Settings
Surah The Poets [Ash-Shuara] in Turkish
طسٓمٓ ﴿١﴾
Ta sin mim.
Ta, Sin, Mim.
ṭâ-sîn-mîm.
Ta, Sin, Mim.
Ta. Sin. Mim.
TT. S. M.
Tâ, Sîn, Mîm.
Tâ, Sîn, Mîm.
Tâ Sîn Mîm
Ta sin mim.
تِلْكَ ءَايَٰتُ ٱلْكِتَٰبِ ٱلْمُبِينِ ﴿٢﴾
Bunlardır gerçekle batılı açıklayan kitabın ayetleri.
Bunlar, apaçık olan Kitab'ın ayetleridir.
tilke âyâtü-lkitâbi-lmübîn.
Bunlar apaçık Kitap'ın ayetleridir.
Bunlar, apaçık Kitab'ın ayetleridir.
Bunlar (harfler), açıklayıcı kitabın mucizeleridir.
Bunlar sana apaçık kitabın âyetleridir.
İşte sana gerçeği apaçık gösteren Kitap'ın ayetleri...
Şunlar gerçekleri açıklayan kitabın âyetleridir.
Şunlar o apaçık Kitabın ayetleridir.
لَعَلَّكَ بَٰخِعٌۭ نَّفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا۟ مُؤْمِنِينَ ﴿٣﴾
Kendine kıyacaksın inanmıyorlar diye adeta.
Onlar mü'min olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?)
le`alleke bâḫi`un nefseke ellâ yekûnû mü'minîn.
İnanmıyorlar diye nerdeyse kendini mahvedeceksin.
(Resulüm!) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!
İnanmıyorlar diye kendini kahrediyor olabilirsin
(Resulüm!) Onlar iman etmiyorlar diye adeta kendine kıyacaksın!
Onlar iman etmiyorlar diye kendini üzüntüden tüketir gibisin.
Onlar iman etmiyor diye üzüntüden nerdeyse kendini yiyip tüketeceksin. [35,8; 18,6]
Herhalde sen, inanmıyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin!
إِن نَّشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِم مِّنَ ٱلسَّمَآءِ ءَايَةًۭ فَظَلَّتْ أَعْنَٰقُهُمْ لَهَا خَٰضِعِينَ ﴿٤﴾
Dileseydik gökten bir delil indirirdik onlara, onun karşısında başlarını eğerlerdi, kalakalırlardı.
Dilersek, onların üzerine gökten bir ayet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğilmiş kalıverir.
in neşe' nünezzil `aleyhim mine-ssemâi âyeten feżallet a`nâḳuhüm lehâ ḫâḍi`în.
Biz dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de ona boyun eğip kalırlar.
Biz dilesek, onların üzerine gökten bir mucize indiririz de, ona boyunları eğilip kalır.
Dilesek onların üzerine gökten bir mucize indiririz de ona boyun eğip kalırlar.
Biz dilersek onların üzerlerine gökten bir âyet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğilekalır.
Eğer istersek gökten üzerlerine bir mucize indiririz de boyunları onun önünde perişanlıkla eğilip kalır.
Eğer dileseydik onlara gökten öyle bir mûcize indirirdik ki, onun karşısında ister istemez boyun bükerlerdi.
Dilesek onların üzerine gökten bir mu'cize indiririz de boyunları ona eğilir (inanırlar).
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍۢ مِّنَ ٱلرَّحْمَٰنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا۟ عَنْهُ مُعْرِضِينَ ﴿٥﴾
Rahman katından, Kur'an'ın yeni bir ayeti indi mi, hemen yüz çevirirler ondan.
Onlara Rahman (olan Allah) dan yeni bir uyarı gelmeyiversin, hiç tartışmasız ondan yüz çevirirler.
vemâ ye'tîhim min ẕikrim mine-rraḥmâni muḥdeŝin illâ kânû `anhü mü`riḍîn.
Rahman'dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler.
Kendilerine, o çok esirgeyici Allah'tan hiçbir yeni öğüt gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler.
Her ne zaman Rahman'dan kendilerine yeni bir mesaj gelse, mutlaka ondan yüz çevirirler.
Bununla beraber kendilerine O Rahmân'dan yeni bir öğüt gelmeyedursun, ille ondan yüz çevirirler.
O Rahman'dan kendilerine söze bürünmüş yeni bir hatırlatma gelmeye dursun, ondan mutlaka yüz çevirirler.
(Fakat Biz bunu istemedik.) O sebeple, ne zaman onlara Rahman'dan yeni bir mesaj gelse, mutlaka ona arkalarını dönüp uzaklaşırlar. [12,103; 36,30; 23,44]
Rahman'dan onlara hiçbir yeni Zikir (uyarı) gelmez ki, mutlaka ondan yüz çevirici olmasınlar.
فَقَدْ كَذَّبُوا۟ فَسَيَأْتِيهِمْ أَنۢبَٰٓؤُا۟ مَا كَانُوا۟ بِهِۦ يَسْتَهْزِءُونَ ﴿٦﴾
Gerçekten de yalanladılar, artık yakında alay ettikleri şeyin haberleri gelip çatacak onlara.
Gerçekten yalanladılar; fakat, alay konusu yaptıkları şeyin haberi kendilerine pek yakında gelecektir.
feḳad keẕẕebû feseye'tîhim embâü mâ kânû bihî yestehziûn.
Evet, yalanladılar; alay edip durdukları şeylerin haberleri kendilerine ulaşacaktır.
Üstelik (ona) \"yalandır\" derler; fakat alay edip durdukları şeylerin haberleri yakında onlara gelecektir.
Yalanladıkları için, eğlenceye aldıkları şeylerin haberleri kendilerine ulaşacaktır.
Üstelik (ona) \"yalandır\" dediler; fakat onlara alay edip durdukları şeyin haberleri yakında gelecektir.
Yemin olsun, yalanladılar ama yakında gelecektir onlara alaya alıp durdukları şeyin haberleri.
Nitekim işte bu mesajı da yalan saydılar, ama alay edip durdukları Kur'ân’ın bildirdiği olaylar, yakında başlarına gelince, alay etmenin ne demek olduğunu anlayacaklardır.
Yalanladılar ama, alay edip durdukları şeyin haberleri, yakında kendilerine gelecektir.
أَوَلَمْ يَرَوْا۟ إِلَى ٱلْأَرْضِ كَمْ أَنۢبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍۢ كَرِيمٍ ﴿٧﴾
Bakmazlar mı yeryüzüne, nice güzelim nebatlar bitirdik çifterçifter orada.
Yeryüzünde bir bakmadılar mı ki, Biz onda her güzel (kerim) çiftten nice ürünler bitirdik.
evelem yerav ile-l'arḍi kem embetnâ fîhâ min külli zevcin kerîm.
Yeryüzüne bakmazlar mı? Orada, bitkilerden nice güzel çiftler yetiştirmişizdir.
Yeryüzüne bir bakmazlar mı! Orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirdik.
Yeryüzüne bakmazlar mı, onda değişik türden nice güzel bitkiler bitirmişiz.
Yeryüzüne bir bakmadılar mı? Biz orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirmişiz.
Bakmadılar mı yere, neler fışkırtmışız onda cömert ve bereketli her çiftten.
Peki bunlar yeryüzüne, orada her güzel çiftten nice nebatlar yetiştirdiğimize hiç bakmıyorlar mı?
Yere bakmadılar mı orada her çeşit güzel çifti bitirmişiz?
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٨﴾
Bunda bir delil var elbette ve çoğu inanmaz gene de.
Şüphesiz, bunda bir ayet vardır; ancak onların çoğu mü'min değildirler.
inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn.
Şüphesiz bunlarda Allah'ın kudretine işaret vardır, ama çoğu inanmazlar.
Şüphesiz bunlarda (Allah'ın kudretine) bir nişane vardır; ama çoğu iman etmezler.
Bunda bir işaret vardır. Ama çokları inanacak değildir.
Şüphesiz ki bunda mutlak bir âyet (nişane) vardır; ama onların çoğu iman etmezler.
Bunda elbette bir mucize var, fakat onların çoğu mümin değiller.
Elbette bunda alınacak ibret vardır; fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler.
Şüphesiz bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanıcı değillerdir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿٩﴾
Ve şüphe yok ki Rabbin, elbette üstündür, rahimdir.
Şüphesiz, senin Rabbin, gerçekten O, üstün ve güçlüdür, merhamet sahibidir.
veinne rabbeke lehüve-l`azîzü-rraḥîm.
Rabbin şüphesiz güçlüdür, merhametlidir.
Şüphe yok ki Rabbin, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Kuşkusuz senin Rabbin Güçlüdür, Rahimdir.
Ve şüphe yok ki Rabbin, galip ve engin merhamet sahibidir.
Ve hiç kuşku yok, senin Rabbin gerçekten mutlak Azîz, mutlak Rahîm'dir.
Ama senin Rabbin azîz ve rahîmdir (mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir). [10,74]
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur merhamet eden O'dur.
وَإِذْ نَادَىٰ رَبُّكَ مُوسَىٰٓ أَنِ ٱئْتِ ٱلْقَوْمَ ٱلظَّٰلِمِينَ ﴿١٠﴾
An o zamanı ki hani Rabbin, Musa'ya, git zalimler topluluğuna diye nida etmişti,
Hani senin Rabbin, Musa'ya seslenmişti: \"Zulmetmekte olan kavme git;\"
veiẕ nâdâ rabbüke mûsâ eni-'ti-lḳavme-żżâlimîn.
Rabbin Musa'ya: \"Haksızlık eden millete, Firavun'un milletine git\" diye nida etmişti. \"Haksızlıktan sakınmazlar mı?\"
Hani Rabbin Musa'ya: O zalimler güruhuna, Firavun'un kavmine git. Hala (başlarına gelecekten) sakınmayacaklar mı onlar? diye seslenmişti.
Bir zamanlar Rabbin Musa'ya seslenmişti: \"O zalim topluma git.\"
Bir vakit de Rabbin, Musa'ya nida edip \"Git o zalim kavme\" dedi.
Rabbinin Mûsa'ya, \"Zulüm sergileyenler topluluğuna git\" diye seslenişini hatırla.
Bir vakit de Rabbin Mûsâ'ya: “Haydi! o zulme batmış olan topluma, yani Firavun’un halkına gidip, “hakkı inkârdan ve azgınlıktan sakınma zamanı gelmedi mi? de!” diye nida etti. [20,47]
Rabbin Musa'ya seslendi: \"O zalim kavme git!\"
قَوْمَ فِرْعَوْنَ ۚ أَلَا يَتَّقُونَ ﴿١١﴾
Firavun'un kavmine, hala mı çekinmeyecekler?
Firavun'un kavmine, hala sakınmıyorlar mı?\"
ḳavme fir`avn. elâ yetteḳûn.
Rabbin Musa'ya: \"Haksızlık eden millete, Firavun'un milletine git\" diye nida etmişti. \"Haksızlıktan sakınmazlar mı?\"
Hani Rabbin Musa'ya: O zalimler güruhuna, Firavun'un kavmine git. Hala (başlarına gelecekten) sakınmayacaklar mı onlar? diye seslenmişti.
\"Firavun'un halkına; dinleyip düzelmiyecekler mi?\"
\"Firavun kavmine, hâlâ sakınmayacaklar mı?\"
\"Firavun'un toplumuna git! Hâlâ sakınmayacaklar mı?\"
Bir vakit de Rabbin Mûsâ'ya: “Haydi! o zulme batmış olan topluma, yani Firavun’un halkına gidip, “hakkı inkârdan ve azgınlıktan sakınma zamanı gelmedi mi? de!” diye nida etti. [20,47]
Fir'avn'ın kavmine. Onlar (kötülüklerden) korunmayacaklar mı?
قَالَ رَبِّ إِنِّىٓ أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ ﴿١٢﴾
Musa, Rabbim demişti, gerçekten de beni yalanlarlar diye korkuyorum.
Dedi ki: \"Rabbim, gerçekten ben, onların beni yalanlamalarından korkuyorum.\"
ḳâle rabbi innî eḫâfü ey yükeẕẕibûn.
Musa: \"Rabbim! Doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum; göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor. Onun için Harun'a da elçilik ver. Onların bana isnat ettikleri bir suç da vardır. Beni öldürmelerinden korkuyorum\" demişti.
Musa şöyle dedi: Rabbim! Doğrusu, beni yalancılıkla suçlamalarından korkuyorum.
Dedi ki, \"Rabbim, onların beni yalanlamalarından korkuyorum.\"
(Musa) şöyle seslendi: \"Ya Rab! Doğrusu ben korkarım ki beni yalancı sayarlar.\"
Demişti ki Mûsa: \"Rabbim, doğrusu ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.\"
“Ya Rabbî” dedi, “Korkarım ki beni yalancı sayarlar, benim de göğsüm daralır, dilim tutulur. Onun için Harun'a da risalet ver!” [28,34; 20,29] {KM, Çıkış 4,10-14}
(Musa): \"Rabbim, dedi, ben, onların beni yalanlayacaklarından korkuyorum.\"
وَيَضِيقُ صَدْرِى وَلَا يَنطَلِقُ لِسَانِى فَأَرْسِلْ إِلَىٰ هَٰرُونَ ﴿١٣﴾
Gönlüm daralır, dilim açılmaz, sen Harun'u gönder.
\"Göğsüm sıkışıyor, dilim dönmüyor; bundan dolayı Harun'a da (elçilik görevini bildirmesi için Cibril'i) gönder.\"
veyeḍîḳu ṣadrî velâ yenṭaliḳu lisânî feersil ilâ hârûn.
Musa: \"Rabbim! Doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum; göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor. Onun için Harun'a da elçilik ver. Onların bana isnat ettikleri bir suç da vardır. Beni öldürmelerinden korkuyorum\" demişti.
(Bu durumda) içim daralır, dilim dönmez; onun için Harun'a da elçilik ver.
\"Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor; kardeşim Harun'u gönder.\"
\"Ve göğsüm daralır, dilim dönmez, onun için Harun'a da elçilik ver.\"
\"Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor. Görev emrini Hârun'a gönder.\"
“Ya Rabbî” dedi, “Korkarım ki beni yalancı sayarlar, benim de göğsüm daralır, dilim tutulur. Onun için Harun'a da risalet ver!” [28,34; 20,29] {KM, Çıkış 4,10-14}
Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor (tutukluk yapıyor), onun için Harun'a da elçilik ver.\"
وَلَهُمْ عَلَىَّ ذَنۢبٌۭ فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ ﴿١٤﴾
Ve bir de onlara karşı suçum var, korkarım, öldürürler beni.
\"Üstelik, onların bana karşı (davasını savunacakları bir cinayet) suçu(m) var; bundan dolayı beni öldürmelerinden korkuyorum.\"
velehüm `aleyye ẕembün feeḫâfü ey yaḳtülûn.
Musa: \"Rabbim! Doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum; göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor. Onun için Harun'a da elçilik ver. Onların bana isnat ettikleri bir suç da vardır. Beni öldürmelerinden korkuyorum\" demişti.
Onların bana isnad ettikleri bir suç da var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum.
\"Ayrıca, onların yanında suçlu biriyim. Korkarım ki beni öldürsünler.\"
\"Hem onların bana isnad ettikleri bir suç var. Ondan dolayı korkarım ki, hemen beni öldürürler.\"
\"Hem, benim üzerimde onlar aleyhine işlenmiş bir suç var; bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum.\"
“Hem sonra onların benim aleyhimde bir suçlamaları da var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden endişe ediyorum.” [28,15] {KM, Çıkış 2,11-15}
Hem benim üzerimde onlara karşı işlediğim bir günah da var (onlardan bir adam öldürmüştüm); onların beni öldürmelerinden korkuyorum.
قَالَ كَلَّا ۖ فَٱذْهَبَا بِـَٔايَٰتِنَآ ۖ إِنَّا مَعَكُم مُّسْتَمِعُونَ ﴿١٥﴾
Rab, hayır dedi, ikiniz de, delillerimizle gidin, şüphe yok ki biz, sizinleyiz, her şeyi duyarız.
(Allah:) \"Hayır,\" dedi. \"İkiniz de ayetlerimle gidin, şüphesiz sizinle birlikteyiz (ve) işitmekteyiz.\"
ḳâle kellâ. feẕhebâ biâyâtinâ innâ me`aküm müstemi`ûn.
Allah: \"Hayır; ikiniz mucizelerimizle gidiniz. Doğrusu Biz sizinle beraber dinlemekteyiz. Firavun'a varınız: \"Biz şüphesiz alemlerin Rabbinin elçisiyiz; İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, deyiniz\" demişti.
Allah buyurdu: Hayır (seni asla öldüremezler)! İkiniz mucizelerimizle gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz.
Dedi ki, \"Hayır, siz ikiniz ayetler (vahiy ve mucizeler) imizle gidin. Biz sizinle birlikteyiz; dinliyoruz.\"
(Allah): \"Hayır hayır\" buyurdu, \"haydi ikiniz âyetlerimizle (mucizelerimizle) gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz. (Onları) işitiyoruz.\"
\"Hayır, olmaz!\" dediler. \"Ayetlerimizi götürün. Biz sizinleyiz, herşeyi dinlemekteyiz.\"
“Hayır!” buyurdu, “Benim âyetlerimle gidin, Biz de sizinle beraberiz, olup bitenleri işitiriz.” [28,35; 20,46]
(Allah): \"Hayır, dedi, ikiniz de ayetlerimizle gidin, biz sizinle beraberiz, (aranızda geçecekleri) dinliyoruz.\"
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَآ إِنَّا رَسُولُ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿١٦﴾
Firavun'un tapısına geldiler de biz dediler, şüphe yok ki alemlerin Rabbinin peygamberleriyiz.
\"Gecikmeksizin Firavun'a giderek deyin ki: Gerçekten biz, alemlerin Rabbinin elçisiyiz,\"
fe'tiyâ fir`avne feḳûlâ innâ rasûlü rabbi-l`âlemîn.
Allah: \"Hayır; ikiniz mucizelerimizle gidiniz. Doğrusu Biz sizinle beraber dinlemekteyiz. Firavun'a varınız: \"Biz şüphesiz alemlerin Rabbinin elçisiyiz; İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, deyiniz\" demişti.
Haydi Firavun'a gidip deyin ki: Gerçekten biz, alemlerin Rabbi'nin elçisiyiz;
\"İkiniz Firavun'a varıp deyin ki, 'Biz evrenlerin Rabbinin elçileriyiz.\"
\"Haydin Firavun'a gidin de deyin ki: İnan biz, âlemlerin Rabbinin elçisiyiz.
\"Hemen Firavun'a gidin, şöyle deyin: 'Âlemlerin Rabbi'nin resulleriyiz biz.\"
Gidin o Firavun'a: “Biz Rabbülâlemin tarafından sana gönderilen elçileriz, O’ndan sana mesaj getirdik: İsrailoğullarını serbest bırakacaksın, bizimle gelecekler!” deyin. [20,46]
Fir'avn'e giderek deyin ki: Biz alemlerin Rabbinin elçisiyiz.\"
أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ ﴿١٧﴾
İsrailoğullarını bizimle gönder.
\"İsrailoğulları'nı bizimle birlikte göndermen için (sana geldik).\"
en ersil me`anâ benî isrâîl.
Allah: \"Hayır; ikiniz mucizelerimizle gidiniz. Doğrusu Biz sizinle beraber dinlemekteyiz. Firavun'a varınız: \"Biz şüphesiz alemlerin Rabbinin elçisiyiz; İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, deyiniz\" demişti.
İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.
\"İsrail oğullarını bizimle birlikte gönder.\"
İsrail oğullarını bizimle beraber gönder.\"
\"İsrailoğullarını bizimle birlikte gönder.\"
Gidin o Firavun'a: “Biz Rabbülâlemin tarafından sana gönderilen elçileriz, O’ndan sana mesaj getirdik: İsrailoğullarını serbest bırakacaksın, bizimle gelecekler!” deyin. [20,46]
İsrail oğullarını bizimle beraber gönder.
قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًۭا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ ﴿١٨﴾
Firavun, sen dedi, çocukken içimizde büyüyüp yetişmedin mi ve ömrünün nice yılını aramızda geçirmedin mi?
(Gittiler ve Firavun:) Dedi ki: \"Biz seni içimizde daha çocukken yetiştirip büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirmedin mi?\"
ḳâle elem nürabbike fînâ velîdev velebiŝte fînâ min `umürike sinîn.
Firavun Musa'ya: \"Biz seni çocukken yanımıza alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Sonunda yapacağını da yaptın. Sen nankörün birisin\" dedi.
(Kendisine Allah'ın emri tebliğ edilince Firavun) dedi ki: Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi?
Dedi ki, \"Biz seni daha bebekken alıp yetiştirmedik mi ve hayatının nice yıllarını aramızda geçirmedin mi?\"
\"Â, dedi, biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının bir çok yıllarını aramızda geçirmedin mi?\"
Firavun dedi: \"Biz seni aramızda, bir çocuk olarak koruyup beslemedik mi? Ömrünün nice yıllarını aramızda geçirdin.\"
“A!” dedi, “Sen şu bebekken alıp yanımızda büyüttüğümüz çocuk değil misin? Sonra da bizim sarayımızda senelerce kalmış, ömrünün bir kısmını bizimle geçirmiştin?”
(Gittiler, Allah'ın emrini duyurdular. Fir'avn) Dedi ki: \"Biz seni, içimizden bir çocuk olarak yetiştirmedik mi? Ömründe nice yıllar aramızda kalmadın mı?\"
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ ٱلَّتِى فَعَلْتَ وَأَنتَ مِنَ ٱلْكَٰفِرِينَ ﴿١٩﴾
Ve o yaptığın işi de yaptın ve sen, nankörlerdensin.
\"Ve sen, yapacağın işi (cinayeti) de işledin; sen nankörlerdensin.\"
vefe`alte fa`leteke-lletî fe`alte veente mine-lkâfirîn.
Firavun Musa'ya: \"Biz seni çocukken yanımıza alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Sonunda yapacağını da yaptın. Sen nankörün birisin\" dedi.
Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!
\"Sonunda yapacağını yaptın. Sen nankör birisin.\"
\"Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!\"
\"Ve sonunda o yaptığını da yaptın. Nankörlerden birisin sen.\"
“Sonunda da bildiğin o işi yapmıştın. Sen doğrusu nankörün tekisin!” {KM, Sayılar 12,1}
Ve sonunda o yaptığını da yaptın, sen nankörlerden birisin.
قَالَ فَعَلْتُهَآ إِذًۭا وَأَنَا۠ مِنَ ٱلضَّآلِّينَ ﴿٢٠﴾
Musa, o işi yaptım ama dedi, o vakit cahillerdendim.
(Musa) Dedi ki: \"Ben onu yaptığım zaman şaşkınlardandım.\"
ḳâle fe`altühâ iẕev veenâ mine-ḍḍâllîn.
Musa: \"O işi kasden yaptımsa sapıklardan biri sayılırım. Bu yüzden sizden korkunca aranızdan kaçtım. Sonra, Rabbim bana hikmet verip, beni peygamber yaptı. Başıma kaktığın bu nimet, İsrailoğullarını kendine köle ettiğinden ötürüdür\" dedi.
Musa: Ben, dedi, o işi o anda sonunun ne olacağını bilmeyerek yaptım
Dedi ki, \"O işi yaptığım zaman yanlış yoldaydım.\"
Musa, \"Ben, dedi, o işi o anda yaptım ki şaşkınlardandım.\"
Mûsa dedi: \"Onu yaptığım zaman şaşkınlardandım.\"
“Ben” dedi, “yanlışlıkla, sonunda ne olacağını bilmeksizin, şaşkın bir vaziyette o işi yapmıştım.”
(Musa): \"Onu yaptığım zaman sapıklardan idim\" dedi.
فَفَرَرْتُ مِنكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِى رَبِّى حُكْمًۭا وَجَعَلَنِى مِنَ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿٢١﴾
Korktuğumdan da hemen kaçtım sizden, derken Rabbim bana peygamberlik verdi ve beni, peygamberler zümresine aldı.
\"Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım; sonra Rabbim bana hüküm (ve hikmet) verdi ve beni gönderilen (elçilerden) kıldı.\"
feferartü minküm lemmâ ḫiftüküm fevehebe lî rabbî ḥukmev vece`alenî mine-lmürselîn.
Musa: \"O işi kasden yaptımsa sapıklardan biri sayılırım. Bu yüzden sizden korkunca aranızdan kaçtım. Sonra, Rabbim bana hikmet verip, beni peygamber yaptı. Başıma kaktığın bu nimet, İsrailoğullarını kendine köle ettiğinden ötürüdür\" dedi.
Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı.
\"Sonra, sizden korktuğum için sizden kaçtım ve Rabbim bana bilgelik verip beni elçilikle görevlendirdi.\"
\"Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı.\"
\"Sizden korkunca aranızdan kaçtım. Daha sonra Rabbim bana hükmetme gücü bağışladı ve beni peygamberlerden biri yaptı.\"
“Sizden korktuğum için de kaçmıştım. Ama Rabbim bana hüküm ve hikmet verdi ve beni peygamberler arasına dahil etti.” [28,21; 6,89; 45,16]
Sizden korkunca aranızdan kaçtım, sonra Rabbim bana hükümdarlık verdi ve beni elçilerden yaptı
وَتِلْكَ نِعْمَةٌۭ تَمُنُّهَا عَلَىَّ أَنْ عَبَّدتَّ بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ ﴿٢٢﴾
Verdiğin nimeti başıma kakıyorsun ama bu da, İsrailoğullarını kendine kul edindiğinden meydana gelen bir şeydi.
\"Bana karşı lütuf-dediğin nimet de, İsrailoğulları'nı köle kılmandan dolayıdır.\"
vetilke ni`metün temünnühâ `aleyye en `abbette benî isrâîl.
Musa: \"O işi kasden yaptımsa sapıklardan biri sayılırım. Bu yüzden sizden korkunca aranızdan kaçtım. Sonra, Rabbim bana hikmet verip, beni peygamber yaptı. Başıma kaktığın bu nimet, İsrailoğullarını kendine köle ettiğinden ötürüdür\" dedi.
O nimet diye başıma kaktığın ise, (aslında) İsrailoğullarını kendine kul köle etmendir.
\"Başıma kaktığın bu iyilik de, İsrail oğullarını köleleştirmen yüzündendir!\"
\"O başıma kaktığın nimet de (aslında) İsrail oğullarını kendine köle edinmiş olmandır. \"
\"O başıma kaktığın nimet, İsrailoğullarını köle yapmana karşılıktı.\"
“O başıma kaktığın iyilik ise, İsrailoğullarını köleleştirmenin bir sonucu değil miydi?”
O başıma kaktığın ni'met de İsrail oğullarını köle yapman(yüzünden)dir. (Onları köle diye kullanıp erkek çocuklarını kesmeseydin, senin eline düşmezdim)
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٢٣﴾
Firavun, alemlerin Rabbi ne der ki dedi.
Firavun dedi ki: \"Alemlerin Rabbi nedir?\"
ḳâle fir`avnü vemâ rabbü-l`âlemîn.
Firavun: \"Alemlerin Rabbi de nedir?\" dedi.
Firavun şöyle dedi: Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir?
Firavun, \"Evrenlerin Rabbi de ne demek?\" dedi.
Firavun şöyle dedi: \"Âlemlerin Rabbi dediğin nedir ki?\"
Firavun dedi: \"Peki, âlemlerin Rabbi kim?\"
Firavun: “Sahi, şu bahsettiğin Rabbülâlemin de ne?” dedi. [28,38; 43,51-52]
Fir'avn dedi ki: \"(Ey Musa) alemlerin Rabbi nedir?\"
قَالَ رَبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَآ ۖ إِن كُنتُم مُّوقِنِينَ ﴿٢٤﴾
Musa, göklerin ve yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin Rabbi, dedi, iyice bilip anlıyorsanız.
Dedi ki: \"Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan herşeyin Rabbidir. Eğer 'kesin bilgiyle inanıyorsanız' (böyledir).\"
ḳâle rabbü-ssemâvâti vel'arḍi vemâ beynehümâ. in küntüm mûḳinîn.
Musa: \"Kesin olarak inanacaksanız, bilin ki O göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir\" dedi.
Musa cevap verdi: Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız, (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir.
Dedi ki, \"Kesinlikle inanacaksanız O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir.\"
Musa cevap olarak: \"Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi'dir.\"
Dedi: \"Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin Rabbi. Eğer iyice anlayıp inanıyorsanız.\"
“Eğer işin gerçeğini bilmek isterseniz söyleyeyim: O, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir.”
(Musa): \"Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanan kimseler iseniz (bunu anlarsınız),\" dedi.
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُۥٓ أَلَا تَسْتَمِعُونَ ﴿٢٥﴾
Firavun, etrafındakilere, işitiyor musunuz? dedi.
Çevresindekilere dedi ki: \"İşitiyor musunuz?\"
ḳâle limen ḥavlehû elâ testemi`ûn.
Yanında bulunanlara: \"İşitmiyor musunuz?\" dedi.
(Firavun) etrafında bulunanlara: İşitiyor musunuz? dedi.
Etrafındakilere dönerek, \"İşitiyor musunuz?\" dedi.
(Firavun) etrafında bulunanlara: \"İşitmiyor musunuz?\" dedi.
Firavun, çevresindekilere dedi: \"Duyuyor musunuz?\"
Firavun alaycı bir şekilde çevresindekilere: “Bu adamın dediklerini işittiniz değil mi? (Aklısıra cevap veriyor).”
(Fir'avn): Çevresinde bulunanlara: \"İşitiyor musunuz?\" dedi.
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ ءَابَآئِكُمُ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿٢٦﴾
Musa, sizin de Rabbinizdir dedi, sizden önce gelip geçen atalarınızın da Rabbi.
(Musa:) Dedi ki: \"O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir.\"
ḳâle rabbüküm verabbü âbâikümü-l'evvelîn.
\"O sizin de Rabbiniz, önce geçmiş atalarınızın da Rabbidir\" dedi.
Musa dedi ki: O, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidir.
Dedi ki, \"Sizin Rabbiniz ve evvelki atalarınızın Rabbidir.\"
Musa dedi ki: \"O sizin de Rabbiniz, daha önce ki atalarınızın da Rabbidir.\"
Mûsa dedi: \"O hem sizin Rabbinizdir hem de önceki atalarınızın Rabbidir.\"
Mûsâ onu hiç duymamış gibi sözüne devam ederek: “O sizin de, sizden önceki babalarınızın da Rabbidir.”
(Musa): \"O sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir\" dedi.
قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ ٱلَّذِىٓ أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌۭ ﴿٢٧﴾
Firavun, gerçekten de dedi, size gönderilen peygamberiniz, mutlaka deli.
(Firavun) Dedi ki: \"Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir.\"
ḳâle inne rasûlekümü-lleẕî ürsile ileyküm lemecnûn.
Firavun, çevresindekilere: \"Size gönderilen peygamberiniz şüphesiz delidir\" dedi.
Firavun: Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir, dedi.
Dedi ki, \"Size gönderilen elçi, kesinlikle bir deli.\"
(Firavun): \"Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir\" dedi.
Firavun dedi: \"Şu size gönderilmiş bulunan resulünüz gerçekten tam bir deli.\"
Firavun: “Dikkat edin! Size gönderilen bu elçi kesinlikle bir deli!”
(Fir'avn): \"Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir\" dedi.
قَالَ رَبُّ ٱلْمَشْرِقِ وَٱلْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَآ ۖ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٢٨﴾
Musa, doğunun da Rabbidir dedi, batının da ve ikisi arasında bulunanların da düşünüp akıl ediyorsanız.
\"Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir\" dedi (Musa).
ḳâle rabbü-lmeşriḳi velmagribi vemâ beynehümâ. in küntüm ta`ḳilûn.
Musa: \"Eğer akledebilen kimselerseniz bilin ki O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir\" dedi.
Musa devamla şunu söyledi: Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.
Dedi ki, \"Aklınızı kullanıyorsanız, O doğunun, batının ve aralarındakilerin de Rabbidir.\"
Musa devamla şöyle söyledi: \"Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.\"
Mûsa dedi: \"Eğer aklınızı işletirseniz O, doğunun, batının ve bunlar arasındakilerin de Rabbidir.\"
Mûsâ: “O doğunun da, batının da, doğu ile batı arasındaki her şeyin de Rabbidir. Aklınız varsa bunu anlarsınız.” [2,258]
(Musa): \"Eğer düşünürseniz O, doğunun batının ve bunlar arasında bulunanların da Rabbidir\" dedi.
قَالَ لَئِنِ ٱتَّخَذْتَ إِلَٰهًا غَيْرِى لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ ٱلْمَسْجُونِينَ ﴿٢٩﴾
Firavun, eğer dedi, benden başka bir mabut kabul edersen seni mutlaka zindana atılmışlara katarım, hapsederim.
(Firavun) dedi ki: \"Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım.\"
ḳâle leini-tteḫaẕte ilâhen gayrî leec`alenneke mine-lmescûnîn.
Firavun: \"Benden başkasını tanrı edinirsen, and olsun ki seni zindanlık ederim\" dedi.
Firavun: Benden başkasını tanrı edinirsen, andolsun ki seni zindanlıklardan ederim! dedi.
Dedi ki, \"Benden başka bir tanrı (otorite) edinirsen seni hapis cezasına çarpacağım.\"
Firavun: \"Benden başkasını ilâh tutarsan, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan ederim\" dedi.
Dedi: \"Benden başka ilah edinirsen, yemin olsun seni zındanlıklar arasına atarım.\"
Firavun, Mûsâ'ya cevaben: “Eğer benden başka tanrı kabul edersen mutlaka seni zindanlık ederim!” dedi. [7,127; 79,24; 28,38]
(Fir'avn ey Musa): \"Andolsun ki benden başka tanrı edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan yapacağım\" dedi.
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَىْءٍۢ مُّبِينٍۢ ﴿٣٠﴾
Musa, ya sana dedi, apaçık bir delil gösterirsem,
(Musa) Dedi ki: \"Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?\"
ḳâle evelev ci'tüke bişey'im mübîn.
Musa: \"Sana apaçık bir şey getirmiş isem de mi?\" dedi.
Musa: Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı? dedi.
Dedi ki, \"Size apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?\"
Musa sordu: \"Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?\"
Mûsa dedi: \"Ya sana gerçeği gösteren birşey getirmişsem!\"
“Ya” dedi, “sana doğruluğumu ispatlayan âşikâr bir delil getirmiş olsam da mı?”
(Musa, peki): \"Sana (doğruluğumu) kanıtlayan apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?\" dedi.
قَالَ فَأْتِ بِهِۦٓ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ﴿٣١﴾
Firavun, doğru söyleyenlerdense hadi dedi, göster onu.
(Firavun) Dedi ki: \"Eğer doğru sözlü isen, onu getir.\"
ḳâle fe'ti bihî in künte mine-ṣṣâdiḳîn.
Firavun: \"Doğru sözlülerden isen haydi getir\" dedi.
Firavun: Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu! diye karşılık verdi.
Dedi ki, \"Doğru sözlüysen getir bakalım onu.\"
Firavun: \"Haydi getir onu bakayım, doğrulardan isen\" dedi.
Dedi: \"Hadi getir onu ortaya, eğer doğru sözlülerden isen!\"
“Haydi, dedi, doğru söylüyorsan, göster o belgeni de görelim!”
(Fir'avn): \"Eğer doğrulardansan onu getir (bakalım),\" dedi.
فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِىَ ثُعْبَانٌۭ مُّبِينٌۭ ﴿٣٢﴾
Musa, sopasını attı, sopa hemen apaçık görünen koca bir ejderha oldu.
Bunun üzerine asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha oluverdi.
feelḳâ `aṣâhü feiẕâ hiye ŝü`bânüm mübîn.
Bunun üzerine Musa değneğini attı, besbelli bir yılan oluverdi.
Bunun üzerine Musa asasını atıverdi; bir de ne görsünler, asa apaçık koca bir yılan (oluvermiş)!
Değneğini atınca apaçık bir yılan oluverdi.
Bunun üzerine Musa asâsını bırakıverdi; apaçık bir ejderha oluverdi.
O da asasını attı. Bir de ne görsünler, asa korkunç bir ejderha oluvermiş.
Bunun üzerine Mûsa asâsını yere attı. Bir de ne görsünler: Değnek her haliyle tam bir ejderha oluvermiş! [27,12; 28,32]
(Musa), asasını attı, bir de (baktılar ki) o apaçık bir ejderha!
وَنَزَعَ يَدَهُۥ فَإِذَا هِىَ بَيْضَآءُ لِلنَّٰظِرِينَ ﴿٣٣﴾
Elini koynundan çıkardı, derhal bakanlara parıl parıl parlayan bembeyaz bir el göründü.
Elini de çekip çıkardı, bir de (ne görsün) o, bakanlar için 'parlayıp aydınlanıvermiş'.
veneza`a yedehû feiẕâ hiye beyḍâü linnâżirîn.
Elini çıkardı, bakanlara bembeyaz göründü.
Elini de (koynundan) çıkardı; o da seyredenlere bembeyaz görünen (nur saçan bir şey oluvermiş)!
Elini çıkarınca bakanlara bembeyaz görünüverdi.
Elini de (koynundan) çekti çıkardı; bakanlara bembeyaz (görünen, nur saçan bir şey) oluverdi.
Elini çıkardı, o da anında seyredenler önünde bembeyaz kesildi.
Bir de elini koynundan çıkardı ki bakanların gözlerini kamaştıracak kadar parlak mı parlak! [27,12; 28,32]
Elini (koltuğunun altından) çıkardı; o da, bakanlara parıl parıl parlayan bir şey oluverdi.
قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُۥٓ إِنَّ هَٰذَا لَسَٰحِرٌ عَلِيمٌۭ ﴿٣٤﴾
Firavun, yanındaki ileri gelenlere, gerçekten de dedi, bu, pek bilgili bir büyücü.
(Firavun,) Çevresindeki önde gelenlere: \"Bu” dedi, \"Doğrusu bilgin bir büyücüdür.\"
ḳâle lilmelei ḥavlehû inne hâẕâ lesâḥirun `alîm.
Firavun çevresinde bulunan ileri gelenlere: \"Doğrusu bu bilgin bir sihirbaz; sizi sihirle yurdunuzdan çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?\" dedi.
Firavun, çevresindeki ileri gelenlere: Bu, dedi, doğrusu çok bilgili bir sihirbaz!
Çevresindeki ileri gelenlere dedi ki, \"Bu, gerçekten çok usta bir büyücü imiş.\"
Firavun çevresinde bulunan ileri gelenlere: \"Bu dedi, herhalde çok bilgili bir sihirbaz!\"
Firavun, çevresindeki kodamanlar konseyine şöyle dedi: \"Bu adam gerçekten bilgin bir büyücü;
Firavun etrafındakilere: “Bu adam, dedi, galiba usta bir sihirbaz!”
(Fir'avn), çevresindeki ileri gelenlere: \"Bu dedi, bilgin bir büyücüdür.\"
يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِۦ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ ﴿٣٥﴾
Sizi, büyüsüyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor, ne buyurursunuz şimdi?
\"Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?\"
yürîdü ey yuḫriceküm min arḍiküm bisiḥrih. femâẕâ te'mürûn.
Firavun çevresinde bulunan ileri gelenlere: \"Doğrusu bu bilgin bir sihirbaz; sizi sihirle yurdunuzdan çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?\" dedi.
Sizi sihiriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?
\"Büyüsüyle sizi toprağınızdan çıkarmak istiyor. Ne önerirsiniz?\"
\"Sizi sihriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?\"
Büyüsüyle sizi toprağınızdan çıkarmak istiyor. Ne diyorsunuz?\"
“Büyü gücü ile sizi yerinizden yurdunuzdan çıkarmak istiyor, ne buyurursunuz, görüşünüzü bildirin!” [7,110]
Büyüsüyle sizi toprağınızdan çıkarmak istiyor. Ne buyurursunuz?
قَالُوٓا۟ أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَٱبْعَثْ فِى ٱلْمَدَآئِنِ حَٰشِرِينَ ﴿٣٦﴾
Ona ve kardeşine bir zaman mühlet ver dediler ve şehirlere, büyücüleri toplayıp getirecek adamlar yolla da.
Dediler ki: \"Bunu ve kardeşini oyala, şehirlere de toplayıcılar gönder,\"
ḳâlû ercih veeḫâhü veb`aŝ fi-lmedâini ḥâşirîn.
\"Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere, sana bütün bilgin sihirbazları getirecek toplayıcılar gönder\" dediler.
Dediler ki: Onu ve kardeşini eğle ve şehirlere toplayıcı görevliler gönder;
Dediler ki, \"Onu ve kardeşini alıkoy ve kentlere toplayıcılar gönder de,\"
Dediler ki: \"Bunu ve kardeşini eğle, şehirlere de toplayıcılar gönder.\"
Dediler: \"Onu kardeşiyle birlikte alıkoy ve kentlere toplayıcılar gönder,
“Bunu ve kardeşini biraz burada beklet, bütün şehirlere haber gönder, sonra ne kadar usta sihirbaz varsa alıp gelsinler!” dediler.
Dediler ki: \"Onu ve kardeşini eğle, kentlere toplayıcılar gönder.\"
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍۢ ﴿٣٧﴾
Adamakıllı bilgili bütün büyücüleri tapına getirsinler.
\"Bütün uzman-bilgin büyücüleri sana getirsinler.\"
ye'tûke bikülli seḥḥârin `alîm.
\"Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere, sana bütün bilgin sihirbazları getirecek toplayıcılar gönder\" dediler.
Ne kadar bilgisi derin sihirbaz varsa sana getirsinler.
\"Sana tüm usta büyücüleri getirsinler.\"
\"Bütün bilgiç sihirbazları sana getirsinler.\"
Ki, tüm bilgili büyücüleri huzuruna getirsinler.\"
“Bunu ve kardeşini biraz burada beklet, bütün şehirlere haber gönder, sonra ne kadar usta sihirbaz varsa alıp gelsinler!” dediler.
Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler.
فَجُمِعَ ٱلسَّحَرَةُ لِمِيقَٰتِ يَوْمٍۢ مَّعْلُومٍۢ ﴿٣٨﴾
Muayyen bir günün muayyen bir zamanında büyücüler toplandı.
Böylelikle büyücüler, bilinen bir günün belli vaktinde biraraya getirildi.
fecümi`a-sseḥaratü limîḳâti yevmim ma`lûm.
Sihirbazlar, belirli bir günün bildirilen vaktinde toplandılar.
Böylece sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde biraraya getirildi.
Belirlenmiş günün randevusu için büyücüler bir araya getirildiler.
Böylece, sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
Nihayet büyücüler belirlenen bir günün, belirlenen bir vaktinde bir araya getirildi.
Böylece belirlenen günde bütün usta sihirbazlar toplandı.
Derken büyücüler belli bir günün belirlenen vaktinde bir araya getirildi.
وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنتُم مُّجْتَمِعُونَ ﴿٣٩﴾
Halka da denildi ki siz de toplanıyor musunuz?
Ve insanlara da: \"Siz de toplanıyor musunuz? dendi.\"
veḳîle linnâsi hel entüm müctemi`ûn.
İnsanlara: \"Siz de toplanır mısınız?\" denildi.
Halka: Siz de toplanıyor musunuz (haydi hemen toplanın), denildi.
Halka da, \"Siz de toplanır mısınız?\" denildi.
Halka, \"Siz de toplanıyor musunuz? (Haydi çabuk olun)\" denildi.
Halka da: \"Siz de toplanır mısınız?\" denildi.
Halka da: “Haydi ne duruyorsunuz, siz de toplansanıza!” “Umarız büyücüler galip gelirler, biz de onların dinlerine tâbi oluruz!” denildi.
Halka da: \"Siz de toplanır mısınız?\" denildi.
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ ٱلسَّحَرَةَ إِن كَانُوا۟ هُمُ ٱلْغَٰلِبِينَ ﴿٤٠﴾
Umarız ki üst gelirlerse biz de büyücülere uyarız.
\"Umarız ki, eğer galip gelirse biz de büyücülere uyarız.\"
le`allenâ nettebi`u-sseḥarate in kânû hümü-lgâlibîn.
\"Sihirbazlar üstün gelirlerse biz de onlara uyarız\" dediler.
(Firavun'un adamları:) Eğer üstün gelirlerse, herhalde sihirbazlara uyarız, dediler.
\"Büyücüler üstün gelirse onlara uyabiliriz.\"
\"Üstün gelirlerse herhalde sihirbazlara uyarız\" dediler.
\"Sanıyoruz ki, büyücülere uyacağız, eğer galip gelirlerse.\"
Halka da: “Haydi ne duruyorsunuz, siz de toplansanıza!” “Umarız büyücüler galip gelirler, biz de onların dinlerine tâbi oluruz!” denildi.
Umarız ki büyücüler üstün gelirse biz de onlara uyarız.
فَلَمَّا جَآءَ ٱلسَّحَرَةُ قَالُوا۟ لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ ٱلْغَٰلِبِينَ ﴿٤١﴾
Derken büyücüler gelince Firavun'a üst gelirsek dediler, bize bir mükafat var mı?
Büyücüler geldiklerinde, Firavun'a: \"Şayet biz galip gelirsek, bize bir ücret var gerçekten, değil mi?\" dediler.
felemmâ câe-sseḥaratü ḳâlû lifir`avne einne lenâ leecran in künnâ naḥnü-lgâlibîn.
Sihirbazlar geldiklerinde, Firavun'a; \"Biz üstün gelirsek, şüphesiz bize bir ücret vardır değil mi?\" dediler.
Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a: Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır değil mi? dediler.
Büyücüler geldiklerinde Firavun'a, \"Eğer biz üstün gelirsek bize bir ücret ödenecek mi?\" dediler.
Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a \"Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?\" dediler.
Büyücüler geldiklerinde, Firavun'a dediler ki: \"Eğer biz galip gelirsek bize gerçekten ödül var, değil mi?\"
Büyücüler Firavunun huzuruna varınca ona: “Biz galip gelirsek, elbet bize büyük bir ödül verilir herhâlde!” dediler.
Büyücüler gelince Fir'avn'e: \"Eğer üstün gelenler biz olursak, bize mutlaka bir ücret var değil mi?\" dediler.
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًۭا لَّمِنَ ٱلْمُقَرَّبِينَ ﴿٤٢﴾
Firavun, evet dedi, siz o zaman yakınlarımdan olursunuz.
\"Evet\" dedi. \"Üstelik şüphesiz siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız.\"
ḳâle ne`am veinneküm iẕel lemine-lmüḳarrabîn.
Firavun: \"Evet; o takdirde siz gözde kimselerden olacaksınız\" dedi.
Firavun cevap verdi: Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden de olacaksınız.
\"Evet,\" dedi, \"Hatta siz benim konseyime gireceksiniz.\"
Firavun cevaben: \"Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden olacaksınız\" dedi.
\"Evet, dedi, siz o zaman benim yakınlarımdan olacaksınız.\"
“Evet, evet! dedi, Üstelik, sizi yakın çevreme alacağım, benim gözdelerimden olacaksınız.”
Evet dedi, hem o takdirde siz (bana) yakınlardan olacaksınız.
قَالَ لَهُم مُّوسَىٰٓ أَلْقُوا۟ مَآ أَنتُم مُّلْقُونَ ﴿٤٣﴾
Musa, onlara, atacağınız şeyleri atın dedi.
Musa onlara dedi ki: \"Atacağınızı atın.\"
ḳâle lehüm mûsâ elḳû mâ entüm mülḳûn.
Musa onlara: \"Ne atacaksanız atın\" dedi.
Musa onlara: Ne atacaksanız atın! dedi.
Musa onlara, \"Atacağınızı atın,\" dedi.
Musa onlara \"Atın, ne atacaksanız\" dedi.
Mûsa onlara dedi ki: \"Atacağınız şeyi atın!\"
Yarışma başlayınca Mûsa: “Önce siz marifetinizi ortaya koyun, ne atacaksanız atın!” dedi.
Musa onlara: \"Atacağınızı atın!\" dedi.
فَأَلْقَوْا۟ حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا۟ بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ ٱلْغَٰلِبُونَ ﴿٤٤﴾
İplerini sopalarını attılar ve Firavun'un yüceliği hakkı için dediler, biz elbette üst olacağız.
Onlar da, iplerini ve asalarını atıverdiler ve: \"Firavun'un üstünlüğü adına, hiç tartışmasız, üstün olanlar gerçekten bizleriz\" dediler.
feelḳav ḥibâlehüm ve`iṣiyyehüm veḳâlû bi`izzeti fir`avne innâ lenaḥnü-lgâlibûn.
Onlar da iplerini ve değneklerini attılar ve: \"Firavun hakkı için, şüphesiz, biz üstün geleceğiz\" dediler.
Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve: Firavun'un kudreti hakkı için elbette bizler galip geleceğiz, dediler.
İplerini ve değneklerini attılar, \"Firavun'un onuru için biz üstün geleceğiz,\" dediler.
Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve \"Firavun'un kudreti hakkı için şüphesiz elbette bizler galip geleceğiz\" dediler.
Bunun üzerine onlar, iplerini ve değneklerini ortaya attılar ve dediler: \"Firavun'un onur ve yüceliği aşkına biz, evet biz galip geleceğiz.\"
İplerini ve değneklerini yere attılar ve:“Firavun'un izzetine yemin ederiz ki galip gelen biz olacağız” dediler.
İplerini ve değneklerini attılar ve \"Fir'avn'ın şerefine biz, elbette biz galib geleceğiz\" dediler.
فَأَلْقَىٰ مُوسَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِىَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ ﴿٤٥﴾
Derken Musa da sopasını attı, sopa, hemen onların düzüp meydana getirdiği şeyleri yutmaya başladı.
Böylelikle Musa da asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, uydurmakta olduklarını yutuveriyor.
feelḳâ mûsâ `aṣâhü feiẕâ hiye telḳafü mâ ye'fikûn.
Bunun üzerine Musa değneğini attı; onların uydurduklarını yutmağa başlayıverdi.
Sonra Musa asasını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor!
Sonra Musa değneğini attı; hemen onların uydurduklarını yutmaya başladı.
Ardından Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor!
Mûsa da asasını attı. Bir de ne görsünler, o onların hüner olarak ortaya getirdikleri şeyleri yalayıp yutuyor.
Derken Mûsâ da değneğini yere attı; bir de ne görsünler: O, büyücülerin göz boyayarak uydurup ortaya koydukları şeyleri yutuveriyor!
Musa da asasını attı. Birden o, onların uydurduklarını yutmağa başladı.
فَأُلْقِىَ ٱلسَّحَرَةُ سَٰجِدِينَ ﴿٤٦﴾
Büyücüler, derhal secdeye kapandılar.
Anında büyücüler secdeye kapandılar.
feülḳiye-sseḥaratü sâcidîn.
Bunu gören sihirbazlar secdeye kapanarak: \"Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine inandık\" dediler.
(Bunu görünce) sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
Büyücüler secdeye kapandılar.
Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
Bunun üzerine büyücüler, secdelere kapandılar.
Bunu gören sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
Derhal büyücüler secdeye kapandılar:
قَالُوٓا۟ ءَامَنَّا بِرَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٤٧﴾
Alemlerin Rabbine inandık dediler.
(Ve:) \"Alemlerin Rabbine iman ettik\" dediler.
ḳâlû âmennâ birabbi-l`âlemîn.
Bunu gören sihirbazlar secdeye kapanarak: \"Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine inandık\" dediler.
\"Alemlerin Rabbine, iman ettik\" dediler.
Dediler, \"Evrenlerin Rabbine inandık,\"
\"İman ettik, dediler, Âlemlerin Rabbine \"
Dediler: \"İnandık âlemlerin Rabbi'ne.\"
“Rabbülâlemin'e, Mûsâ ile Harun’un Rabbine biz de iman ettik.” dediler. [17,81; 21, 18; 20,65-66; 7,116-122]
Dediler: \"Alemlerin Rabbine inandık.\"
رَبِّ مُوسَىٰ وَهَٰرُونَ ﴿٤٨﴾
Musa ve Harun'un Rabbine.
\"Musa'nın ve Harun'un Rabbine.\"
rabbi mûsâ vehârûn.
Bunu gören sihirbazlar secdeye kapanarak: \"Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine inandık\" dediler.
\"Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik\".
\"Musa'nın ve Harun'un Rabbine...\"
\"Musa ve Harun'un Rabbine!\"
\"Mûsa'nın ve Hârun'un Rabbine.\"
“Rabbülâlemin'e, Mûsâ ile Harun’un Rabbine biz de iman ettik.” dediler. [17,81; 21, 18; 20,65-66; 7,116-122]
Musa'nın ve Harun'un Rabbine.
قَالَ ءَامَنتُمْ لَهُۥ قَبْلَ أَنْ ءَاذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُۥ لَكَبِيرُكُمُ ٱلَّذِى عَلَّمَكُمُ ٱلسِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ۚ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَٰفٍۢ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ ﴿٤٩﴾
Firavun, size izin vermeden inandınız ha dedi, şüphe yok ki o, sizin büyüğünüz, büyüyü o öğretti size; şimdi anlarsınız siz, mutlaka ellerinizi, ayaklarınızı çaprazvari kestireceğim ve hepinizi de astıracağım.
(Firavun) Dedi ki: \"Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız? Şüphesiz, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asıp-sallandıracağım.\"
ḳâle âmentüm lehû ḳable en âẕene leküm. innehû lekebîrukümü-lleẕî `allemekümü-ssiḥr. felesevfe ta`lemûn. leüḳaṭṭi`anne eydiyeküm veercüleküm min ḫilâfiv veleüṣallibenneküm ecme`în.
Firavun: \"Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Muhakkak ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi bileceksiniz; ellerinizi ayaklarınızı, and olsun, çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım\" dedi.
Firavun, (kızgınlık içinde) dedi ki: Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha! Demek ki size sihiri öğreten büyüğünüzmüş o! Ama şimdi (size yapacağımı görecek ve) bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!
Dedi ki, \"Ben size izin vermeden mi ona inandınız? O, size büyücülüğü öğreten ustanız olmalı. Şimdi göreceksiniz: Ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım.\"
Firavun (kızgınlık içinde) dedi ki: \"Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz ha! Anlaşıldı ki o size sihri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama ke stireceğim, hepinizi çarmıha gerdireceğim!\"
Firavun haykırdı: \"Ben size izin vermeden ona inandınız ha! Anlaşıldı, o sizin hepinize sihirbazlığı öğreten büyüğünüz. Yakında bileceksiniz. Yemin olsun, ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlamasına keseceğim ve yemin olsun sizi toptan asacağım.\"
Firavun: “Demek ben size izin vermeden ona inandınız ha!Anlaşıldı: Size büyüyü öğreten ustanız oymuş! Size yapacağımı da yakında öğreneceksiniz.Farklı yönlerden olmak üzere el ve ayaklarınızı kesecek ve hepinizi asacağım!”
(Fir'avn) dedi: \"Ben size izin vermeden mi ona inandınız? O, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse (size ne yapacağımı) yakında bileceksiniz: Ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve hepinizi asacağım!\"
قَالُوا۟ لَا ضَيْرَ ۖ إِنَّآ إِلَىٰ رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ ﴿٥٠﴾
Zararı yok dediler, şüphe yok ki biz, dönüp Rabbimize varacağız.
\"Hiç zararı yok\" dediler. \"Çünkü biz gerçekten Rabbimiz'e dönücüleriz.\"
ḳâlû lâ ḍayr. innâ ilâ rabbinâ münḳalibûn.
İman eden sihirbazlar: \"Zararı yok, biz şüphesiz Rabbimize doneceğiz; inananların ilki olmamızdan ötürü, Rabbimizin kusurlarımızı bize bağışlayacağını umarız\" dediler.
\"Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz.\"
\"Umurumuzda değil,\" dediler, \"Biz zaten Rabbimize döneceğiz.\"
\"Zararı yok dediler nasıl olsa biz Rabbimize döneceğiz.\"
Dediler: \"Zararı yok, biz nasıl olsa Rabbimize döneceğiz,
“Hiç önemi yok!” dediler, “Biz zaten Rabbimize döneceğiz!”
Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz Rabbimize döneceğiz.
إِنَّا نَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَٰيَٰنَآ أَن كُنَّآ أَوَّلَ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٥١﴾
İlk inananlardan olduğumuz için umarız ki Rabbimiz hatalarımızı yarlıgar.
\"Doğrusu biz, iman edenlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimiz'in bizim hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz.\"
innâ naṭme`u ey yagfira lenâ rabbünâ ḫaṭâyânâ en künnâ evvele-lmü'minîn.
İman eden sihirbazlar: \"Zararı yok, biz şüphesiz Rabbimize doneceğiz; inananların ilki olmamızdan ötürü, Rabbimizin kusurlarımızı bize bağışlayacağını umarız\" dediler.
\"Biz, ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız.\"
\"İlk inananlar olduğumuz için umarız ki Rabbimiz hatalarımızı bağışlar.\"
\"Herhalde biz müminlerin evveli olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret buyuracağını ümit ederiz\"
Ümidimiz odur ki, Rabbimiz hatalarımızı bağışlar çünkü biz ilk inananlar olduk.\"
“İman edenlerin öncüleri olduğumuzdan ötürü umarız ki Rabbimiz günahlarımızı affeder.”
Biz ilk inananlar olduğumuz için Rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını umarız.
۞ وَأَوْحَيْنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِىٓ إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ ﴿٥٢﴾
Ve Musa'ya, kullarımı geceleyin yola çıkar, şüphe yok ki ardınızdan gelecekler diye vahyettik.
Musa'ya: \"Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz\" diye vahyettik.
veevḥaynâ ilâ mûsâ en esri bi`ibâdî inneküm müttebe`ûn.
Biz Musa'ya: \"Kullarımı geceleyin yola çıkar; şüphesiz takip edileceksiniz\" diye vahyettik.
Musa'ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik.
Musa'ya, \"Kullarımı yola çıkar, siz izleneceksiniz,\" diye vahyettik.
Biz, Musa'ya: \"Kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz\" diye vahyettik.
Mûsa'ya şunu vahyettik: Kullarımı geceleyin yola çıkar. Mutlaka peşinize takılacaklar.
Mûsâ'ya da: “Mümin kullarımı geceden yola çıkar; zira siz mutlaka takip edileceksiniz!” diye vahyettik.
Musa'ya: \"Kullarımı geceleyin (Mısır'dan çıkar), yürüt; siz takibedileceksiniz.\" diye vahyettik.
فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِى ٱلْمَدَآئِنِ حَٰشِرِينَ ﴿٥٣﴾
Firavun, şehirlere asker toplayan adamlar yolladı.
Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.
feersele fir`avnü fi-lmedâini ḥâşirîn.
Bu arada Firavun şehirlere, \"Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır; hepimiz tedbirli olmalıyız\" diyen münadiler gönderdi.
Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi:
Firavun, kentlere kitle propagandacıları gönderdi:
Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi:
Bunun üzerine Firavun, kentlere toplayıcılar gönderdi:
Firavun ise onları takip etmek gayesiyle, bütün şehirlere asker toplamak üzere görevliler çıkardı.
Fir'avn, (İsrail oğullarının gittiğini duyunca) kentlere (asker) toplayıcılar gönderdi.
إِنَّ هَٰٓؤُلَآءِ لَشِرْذِمَةٌۭ قَلِيلُونَ ﴿٥٤﴾
Bunlar, hiç şüphe yok azlık bir topluluk.
\"Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur;\"
inne hâülâi leşirẕimetün ḳalîlûn.
Bu arada Firavun şehirlere, \"Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır; hepimiz tedbirli olmalıyız\" diyen münadiler gönderdi.
\"Esasen bunlar, sayıları az, bölük pörçük bir cemaattır.\"
\"Bunlar küçük bir çetedir.\"
\"Esasen bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir cemaattır.\"
\"Kuşkusuz bunlar, küçücük bir topluluktur.\"
“Esasen bunlar çok küçük, sefil bir gruptur.”
Şunlar, (şu İsrail oğulları), az bir topluluktur dedi.
وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَآئِظُونَ ﴿٥٥﴾
Ve hiç şüphe yok ki gene de bizi kızdırmadalar.
\"Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler.\"
veinnehüm lenâ legâiżûn.
Bu arada Firavun şehirlere, \"Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır; hepimiz tedbirli olmalıyız\" diyen münadiler gönderdi.
\"(Böyle iken) kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir.\"
\"Bize karşı öfkeyle ayaklanmaktadırlar.\"
\"(Böyle iken) hakkımızda çok gayz (öfke) besliyorlar. \"
\"Fakat bize gerçekten öfke püskürüyolar.\"
“Fakat bize karşı kızgın olup diş bilemektedirler.
Bizi kızdırmaktadırlar.
وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَٰذِرُونَ ﴿٥٦﴾
Bizse onların şerrine karşı uyanık ve kuvvetli bir topluluğuz diye haberler gönderdi.
'Biz ise uyanık bir toplumuz\" (dedi).
veinnâ lecemî`un ḥâẕirûn.
Bu arada Firavun şehirlere, \"Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır; hepimiz tedbirli olmalıyız\" diyen münadiler gönderdi.
\"Biz ise, elbette uyanık (ve yekvücut) bir cemaatız.\" (diyor ve dedirtiyordu).
\"Biz ise çoğunluk olarak alarmda olmalıyız.\"
\"Biz ise, elbette uyanık (ve tekvücut) bir cemaatız.\" (diyor ve dedirtiyordu.)
\"Biz ise dikkatli davranan koca bir kitleyiz.\"
“Biz de elbette uyanık, tedbirli bir topluluğuz” diyordu.
Biz, ihtiyatlı, koca bir cemaatiz.
فَأَخْرَجْنَٰهُم مِّن جَنَّٰتٍۢ وَعُيُونٍۢ ﴿٥٧﴾
Derken onları bahçelerden, kaynaklardan sürüp çıkardık.
Böylelikle Biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık;
feaḫracnâhüm min cennâtiv ve`uyûn.
Ama biz Firavun ve adamlarını bahçelerden, pınar başlarından, hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık. Böylece oralara İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
Ama (sonunda) biz onları (Firavun ve kavmini), bahçelerden, pınarlardan, çıkardık.
Sonunda, onları çıkardık: Bahçelerden, çeşmelerden,
Ama (sonunda) biz, onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden, pınarlardan,
Bunun üzerine biz onları bahçelerinden, pınarlarından çıkardık.
Ama neticede Biz onları bahçelerinden ve pınarlarından, hazinelerinden, servetlerinden ve kendilerince çok değerli makam ve mevkilerinden çıkardık.
Böylece biz onları çıkardık: bahçeler(in)den, çeşmeler(in)den.
وَكُنُوزٍۢ وَمَقَامٍۢ كَرِيمٍۢ ﴿٥٨﴾
Ve definelerden ve güzelim yerlerden ettik.
Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da.
vekünûziv vemeḳâmin kerîm.
Ama biz Firavun ve adamlarını bahçelerden, pınar başlarından, hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık. Böylece oralara İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
Hazinelerden ve değerli bir yerlerden.
Hazinelerden, yüksek makamlardan...
Hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık.
Hazinelerinden, mutlu-kutlu yerlerinden ettik.
Ama neticede Biz onları bahçelerinden ve pınarlarından, hazinelerinden, servetlerinden ve kendilerince çok değerli makam ve mevkilerinden çıkardık.
Hazineler(in)den ve o güzel yer(lerin)den.
كَذَٰلِكَ وَأَوْرَثْنَٰهَا بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ ﴿٥٩﴾
Böyle işte ve oralara İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
İşte böyle; bunlara İsrailoğulları'nı mirasçı kıldık.
keẕâlik. veevraŝnâhâ benî isrâîl.
Ama biz Firavun ve adamlarını bahçelerden, pınar başlarından, hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık. Böylece oralara İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
Böylece, bunlara İsrailoğullarını mirasçı yaptık.
Daha sonra onları İsrail oğullarına miras yaptık.
Ve onlara İsrail oğullarını mirasçı yaptık.
Böylece oralara İsrailoğullarını vâris kıldık.
Bu olay böylece tamamlandı. Bahsedilen bütün o nimetlere İsrailoğullarını mirasçı yaptık. [7,137; 28,5]
Böylece bunları İsrail oğullarına miras yaptık.
فَأَتْبَعُوهُم مُّشْرِقِينَ ﴿٦٠﴾
Firavun'a uyanlar, gün doğunca İsrailoğullarının artlarına düştüler.
Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular.
feetbe`ûhüm müşriḳîn.
Firavun ve adamları güneş üzerlerine doğarken onların ardına düştüler.
Derken (Firavun ve adamları) gün doğumunda onların ardına düştüler.
Onları doğuya doğru izlediler.
Derken (Firavun ve adamları) güneş doğmuştu ki, onların ardına düştüler.
Firavun ve adamları, gün doğarken onları izlemeye başladılar.
(Takip kıssasına dönelim) Güneş doğup ortalığı aydınlatırken Firavun'un ordusu onları takibe koyuldu. [44,24]
(Fir'avn ve adamları), güneş doğarken onların ardına düştüler.
فَلَمَّا تَرَٰٓءَا ٱلْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَٰبُ مُوسَىٰٓ إِنَّا لَمُدْرَكُونَ ﴿٦١﴾
İki topluluk da birbirini görünce Musa'nın arkadaşları dediler ki: Mutlaka bize yetişecekler.
İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: \"Gerçekten yakalandık\" dediler.
felemmâ terâe-lcem`âni ḳâle aṣḥâbü mûsâ innâ lemüdrakûn.
İki topluluk birbirini gördüğünde, Musa'nın adamları: \"İşte yakalandık\" dediler.
İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları: İşte yakalandık! dediler.
Her iki topluluk birbirini görünce, Musa'nın arkadaşları, \"İşte yakalanıyoruz,\" dediler.
İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları \"Eyvah, yakalandık! dediler.
İki topluluk birbirini görecek hale gelince, Mûsa'nın adamları seslendi: \"İşte şimdi yakalandık!\"
İki topluluk birbirini görecek kadar yaklaşınca Mûsâ'nın arkadaşları: “Eyvah! Bize yetiştiler!” dediler.
İki topluluk (yaklaşıp) birbirini görünce Musa'nın adamları: \"İşte yakalandık!\" dediler.
قَالَ كَلَّآ ۖ إِنَّ مَعِىَ رَبِّى سَيَهْدِينِ ﴿٦٢﴾
Musa, hayır dedi, şüphe yok ki Rabbim bana yol gösterecek.
(Musa:) \"Hayır\" dedi. \"Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.\"
ḳâle kellâ. inne me`iye rabbî seyehdîn.
Musa: \"Hayır; Rabbim benimle beraberdir, bana elbette yol gösterecektir\" dedi.
Musa: Asla! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.
\"Asla. Rabbim benimle birliktedir; bana bir çıkış yolu gösterecektir,\" dedi.
Musa: \"Hayır, aslâ! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yolunu gösterecektir.\"
Mûsa dedi: \"Hayır, asla! Rabbim benimledir, bana kılavuzluk edecektir.\"
“Hayır, asla!” dedi, “Rabbim benimledir ve O muhakkak ki bana kurtuluş yolunu gösterecektir!”
(Musa): \"Hayır, dedi, Rabbim benimle beraberdir. Bana yol gösterecektir.\"
فَأَوْحَيْنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ أَنِ ٱضْرِب بِّعَصَاكَ ٱلْبَحْرَ ۖ فَٱنفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍۢ كَٱلطَّوْدِ ٱلْعَظِيمِ ﴿٦٣﴾
Derken Musa'ya, sopanı denize vur diye vahyettik. Vurunca deniz hemen yarıldı ve her parçası, koca bir dağa döndü.
Bunun üzerine Musa'ya: \"Asanla denize vur\" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
feevḥaynâ ilâ mûsâ eni-ḍrib bi`aṣâke-lbaḥr. fenfeleḳa fekâne küllü firḳin keṭṭavdi-l`ażîm.
Bunun üzerine Biz Musa'ya: \"Değneğinle denize vur\" diye vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrıldı, her parçası yüce bir dağ gibiydi.
Bunun üzerine Musa'ya: Asan ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu.
Musa'ya, \"Değneğini denize vur,\" diye vahyettik. Bunun üzerine yarıldı ve her bölüm koca bir tepe gibi oldu.
Bunun üzerine Musa'ya \"Vur asân ile denize\" diye vahyettik; vurunca bir infilak etti, her bölük koca bir dağ gibi oluverdi,
Bunun üzerine Mûsa'ya, \"Asanla denize vur!\" diye vahyettik. Deniz hemen yarıldı, her dalga kümesi kocaman bir dağ gibi oldu.
Biz Mûsâ'ya: “Asânı denize vur!” diye vahyettik. Vurur vurmaz deniz yarıldı, öyle ki birer koridor gibi açılan yolun iki yanında sular büyük dağlar gibi yükseldi. [20,77] {KM, Çıkış 14, 22}
Musa'ya: \"Değneğinle denize vur!\" diye vahyettik. (Vurunca deniz) yarıldı, (on iki yol açıldı). Her bölüm, kocaman bir dağ gibi oldu.
وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ ٱلْءَاخَرِينَ ﴿٦٤﴾
Öbürlerini buraya yaklaştırdık.
Ötekileri de buraya yaklaştırdık.
veezlefnâ ŝemme-l'âḫarîn.
İşte oraya, geridekileri de yaklaştırdık.
Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.
Sonra, diğerlerini yaklaştırdık.
Ötekilerini de buraya yanaştırıvermiştik.
Ötekileri de oraya yaklaştırdık.
Ötekileri (Firavun'un ordusunu da) oraya yaklaştırdık. Mûsâ’yı ve beraberinde olan herkesi kurtardık. Öbürlerini ise suda boğduk.
Ötekileri de buraya yaklaştırdık (Musa ve adamlarının ardından, düşmanları da bu denizde açılan yollara girdiler).
وَأَنجَيْنَا مُوسَىٰ وَمَن مَّعَهُۥٓ أَجْمَعِينَ ﴿٦٥﴾
Musa'yı ve onunla beraber bulunanların hepsini kurtardık.
Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.
veenceynâ mûsâ vemem me`ahû ecme`în.
Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık.
Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık.
Musa'yı ve kendisiyle beraber olan herkesi kurtardık.
Musa ve beraberindekilerin hepsini kurtardık,
Mûsa'yı ve beraberindekileri toptan kurtardık.
Ötekileri (Firavun'un ordusunu da) oraya yaklaştırdık. Mûsâ’yı ve beraberinde olan herkesi kurtardık. Öbürlerini ise suda boğduk.
Musa'yı ve beraberinde olanları tamamen kurtardık.
ثُمَّ أَغْرَقْنَا ٱلْءَاخَرِينَ ﴿٦٦﴾
Sonra öbürlerini sulara garkettik.
Sonra ötekileri suda boğduk.
ŝümme agraḳne-l'âḫarîn.
Öbürlerini suda boğduk.
Sonra ötekilerini suda boğduk.
Sonra, diğerlerini boğduk.
Sonra da ötekileri suda boğduk.
Sonra ötekileri boğduk.
Ötekileri (Firavun'un ordusunu da) oraya yaklaştırdık. Mûsâ’yı ve beraberinde olan herkesi kurtardık. Öbürlerini ise suda boğduk.
Sonra ötekilerini boğduk (Musa ve adamları karaya çıkınca deniz kapandı, Fir'avn ve adamları boğuldu).
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٦٧﴾
Şüphe yok ki bunda bir delil var, fakat halkın çoğu inanmaz.
Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn.
Bunda şüphesiz ders vardır, ama çoğu inanmamıştır.
Şüphesiz bunda bir ibret vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.
Elbette bunda bir ders vardır; ama çokları inanmazlar.
Şüphesiz bunda bir âyet (ibret) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.
Bunda elbette bir ibret vardır ama onların çoğu inanmış kimseler değildi.
Elbette bunda alınacak ibret vardır, fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler.
Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama çokları inanmazlar.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿٦٨﴾
Ve şüphe yok ki Rabbin, elbette üstündür, rahimdir.
Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
veinne rabbeke lehüve-l`azîzü-rraḥîm.
Doğrusu Rabbin, güçlü olandır, merhamet edendir.
Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Kuşkusuz, senin Rabbin Üstündür, Rahimdir.
Ve şüphesiz, işte o Rabbin, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Ve şüphesiz, senin Rabbindir O mutlak Azîz, mutlak Rahîm.
Ama Senin Rabbin aziz ve rahimdir (mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir).
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur.
وَٱتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَٰهِيمَ ﴿٦٩﴾
Onlara oku İbrahim'e ait haberi.
Onlara İbrahim'in haberini de aktar-oku:
vetlü `aleyhim nebee ibrâhîm.
Onlara İbrahim'in kıssasını anlat.
(Resulüm!) Onlara İbrahim'in haberini de naklet.
Onlara İbrahim'in tarihini anlat.
(Resulüm!) onlara İbrahim'in kıssasını da naklet.
İbrahim'in haberini de oku onlara.
Onlara İbrahim'in başından geçenleri de anlat.
Onlara İbrahim'in haberini de oku:
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِۦ مَا تَعْبُدُونَ ﴿٧٠﴾
Hani atasına ve kavmine, neye tapıyorsunuz demişti.
Hani, babasına ve kavmine: \"Siz neye kulluk ediyorsunuz?\" demişti.
iẕ ḳâle liebîhi veḳavmihî mâ ta`büdûn.
İbrahim, babasına ve milletine: \"Nelere tapıyorsunuz?\" demişti.
Hani o, babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? demişti.
Babasına ve halkına, \"Neye tapıyorsunuz?\" demişti.
Hani o, babasına ve kavmine, \"Neye tapıyorsunuz?\" demişti.
Hani babasına ve toplumuna şöyle demişti: \"Siz neye ibadet ediyorsunuz?\"
Günün birinde o babasına ve halkına hitaben: “Söyler misiniz: siz nelere ibadet ediyorsunuz?” dedi.
Babasına ve kavmine: \"Neye tapıyorsunuz?\" demişti.
قَالُوا۟ نَعْبُدُ أَصْنَامًۭا فَنَظَلُّ لَهَا عَٰكِفِينَ ﴿٧١﴾
Putlara tapıyoruz dediler ve onlara kulluk edip durmadayız.
Demişlerdi ki: \"Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz.\"
ḳâlû na`büdü aṣnâmen feneżallü lehâ `âkifîn.
\"Putlara tapıyoruz, onlara bağlanıp duruyoruz\" demişlerdi.
\"Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz\" diye cevap verdiler.
\"Heykellere tapıyoruz; biz kendimizi onlara adamış bulunuyoruz,\" dediler.
\"Birtakım putlara taparız da onlar sayesinde toplanırız\" dediler.
Dediler: \"Birtakım putlara tapıyoruz. Onların önünde toplanıp tapınmaya devam edeceğiz.\"
Onlar da: “Kendi putlarımıza ibadet ediyoruz.” dediler ve ilave ettiler: “Onlara tapmaya da devam edeceğiz!”
Putlara tapıyoruz, onların önünde ibadete duruyoruz. dediler.
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ ﴿٧٢﴾
Çağırdığınız vakit dedi, duyuyorlar mı?
Dedi ki: \"Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?\"
ḳâle hel yesme`ûneküm iẕ ted`ûn.
İbrahim: \"Çağırdığınız zaman sizi duyarlar veya size bir fayda ve zarar verirler mi?\" demişti.
İbrahim: Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı?
\"Kendilerini çağırdığınızda sizi işitiyorlar mı?\" dedi,
İbrahim \"Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı?\"
Dedi: \"Yalvarıp yakardığınızda sizi duyuyorlar mı?\"
“Peki” dedi, “Siz kendilerine dua ettiğinizde onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut taptığınızda size fayda veya tapmadığınızda size zarar verebiliyorlar mı?
Peki, dedi, siz du'a ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?
أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ ﴿٧٣﴾
Yahut size bir faydaları var mı, bir zarar veriyorlar mı?
\"Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?\"
ev yenfe`ûneküm ev yeḍurrûn.
İbrahim: \"Çağırdığınız zaman sizi duyarlar veya size bir fayda ve zarar verirler mi?\" demişti.
Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?
\"Yahut size yarar veya zarar verebiliyorlar mı?\"
\"Veya size fayda veya zararları olur mu?\"
\"Size yarar sağlıyor yahut zarar veriyorlar mı?\"
“Peki” dedi, “Siz kendilerine dua ettiğinizde onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut taptığınızda size fayda veya tapmadığınızda size zarar verebiliyorlar mı?
Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı?
قَالُوا۟ بَلْ وَجَدْنَآ ءَابَآءَنَا كَذَٰلِكَ يَفْعَلُونَ ﴿٧٤﴾
Hayır dediler, atalarımızı böyle bulduk, böyle yapıyordu onlar.
\"Hayır\" dediler. \"Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.\"
ḳâlû bel vecednâ âbâenâ keẕâlike yef`alûn.
\"Hayır ama, babalarımızı da bu şekilde ibadet ederken bulduk\" demişlerdi.
Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.
\"Hayır; ancak biz atalarımızın böyle yaptıklarını gördük,\" dediler.
\"Yok, dediler, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.\"
Dediler: \"Hayır! Ancak atalarımızı böyle yapar halde bulduk.\"
“Yook!” dediler, “ama atalarımızı böyle bir uygulama içinde bulduk, biz de onu benimsedik.”
Hayır, ama babalarımızın böyle yaptıklarını gördük, (onun için biz de böyle yapıyoruz). dediler.
قَالَ أَفَرَءَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ ﴿٧٥﴾
Şimdi gördünüz mü dedi, neye kulluk ediyorsunuz.
(İbrahim) Dedi ki: \"Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?\"
ḳâle eferaeytüm mâ küntüm ta`büdûn.
İbrahim: \"Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
İbrahim dedi ki: İyi ama, neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?
\"Peki,\" dedi, \"Tapmakta olduklarınızı gördünüz mü,\"
İbrahim dedi ki: \"İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın olsun, neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?\"
Dedi: \"Gördünüz mü neye ibadet ediyormuşsunuz!\"
İbrahim dedi ki: “Peki, gerek sizin taptığınız, gerek gelip geçmiş babalarınızın taptığı şeyler hakkında biraz olsun düşünmediniz mi?
İşte gördünüz mü neye tapıyorsunuz? dedi.
أَنتُمْ وَءَابَآؤُكُمُ ٱلْأَقْدَمُونَ ﴿٧٦﴾
Siz ve çok daha önce gelip geçen atalarınız.
\"Hem siz, hem de eski atalarınız?\"
entüm veâbâükümü-l'aḳdemûn.
İbrahim: \"Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
\"İster siz, ister eski atalarınız\"
\"Siz ve geçmiş atalarınız?\"
İbrahim dedi ki: \"İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın olsun, neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?\"
\"Siz ve o eski atalarınız!\"
İbrahim dedi ki: “Peki, gerek sizin taptığınız, gerek gelip geçmiş babalarınızın taptığı şeyler hakkında biraz olsun düşünmediniz mi?
Siz ve eski atalarınız?
فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّۭ لِّىٓ إِلَّا رَبَّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٧٧﴾
Hiç şüphe yok ki artık, alemlerin Rabbinden başka onlar, bana düşman.
\"İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca alemlerin Rabbi hariç\"
feinnehüm `adüvvül lî illâ rabbe-l`âlemîn.
İbrahim: \"Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak alemlerin Rabbi (benim dostumdur);
\"Onlar benim düşmanımdır; yalnız Evrenlerin Rabbi hariç;\"
\"Hep onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur)\"
\"Şüphesiz onlar benim düşmanım. Ama âlemlerin Rabbi dostum.\"
Bilin ki ibadet ettiğiniz o tanrılar, Rabbülâlemin hariç, hepsi benim düşmanlarımdır. [10,71; 11,54-56; 6,81; 43,26]
Onlar benim düşmanımdır. Yalnız alemlerin Rabbi (benim dostumdur).
ٱلَّذِى خَلَقَنِى فَهُوَ يَهْدِينِ ﴿٧٨﴾
Âlemlerin Rabbi, öyle bir mabuttur ki beni yaratmıştır ve odur doğru yolu gösteren bana.
\"Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur;\"
elleẕî ḫaleḳanî fehüve yehdîn.
İbrahim: \"Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur.
\"Beni yaratan ve bana yol gösteren O'dur.\"
\"O ki, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir,\"
\"O yarattı beni, O yol gösteriyor bana.\"
O'dur beni yaratan ve hayat imkânlarını veren, maddeten ve mânen yol gösteren.
Beni yaratan ve bana yol gösteren O'dur.
وَٱلَّذِى هُوَ يُطْعِمُنِى وَيَسْقِينِ ﴿٧٩﴾
Ve öyle bir mabuttur ki beni doyurur ve suya kandırır.
\"Bana yediren ve içiren O'dur;\"
velleẕî hüve yuṭ`imünî veyesḳîn.
İbrahim: \"Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
Beni yediren, içiren O'dur.
\"Beni yediren ve içiren O'dur.\"
\"Beni yediren, içirendir,\"
\"O'dur beni doyuran, suvaran.\"
O'dur beni doyuran, O’dur beni içiren.
Bana yediren ve içiren O'dur.
وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ ﴿٨٠﴾
Ve hastalandığım zaman o şifa verir bana.
\"Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;\"
veiẕâ meriḍtü fehüve yeşfîn.
İbrahim: \"Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.
\"Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.\"
\"Hastalandığım zaman bana O, şifâ verir.\"
\"Hastalandığımda O'dur bana şifa ulaştıran.\"
Hastalandığımda O'dur bana şifa veren.
Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.
وَٱلَّذِى يُمِيتُنِى ثُمَّ يُحْيِينِ ﴿٨١﴾
Ve öyle bir mabuttur ki beni öldürür, sonra da diriltir.
\"Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur,\"
velleẕî yümîtünî ŝümme yuḥyîn.
İbrahim: \"Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur.
\"Beni öldüren ve sonra dirilten O'dur.\"
\"O ki, benim canımı alacak, sonra diriltecektir. \"
\"Beni öldürecek, sonra diriltecek O'dur.\"
O'dur beni öldürecek ve sonra da diriltecek olan.
Beni öldürecek, sonra diriltecek O'dur.
وَٱلَّذِىٓ أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِى خَطِيٓـَٔتِى يَوْمَ ٱلدِّينِ ﴿٨٢﴾
Ve öyle bir mabuttur ki kıyamet gününde umarım, hatamı da yarlıgar.
\"Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;\"
velleẕî aṭme`u ey yagfira lî ḫaṭîetî yevme-ddîn.
İbrahim: \"Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O'dur.
\" Yargı gününde, kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur.\"
\"Ve hesap günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur.\"
\"Din gününde hatalarımı affetmesini umup durduğum da O'dur.\"
Büyük hesap günü günahlarımı bağışlayacağını umduğum ulu Rabbim de yine O'dur. [4,48]
Ceza günü hatamı bağışlayacağını umduğum da O'dur.
رَبِّ هَبْ لِى حُكْمًۭا وَأَلْحِقْنِى بِٱلصَّٰلِحِينَ ﴿٨٣﴾
Rabbim, bana peygamberlik ver ve beni temiz kişilere kat.
\"Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat;\"
rabbi heb lî ḥukmev veelḥiḳnî biṣṣâliḥîn.
İbrahim: \"Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
\"Rabbim, bana bilgelik ver ve beni iyiler arasına kat.\"
\"Ya Rab! Bana hikmet (hüküm) ver ve beni iyiler (zümresin)e kat.\"
\"Rabbim, bana hükmetme gücü/hikmet bağışla, beni hak ve barış seven iyiler arasına kat!\"
Ya Rabbî! Bana hikmet ver ve beni hayırlı kulların arasına dahil eyle! [26,21; 2,130]
Rabbim, bana hüküm (hükümdarlık, bilgi) ver ve beni Salihler arasına kat.
وَٱجْعَل لِّى لِسَانَ صِدْقٍۢ فِى ٱلْءَاخِرِينَ ﴿٨٤﴾
Sonra gelenler arasında da güzel bir adsan ver bana, doğrulukla andır beni.
\"Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver.\"
vec`al lî lisâne ṣidḳin fi-l'âḫirîn.
Sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla. Beni nimet cennetine varis olanlardan kıl. Babamı da bağışla, o şüphesiz sapıklardandır. İnsanların diriltileceği gün, Allah'a temiz bir kalble gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme\" demişti.
Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!
\"Beni, sonraki nesiller için iyi bir örnek kıl.\"
\"Sonra gelecekler içinde beni doğrulukla anılanlardan eyle!\"
\"Sonradan gelecekler arasında benimle ilgili doğru/isabetli bir dil oluştur.\"
Gelecek nesiller içinde iyi nam bırakmayı, hayırla anılmayı nasib eyle bana. [37,108; 2,129]
Sonra gelenler arasında bana, bir doğruluk dili nasib eyle (sonraki nesiller arasında hayır ile anılmamı sağla)!
وَٱجْعَلْنِى مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ ٱلنَّعِيمِ ﴿٨٥﴾
Beni Naim cennetinin mirasçılarından et.
\"Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl,\"
vec`alnî miv veraŝeti cenneti-nne`îm.
Sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla. Beni nimet cennetine varis olanlardan kıl. Babamı da bağışla, o şüphesiz sapıklardandır. İnsanların diriltileceği gün, Allah'a temiz bir kalble gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme\" demişti.
Beni, Naim cennetinin varislerinden kıl.
\"Beni, Nimetler Cennetine varis olanlardan yap.\"
\"Ve beni naîm (nimeti bol) cennetin varislerinden eyle!\"
\"Beni, nimetlerle dolu cennetin mirasçılarından kıl.\"
Naim cennetlerine vâris olanlardan eyle beni ya Rabbî. [23,10]
Beni ni'met(i bol olan) cennetinin varislerinden kıl.
وَٱغْفِرْ لِأَبِىٓ إِنَّهُۥ كَانَ مِنَ ٱلضَّآلِّينَ ﴿٨٦﴾
Atamı da yarlıga, şüphe yok o, sapıklardan.
\"Babamı da bağışla, çünkü o şaşırıp sapanlardandır.\"
vagfir liebî innehû kâne mine-ḍḍâllîn.
Sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla. Beni nimet cennetine varis olanlardan kıl. Babamı da bağışla, o şüphesiz sapıklardandır. İnsanların diriltileceği gün, Allah'a temiz bir kalble gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme\" demişti.
Babamı da bağışla (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o sapıklardandır.
\"Babamı bağışla, zira o sapıtmış bulunuyor.\"
\"Babamı da bağışla, çünkü o yanlış gidenlerdendir. \"
\"Babamı da affet. Çünkü o, sapmışlardandır.\"
Babamı da affet, (ona tövbe ve iman nasib et). Zira o yolunu şaşıranlar arasında. [19,47; 9,114; 60,4]
Babamı da bağışla. Çünkü o, sapıklardandır. And forgive my father. Lo! he is of those who err.
وَلَا تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ ﴿٨٧﴾
Utandırma beni insanların dirilecekleri günde.
\"Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme,\"
velâ tuḫzinî yevme yüb`aŝûn.
Sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla. Beni nimet cennetine varis olanlardan kıl. Babamı da bağışla, o şüphesiz sapıklardandır. İnsanların diriltileceği gün, Allah'a temiz bir kalble gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme\" demişti.
(İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup etme.
\"Diriliş gününde beni utandırma.\"
\"(İnsanların) diriltilecekleri gün, beni mahcub etme.\"
\"Herkesin diriltileceği gün beni utandırma.\"
İnsanların diriltilip bir araya toplandığı mahşer günü rüsvay eyleme beni ya Rabbî.
(Kulların) diriltilecekleri gün, beni utandırma.
يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌۭ وَلَا بَنُونَ ﴿٨٨﴾
O günde ki ne mal fayda verir o gün, ne evlat.
'Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde.\"
yevme lâ yenfe`u mâlüv velâ benûn.
Sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla. Beni nimet cennetine varis olanlardan kıl. Babamı da bağışla, o şüphesiz sapıklardandır. İnsanların diriltileceği gün, Allah'a temiz bir kalble gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme\" demişti.
O gün, ne mal fayda verir ne de evlat.
O gün, paranın ve çocukların yararı olmayacaktır.
\"O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!\"
\"Bir gündür ki o, ne mal fayda verir ne oğullar.\"
O gün ki ne mal, ne mülk, ne evlat insana fayda eder. [6,94; 23,101; 18,46]
O gün ki, ne mal, ne de oğullar yarar vermez.
إِلَّا مَنْ أَتَى ٱللَّهَ بِقَلْبٍۢ سَلِيمٍۢ ﴿٨٩﴾
Ancak Allah'a, şirkten ve şüpheden arınmış bir gönülle gelen faydalanır.
\"Ancak Allah'a selim bir kalp ile gelenler başka.\"
illâ men ete-llâhe biḳalbin selîm.
Sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla. Beni nimet cennetine varis olanlardan kıl. Babamı da bağışla, o şüphesiz sapıklardandır. İnsanların diriltileceği gün, Allah'a temiz bir kalble gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme\" demişti.
Ancak Allah'a kalb-i selim (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).
ALLAH'a mükemmel bir kalp ile gelenler hariç.
\"Ancak Allah'a temiz bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa erer).\"
\"Yalnız temiz bir kalple Allah'a varan kurtulur.\"
O gün insana fayda sağlayan tek şey, Allah'a teslim ettiği selim bir gönül olur.
Ancak Allah'a sağlam ve temiz kalb getiren (yarar görür).
وَأُزْلِفَتِ ٱلْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ ﴿٩٠﴾
Ve cennet, o gün, çekinenlere yaklaştırılmıştır.
(O gün) Cennet takva sahiplerine yaklaştırılır.
veüzlifeti-lcennetü lilmütteḳîn.
O gün cennet Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılır. Cehennem de azgınlara gösterilir.
(O gün) cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır.
Erdemlilere cennet sunulacaktır.
(O gün) Cennet müttakilere yaklaştırılmıştır.
Cennet takva sahiplerine yaklaştırılır.
O gün cennet müttakilere yaklaştırılır. [15,45]
(O gün) cennet, korunanlara yaklaştırılır.
وَبُرِّزَتِ ٱلْجَحِيمُ لِلْغَاوِينَ ﴿٩١﴾
Ve cehennem, azgınlara gösterilmiş, meydana çıkarılmıştır.
Cehennem de azgınlar için sergilenir.
vebürrizeti-lceḥîmü lilgâvîn.
O gün cennet Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılır. Cehennem de azgınlara gösterilir.
Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir.
Azgınlar için de cehennem ortaya konacaktır.
Azgınlar için de cehennem hortlatılmıştır.
Cehennem de şımarıp azanların karşısına getirilir.
O gün cehennem azgınlara gösterilir. [21,98]
Cehennem de azgınların karşısına çıkarılır.
وَقِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ ﴿٩٢﴾
Ve onlara, nerede kulluk ettikleriniz denilmiştir,
Ve onlara: \"Tapmakta olduklarınız nerede?\" denilir;
veḳîle lehüm eyne mâ küntüm ta`büdûn.
Onlara: \"Allah'ı bırakıp taptıklarınız nerededir. Size yardım ediyorlar mı veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?\" denilir.
Onlara: Allah'tan gayrı taptıklarınız hani nerede? denilir.
Onlara şöyle denir, \"Hani taptıklarınız nerede -\"
Onlara, \"Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?\" denilir.
Denir ki onlara: \"O ibadet ettikleriniz nerede?\"
Ve onlara: “Nerede o, Allah'tan başka taptıklarınız?Size yardım edebiliyorlar mı, kendilerini olsun kurtarabiliyorlar mı?” denilir.
Onlara \"Hani taptıklarınız nerede?\" denilir.
مِن دُونِ ٱللَّهِ هَلْ يَنصُرُونَكُمْ أَوْ يَنتَصِرُونَ ﴿٩٣﴾
Allah'ı bırakıp da tapıyordunuz onlara, size yardım ediyorlar mı, yoksa kendilerine bir yardımda bulunuyorlar mı?
\"Allah'ın dışında olan (ilah)lar; size yardımları dokunuyor mu, veya kendilerine yardımları oluyor mu?
min dûni-llâh. hel yenṣurûneküm ev yenteṣirûn.
Onlara: \"Allah'ı bırakıp taptıklarınız nerededir. Size yardım ediyorlar mı veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?\" denilir.
Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine (olsun) yardımları dokunuyor mu?.
\"- O ALLAH'tan başka? Size şimdi yardım edebiliyorlar mı? Kendilerine bile yardımları dokunabiliyor mu?\"
Onlara, \"Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?\" denilir.
\"Allah'ın dışındakiler, size yardım ediyorlar mı? Peki, kendilerine yardımları dokunuyor mu?\"
Ve onlara: “Nerede o, Allah'tan başka taptıklarınız?Size yardım edebiliyorlar mı, kendilerini olsun kurtarabiliyorlar mı?” denilir.
O Allah'tan başka (taptıklarınız) size yardım ediyorlar mı, yahut kendilerine yardımları dokunuyor mu?
فَكُبْكِبُوا۟ فِيهَا هُمْ وَٱلْغَاوُۥنَ ﴿٩٤﴾
Hepsi de, birbiri üstüne, baş aşağı cehenneme atılmışlardır tapanlar da, tapılanlar da.
Artık onlar ve azgınlar onun içine dökülüverilmiştir.
fekübkibû fîhâ hüm velgâvûn.
Onlar, azgınlar ve İblis'in adamları, hepsi, tepetakla oraya atılırlar.
Onlar ve azgınlar oraya tepetaklak (cehenneme) atılırlar.
Azgınlarla birlikte tepetakla oraya atılacaklardır
Ve arkasından hep onlar (putlar ve azgınlar) o cehennemin içine fırlatılmaktadırlar.
Ardından onlar ve öteki azgınlar cehennemin içine tıkılmıştır.
Arkasından onlar da, o azgınlar da ve topyekûn İblis ordusu da cehenneme fırlatılır.
Onlar ve azgınlar, tepe taklak oraya atılırlar.
وَجُنُودُ إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ ﴿٩٥﴾
Ve İblis'in bütün ordusu da.
Ve İblis'in bütün orduları da.
vecünûdü iblîse ecme`ûn.
Onlar, azgınlar ve İblis'in adamları, hepsi, tepetakla oraya atılırlar.
İblis bütün orduları da.
İblis'in tüm askerleri de...
Ve bütün o İblis orduları onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki:
İblis orduları toplu haldedir.
Arkasından onlar da, o azgınlar da ve topyekûn İblis ordusu da cehenneme fırlatılır.
İblis'in bütün askerleri de.
قَالُوا۟ وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ ﴿٩٦﴾
Orada birbirleriyle çekişerek derler ki.
Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki:
ḳâlû vehüm fîhâ yaḫteṣimûn.
Orada putlarıyla çekişerek: \"Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi Alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak\" derler.
Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler:
Orada çekişerek şöyle konuşacaklar:
Ve bütün o İblis orduları onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki:
Onun içinde birbiriyle çekişirlerken şöyle derler:
Orada putlarıyla çekişirken şöyle derler “Vallahi de, tallahi de biz besbelli bir sapıklık içinde imişiz!”“Çünkü biz sizi Rabbülâlemin ile bir tutuyorduk. Ama bizi saptıranlar da, o mücrimler oldu.“Şimdi artık ne şefaatçimiz var bizim, ne candan bir dostumuz!” “Ah! Ne olurdu, imkân olsa da dünyaya bir dönsek ve müminlerden olsaydık!” [36,56; 40,47; 7,53; 38,64]
Onlar orada (putlarıyle) çekişerek derler ki:
تَٱللَّهِ إِن كُنَّا لَفِى ضَلَٰلٍۢ مُّبِينٍ ﴿٩٧﴾
Allah hakkı için gerçekten de biz, apaçık bir sapıklık içindeydik.
\"Andolsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,\"
tellâhi in künnâ lefî ḍalâlim mübîn.
Orada putlarıyla çekişerek: \"Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi Alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak\" derler.
Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.
\"ALLAH'a andolsun, biz gerçekten çok açık bir sapıklık içinde imişiz.\"
\"Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.\"
\"Vallahi, biz açık bir sapıklığın ta içindeymişiz.\"
Orada putlarıyla çekişirken şöyle derler “Vallahi de, tallahi de biz besbelli bir sapıklık içinde imişiz!”“Çünkü biz sizi Rabbülâlemin ile bir tutuyorduk. Ama bizi saptıranlar da, o mücrimler oldu.“Şimdi artık ne şefaatçimiz var bizim, ne candan bir dostumuz!” “Ah! Ne olurdu, imkân olsa da dünyaya bir dönsek ve müminlerden olsaydık!” [36,56; 40,47; 7,53; 38,64]
Vallahi biz apaçık bir sapıklık içinde imişiz!
إِذْ نُسَوِّيكُم بِرَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٩٨﴾
Sizi, alemlerin Rabbiyle bir tuttuğumuz zaman.
\"Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk.
iẕ nüsevvîküm birabbi-l`âlemîn.
Orada putlarıyla çekişerek: \"Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi Alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak\" derler.
Çünkü biz sizi alemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.
\"Çünkü sizi evrenlerin Rabbine denk tutuyorduk.\"
\"Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk.\"
\"Çünkü sizi âlemlerin Rabbi'yle aynı düzeyde tutuyorduk.\"
Orada putlarıyla çekişirken şöyle derler “Vallahi de, tallahi de biz besbelli bir sapıklık içinde imişiz!”“Çünkü biz sizi Rabbülâlemin ile bir tutuyorduk. Ama bizi saptıranlar da, o mücrimler oldu.“Şimdi artık ne şefaatçimiz var bizim, ne candan bir dostumuz!” “Ah! Ne olurdu, imkân olsa da dünyaya bir dönsek ve müminlerden olsaydık!” [36,56; 40,47; 7,53; 38,64]
Çünkü sizi alemlerin Rabbine eşit tutuyorduk.
وَمَآ أَضَلَّنَآ إِلَّا ٱلْمُجْرِمُونَ ﴿٩٩﴾
Bizi, ancak o mücrimler saptırdı.
\"Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı.\"
vemâ eḍallenâ ille-lmücrimûn.
Orada putlarıyla çekişerek: \"Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi Alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak\" derler.
Bizi ancak o günahkarlar saptırdı.
\"Bizi saptıranlar suçlulardı.\"
\"Ve bizi hep o günahkarlar saptırdı.\"
\"Bizi saptıran, o suçlulardan başkası değildi.\"
Orada putlarıyla çekişirken şöyle derler “Vallahi de, tallahi de biz besbelli bir sapıklık içinde imişiz!”“Çünkü biz sizi Rabbülâlemin ile bir tutuyorduk. Ama bizi saptıranlar da, o mücrimler oldu.“Şimdi artık ne şefaatçimiz var bizim, ne candan bir dostumuz!” “Ah! Ne olurdu, imkân olsa da dünyaya bir dönsek ve müminlerden olsaydık!” [36,56; 40,47; 7,53; 38,64]
Ama bizi saptıran o suçlulardır.
فَمَا لَنَا مِن شَٰفِعِينَ ﴿١٠٠﴾
Artık ne şefaatçilerden bir şefaatçi var bize.
\"Artık bizim için ne bir şefaatçi var,\"
femâ lenâ min şâfi`în.
Orada putlarıyla çekişerek: \"Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi Alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak\" derler.
\"Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var\".
\"Şimdi bizim ne şefaatçımız var.\"
\"Bak bizim için ne şefaatçiler var,\"
\"Artık ne şefaatçilerimiz var,
Orada putlarıyla çekişirken şöyle derler “Vallahi de, tallahi de biz besbelli bir sapıklık içinde imişiz!”“Çünkü biz sizi Rabbülâlemin ile bir tutuyorduk. Ama bizi saptıranlar da, o mücrimler oldu.“Şimdi artık ne şefaatçimiz var bizim, ne candan bir dostumuz!” “Ah! Ne olurdu, imkân olsa da dünyaya bir dönsek ve müminlerden olsaydık!” [36,56; 40,47; 7,53; 38,64]
Şimdi artık bizim ne şefa'atçilerimiz var,
وَلَا صَدِيقٍ حَمِيمٍۢ ﴿١٠١﴾
Ne bir can dostu.
\"Ne de candan-yakın bir dost.\"
velâ ṣadîḳin ḥamîm.
Orada putlarıyla çekişerek: \"Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi Alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak\" derler.
\"Ne de yakın bir dostumuz\".
\"Ne de yakın bir dostumuz.\"
\"Ne de yakın bir dost.\"
Ne sıcak-samimi bir dostumuz.\"
Orada putlarıyla çekişirken şöyle derler “Vallahi de, tallahi de biz besbelli bir sapıklık içinde imişiz!”“Çünkü biz sizi Rabbülâlemin ile bir tutuyorduk. Ama bizi saptıranlar da, o mücrimler oldu.“Şimdi artık ne şefaatçimiz var bizim, ne candan bir dostumuz!” “Ah! Ne olurdu, imkân olsa da dünyaya bir dönsek ve müminlerden olsaydık!” [36,56; 40,47; 7,53; 38,64]
Ne de sıcak bir dostumuz.
فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةًۭ فَنَكُونَ مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿١٠٢﴾
Ne olurdu bir kere daha dünyaya dönebilseydik de inananlardan olsaydık.
\"Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik.\"
felev enne lenâ kerraten fenekûne mine-lmü'minîn.
Orada putlarıyla çekişerek: \"Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi Alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak\" derler.
Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak!
\"Bir şansımız daha olsaydı da, inananlar olsaydık.\"
\"Ah keşke (dünyaya) bir kere daha dönebilsek de, müminlerden olabilseydik.\"
\"Keşke bir dönüşümüz daha olsaydı da müminlerden olabilseydik.\"
Orada putlarıyla çekişirken şöyle derler “Vallahi de, tallahi de biz besbelli bir sapıklık içinde imişiz!”“Çünkü biz sizi Rabbülâlemin ile bir tutuyorduk. Ama bizi saptıranlar da, o mücrimler oldu.“Şimdi artık ne şefaatçimiz var bizim, ne candan bir dostumuz!” “Ah! Ne olurdu, imkân olsa da dünyaya bir dönsek ve müminlerden olsaydık!” [36,56; 40,47; 7,53; 38,64]
Ah keşke bir dönüşümüz daha olsa da inananlardan olsak!
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٠٣﴾
Şüphe yok ki bunda bir delil var, fakat halkın çoğu inanmaz.
Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn.
Bunda şüphesiz bir ders vardır ama çoğu inanmamıştır.
Bunda elbet (alınacak) büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
Bunda bir ders var; ancak çoğunluk inanmaz.
Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır; oysa çokları iman etmiş değillerdir.
Kuşkusuz, bütün bunlarda mutlaka bir ibret vardır. Ama onların çoğu müminler değil.
Elbette bunda alınacak ibret vardır; fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler.
Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar.\"
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿١٠٤﴾
Ve şüphe yok ki Rabbin, elbette üstündür, rahimdir.
Ve şüphesiz senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
veinne rabbeke lehüve-l`azîzü-rraḥîm.
Rabbin şüphesiz güçlüdür, merhametlidir.
Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Kuşkusuz senin Rabbin Üstündür, Rahim'dir.
Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Ve kuşkusuz senin Rabbindir o mutlak Azîz, mutlak Rahîm.
Ama senin Rabbin aziz ve rahîmdir (mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir).
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur.
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿١٠٥﴾
Nuh kavmi de peygamberleri yalanladı.
Nuh kavmi de gönderilen (peygamber)leri yalanladı.
keẕẕebet ḳavmü nûḥin-lmürselîn.
Nuh'un milleti peygamberlerini yalanladı.
Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladılar.
Nuh'un halkı elçileri yalanladı.
Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla itham etti.
Nûh kavmi de hak elçileri yalanladı.
Nûh'un halkı da gönderilen resulleri yalancı saydı. [36,14; 7,59-84]
Nuh kavmi de gönderilen elçileri yalanladı.
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿١٠٦﴾
Hani, kardeşleri Nuh, onlara demişti ki: Hala mı çekinmezsiniz?
Hani onlara kardeşleri Nuh: \"Sakınmaz mısınız?\" demişti.
iẕ ḳâle lehüm eḫûhüm nûḥun elâ tetteḳûn.
Kardeşleri Nuh, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin\" dedi.
Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?
Kardeşleri Nuh onlara demişti ki, \"Dinleyip erdemli davranmaz mısınız?\"
Hani kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: \"Siz Allah'tan korkmaz mısınız?\"
Kardeşleri Nûh onlara şöyle demişti: \"Siz hiç sakınmıyor musunuz/\"
Kardeşleri Nûh onlara şöyle demişti: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız?
Kardeşleri Nuh onlara: \"Korunmaz mısınız?\" demişti.
إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌۭ ﴿١٠٧﴾
Şüphe yok ki ben, size emin bir peygamberim.
\"Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.\"
innî leküm rasûlün emîn.
Kardeşleri Nuh, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin\" dedi.
Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
\"Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.\"
\"Haberiniz olsun ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir Peygamberim.
\"Ben sizin için gelmiş, güvenilir bir resulüm.\"
Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٠٨﴾
Artık Allah'tan çekinin ve itaat edin bana.
\"Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin.\"
fetteḳu-llâhe veeṭî`ûn.
Kardeşleri Nuh, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin\" dedi.
Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
\"ALLAH'ı dinleyip bana uymalısınız.\"
\"Gelin artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin.\"
\"Artık Allah'tan sakının da bana itaat edin.\"
Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin!
Allah'tan korkun ve bana ita'at edin.
وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿١٠٩﴾
Ve ben, tebliğime karşılık bir mükafat istemem sizden, benim mükafatım, ancak alemlerin Rabbine ait.
\"Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.\"
vemâ es'elüküm `aleyhi min ecr. in ecriye illâ `alâ rabbi-l`âlemîn.
Kardeşleri Nuh, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin\" dedi.
Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak alemlerin Rabbidir.
\"Buna karşılık sizden herhangi bir ücret te istemiyorum. Benim ücretim, ancak evrenlerin Rabbine aittir.\"
\"Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafaatımı verecek olan ancak, âlemlerin Rabbidir.\"
\"Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ödülüm sadece âlemlerin Rabbi'ndedir.
Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak Rabbülâlemîn'dir.
Ben sizden, buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, yalnız alemlerin Rabbine aittir.
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١١٠﴾
Artık Allah'tan çekinin ve itaat edin bana.
\"Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin.
fetteḳu-llâhe veeṭî`ûn.
Kardeşleri Nuh, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin\" dedi.
Onun için, Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
\"ALLAH'ı dinleyip bana uymalısınız.\"
\"Gelin, artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin.\"
\"Artık Allah'tan sakının da bana itaat edin.\"
Haydi öyleyse! Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin!.”
Öyle ise Allah'tan korkun ve bana ita'at edin.
۞ قَالُوٓا۟ أَنُؤْمِنُ لَكَ وَٱتَّبَعَكَ ٱلْأَرْذَلُونَ ﴿١١١﴾
Dediler ki: Sana, aşağılık kişiler uymuş, biz de mi inanalım sana?
Dediler ki: \"Sana, sıradan aşağılık insanlar uymuşken inanır mıyız?\"
ḳâlû enü'minü leke vettebe`ake-l'erẕelûn.
\"Sana mı inanacağız? Sana en rezil kimseler uymaktadır\" dediler.
Onlar şöyle cevap verdiler: Sana düşük seviyeli kimseler tabi olup dururken, biz sana iman eder miyiz hiç!
Dediler ki, \"Seni izleyenler bayağı ve kötü kimseler iken, nasıl olur da sana inanırız?\"
\"Â, dediler, senin ardına hep düşük kimseler düşmüşken, biz sana hiç inanır mıyız?\"
Dediler: \"Biz sana inanır mıyız? Seni, o bayağı zavallılar izliyor.\"
“A!” dediler, “Seni izleyenlerin, toplumun en aşağı tabakasından olduklarını göre göre sana inanmamızı nasıl beklersin?” [6,52-53; 80,5-12]
Dediler ki: \"Sana bayağı kimseler uymuşken biz sana inanır mıyız?\"
قَالَ وَمَا عِلْمِى بِمَا كَانُوا۟ يَعْمَلُونَ ﴿١١٢﴾
Nuh, benim onların yaptıklarına dair bir bilgim yok dedi.
Dedi ki: \"Onların yapmakta oldukları hakkında benim bilgim yoktur.\"
ḳâle vemâ `ilmî bimâ kânû ya`melûn.
Nuh: \"Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur; hesabları Rabbime aittir, düşünsenize! Ben inananları kovacak değilim. Ben sadece açıkça uyarıcıyım\" dedi.
Nuh dedi ki: Onların yaptıkları hakkında bilgim yoktur.
Dedi ki, \"Onların yaptıklarından bir bilgim yok.\"
Nuh dedi ki: \"Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur.\"
Nûh dedi: \"Onların yaptıklarına ilişkin bir ilmim yok.\"
Nûh: “Onların daha önce ne yaptıkları hakkında bilgim yoktur. Sizin azıcık bir şuurunuz olsaydı bilirdiniz ki onların hesabı ancak Rabbime aittir.
Dedi ki: \"Ben onların yaptıklarını(n iç yüzünü) bilmem (ben ancak görünüşe göre hüküm veririm).\"
إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّى ۖ لَوْ تَشْعُرُونَ ﴿١١٣﴾
Onların hesabı ancak Rabbime aittir eğer anlarsanız.
\"Onların hesabı yalnızca Rabbime aittir, eğer şuurundaysanız (anlarsınız.)\"
in ḥisâbühüm illâ `alâ rabbî lev teş`urûn.
Nuh: \"Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur; hesabları Rabbime aittir, düşünsenize! Ben inananları kovacak değilim. Ben sadece açıkça uyarıcıyım\" dedi.
Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Bir düşünseniz!
\"Hesapları, yalnız Rabbime aittir; keşke anlasanız.\"
\"Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Düşünsenize!\"
\"Onların hesabı Rabbimden başkasına ait değildir. Bir düşünebilseniz!\"
Nûh: “Onların daha önce ne yaptıkları hakkında bilgim yoktur. Sizin azıcık bir şuurunuz olsaydı bilirdiniz ki onların hesabı ancak Rabbime aittir.
Anlayışınız olsa, onların hesabının Rabbime aidolduğunu bilirsiniz.
وَمَآ أَنَا۠ بِطَارِدِ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿١١٤﴾
Ve ben, inananları kovamam.
\"Ve ben mü'min olanları kovacak değilim.\"
vemâ ene biṭâridi-lmü'minîn.
Nuh: \"Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur; hesabları Rabbime aittir, düşünsenize! Ben inananları kovacak değilim. Ben sadece açıkça uyarıcıyım\" dedi.
Ben iman eden kimseleri kovacak değilim.
\"Kesinlikle hiç bir inananı kovamam.\"
\"Hem ben iman edenleri kovmaya memur değilim.\"
\"Ben iman etmiş insanları kovamam.\"
Ben iman edenleri asla kovamam. Ben sadece açıkça uyaran bir elçiyim.”
Ben inananları kovacak değilim.
إِنْ أَنَا۠ إِلَّا نَذِيرٌۭ مُّبِينٌۭ ﴿١١٥﴾
Ben ancak, apaçık bir korkutucuyum.
\"Ben, yalnızca apaçık bir uyarıcıyım.\"
in ene illâ neẕîrum mübîn.
Nuh: \"Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur; hesabları Rabbime aittir, düşünsenize! Ben inananları kovacak değilim. Ben sadece açıkça uyarıcıyım\" dedi.
Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.
\"Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.\"
\"Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.\"
\"Ben sadece açık bir biçimde uyarmaktayım.\"
Ben iman edenleri asla kovamam. Ben sadece açıkça uyaran bir elçiyim.”
Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.
قَالُوا۟ لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَٰنُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ ٱلْمَرْجُومِينَ ﴿١١٦﴾
Ey Nuh dediler, bu işten vazgeçmezsen seni mutlaka taşlarız.
Dediler ki: \"Eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten taşa tutulup kovulacaksın.\"
ḳâlû leil lem tentehi yâ nûḥu letekûnenne mine-lmercûmîn.
\"Ey Nuh! Eğer bu işe son vermezsen, şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın\" dediler.
Dediler ki: Ey Nuh! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşlanmışlardan olacaksın!
Dediler ki, \"Bak Nuh, bu davranışına bir son vermezsen taşlananlardan olacaksın.\"
Dediler ki: \"Ey Nuh! Eğer vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşa tutulanlardan olacaksın!\"
Dediler: \"Ey Nûh! Eğer bu işe son vermezsen, vallahi taşlananlardan olacaksın.\"
Onlar: “Nûh! Bizi dinle! Eğer bu dâvadan vazgeçmezsen, mutlaka taşa tutulacaksın!” dediler.
Dediler: \"Ey Nuh, (bu dediğinden) vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın.\"
قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِى كَذَّبُونِ ﴿١١٧﴾
Rabbim dedi, gerçekten de kavmim, yalanladı beni.
Dedi ki: \"Rabbim, şüphesiz kavmim beni yalanladı.\"
ḳâle rabbi inne ḳavmî keẕẕebûn.
Nuh: \"Rabbim! Milletim beni yalanladı. Benimle onların arasında Sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar\" dedi.
Nuh: Rabbim! dedi, kavmim beni yalancılıkla suçladı.
Dedi ki, \"Rabbim, halkım beni yalanladı.\"
Nuh: \"Rabbim! dedi, kavmim beni yalancılıkla itham etti.\"
Nûh şöyle yakardı: \"Rabbim, toplumum beni yalanladı.\"
Nûh: “Ya Rabbî, dedi, halkım beni yalancı saydı.Artık benimle onlar arasındaki hükmünü Sen ver, beni ve beraberimdeki müminleri Sen halas eyle ya Rabbî!” [54,10-14]
(Nuh): \"Rabbim, dedi, kavmim beni yalanladı.\"
فَٱفْتَحْ بَيْنِى وَبَيْنَهُمْ فَتْحًۭا وَنَجِّنِى وَمَن مَّعِىَ مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿١١٨﴾
Sen, onlarla benim aramda hükmet ve beni de kurtar, inananlardan benimle beraber bulunanları da.
\"Bundan böyle, benimle onların arasını açık bir hükümle ayır ve beni ve benimle birlikte olan mü'minleri kurtar.\"
feftaḥ beynî vebeynehüm fetḥav veneccinî vemem me`iye mine-lmü'minîn.
Nuh: \"Rabbim! Milletim beni yalanladı. Benimle onların arasında Sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar\" dedi.
Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.
\"Benimle onların arasını aç; beni ve beraberimdeki inananları kurtar.\"
\"Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.\"
\"Artık benimle onlar arasını iyice aç; beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.\"
Nûh: “Ya Rabbî, dedi, halkım beni yalancı saydı.Artık benimle onlar arasındaki hükmünü Sen ver, beni ve beraberimdeki müminleri Sen halas eyle ya Rabbî!” [54,10-14]
Benimle onların arasını aç (aramızda hükmet), beni ve benimle beraber bulunan mü'minleri kurtar!
فَأَنجَيْنَٰهُ وَمَن مَّعَهُۥ فِى ٱلْفُلْكِ ٱلْمَشْحُونِ ﴿١١٩﴾
Derken onu da o dopdolu gemiyle kurtardık, onunla beraber bulunanları da.
Bunun üzerine, onu ve onunla birlikte olanları (insan ve hayvanlarla) yüklü gemi içinde kurtardık.
feenceynâhü vemem me`ahû fi-lfülki-lmeşḥûn.
Bunun üzerine onu ve beraberinde bulunanları, dolu bir gemi içinde taşıyarak kurtardık.
Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri, o dolu geminin içinde (taşıyarak) kurtardık.
Onu ve yanındakileri yüklü bir gemiyle kurtardık.
Bunun üzerine biz de onu ve beraberindekileri, o dolu gemide taşıyarak kurtardık.
Bunun üzerine biz, onu da beraberindekileri de o yüklü gemide kurtardık.
Hülasa Biz de onu ve yanındakileri o yükle dolu gemi içinde kurtardık.
Biz de onu ve onunla beraber bulunanları, dolu gemi içinde kurtardık.
ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ ٱلْبَاقِينَ ﴿١٢٠﴾
Sonra da onlardan başka geri kalanları sulara garkettik.
Sonra bunun ardından geride kalanları da suda-boğduk.
ŝümme agraḳnâ ba`dü-lbâḳîn.
Sonra de geride kalanları suda boğduk.
Sonra da geri kalanları suda boğduk.
Sonra bunun ardından, geride kalanları boğduk.
Sonra da arkasında kalanları suda boğduk.
Sonra dışta kalanları boğduk.
Arkasından geride kalanları da suda boğduk.
Sonra bunun ardından, geride kalanları boğduk.
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٢١﴾
Şüphe yok ki bunda bir delil var, fakat halkın çoğu inanmaz.
Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn.
Doğrusu bunda bir ders vardır, ama çoğu inanmamıştır.
Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
Bunda bir ders var; ancak çoğunluk inanmaz.
Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak ders) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.
Bunda elbette bir ibret var. Ama onların çoğu müminler değildi
Elbette bunda alınacak ibret var, fakat onların ekserisi ders alıp da iman etmezler.
Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿١٢٢﴾
Ve şüphe yok ki Rabbin, elbette üstündür, rahimdir.
Ve şüphesiz senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
veinne rabbeke lehüve-l`azîzü-rraḥîm.
Rabbin şüphesiz güçlüdür, merhametlidir.
Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Kuşkusuz senin Rabbin Üstündür, Rahimdir.
Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Kuşkusuz, senin Rabbindir o mutlak Azîz, mutlak Rahîm.
Ama Senin Rabbin aziz ve rahîmdir (mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir).
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur.
كَذَّبَتْ عَادٌ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿١٢٣﴾
Âd kavmi de peygamberleri yalanladı.
Ad (kavmi) de gönderilen (elçi)leri yalanladı.
keẕẕebet `âdün-lmürselîn.
Ad milleti de peygamberleri yalanladı.
Âd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı.
Ad (halkı) da elçileri yalanladı.
Âd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti.
Âd da peygamberleri yalanladı.
Âd halkı da resulleri yalancı saydı.
Ad (kavmi) de, gönderilen elçileri yalanladı.
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿١٢٤﴾
Hani , kardeşleri Hud, onlara demişti ki: Hala mı çekinmezsiniz?
Hani onlara kardeşleri Hud: \"Sakınmaz mısınız?\" demişti.
iẕ ḳâle lehüm eḫûhüm hûdün elâ tetteḳûn.
Kardeşleri Hud, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum\" dedi.
Kardeşleri Hud onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?
Kardeşleri Hud onlara demişti ki, \"Erdemli davranmaz mısınız?\"
Hani kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: \"Siz Allah'tan korkmaz mısınız?\"
Kardeşleri Hûd onlara: \"Siz hiç sakınmıyor musunuz?\" demişti.
Kardeşleri Hûd onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin! Bu hizmetten ötürü sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülâlemin’dir. [25,4-5; 16,24]
Kardeşleri Hud onlara: \"Korunmaz mısınız?\" demişti.
إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌۭ ﴿١٢٥﴾
Şüphe yok ki ben, size emin bir peygamberim.
\"Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.\"
innî leküm rasûlün emîn.
Kardeşleri Hud, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum\" dedi.
Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
\"Ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.\"
\"Haberiniz olsun ki ben, size gönderilmiş, güvenilir bir Peygamberim.\"
\"Ben sizin için, güvenilir bir resulüm.\"
Kardeşleri Hûd onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin! Bu hizmetten ötürü sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülâlemin’dir. [25,4-5; 16,24]
Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٢٦﴾
Artık Allah'tan çekinin ve itaat edin bana.
\"Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin.\"
fetteḳu-llâhe veeṭî`ûn.
Kardeşleri Hud, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum\" dedi.
Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
\"ALLAH'ı dinleyip bana uyun.\"
\"Gelin artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.\"
\"Artık Allah'tan sakının da bana itaat edin.\"
Kardeşleri Hûd onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin! Bu hizmetten ötürü sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülâlemin’dir. [25,4-5; 16,24]
Allah'tan korkun ve bana ita'at edin.
وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿١٢٧﴾
Ve ben, tebliğime karşılık bir mükafat istemem sizden, benim mükafatım, ancak alemlerin Rabbine ait.
\"Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.\"
vemâ es'elüküm `aleyhi min ecr. in ecriye illâ `alâ rabbi-l`âlemîn.
Kardeşleri Hud, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum\" dedi.
Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak alemlerin Rabbidir.
\"Buna karşılık sizden herhangi bir ücret te istemiyorum. Benim ücretim, ancak evrenlerin Rabbine aittir.\"
\"Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir. \"
\"Ben sizden bu iş için bir ücret istemiyorum. Benim ödülüm âlemlerin Rabbi'ndendir.\"
Kardeşleri Hûd onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin! Bu hizmetten ötürü sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülâlemin’dir. [25,4-5; 16,24]
Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin Rabbine aittir.
أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ ءَايَةًۭ تَعْبَثُونَ ﴿١٢٨﴾
Siz, her yüksek tepede, ihtiyacınız olmayan bir yapı kurarak eğlenip durur musunuz?
\"Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşa edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor musunuz?\"
etebnûne bikülli rî`in âyeten ta`beŝûn.
Kardeşleri Hud, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum\" dedi.
Siz her yüksek yere bir alamet dikerek eğleniyor musunuz?
\"Her tepenin üzerine bir işaret (bir yapı) yerleştirip oyalanıyor musunuz?\"
\"Siz her tepeye bir alâmet bina edip eğlenir durur musunuz?\"
\"Her yüksek tepeye/yola şaşılacak bir bina kurarak/bir işaret dikerek mi eğleniyorsunuz!\"
Siz her yol üzerinde, gelip geçenleri şaşırtmak için bir alamet yapıp saçma sapan şeylerle mi uğraşırsınız?O muazzam yapıları dünyada ebedî kalmak gayesiyle mi inşa ediyorsunuz?Başkalarının hukukuna karşı hiç sınır tanımadan hep böyle zorbalık mı yapacaksınız? [89,6-7; 53,50; 41,15; 46,25; 69,7]
Siz her yol üzerine, (gelip geçenleri yanıltmak için) bir işaret yapıp da boş şeyle mi uğraşıyorsunuz?
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ ﴿١٢٩﴾
Sağlam yapılar, kaleler yaparsınız da ebedi kalacağını mı umarsınız?
\"Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?\"
vetetteḫiẕûne meṣâni`a le`alleküm taḫlüdûn.
Kardeşleri Hud, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum\" dedi.
Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?
\"Ebedi kalırsınız diye sağlam yapılar mı edinirsiniz?\"
\"Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz?\"
\"Sanayi üreten yerler edinerek sonsuzlaşmak ümidine mi düşüyorsunuz?\"
Siz her yol üzerinde, gelip geçenleri şaşırtmak için bir alamet yapıp saçma sapan şeylerle mi uğraşırsınız?O muazzam yapıları dünyada ebedî kalmak gayesiyle mi inşa ediyorsunuz?Başkalarının hukukuna karşı hiç sınır tanımadan hep böyle zorbalık mı yapacaksınız? [89,6-7; 53,50; 41,15; 46,25; 69,7]
Belki ebedi yaşarsınız diye köşkler (ve müstahkem kaleler) ediniyorsunuz?
وَإِذَا بَطَشْتُم بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ ﴿١٣٠﴾
Tutup yakaladığınızı cebbarcasına mı yakalarsınız?
\"Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?\"
veiẕâ beṭaştüm beṭaştüm cebbârîn.
Kardeşleri Hud, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum\" dedi.
Yakaladığınız zaman, zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?
\"Yakaladığınız vakit acımasız yakalıyorsunuz.\"
\"Hem tuttuğunuz zaman merhametsiz zorbalar gibi tutuyorsunuz.\"
\"Yakaladığınız vakit zorbaca yakalıyorsunuz?\"
Siz her yol üzerinde, gelip geçenleri şaşırtmak için bir alamet yapıp saçma sapan şeylerle mi uğraşırsınız?O muazzam yapıları dünyada ebedî kalmak gayesiyle mi inşa ediyorsunuz?Başkalarının hukukuna karşı hiç sınır tanımadan hep böyle zorbalık mı yapacaksınız? [89,6-7; 53,50; 41,15; 46,25; 69,7]
(Bir kavmi) yakaladığınız zaman da zorbalar gibi yakalıyorsunuz.
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٣١﴾
Artık Allah'tan çekinin ve itaat edin bana.
\"Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin.\"
fetteḳu-llâhe veeṭî`ûn.
Kardeşleri Hud, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum\" dedi.
Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
\"ALLAH'ı dinleyip bana uymalısınız.\"
\"Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.\"
\"Artık Allah'tan sakının da bana itaat edin.\"
Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Size bildiğiniz bunca nimetleri veren, size davarlar ve evlatlar ihsan eden, bağ ve bahçeler, pınarlar lütfeden o Rabbinize karşı gelmekten sakının. Müthiş bir günün azabının tepenize ineceğinden, gerçekten endişe ediyorum!”
Allah'tan korkun ve bana ita'at edin.
وَٱتَّقُوا۟ ٱلَّذِىٓ أَمَدَّكُم بِمَا تَعْلَمُونَ ﴿١٣٢﴾
Çekinin o mabuttan ki bildiğiniz nimetleri vererek yardım etti size.
\"Bildiğiniz şeylerle size yardım edenden korkup-sakının.\"
vetteḳu-lleẕî emeddeküm bimâ ta`lemûn.
Kardeşleri Hud, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum\" dedi.
Bildiğiniz şeyleri size bol bol veren, Allah'dan korkun.
\"Bildiğiniz her şeyi size vereni dinleyin.\"
\"O Allah'tan korkun ki, size o bildiğiniz şeyleri vermekte,\"
\"O bildiğiniz nimetleri önünüze yayandan korkun.\"
Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Size bildiğiniz bunca nimetleri veren, size davarlar ve evlatlar ihsan eden, bağ ve bahçeler, pınarlar lütfeden o Rabbinize karşı gelmekten sakının. Müthiş bir günün azabının tepenize ineceğinden, gerçekten endişe ediyorum!”
Size bildiğiniz ni'metleri bol bol veren(Allah)dan korkun. Keep your duty toward Him Who hath aided you with (the good things) that ye know,
أَمَدَّكُم بِأَنْعَٰمٍۢ وَبَنِينَ ﴿١٣٣﴾
Yardım etti size hayvanlar ve evlat vererek.
\"Size hayvanlar, çocuklar (vererek) yardım etti.\"
emeddeküm bien`âmiv vebenîn.
Kardeşleri Hud, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum\" dedi.
\"O size verdi: davarlar, oğullar\".
\"Size çiftlik hayvanları ve çocuklar verdi.\"
\"Davarlar, oğullar,\"
\"Size bir yığın nimet lütfetti: Davarlar, oğullar,
Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Size bildiğiniz bunca nimetleri veren, size davarlar ve evlatlar ihsan eden, bağ ve bahçeler, pınarlar lütfeden o Rabbinize karşı gelmekten sakının. Müthiş bir günün azabının tepenize ineceğinden, gerçekten endişe ediyorum!”
O size verdi: davarlar, oğullar,
وَجَنَّٰتٍۢ وَعُيُونٍ ﴿١٣٤﴾
Ve bahçeler ve kaynaklar ihsan ederek.
\"Bahçeler ve pınarlar da.\"
vecennâtiv ve`uyûn.
Kardeşleri Hud, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum\" dedi.
\"Bahçeler çeşmeler.\" (Allah'a karşı gelmek) den sakının.
\"Üstelik bahçeler, pınarlar...\"
\"Cennet gibi bağlar, bahçeler, pınarlar ihsan etmektedir.\"
Bahçeler, pınarlar.\"
Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Size bildiğiniz bunca nimetleri veren, size davarlar ve evlatlar ihsan eden, bağ ve bahçeler, pınarlar lütfeden o Rabbinize karşı gelmekten sakının. Müthiş bir günün azabının tepenize ineceğinden, gerçekten endişe ediyorum!”
Bahçeler, çeşmeler.
إِنِّىٓ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍۢ ﴿١٣٥﴾
Şüphe yok ki ben, o pek büyük günün azabı size gelip çatacak, ondan korkuyorum.
\"Doğrusu, ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum.\"
innî eḫâfü `aleyküm `aẕâbe yevmin `ażîm.
Kardeşleri Hud, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum\" dedi.
Doğrusu sizin hakkınızda muazzam bir günün azabından endişe ediyorum.
\"Sizin için müthiş bir günün cezasından korkarım.\"
\"Cidden ben sizin hakkınızda büyük bir günün azabından korkuyorum.\"
\"Büyük bir günün azabı üstünüzedir diye korkuyorum.\"
Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Size bildiğiniz bunca nimetleri veren, size davarlar ve evlatlar ihsan eden, bağ ve bahçeler, pınarlar lütfeden o Rabbinize karşı gelmekten sakının. Müthiş bir günün azabının tepenize ineceğinden, gerçekten endişe ediyorum!”
Doğrusu ben size büyük bir günün azabı(nın çarpması)ndan korkuyorum.
قَالُوا۟ سَوَآءٌ عَلَيْنَآ أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُن مِّنَ ٱلْوَٰعِظِينَ ﴿١٣٦﴾
Bizce bir dediler, istersen öğüt ver bize, istersen öğüt verenlerden olma.
Dediler ki: \"Bizim için fark etmez; öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da.\"
ḳâlû sevâün `aleynâ eve`ażte em lem teküm mine-lvâ`iżîn.
\"İster öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bizce birdir.
(Onlar) şöyle dediler: Sen öğüt versen de, vermesen de bizce birdir.
Dediler ki, \"Öğüt versen de vermesen de bizce birdir.\"
\"Dediler ki: \"Sen ha vaaz etmişsin, ha vaaz edenlerden olmamışsın, bizce birdir.\"
Dediler: \"Sen ha öğüt vermişsin ha öğüt verenlerden olmamışsın. Bizim için fark etmez.\"
“Sen” dediler, “Ha böyle nasihat etmiş, ha etmemişsin, bize göre hepsi bir.Bizim tuttuğumuz yol, önceki atalarımızın sürüp gelen âdetlerinden başka bir şey değildir.Biz bundan ötürü de cezalandırılacak değiliz!” [11,53]
Dediler ki: \"Öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da bizce birdir.\"
إِنْ هَٰذَآ إِلَّا خُلُقُ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿١٣٧﴾
Bu, önce gelip geçenlerin uydurmalarından başka bir şey değil.
\"Bu, geçmiştekilerin 'geleneksel tutumundan başkası değildir.\"
in hâẕâ illâ ḫulüḳu-l'evvelîn.
Bu durumumuz öncekilerin geleneğidir. Biz azaba uğratılacak da değiliz\" dediler.
Bu, öncekilerin geleneğinden başka bir şey değildir.
\"Bu, bizden öncekilerin izlediği yaşantı biçimidir.\"
\"Bu sırf eskilerin âdetidir.\"
\"Bu, öncekilerin uydurmalarından başka şey değil.\"
“Sen” dediler, “Ha böyle nasihat etmiş, ha etmemişsin, bize göre hepsi bir.Bizim tuttuğumuz yol, önceki atalarımızın sürüp gelen âdetlerinden başka bir şey değildir.Biz bundan ötürü de cezalandırılacak değiliz!” [11,53]
Bu (davranışımız), sadece evvelkilerin ahlakı(ve geleneği)dir.
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ ﴿١٣٨﴾
Ve biz, azaba uğratılmayacağız.
\"Ve biz azap görecek de değiliz.\"
vemâ naḥnü bimü`aẕẕebîn.
Bu durumumuz öncekilerin geleneğidir. Biz azaba uğratılacak da değiliz\" dediler.
Biz azaba uğratılacak da değiliz.
\"Biz, cezalandırılacak da değiliz.\"
\"Biz azaba uğratılacak da değiliz.\"
\"Biz azaba uğratılacak değiliz.\"
“Sen” dediler, “Ha böyle nasihat etmiş, ha etmemişsin, bize göre hepsi bir.Bizim tuttuğumuz yol, önceki atalarımızın sürüp gelen âdetlerinden başka bir şey değildir.Biz bundan ötürü de cezalandırılacak değiliz!” [11,53]
Biz azaba uğratılacak değiliz.
فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَٰهُمْ ۗ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٣٩﴾
Derken onu yalanladılar, biz de onları helak ettik. Şüphe yok ki bunda bir delil var, fakat halkın çoğu inanmaz.
Böylelikle onu yalanladılar, Biz de onları yıkıma uğrattık. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
fekeẕẕebûhü feehleknâhüm. inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn.
Böylece onu yalanladılar; Biz de kendilerini yok ettik. Bunda şüphesiz ki ders vardır; ama çoğu inanmamıştır.
Böylece onu yalancılıkla suçladılar; biz de kendilerini helak ettik. Doğrusu bunda büyük bir ibret vardır; ama çokları iman etmezler.
Böylece onu yalanladılar. Nihayet biz de onları yok ettik. Bunda bir ders var; ancak çoğunluk inanmaz.
Böylece onu yalancı saydılar; biz de kendilerini helak ettik. Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir.
Onu bu şekilde yalanladılar, biz de onları helâk ettik. Bunda elbette bir ibret var. Ama onların çoğu müminlerden değildi.
Neticede onu yalancı saydılar, Biz de onları imha ettik. Elbette bunda, alınacak ibret var, fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler.
(Böylece) onu yalanladılar. Biz de onları helak ettik. Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿١٤٠﴾
Ve şüphe yok ki Rabbin, elbette üstündür, rahimdir.
Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
veinne rabbeke lehüve-l`azîzü-rraḥîm.
Doğrusu Rabbin güçlüdür, merhametlidir.
Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Kuşkusuz senin Rabbin Üstündür, Rahimdir.
Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Kuşkusuz, senin Rabbin mutlak Azîz, mutlak Rahîm'dir.
Ama Senin Rabbin aziz ve rahimdir (mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir). [7, 73; 11,61-68; 15,80; 27,45]
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur.
كَذَّبَتْ ثَمُودُ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿١٤١﴾
Semud kavmi de peygamberleri yalanladı.
Semud (kavmi) de, gönderilen (elçi)leri yalanladı.
keẕẕebet ŝemûdü-lmürselîn.
Semud milleti de peygamberleri yalanladı.
Semud (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı.
Semud (halkı) da elçileri yalanladı.
Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti.
Semûd da peygamlerleri yalanladı.
Semud halkı da resulleri yalancı saydı.
Semud (kavmi) de gönderilen elçileri yalanladı:
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَٰلِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿١٤٢﴾
Hani, kardeşleri Salih, onlara demişti ki: Hala mı çekinmezsiniz?
Hani onlara kardeşleri Salih: \"Sakınmaz mısınız? demişti.
iẕ ḳâle lehüm eḫûhüm ṣâliḥun elâ tetteḳûn.
Kardeşleri Salih onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin\" dedi.
Kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?
Kardeşleri Salih onlara demişti ki, \"Erdemli olmaz mısınız?\"
Hani kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: \"Siz Allah'tan korkmaz mısınız?\"
Kardeşleri Sâlih onlara demişti ki: \"Siz hiç sakınmıyor musunuz?\"
Kardeşleri Salih onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin!Bu hizmetten dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülâlemin’dir.
Kardeşleri Salih, onlara demişti ki: \"Korunmaz mısınız?\"
إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌۭ ﴿١٤٣﴾
Şüphe yok ki ben, size emin bir peygamberim.
\"Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.\"
innî leküm rasûlün emîn.
Kardeşleri Salih onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin\" dedi.
Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
\"Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.\"
\"Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.\"
\"Ben sizin için emin bir resulüm.\"
Kardeşleri Salih onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin!Bu hizmetten dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülâlemin’dir.
Ben sizin için güvenilir bir elçiyim.
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٤٤﴾
Artık Allah'tan çekinin ve itaat edin bana.
\"Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin.\"
fetteḳu-llâhe veeṭî`ûn.
Kardeşleri Salih onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin\" dedi.
Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
\"ALLAH'ı dinleyip bana uymalısınız.\"
\"Gelin artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin.\"
\"Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin.\"
Kardeşleri Salih onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin!Bu hizmetten dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülâlemin’dir.
Allah'tan korkun ve bana ita'at edin.
وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿١٤٥﴾
Ve ben, tebliğime karşılık bir mükafat istemem sizden, benim mükafatım, ancak alemlerin Rabbine ait.
\"Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum;
vemâ es'elüküm `aleyhi min ecr. in ecriye illâ `alâ rabbi-l`âlemîn.
Kardeşleri Salih onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin\" dedi.
Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak alemlerin Rabbidir.
\"Buna karşılık sizden bir ücret te istemiyorum. Benim ücretimi ancak evrenlerin Rabbi öder.\"
\"Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir.\"
\"Ben bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbi'ndendir.\"
Kardeşleri Salih onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin!Bu hizmetten dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülâlemin’dir.
Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin Rabbine aittir.
أَتُتْرَكُونَ فِى مَا هَٰهُنَآ ءَامِنِينَ ﴿١٤٦﴾
Burada emin bir halde bırakılacak mısınız?
\"Siz burada güvenlik içinde mi bırakılacaksınız?\"
etütrakûne fî mâ hâhünâ âminîn.
Kardeşleri Salih onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin\" dedi.
Siz burada, güven içinde bırakılacak mısınız (sanırsınız)?
\"Şurada güvenlik içinde mi bırakılacaksınız?\"
\"Siz burada güven içinde bırakılacak mısınız?\"
\"Siz burada güven içinde bırakılacak mısınız?\"
Siz burada, konfor ve güven içinde kendi rahatınıza bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz?
Siz burada güven içinde bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz?
فِى جَنَّٰتٍۢ وَعُيُونٍۢ ﴿١٤٧﴾
Bağlarda, kaynaklarda.
\"Bahçelerin, pınarların içinde,\"
fî cennâtiv ve`uyûn.
Kardeşleri Salih onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin\" dedi.
\"Böyle bahçelerde, çeşme başlarında?\"
\"Bahçeler, pınarlar, \"
\"Bahçelerin, pınarların içinde,\"
\"Bahçelerde, pınarlarda.\"
Bağlarda, bahçelerde, pınarların başında, ekinler, bostanlar, dalları kırılacak derecede yüklü salkımları sarkan hurmalıklar içinde devamlı kalacağınızı mı sanıyorsunuz?
Böyle bahçelerde, çeşme başlarında?
وَزُرُوعٍۢ وَنَخْلٍۢ طَلْعُهَا هَضِيمٌۭ ﴿١٤٨﴾
Ekinler içinde, tomurcukları nazik, yumuşak hurmalıklar yanında.
\"Ekinler ve yumuşak tomurcuklu göz alıcı hurmalıklar arasında?\"
vezürû`iv venaḫlin ṭal`uhâ heḍîm.
Kardeşleri Salih onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin\" dedi.
\"Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında?\"
\"Ekinler ve olgun meyveli hurmalıklar içindesiniz.\"
\"Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalar arasında,\"
\"Ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar içinde.\"
Bağlarda, bahçelerde, pınarların başında, ekinler, bostanlar, dalları kırılacak derecede yüklü salkımları sarkan hurmalıklar içinde devamlı kalacağınızı mı sanıyorsunuz?
Ekinler ve yumuşak tomurcuklu güzel hurmalıklar arasında?
وَتَنْحِتُونَ مِنَ ٱلْجِبَالِ بُيُوتًۭا فَٰرِهِينَ ﴿١٤٩﴾
Ve büyük bir akılla, ustalıkla dağlarda evler yontmadasınız.
\"Dağlardan ustalıkla zevkli evler yontuyorsunuz.\"
vetenḥitûne mine-lcibâli büyûten fârihîn.
Kardeşleri Salih onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin\" dedi.
(Böyle sanıp) dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz (oyup yapıyorsunuz).
\"Ve dağlardan lüks köşkler yontuyorsunuz.\"
Ki bir de dağlardan keyifli keyifli kâşâneler oyuyorsunuz.\"
\"Keyif içinde, dağlardan evler yontuyorsunuz.\"
Böyle düşündüğünüz için mi dağlarda ince bir sanat eseri lüks villalar yontuyorsunuz?
Dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz.
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٥٠﴾
Artık Allah'tan çekinin ve itaat edin bana.
\"Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin.\"
fetteḳu-llâhe veeṭî`ûn.
Kardeşleri Salih onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin\" dedi.
Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
\"ALLAH'ı dinleyip beni izlemelisiniz.\"
\"Gelin! Allah'tan korkun da bana itaat edin.\"
\"Artık Allah'tan sakının da bana itaat edin.\"
Artık Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Sakın işi gücü dünyada fesat çıkarıp nizamı bozmak olan, düzeltme için ise hiç bir gayretleri bulunmayan o haddi aşanların isteklerine uymayın.
Allah'tan korkun ve bana ita'at edin.
وَلَا تُطِيعُوٓا۟ أَمْرَ ٱلْمُسْرِفِينَ ﴿١٥١﴾
Aşırı gidenlerin emrine uymayın,
\"Ve ölçüsüzce davrananların emrine itaat etmeyin.\"
velâ tüṭî`û emra-lmüsrifîn.
Kardeşleri Salih onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin\" dedi.
\"O aşırıların emrine uymayın.\"
\"Sınırı aşanların emrine uymayın.\"
\"Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen bozguncuların emrine uymayın.\"
\"Savurganlık edenlerin/haddi aşanların buyruğuna uymayın.\"
Artık Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Sakın işi gücü dünyada fesat çıkarıp nizamı bozmak olan, düzeltme için ise hiç bir gayretleri bulunmayan o haddi aşanların isteklerine uymayın.
O aşırıların emrine uymayın.
ٱلَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِى ٱلْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ ﴿١٥٢﴾
o aşırı gidenler ki yeryüzünde bozgunculuk ederler de ıslah etmezler.
\"Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve dirlik-düzenlik kurmuyorlar (ıslah etmiyorlar).\"
elleẕîne yüfsidûne fi-l'arḍi velâ yuṣliḥûn.
Kardeşleri Salih onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin\" dedi.
\"Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyenler(in sözüyle hareket etmeyin).
\"Onlar yeryüzünde iyilik değil kötülük işlerler.\"
\"Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen bozguncuların emrine uymayın.\"
\"Onlar yeryüzünde bozgun çıkarırlar, barış için çalışmazlar.\"
Artık Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Sakın işi gücü dünyada fesat çıkarıp nizamı bozmak olan, düzeltme için ise hiç bir gayretleri bulunmayan o haddi aşanların isteklerine uymayın.
Yeryüzünde bozgunculuk yapan, ıslah etmeyen o kimseler(in sözüyle hareket etmeyin).
قَالُوٓا۟ إِنَّمَآ أَنتَ مِنَ ٱلْمُسَحَّرِينَ ﴿١٥٣﴾
Sen dediler, ancak büyülenmiş kişilerdensin.
Dediler ki: \"Sen ancak büyülenmişlerdensin.\"
ḳâlû innemâ ente mine-lmüseḥḥarîn.
\"Sen şüphesiz büyülenmişin birisin; bizim gibi bir insandan başka birşey değilsin. Eğer doğru sözlü isen bir belge getir\" dediler.
Dediler ki: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!
Dediler ki, \"Sen büyülenmişsin.\"
\"Sen dediler, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!\"
Dediler: \"Sen, adamakıllı büyülenmişsin.\"
“Sen” dediler, “bir sihirin etkisine kapılmışlardan birisin. Hem bize hiçbir üstünlüğün yok, bizim gibi bir insansın. Yok eğer böyle değil de, iddianda doğru isen mûcize göster bize!”
Dediler: Sen, iyice büyülenmişlerdensin.\"
مَآ أَنتَ إِلَّا بَشَرٌۭ مِّثْلُنَا فَأْتِ بِـَٔايَةٍ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ﴿١٥٤﴾
Bizim gibi bir insandan başka bir şey de değilsin sen. Doğru söyleyenlerdensen bir delil göster bize.
\"Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim.\"
mâ ente illâ beşerum miŝlünâ. fe'ti biâyetin in künte mine-ṣṣâdiḳîn.
\"Sen şüphesiz büyülenmişin birisin; bizim gibi bir insandan başka birşey değilsin. Eğer doğru sözlü isen bir belge getir\" dediler.
Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mucize getir.
\"Sen bizim gibi bir insansın. Doğru sözlü isen bize bir mucize getir bakalım.\"
\"Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir âyet (mucize) getir.\"
\"Sen de bizim gibi bir insansın. Eğer doğru sözlülerden isen, hadi bir mucize getir.\"
“Sen” dediler, “bir sihirin etkisine kapılmışlardan birisin. Hem bize hiçbir üstünlüğün yok, bizim gibi bir insansın. Yok eğer böyle değil de, iddianda doğru isen mûcize göster bize!”
Sen de bizim gibi bir insansın. Eğer doğrulardansan bize bir mu'cize getir.
قَالَ هَٰذِهِۦ نَاقَةٌۭ لَّهَا شِرْبٌۭ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍۢ مَّعْلُومٍۢ ﴿١٥٥﴾
Bu dedi, dişi bir deve; su içme hakkı, bir gün onun, malum bir gün de su içme hakkı sizin.
Dedi ki: \"İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir.\"
ḳâle hâẕihî nâḳatül lehâ şirbüv veleküm şirbü yevmim ma`lûm.
Salih: \" İşte belge bu devedir. Kuyudan su içmek hakkı belirli bir gün onun ve belirli bir gün de sizindir; sakın ona bir kötülük yapmayın, yoksa sizi büyük günün azabı yakalar\" dedi.
Salih: İşte (mucize) bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir, dedi.
Dedi ki, \"İşte şu deve. Onun su içeceği belli bir zamanı vardır. Sizin de su içeceğiniz belli bir gününüz vardır.\"
Salih \"İşte (mucize) bu dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da sizin\" dedi.
Dedi: \"Şu bir dişi devedir. Onun su içme hakkı var. Belli bir günde su içme hakkı da sizin.\"
Salih: “İşte mûcize, şu dişi deve! Nöbetleşe olarak, kuyudan bir onun içme sırası, belirli günde de sizin içme sıranız olsun. Sakın ona fenalık dokundurayım demeyin, yoksa sizi müthiş bir günün azabı bastırıverir.” dedi.
Dedi: \"İşte bu dişi deve(mu'cize)dir. (Bir gün) onun su içme hakkı var, belli bir günün su içme hakkı da sizin.\"
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوٓءٍۢ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍۢ ﴿١٥٦﴾
Ve ona kötülükle dokunmayın, sonra pek büyük bir günün azabı, helak eder sizi.
\"Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar.
velâ temessûhâ bisûin feye'ḫuẕeküm `aẕâbü yevmin `ażîm.
Salih: \" İşte belge bu devedir. Kuyudan su içmek hakkı belirli bir gün onun ve belirli bir gün de sizindir; sakın ona bir kötülük yapmayın, yoksa sizi büyük günün azabı yakalar\" dedi.
Ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azabı yakalayıverir.
\"Ona bir kötülük dokundurmayın. Yoksa büyük bir günün cezasına çarpılırsınız.\"
\"Sakın ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir.\"
\"Ona kötülükle ilişmeyin. Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar.\"
Salih: “İşte mûcize, şu dişi deve! Nöbetleşe olarak, kuyudan bir onun içme sırası, belirli günde de sizin içme sıranız olsun. Sakın ona fenalık dokundurayım demeyin, yoksa sizi müthiş bir günün azabı bastırıverir.” dedi.
Sakın, ona bir kötülük dokundurmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar.
فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا۟ نَٰدِمِينَ ﴿١٥٧﴾
Ayaklarını kesip öldürdüler onu da nadim oldular.
\"Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular.\"
fe`aḳarûhâ feaṣbeḥû nâdimîn.
Onlar ise deveyi kestiler; ama pişman da oldular.
Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama pişman da oldular.
Nihayet onu kestiler; ancak pişman oldular.
Derken onu kestiler; fakat pişman da oldular.
Onu yere yatırıp kestiler. Sonra da pişman oldular.
Derken, deveyi boğazladılar, ama çok geçmeden yaptıklarına pişman oldular.
Nihayet onu kestiler, ama pişman oldular.
فَأَخَذَهُمُ ٱلْعَذَابُ ۗ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٥٨﴾
Azap, onları helak ediverdi. Şüphe yok ki bunda bir delil var, fakat halkın çoğu inanmaz.
Böylece azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
feeḫaẕehümü-l`aẕâb. inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn.
Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda bir ders vardır, fakat çoğu inanmamıştır.
Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
Ve ceza onları yakaladı. Bunda bir ders var; ancak çoğunluk inanmaz.\"
Çünkü kendilerini azap yakalayıverdi. Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir.
Sonunda azap onları yakaladı. Bunda elbette bir ibret var. Ama onların çoğu inanan kişiler değildi.
Çünkü bildirilen azap onları bastırıverdi. Elbette bunda alınacak ibret vardı. Fakat onların ekserisi ders alıp da iman etmezler.
Ve azab onları yakaladı. Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿١٥٩﴾
Ve şüphe yok ki Rabbin, elbette üstündür, rahimdir.
Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
veinne rabbeke lehüve-l`azîzü-rraḥîm.
Rabbin şüphesiz güçlüdür, merhametlidir.
Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Kuşkusuz senin Rabbin Üstündür, Rahimdir.
Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Ve senin Rabbin mutlak Azîz, mutlak Rahîm'dir.
Ama senin Rabbin aziz ve rahîmdir (mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir).
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur.
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿١٦٠﴾
Lut kavmi de peygamberleri yalanladı.
Lut (kavmi) de, gönderilen (elçi)leri yalanladı.
keẕẕebet ḳavmü lûṭini-lmürselîn.
Lut milleti de peygamberleri yalanladı.
Lut kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladı.
Lut'un halkı da elçileri yalanladı.
Lût (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti.
Lût kavmi de hak elçilerini yalanladı.
Lût halkı da elçileri yalancı saydı.
Lut (kavmi) de gönderilen elçileri yalanladı.
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿١٦١﴾
Hani, kardeşleri Lut, onlara demişti ki: Hala mı çekinmezsiniz?
Hani onlara kardeşleri Lut: \"Sakınmaz mısınız?\" demişti.
iẕ ḳâle lehüm eḫûhüm lûṭun elâ tetteḳûn.
Kardeşleri Lut, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz\" dedi.
Kardeşleri Lut onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?
Kardeşleri Lut onlara demişti ki, \"Erdemli olmayacak mısınız?\"
Hani kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: \"Siz Allah'tan kormaz mısınız?\"
Kardeşler Lût onlara şöyle demişti: \"Hâlâ sakınmıyor musunuz?\"
Kardeşleri Lût onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız?Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin!Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum.Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülalemindir. [7,80-84; 11,74-83; 15,57-77; 29,28-35]
Kardeşleri Lut, onlara \"Korunmaz mısınız?\" demişti.
إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌۭ ﴿١٦٢﴾
Şüphe yok ki ben, size emin bir peygamberim.
\"Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.\"
innî leküm rasûlün emîn.
Kardeşleri Lut, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz\" dedi.
Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
\"Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.\"
\"Haberiniz olsun ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.\"
\"Ben size gelen emin bir elçiyim.\"
Kardeşleri Lût onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız?Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin!Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum.Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülalemindir. [7,80-84; 11,74-83; 15,57-77; 29,28-35]
Ben sizin için güvenilir bir elçiyim.
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٦٣﴾
Artık Allah'tan çekinin ve itaat edin bana.
\"Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin.\"
fetteḳu-llâhe veeṭî`ûn.
Kardeşleri Lut, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz\" dedi.
Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
\"ALLAH'ı dinleyip bana uyun.\"
\"Gelin artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin.\"
\"Artık Allah'tan sakının da bana itaat edin.\"
Kardeşleri Lût onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız?Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin!Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum.Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülalemindir. [7,80-84; 11,74-83; 15,57-77; 29,28-35]
Allah'tan korkun ve bana ita'at edin.
وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿١٦٤﴾
Ve ben, tebliğime karşılık bir mükafat istemem sizden, benim mükafatım, ancak alemlerin Rabbine ait.
\"Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.\"
vemâ es'elüküm `aleyhi min ecr. in ecriye illâ `alâ rabbi-l`âlemîn.
Kardeşleri Lut, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz\" dedi.
Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak alemlerin Rabbidir.
\"Buna karşı sizden herhangi bir ücret de istemiyorum. Benim ücretim ancak evrenlerin Rabbine aittir.\"
\"Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir.\"
\"Ben bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbi'ndendir.\"
Kardeşleri Lût onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız?Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin!Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum.Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülalemindir. [7,80-84; 11,74-83; 15,57-77; 29,28-35]
Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin Rabbine aittir. And I ask of you no wage therefore; my wage is the concern only of the Lord of the Worlds.
أَتَأْتُونَ ٱلذُّكْرَانَ مِنَ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿١٦٥﴾
Siz, insanlardan erkeklere yaklaşıyor da.
\"Siz insanlardan (cinsel arzuyla) erkeklere mi gidiyorsunuz?
ete'tûne-ẕẕükrâne mine-l`âlemîn.
Kardeşleri Lut, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz\" dedi.
Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz sınırı aşmış (sapık) bir kavimsiniz!
\"Siz halkın arasından erkeklere mi yöneliyorsunuz?\"
\"İnsanlar içinden erkeklere mi gidiyorsunuz?\"
\"Âlemlerin içinden erkeklere gidiyor da,
Neden siz bütün insanlardan sadece erkeklere şehvetle varıyorsunuz?Neden Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıp da bu işi yapıyorsunuz?Siz hakikaten iyice azmış bir toplumsunuz.”
Alemlerin içinde erkeklere mi gidiyorsunuz?
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُم مِّنْ أَزْوَٰجِكُم ۚ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ ﴿١٦٦﴾
Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor musunuz? Hayır, siz, haddi aşmış bir topluluksunuz.
\"Rabbinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz sınırı çiğneyen bir kavimsiniz.\"
veteẕerûne mâ ḫaleḳa leküm rabbüküm min ezvâciküm. bel entüm ḳavmün `âdûn.
Kardeşleri Lut, onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz\" dedi.
Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz sınırı aşmış (sapık) bir kavimsiniz!
\"Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi terkederek? Siz gerçekten haddi çok aşan bir toplumsunuz.\"
\"Bırakıyorsunuz da sizler için yarattığı eşleri! Doğrusu siz insanlıktan çıkmış bir kavimsiniz!\"
Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor musunuz? Doğrusu siz haddi aşmış bir kavimsiniz.\"
Neden siz bütün insanlardan sadece erkeklere şehvetle varıyorsunuz?Neden Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıp da bu işi yapıyorsunuz?Siz hakikaten iyice azmış bir toplumsunuz.”
Ve Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyorsunuz? Siz sınırı aşan bir kavimsiniz.
قَالُوا۟ لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَٰلُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ ٱلْمُخْرَجِينَ ﴿١٦٧﴾
Ey Lut dediler, bu işten vazgeçmezsen seni mutlaka şehrimizden çıkarırız.
Dediler ki: \"Ey Lut, eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten (burdan) sürülüp çıkarılanlardan olacaksın.\"
ḳâlû leil lem tentehi yâ lûṭu letekûnenne mine-lmuḫracîn.
\"Ey Lut! Bu sözlerinden vazgeçmezsen, mutlaka kovulacaksın\" dediler.
Onlar şöyle dediler: Ey Lut! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, sürgün edilmişlerden olacaksın!
Dediler, \"Bak Lut, bu tavrına son vermezsen sürülenlerden olacaksın.\"
Onlar şöyle dediler: \"Ey Lût! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bilki, sürülenlerden olacaksın.\"
Dediler: \"Eğer bu tavrını sona erdirmezsen, ey Lût, yemin olsun bu topraktan sürülenlerden olacaksın.\"
“Bizi dinle Lût!” dediler, “Bu söylediklerine son vermezsen mutlaka yurt dışına sürüleceksin. [7,82]
Dediler: \"Ey Lut, andolsun, eğer (bundan) vazgeçmezsen, mutlaka sürülenlerden olacaksın.
قَالَ إِنِّى لِعَمَلِكُم مِّنَ ٱلْقَالِينَ ﴿١٦٨﴾
Şüphe yok ki dedi, ben, sizin yaptığınızdan nefret etmedeyim, onu kınamadayım.
Dedi ki: \"Gerçekten ben, sizin bu yaptığınıza öfke ile karşı olanlardanım.\"
ḳâle innî li`ameliküm mine-lḳâlîn.
Lut: \"Doğrusu yaptığınıza çok kızanlardanım. Rabbim! Beni ve ailemi bunların yapageldiği kötülükten kurtar\" dedi.
Lut: Doğrusu, dedi, ben sizin bu işinizden tiksinmekteyim!
Dedi ki, \"Ben, bu davranışınızı iğrenç buluyorum.\"
Lût \"Doğrusu ben, dedi, sizin bu işinize buğzedenlerdenim.\"
Lût dedi: \"Ben sizin şu yaptığınıza öfkelenenlerdenim.\"
“Ben” dedi, “Sizin yaptığınız bu işten nefret ediyorum. “Beni ve bana tâbi olanları, onların yaptıkları kötülüğün cezasından ve onların her türlü şerrinden Sen kurtar ya Rabbi!”
(Lut) dedi: \"Ben sizin bu işinize, (kadınları bırakıp erkeklere gidişinize) kızanlardanım.\"
رَبِّ نَجِّنِى وَأَهْلِى مِمَّا يَعْمَلُونَ ﴿١٦٩﴾
Rabbim, beni de onların yaptıkları işin azabından kurtar, ailemi de.
\"Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar.\"
rabbi neccinî veehlî mimmâ ya`melûn.
Lut: \"Doğrusu yaptığınıza çok kızanlardanım. Rabbim! Beni ve ailemi bunların yapageldiği kötülükten kurtar\" dedi.
Rabbim! Beni ve ailemi, onların yapageldiklerinden (vebalinden) kurtar.
\"Rabbim, beni ve ailemi bu yaptıklarından kurtar.\"
\"Yâ Rabbi! Beni ve ailemi onların yapageldiklerin(in vebalin)den kurtar.\"
\"Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından koru.\"
“Ben” dedi, “Sizin yaptığınız bu işten nefret ediyorum. “Beni ve bana tâbi olanları, onların yaptıkları kötülüğün cezasından ve onların her türlü şerrinden Sen kurtar ya Rabbi!”
Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar!
فَنَجَّيْنَٰهُ وَأَهْلَهُۥٓ أَجْمَعِينَ ﴿١٧٠﴾
Derken onu da kurtardık, bütün ailesini de.
Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık.
fenecceynâhü veehlehû ecme`în.
Bunun üzerine geride kalan yaşlı bir kadın dışında, onu ve ailesini, hepsini kurtardık.
Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık.
Onu ve tüm ailesini kurtardık
Biz de onu ve ailesinin tamamını kurtardık,
Bunun üzerine biz onu ve ailesini toplu halde kurtardık.
Biz de onu ve ona uyanları tamamen kurtardık.
Biz de onu ve ailesini tamamen kurtardık.
إِلَّا عَجُوزًۭا فِى ٱلْغَٰبِرِينَ ﴿١٧١﴾
Ancak bir kocakarı, geri kalanların içindeydi.
Yalnızca geri kalanlar içinde bir kocakarı hariç.
illâ `acûzen fi-lgâbirîn.
Bunun üzerine geride kalan yaşlı bir kadın dışında, onu ve ailesini, hepsini kurtardık.
Ancak bir kocakarı müstesna. O, geride kalanlardan (oldu).
Yalnız bir yaşlı kadın hariç; geride kalanlardan idi.
Ancak (geride) bir yaşlı kadın kaldı.
Ancak geridekiler arasında bir kocakarı kaldı.
Yalnız bir koca karı geride kalıp helâk edilenler arasında oldu.
Yalnız geride kalanlar arasında bulunan bir koca karıyı (kurtarmadık).
ثُمَّ دَمَّرْنَا ٱلْءَاخَرِينَ ﴿١٧٢﴾
Sonra berikileri mahvettik.
Sonra geride kalanları yerle bir ettik.
ŝümme demmerne-l'âḫarîn.
Diğerlerini yerle bir ettik.
Sonra diğerlerini helak ettik.
Sonra diğerlerini yerle bir ettik.
Sonra geridekilerin hepsini helak ettik.
Sonra ötekileri mahvedip batırdık.
Sonra geridekileri hep imhâ ettik.
Sonra ötekilerini hep yıktık, helak ettik.
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًۭا ۖ فَسَآءَ مَطَرُ ٱلْمُنذَرِينَ ﴿١٧٣﴾
Üstlerine öylesine bir yağmur yağdırdık ki, ne de kötüdür korkutulanlara yağdırılan yağmur.
Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık; uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kötü.
veemṭarnâ `aleyhim meṭarâ. fesâe meṭaru-lmünẕerîn.
Üzerlerine de yağmur yağdırdık. Uyarılan fakat yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötü idi!
Üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki... Uyarılanların (fakat yola gelmeyenlerin) yağmuru ne de kötü!
Üzerlerine bir çeşit yağmur yağdırdık; uyarılanların yağmuru ne felaketli bir yağmurdur.
Ve üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki, (uyarılanların) o yağmuru ne kötü bir yağmurdu!
Üzerlerine bir de yağmur yağdırdık. Ne de kötüymüş uyarılanların yağmuru!
Üzerlerine öyle helâk eden bir yağmur yağdırdık ki sorma! Uyarılanların başına yağan musîbet ne fena idi!
Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık, uyarıl(ıp da yola gelmey)enlerin yağmuru hakikaten çok kötü oldu!
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٧٤﴾
Şüphe yok ki bunda bir delil var, fakat halkın çoğu inanmaz.
Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn.
Şüphesiz bunda bir ders vardır, ama çoğu inanmamıştır.
Elbet bunda büyük bir ibret vardır; fakat çokları iman etmezler.
Bunda bir ders var; ancak çokları inanmaz.
Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir.
Elbette bunda bir ayet var ama onların çoğu müminler değildi.
Elbette bunda alınacak ibret vardır. Fakat onların ekserisi ders alıp da iman etmezler.
Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿١٧٥﴾
Ve şüphe yok ki Rabbin, elbette üstündür, rahimdir.
Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır esirgeyendir.
veinne rabbeke lehüve-l`azîzü-rraḥîm.
Doğrusu Rabbin güçlüdür, merhametlidir.
Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Kuşkusuz senin Rabbin Üstündür, Rahimdir.
Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Ve senin Rabbin mutlak Azîz, mutlak Rahîm...
Ama senin Rabbin aziz ve rahîmdir (mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir).
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur.
كَذَّبَ أَصْحَٰبُ لْـَٔيْكَةِ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿١٧٦﴾
Ashabı Eyke de peygamberleri yalanladı.
Eyke halkı da, gönderilen (peygamber)leri yalanladı.
keẕẕebe aṣḥâbü-l'eyketi-lmürselîn.
Ormanlık yerde oturanlar, Eykeliler de peygamberleri yalanladı.
Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladı.
Eyke halkı da elçileri yalanladı.
Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla itham etti.
Eyke halkı da elçileri yalanladı.
Eyke halkı da resulleri yalancı saydı.
Eyke halkı da gönderilen elçileri yalanladı.
إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿١٧٧﴾
Hani Şuayb, onlara demişti ki: Hala mı çekinmezsiniz?
Hani onlara Şuayb: \"Sakınmaz mısınız?\" demişti.
iẕ ḳâle lehüm şu`aybün elâ tetteḳûn.
Şuayb onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun\" dedi.
Şuayb onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?
Kardeşleri Şuayb onlara demişti ki, \"Erdemli olmayacak mısınız?\"
Hani Şuayb onlara şöyle demişti: \"Siz Allah'tan korkmaz mısınız?\"
Şuayb onlara demişti ki: \"Hâlâ sakınmıyor musunuz?\"
Şuayb onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız?Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum.Benim ücretimi verecek olan, ancak Rabbülâlemin’dir.”
Şu'ayb, onlara demişti ki: \"Korunmaz mısınız?\"
إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌۭ ﴿١٧٨﴾
Şüphe yok ki ben, size emin bir peygamberim.
\"Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.\"
innî leküm rasûlün emîn.
Şuayb onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun\" dedi.
Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
\"Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.\"
\"Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.\"
\"Kuşkusuz, ben sizin için güvenilir bir resulüm.\"
Şuayb onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız?Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum.Benim ücretimi verecek olan, ancak Rabbülâlemin’dir.”
Ben sizin için güvenilir bir elçiyim.
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٧٩﴾
Artık Allah'tan çekinin ve itaat edin bana.
\"Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin.\"
fetteḳu-llâhe veeṭî`ûn.
Şuayb onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun\" dedi.
Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
\"ALLAH'ı dinleyin ve beni izleyin.\"
\"Gelin, Allah'tan korkun ve bana itaat edin.\"
\"Artık Allah'tan sakının da bana itaat edin.\"
Şuayb onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız?Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum.Benim ücretimi verecek olan, ancak Rabbülâlemin’dir.”
Allah'tan korkun ve bana ita'at edin.
وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿١٨٠﴾
Ve ben, tebliğime karşılık bir mükafat istemem sizden, benim mükafatım, ancak alemlerin Rabbine ait.
\"Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.\"
vemâ es'elüküm `aleyhi min ecr. in ecriye illâ `alâ rabbi-l`âlemîn.
Şuayb onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun\" dedi.
Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak alemlerin Rabbidir.
\"Buna karşı sizden herhangi bir ücret te istemiyorum. Benim ücretim ancak evrenlerin Rabbine aittir.\"
\"Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan yalnız âlemlerin Rabbidir.\"
\"Ben bu iş için sizden herhangi bir ödül de istemiyorum; benim ödülüm âlemlerin Rabbi'nden başkasında değil.\"
Şuayb onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız?Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum.Benim ücretimi verecek olan, ancak Rabbülâlemin’dir.”
Ben sizden, buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin Rabbine aittir.
۞ أَوْفُوا۟ ٱلْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا۟ مِنَ ٱلْمُخْسِرِينَ ﴿١٨١﴾
Ölçeği tam ölçün, eksik ölçenlerden olmayın.
\"Ölçüyü tam tutun ve eksiltenlerden olmayın.\"
evfü-lkeyle velâ tekûnû mine-lmuḫsirîn.
Şuayb onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun\" dedi.
Ölçüyü tastamam yapın, (insanların hakkını) eksik verenlerden olmayın.
\"Ölçüyü tam uygulayın. Kandıranlardan olmayın.\"
\"Ölçeği tam ölçün de hak yiyenlerden olmayın.\"
\"Ölçüyü tam yapın; şunun-bunun hakkını çarpanlardan olmayın;
Ölçeği, tam ölçün de eksik ölçüp hak yiyenlerden olmayın.
Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın.
وَزِنُوا۟ بِٱلْقِسْطَاسِ ٱلْمُسْتَقِيمِ ﴿١٨٢﴾
Doğru teraziyle tartın.
\"Dosdoğru olan terazi ile tartın.\"
vezinû bilḳisṭâsi-lmüsteḳîm.
Şuayb onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun\" dedi.
Doğru terazi ile tartın.
\"Doğru ölçek ile tartınız.\"
\"Ve doğru terazi ile tartın.\"
\"Doğru-düzgün terazi ile tartın.\"
Doğru terazi ile tartın, halkın hakkından bir şey kısmayın.Ülkede bozgunculuk yaparak nizamı bozmayın!
Doğru terazi ile tartın.
وَلَا تَبْخَسُوا۟ ٱلنَّاسَ أَشْيَآءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا۟ فِى ٱلْأَرْضِ مُفْسِدِينَ ﴿١٨٣﴾
İnsanların haklarından hiçbir şeyi eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncu olmayın.
\"İnsanların eşyasını değerden düşürüp-eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.\"
velâ tebḫasü-nnâse eşyâehüm velâ ta`ŝev fi-l'arḍi müfsidîn.
Şuayb onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun\" dedi.
İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.
\"Halkın hakkını kısmayın ve yeryüzünde kötülük işleyerek karışıklık çıkarmayın.\"
\"Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.\"
\"Halkın eşyasını, değerlerini düşürerek almayın. Yeryüzünde, bozguncular olarak fesat çıkarmayın!\"
Doğru terazi ile tartın, halkın hakkından bir şey kısmayın.Ülkede bozgunculuk yaparak nizamı bozmayın!
İnsanların haklarını kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.
وَٱتَّقُوا۟ ٱلَّذِى خَلَقَكُمْ وَٱلْجِبِلَّةَ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿١٨٤﴾
Çekinin o mabuttan ki sizi de yaratmıştır, önceki ümmetleri de.
\"Sizi ve önceki yaratılmışları yaratandan sakının”.
vetteḳu-lleẕî ḫaleḳaküm velcibillete-l'evvelîn.
Şuayb onlara: \"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun\" dedi.
Sizi ve önceki nesilleri yaratan (Allah) dan korkun.
\"Sizi ve önceki nesilleri yaratanı sayıp dinleyin.\"
\"O sizi ve sizden önceki nesilleri yaratan Allah'tan korkun.\"
\"Sizi ve önceki nesilleri yaratandan sakının!\"
“Sizi de sizden önceki nesilleri de yaratan Rabbinize karşı gelmekten sakının.”
Sizi ve önceki nesilleri yaratandan korkun. And keep your duty unto Him Who created you and the generations of the men of old.
قَالُوٓا۟ إِنَّمَآ أَنتَ مِنَ ٱلْمُسَحَّرِينَ ﴿١٨٥﴾
Sen dediler, ancak büyülenmiş kişilerdensin.
Dediler ki: \"Sen ancak büyülenmişlerdensin”.
ḳâlû innemâ ente mine-lmüseḥḥarîn.
\"Sen ancak büyülenmişin birisin. Bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Doğrusu seni yalancılardan sanıyoruz. Eğer doğru sözlü isen göğün bir parçasını üstümüze düşür\" dediler.
Onlar şöyle dediler: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!
Dediler ki, \"Sen büyülenmişsin.\"
Onlar şöyle dediler: \"Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin.\"
Dediler: \"Sen fena halde büyülenmişsin.\"
“Sen” dediler, “bir sihirin etkisine kapılmışsın.
Dediler: \"Sen iyice büyülenmişlerdensin.\"
وَمَآ أَنتَ إِلَّا بَشَرٌۭ مِّثْلُنَا وَإِن نَّظُنُّكَ لَمِنَ ٱلْكَٰذِبِينَ ﴿١٨٦﴾
Ve bizim gibi insandan başka bir şey de değilsin sen ve biz seni mutlaka yalancılardan sanmadayız.
\"Sen, yalnızca benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin ve biz senin gerçekte yalancılardan olduğunu sanıyoruz.\"
vemâ ente illâ beşer miŝlünâ vein neżunnüke lemine-lkâẕibîn.
\"Sen ancak büyülenmişin birisin. Bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Doğrusu seni yalancılardan sanıyoruz. Eğer doğru sözlü isen göğün bir parçasını üstümüze düşür\" dediler.
Sen de, ancak bizim gibi bir beşersin. Bilki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz.
\"Sen sadece bizim gibi bir insansın ve biz senin yalan söylediğine inanıyoruz.\"
\"Sen de bizim gibi bir beşerden başka nesin? Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz.\"
\"Sen bizim gibi bir insandan başka şey değilsin. Biz senin yalancılardan olduğunu düşünüyoruz.\"
Bize hiç bir üstünlüğün yok, sen de bizim gibi bir insansın.Doğrusu, biz seni yalancılardan sanıyoruz.
Sen de bizim gibi bir insansın, biz seni mutlaka yalancılardan sanıyoruz.
فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًۭا مِّنَ ٱلسَّمَآءِ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ﴿١٨٧﴾
Gökyüzünden parçalar düşür üstümüze eğer doğru söyleyenlerdensen.
\"Eğer doğru sözlü isen, bu durumda gökten üstümüze bir parça düşürüver.\"
feesḳiṭ `aleynâ kisefem mine-ssemâi in künte mine-ṣṣâdiḳîn.
\"Sen ancak büyülenmişin birisin. Bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Doğrusu seni yalancılardan sanıyoruz. Eğer doğru sözlü isen göğün bir parçasını üstümüze düşür\" dediler.
Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten azap yağdır.
\"Doğru sözlü isen üzerimize gökten kütleler indir.\"
\"Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver.\"
\"Eğer doğru sözlülerdensen, hadi üzerimize gökten parçalar düşür!\"
Eğer peygamberlik iddiasında doğru isen haydi gökten üstümüze bir parça düşür, üstümüze azap indir.” [17,92; 8,32]
Eğer doğrulardansan o halde üzerimize gökten parçalar düşür.
قَالَ رَبِّىٓ أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿١٨٨﴾
Rabbim dedi, yaptığınız şeyi daha iyi bilir.
Dedi ki: \"Rabbim, yaptıklarınızı daha iyi bilir.
ḳâle rabbî a`lemü bimâ ta`melûn.
Şuayb: \"Rabbim yaptıklarınızı çok iyi bilir\" dedi.
Şuayb: Rabbim yaptıklarınızı en iyi bilendir, dedi.
Dedi ki, \"Rabbim sizin ne yaptığınızı çok iyi bilir.\"
Şuayb, \"Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir\" dedi.
Şuayb dedi: \"Yapmakta olduğunuzu Rabbim daha iyi bilir.\"
Şuayb: “Rabbim sizin yaptıklarınızı çok iyi biliyor.” dedi. [7,88; 11,87]
Rabbim yaptığınızı daha iyi bilir dedi.
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ ٱلظُّلَّةِ ۚ إِنَّهُۥ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ ﴿١٨٩﴾
Derken onu yalanladılar da karanlık günün azabı helak etti onları; şüphe yok ki bu, o günün pek büyük bir azabıydı.
Sonunda onu yalanladılar, böylece onları o gölgelik-gününün azabı yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabıydı.
fekeẕẕebûhü feeḫaẕehüm `aẕâbü yevmi-żżulleh. innehû kâne `aẕâbe yevmin `ażîm.
Ama onu yalanladılar. Bunun üzerine onları bulutlu bir günün azabı yakaladı. Gerçekten o gün, azabı büyük bir gündü.
Velhasıl onu yalancı saydilar da, kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, muazzam bir günün azabı idi!
Onu yalanladılar ve sonuç olarak Sayvan Gününün cezası kendilerini yakaladı; müthiş bir günün cezasıydı.
Hülasa, onu yalancı saydılar da kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. O cidden büyük bir günün azabı idi!
Onu yalanladılar; bunun üzerine o gölgelik gününün azabı onları yakalayıverdi. O, gerçekten büyük bir günün azabıydı.
Hasılı onu yalancı saydılar. Bunun üzerine o gölge gününün azabı onları bastırıverdi. Gerçekten o, müthiş bir günün azabı idi.
Onu yalanladılar, nihayet o gölge gününün azabı, kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabı idi.
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٩٠﴾
Şüphe yok ki bunda bir delil var, fakat halkın çoğu inanmaz.
Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn.
Doğrusu bunda bir ders vardır. Fakat çoğu inanmamıştır.
Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
Bunda bir ders var; ancak çoğunluk inanmaz.
Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir.
Bunda elbette bir ibret var ama onların çoğu inanan kişiler değildi.
Elbette bunda alınacak ibret vardır.Fakat onların ekserisi ders alıp da iman etmezler.
Muhakkak ki bunda bir ibret vardır ama yine çokları inanmazlar.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿١٩١﴾
Ve şüphe yok ki Rabbin, elbette üstündür, rahimdir.
Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
veinne rabbeke lehüve-l`azîzü-rraḥîm.
Rabbin şüphesiz güçlüdür, merhametlidir.
Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Kuşkusuz, senin Rabbin Üstündür, Rahimdir.
Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Ve senin Rabbin mutlak Azîz, mutlak Rahîm'dir.
Ama Senin Rabbin aziz ve rahîmdir (mutlak galiptir, geniş rahmet sahibidir).
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur.
وَإِنَّهُۥ لَتَنزِيلُ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿١٩٢﴾
Ve hiç şüphe yok ki Kur'an, alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
Gerçekten o (Kur'an), alemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir.
veinnehû letenzîlü rabbi-l`âlemîn.
Şüphesiz Kuran Alemlerin Rabbinin indirmesidir.
Muhakkak ki o (Kur'an) alemlerin Rabbinin indirmesidir.
Bu, evrenlerin Rabbinin indirdiği vahiydir.
Ve muhakkak ki bu (Kur'ân) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.
Kesin olan şu ki, o âlemlerin Rabbi'nden indirilmiştir.
Elbette bu Kur'ân, Rabbülâlemin’in indirdiği bir kitaptır.
Muhakkak ki o (Kur'an), alemlerin Rabbinin indirmesidir.
نَزَلَ بِهِ ٱلرُّوحُ ٱلْأَمِينُ ﴿١٩٣﴾
RuhülEmin indirmiştir onu.
Onu Ruhu'l-emin indirdi.
nezele bihi-rrûḥu-l'emîn.
Apaçık Arap diliyle, uyaranlardan olman için onu Cebrail senin kalbine indirmiştir.
(Resulüm!) Onu Ruhu'l-emin (Cebrail) indirdi.
Onu Güvenilir Ruh (Cebrail) indirmiştir.
(Resulüm!) Onu Rûhu'lemin (Cebrail) indirdi;
O güvenilir Rûh indirdi onu,
Onu Rûhu'l-emin, uyaran nebîlerden olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir. [2,97]
Onu, er-Ruhu'l-Emin (güvenilir ruh, Cebrail) indirdi:
عَلَىٰ قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ ٱلْمُنذِرِينَ ﴿١٩٤﴾
Senin gönlüne, korkutanlardan olasın diye.
Uyarıcılardan olman için, senin kalbinin üzerine (indirmiştir).
`alâ ḳalbike litekûne mine-lmünẕirîn.
Apaçık Arap diliyle, uyaranlardan olman için onu Cebrail senin kalbine indirmiştir.
Senin kalbine; uyarıcılardan olman için,
Senin kalbine... Uyarıcılardan biri olasın diye.
Uyarıcılardan olasın diye senin kalbin üzerine;
Senin kalbine ki, uyarıcılardan olasın.
Onu Rûhu'l-emin, uyaran nebîlerden olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir. [2,97]
Senin kalbine; uyarıcılardan olman için,
بِلِسَانٍ عَرَبِىٍّۢ مُّبِينٍۢ ﴿١٩٥﴾
Apaçık Arapçayla.
Apaçık Arapça bir dille.
bilisânin `arabiyyim mübîn.
Apaçık Arap diliyle, uyaranlardan olman için onu Cebrail senin kalbine indirmiştir.
Apaçık Arapça bir dille.
Apaçık Arapça bir dille.
Açık parlak bir Arapça lisan ile.
Açık-seçik Arapça bir dille indirdi.
Onu Rûhu'l-emin, uyaran nebîlerden olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir. [2,97]
Apaçık Arapça bir dille.
وَإِنَّهُۥ لَفِى زُبُرِ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿١٩٦﴾
Ve şüphe yok ki o hükümler, elbette önceki kitaplarda da var.
Ve hiç şüphesiz, o (Kur'an), geçmişlerin kitaplarında da vardır.
veinnehû lefî zübüri-l'evvelîn.
O, daha öncekilerin kitabında da zikredilmiştir.
O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır.
Daha önceki kitaplarda da anılmıştır.
O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardı.
O, elbette ki öncekilerin kitaplarında da var.
Bu Kur'ân’a, elbette öncekilerin kitaplarında da işaret edilmişti. [7,157]
O(nun içeriği), evvelkilerin Kitaplarında da vardır.
أَوَلَمْ يَكُن لَّهُمْ ءَايَةً أَن يَعْلَمَهُۥ عُلَمَٰٓؤُا۟ بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ ﴿١٩٧﴾
Onu, İsrailoğullarının bilginlerinin bilmesi de bir delil değil miydi onlara?
İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi onlar için bir delil (ayet) değil mi?
evelem yekül lehüm âyeten ey ya`lemehû `ulemâü benî isrâîl.
İsrailoğulları bilginlerinin bunu bilmeye bir delilleri yok muydu?
Beni İsrail bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil midir?
İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmiş olması onlar için yeterli bir delil oluşturmuyor mu?
İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir âyet (delil) değil midir?
Beniisrail bilginlerinin de onu bilmesi bunlar için bir belirti/kanıt değil mi?
İsrailoğullarından bilginlerin onu bilmeleri, onlar için bir delil değil midir?
İsrail oğulları bilginlerinin onu bilmesi de onlar için (Kur'an'ın Güvenilir Ruh tarafından vahyedildiğine) yeterli bir delil değil mi?
وَلَوْ نَزَّلْنَٰهُ عَلَىٰ بَعْضِ ٱلْأَعْجَمِينَ ﴿١٩٨﴾
Kur'an'ı Arap olmayanlardan, Arapça bilmeyenlerden birisine indirseydik de.
Onu Arapça bilmeyen birine indirmiş olsaydık.
velev nezzelnâhü `alâ ba`ḍi-l'a`cemîn.
Biz Kuran'ı Arapça bilmeyen kimselerden birine indirseydik de o bunları okusaydı yine de ona inanmazlardı.
Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de,
Onu bir takım yabancılara indirseydik,
Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu o okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi.
Biz onu Arapça konuşmayanlardan birine indirseydik de,
Eğer Biz Kur'ân’ı arap olmayanlardan birine indirseydik de onu kendilerine okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi. [15,14-15; 10,96-97]
Biz onu yabancılardan birine indirseydik de,
فَقَرَأَهُۥ عَلَيْهِم مَّا كَانُوا۟ بِهِۦ مُؤْمِنِينَ ﴿١٩٩﴾
Onlara okusaydı gene inanmazlardı.
Böylece onlara okusaydı, yine ona iman edecek değillerdi.
feḳara'ehû `aleyhim mâ kânû bihî mü'minîn.
Biz Kuran'ı Arapça bilmeyen kimselerden birine indirseydik de o bunları okusaydı yine de ona inanmazlardı.
Bunu onlara o okusaydı, yine ona iman etmezlerdi.
Ve onu onlara okusaydı ona inanmıyacaklardı.
Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu o okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi.
O onu onlara okusaydı, yine de ona inanmayacaklardı.
Eğer Biz Kur'ân’ı arap olmayanlardan birine indirseydik de onu kendilerine okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi. [15,14-15; 10,96-97]
Onu onlara okusaydı, ona inanmazlardı:
كَذَٰلِكَ سَلَكْنَٰهُ فِى قُلُوبِ ٱلْمُجْرِمِينَ ﴿٢٠٠﴾
Biz, böylece Kur'an'ı, mücrimlerin gönüllerine kadar işlettik.
Biz onu, suçlu-günahkarların kalbine işte böyle işlettik.
keẕâlike seleknâhü fî ḳulûbi-lmücrimîn.
Suçluların kalblerine Kuran'ı böylece sokarız da, can yakıcı azabı görmedikçe ona inanmazlar. Bu azap onlara haberleri olmadan geliverecektir.
Onu günahkarların kalplerine böyle soktuk.
İşte biz onu suçluların kalplerine böylece (yabancı bir dil gibi) sokarız.
Böylece onu günahkarların kalplerine soktuk. (okuyup anladılar, ama yine de) acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler.
Biz onu suçluların kalplerine işte böyle yolladık.
İşte aynen bunun gibi, Biz o yalanlamayı suçlu kâfirlerin kalplerine öyle bir soktuk ki, o can yakıcı azaba girmedikçe ona iman etmezler.
Biz onu, suçluların kalblerine öyle soktuk.
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِۦ حَتَّىٰ يَرَوُا۟ ٱلْعَذَابَ ٱلْأَلِيمَ ﴿٢٠١﴾
Fakat elemli azabı görmedikçe inanmazlar ona.
Onlar, o pek acı azabı görünceye kadar ona inanmazlar.
lâ yü'minûne bihî ḥattâ yeravu-l`aẕâbe-l'elîm.
Suçluların kalblerine Kuran'ı böylece sokarız da, can yakıcı azabı görmedikçe ona inanmazlar. Bu azap onlara haberleri olmadan geliverecektir.
Onun için, acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler.
Acı azabı görünceye kadar ona inanmazlar.
Böylece onu günahkarların kalplerine soktuk. (okuyup anladılar, ama yine de) acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler.
Acıklı azabı görünceye değin ona inanmazlar.
İşte aynen bunun gibi, Biz o yalanlamayı suçlu kâfirlerin kalplerine öyle bir soktuk ki, o can yakıcı azaba girmedikçe ona iman etmezler.
Acı azabı görünceye kadar da ona inanmazlar.
فَيَأْتِيَهُم بَغْتَةًۭ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٢٠٢﴾
Ansızın gelip çatar onlara ve onlar anlamazlar bile.
Artık o (azap), kendileri şuurunda olmadan onlara apansız gelecektir.
feye'tiyehüm bagtetev vehüm lâ yeş`urûn.
Suçluların kalblerine Kuran'ı böylece sokarız da, can yakıcı azabı görmedikçe ona inanmazlar. Bu azap onlara haberleri olmadan geliverecektir.
İşte bu (azap) onlara, kendileri farkında olmadan, ansızın geliverecektir.
Onlara ansızın, beklemedikleri bir anda gelecektir.
İşte bu (azab) onlara, kendileri farkında olmadan, ansızın geliverecektir.
O azap onlara ansızın gelecek, farkında bile olmayacaklar.
İşte bu azap, kendilerine ansızın gelir ki, onlar hiç farkında olmazlar.
Azab onlara öyle ansızın gelir ki, onlar hiç farkında olmazlar.
فَيَقُولُوا۟ هَلْ نَحْنُ مُنظَرُونَ ﴿٢٠٣﴾
Derler ki: Bize mühlet verilir mi acaba?
Derler ki: \"Bize bir süre tanınır mı?\"
feyeḳûlû hel naḥnü münżarûn.
O zaman \"Erteye bırakılmaz mıyız?\" derler.
O zaman: Bize (iman etmemiz için) mühlet verilir mi acaba? diyeceklerdir.
O zaman, \"Bize biraz daha süre verilmez mi?\" derler.
O zaman \"Bize (iman etmemiz için) mühlet verilir mi acaba?... diyeceklerdir.
O zaman şöyle derler: \"Acaba bize süre verilir mi?\"
İşte o zaman: “Acaba, bize, azıcık olsun, bir mühlet verilir mi” derler. [14,44; 40,84-85]
(Birden onu karşılarında bulunca) Acaba bize süre verilir mi?\" derler.
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ ﴿٢٠٤﴾
Hala azabımızın çabucak gelmesini mi isterler?
Onlar yine de azabımızı çabuklaştırmak mı istiyorlar?
efebi`aẕâbinâ yesta`cilûn.
Bizim azabımızı mı acele istiyorlardı?
(Durmadan mucize talebiyle) onlar bizim azabımızı mı çarçabuk istiyorlardı?
Onlar, hâlâ cezamıza karşı meydan mı okuyorlar?
(Oysa dünyada iken) Onlar bizim azabımızı çarçabuk istiyorlardı.
Bizim azabımızı acele mi istiyorlar?
Hâlâ, onlar Bizim azabımızın çarçabuk gelmesini mi istiyorlar. [29,29-53]
Hala bizim azabımızı mı acele istiyorlar (doğru söyleyenlerden isen bizi tehdidettiğin azabı getir mi diyorlar)?
أَفَرَءَيْتَ إِن مَّتَّعْنَٰهُمْ سِنِينَ ﴿٢٠٥﴾
Diyelim ki yıllarca onları yaşattık, geçindirdik de.
Gördün mü; Biz onları yıllarca yararlandırsak,
eferaeyte im metta`nâhüm sinîn.
Söylesene, Biz onlara yıllar yılı nimetler vermiş olsak, sonra da tehdit edildikleri şey başlarına gelse, kendilerine verilmiş olan nimetler onlara bir fayda sağlar mı?
Ne dersin! Eğer biz onları yıllarca yaşatsak.
Gördüğün gibi, biz onları yıllarca yaşatsak
Gördün ya artık onlara senelerce zevk ettirsek,
Görmedin mi ki, biz onları yıllarca nimetlendirsek de,
Ne dersin: Onları yıllarca yaşatsak da, sonra tehdit edildikleri o azap başlarına gelse, onca seneler yaşayıp zevklenmeleri kendilerini kurtarabilir mi? [2,96; 92,11]
Baksana, biz onları yıllarca yaşatsak,
ثُمَّ جَآءَهُم مَّا كَانُوا۟ يُوعَدُونَ ﴿٢٠٦﴾
Sonra onlara vaadedilen azap geldi.
Sonra kendilerine va'dolunan (azap günü) geliverse,
ŝümme câehüm mâ kânû yû`adûn.
Söylesene, Biz onlara yıllar yılı nimetler vermiş olsak, sonra da tehdit edildikleri şey başlarına gelse, kendilerine verilmiş olan nimetler onlara bir fayda sağlar mı?
Sonra tehdit edilmekte oldukları (azap) başlarına gelse!
Ve sonra kendilerine söz verilen başlarına gelse,
Sonra kendilerine vaad edilen (azab) gelip çatarsa,
Sonra, tehdit edildikleri şey kendilerine ulaşsa,
Ne dersin: Onları yıllarca yaşatsak da, sonra tehdit edildikleri o azap başlarına gelse, onca seneler yaşayıp zevklenmeleri kendilerini kurtarabilir mi? [2,96; 92,11]
Sonra tehdidedildikleri (azab) kendilerine gelse,
مَآ أَغْنَىٰ عَنْهُم مَّا كَانُوا۟ يُمَتَّعُونَ ﴿٢٠٧﴾
O yaşayıp geçinmeleri, onları herhangi bir suretle kurtarabilir mi ki?
Onların 'meta ile yararlandıkları' şey, kendilerini (görecekleri azaptan) bağımsız kılamaz.
mâ agnâ `anhüm mâ kânû yümette`ûn.
Söylesene, Biz onlara yıllar yılı nimetler vermiş olsak, sonra da tehdit edildikleri şey başlarına gelse, kendilerine verilmiş olan nimetler onlara bir fayda sağlar mı?
Faydalandırıldıkları nimetler onlara hiç yarar sağlamayacaktır.
O tattıkları nimetler kendilerine bir yarar sağlamaz.
O yaşadıkları zevkin kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır.
O yararlandıkları nimetler onların hiçbir işine yaramaz.
Ne dersin: Onları yıllarca yaşatsak da, sonra tehdit edildikleri o azap başlarına gelse, onca seneler yaşayıp zevklenmeleri kendilerini kurtarabilir mi? [2,96; 92,11]
O yaşatıldıkları (zevk-u sefa sürdükleri) şeyler, kendilerine ne yarar sağlardı?
وَمَآ أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا لَهَا مُنذِرُونَ ﴿٢٠٨﴾
Ve hiçbir şehri helak etmedik ki oraya, korkutucu peygamberler göndermeyelim de.
Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz.
vemâ ehleknâ min ḳaryetin illâ lehâ münẕirûn.
Hiçbir kent halkını kendilerine öğüt veren uyarıcılar gelmeden yok etmedik. Biz zalim değiliz.
Bununla birlikte hangi memleketi, helak ettikse muhakkak onu uyarıcı (peygamberleri) olmuştur.
Biz uyarıcıları olmayan hiç bir kenti yok etmedik.
Bununla birlikte, biz hangi memleketi helak ettikse muhakkak onu uyarıcı (peygamberleri) olmuştur.
Biz, uyarıcıları olmayan hiçbir kenti/uygarlığı helâk etmemişizdir.
Biz hiç bir ülkeyi, uyarıcıları gelmeden imha etmedik. [17,15; 28,59]
Biz, hiçbir kenti helak etmedik ki onun uyarıcıları olmasın (helak etmeden önce mutlaka uyarıcı gönderdik).
ذِكْرَىٰ وَمَا كُنَّا ظَٰلِمِينَ ﴿٢٠٩﴾
Öğüt vermesinler ve biz zulmetmeyiz hiç.
(Onlara) Hatırlatma (yapılmıştır); Biz zulmedici değiliz.
ẕikrâ. vemâ künnâ żâlimîn.
Hiçbir kent halkını kendilerine öğüt veren uyarıcılar gelmeden yok etmedik. Biz zalim değiliz.
(Onlar)ihtar edilmiştir ve biz zülmetmiş değilizdir.
Bu bir uyarı ve mesajdır; çünkü biz haksızlık etmeyiz.
(Onlar) ihtar edilmiştir ve biz zulmetmiş değiliz.
Uyarı/hatırlatma olacak! Biz zalimler değiliz.
Öğüt verilip hatırlatma yapılmıştır. Biz hiçbir zaman zalim olmadık.
(Uyarıcılar) uyarırlardı. Biz zulmediciler değildik.
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ ٱلشَّيَٰطِينُ ﴿٢١٠﴾
Ve onu Şeytanlar indirmedi.
Onu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmemiştir.
vemâ tenezzelet bihi-şşeyâṭîn.
Kuran'ı şeytanlar indirmemiştir.
O'nu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmedi.
Onu şeytanlar indirmemiştir.
Onu (Kur'ân'ı) şeytanlar indirmedi.
Onu şeytanlar indirmedi.
Kur'ân’ı asla şeytanlar indirmiş değildir.
O(Kur'a)n'ı şeytanlar (cinler) indirmedi.
وَمَا يَنۢبَغِى لَهُمْ وَمَا يَسْتَطِيعُونَ ﴿٢١١﴾
Ve bu, onlara yakışmadığı gibi buna güçleri de yetmez.
Bu, onlara yaraşmaz ve güç de yetiremezler.
vemâ yembegî lehüm vemâ yesteṭî`ûn.
Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez.
Bu onlara düşmez; zaten güçleri de yetmez.
Onlar bunu ne yaparlar, ne de becerirler.
Bu onlara hem yaraşmaz hem güçleri yetmez.
Onlara yaraşmaz, zaten güçleri de yetmez.
Bu, onların yapacağı iş değildir! Hem isteseler de buna güçleri yetmez!
Bu, onlara yaraşmaz ve zaten yapamazlar da.
إِنَّهُمْ عَنِ ٱلسَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ ﴿٢١٢﴾
Şüphe yok ki onlar, vahyi duymaktan uzaklaştırılmışlardır.
Çünkü onlar, (vahyedileni) işitmekten kesin olarak uzak tutulmuşlardır.
innehüm `ani-ssem`i lema`zûlûn.
Doğrusu onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır.
Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır.
Çünkü onlar işitmekten men edilmişlerdir.
Şüphesiz onlar vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır.
Çünkü onlar, dinleyişten azledilmişlerdir.
Çünkü onlar vahyi işitmekten kesinlikle menedilmişlerdir. [72,8-10]
Çünkü onlar, (meleklerin sözlerini) işitmekten uzaklaştırılmışlardır.
فَلَا تَدْعُ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ فَتَكُونَ مِنَ ٱلْمُعَذَّبِينَ ﴿٢١٣﴾
Sakın Allah'la beraber bir başka mabudu çağırma, yoksa azaba uğratılanlardan olursun.
Allah ile beraber başka bir İlah'a yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun.
felâ ted`u me`a-llâhi ilâhen âḫara fetekûne mine-lmü`aẕẕebîn.
O halde sakın Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarma, yoksa azap göreceklerden olursun.
O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, sonra azap edilenlerden olursun!
ALLAH ile birlikte bir başka tanrı çağırma; yoksa cezalandırılırsın.
O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, yoksa azaba uğratılanlardan olursun.
O halde, Allah'ın yanında bir başka ilaha daha yalvarma/davet etme. Yoksa azaba uğratılanlardan olursun.
Öyleyse sakın, Allah ile beraber başka tanrıya yalvarma, sonra azaba mâruz kalanlardan olursun. [36,6; 6,92; 51,19,97; 11,17]
Allah ile beraber başka bir tanrı çağırma, sonra azabedilenlerden olursun.
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ ٱلْأَقْرَبِينَ ﴿٢١٤﴾
Ve en yakın hısımlarını korkut.
(Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar.
veenẕir `aşîrateke-l'aḳrabîn.
Önce en yakın hısımlarını uyar.
(Önce) en yakın akrabanı uyar.
Sana en yakın olan insanları uyar.
(Önce) en yakın hısımlarını uyar.
En yakın akraba ve hısımlarını uyar.
Önce en yakın akrabalarını uyar!
En yakın akrabanı uyar.
وَٱخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ ٱتَّبَعَكَ مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٢١٥﴾
İnananlardan sana uyanlara karşı kanadını indir, mütevazi ol.
Ve mü'minlerden, sana tabi olanlara (koruyucu) kanatlarını ger.
vaḫfiḍ cenâḥake limeni-ttebe`ake mine-lmü'minîn.
Sana uyan müminleri kanatların altına al.
Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını indir.
Ve seni izleyen inananlara kanadını indir.
Ve sana uyan müminlere kanadını indir.
Müminlerin sana uyanlarına kanadını indir.
Sana tâbi olan müminlere kol kanat ger!
Ve sana uyan mü'minlere kanadını indir (onlara karşı mütevazi ve şefkatli davran).
فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّى بَرِىٓءٌۭ مِّمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٢١٦﴾
Sana isyan ederlerse de de ki: Şüphe yok ki ben, sizin yaptıklarınızdan uzağım.
Eğer sana isyan edecek olurlarsa, artık de ki: \"Gerçekten ben, sizin yaptıklarınızdan uzağım.\"
fein `aṣavke feḳul innî berîüm mimmâ ta`melûn.
Sana başkaldırırlarsa: \"Yaptıklarınızdan uzağım\" de.
Şayet sana karşı gelirlerse de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak ki uzağım.
Sana karşı gelirlerse, \"Yaptıklarınızdan uzağım,\" de.
Şayet sana karşı gelirlerse, de ki: \"Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak uzağım.\"
Eğer sana isyan ederlerse şöyle de: \"Ben, sizin yapmakta olduklarınızdan uzağım.\"
Bununla beraber akrabalarından sana isyan edenlere “Ben sizin yaptıklarınızdan beriyim.” de!
Şayet sana (uymaz) karşı gelirlerse: \"Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım,\" de.
وَتَوَكَّلْ عَلَى ٱلْعَزِيزِ ٱلرَّحِيمِ ﴿٢١٧﴾
Ve dayan üstün ve rahim mabuda.
Sen, O güçlü ve üstün, esirgeyici olan (Allah')a tevekkül et.
vetevekkel `ale-l`azîzi-rraḥîm.
Senin kalkıp namaz kılanlar arasında bulunduğunu gören, güçlü ve merhametli olan Allah'a güven. Doğrusu O işitir ve bilir.
Sen O mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan.
Üstün ve Rahman olana güven.
Sen O, mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan.
O Azîz, o Rahîm olana güvenip dayan.
Sen o aziz-u rahîme (o mutlak galip ve geniş rahmet sahibine) güvenip dayan.
Galib ve esirgeyen(Allah)a tevekkül et.
ٱلَّذِى يَرَىٰكَ حِينَ تَقُومُ ﴿٢١٨﴾
Öylesine mabut ki namaza kalktığın zaman da seni görür.
O, kıyam ettiğin zaman seni görüyor.
elleẕî yerâke ḥîne teḳûm.
Senin kalkıp namaz kılanlar arasında bulunduğunu gören, güçlü ve merhametli olan Allah'a güven. Doğrusu O işitir ve bilir.
O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor.
O ki (ibadet ve düşünme için) kalktığın/uyandığın zaman seni görür.
O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor.
O ki görüyor seni kıyam ettiğin zaman.
Sen yolunda kaim olurken, namaza dururken de, O seni elbette görüyor. Secde edenler, ibadet edenler arasında dolaşmalarını da görüyor. Çünkü her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilen O'dur. [5,67; 52,48]
O, seni görür: Namaza durduğun zaman,
وَتَقَلُّبَكَ فِى ٱلسَّٰجِدِينَ ﴿٢١٩﴾
Ve secde edenler arasında secde edişini de görür.
Secde edenler arasında dönüp dolaşmanı da.
veteḳallübeke fi-ssâcidîn.
Senin kalkıp namaz kılanlar arasında bulunduğunu gören, güçlü ve merhametli olan Allah'a güven. Doğrusu O işitir ve bilir.
Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor).
Ve senin secde edenler arasındaki hareketini de.
Ve secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor.)
Görüyor nasıldır secde edenler içinde dolaşman.
Sen yolunda kaim olurken, namaza dururken de, O seni elbette görüyor. Secde edenler, ibadet edenler arasında dolaşmalarını da görüyor. Çünkü her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilen O'dur. [5,67; 52,48]
Ve secde edenler arasında eğilip doğrulurken.
إِنَّهُۥ هُوَ ٱلسَّمِيعُ ٱلْعَلِيمُ ﴿٢٢٠﴾
Şüphe yok ki o, her şeyi duyar, bilir.
Hiç şüphesiz, O, işitendir, bilendir.
innehû hüve-ssemî`u-l`alîm.
Senin kalkıp namaz kılanlar arasında bulunduğunu gören, güçlü ve merhametli olan Allah'a güven. Doğrusu O işitir ve bilir.
Çünkü her şeyi işiten, her şeyi bilen O'dur.
Çünkü O İşitendir, Bilendir.
Çünkü her şeyi işiten, her şeyi bilen O'dur.
Kuşkusuz, O'dur iyice bilen, iyice duyan.
Sen yolunda kaim olurken, namaza dururken de, O seni elbette görüyor. Secde edenler, ibadet edenler arasında dolaşmalarını da görüyor. Çünkü her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilen O'dur. [5,67; 52,48]
Çünkü O, işitendir, bilendir.
هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَىٰ مَن تَنَزَّلُ ٱلشَّيَٰطِينُ ﴿٢٢١﴾
Haber vereyim mi size, kime iner Şeytanlar?
Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi?
hel ünebbiüküm `alâ men tenezzelü-şşeyâṭîn.
\"Şeytanların kime indiğini size haber vereyim mi?\" de.
Şeytanların ise kime ineceğini size haber vereyim mi?
Şeytanların kime indiğini size bildireyim mi?
Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi?
Haber vereyim mi size şeytanların kime iner olduğundan?
(Şeytanlardan bahsediyorlar) şeytanların asıl kime indiğini bildireyim mi?
Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi?
تَنَزَّلُ عَلَىٰ كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍۢ ﴿٢٢٢﴾
Onlar, bütün yalancı ve suçlulara inerler.
Onlar, 'gerçeği ters yüz eden,' günaha düşkün olan her yalancıya inerler.
tenezzelü `alâ külli effâkin eŝîm.
Onlar, günahkar iftiracıların hepsine iner.
Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üstüne inerler.
Onlar her günahkar iftiracıya iner.
Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üzerine inerler.
Her bir dönek/iftiracı günahkâr üzerine iner onlar.
Onlar yalan ve iftiraya, günaha düşkün kimselere inerler.
Onlar, her günahkar yalancıya inerler.
يُلْقُونَ ٱلسَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَٰذِبُونَ ﴿٢٢٣﴾
Ve onlar da Şeytanlara kulak verirler ve Şeytanların çoğuysa yalancıdır.
Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler.
yülḳûne-ssem`a veekŝeruhüm kâẕibûn.
Bunlar şeytanlara kulak verirler, çoğu yalancıdırlar.
Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar.
Kulak verirler; ancak çoğu yalancıdır.
Onlar, (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdır.
Kulak kabartırlar ama çoğu yalancılardır onların.
Çünkü o iftiracılar şeytanlara kulak verirler, esasen onların çoğu yalancıdırlar.
O yalancılar, (şeytanlara) kulak verirler, çokları da yalan söylerler.
وَٱلشُّعَرَآءُ يَتَّبِعُهُمُ ٱلْغَاوُۥنَ ﴿٢٢٤﴾
Ve şairlere de akılsızlar ve ziyankarlar uyar.
Şairler ise; gerçekten onlara azgın-sapıklar uyar.
veşşu`arâü yettebi`uhümü-lgâvûn.
O şairlere gelince; onlara azgınlar uyar.
Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyarlar.
Şairlere ise azgınlar uyar.
Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyar.
Şairlere gelince, onlara da çapkınlar-sapkınlar uyar.
Şairler var ya, bunların peşine de sapkınlarla çapkınlar düşer!
Şa'irlere gelince onlara da azgınlar uyar.
أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِى كُلِّ وَادٍۢ يَهِيمُونَ ﴿٢٢٥﴾
Görmez misin ki hiç şüphe yok, onlar, her vadide sersemce dolaşıp dururlar.
Görmedin mi; onlar, her bir vadide vehmedip duruyorlar,
elem tera ennehüm fî külli vâdiy yehîmûn.
Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını yaptık dediklerini görmez misin?
Baksana onlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar.
Onların her vadide koştuklarını (duruma göre yön değiştirdiklerini) görmez misin?
Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?
Görmez misin onları ki, her vadide tutkun-şaşkın dolaşırlar.
Görmez misin onlar her vâdide sözcüklerin, hayallerin peşinde dolaşır ve yapmayacakları şeyleri söylerler. [36,69; 69,41]
Baksana onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar?
وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ ﴿٢٢٦﴾
Ve hiç şüphe yok ki onlar, yapmadıkları şeyleri söylerler.
Ve gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylüyorlar.
veennehüm yeḳûlûne mâ lâ yef`alûn.
Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını yaptık dediklerini görmez misin?
Ve onlar yapamayacakları şeyleri söylerler.
Ve onlar yapmadıkları şeyleri söylerler.
Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?
Ve onlar, yapmayacakları şeyleri söyleyip dururlar.
Görmez misin onlar her vâdide sözcüklerin, hayallerin peşinde dolaşır ve yapmayacakları şeyleri söylerler. [36,69; 69,41]
Ve onlar yapmayacakları şeyleri söylerler.
إِلَّا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ وَذَكَرُوا۟ ٱللَّهَ كَثِيرًۭا وَٱنتَصَرُوا۟ مِنۢ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا۟ ۗ وَسَيَعْلَمُ ٱلَّذِينَ ظَلَمُوٓا۟ أَىَّ مُنقَلَبٍۢ يَنقَلِبُونَ ﴿٢٢٧﴾
Ancak inananlar ve iyi işlerde bulunanlar ve Allah'ı çok ananlar ve zulme uğradıktan sonra yardıma mazhar olanlar müstesna. Ve zulmedenler, yakında bileceklerdir halleri neye varacak ve nereye varıp gidecekler.
Ancak iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah'ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar (veya öclerini alanlar) başka. Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.
ille-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti veẕekerü-llâhe keŝîrav venteṣarû mim ba`di mâ żulimû. veseya`lemü-lleẕîne żalemû eyye münḳalebiy yenḳalibûn.
Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında haklarını alanlar bunun dışındadır. Haksızlık eden kimseler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklardır.
Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.
Ancak inananlar, erdemli davrananlar, ALLAH'ı çok ananlar ve haksızlığa karşı mücadele edenler hariç. Zalimler, nasıl bir devrim ile devrileceklerini bileceklerdir.
Ancak iman edip iyi ameller işleyenler, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar müstesna; haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.
İman edip barışa/hayra yönelik işler yapanlar, Allah'ı çok ananlar ve zulme uğratıldıktan sonra başarıya ulaşanlar böyle değillerdir. Zulmedenler, hangi devrime uğrayıp baş aşağı döneceklerini yakında bilecekler.
Ancak iman edip, güzel ve makbul işler yapanlar, Allah'ı çok zikredip ananlar ve zulme mâruz kaldıktan sonra haklarını savunanlar müstesna. Zalimler de nasıl bir inkılab ile devrileceklerini, yakında öğrenirler. [40,52]
Ancak inananlar, iyi işler yapanlar, Allah'ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra (rakiplerine) üstün gelmeğe çalışanlar böyle değildir. Zulmedenler, yakında nasıl bir devrime uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir!