsun Allah'a ki de, bizi zalim topluluktan kurtardı.
\"Böylece sen, beraberinde olanlarla gemiye bindiğinde o zaman de ki: \"Bizi o zulmeden kavimden kurtaran Allah'a hamd olsun.\"
feiẕe-steveyte ente vemem me`ake `ale-lfülki feḳuli-lḥamdü lillâhi-lleẕî neccânâ mine-lḳavmi-żżâlimîn.
Ey Nuh! Sen ve beraberindekiler gemiye yerleşince: \"Bizi zalim milletten kurtaran Allah'a hamdolsun\" de.
Sen, yanındakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde: \"Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamdolsun\" de.
\"Sen ve beraberindekiler gemiye yerleştiğinizde, 'Bizi o zalim halktan kurtaran ALLAH'a övgüler olsun,' de.\"
Sen, yanındakilerle beraber gemiye yerleştiğinde: \"Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamdolsun\" de.
Sen, yanındakilerle birlikte geminin üzerine çıktığında şöyle de: \"Zalimler topluluğundan bizi kurtaran Allah'a hamt olsun!\"
“Sen ve beraberinde olanlar gemiye yerleşince de ki: “Bizi o zalim toplumun elinden kurtaran Allah'a hamd-u senalar olsun!”
Sen ve yanında bulunanlar gemiye yerleştiğiniz zaman: \"Bizi o zalim kavimden kurtaran Allah'a hamdolsun.\" de.
وَقُل رَّبِّ أَنزِلْنِى مُنزَلًۭا مُّبَارَكًۭا وَأَنتَ خَيْرُ ٱلْمُنزِلِينَ ﴿٢٩﴾
Ve de ki: Rabbim, beni kutlulukla indir ve sensin indirenlerin en hayırlısı.
Ve de ki: \"Rabbim, beni kutlu bir konakta indir, Sen konuklayanların en hayırlısısın.\"
veḳur rabbi enzilnî münzelem mübârakev veente ḫayru-lmünzilîn.
\"Rabbim! Beni mübarek bir yere indir. Sen indirenlerin en iyisisin\" de.
Ve de ki: Rabbim! Beni bereketli bir yere indir. Sen, iskan edenlerin en hayırlısısın.
\"Ve, 'Rabbim, beni kutlu bir yere indir. Sen indirenlerin en iyisisin,' de.\"
Ve de ki: \"Rabbim! Beni mübarek bir yere indir. Sen, konuklatanların en hayırlısısın.\"
Şunu da söyle: \"Rabbim, beni bereketli bir yere indir! Sen, konuk ağırlayanların en hayırlısısın.\"
“Ya Rabbî, beni güvenli ve kutlu bir yere indir. Çünkü sen konuklayanların en iyisi, en mükemmelisin.” [43,12-13; 11,41]
Ve de ki: \"Rabbim, beni mübarek bir inişle indir; sen konuklayanların en hayırlısısın.\"
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍۢ وَإِن كُنَّا لَمُبْتَلِينَ ﴿٣٠﴾
Şüphe yok ki bundan deliller var elbet ve şüphesiz ki biz, insanları deneriz.
Hiç şüphesiz bunda ayetler vardır ve Biz gerçekten denemeden geçiririz.
inne fî ẕâlike leâyâtiv vein künnâ lemübtelîn.
Doğrusu bunlarda dersler vardır. Biz şüphesiz insanları denemekteyiz.
Şüphesiz bunda (Nuh ve kavminin başından geçenlerde) birtakım ibretler vardır. Hakikaten biz (kullarımızı böyle) deneriz.
Bunda işaretler ve dersler vardır. Biz elbette sizleri denemekteyiz.
Şüphesiz bunda sizin için birtakım ibretler vardır. Çünkü biz, kullarımızı böyle denemişizdir.
Biz onları imtihan ediyor idiysek de bunda elbette ibretler vardır!
Bunda elbette alınacak çok ibretler var. Gerçekten Biz insanları imtihan etmekteyiz.
Gerçi biz, (onları) sınıyorduk ama, bu olayda (sizler için de) nice ibretler vardır.
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِنۢ بَعْدِهِمْ قَرْنًا ءَاخَرِينَ ﴿٣١﴾
Sonra onların ardından, başka bir nesil meydana getirdik.
Sonra onların ardından bir başka insan-nesli yaratıp-inşa ettik.
ŝümme enşe'nâ mim ba`dihim ḳarnen âḫarîn.
Bunların ardından başka nesiller varettik.
Sonra onların ardından bir başka nesil meydana getirdik.
Sonra, onların ardından, başka bir soy yetiştirdik.
Sonra onların ardından bir başka nesil getirdik.
Sonra onların ardından başka bir nesil oluşturduk.
Onlardan sonra başka nesiller yarattık.
Sonra onların ardından başka bir nesil yetiştirdik.
فَأَرْسَلْنَا فِيهِمْ رَسُولًۭا مِّنْهُمْ أَنِ ٱعْبُدُوا۟ ٱللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُۥٓ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ ﴿٣٢﴾
Derken onlara, kendi cinslerinden bir peygamber gönderdik de kulluk edin Allah'a dedi, yoktur size ondan başka bir mabut, hala mı çekinmezsiniz?
Onlara da kendi içlerinden: \"Allah'a ibadet edin. O'nun dışında sizin başka İlahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?\" (desin) diye içlerinden bir elçi gönderdik.
feerselnâ fîhim rasûlem minhüm eni-`büdü-llâhe mâ leküm min ilâhin gayruh. efelâ tetteḳûn.
Onlara aralarından: \"Allah\"a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur, sakınmaz mısınız?\" diyen bir elçi gönderdik.
Onlar arasından kendilerine: \"Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka bir tanrınız yoktur. Hala Allah'tan korkmaz mısınız?\" (mesajını ileten) bir peygamber gönderdik.
Onlara, aralarından bir elçi gönderdik: \"ALLAH'a kulluk ediniz, sizin ondan başka bir tanrınız yoktur. Saygı gösterip erdemli davranmıyacak mısınız?\"
Bunun üzerine, onlar arasından kendilerine, \"Allah'a kulluk edin; çünkü sizin O'ndan başka bir tanrınız yoktur. Hâlâ Allah'tan korkmaz mısınız? (mesajını ileten) bir resul gönderdik.
Onlara da içlerinden şu yolda tebliğde bulunan bir resul gönderdik: Allah'a kulluk/ibadet edin. O'ndan başka tanrınız yok sizin. Hâlâ ürpermiyor musunuz?
Onların içinden “Yalnız bir Allah'a ibadet ediniz, zira sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Gerçek bu iken hâlâ şirkten sakınmaz mısınız?” diyen bir peygamber gönderdik.
Onlara da kendi içlerinden: \"Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka Tanrınız yoktur, (Allah'ın azabından) korunmaz mısınız?\" diyen bir elçi gönderdik.
وَقَالَ ٱلْمَلَأُ مِن قَوْمِهِ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ وَكَذَّبُوا۟ بِلِقَآءِ ٱلْءَاخِرَةِ وَأَتْرَفْنَٰهُمْ فِى ٱلْحَيَوٰةِ ٱلدُّنْيَا مَا هَٰذَآ إِلَّا بَشَرٌۭ مِّثْلُكُمْ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ ﴿٣٣﴾
Kavminin ileri gelenlerinden kafir olanlar ve ahirete ulaşmayı yalanlayanlar, onlara dünya yaşayışında nimetler verdiğimiz halde bu dediler, sizin gibi bir insandan başka bir şey değil; yediğiniz şeylerden o da yemekte ve içtiğiniz şeylerden o da içmekte.
Kendi kavminden, inkar edip ahirete kavuşmayı yalanlayan ve kendilerine, dünya hayatında refah verdiğimiz önde gelenler dedi ki: \"Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir, kendisi de sizin yediklerinizden yemekte ve içtiklerinizden içmektedir.\"
veḳâle-lmeleü min ḳavmihi-lleẕîne keferû vekeẕẕebû biliḳâi-l'âḫirati veetrafnâhüm fi-lḥayâti-ddünyâ mâ hâẕâ illâ beşerum miŝlüküm ye'külü mimmâ te'külûne minhü veyeşrabü mimmâ teşrabûn.
Onun, inkarcı ve ahirete kavuşmayı yalanlayan milletinin ileri gelenleri ki Biz onlara bu dünya hayatında nimet vermiştik şöyle dediler: \"Bu, yediğinizden yiyen, içtiğinizden içen sizin gibi bir insandan başka birşey değildir.\"
Onun kavminden, kafir olup ahirete ulaşmayı inkar eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler: \"Bu, dediler, sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer.\"
Dünya hayatında kendilerine alabildiğine nimetler bağışlamamıza rağmen, ahiret karşılaşmasını yalanlayıp inkar eden, halkının ileri gelenleri şöyle dediler: \"Bu, yalnızca sizin gibi bir insandır. Sizin yediğinizden yiyor, sizin içtiğinizden içiyor.\"
Onun kavminden, kâfir olup ahirete ulaşmayı yalanlayan ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz kodaman güruh dedi ki: \"Bu dediler, sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer.\"
Toplumunun, dünya hayatında servet ve refaha ulaştırdığımız halde inkâra sapıp âhiretteki buluşmayı yalanlayan kodaman takımı şöyle dedi: \"Bu adam, sadece sizin gibi bir insan; yemekte olduğunuzdan yiyor, içmekte olduğunuzdan içiyor.\"
Onun halkından kâfir olup âhiret buluşmasını yalan sayan ve kendilerine dünya hayatında bol nimet verdiğimiz eşraf takımı: “Bu,” dediler, “sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, baksanıza sizin yediklerinizden yiyor, sizin içtiklerinizden içiyor. Eğer siz, sizin gibi bir beşere itaat edecek olursanız, büyük bir kayba ve hüsrana uğrarsınız.”
Kavminden, kendilerine dünya hayatında bol ni'met verdiğimiz o inkar eden ve ahiret buluşmasını (hesap ve cezasını) yalanlayan eşraf takımı dedi ki: \"Bu da sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor.\"
وَلَئِنْ أَطَعْتُم بَشَرًۭا مِّثْلَكُمْ إِنَّكُمْ إِذًۭا لَّخَٰسِرُونَ ﴿٣٤﴾
Kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz o zaman gerçekten de ziyan edersiniz.
\"Eğer sizin benzeriniz olan bir beşere boyun eğecek olursanız, andolsun, siz gerçekten hüsrana uğrayanlar olursunuz.\"
velein eṭa`tüm beşeram miŝleküm inneküm iẕel leḫâsirûn.
\"Kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz hüsrana uğrayacağınızda hiç şüphe yoktur.\"
\"Gerçekten, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz, herhalde ziyan edersiniz.\"
\"Sizin gibi bir insana uyarsanız, siz o zaman gerçekten kaybedersiniz.\"
\"Gerçekten, tıpkı kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz herhalde ziyan edersiniz.\"
\"Kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, o takdirde mutlaka hüsrana uğrayanlar olursunuz.\"
Onun halkından kâfir olup âhiret buluşmasını yalan sayan ve kendilerine dünya hayatında bol nimet verdiğimiz eşraf takımı: “Bu,” dediler, “sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, baksanıza sizin yediklerinizden yiyor, sizin içtiklerinizden içiyor. Eğer siz, sizin gibi bir beşere itaat edecek olursanız, büyük bir kayba ve hüsrana uğrarsınız.”
Eğer sizin gibi bir insana ita'at ederseniz o takdirde siz, mutlaka ziyana uğrayanlarsınız demektir.
أَيَعِدُكُمْ أَنَّكُمْ إِذَا مِتُّمْ وَكُنتُمْ تُرَابًۭا وَعِظَٰمًا أَنَّكُم مُّخْرَجُونَ ﴿٣٥﴾
Ölüp toprak ve kemik kesildikten sonra kabirden çıkacağınızı mı vaadediyor size?
\"O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı va'dediyor?\"
eye`idüküm enneküm iẕâ mittüm veküntüm türâbev ve`iżâmen enneküm muḫracûn.
\"Öldüğünüz, toprak ve kemik yığını olduğunuz zaman tekrar dirilmenizle sizi tehdit mi ediyor?\"
\"Size, öldüğünüz, toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin (kabirden) çıkarılacağınızı mı vadediyor?\"
\"Siz öldükten, toprak ve kemik haline dönüştükten sonra, sizin geri çıkacağınızı mı söz veriyor?\"
\"Size, öldüğünüz, toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin (tekrar) meydana çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?\"
\"Size, ölüp toprak ve kemik haline geldikten sonra tekrar meydana çıkarılacağınızı mı vaat ediyor?\"
“Ne o,” dediler, bu adam siz ölüp de toprak ve kemik haline geldikten sonra sizin diriltilip mezardan çıkarılacağınızı mı vâd ediyor?”
O size, siz öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman yeniden hayata çıkarılacağınızı mı va'dediyor?
۞ هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَ ﴿٣٦﴾
Size vaadedilen şey, gerçekten ne de uzak, ne de uzak.
\"Heyhat, size va'dedilen şeye heyhat...\"
heyhâte heyhâte limâ tû`adûn.
\"Oysa tehdit edildiğiniz şey ne kadar, hem de ne kadar uzak!\"
\"Bu size vadedilen (öldükten sonra yeniden dirilmek, gerçek olmaktan) çok uzak!\"
\"Size söz verilen bu şey imkansızdır, imkansız!\"
\"Heyhât o size vaad edilen şey ne kadar uzak!\"
\"Heyhat! Size vaat edilen o şey ne kadar uzak!\"
“Heyhat! Heyhat! Size vâd edilen şey ne kadar da uzak!”
Heyhat, o size va'dedilen şey ne kadar uzak!
إِنْ هِىَ إِلَّا حَيَاتُنَا ٱلدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ ﴿٣٧﴾
Yaşayış, ancak şu dünyadaki yaşayışımızdan ibaret; ölürüz, yaşarız ve tekrar dirilmeyiz biz.
\"O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.\"
in hiye illâ ḥayâtüne-ddünyâ nemûtü venaḥyâ vemâ naḥnü bimeb`ûŝîn.
\"Hayat ancak bu dünyadakidir. Ölürüz ve yaşarız (kimimiz ölür kimimiz doğar); tekrar diriltilmeyiz.\"
\"Hayat, şu dünya hayatımızdan ibarettir. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız; bir daha diriltilecek de değiliz.\"
\"Yaşantımız sadece bu dünyadadır. Yaşarız, ölürüz. Asla dirilecek değiliz.\"
\"Dünya hayatından başka gerçek yoktur. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız; bir daha diriltilecek değiliz.\"
\"Hayat, şu dünya hayatımızdan başkası değildir. Ölürüz, yaşarız ama biz tekrar diriltilecek değiliz.\"
“Hayat sadece dünya hayatından ibarettir, ölür gideriz, ancak bir kere yaşarız ve ölümden sonra asla diriltilmeyiz!”
Ne ise hep bu dünya hayatımızdır; ölürüz ve yaşarız, biz öldükten sonra diriltilecek değiliz.
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ ٱفْتَرَىٰ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًۭا وَمَا نَحْنُ لَهُۥ بِمُؤْمِنِينَ ﴿٣٨﴾
Bu, ancak yalan yere Allah'a iftira eden bir adam ve biz, ona inanmayız.
\"O ise, yalnızca bir adam (insan)dır, Allah'a karşı yalan uydurmaktadır, bizler de ona inanacak değiliz.\"
in hüve illâ racülün-fterâ `ale-llâhi keẕibev vemâ naḥnü lehû bimü'minîn.
\"Bu, sadece Allah'a karşı yalan uyduranın biridir. Biz ona inanmayız.\"
\"Bu adam, sadece Allah hakkında yalan uyduran bir kimsedir; biz ona inanmıyoruz.\"
\"O, ALLAH'a yalan yakıştıran bir adamdan başkası değildir. Biz ona inanacak değiliz.\"
\"Bu adam, sadece Allah hakkında yalan uyduran bir kimsedir; biz ona inanmıyoruz.\"
\"O, yalan düzüp Allah'a iftira eden bir adamdan başkası değil. Biz ona inanmıyoruz.\"
“Bu adam, uydurduğu yalanı Allah'a mal eden bir iftiracıdan başkası değildir ve biz hiçbir surette ona inanmayız!”
O, Allah'a yalan uydurandan başka bir adam değildir. Biz ona inanıcı(insan)lar değiliz.
قَالَ رَبِّ ٱنصُرْنِى بِمَا كَذَّبُونِ ﴿٣٩﴾
Rabbim dedi, beni yalanlamalarına karşı sen yardım et bana.
(Peygamber) Dedi ki: \"Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et.\"
ḳâle rabbi-nṣurnî bimâ keẕẕebûn.
O peygamber: \"Rabbim! Beni yalancı saymalarına karşılık bana yardım et\" dedi.
O peygamber: Rabbim! dedi, beni yalanlamalarına karşılık bana yardımcı ol!
Dedi ki, \"Rabbim, yalanlamalarına karşılık bana yardım et.\"
O Peygamber: \"Rabbim, dedi, beni yalanlamalarına karşı bana yardımcı ol!\"
O peygamber şöyle yakardı: \"Rabbim, beni yalanlamaları karşısında yardım et bana!\"
O Resul: “Ya Rabbî, dedi, beni yalancı saymalarına karşı Sen bana yardım eyle!”
(O peygamber): \"Rabbim, dedi, beni yalanlamaları karşısında bana yardım et.\"
قَالَ عَمَّا قَلِيلٍۢ لَّيُصْبِحُنَّ نَٰدِمِينَ ﴿٤٠﴾
Tanrı, az bir zamanda dedi, herhalde nadim olacaklar.
(Allah) Dedi ki: \"Az bir süre (bekle), onlar gerçekten pişman olacaklar.\"
ḳâle `ammâ ḳalîlil leyuṣbiḥunne nâdimîn.
Allah da: \"Az sonra pişman olacaklar\" buyurdu.
Allah şöyle buyurdu: Pek yakında onlar mutlaka pişman olacaklar!
Dedi ki, \"Az sonra onlar pişman olacaklardır.\"
Allah şöyle buyurdu: \"Pek yakında onlar pişman olacaklar!\"
Allah buyurdu: \"Biraz sonra kesinlikle pişman olacaklar.\"
Allah buyurdu: “Tasalanma, çok geçmeden onlar pişman olacaklardır!”
(Allah): \"Az sonra onlar pişman olacaklar!\" dedi.
فَأَخَذَتْهُمُ ٱلصَّيْحَةُ بِٱلْحَقِّ فَجَعَلْنَٰهُمْ غُثَآءًۭ ۚ فَبُعْدًۭا لِّلْقَوْمِ ٱلظَّٰلِمِينَ ﴿٤١﴾
Gerçek ve yerinde gelen bir bağırışla onları helak ediverdik de selle sürüklenip gelen çerçöpe döndürdük; artık uzaklık, zulmeden topluluğa.
Derken, hak (ettikleri cezaya karşılık) olmak üzere, o korkunç çığlık onları yakalayıverdi. Böylece onları bir süprüntü kılıverdik. Zulmeden kavim için yıkım olsun.
feeḫaẕethümu-ṣṣayḥatü bilḥaḳḳi fece`alnâhüm guŝââ. febü`del lilḳavmi-żżâlimîn.
Gerçekten, onları bir çığlık yakaladı ve onları süprüntü yığını haline getirdik. Haksızlık eden millet, rahmetden ırak olsun!
Nitekim, vukuu kaçınılmaz olan korkunç bir ses yakalayıverdi onları! Kendilerini hemen sel süprüntüsüne çevirdik. Zalimler topluluğunun canı cehenneme!
Korkunç felaket onları eşitçe yakaladı ve böylece onları süprüntü yığınına çevirdik. O zalim halk yok olmayı hakketmişti.
Nitekim, Hak tarafından korkuç bir ses yakalayıverdi onları! Kendilerini hemen çepeçevre kuşattık. Zalimler topluluğunun canı cehenneme!
Nihayet, o korkunç titreşimli ses onları tam bir biçimde yakaladı da hepsini sel süprüntüsü haline getirdik. Dönmeze gitsin o zalimler topluluğu!
Derken korkunç bir ses onları bastırıverdi. Adalet yerini buldu. Onları sel süprüntüsüne çevirdik. Zalimler güruhunun canı cehenneme! [40,78]
Derken o korkunç ses, onları gerçekten yakaladı da onları sel süprüntüsü haline getirdik. Uzak olsun o zalim kavim!.
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِنۢ بَعْدِهِمْ قُرُونًا ءَاخَرِينَ ﴿٤٢﴾
Sonra onların ardından, başka bir nesil meydana getirdik.
Sonra onların ardından başka nesiller yaratıp-inşa ettik.
ŝümme enşe'nâ mim ba`dihim ḳurûnen âḫarîn.
Ardlarından başka nesiller varettik.
Sonra onların ardından başka nesiller getirdik.
Sonra, onların da ardından başka soylar yetiştirdik.
Sonra onların ardından bir başka nesil getirdik.
Sonra onların arkasından başka nesiller oluşturduk.
Onlardan sonra yine başka nesiller dünyaya getirdik.
Sonra onların ardından başka nesiller yetiştirdik.
مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَـْٔخِرُونَ ﴿٤٣﴾
Hiçbir ümmet, helak edilmesi mukadder olan zamanı ileriye alamayacağı gibi geriye de atamaz.
Ümmetlerden hiçbiri, kendisine tespit edilmiş eceli ne öne alabilir, ne erteleyebilir.
mâ tesbiḳu min ümmetin ecelehâ vemâ yeste'ḫirûn.
Hiçbir ümmet, kendi süresini ne çabuklaştırabilir ve ne de geciktirebilir.
Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir.
Hiç bir toplum kendisi için belirlenmiş süreyi çabuklaştıramaz, geciktiremez.
Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir.
Hiçbir ümmet ne süresinden ileri geçebilir ne de geri kalır.
Hiç bir ümmet vâdesini ne öne alabilir ne de erteleyebilir.
Hiçbir ümmet, ne süresinden ileri geçebilir, ne de geri kalabilir.
ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَا ۖ كُلَّ مَا جَآءَ أُمَّةًۭ رَّسُولُهَا كَذَّبُوهُ ۚ فَأَتْبَعْنَا بَعْضَهُم بَعْضًۭا وَجَعَلْنَٰهُمْ أَحَادِيثَ ۚ فَبُعْدًۭا لِّقَوْمٍۢ لَّا يُؤْمِنُونَ ﴿٤٤﴾
Sonra birbiri ardınca peygamberlerimizi gönderdik. Bir ümmete peygamber geldi mi yalanladılar onu, biz de bir kısmını, bir kısmının peşine takıp birbiri ardınca helak ettik onları ve adları, sözleri kaldı ancak; artık uzaklık inanmayan topluluğa.
Sonra birbiri peşi sıra elçilerimizi gönderdik; her ümmete kendi elçisi geldiğinde, onu yalanladılar. Böylece Biz de onları (yıkıma uğratıp yok etmede) kimini kiminin izinde yürüttük ve onları (tarihin anlatıp aktardığı) bir olay kıldık. İman etmeyen kavim için yıkım olsun.
ŝümme erselnâ rusülenâ tetrâ. küllemâ câe ümmeter rasûlühâ keẕẕebûhü feetba`nâ ba`ḍahüm ba`ḍav vece`alnâhüm eḥâdîŝ. febü`del liḳavmil lâ yü'minûn.
Sonra birbiri peşinden peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete peygamberi geldikçe onu yalancı saydılar. Onları birbiri peşinden yok edip hepsini birer efsane yaptık. İnanmayan millet, rahmetden ırak olsun!
Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümmete peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar; biz de onları birbiri ardından yok ettik ve onları ibret hikayelerine dönüştürdük. Artık iman etmeyen kavmin canı cehenneme!
Sonra biz, elçilerimizi ardı ardına gönderdik. Her ne zaman bir elçi toplumuna gittiyse onu yalanladılar. Biz de onları bir biri peşinden sürüp tarihe gömdük. İnanmayan bir topluluk yok olmayı hakketmiştir.
Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümmete peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar; biz de onları birbiri ardından (yokluğa) yuvarladık ve onları efsâne yaptık. Artık iman etmeyen kavmin canı cehenneme!
Sonra, resullerimizi art arda gönderdik. Hangi ümmete resulü geldiyse onu yalanladılar. Biz de onları birbiri ardınca yuvarladık ve hepsini birer efsane yaptık. Dönmeze gitsin iman etmeyen bir topluluk!
Sonra resullerimizi peş peşe gönderdik. Hangi ümmete peygamberi geldiyse onlar onu yalancı saydılar.Biz de onları birbiri ardından imha ettik. Onlardan geriye bıraktığımız, sadece ibret verici hikâyeleri! İman etmeyen o halkın canı cehenneme! [16,36; 36,30]
Sonra biz, elçilerimizi ardı ardına gönderdik. Hangi ümmete elçisi geldiyse onlar onu yalanladılar, biz de onları birbiri ardınca devirdik ve hepsini birer efsane yaptık. İnanmayan toplum uzak olsun.
ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ وَأَخَاهُ هَٰرُونَ بِـَٔايَٰتِنَا وَسُلْطَٰنٍۢ مُّبِينٍ ﴿٤٥﴾
Sonra Musa'yı ve kardeşi Harun'u, delillerimizle ve apaçık bir burhanla gönderdik.
Sonra Musa ve kardeşi Harun'u ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik.
ŝümme erselnâ mûsâ veeḫâhü hârûne biâyâtinâ vesülṭânim mübîn.
Sonra Musa ve kardeşi Harun'u, Firavun ve erkanına mucizelerimiz ve apaçık delille gönderdik. Büyüklük tasladılar. Zaten mağrur bir topluluktular.
Sonra ayetlerimizle ve apaçık bir fermanla Musa ve kardeşi Harun'u gönderdik.
Sonra biz, Musa'yı ve kardeşi Harun'u ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik.
Sonra birtakım âyetlerimiz ve açık bir ferman ile Musa'yı ve kardeşi Harun'u gönderdik.
Sonra, Mûsa ile kardeşi Hârun'u mucizelerimizle, açık bir kanıtla gönderdik;
Sonra da Mûsa ile kardeşi Hârun'u âyetlerimizle ve apaçık delille Firavun ile ileri gelen yardımcılarına gönderdik.Onlar da hakkı kabulden kibirlendiler.Zaten onlar kendilerini çok büyük gören bir zümre idi.
Sonra Musa'yı ve kardeşi Harun'u ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik;
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَإِي۟هِۦ فَٱسْتَكْبَرُوا۟ وَكَانُوا۟ قَوْمًا عَالِينَ ﴿٤٦﴾
Firavun'a ve kavminin ileri gelenlerine, ululanmak istediler ve kibirli bir topluluktu onlar.
Firavun'a ve ileri gelen çevresine; fakat onlar büyüklendiler. Onlar, 'büyüklenen-zorba' bir topluluktu.
ilâ fir`avne vemeleihî festekberû vekânû ḳavmen `âlîn.
Sonra Musa ve kardeşi Harun'u, Firavun ve erkanına mucizelerimiz ve apaçık delille gönderdik. Büyüklük tasladılar. Zaten mağrur bir topluluktular.
Firavun'a ve ileri gelenlerine de(gönderdik). Onlar ise kibire kapıldılar ve ululuk taslayan bir kavim oldular.
Firavun ve ileri gelen takımına... Ancak onlar büyüklendiler. Onlar küstah bir topluluk olmuştu.
Firavun'a ve ileri gelenlerine de (gönderdik). Bunun üzerine onlar kibire kapıldılar ve ululuk taslayan zorba bir kavim oldular.
Firavun'a ve kodamanlarına. Ancak kibre saptılar, çünkü kendilerini büyük gören bir topluluktu onlar.
Sonra da Mûsa ile kardeşi Hârun'u âyetlerimizle ve apaçık delille Firavun ile ileri gelen yardımcılarına gönderdik.Onlar da hakkı kabulden kibirlendiler.Zaten onlar kendilerini çok büyük gören bir zümre idi.
Fir'avn'e ve ileri gelen adamlarına. Onlar büyüklük tasladılar ve böbürlenen bir topluluk oldular.
فَقَالُوٓا۟ أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَٰبِدُونَ ﴿٤٧﴾
Derken, inanacağız mı bizim gibi iki insana, kavimleri de bize kulluk etmede dediler.
Dediler ki: \"Bizim benzerimiz olan iki beşere mi inanacak mışız? Kaldı ki, onların kavimleri bize kullukta (kölelikte) bulunmaktadırlar.\"
feḳâlû enü'minü libeşerayni miŝlinâ veḳavmühümâ lenâ `âbidûn.
Bu yüzden: \"Milletleri bize kul iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız?\" deyip onları yalancı saydılar. Bu yüzden yok edildiler.
Bu yüzden dediler ki: Kavimleri bize kölelik ederken, bizim gibi olan bu iki adama inanır mıyız?
\"O ikisinin halkı bize kölelik ederken şimdi biz tutup bizim gibi iki insana mı inanalım,\" dediler.
Onun için: Biz, dediler, \"kavimleri bize kölelik ederken bizim benzerimiz olan bu iki adama inanacak mıyız?\"
Şöyle dediler: \"Kendilerine bağlı toplum bize kulluk-kölelik ederken, biz kalkıp bizim gibi iki insan olan şu adamlara mı inanacağız?\"
Dediler ki: “Kendi kavimleri bizim hizmetçi kölelerimiz iken şimdi kalkıp bizim gibi beşer olan bu iki adama mı inanacağız?” [26,29]
Şu iki adamın kavmi bize kölelik ederken, şimdi biz kalkıp bizim gibi iki insana mı inanacağız? dediler.
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا۟ مِنَ ٱلْمُهْلَكِينَ ﴿٤٨﴾
Dediler de ikisini de yalanladılar ve onlar, helak edilenlerdi zaten.
Böylece onları yalanladılar ve yıkıma uğrayanlardan oldular.
fekeẕẕebûhümâ fekânû mine-lmühlekîn.
Bu yüzden: \"Milletleri bize kul iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız?\" deyip onları yalancı saydılar. Bu yüzden yok edildiler.
Böylece onları yalanladılar ve bu sebeple helak edilenlerden oldular.
İkisini yalanladılar ve sonuç olarak yok edilenlerden oldular.
Böylece onları yalanladılar, bu yüzden de helâk edilenlerden oldular.
İkisini de yalanladılar, böylece helâk edilenler arasına katıldılar.
Böyle deyip onları yalancı saydılar. Kendileri de helâk edilenler gürûhuna dahil oldular. [28,43]
Onları yalanladılar ve helak edilenlerden oldular.
وَلَقَدْ ءَاتَيْنَا مُوسَى ٱلْكِتَٰبَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ ﴿٤٩﴾
Andolsun ki biz, doğru yolu bulsunlar diye Musa'ya kitap vermiştik.
Andolsun, Biz Musa’ya kitabı verdik, belki onlar hidayete erer diye.
veleḳad âteynâ mûse-lkitâbe le`allehüm yehtedûn.
And olsun ki Musa'ya, doğru yola girsinler diye Kitap verdik.
Andolsun biz Musa'ya, belki onlar yola gelirler diye, Kitab'ı verdik.
Doğruyu bulurlar diye Musa'ya Kitabı vermiştik.
Andolsun biz Musa'ya belki onlar yola gelirler diye, o kitabı da verdik.
Yemin olsun, Mûsa'ya o Kitap'ı vermiştik ki, hidayete erebilsinler.
Oysa doğru yolu tutmaları ümidiyle biz Mûsâ'ya kitabı verdik.
(Sonra Musa, İsrail oğullarını Mısır'dan çıkardı. İsrail oğulları) Doğru yolu bulsunlar diye biz, Musa'ya Kitabı (Tevrat'ı) verdik.
وَجَعَلْنَا ٱبْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُۥٓ ءَايَةًۭ وَءَاوَيْنَٰهُمَآ إِلَىٰ رَبْوَةٍۢ ذَاتِ قَرَارٍۢ وَمَعِينٍۢ ﴿٥٠﴾
Ve Meryemoğlunu ve anasını kudretimize birer delil olarak yaratmış, onları düz, otlak ve sulak bir tepede barındırmıştık.
Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik.
vece`alne-bne meryeme veümmehû âyetev veâveynâhümâ ilâ rabvetin ẕâti ḳarâriv veme`în.
Meryem oğlunu da, annesini de mucize kıldık. Her ikisini de, pınarı bulunan, oturmaya elverişli yüksek bir yere yerleştirdik.
Meryem oğlunu ve annesini de (kudretimize) bir alamet kıldık; onları, yerleşmeye elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirdik.
Meryem oğlunu ve annesini bir işaret kıldık, ve onları yerleşmeye elverişli ve pınarı olan bir tepede barındırdık.
Meryemoğlunu ve annesini de (kudretimize) bir alâmet kıldık; onları, yerleşmeye elverişli, sulu bir tepeye yerleştirdik.
Meryem'in oğluyla annesini birer ayet kıldık ve onları oturmaya uygun pınarlı bir tepeye yerleştirdik.
Meryem'in oğlunu ve annesini birer ibret vesilesi kıldık ve onları pınarları akan ve yerleşmeye elverişli yüksekçe bir yere yerleştirdik. [21,91; 19,22]
Meryem oğlunu ve annesini bir mu'cize kıldık ve onları oturmaya uygun, çeşmeli bir tepeye yerleştirdik.
يَٰٓأَيُّهَا ٱلرُّسُلُ كُلُوا۟ مِنَ ٱلطَّيِّبَٰتِ وَٱعْمَلُوا۟ صَٰلِحًا ۖ إِنِّى بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌۭ ﴿٥١﴾
Ey Peygamberler, yiyin temiz şeyleri ve iyi işlerde bulunun, şüphe yok ki ben, yaptıklarınızı bilirim.
Ey elçiler, güzel ve temiz olan şeylerden yiyin ve salih amellerde bulunun; çünkü gerçekten ben yapmakta olduklarınızı biliyorum.
yâ eyyühe-rrusülü külû mine-ṭṭayyibâti va`melû ṣâliḥâ. innî bimâ ta`melûne `alîm.
Ey Peygamberler! Temiz şeylerden yiyin, yararlı iş işleyin; doğrusu Ben, yaptığınızı bilirim.
\"Ey Peygamber! Temiz olan şeylerden yeyin; güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyle bilmekteyim.\"
Elçiler, iyi nimetlerden yiyiniz ve erdemli işler yapınız. Ben sizin yaptıklarınızı çok iyi bilirim.
Ey peygamberler! Temiz ve helal olan şeylerden yiyin; güzel amel ve hareketlerde bulunun. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı bilirim.
Ey resuller! Güzel ve temiz şeylerden yiyin ve barışa, hayra yönelik iş yapın! Çünkü ben, yapmakta olduğuklarınızı çok iyi bilmekteyim.
Siz ey peygamberler! Helâl ve hoş şeylerden yiyip için, makbul ve güzel işler işleyin! Zira Ben yaptığınız her şeyi bilmekteyim.
Ey elçiler, güzel şeylerden yeyin ve yararlı iş yapın. Çünkü ben yaptıklarınızı bilmekteyim.
وَإِنَّ هَٰذِهِۦٓ أُمَّتُكُمْ أُمَّةًۭ وَٰحِدَةًۭ وَأَنَا۠ رَبُّكُمْ فَٱتَّقُونِ ﴿٥٢﴾
Ve şüphe yok ki şu ümmetiniz, bir ümmetten ibarettir ve ben de Rabbinizim, artık çekinin benden.
İşte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim; öyleyse Benden korkup-sakının.
veinne hâẕihî ümmetüküm ümmetev vâḥidetev veenâ rabbüküm fetteḳûn.
Şüphesiz bu Müslümanlık, bir tek din olarak sizin dininizdir ve Ben de Rabbinizim; öyleyse Benden sakının.
\"Şüphesiz bu (insanlar) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir; ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının\" (denildi).
Sizin bu toplumunuz bir tek toplumdur. Ben sizin Rabbinizim beni sayın.
\"Ve işte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmet ve ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının.\" (denildi).
İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ve ben de sizin Rabbinizim; o halde benden sakının!
Ve hepinizin dini bir tek dindir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse Bana karşı gelmekten sakının!
Ve işte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir, ben de sizin Rabbinizim, benden korkun. (dedik).
فَتَقَطَّعُوٓا۟ أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ زُبُرًۭا ۖ كُلُّ حِزْبٍۭ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ ﴿٥٣﴾
Fakat din hususunda ayrıldılar ve ayrılanlar, kendi kitaplarından başka kitapları inkar ettiler ve her bölük, kendi elindekine razı oldu, onunla övünmiye koyuldu.
Ancak onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde böldüler; her bir grup, kendi ellerinde olanla yetinip sevinmektedir.
feteḳaṭṭa`û emrahüm beynehüm zübürâ. küllü ḥizbim bimâ ledeyhim feriḥûn.
Ama insanlar din konusunda aralarında bölük bölük oldular. Her bölük kendi tuttuğu yoldan memnundur.
Ne var ki insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her gurup kendilerinde bulunan (fikir ve davranış) ile sevinip böbürlenmektedirler.
Fakat, onlar işlerini çeşitli kitaplara ayırdılar. Her grup kendi yanında bulunandan hoşnut...
Derken insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi.
Fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp çeşitli zübürlere/kutsallaştırılmış hizip kitaplarına ayırdılar. Her hizip, yalnız kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir.
Ama peygamberleri izlediklerini iddia eden ümmetler fırkalara ayrılıp bölük bölük oldular. Her grup, kendilerine ait görüşten ötürü memnun ve mutludur.
Fakat işlerini aralarında parçalayıp, çeşitli Kitaplara ayırdılar. Her parti, kendi yanında bulunanla sevinmektedir.
فَذَرْهُمْ فِى غَمْرَتِهِمْ حَتَّىٰ حِينٍ ﴿٥٤﴾
Artık bir zamanadek sapıklıkları içinde bırak onları.
Artık sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak.
feẕerhüm fî gamratihim ḥattâ ḥîn.
Onları bir süreye kadar sapıklıklarıyla başbaşa bırak.
Şimdi sen onları bir zamana kadar gaflet ve sapıklıkları ile başbaşa bırak!
Belli bir süreye kadar onları şaşkınlıkları içinde bırak.
Sen şimdi onları bir zamana kadar gaflet ve sapıklıkları ile başbaşa bırak!
Artık sen onları bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak.
Sen onları, bir süreye kadar daldıkları gaflet içinde kendi hallerine bırak! [86,17; 15,3]
Bir süreye kadar onları, (daldıkları) gafletleri içinde bırak.
أَيَحْسَبُونَ أَنَّمَا نُمِدُّهُم بِهِۦ مِن مَّالٍۢ وَبَنِينَ ﴿٥٥﴾
Sanıyorlar mı ki onlara mal ve evlat vererek mükafatlandırmadayız, yardım etmedeyiz onlara.
Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla
eyaḥsebûne ennemâ nümiddühüm bihî mim mâliv vebenîn.
Kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır; farkında değiller.
Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile.
Sanıyorlar mı ki, kendilerine bağışladığımız paralar ve çocuklar ile,
Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile,
Sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve oğullarla güçlendiriyoruz onları,
Kendilerine verdiğimiz servet ve evlatlarla iyiliklerine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller! [9,55; 3,178; 68,44-45; 74,11-16]
Onlar sanıyorlar mı ki kendilerine verdiğimiz mal ve oğullar ile,
نُسَارِعُ لَهُمْ فِى ٱلْخَيْرَٰتِ ۚ بَل لَّا يَشْعُرُونَ ﴿٥٦﴾
Hayırlara ulaşıvermelerini sağlamadayız, hayır, anlamıyorlar.
Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller.
nüsâri`u lehüm fi-lḫayrât. bel lâ yeş`urûn.
Kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır; farkında değiller.
Kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz? Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar.
Onların iyiliğine koşuyoruz? Hayır, farkında değiller.
Kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz. Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar.
Ve iyiliklerine koşuyoruz. Hayır, farkında olmuyorlar.
Kendilerine verdiğimiz servet ve evlatlarla iyiliklerine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller! [9,55; 3,178; 68,44-45; 74,11-16]
Onların iyiliklerine koşuyoruz? Hayır, (bu verdiğimiz dünya ni'metleri, onlar için bir imtihandır, fakat onlar) farkında değiller.
إِنَّ ٱلَّذِينَ هُم مِّنْ خَشْيَةِ رَبِّهِم مُّشْفِقُونَ ﴿٥٧﴾
Şüphe yok, öyle kişilerdir onlar ki Rablerinin büyüklüğünden korkarlar.
Gerçekten, Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar,
inne-lleẕîne hüm min ḫaşyeti rabbihim müşfiḳûn.
Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin ayetlerine inananlar, Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için kalbleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler.
Rablerine olan saygıdan dolayı kötülükten sakınanlar;
Rab'lerine olan saygıdan ötürü alabildiğine dikkatli olanlar,
Rablerine olan saygıdan dolayı titreyenler,
Onlar ki, Rablerine saygıdan titrerler,
Ama asıl Rab'lerine duydukları saygıdan dolayı çekinenler.
Onlar ki Rablerine saygıdan titrerler.
وَٱلَّذِينَ هُم بِـَٔايَٰتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ ﴿٥٨﴾
Öyle kişilerdir onlar ki Rablerinin delillerine inanırlar.
Rablerinin ayetlerine iman edenler,
velleẕîne hüm biâyâti rabbihim yü'minûn.
Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin ayetlerine inananlar, Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için kalbleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler.
Rablerinin ayetlerine inananlar;
Rab'lerininin ayetlerine inananlar,
Rablerinin âyetlerine inananlar,
Onlar ki, Rablerinin ayetlerine iman ederler,
Rab'lerinin âyetlerini tasdik edenler.
Ve onlar ki Rablerinin ayetlerine inanırlar.
وَٱلَّذِينَ هُم بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَ ﴿٥٩﴾
Öyle kişilerdir onlar ki Rablerine şirk koşamazlar.
Rablerine ortak koşmayanlar,
velleẕîne hüm birabbihim lâ yüşrikûn.
Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin ayetlerine inananlar, Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için kalbleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler.
Rablerine ortak tanımayanlar;
Rab'lerine ortak koşmayanlar,
Rablerine ortak tanımayanlar,
Onlar ki, Rablerine ortak koşmazlar,
Rab'lerine hiç ortak tanımayanlar.
Ve onlar ki Rablerine ortak koşmazlar.
وَٱلَّذِينَ يُؤْتُونَ مَآ ءَاتَوا۟ وَّقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَىٰ رَبِّهِمْ رَٰجِعُونَ ﴿٦٠﴾
Öyle kişilerdir onlar ki verecekleri neyse verirler ve yürekleri, şüphesiz olarak dönüp Rablerinin tapısına varacaklarını bildikleri için korkuyla dolar.
Ve gerçekten Rablerine dönecekler diye, vermekte olduklarını kalpleri ürpererek verenler;
velleẕîne yü'tûne mâ âtev veḳulûbühüm veciletün ennehüm ilâ rabbihim râci`ûn.
Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin ayetlerine inananlar, Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için kalbleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler.
Ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri çarparak yapanlar;
Rab'lerine döneceklerinin bilincinde olarak verenler,
Ve, Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri titreyerek yapanlar;
Onlar ki, verdiklerini, Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek verirler;
Rab'lerine dönüp hesaba çekileceklerinden, yaptıkları hayırları kalpleri titreyerek yapanlar.
Verdiklerini, Rablerinin huzuruna dönecekleri düşüncesiyle kalbleri korkudan ürpererek verirler.
أُو۟لَٰٓئِكَ يُسَٰرِعُونَ فِى ٱلْخَيْرَٰتِ وَهُمْ لَهَا سَٰبِقُونَ ﴿٦١﴾
Onlardır hayırlara, yarışırcasına koşanlar ve onlardır hayırlarda önde bulunanlar.
İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler.
ülâike yüsâri`ûne fi-lḫayrâti vehüm lehâ sâbiḳûn.
Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin ayetlerine inananlar, Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için kalbleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler.
İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.
İşte onlar, iyiliklerde yarışanlardır; ve onlar iyilik yapmakta öncüdürler.
İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.
İşte bunlar, hayırlarda yarışırlar. Ve hayırlarda önde gidenler de onlardır.
Evet, işte onlardır hayırlara koşanlar ve o işlerde öne geçenler!
İşte onlar, hayır işlerine koşarlar ve onlar hayır için önde giderler.
وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۖ وَلَدَيْنَا كِتَٰبٌۭ يَنطِقُ بِٱلْحَقِّ ۚ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٦٢﴾
Ve biz, hiç kimseye gücü, yetmeyeceği bir şey teklif etmeyiz ve katımızdadır gerçek olanı söyleyen kitap ve onlar, zulüm görmezler.
Hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz; elimizde hakkı söylemekte olan bir kitap vardır ve onlar hiçbir haksızlığa uğratılmazlar.
velâ nükellifü nefsen illâ vus`ahâ veledeynâ kitâbüy yenṭiḳu bilḥaḳḳi vehüm lâ yużlemûn.
Biz herkese ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitap vardır; onlar haksızlığa uğratılmazlar.
Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.
Bir kişiye ancak kapasitesi kadar yükleriz. Katımızda gerçeği konuşan bir kitap vardır. Hiç kimse haksızlığa uğratılmayacaktır.
Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.
Biz, hiçbir benliğe gücünün yeteceğinden daha azını yüklemenin dışında bir teklifte bulunmayız. Bizim katımızda, hakkı söyleyen bir kitap vardır. Onlara haksızlık edilmez.
Biz hiç kimseye takatinin üstünde yük yüklemeyiz. Nezdimizde gerçeği bildiren, insanların yaptıklarını tam tamına tesbit eden bir kitap vardır. Bundan ötürü asla haksızlığa uğratılmazlar. [17,13; 18,49]
Biz, hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz. Katımızda gerçeği söyleyen bir Kitap vardır. (Herkesin eylemleri onda tesbit edilmiştir), onlara asla haksızlık edilmez.
بَلْ قُلُوبُهُمْ فِى غَمْرَةٍۢ مِّنْ هَٰذَا وَلَهُمْ أَعْمَٰلٌۭ مِّن دُونِ ذَٰلِكَ هُمْ لَهَا عَٰمِلُونَ ﴿٦٣﴾
Hayır, onların gönülleri, bu hususta sapıklık içindedir ve onların, bundan başka işledikleri işler var, onlar, o işleri işlerler.
Hayır, onların kalpleri bundan dolayı bir gaflet içindedir. Üstelik onların, bunun dışında yapmakta oldukları (birtakım şeyler) vardır; onlar bunun için çalışmaktadırlar.
bel ḳulûbühüm fî gamratim min hâẕâ velehüm a`mâlüm min dûni ẕâlike hüm lehâ `âmilûn.
Ama, kafirlerin kalbleri bundan habersizdir. Bundan başka da onların yapageldikleri işler de vardır.
Hayır, onların (o inkarcıların) kalpleri bu hususta cehalet içindedir. Ayrıca onların bundan (bu şirk ve inkarcılıklarından) öte birtakım (kötü) işleri vardır ki, onlar bu işleri yapar dururlar.
Zihinleri bundan (mesajdan) gafil olup buna aykırı işlerde çalışıp durmaktadırlar.
Hayır, onların kalpleri bu hususta cehalet içindedir. Ayrıca onların bundan öte birtakım kötü işleri vardır ki, onlar bu işleri yapar dururlar.
Fakat onların kalpleri bundan gaflet içindedir. Onların bundan başka da işleri vardır ki, hep o işler için çalışmaktadırlar.
Fakat onların kalbleri bundan gafildir. Ayrıca onların bundan başka birtakım pis işleri daha var ki onları işler dururlar.
Fakat onların kalbleri, bundan gaflet içindedir. Onların bundan başka (birtakım pis) işleri daha var ki, onlar hep o işler için çalışırlar.
حَتَّىٰٓ إِذَآ أَخَذْنَا مُتْرَفِيهِم بِٱلْعَذَابِ إِذَا هُمْ يَجْـَٔرُونَ ﴿٦٤﴾
Sonunda nimet içinde yaşayanlarını azaba uğrattığımız zaman feryada ve yalvarmaya başlarlar.
Nihayet, onların refahtan şımaran önde gelenlerini azap ile yakalayıverdiğimiz zaman, onlar hemen feryadı basacaklar.
ḥattâ iẕâ eḫaẕnâ mütrafîhim bil`aẕâbi iẕâ hüm yec'erûn.
Sonunda şımarık varlıklılarını azabla yakaladığımız zaman feryat ederler.
En nihayet, refah ve bolluk içinde olanlarını sıkıntıya (veya azaba) uğrattığımızda, bakarsın ki onlar feryadı basarlar.
Varlıklılarını cezaya çarptığımızda, yakınmaya başlarlar.
Nihayet, refah ve bolluk içinde olanlarını sıkıntıya uğrattığımızda, bakarsın ki onlar feryadı basarlar.
Sonunda, servet ve refahla şımarmışlarını azapla yakaladığımızda, hemen bağırıp dövünmeye başlarlar.
En nihâyet onların refaha dalıp gitmiş olanlarını azapla kıskıvrak yakaladığımızda birden feryadı basarlar.
Nihayet varlıklılarını azab ile yakaladığımız zaman, hemen feryada başlarlar.
لَا تَجْـَٔرُوا۟ ٱلْيَوْمَ ۖ إِنَّكُم مِّنَّا لَا تُنصَرُونَ ﴿٦٥﴾
Bugün feryat edip yalvarmayın, şüphe yok ki bizden bir yardım göremezsiniz.
Bugün feryad etmeyin, çünkü Bizden yardım göremezsiniz.
lâ tec'erü-lyevme inneküm minnâ lâ tünṣarûn.
Onlara şöyle deriz: \"Bugün feryat etmeyin, doğrusu katımızdan bir yardım görmezsiniz.\"
Boşuna sızlanmayın bugün! Zira bizden yardım göremeyeceksiniz!
Yakınmayın; bu gün tarafımızdan hiç bir yardım görmezsiniz.
Boşuna feryad etmeyin bugün! Zira bizden yardım göremeyeceksiniz.
\"Bağırıp dövünmeyin bugün, bizim karşımızda kimseden yardım göremezsiniz.\"
Fakat onlara şöyle denilecektir: “Bugün hiç boşuna sızlanmayın! Zira siz Bizden hiçbir surette yardıma mazhar olmayacaksınız.”
Bugün artık feryadetmeyin, bize karşı size yardım olunmaz (kimse sizi bizim azabımızdan kurtaramaz). Supplicate not this day! Assuredly ye will not be helped by Us.
قَدْ كَانَتْ ءَايَٰتِى تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنتُمْ عَلَىٰٓ أَعْقَٰبِكُمْ تَنكِصُونَ ﴿٦٦﴾
Size ayetlerimiz okunduğu zaman gerisin geriye dönerdiniz.
Gerçekten Benim ayetlerim size okunuyordu, fakat siz topuklarınız üzerinde geri dönüyordunuz;
ḳad kânet âyâtî tütlâ `aleyküm feküntüm `alâ a`ḳâbiküm tenkisûn.
\"Ayetlerim size okunduğunda büyüklük taslayıp, gece ağzınıza geleni söyleyerek ardınıza dönüyordunuz.\"
Çünkü ayetlerim size okunurdu da, siz, buna karşı kibirlenerek arkanızı döner, geceleyin (Kabe'nin etrafında toplanarak) hezeyanlar savururdunuz.
Size ayetlerim okunuyordu da ardınıza dönüyordunuz.
Çünkü âyetlerimiz size okunurdu da, buna karşı siz arkanızı dönerdiniz.
\"Ayetlerimiz size okunuyordu da siz ökçeleriniz üzerine gerisin geri dönüyordunuz.\"
“Âyetlerim size okunduğunda, siz kibirlenerek sırtınızı çevirirdiniz, geceleyin onun aleyhinde ileri geri konuşarak saçmalardınız.” [40,12]
Ayetlerim size okunuyordu da siz arkanıza dönüyordunuz. My revelations were recited unto you, but ye used to turn back on your heels,
مُسْتَكْبِرِينَ بِهِۦ سَٰمِرًۭا تَهْجُرُونَ ﴿٦٧﴾
Ululanırdınız orada ve geceleyin de Peygamber hakkında uluorta söylenirdiniz.
Buna (ayetlerime) karşı büyüklük taslayarak; gece vakti de hezeyanlar sergiliyordunuz.
müstekbirîne bih. sâmiran tehcürûn.
\"Ayetlerim size okunduğunda büyüklük taslayıp, gece ağzınıza geleni söyleyerek ardınıza dönüyordunuz.\"
Çünkü ayetlerim size okunurdu da, siz, buna karşı kibirlenerek arkanızı döner, geceleyin (Kabe'nin etrafında toplanarak) hezeyanlar savururdunuz.
Ona karşı büyüklük taslıyordunuz, saçmalayarak geceliyordunuz.
Kafa tutardınız ve geceleyin hezeyanlar savururdunuz.
\"Ona karşı büyüklük taslayarak, gece boyunca hezeyanlar savuruyordunuz.\"
“Âyetlerim size okunduğunda, siz kibirlenerek sırtınızı çevirirdiniz, geceleyin onun aleyhinde ileri geri konuşarak saçmalardınız.” [40,12]
Ayetlerime karşı kibirlenerek geceleyin (Ka'be'nin çevresinde toplanıp) saçmalıyordunuz.
أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا۟ ٱلْقَوْلَ أَمْ جَآءَهُم مَّا لَمْ يَأْتِ ءَابَآءَهُمُ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿٦٨﴾
Şu Kur'an'ı bir iyice düşünmezler mi, yoksa evvelce gelip geçen atalarına gelmeyen bir şey mi geldi onlara?
Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
efelem yeddebberü-lḳavle em câehüm mâ lem ye'ti âbâehümü-l'evvelîn.
Söyleneni hiç düşünmezler mi? Yoksa onlara, ilk atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
Onlar bu sözü incelemediler mi, yoksa geçmiş atalarına gelmeyen bir şey mi kendilerine geldi?
Onlar bu sözü (Kur'ân'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
Sözü gereğince düşünmediler de ondan mı, yoksa kendilerine ilk atalarına gelmeyen bir şey geldi diye mi?
Peki onlar Allah'ın sözünü anlamaya çalışmadılar mı? Yoksa önce geçip gitmiş babalarına hiç gelmemiş olan, ömürlerinde ilk defa duydukları bir şeyle mi karşılaştılar?
Onlar o sözü (Kur'an'ı) iyice düşünmediler mi, yoksa onlara, ilk atalarına gelmeyen bir şey (bir elçi ve Kitap) geldi diye mi (böyle davranıyorlar)?
أَمْ لَمْ يَعْرِفُوا۟ رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُۥ مُنكِرُونَ ﴿٦٩﴾
Yoksa Peygamberlerini tanımazlar mı ki onu inkar etmedeler?
Ya da kendi elçilerini tanımadılar mı ki, şimdi onu inkar ediyorlar?
em lem ya`rifû rasûlehüm fehüm lehû münkirûn.
Veya peygamberlerini tanımadılar da; bu yüzden mi onu inkar ediyorlar?
Yoksa Peygamberlerini henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkar ediyorlar?
Yoksa, kendilerine gönderilen elçiyi tanımadıkları için mi onu inkar ediyorlar?
Yoksa peygamberlerini tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar?
Yoksa resullerini tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar?
Yoksa şu aralarında yaşamış olan Resulü, tanıdıkları biri olmadığı için mi reddediyorlar?
Yoksa elçilerini tanımadıkları (onun doğruluğunu, dürüstlüğünü bilmedikleri) için mi onu inkar ediyorlar?
أَمْ يَقُولُونَ بِهِۦ جِنَّةٌۢ ۚ بَلْ جَآءَهُم بِٱلْحَقِّ وَأَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَٰرِهُونَ ﴿٧٠﴾
Yoksa onda delilik var mı derler? Hayır, o, gerçek olan Kur'an'la gelmiştir onlara, fakat çoğu gerçeği istemez.
Yahut: \"Onda bir delilik var\" mı diyorlar? Hayır, o, onlara hak ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar.
em yeḳûlûne bihî cinneh. bel câehüm bilḥaḳḳi veekŝeruhüm lilḥaḳḳi kârihûn.
Ya da: \"Onda delilik var\" diyorlar öyle mi? Hayır; onlara gerçeği getirmiştir, ama çoğu ondan hoşlanmamaktadır.
Yoksa onda bir cinnet olduğunu mu söylüyorlar? Hayır; o, kendilerine hakkı getirmiştir. Onların çoğu ise haktan hoşlanmamaktadırlar.
Yoksa, onun deli olduğuna mı karar verdiler? Halbuki onlara gerçeği getirmişti. Ne var ki onların çoğu gerçekten hoşlanmaz.
Yoksa onda bir delilik olduğunu mu söylüyorlar? Aksine o, kendilerine hakkı getirmiştir. Halbuki onlar haktan hoşlanmamaktadırlar.
Yoksa, \"Onda bir cinnet mi var\" diyorlar! Hayır, o kendilerine hakkı getirdi ama onların çoğu haktan tiksinen kişilerdir.
Ne o, yoksa “Onda bir delilik var!” mı diyorlar? Oysa o onlara gerçeğin ta kendisini getirdi, ama gerçek onların çoğunun işine gelmiyor.
Yoksa \"Onda bir delilik var\" mı diyorlar? Hayır, o kendilerine hakkı getirdi, fakat çokları haktan hoşlanmıyorlar.
وَلَوِ ٱتَّبَعَ ٱلْحَقُّ أَهْوَآءَهُمْ لَفَسَدَتِ ٱلسَّمَٰوَٰتُ وَٱلْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ ۚ بَلْ أَتَيْنَٰهُم بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُّعْرِضُونَ ﴿٧١﴾
Gerçek Tanrı, onların dileklerine uysaydı elbette gökler de bozulurgiderdi, yeryüzü de, onlarda olan varlıklar da. Hayır, biz onlara kendi yüceliklerini getirdik, gösterdik, fakat onlar kendi yüceliklerinden de yüz çevirmedeler.
Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar.
velevi-ttebe`a-lḥaḳḳu ehvâehüm lefesedeti-ssemâvâtü vel'arḍu vemen fîhinn. bel eteynâhüm biẕikrihim fehüm `an ẕikrihim mü`riḍûn.
Eğer gerçek onların heveslerine uysaydı, gökler, yer ve onlarda bulananlar bozulup giderdi. Onlara, kendilerine öğüt veren bir şey getirdik; onlar ise öğütlerinden yüz çevirirler.
Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunanlar bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirdiIer.
Gerçek onların arzularına uysaydı, gökler, yer ve içlerindekiler kaosa girerdi. Halbuki onlara mesajlarını verdik, ancak çokları mesajlarından yüz çevirmekte.
Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunan kimseler bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirirler.
Eğer hak onların keyiflerine uysaydı, gökler de yer de bunların içindekiler de kesinlikle fesada uğrardı. Hayır, biz onlara zikirlerini/Kur'anlarını getirdik ama onlar zikirlerinden/Kur'anlarından yüz çeviriyorlar.
Fakat gerçek onların keyiflerine tâbi olsaydı göklerin de, yerin de, oralarda yaşayanların da düzenleri bozulur, yıkılıp giderlerdi. Halbuki Biz onlara şan ve şeref getiren, öğüt veren kitap verdik ama, ne var ki onlar bu dersten yüz çeviriyorlar. [43,31; 44; 21,50; 17,100; 4,53]
Eğer hak, onların keyiflerine uysaydı, gökler, yer ve bunların içinde bulunan kimseler bozulur, giderdi. Biz onlara Zikir'lerini getirdik fakat onlar, Zikirlerinden yüz çeviriyorlar.
أَمْ تَسْـَٔلُهُمْ خَرْجًۭا فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌۭ ۖ وَهُوَ خَيْرُ ٱلرَّٰزِقِينَ ﴿٧٢﴾
Yoksa onlardan ücret mi istiyorsun? Gerçekten de Rabbinin mükafatı daha hayırlıdır ve o, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
Yoksa sen onlardan haraç mı istiyorsun? İşte Rabbinin haracı (dünya ve ahiret armağanı) daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
em tes'elühüm ḫarcen feḫarâcü rabbike ḫayr. vehüve ḫayru-rrâziḳîn.
Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin ecri daha iyidir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
(Resulüm!) Yoksa sen onlardan bir karşılık mı istiyorsun? Rabbinin vereceği daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
Yoksa sen onlardan bir maaş mı istedin? Rabbinin maaşı çok daha iyidir. O, rızık verenlerin en iyisidir.
(Resulüm!) Yoksa sen onlardan bir haraç mı istiyorsun? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
Yoksa onlardan bir vergi mi istiyorsun? Rabbinin vereceği daha hayırlıdır. Rızık verenlerin en hayırlısıdır O.
Ey Resulüm, yoksa bu hizmetlerine karşılık sen onlardan bir karşılık istiyorsun da, bu, kendilerine ağır geldiği için mi senden uzak duruyorlar? Fakat bilsinler ki en iyi karşılık, sana Rabbinin vereceği karşılıktır. Çünkü O, rızık ve nimet verenlerin en hayırlısıdır. [6,90; 42,23; 34,47; 38,86; 36,21]
Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun (da onun için mi hakkı kabul etmiyorlar)? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en iyisidir.
وَإِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ إِلَىٰ صِرَٰطٍۢ مُّسْتَقِيمٍۢ ﴿٧٣﴾
Şüphe yok ki sen, onları mutlaka doğru yola çağırmadasın.
Gerçekten sen onları dosdoğru olan bir yola çağırıyorsun.
veinneke leted`ûhüm ilâ ṣirâṭim müsteḳîm.
Aslında sen onları doğru yola çağırıyorsun ama, ahirete inanmayanlar bu yoldan sapmaktadırlar.
Gerçek şu ki sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.
Kuşku yok ki sen onları dosdoğru yola çağırıyorsun.
Gerçek şu ki sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.
Şu bir gerçek ki, sen onları dosdoğru bir yola çağırıyorsun.
Sen gerçekten onları dosdoğru bir yola çağırıyorsun.
Sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.
وَإِنَّ ٱلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِٱلْءَاخِرَةِ عَنِ ٱلصِّرَٰطِ لَنَٰكِبُونَ ﴿٧٤﴾
Fakat gerçekten de ahirete inanmayanlar, doğru yoldan sapıyorlar.
Ancak ahirete inanmayanlar, şüphesiz yoldan sapanlardır.
veinne-lleẕîne lâ yü'minûne bil'âḫirati `ani-ṣṣirâṭi lenâkibûn.
Aslında sen onları doğru yola çağırıyorsun ama, ahirete inanmayanlar bu yoldan sapmaktadırlar.
Ahirete inanmayanlar ise, ısrarla yoldan çıkmaktadırlar.
Ama ahirete inanmıyanlar yoldan sapmaktadırlar.
Fakat ahirete inanmayanlar ise, ısrarla yoldan çıkmaktadırlar.
Ama âhirete inanmayanlar, o yoldan hep yan çiziyorlar.
Ama şu da gerçek ki âhirete inanmayanlar, yoldan sapıyorlar.
Ama ahirete inanmayanlar yoldan sapıyorlar.
۞ وَلَوْ رَحِمْنَٰهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِم مِّن ضُرٍّۢ لَّلَجُّوا۟ فِى طُغْيَٰنِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿٧٥﴾
Onlara acırsan ve uğradıkları zararı giderirsen gene azgınlıklarında şaşkıncasına ısrar edip giderler.
Eğer onlara merhamet eder ve onlara dokunan zararı gideriverirsek, taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşmalarını sürdürecekler.
velev raḥimnâhüm vekeşefnâ mâ bihim min ḍurril leleccû fî ṭugyânihim ya`mehûn.
Biz onlara acısak ve başlarındaki sıkıntıyı gidersek bile, azgınlıkları içinde bocalayıp kalırlar.
Eğer onlara acıyıp da içinde bulundukları sıkıntıyı giderseydik, iyice körleşerek azgınlıklarında direnirlerdi.
Kendilerine acıyıp başlarına gelen perişanlıklarını giderseydik bile, azgınlıklarına dalıp bocalayacaklardı.
Eğer onlara acıyıp da için de bulundukları sıkıntıyı giderseydik, iyice körleşerek azgınlıklarında büsbütün direnirlerdi.
Eğer biz onlara acıyıp da üstlerindeki sıkıntıyı kaldırsaydık, azgınlıkları içinde sersem sersem bocalamaya devam edeceklerdi.
Eğer Biz onlara merhamet edip, uğradıkları belayı giderseydik, yine onlar azgınlıklarında devam edip giderlerdi. [8,23; 6,28-29]
Biz onlara acıyıp da başlarındaki sıkıntıyı açsaydık, yine azgınlıklarında bocalamağa devam ederlerdi.
وَلَقَدْ أَخَذْنَٰهُم بِٱلْعَذَابِ فَمَا ٱسْتَكَانُوا۟ لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ ﴿٧٦﴾
Andolsun ki biz onları azaplandırmıştık da gene Rablerine baş eğmemişlerdi ve yalvarmamışlardı.
Andolsun, Biz onları azapla yakalayıverdik, fakat yine de Rablerine boyun eğmediler ve yakarıp-yalvarmadılar.
veleḳad eḫaẕnâhüm bil`aẕâbi feme-stekânû lirabbihim vemâ yeteḍarra`ûn.
And olsun ki, Biz onları azabla yakalamıştık, yine de Rablerine boyun eğmemiş ve yakarmamışlardı.
Andolsun, biz onları sıkıntıya düşürdük de yine Rablerine boyun eğmediler, tazarru ve niyazda da bulunmuyorlar.
Onları cezaya çarptırmamıza rağmen Rab'lerine boyun eğmediler, yalvarmadılar.
Andolsun, biz onları sıkıntıya düşürdük de yine Rablerine boyun eğmediler, tazarru' ve niyazda da bulunmadılar.
Yemin olsun, biz onları azapla yakaladık. Ama yine de Rablerine boyun eğmediler. Sığınıp yakarmıyorlar.
Biz onları çeşitli azaplara da uğrattık. Buna rağmen yine de Rab'lerine boyun eğip O’na yalvarıp yakarmadılar. [6,43]
Andolsun biz onları azab ile yakaladık, ama yine Rabblerine boyun eğmediler, O'na yalvarmıyorlar.
حَتَّىٰٓ إِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًۭا ذَا عَذَابٍۢ شَدِيدٍ إِذَا هُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ ﴿٧٧﴾
Sonunda, onlara çetin bir azap kapısı açmıştık da o zaman her şeyden ümitlerini kesmişlerdi.
Sonunda, üzerlerine azabı şiddetli olan bir kapı açtığımızda, onlar bunun içinde şaşkına dönüp umutlarını kaybettiler.
ḥattâ iẕâ fetaḥnâ `aleyhim bâben ẕâ `aẕâbin şedîdin iẕâ hüm fîhi müblisûn.
Sonunda onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımız zaman ümitsiz kalıverdiler.
En nihayet üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada şaşkın ve ümitsiz kalmışlardır!
Kendilerine çetin bir azabın kapısını açtığımız zaman şaşırıp şoke oldular.
Nihayet üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada şaşkın ve ümitsiz kalmışlardır!
Nihayet, üzerlerine şiddetli bir azabın kapısını açtığımızda hemencecik ümitsizliğe düşüverecekler.
Ama ne zaman onların önüne ceza gününe mahsus zorlu bir azap kapısını açarsak, işte o zaman birden bütün ümitlerini yitiriverirler.
Nihayet üzerlerine şiddetli bir azab kapısı açtığımız zaman, derhal O'nun içinde şaşkın ve umutsuz kalırlar.
وَهُوَ ٱلَّذِىٓ أَنشَأَ لَكُمُ ٱلسَّمْعَ وَٱلْأَبْصَٰرَ وَٱلْأَفْـِٔدَةَ ۚ قَلِيلًۭا مَّا تَشْكُرُونَ ﴿٧٨﴾
Ve o, bir mabuttur ki size kulak, gözler ve kalpler verdi ne de az şükrediyorsunuz.
O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz.
vehüve-lleẕî enşee lekümü-ssem`a vel'ebṣâra vel'ef'ideh. ḳalîlem mâ teşkürûn.
Oysa, sizin için kulaklar, gözler ve kalbler vareden O'dur. Pek az şükrediyorsunuz.
O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne de az şükrediyorsunuz!
O'dur sizin için işitme, görme duyularını ve beyinler yaratan. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!
Halbuki sizin için o kulağı, o gözleri ve o gönülleri yaratan O'dur. Ne de az şükrediyorsunuz!
Allah odur ki; sizin için işitme gücü, gözler ve gönüller oluşturdu. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!
Ey insanlar, Rabbinizin buyruklarına kulak verin.Çünkü sizde işitme ve görmeyi sağlayan kulak ve gözleri, düşünüp hissetmenizi sağlayan kalpleri yaratan O'dur. Şükrünüz ne kadar da az! [12,103; 34,13]
O'dur ki, sizin için o kulağı, o gözleri ve gönülleri inşa etti. Ne kadar az şükrediyorsunuz!
وَهُوَ ٱلَّذِى ذَرَأَكُمْ فِى ٱلْأَرْضِ وَإِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٧٩﴾
Ve o, bir mabuttur ki sizin için bitirdi yeryüzündekileri ve onun tapısında haşrolacaksınız.
O, sizi yeryüzünde yaratıp-türetendir ve hepiniz yalnızca O'na (döndürülüp) toplanacaksınız.
vehüve-lleẕî ẕera'eküm fi-l'arḍi veileyhi tuḥşerûn.
Sizi yerde yaratıp yayan O'dur ve O'nun huzurunda toplanacaksınız.
Ve O, sizi yeryüzünde yaratıp türetendir. Sırf O'nun huzurunda toplanacaksınız.
O'dur sizi yeryüzüne yerleştiren; O'nun huzurunda toplanacaksınız.
Ve sizi yeryüzünde yaratıp türeden O'dur. Sırf O'nun huzuruna toplanacaksınız.
Sizi yeryüzünde yaratıp yayan da O'dur. O'nun huzurunda haşredileceksiniz.
Sizi çoğaltıp dünyaya yayan da O'dur. Muhakkak yine O’nun huzuruna götürüleceksiniz.
O'dur ki, sizi yeryüzünde yaratıp yaydı ve O'na götürüleceksiniz.
وَهُوَ ٱلَّذِى يُحْىِۦ وَيُمِيتُ وَلَهُ ٱخْتِلَٰفُ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿٨٠﴾
Ve o, bir mabuttur ki diriltir ve öldürür ve geceyle gündüzün uzanıp kısalması da onun tedbiriyledir, akıl etmez misiniz?
O, yaşatan ve öldürendir; gece ile gündüzün aykırılığı (veya ardarda gelişi) da O'nun (kanunu)dur. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız?
vehüve-lleẕî yuḥyî veyümîtü velehu-ḫtilâfü-lleyli vennehâr. efelâ ta`ḳilûn.
Dirilten de, öldüren de O'dur. Gece ile gündüzün birbiri ardından gitmesi de O'nun emrine bağlıdır. Düşünmez misiniz?
Ve O, yaşatan ve öldürendir; gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun eseridir. Hala aklınızı kullanmaz mısınız!
O'dur yaşatan ve öldüren; gecenin ve gündüzün değişmesi O'na bağlı. Aklınızı kullanmaz mısınız?
Ve O, yaşatan ve öldürendir; gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun eseridir. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?
O hayat veriyor, O öldürüyor. Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişi O'nun için. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
Hayatı veren de, öldüren de O'dur. Gece ile gündüzü peş peşe getiren de O’dur. Öyleyse hâlâ aklınızı başınıza alıp bunları bir düşünmez misiniz? [36,40; 25,62]
O'dur ki yaşatıyor, öldürüyor. Gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun(eseri)dir. Aklınızı kullanmıyor musunuz?
بَلْ قَالُوا۟ مِثْلَ مَا قَالَ ٱلْأَوَّلُونَ ﴿٨١﴾
Hayır, onlar, hep evvelkilerin dedikleri gibi demedeler.
Hayır; onlar, geçmiştekilerin söylediklerinin benzerini söylediler.
bel ḳâlû miŝle mâ ḳâle-l'evvelûn.
Hayır; yine de öncekilerin dediklerini derler.
Buna rağmen onlar, öncekilerin dedikleri gibi dediler.
Ancak onlar, öncekilerin dediklerini tekrarladılar.
Hayır, öncekilerin söylediklerinin benzerini söylediler.
İşin doğrusu şu: Onlar da öncekilerin söylediği gibi söylediler.
Ama böyle yapmak yerine, kendilerinden önceki münkirlerin dediklerini dediler.
Hayır, onlar da evvelkilerin dedikleri gibi dediler:
قَالُوٓا۟ أَءِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًۭا وَعِظَٰمًا أَءِنَّا لَمَبْعُوثُونَ ﴿٨٢﴾
Dediler ki: Öldükten ve toztoprak ve kemik kesildikten sonra mı diriltileceğiz?
Dediler ki: \"Öldüğümüz, bir toprak ve bir kemik olduğumuz zaman, gerçekten biz mi diriltilecek mişiz?\"
ḳâlû eiẕâ mitnâ vekünnâ türâbev ve`iżâmen einnâ lemeb`ûŝûn.
Öncekiler: \"Ölüp toprak ve bir yığın kemik olduğumuzda mı diriltileceğiz? And olsun ki biz ve daha önce de babalarımız tehdit edilmişti; bu, öncekilerin masallarından başka birşey değildir\" demişlerdi.
Dediler ki: Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?
Ve şöyle dediler: \"Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı dirileceğiz?\"
Dediler ki: \"Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?\"
Dediler ki: \"Ölüp, toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman mı, gerçekten o zaman mı diriltileceğiz?\"
“Ölüp toprak ve kemik haline geldikten sonra biz dirilecekmişiz ha!Bize de, daha önce babalarımıza da bu vaad edilip durdu. Doğrusu bu dirilme işi, öncekilerin masallarından, başka bir şey değil!” dediler. [79,11-14; 36,77-79]
Öldüğümüz, toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman mı, biz mi diriltileceğiz? dediler.
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَءَابَآؤُنَا هَٰذَا مِن قَبْلُ إِنْ هَٰذَآ إِلَّآ أَسَٰطِيرُ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿٨٣﴾
Andolsun ki bize de, daha önce atalarımıza da vaadedilmişti bu, fakat bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değil.
\"Andolsun, bu tehdit, bize ve bizden önceki atalarımıza yapılmıştı; bu, geçmişlerin uydurma masallarından başka bir şey değildir.\"
leḳad vu`idnâ naḥnü veâbâünâ hâẕâ min ḳablü in hâẕâ illâ esâṭîru-l'evvelîn.
Öncekiler: \"Ölüp toprak ve bir yığın kemik olduğumuzda mı diriltileceğiz? And olsun ki biz ve daha önce de babalarımız tehdit edilmişti; bu, öncekilerin masallarından başka birşey değildir\" demişlerdi.
Hakikaten, gerek bize, gerekse daha önce atalarımıza böyle bir vaadde bulunuldu; (fakat) bu geçmiştekilerin masallarından başka bir şey değildir!
\"Bize ve atalarımıza daha önce aynı şey söz verilmişti. Bu, geçmişlerin efsanesinden başka bir şey değildir.\"
\"Yemin ederiz ki, gerek bize, gerekse daha önce atalarımıza böyle bir vaadde bulunuldu; (fakat) bu geçmiştekilerin masallarından başka bir şey değildir!\"
\"Yemin olsun, biz de bizden önce atalarımız da bununla tehdit edildik. Öncekilerin masallarından başka bir şey değil bu!\"
“Ölüp toprak ve kemik haline geldikten sonra biz dirilecekmişiz ha!Bize de, daha önce babalarımıza da bu vaad edilip durdu. Doğrusu bu dirilme işi, öncekilerin masallarından, başka bir şey değil!” dediler. [79,11-14; 36,77-79]
Andolsun bu tehdid bize de bizden önce atalarımıza da yapıldı. Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir.
قُل لِّمَنِ ٱلْأَرْضُ وَمَن فِيهَآ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٨٤﴾
De ki: Kimindir yeryüzü ve orada bulunanlar biliyorsanız eğer?
De ki: \"Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?\"
ḳul limeni-l'arḍu vemen fîhâ in küntüm ta`lemûn.
De ki: \"Biliyorsanız söyleyin, yer ve onda bulunanlar kimindir?\"
(Resulüm!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?
De ki, \"Biliyorsanız, yer, gökler ve içlerinde bulunanlar kimindir?\"
(Resulüm!) de ki: \"Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?\"
De ki: \"Eğer biliyorsanız, yeryüzü ve içindekiler kimindir?\"
De ki: “Bütün dünya ve içinde yaşayanlar kimindir söyleyin bakalım, biliyorsanız.”
De ki: \"Biliyorsanız dünya ve içinde bulunanlar kimindir?\"
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ ﴿٨٥﴾
Diyecekler ki: Allah'ın. De ki: O halde ne diye hala düşünüp anlamazsınız?
\"Allah'ındır\" diyecekler. De ki: \"Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?\"
seyeḳûlûne lillâh. ḳul efelâ teẕekkerûn.
\"Allah'ındır\" diyecekler, \"Öyleyse ders almaz mısınız?\" de.
\"Allah'a aittir\" diyecekler. Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız! de.
\"ALLAH'ın,\" diyecekler. De ki, \"Düşünmez misiniz?\"
\"Allah'a aittir\" diyecekler. \"Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız?\" de.
\"Allah'ındır!\" diyecekler. De ki: \"Hâlâ düşünüp ibret almıyor musunuz?\"
Elbette: “Allah'ındır” diyeceklerdir. Öyleyse, sen de ki: “Neden aklınızı başınıza almıyorsunuz?” [39,3]
Allah'ındır diyecekler. \"O halde düşün(üp, ilk kez yaratanın, ikinci defa yine yaratılabileceğini anla)mıyor musunuz?\" de.
قُلْ مَن رَّبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ ٱلسَّبْعِ وَرَبُّ ٱلْعَرْشِ ٱلْعَظِيمِ ﴿٨٦﴾
De ki: Kimdir Rabbi yedi göğün ve Rabbi pek büyük arşın.
De ki: \"Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?\"
ḳul mer rabbü-ssemâvâti-sseb`i verabbü-l`arşi-l`ażîm.
\"Yedi göğün de Rabbi, yüce arşın da Rabbi kimdir?\" de.
Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş'ın Rabbi kimdir? diye sor.
De ki, \"Yedi göğün Rabbi, büyük yönetimin Rabbi kimdir?\"
\"Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş'ın Rabbi kimdir?\" diye sor.
Sor: \"Yedi göklerin Rabbi ve o büyük arşın Rabbi kimdir?\"
“Peki, yedi kat göğün ve yüce arşın Rabbi kimdir?” diye sor.
Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir? de.
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ ﴿٨٧﴾
Diyecekler ki: Bunlar da Allah'ın. De ki: Ne diye hala çekinmezsiniz?
\"Allah'ındır\" diyecekler. De ki: \"Yine de sakınmayacak mısınız?\"
seyeḳûlûne lillâh. ḳul efelâ tetteḳûn.
\"Allah'tır\" diyecekler! \"Öyleyse O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?\" de.
\"(Bunlar da) Allah'ındır\" diyecekler. Şu halde siz Allah'tan korkmaz mısınız! de.
\"ALLAH.,\" diyecekler. De ki, \"Öyleyse neden erdemli davranmıyorsunuz?\"
\"(Onlar da) Allah'ındır.\" diyecekler. \"Şu halde siz Allah'tan korkmaz mısınız?\" de.
\"Allah'tır!\" diyecekler. De ki: \"Hâlâ benden sakınmıyor musunuz?\"
Elbette, “Allah'tır”, diyeceklerdir. Öyleyse, sen de ki: “İnandığınız Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
Bunlar Allah'ındır diyecekler. \"O halde korunmuyor musunuz?\" de.
قُلْ مَنۢ بِيَدِهِۦ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍۢ وَهُوَ يُجِيرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٨٨﴾
De ki: Kimdir her şeyin saltanat ve tasarrufu elinde olan ve odur koruyan, oysa korunmaya muhtaç değil; biliyorsanız eğer?
De ki: \"Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken Kendisi korunmuyor.\"
ḳul mem biyedihî melekûtü külli şey'iv vehüve yücîru velâ yücâru `aleyhi in küntüm ta`lemûn.
\"Biliyorsanız söyleyin her şeyin hükümranlığı elinde olan, barındıran fakat himayeye muhtaç olmayan kimdir?\"
Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekutu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir? diye sor.
De ki, \"Biliyorsanız, koruyup kollayan, fakat kendisi korunup kollanmayan; her şeyin egemenliğini elinde bulunduran kimdir?\"
\"Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir?\" diye sor.
Şunu da sor: \"Eğer biliyorsanız söyleyin. Kimdir o, her şeyin melekûtu/aslı-esası elinde olan? O koruyup gözeten ama korunup gözetilmeyen?\"
De ki: “Peki her şeyin gerçek yönetimini elinde tutan, Kendisi her şeyi koruyup gözeten, ama Kendisi himaye altında olmayan kimdir? Biliyorsanız söyleyin bakalım! [36,83; 21,23; 15,92-93]
Biliyorsanız (söyleyin) her şeyin melekutu (mülkü ve yönetimi) elinde olan, koruyup kollayan, fakat kendisi korunup kollan(maya muhtaç ol)mayan kimdir? de.
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ فَأَنَّىٰ تُسْحَرُونَ ﴿٨٩﴾
Diyecekler ki: Bunlar da Allah'ın. De ki: Ne diye hala boş şeylere kapılmadasınız?
\"Allah'ındır\" diyecekler. De ki: \"Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?\"
seyeḳûlûne lillâh. ḳul feennâ tüsḥarûn.
\"Allah'tır\" diyecekler; \"Öyleyse nasıl aldanıyorsunuz\" de.
\"(Bunların hepsi) Allah'ındır\" diyecekler. Öyle ise nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz? de.
\"ALLAH.,\" diyeceklerdir. De ki, \"O halde nasıl da aldanıyorsunuz?\"
\"(Bunlar da) Allah'ındır.\" diyecekler. \"Öyle ise nasıl olur da büyülenirsiniz?\" de.
\"Allah'tır!\" diyecekler. De ki: \"Nasıl oluyor da büyüleniyorsunuz?\"
Elbette, “Allah'tır” diyecekler. Sen de ki: Öyleyse nasıl oluyor da büyülenip gerçekten uzaklaşıyorsunuz?”
(Her şeyin yönetimi) Allah'a aittir diyecekler. \"O halde nasıl büyüleniyorsunuz?\" de.
بَلْ أَتَيْنَٰهُم بِٱلْحَقِّ وَإِنَّهُمْ لَكَٰذِبُونَ ﴿٩٠﴾
Hayır, biz onlara gerçeği getirdik ve şüphe yok ki onlar, yalan söylemedeler elbette.
Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar.
bel eteynâhüm bilḥaḳḳi veinnehüm lekâẕibûn.
Hayır; Biz onlara gerçeği getirdik ama, onlar yalancıdırlar.
Doğrusu biz onlara gerçeği getirdik; onlar ise hakikaten yalancılardır.
Kendilerine gerçeği getirmemize rağmen onlar yalanlamaktadırlar.
Doğrusu biz onlara hakkı getirdik; onlar ise cidden yalancıdırlar.
Hayır, hayır! Biz onlara hakkı getirdik ama onlar tam anlamıyla yalancıdırlar.
Hayır, Biz onlara gerçeği getirdik; fakat buna rağmen onlar yalanı tercih ediyorlar. İşte gerçek:
Doğrusu biz, onlara hakkı getirdik, (bizim söylediklerimiz gerçektir), onlarsa yalancıdırlar.
مَا ٱتَّخَذَ ٱللَّهُ مِن وَلَدٍۢ وَمَا كَانَ مَعَهُۥ مِنْ إِلَٰهٍ ۚ إِذًۭا لَّذَهَبَ كُلُّ إِلَٰهٍۭ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍۢ ۚ سُبْحَٰنَ ٱللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ ﴿٩١﴾
Allah, hiç kimseyi evlat edinmez ve onunla birlikte bir başka mabut yoktur, olsaydı her mabut, kendi halkettiğini benimseyip alır gider ve bir kısmı, öbürlerinden üstün olurdu. Münezzehtir Allah onların söylediklerinden.
Allah, hiçbir çocuk edinmemiştir ve O'nunla birlikte hiçbir İlah yoktur; eğer olsaydı, her bir ilah elbette kendi yarattığını götürüverirdi ve (ilahların) bir kısmına karşı üstünlük sağlardı. Allah, onların nitelendiregeldiklerinden Yücedir.
me-tteḫaẕe-llâhü miv velediv vemâ kâne me`ahû min ilâhin iẕel leẕehebe küllü ilâhim bimâ ḫaleḳa vele`alâ ba`ḍuhüm `alâ ba`ḍ. sübḥâne-llâhi `ammâ yeṣifûn.
Allah çocuk edinmemiştir; O'nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.
Allah evlat edinmemiştir; O'nunla beraber hiçbir tanrı da yoktur. Aksi takdirde her tanrı kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerine galebe çalardı. Allah, onların (müşriklerin) yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir.
ALLAH çocuk edinmemiştir, O'nunla beraber bir tanrı da yoktur. Aksi taktirde her tanrı yarattığı şeylerle birlikte bağımsızlığını ilan ederek yönetim için bir biriyle çekişmeye girerdi. ALLAH, onların niteledikleri şeylerden çok uzaktır.
Allah evlat edinmemiştir; O'nunla beraber hiçbir ilâh da yoktur. Aksi takdirde her ilâh kendi yarattığını sevk ve idare eder ve bir gün mutlaka onlardan biri diğerine galip gelirdi. Allah, onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir.
Allah, çocuk edinmemiştir. O'nunla beraber herhangi bir ilah da yoktur. Eğer böyle olsaydı, her ilah kendi yarattığını yok ederdi ve mutlaka biri ötekine üstün gelmeye çalışırdı. Allah'ın şanı onların nitelendirmelerinden yücedir, arınmıştır.
“Allah asla evlat edinmedi. O'nun yanı sıra hiçbir tanrı da yoktur. Öyle olsaydı her tanrı kendi yarattıklarını yanına alır ve onlardan biri diğerine üstün gelmeye çalışırdı. Allah o müşriklerin isnat ve nitelendirmelerinden münezzehtir.” [21,22]
Allah çocuk edinmemiştir. O'nunla beraber hiçbir tanrı yoktur. Öyle olsaydı her tanrı, kendi yarattığını götürürdü ve onlardan biri diğerine üstün gelmeğe çalışırdı. Allah, onların tanımlamalarından uzaktır.
عَٰلِمِ ٱلْغَيْبِ وَٱلشَّهَٰدَةِ فَتَعَٰلَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٩٢﴾
Gizliyi de bilir, görüneni de; gerçekten de yücedir şirk koşanların ona eş tanıdıkları şeylerden.
Gaybı ve müşahede edilebileni bilendir; onların ortak koştuklarından Yücedir.
`âlimi-lgaybi veşşehâdeti fete`âlâ `ammâ yüşrikûn.
O, görülmeyeni de, görüleni de bilir. Koştukları ortaklardan yücedir.
Allah, gaybı da şehadeti de bilendir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir.
Tüm sırları ve tanık olunanları Bilendir; onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
Allah, gaybı da, açık olanı da bilir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir.
Gözle görülmeyeni de görüleni de bilendir O. Uzaktır onların ortak koştuklarından.
Görünmeyen ve görünen, gizli ve âşikâr her şeyi bilen Allah, onların iddia ettikleri şerikleri olmaktan yücedir. [10,18]
(O), görünmeyeni ve görüneni bilir; onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
قُل رَّبِّ إِمَّا تُرِيَنِّى مَا يُوعَدُونَ ﴿٩٣﴾
De ki: Rabbim, onlara vaadedileni bana göstereceksen.
De ki: \"Rabbim, eğer onlara va'dolunan (azab)ı mutlaka bana göstereceksen,\"
ḳur rabbi immâ türiyennî mâ yû`adûn.
De ki: \"Rabbim! Onların tehdit olundukları şeyi bana mutlaka göstereceksen, o zaman beni zalim milletin içinde bulundurma Yarabbi.\"
(Resulüm!) De ki: \"Rabbim! Eğer onlara yöneltilen tehdidi (dünyevi sıkıntıyı ve uhrevi azabı) mutlaka bana göstereceksen.
De ki, \"Rabbim, onlara verilen sözü bana gösterirsen,\"
(Resulüm!) De ki: Rabbim! Eğer onlara yöneltilen tehdidi (dünyevî sıkıntıyı ve uhrevî azabı) mutlaka göstereceksen,
De ki: \"Rabbim, tehdit edildikleri şeyi bana mutlaka göstereceksen,
De ki: “Ya Rabbî, eğer onlara vâd edilen o azabı bana göstereceksen, beni o zalimler güruhu içinde bırakma!”
De ki: \"Rabbim, eğer onların tehdidedildikleri şeyi mutlaka bana göstereceksen (ben sağ iken onları cezalandıracaksan),\"
رَبِّ فَلَا تَجْعَلْنِى فِى ٱلْقَوْمِ ٱلظَّٰلِمِينَ ﴿٩٤﴾
Rabbim, beni zalim topluluğun içinde bırakma.
\"Rabbim, bu durumda beni zulmeden kavmin içinde bırakma.\"
rabbi felâ tec`alnî fi-lḳavmi-żżâlimîn.
De ki: \"Rabbim! Onların tehdit olundukları şeyi bana mutlaka göstereceksen, o zaman beni zalim milletin içinde bulundurma Yarabbi.\"
Bu durumda beni zalimler topluluğunun içinde bulundurma, Rabbim!\"
\"Rabbim, beni o zalim toplum içinde bırakma.\"
Bu durumda beni, o zalimler topluluğunda bulundurma, Rabbim!
Beni o zalimler topluluğunun içinde tutma Rabbim!\"
De ki: “Ya Rabbî, eğer onlara vâd edilen o azabı bana göstereceksen, beni o zalimler güruhu içinde bırakma!”
Rabbim, beni şu zalim kavmin içinde bırakma!
وَإِنَّا عَلَىٰٓ أَن نُّرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَٰدِرُونَ ﴿٩٥﴾
Ve şüphe yok ki bizim, onlara vaadettiğimiz şeyleri sana göstermeye gücümüz yeter elbette.
Gerçek şu ki Biz, onları tehdit ettiğimiz şeyi şüphesiz sana gösterme gücüne sahibiz.
veinnâ `alâ en nüriyeke mâ ne`idühüm leḳâdirûn.
Biz onlara vadettiğimizi sana elbette gösterebiliriz.
Biz, onlara yönelttiğimiz tehdidi sana göstermeye elbette ki kadiriz.
Biz elbette, kendilerine söz verileni sana gösterebiliriz.
Biz, onlara yönelttiğimiz tehdidi sana göstermeye elbette ki kadiriz.
Biz, onları tehdit ettiğimiz şeyi sana göstermeye elbette kadiriz.
Biz onlara vâd ettiğimiz azabı sana göstermeye elbette kadiriz.
Biz, onları tehdidettiğimiz şeyi sana göstermeğe elbette kadiriz (onları cezalandıracağız ve sen bunu göreceksin).
ٱدْفَعْ بِٱلَّتِى هِىَ أَحْسَنُ ٱلسَّيِّئَةَ ۚ نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ ﴿٩٦﴾
Kötülüğü, en güzel bir huyla defet, biz, onların neler dediğini, bizi ne çeşit tavsif ettiklerini daha iyi biliriz.
Kötülüğü en güzel olanla uzaklaştır; Biz, onların nitelendiregeldiklerini en iyi bileniz.
idfa` billetî hiye aḥsenü-sseyyieh. naḥnü a`lemü bimâ yeṣifûn.
Kötülüğü en iyi ile sav. Onların vasıflandırmalarını Biz daha iyi biliriz.
Sen, kötülüğü en güzel bir tutumla sav. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyi çok iyi bilmekteyiz.
Kötülüğe iyilikle karşılık ver. Biz onların iddialarını iyi biliriz.
Sen, kötülüğü en güzel bir tutumla sav, çünkü biz onların yakıştırmakta oldukları şeyi çok iyi bilmekteyiz.
En güzel olan neyse onunla sav kötülüğü. Onların nasıl nitelendirme yaptıklarını biz daha iyi biliriz.
Fakat onlar ne yaparlarsa yapsınlar, sen yine de kötülüğü en iyi tarzda sav. Biz onların, senin hakkındaki asılsız iddialarını pek iyi biliriz.
Kötülüğü en güzel şeyle sav. Biz onların (seni) nasıl vasıflandıracaklarını biliyoruz.
وَقُل رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَٰتِ ٱلشَّيَٰطِينِ ﴿٩٧﴾
Ve de ki: Rabbim, sana sığınırım Şeytanların vesveselerinden.
Ve de ki: \"Rabbim, şeytanın kışkırtmalarından Sana sığınırım.\"
veḳur rabbi e`ûẕü bike min hemezâti-şşeyâṭîn.
De ki: \"Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından Sana sığınırım.\"
Ve de ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım!
Şeytandan Korunmak İçin
Ve de ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım!
Ve de ki: \"Rabbim, şeytanların dürtüklemelerinden sana sığınırım!\"
Sen de ki: “Ya Rabbî! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!”
Ve de ki: \"Rabbim, şeytanların dürtüklemelerinden sana sığınırım.\"
وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَن يَحْضُرُونِ ﴿٩٨﴾
Ve sana sığınırım Rabbim, onların yanımda bulunmalarından.
\"Ve onların benim yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım Rabbim.\"
vee`ûẕü bike rabbi ey yaḥḍurûn.
\"Rabbim! Yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım.\"
Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım, Rabbim!
Ve de ki, \"Rabbim, şeytanların fısıltılarından sana sığınırım.\"
Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.
\"Onların, başıma üşüşmelerinden de sana sığınırım Rabbim!\"
Sen de ki: “Ya Rabbî! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!”
Ve onların yanıma uğramalarından sana sığınırım Rabbim.
حَتَّىٰٓ إِذَا جَآءَ أَحَدَهُمُ ٱلْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ٱرْجِعُونِ ﴿٩٩﴾
Sonunda, onlardan birine ölüm gelip çattı mı Rabbim der, beni geriye, tekrar dünyaya yolla da.
Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: \"Rabbim, beni geri çevirin.\"
ḥattâ iẕâ câe eḥadehümü-lmevtü ḳâle rabbi-rci`ûn.
Onlardan birine ölüm gelince: \"Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim\" der. Hayır; bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır.
Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: \"Rabbim! der, beni geri gönder;\"
Onlardan birine ölüm gelip çattığı zaman şöyle der, \"Rabbim, beni geri döndürünüz.\"
Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında, \"Rabbim, der, lütfen beni (dünyaya) geri gönder,\"
Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde şöyle der: \"Rabbim, beni geri döndürün;
Âhireti inkâr edenlerden birine ölüm gelip çatınca, işte o zaman: “Ya Rabbî!” der, “ne olur beni dünyaya geri gönderin, ta ki zayi ettiğim ömrümü telafi edip iyi işler yapayım.”Hayır, hayır! Bu onun söylediği mânasız bir sözdür. Çünkü dünyadan ayrılanların önünde, artık, diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır. [32,12; 6,27 63,10-11; 14,44; 7,53; 42,44; 40,11]
Nihayet onlardan birine ölüm geldiği zaman: \"Rabbim, der, beni geri döndürünüz!\"
لَعَلِّىٓ أَعْمَلُ صَٰلِحًۭا فِيمَا تَرَكْتُ ۚ كَلَّآ ۚ إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَآئِلُهَا ۖ وَمِن وَرَآئِهِم بَرْزَخٌ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ ﴿١٠٠﴾
Belki iyi işler işlerim ve zayi ettiğim ömrü telafi ederim. Hayır, boş bir söz, onun söylediği söz. Onların önlerinde, diriltilip mezarlarından çıkarılacakları günedek bir berzah var.
\"Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım.\" Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır.
le`allî a`melü ṣâliḥan fîmâ teraktü kellâ. innehâ kelimetün hüve ḳâilühâ. vemiv verâihim berzeḫun ilâ yevmi yüb`aŝûn.
Onlardan birine ölüm gelince: \"Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim\" der. Hayır; bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır.
\"Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.\" Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.
\"Ki terketmiş bulunduğum şeylerde erdemli işler yapayım.\" Hayır. Bu onun söylediği bir laftan ibarettir. Diriliş gününe kadar onların ardında bir engel vardır.
\"Ta ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.\" Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.
Döndürün ki, o arkada bıraktığım yerde iyi bir iş yapayım.\" Hayır, bir kelime ki bu, o söyler onu. Ötelerinde, dirilecekleri güne kadar bir berzah vardır.
Âhireti inkâr edenlerden birine ölüm gelip çatınca, işte o zaman: “Ya Rabbî!” der, “ne olur beni dünyaya geri gönderin, ta ki zayi ettiğim ömrümü telafi edip iyi işler yapayım.”Hayır, hayır! Bu onun söylediği mânasız bir sözdür. Çünkü dünyadan ayrılanların önünde, artık, diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır. [32,12; 6,27 63,10-11; 14,44; 7,53; 42,44; 40,11]
Ki terk ettiğim dünyada yararlı bir iş yapayım. Hayır, bu onun söylediği bir sözdür. Önlerinde ta diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır.
فَإِذَا نُفِخَ فِى ٱلصُّورِ فَلَآ أَنسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍۢ وَلَا يَتَسَآءَلُونَ ﴿١٠١﴾
Sura üfürülünce aralarında ne soysop var, ne de birbirlerinin halini soruştuRabilirler o gün.
Böylece Sur'a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar (veya soybağları) yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu veya birbirlerine durumlarını) soruşturmazlar da.
feiẕâ nüfiḫa fi-ṣṣûri felâ ensâbe beynehüm yevmeiẕiv velâ yetesâelûn.
Sura üflendiği zaman, o gün, aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez ve birbirlerine de birşey soramazlar.
Sura üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar.
Boruya üfürüldüğünde o gün artık aralarında akrabalık yoktur ve birbirleriyle de ilgilenemezler.
Sûr'a üflendiği zaman aralarında artık ne soysop (çekişmesi) vardır, ne de birbirlerini soruşturacaklardır.
Sûra üfürüldüğünde, aralarında artık soy-sop/şuna-buna mensup olmalar söz konusu edilemez. Birbirlerini soruşturamazlar da.
Sûra üflendiği zaman, o gün artık ne aralarındaki akraba tutkunluğu bir fayda verir, ne de kişi bir başkasının halini sormayı hatırından geçirir.
Sur'a üflendiği zaman, artık o gün aralarında soylar yoktur ve (insanlar, birbirlerine soylarını) sormazlar.
فَمَن ثَقُلَتْ مَوَٰزِينُهُۥ فَأُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْمُفْلِحُونَ ﴿١٠٢﴾
Kimin iyilikleri ağır gelirse o çeşit kişilerdir kurtulanlar, muratlarına erenler.
Artık kimin tartısı ağır basarsa, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
femen ŝeḳulet mevâzînühû feülâike hümü-lmüfliḥûn.
Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtuluşa ermiş olanlardır.
Artık kimlerin (sevap) tartılan ağır basarsa, işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.
Tartıları ağır gelenler, işte onlar kazanacaklardır.
Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.
Artık kimin tartıları ağır gelirse onlar kurtulmuş olacaklardır.
O gün kimin iyilikleri mizanda ağır basarsa onlar kurtulacaklar.
Kimlerin (eylemlerinin) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَٰزِينُهُۥ فَأُو۟لَٰٓئِكَ ٱلَّذِينَ خَسِرُوٓا۟ أَنفُسَهُمْ فِى جَهَنَّمَ خَٰلِدُونَ ﴿١٠٣﴾
Ve kimin iyilikleri hafif gelirse gerçekten de o çeşit kişilerdir kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedidir onlar.
Kimin tartısı hafif gelirse, işte onlar da kendi nefislerini hüsrana uğratanlar, cehennemde de ebedi olarak kalacak olanlardır.
vemen ḫaffet mevâzînühû feülâike-lleẕîne ḫasirû enfüsehüm fî cehenneme ḫâlidûn.
Tartıları hafif gelenler, işte onlar, kendilerine yazık edendir, cehennemde temellidirler.
Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; (çünkü onlar) ebedi cehennemdedirler.
Tartıları hafif gelenler ise, kendilerini zarara soktukları için cehennemde ebedi kalacak olanlardır.
Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; (çünkü onlar) ebedî cehennemdedirler.
Tartıları hafif gelenler ise kendilerini kayba uğratanlar, uzun süre cehennemde kalanlar olacaklardır.
Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.
Kimlerin tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde sürekli kalanlardır.
تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ ٱلنَّارُ وَهُمْ فِيهَا كَٰلِحُونَ ﴿١٠٤﴾
Yüzlerini yalar ateş ve onlar, orada somurtup kalırlar.
Ateş, onların yüzlerini yalayarak yakar da onun içinde onlar, (etleri sıyrılmış olarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler.
telfeḥu vucûhehümü-nnâru vehüm fîhâ kâliḥûn.
Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır.
Ateş yüzlerini yakar; orada suratları çirkin ve gülünç bir halde bulunurlar.
Onlar orada perişan durumda iken, ateş de yüzlerini yalayacaktır.
Orada dişleri sırıtır halde iken ateş yüzlerini yalar.
Ateş, yüzlerini yalar. Ve onlar da içinde sırıtıp kalacaklar.
Orada yüzlerini alevler yalar da, ateş dudaklarını yaktığında, dişleri açıkta kalıverir. [14,50; 21,39]
(Orada onların) yüzlerini ateş yalar. Öyle ki (ateşin) içinde (dehşetten dudakları gerilir de) dişleri açıkta kalır.
أَلَمْ تَكُنْ ءَايَٰتِى تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ ﴿١٠٥﴾
Siz değil miydiniz size ayetlerim okunurken onları yalanlayanlar?
Ayetlerim size okunuyorken, yalanlayanlar sizler değil miydiniz?
elem tekün âyâtî tütlâ `aleyküm feküntüm bihâ tükeẕẕibûn.
Allah: \"Ayetlerim size okunurken onları yalanlıyordunuz değil mi?\" der.
Size ayetlerim okunurdu da, siz onları yalanlardınız değil mi?
Ayetlerim size okunmuyor muydu ve siz de onları yalanlamıyor muydunuz?
(Allah Teâlâ,) Size âyetlerim okunurdu da, siz onları yalanlardınız değil mi?... der.
\"Ayetlerim size okunmadı mı?\" Ve siz onları yalanlamıyor muydunuz?\"
Allah Teâlâ onlara şöyle buyurur: “Âyetlerim size okunurdu da siz onları yalan sayardınız değil mi?” [4,165; 17,15; 67,8-11]
Ayetlerim size okunurdu da siz onları yalanlardınız değil mi?
قَالُوا۟ رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْمًۭا ضَآلِّينَ ﴿١٠٦﴾
Rabbimiz derler, kötülüğümüz üst oldu bize ve doğru yoldan sapmış bir topluluk olduk.
Dediler ki: \"Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi, biz sapan bir topluluk imişiz.\"
ḳâlû rabbenâ galebet `aleynâ şiḳvetünâ vekünnâ ḳavmen ḍâllîn.
Şöyle derler: \"Rabbimiz! Bizi bedbahtlığımız yenmişti; sapık bir millet olmuştuk.\"
Derler ki: Rabbimiz! Azgınlığımız bizi altetti; biz, bir sapıklar topluluğu idik.
\"Rabbimiz,\" diyecekler, \"Bizi talihsizliğimiz yendi; biz sapıtan bir toplum olduk.\"
Derler ki: Rabbimiz! Azgınlığımız bizi altetti; biz, bir sapıklar topluluğu idik.
Derler ki: \"Rabbimiz, bahtsızlığımız bize baskın çıktı. Sapıp gitmiş bir topluluk olduk biz.\"
“Ey Ulu Rabbimiz”, derler, “azgınlığımız, kötü talihimiz ağır bastı, biz de yoldan sapan kimseler olduk bir kere. Ama ne olur ey Ulu Rabbimiz, kurtar bizi bu ateşten, eğer bir daha o kötülükleri yaparsak işte o zaman, kendimize iyice yazık eder, zalimin teki oluruz!”
Rabbimiz, dediler, bahtsızlığımız bizi yendi. Biz sapık bir topluluk olduk.
رَبَّنَآ أَخْرِجْنَا مِنْهَا فَإِنْ عُدْنَا فَإِنَّا ظَٰلِمُونَ ﴿١٠٧﴾
Rabbimiz, bizi buradan çıkar, gene kötülüğe dönersek gerçekten de zulmetmiş oluruz artık.
\"Rabbimiz, bizi (ateşin) içinden çıkar, eğer yine (inkara) dönersek, artık gerçekten zalim kimseler oluruz.\"
rabbenâ aḫricnâ minhâ fein `udnâ feinnâ żâlimûn.
\"Rabbimiz! Bizi buradan çıkar, tekrar günaha dönersek, doğrusu zulmetmiş oluruz.\"
Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız.
\"Rabbimiz, bizi buradan çıkar. Eğer (eski durumumuza) dönersek artık biz gerçekten zalimleriz.\"
Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız.
\"Rabbimiz, çıkar bizi oradan. Eğer bir daha aynısını yaparsak, gerçekten zalimler olacağız.\"
“Ey Ulu Rabbimiz”, derler, “azgınlığımız, kötü talihimiz ağır bastı, biz de yoldan sapan kimseler olduk bir kere. Ama ne olur ey Ulu Rabbimiz, kurtar bizi bu ateşten, eğer bir daha o kötülükleri yaparsak işte o zaman, kendimize iyice yazık eder, zalimin teki oluruz!”
Rabbimiz, bizi bundan çıkar. Eğer bir daha (yaptığımız kötü işlere) dönersek artık biz gerçekten zalimleriz.
قَالَ ٱخْسَـُٔوا۟ فِيهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ ﴿١٠٨﴾
Hoşt, defolun oraya ve bana da söz söylemeyin der.
Der ki: \"Onun içine sinin ve Benimle söyleşmeyin.\"
ḳâle-ḫseû fîhâ velâ tükellimûn.
Allah: \"Sinin orada! Benimle konuşmayın. Kullarımdan bir topluluk: \"Rabbimiz! inandık, artık bizi bağışla, bize acı. Sen acıyanların en iyisisin\" diyordu. Siz ise, onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size Beni anmayı unutturuyordu. Onlara hep gülüyordunuz. Sabretmelerine karşılık bugün onları mükafatlandırdım. Doğrusu onlar kurtulanlardır\" der.
Buyurur ki: Alçaldıkça alçalın orada! Bana karşı konuşmayın artık!
Diyecek ki, \"Sinin orada, benimle konuşmayın.\"
(Allah) buyurur ki: Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın artık.
Buyurur: \"Yıkılıp gidin oraya, konuşmayın benimle!\"
Allah Teâlâ: “Kesin sesinizi, sakın bir daha Bana bir şey söylemeye kalkışmayın!” buyurur.
Buyurdu ki: \"Sinin orada, bana bir şey söylemeyin!\"
إِنَّهُۥ كَانَ فَرِيقٌۭ مِّنْ عِبَادِى يَقُولُونَ رَبَّنَآ ءَامَنَّا فَٱغْفِرْ لَنَا وَٱرْحَمْنَا وَأَنتَ خَيْرُ ٱلرَّٰحِمِينَ ﴿١٠٩﴾
Şüphe yok ki bir bölük vardır kullarımdan, Rabbimiz derler, inandık, yarlıga bizi ve acı bize ve sensin merhametliler merhametlisi.
\"Çünkü gerçekten Benim kullarımdan bir grup: “Rabbimiz, iman ettik, Sen artık bizi bağışla ve bize merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın, derlerdi de,\"
innehû kâne ferîḳum min `ibâdî yeḳûlûne rabbenâ âmennâ fagfir lenâ verḥamnâ veente ḫayru-rrâḥimîn.
Allah: \"Sinin orada! Benimle konuşmayın. Kullarımdan bir topluluk: \"Rabbimiz! inandık, artık bizi bağışla, bize acı. Sen acıyanların en iyisisin\" diyordu. Siz ise, onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size Beni anmayı unutturuyordu. Onlara hep gülüyordunuz. Sabretmelerine karşılık bugün onları mükafatlandırdım. Doğrusu onlar kurtulanlardır\" der.
Zira kullarımdan bir zümre: Rabbimiz! Biz iman ettik; öyle ise bizi affet; bize acı! Sen, merhametlilerin en iyisisin, demişlerdi.
\"Kullarımdan bir grup, 'Rabbimiz, inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.' derdi.\"
Çünkü kullarımdan bir zümre \"Rabbimiz! Biz iman ettik; öyle ise bizi bağışla, bize merhamet et, sen, merhametlilerin en iyisisin.\" diyorlardı.
Kullarımdan bir zümre \"Rabbimiz, inandık; affet bizi, acı bize, sen merhametlilerin en hayırlısısın\" diyorken,
Kullarımdan, bir kısmı “inandık ya Rabbî! Affet günahlarımızı, merhamet et bize, çünkü Sen merhamet edenlerin en iyisi, en hayırlısısın!” dediklerinde, onları alaya alan sizler değil miydiniz!Sonunda sizin bu davranışlarınız Beni gönlünüzden geçirmeyi, Beni yâdetmeyi size unutturdu da, onlarla eğlenip durdunuz.
Zira kullarımdan bir zümre: 'Rabbimiz inandık, bizi bağışla, bize acı, sen acıyanların en hayırlısısın' dedikleri için
فَٱتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتَّىٰٓ أَنسَوْكُمْ ذِكْرِى وَكُنتُم مِّنْهُمْ تَضْحَكُونَ ﴿١١٠﴾
Halbuki siz, onları alaya aldınız da sonunda beni anmayı unutturdu size bu hal ve siz onlara gülerdiniz.
\"Siz onları alay konusu edinmiştiniz; öyle ki, size Benim zikrimi unutturdular ve siz onlara gülüp duruyordunuz.\"
fetteḫaẕtümûhüm siḫriyyen ḥattâ ensevküm ẕikrî veküntüm minhüm taḍḥakûn.
Allah: \"Sinin orada! Benimle konuşmayın. Kullarımdan bir topluluk: \"Rabbimiz! inandık, artık bizi bağışla, bize acı. Sen acıyanların en iyisisin\" diyordu. Siz ise, onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size Beni anmayı unutturuyordu. Onlara hep gülüyordunuz. Sabretmelerine karşılık bugün onları mükafatlandırdım. Doğrusu onlar kurtulanlardır\" der.
İşte siz onları alaya aldınız; sonunda onlar (ile alay etmeniz) size beni yadetmeyi unutturdu, siz onlara gülüyordunuz.
\"Sizse onları alaya aldınız ve onlar yüzünden beni anmayı unuttunuz. Onlara gülüp duruyordunuz.\"
İşte siz onları alaya aldınız; sonunda bu davranışınız size beni yâd etmeyi unutturdu; çünkü siz onlara gülüyordunuz.
Siz onları alaya aldınız. Öyle ki, zikrimi/Kur'anımı size unutturdular. Siz onlara hep gülüyordunuz.
Kullarımdan, bir kısmı “inandık ya Rabbî! Affet günahlarımızı, merhamet et bize, çünkü Sen merhamet edenlerin en iyisi, en hayırlısısın!” dediklerinde, onları alaya alan sizler değil miydiniz!Sonunda sizin bu davranışlarınız Beni gönlünüzden geçirmeyi, Beni yâdetmeyi size unutturdu da, onlarla eğlenip durdunuz.
Siz onlarla alay ettiniz, (sürekli onlarla uğraştığınız için onlar) size beni anmayı unutturdular. Siz daima onlara gülüyordunuz.
إِنِّى جَزَيْتُهُمُ ٱلْيَوْمَ بِمَا صَبَرُوٓا۟ أَنَّهُمْ هُمُ ٱلْفَآئِزُونَ ﴿١١١﴾
Şüphe yok ki ben de sabrettiklerine karşılık bugün onları mükafatlandıracağım; şüphe yok ki onlardır muratlarına erenlerin ta kendileri.
\"Bugün Ben, gerçekten onların sabretmelerinin karşılığını verdim. Şüphesiz onlar, 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenlerdir.\"
innî cezeytühümü-lyevme bimâ ṣaberû ennehüm hümü-lfâizûn.
Allah: \"Sinin orada! Benimle konuşmayın. Kullarımdan bir topluluk: \"Rabbimiz! inandık, artık bizi bağışla, bize acı. Sen acıyanların en iyisisin\" diyordu. Siz ise, onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size Beni anmayı unutturuyordu. Onlara hep gülüyordunuz. Sabretmelerine karşılık bugün onları mükafatlandırdım. Doğrusu onlar kurtulanlardır\" der.
Bugün ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim; onlar, hakikaten muratlarına erenlerdir.
\"Bugün ben, onlara sabretmelerinin karşılığını verdim. Kazananlar işte bunlardır.\"
Bugün ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim; onlar, hakikaten muradlarına erenlerdir.
Bugün onlara ben, sabretmiş olmalarının karşılığını verdim. Başarıya erip kurtulanlar, onlardır.
İşte Ben de sabretmelerine karşılık bugün onları ödüllendirdim.İşte umduklarına kavuşanlar onlardır.
Bugün ben, onlara sabretmelerinin karşılığını verdim; onlar (evet) işte kurtulup murada erenler onlardır.
قَٰلَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِى ٱلْأَرْضِ عَدَدَ سِنِينَ ﴿١١٢﴾
Yeraltında kaç yıl kaldınız der.
Dedi ki: \"Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?\"
ḳâle kem lebiŝtüm fi-l'arḍi `adede sinîn.
Allah onlara yine: \"Yeryüzünde kaç yıl kaldınız\" der.
(Allah inkarcılara) \"Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?\" diye sorar.
Dedi ki, \"Yeryüzünde kaç sene kaldınız?\"
(Allah inkârcılara) \"Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?\" diye sorar.
Buyurur: \"Yeryüzünde yıllar sayısıyla ne kadar kaldınız?\"
Sonra Allah cehennemdekilere der ki: “Size kalsa, dünyada kaç yıl kaldınız?” [30,55; 46,35]
Ve buyurdu: \"Yer yüzünde yıllar sayısınca ne kadar kaldınız?\"
قَالُوا۟ لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍۢ فَسْـَٔلِ ٱلْعَآدِّينَ ﴿١١٣﴾
Bir gün derler, yahut da bir günün bir kısmı kadar, artık, sayanlara sor.
Dediler ki: \"Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.\"
ḳâlû lebiŝnâ yevmen ev ba`ḍa yevmin fes'eli-l`âddîn.
\"Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor\" derler.
\"Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte sayanlara sor\" derler.
\"Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. Sayanlara sor,\" dediler.
\"Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte bilenlere sor.\" derler.
Derler: \"Bir gün yahut günün bir kısmı kadar; sayanlara sor.\"
Onlar: “Bir gün veya daha da az. Ne bilelim, isterseniz bunu tam tamına aklında tutanlara sor! Zira bizim aklımız başımızdan gitmiş durumda.” diye cevap verirler.
(Herhalde) Bir gün, yahut günün bir kısmı kadar kaldık; sayanlara sor, dediler.
قَٰلَ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًۭا ۖ لَّوْ أَنَّكُمْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١١٤﴾
Ancak pek az kaldınız der, fakat bir bilseniz ahiretin ebediliğini.
Dedi ki: \"Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz,\"
ḳâle il lebiŝtüm illâ ḳalîlel lev enneküm küntüm ta`lemûn.
Allah' \"Pek az kaldınız, keşke bilseydiniz! Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?\" der.
Buyurur: Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız!
Dedi ki, \"Siz gerçekten çok kısa bir süre kaldınız, keşke bilseydiniz.\"
(Allah) buyurur ki: Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız!
Buyurdu: \"Sadece birazcık kaldınız. Keşke biliyor olsaydınız.\"
Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Siz, doğrusu pek az kaldınız.Bu gerçeği bir bilseydiniz, Bana isyan etmezdiniz.”
Buyurdu ki: \"Sadece az bir zaman kaldınız, keşke bilseydiniz!\"
أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَٰكُمْ عَبَثًۭا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ ﴿١١٥﴾
Yoksa sizi ancak boşu boşuna yarattık gerçekten de dönüp tapımıza gelmeyeceksiniz mi sanıyordunuz?
\"Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?\"
efeḥasibtüm ennemâ ḫalaḳnâküm `abeŝev veenneküm ileynâ lâ türce`ûn.
Allah' \"Pek az kaldınız, keşke bilseydiniz! Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?\" der.
Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?
\"Sizi boş yere yarattığımızı ve bize dönmeyeceğinizi mi sandınız?\"
Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?
\"Sizi, boş yere yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?\"
“Bizim sizi boşuna yarattığımızı, Bizim huzurumuza dönüp hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?”
Bizim sizi boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?
فَتَعَٰلَى ٱللَّهُ ٱلْمَلِكُ ٱلْحَقُّ ۖ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ ٱلْعَرْشِ ٱلْكَرِيمِ ﴿١١٦﴾
Yücedir her şeye sahip ve mutasarrıf olan gerçek Allah, yoktur ondan başka tapacak, güzelim arşın de sahibidir.
Hak melik olan Allah pek Yücedir, O'ndan başka İlah yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir.
fete`âle-llâhü-lmelikü-lḥaḳḳ. lâ ilâhe illâ hû. rabbü-l`arşi-lkerîm.
Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O, yüce arşın Rabbidir.
Mutlak hakim ve hak olan Allah, çok yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur, O, yüce Arş'ın sahibidir.
Gerçek Yönetici olan ALLAH çok yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur ve O, cömert yönetimin Rabbidir.
Mutlak hâkim ve hak olan Allah, çok yücedir. O'ndan başka ilâh yoktur. O, bereketli Arş'ın sahibidir.
Yücelerden yücedir, o hak padişah olan Allah! İlah yok O'ndan başka. O şanlı arşın Rabbidir O!
“Öyleyse artık şu gerçeği bilin ki Allah yüceler yücesidir.Gerçek hükümran O'dur. O’ndan başka tanrı yoktur.Pek değerli arşın Rabbidir”
Hak padişah olan Allah, pek yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O, Kerim Arş'ın sahibidir.
وَمَن يَدْعُ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ لَا بُرْهَٰنَ لَهُۥ بِهِۦ فَإِنَّمَا حِسَابُهُۥ عِندَ رَبِّهِۦٓ ۚ إِنَّهُۥ لَا يُفْلِحُ ٱلْكَٰفِرُونَ ﴿١١٧﴾
Ve kim Allah'la beraber bir başka mabudu çağırırsa onun, bu hususta bir burhanı yoktur; sorusu da Rabbine aittir onun; hiç şüphe yok ki kafirler, kurtulmazlar, muratlarına ermezler.
Kim Allah ile beraber ona ilişkin geçerli kesin bir kanıt (burhan)ı olmaksızın başka bir İlah'a taparsa, artık onun hesabı Rabbinin Katındadır. Şüphesiz inkar edenler kurtuluşa eremezler.
vemey yed`u me`a-llâhi ilâhen âḫara lâ bürhâne lehû bihî feinnemâ ḥisâbühû `inde rabbih. innehû lâ yüfliḥu-lkâfirûn.
Allah'la beraber, varlığına hiçbir delili olmadığı halde başka tanrıya tapanın hesabını Rabbi görecektir. İnkarcılar elbette kurtulamazlar.
Her kim Allah ile birlikte diğer bir tanrıya taparsa, -ki bu hususla ilgili hiçbir delili yoktur- o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şurası muhakkak ki kafirler iflah olmaz.
Her kim ALLAH'la birlikte, hiç bir delile sahip olmayan başka bir tanrıya da kulluk ederse, onun hesabı Rabbinin katındadır. Kuşkusuz kafirler başaramazlar.
Her kim Allah ile birlikte diğer bir tanrıya taparsaki bu hususla ilgili hiçbir delili yoktur o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şurası muhakkak ki, kâfirler kurtuluşa eremezler.
Kim Allah'ın yanında, hakkında hiçbir kanıt olmayan bir başka ilaha yakarır/davet ederse, onun hesabı rabbi katındadır. Hiç kuşkusuz, küfre sapanlar iflah etmezler.
O halde, kim tanrılığını ispat eden hiç bir delili olmamasına rağmen,Allah'ın beraber başka bir tanrıya taparsa,âhirette Rabbinin huzurunda hesabını verecek, cezasını çekecektir.Şurası muhakkak ki kâfirler asla iflah olmazlar.
Kim Allah ile beraber, varlığını kanıtlayacak hiçbir delil bulunmayan bir tanrıya taparsa, onun hesabı, Rabbinin yanındadır (onu Allah cezalandırır) çünkü kafirler iflah olmazlar.
وَقُل رَّبِّ ٱغْفِرْ وَٱرْحَمْ وَأَنتَ خَيْرُ ٱلرَّٰحِمِينَ ﴿١١٨﴾
Ve de ki Rabbim, yarlıga acı ve sensin acıyanların en hayırlısı.
Ve de ki: \"Rabbim, bağışla ve merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.\"
veḳur rabbi-gfir verḥam veente ḫayru-rrâḥimîn.
De ki: \"Rabbim! Bağışla, merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.\"
(Resulüm!) De ki: Bağışla ve merhamet et Rabbim! Sen merhametlilerin en iyisisin.
De ki: \"Rabbim, (bizi) bağışla, merhamet et; sen, merhamet edenlerin en iyisisin.\"
Resulüm! De ki: \"Rabbim, bağışla ve merhamet et! Sen merhametlilerin en iyisisin.\"
Şöyle yakar: \"Rabbim! Affet, merhamet et! Sen merhametlilerin en hayırlısısın!\"
Öyleyse (ey Resulüm ve ey mümin!) Sen şöyle dua et:“Ya Rabbî, Sen bizi affet, Sen bize merhamet et. Zira merhamet edenlerin en hayırlısı Sensin Sen!”
De ki: \"Rabbim, bağışla, acı, sen acıyanların en hayırlısısın.\"