Settings
Surah The Romans [Ar-Room] in Turkish
الٓمٓ ﴿١﴾
Elif lam mim.
Elif, Lam, Mim.
elif-lâm-mîm.
Elif, Lam, Mim.
Elif. Lam. Mim.
A. L. M.
Elif, Lâm, Mim.
Elif, Lâm, Mîm.
Elif, Lâm, Mîm
Elif lam mim.
غُلِبَتِ ٱلرُّومُ ﴿٢﴾
Rum mağlub edildi.
Rum (orduları) yenilgiye uğradı.
gulibeti-rrûm.
Rumlar en yakın bir yerde yenildiler. Onlar bu yenilgilerinden bir kaç yıl sonra galip geleceklerdir. İş, eninde sonunda Allah'a aittir. İşte o gün, inananlar, istediğine yardım eden Allah'ın yardımına sevineceklerdir. O güçlüdür, merhametlidir.
Rumlar, yenildi.
Romalılar yenildiler,
Rumlar yenildi.
Yenilgiye uğratıldı Rûm.
Rumlar yakın bir yerde mağlub oldular.Ama bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler.
Rum(lar), yenildi:
فِىٓ أَدْنَى ٱلْأَرْضِ وَهُم مِّنۢ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ ﴿٣﴾
En yakın bir yerde, fakat onlar bu mağlubiyetten sonra galip olacaklar.
Yakın bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir.
fî edne-l'arḍi vehüm mim ba`di galebihim seyaglibûn.
Rumlar en yakın bir yerde yenildiler. Onlar bu yenilgilerinden bir kaç yıl sonra galip geleceklerdir. İş, eninde sonunda Allah'a aittir. İşte o gün, inananlar, istediğine yardım eden Allah'ın yardımına sevineceklerdir. O güçlüdür, merhametlidir.
Arapların bulunduğu bölgeye en yakın bir yerde onlar, Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir.
(Arapların yaşadığı) bölgeye en yakın yerde... Yenilgilerinden sonra yeneceklerdir.
(Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın bir yerde onlar, bu yenilgilerinin ardından mutlaka galib geleceklerdir.
Yeryüzünün en yakın/en alçak bir yerinde. Ama onlar yengilerinin ardından galip duruma geçecekler,
Rumlar yakın bir yerde mağlub oldular.Ama bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler.
(Bölgeye) En yakın bir yerde. Onlar (bu) yenilgilerinden sonra yeneceklerdir;
فِى بِضْعِ سِنِينَ ۗ لِلَّهِ ٱلْأَمْرُ مِن قَبْلُ وَمِنۢ بَعْدُ ۚ وَيَوْمَئِذٍۢ يَفْرَحُ ٱلْمُؤْمِنُونَ ﴿٤﴾
Birkaç yıl içinde; emir, önde de Allah'ın, sonda da ve o gün inananlar, ferahlayacak, sevinecek.
Birkaç yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. Ve o gün mü'minler sevineceklerdir.
fî biḍ`i sinîn. lillâhi-l'emru min ḳablü vemim ba`d. veyevmeiẕiy yefraḥu-lmü'minûn.
Rumlar en yakın bir yerde yenildiler. Onlar bu yenilgilerinden bir kaç yıl sonra galip geleceklerdir. İş, eninde sonunda Allah'a aittir. İşte o gün, inananlar, istediğine yardım eden Allah'ın yardımına sevineceklerdir. O güçlüdür, merhametlidir.
Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da emir Allah'ındır. O gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir.
Bir kaç sene içinde. İş, önünde sonunda ALLAH'a aittir. O gün inananlar sevineceklerdir.
(Bu da) birkaç yıl içinde (olacaktır). Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da emir Allah'ındır ve o gün müminler, sevineceklerdir.
Birkaç yıl içinde. İş/oluş/hüküm, önünde de sonunda da Allah'ındır. Onların galibiyet gününde müminler ferahlayacaklar,
Birkaç yıl içinde. Çünkü işleri karara bağlama yetkisi, başında da sonunda da Allah'a aittir.O gün, müminler de, Allah’ın verdiği zafer sayesinde sevinecekler.Allah dilediğini muzaffer kılar. Zira O, azîzdir, rahîmdir (mutlak galiptir, sınırsız merhamet ve ihsan sahibidir). [5,82 - 83]
Birkaç (-9) yıl içinde. (Onların) Bu(yenilgileri)nden önce de, sonra da emir Allah'ındır (ferman O'nundur). O gün mü'minler sevinir(ler):
بِنَصْرِ ٱللَّهِ ۚ يَنصُرُ مَن يَشَآءُ ۖ وَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿٥﴾
Allah'ın yardımıyla; o, dilediğine yardım eder ve odur üstün ve rahim.
Allah'ın yardımıyla. O, dilediğine yardım eder. O, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
binaṣri-llâh. yenṣuru mey yeşâ'. vehüve-l`azîzü-rraḥîm.
Rumlar en yakın bir yerde yenildiler. Onlar bu yenilgilerinden bir kaç yıl sonra galip geleceklerdir. İş, eninde sonunda Allah'a aittir. İşte o gün, inananlar, istediğine yardım eden Allah'ın yardımına sevineceklerdir. O güçlüdür, merhametlidir.
Allah, dilediğine yardım eder, galip kılar. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir.
ALLAH'ın zaferiyle... O dilediğini zafere ulaştırır. O Üstündür, Rahimdir.
(Bu da) Allah'ın yardımıyla (olacaktır). Allah dilediğine yardım eder, galip kılar. O çok güçlüdür, çok merhamet edicidir.
Allah'ın yardımıyla. Dilediğine yardım eder O! Azîz'dir, Rahîm'dir O.
Birkaç yıl içinde. Çünkü işleri karara bağlama yetkisi, başında da sonunda da Allah'a aittir.O gün, müminler de, Allah’ın verdiği zafer sayesinde sevinecekler.Allah dilediğini muzaffer kılar. Zira O, azîzdir, rahîmdir (mutlak galiptir, sınırsız merhamet ve ihsan sahibidir). [5,82 - 83]
Allah'ın yardımıyle. (Allah) Dilediğine yardım eder. O, galiptir, esirgeyendir.
وَعْدَ ٱللَّهِ ۖ لَا يُخْلِفُ ٱللَّهُ وَعْدَهُۥ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ ٱلنَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٦﴾
Allah'ın vaadidir; Allah vaadinden caymaz ve fakat insanların çoğu bilmez.
(Bu,) Allah'ın va’didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler.
va`de-llâh. lâ yuḫlifü-llâhü va`dehû velâkinne ekŝera-nnâsi lâ ya`lemûn.
Bu, Allah'ın vaadidir; Allah verdiği sözden caymaz, fakat insanların çoğu bilmezler.
(Bu) Allah'ın vadettiğidir. Allah vadinden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler.
ALLAH'ın vermiş olduğu sözdür. ALLAH sözünü bozmaz; fakat insanların çoğu bilmez.
Allah'ın vaadi budur. Allah, vaadinden caymaz. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Allah'ın vaadi bu! Allah kendi vaadine ters düşmez. Ne var ki, insanların çokları bilmiyorlar.
Bu, Allah'ın vâdidir. Allah verdiği sözden caymaz, fakat insanların ekserisi bunu bilmezler.
(Bu,) Allah'ın va'didir. Allah va'dinden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler.
يَعْلَمُونَ ظَٰهِرًۭا مِّنَ ٱلْحَيَوٰةِ ٱلدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ ٱلْءَاخِرَةِ هُمْ غَٰفِلُونَ ﴿٧﴾
Dünya yaşayışının yalnız dış yüzünü bilirler ve onlar, ahiretten gafil olanlardır.
Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.
ya`lemûne żâhiram mine-lḥayâti-ddünyâ. vehüm `ani-l'âḫirati hüm gâfilûn.
Onlar, dünya hayatının görülen kısmını bilirler. Onlar, ahiretten habersizdirler.
Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise, onlar tamamen gafildirler.
Onlar dünya hayatının dış yüzünü yanını bilirler. Ahiretten ise habersizdirler.
Onlar, sadece bu dünya hayatının dış yüzünü bilirler. Ahiretten ise onlar hep gafildirler.
Onlar basit ve iğreti hayattan, bir dış görünüşü bilirler. Ama âhiretten tam bir gaflet içindedirler onlar!
Bildikleri, sadece dünya hayatının dış görünüşüdür; ama âhiretten habersiz, gafildirler.
Onlar, sadece şu yakın hayatın dış yüzünü bilirler; ahiretten ise onlar tamamen gafildirler.
أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا۟ فِىٓ أَنفُسِهِم ۗ مَّا خَلَقَ ٱللَّهُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَآ إِلَّا بِٱلْحَقِّ وَأَجَلٍۢ مُّسَمًّۭى ۗ وَإِنَّ كَثِيرًۭا مِّنَ ٱلنَّاسِ بِلِقَآئِ رَبِّهِمْ لَكَٰفِرُونَ ﴿٨﴾
Hiç olmazsa kendi kendilerine bir düşünmezler mi ki Allah, gökleri ve yeryüzünü ve ikisinin arasındakileri gerçek olarak ve mukadder bir zaman için yaratmıştır ve şüphe yok ki insanların çoğu, Rablerine kavuşacaklarını inkar ederler elbet.
Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar.
evelem yetefekkerû fî enfüsihim. mâ ḫaleḳa-llâhü-ssemâvâti vel'arḍa vemâ beynehümâ illâ bilḥaḳḳi veecelim müsemmâ. veinne keŝîram mine-nnâsi biliḳâi rabbihim lekâfirûn.
Kendi kendilerine, Allah'ın gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları, gerçek olarak ve belirli bir süre için yarattığını düşünmezler mi? Doğrusu insanların çoğu, Rablerine kavuşacaklarını inkar ederler.
Kendi kendilerine, Allah'ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkar, etmektedirler.
Kendi kendilerine hiç düşünmediler mi ki ALLAH gökleri, yeri ve aralarındakileri bir amaç için ve belli bir süre için yaratmıştır. Buna rağmen, insanların çoğunluğu Rab'leriyle karşılaşmayı inkar etmektedirler.
Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? Gerçekten insanların çoğu, Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.
Kendi benliklerinin içinde olup bitenleri de mi düşünmediler! Allah gökleri, yeri ve bu ikisi arasındakileri ancak hak üzere ve belirlenmiş bir süreye bağlı olarak yaratmıştır. Şu da bir gerçek ki, insanlardan çokları Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr ediyorlar.
Onlar azıcık olsun kendi başlarına kalıp düşünmediler mi ki:Allah gökleri, yeri ve ikisinin arasında olan bütün varlıkları gerçek bir gaye ile, belirli bir vâdeye kadar yaratmıştır.Ama insanların birçoğu, Rab'lerinin huzuruna çıkacaklarını inkâr ediyorlar.
Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki Allah, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak olarak ve belirtilmiş bir süre ile yaratmıştır? İnsanlardan çoğu, Rabblerine kavuşmayı inkar etmektedirler.
أَوَلَمْ يَسِيرُوا۟ فِى ٱلْأَرْضِ فَيَنظُرُوا۟ كَيْفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ كَانُوٓا۟ أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةًۭ وَأَثَارُوا۟ ٱلْأَرْضَ وَعَمَرُوهَآ أَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَآءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِٱلْبَيِّنَٰتِ ۖ فَمَا كَانَ ٱللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَٰكِن كَانُوٓا۟ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٩﴾
Yeryüzünü gezip de görmezler mi kendilerinden öncekilerin sonları ne olmuş; onlar, kuvvet bakımından daha üstündü bunlardan ve yeryüzünün altını üstüne getirerek ekmişler ve orasını, bunların imar ettiğinden daha da fazla imar etmişlerdi ve onlara da apaçık delillerle gelmişti peygamberleri; derken Allah zulmetmemişti onlara ve fakat onlar, kendilerine zulmetmişlerdi.
Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler. Onlar, güç bakımından kendilerinden daha üstün idiler, toprağı alt-üst etmişler (ekmişler, madenler, sular arayıp çıkarmışlar) ve onu, kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de, onlara açık delillerle gelmişti. Demek ki Allah onlara zulmetmiyordu, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
evelem yesîrû fi-l'arḍi feyenżurû keyfe kâne `âḳibetü-lleẕîne min ḳablihim. kânû eşedde minhüm ḳuvvetev veeŝârü-l'arḍa ve`amerûhâ ekŝera mimmâ `amerûhâ vecâethüm rusülühüm bilbeyyinât. femâ kâne-llâhü liyażlimehüm velâkin kânû enfüsehüm yażlimûn.
Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce geçmiş kimselerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Ki onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler, yeryüzünü kazıp alt üst ederek onlardan çok imar etmiş kimseydiler ve onlara belgelerle peygamberler gelmişti. Böylece Allah onlara zulmetmiyor, onlar kendilerine zulmediyorlardı.
Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler.
Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmazlar mı? Onlardan daha güçlü idiler, toprağı işlediler ve onlardan daha fazla üretimde bulundular. Elçileri onlara apaçık delillerle gitmişlerdi. Onlara zulmeden ALLAH değildi; onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.
Onlar, yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş baksınlar? Onlar, kendilerinden daha güçlüydüler. Toprağı sürmüşler ve onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri delillerle gelmişlerdi. Demek Allah onlara zulmetmiyordu. Fakat onlar, kendilerine zulmediyorlardı.
Yeryüzünde dolaşıp bir bakmıyorlar mı ki, nasıl oldu kendilerinden öncekilerin sonu? Onlar kuvvet yönünden bunlardan daha ağır ve baskındılar. Toprağı eşip deşip didik didik etmişlerdi. Ve yeryüzünü, bunların imar ettiklerinden çok daha fazla imar etmişlerdi. Ve resulleri onlara açık-seçik deliller getirmişti. O halde, Allah onlara zulmediyor değildi. Doğrusu, onlardı öz benliklerine zulmedip duranlar.
Onlar dünyayı hiç dolaşmıyorlar mı ki,kendilerinden önce yaşayanların âkıbetlerinin nasıl olduğunu görsünler?Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler.Toprağı altüst etmiş, sular, maden, ekin gibi nimetlerden yararlanmış ve şimdikilerin yeri imar edişlerinden daha fazlasıyla imar etmişler, resulleri de kendilerine aşikâr, parlak deliller getirmişlerdi.Ama hakikati reddettiler ve sonuçta yok olup gittiler. Allah onlara asla zulmetmedi, lâkin onlar kendi öz canlarına zulmettiler.
Yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna baksınlar. Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; (sular, madenler çıkarmak, ekin ekmek, ağaç dikmek için) toprağı (kazmış) alt-üst etmişler ve onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da elçileri, deliller getirmişti. Allah onlara zulmedecek değildi. Fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı.
ثُمَّ كَانَ عَٰقِبَةَ ٱلَّذِينَ أَسَٰٓـُٔوا۟ ٱلسُّوٓأَىٰٓ أَن كَذَّبُوا۟ بِـَٔايَٰتِ ٱللَّهِ وَكَانُوا۟ بِهَا يَسْتَهْزِءُونَ ﴿١٠﴾
Sonra da Allah'ın delillerini yalanladıkları ve onlarla alay ettikleri için o kötülük edenlerin sonu kötü oldu gitti.
Sonra kötülük yapanların uğradıkları son, Allah'ın ayetlerini yalanlamaları ve alay konusu edinmeleri dolayısıyla çok kötü oldu.
ŝümme kâne `âḳibete-lleẕîne esâü-ssûâ en keẕẕebû biâyâti-llâhi vekânû bihâ yestehziûn.
Sonra Allah'ın ayetlerini yalan sayıp, onları alaya alarak kötülük yapanların sonu pek kötü oldu.
Sonunda, Allah'ın ayetlerini yalan sayarak ve onları alaya alarak kötülük yapanların akıbetleri pek fena oldu.
Kötülük işleyenlerin sonu kötü oldu. Çünkü ALLAH'ın ayet ve mucizelerini yalanladılar ve onlarla eğlendiler.
Sonra o kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini yalan saydılar ve onlarla alay ediyorlardı.
Sonra o çirkinlik ve kötülük sergileyenlerin sonu, çirkinlik ve kötülüğün en beteri oldu. Çünkü Allah'ın ayetlerini yalanlamışlardı ve o ayetlerle alay ediyorlardı.
Sonra, o fenalık yapanların âkıbetleri, en fena bir âkıbet oldu.Çünkü Allah'ın âyetlerini yalan saydılar.Bir taraftan da onlarla eğleniyorlardı. [6,110, 61,5; 5,49]
Sonra kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu. Çünkü Allah'ın ayetlerini yalanladılar. Ve onlarla alay ediyorlardı.
ٱللَّهُ يَبْدَؤُا۟ ٱلْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُۥ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿١١﴾
Allah, önce yaratır da sonra öldürerek tekrar halkeder ve yaratılışı yeniler, sonra da hepiniz döndürülür, onun tapısına götürülürsünüz.
Allah, yaratmayı başlatır, sonra onu iade eder, sonra da siz O'na döndürülürsünüz.
allâhü yebdeü-lḫalḳa ŝümme yü`îdühû ŝümme ileyhi türce`ûn.
Allah önce yaratır, ölümünden sonra tekrar diriltir. Sonunda O'na döneceksiniz.
Allah, ilkin mahlukunu yaratır, (ölümden) sonra da bunu (yaratmayı), tekrarlar. Sonunda hep O'na döndürüleceksiniz.
Yaratılışı başlatan, sonra onu tekrarlayan ALLAH'tır. Ve sonunda siz O'na döndürüleceksiniz.
Allah yaratmayı ilkin yapar, sonra da çevirir, onu yeniden yapar. Sonra hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz.
Allah yaratışa başlar, sonra onu varlık alanından çekip tekrar yaratır. En sonunda O'na döndürülürsünüz.
Allah, kâinatı yaratmaya ilkin başlayan,sonra onu tekrar yapan, öldürdükten sonra diriltendir.İşin sonunda da hesap vermek üzere O'nun huzuruna götürüleceksiniz.
Allah, yaratmağa başlar, sonra onu çevirip yeniden yapar; sonra O'na döndürülürsünüz.
وَيَوْمَ تَقُومُ ٱلسَّاعَةُ يُبْلِسُ ٱلْمُجْرِمُونَ ﴿١٢﴾
Ve kıyametin koptuğu gün, suçlular, rahmetten meyus olurlar.
Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar umutsuzca yıkılırlar.
veyevme teḳûmü-ssâ`atü yüblisü-lmücrimûn.
Kıyamet koptuğu gün suçlular umutsuz kalıverirler.
Kıyametin kopacağı gün, günahkarlar (ümitsizlik içinde) susacaklardır.
Saatin gerçekleştiği gün suçlular şoke olurlar.
Kıyamet saatinin gelip çattığı gün suçlular, her ümidi keserler.
Kıyametin kopacağı gün, günahkârlar sus-pus olacaklardır.
Kıyamet koptuğu gün, o suçlu kâfirler ümitlerini tamamen kesip susarlar.
(Duruşma) Sa'at(i) başladığı gün, suçlular (umutsuzluk içinde) susarlar.
وَلَمْ يَكُن لَّهُم مِّن شُرَكَآئِهِمْ شُفَعَٰٓؤُا۟ وَكَانُوا۟ بِشُرَكَآئِهِمْ كَٰفِرِينَ ﴿١٣﴾
Ve onlara, Tanrı'ya ortak sandıkları şeylerden şefaat eden de olmaz ve onlar da Tanrı'ya şerik sandıkları şeylere kafir olurlar.
(Allah'a eş koştukları) Ortaklarından kendilerine şefaatçi olan yoktur; onlar, ortaklarını inkar ediyorlar.
velem yekül lehüm min şürakâihim şüf`âü vekânû bişürakâihim kâfirîn.
Koştukları ortakları artık şefaatçileri değildir; ortaklarını inkar ederler.
(Allah'a koştukları) ortaklarından kendilerine hiçbir şefaatçı çıkmayacaktır. Zaten onlar, ortaklarını da inkar edeceklerdir.
Koştukları ortaklarından da kendilerine şefaat eden hiç bir kimse çıkmaz; ortaklarını inkar ederler.
Allah'a ortak koştuklarından, kendilerine şefaat edecekler de bulunmaz. Onlar, o zaman Allah'a koştukları ortakları inkâr ederler.
Allah'a ortak tuttukları arasından, kendileri için şefaatçılar çıkmayacaktır. Kendi yandaşlarına nankörlük etmektedir onlar.
Ortaklarından kendilerine bir tek şefaatçi dahi bulunmaz, zaten onlar ortaklarını da rededeceklerdir.
(Allah'a) ortak(koştukları put)larından da kendilerine hiçbir şefa'atçi çıkmaz. O zaman ortaklarını inkar ederler.
وَيَوْمَ تَقُومُ ٱلسَّاعَةُ يَوْمَئِذٍۢ يَتَفَرَّقُونَ ﴿١٤﴾
Ve kıyametin koptuğu gün yok mu, işte o gün tamamıyla ayrılırlar da.
Kıyamet-saatinin kopacağı gün, (mü'minlerle kafirler birbirlerinden) ayrılırlar.
veyevme teḳûmü-ssâ`atü yevmeiẕiy yeteferraḳûn.
Kıyamet koptuğu gün, işte o gün, darmadağın olurlar.
Kıyamet kopacağı gün, işte o gün (müminlerle inkarcılar) birbirlerinden ayrılacaklardır.
Saatin gerçekleştiği gün gruplara ayrılırlar.
Kıyamet saatinin gelip çattığı gün varya, o gün (inananlarla inanmayanlar) ayrılırlar.
Saat gelip çattığı gün, o gün, hepsi birbirinden ayrılacaktır.
Kıyamet saati gelip çattığında, işte o gün, müminlerle kâfirler birbirlerinden ayrılırlar.
O sa'at başladığı gün, o gün (inananlar ve inanmayanlar) ayrılırlar:
فَأَمَّا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ فَهُمْ فِى رَوْضَةٍۢ يُحْبَرُونَ ﴿١٥﴾
İnanan ve iyi işlerde bulunanlar, cennet bahçesinde sevinip nimetlere nail olur onlar.
Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar 'bir cennet bahçesinde' 'sevinç içinde ağırlanırlar'.
feemme-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti fehüm fî ravḍatey yuḥberûn.
Ama inanıp yararlı iş işleyenler, ağırlanacakları bir cennette bulunurlar.
İman edip iyi işler yapanlara gelince, onlar, cennette nimetlere ve sevince mazhar olacaklardır.
İnanıp erdemli davrananlar ise bir bahçe içinde neşelendirilirler.
Şimdi iman edip salih ameller yapmış olanlara gelince, onlar bir bahçe içinde neşelenirler.
İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onlar bir bahçe içinde mutlu kılınırlar.
İman edip güzel ve makbul işler yapanlar cennet bahçelerinde ağırlanarak neşelenirler.
İnanıp iyi işler yapanlar, onlar (çiçekli, ırmaklı) bir bahçe içinde neş'elendirilirler.
وَأَمَّا ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ وَكَذَّبُوا۟ بِـَٔايَٰتِنَا وَلِقَآئِ ٱلْءَاخِرَةِ فَأُو۟لَٰٓئِكَ فِى ٱلْعَذَابِ مُحْضَرُونَ ﴿١٦﴾
Ve fakat kafir olanlara ve delillerimizi ve ahirete kavuşacaklarını yalanlayanlara gelince: Artık onlardır azap için hazırlananlar.
Ancak inkar edip ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar ise; artık onlar da azap için hazır bulundurulurlar.
veemme-lleẕîne keferû vekeẕẕebû biâyâtinâ veliḳâi-l'âḫirati feülâike fi-l`aẕâbi muḥḍarûn.
İnkar edip, ayetlerimizi ve ahirette Bana kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar azabla yüzyüze bırakılırlar.
İnkar edenler, ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalan sayanlar ise, işte onlar azapla yüzyüze bırakılacaklardır.
İnkar edip, ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayanlar da azabın içine sokulurlar.
Âyetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalan sayıp da küfredenlere gelince, işte onlar o zaman azab içinde hazır bulundurulurlar.
İnkâr edip ayetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalanlayanlara gelince, onlar azabın içinde hazır bulundurulurlar.
İnkâr edip âyetlerimizi ve öldükten sonra dirilmeyi,Allah'ın huzuruna çıkmayı yalan sayanlar ise, azaba atılmak üzere getirilirler.
Fakat inkar edip ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayanlara gelince, onlar da (tutuklanıp) azabın içine getirilirler.
فَسُبْحَٰنَ ٱللَّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ ﴿١٧﴾
Artık tenzih edin Allah'ı akşama girince ve sabaha erince.
Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah'ı tesbih edip (yüceltin).
fesübḥâne-llâhi ḥîne tümsûne veḥîne tuṣbiḥûn.
Akşamlarken ve sabahlarken, öğle ve ikindi vaktinde Allah'ı -ki göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur- tesbih edin, namaz kılın.
Haydi siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde) sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'ı tesbih edin (namaz kılın), ki göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur.
Öyleyse geceleyin bir köşeye çekildiğiniz ve sabahleyin kalktığınız zaman ALLAH'ı övgüyle anın.
O halde akşama girdiğiniz zaman da, sabaha girdiğiniz zaman da tesbih Allah'ındır. (daima O, tesbih edilir).
O halde tespih Allah için. Akşama erdiğinizde de sabaha erdiğinizde de...
Haydi siz akşama girerken, sabaha çıkarken Allah'ı takdis ve tenzih edin, namaz kılın. [11,114; 20,130]
Öyle ise akşama girdiğiniz zaman da, sabaha erdiğiniz zaman da tesbih Allah'ındır (O'nun şanının yüceliği anılır).
وَلَهُ ٱلْحَمْدُ فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَعَشِيًّۭا وَحِينَ تُظْهِرُونَ ﴿١٨﴾
Ve onadır hamd göklerde ve yeryüzünde; ve tenzih edin onu gündüzün sonlarında ve öğle vaktinde.
Hamd O'nundur; göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de.
velehü-lḥamdü fi-ssemâvâti vel'arḍi ve`aşiyyev veḥîne tużhirûn.
Akşamlarken ve sabahlarken, öğle ve ikindi vaktinde Allah'ı -ki göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur- tesbih edin, namaz kılın.
Haydi siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde) sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'ı tesbih edin (namaz kılın), ki göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur.
Akşam ve öğle tatilinde göklerde ve yerde tüm övgüler O'nadır.
Göklerde ve yerde, ikindileyin de, öğleye erdiğiniz zaman da hamd O'na mahsustur.
Göklerde ve yerde hamt da O'na; gün sonunda da öğleye erdiğinizde de.
Göklerde ve yerde hamd, güzel övgü O'na mahsustur.İkindi vaktinde de, öğleye girerken de, O’nu takdis ve tenzih edin, namaz kılın! [91,3-4; 92,1-2; 93,1-2]
Göklerde ve yerde, günün sonunda da, öğleye erdiğiniz zaman da hamd, O'na mahsustur.
يُخْرِجُ ٱلْحَىَّ مِنَ ٱلْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ ٱلْمَيِّتَ مِنَ ٱلْحَىِّ وَيُحْىِ ٱلْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا ۚ وَكَذَٰلِكَ تُخْرَجُونَ ﴿١٩﴾
Ölüden diri izhar eder, diriden ölü izhar eder ve yeryüzünü diriltir ölümünden sonra ve böylece çıkarır mezarlarınızdan sizi de.
O ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır, ölümünden sonra da yeri diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.
yuḫricü-lḥayye mine-lmeyyiti veyuḫricü-lmeyyite mine-lḥayyi veyuḥyi-l'arḍa ba`de mevtihâ. vekeẕâlike tuḫracûn.
O, ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır; yeryüzünü ölümünden sonra O canlandırır. Ey insanlar! İşte siz de böylece diriltileceksiniz.
Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor; yeryüzünü ölümünün ardından O canlandırıyor. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız.
Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır ve ölümünden sonra yeryüzünü diriltir; siz işte böyle çıkarılacaksınız.
O, ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız.
Diriyi ölüden çıkarır O, ölüyü diriden çıkarır. Ölümünün ardından toprağa hayat verir. Siz de işte böyle çıkarılacaksınız.
O, ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü çıkarır ve ölmüş toprağa hayat verir.İşte siz de öldükten sonra böylece diriltileceksiniz. [36,33-34; 22,5-7; 7,57]
(Allah), ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır; yeri ölümünden sonra diriltir. İşte siz de (bedensel hayata) öyle çıkarılacaksınız.
وَمِنْ ءَايَٰتِهِۦٓ أَنْ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍۢ ثُمَّ إِذَآ أَنتُم بَشَرٌۭ تَنتَشِرُونَ ﴿٢٠﴾
Ve delillerindendir ki sizi topraktan yaratmıştır da sonra insan haline gelir, yeryüzünün her yanına dağılırsınız.
Sizi topraktan yaratmış bulunması, O'nun ayetlerindendir; sonra siz, (yeryüzünün her yanına) yayılmakta olan bir beşer (türü) oldunuz.
vemin âyâtihî en ḫaleḳaküm min türâbin ŝümme iẕâ entüm beşerun tenteşirûn.
Sizi topraktan yaratması O'nun varlığının belgelerindendir. Sonra hemen birer insan olup yeryüzüne yayılırsınız.
Sizi topraktan yaratması, O'nun (varlığının) delillerindendir. Sonra siz, (her tarafa) yayılan insanlar oluverdiniz.
Sizi bir topraktan yaratması ve sonra yayılıp çoğalan insanlar olmanız O'nun ayetlerindendir.
O'nun âyetlerinden (kudretinin delillerinden)dir ki, sizi bir topraktan yarattı. Sonra da siz şimdi yeryüzünde dağılıp yayılan insanlar oluverdiniz.
Onun ayetlerinden biri de sizi, topraktan yaratmış olmasıdır. Sonra siz bir insan türü oldunuz, her tarafa yayılıyorsunuz.
O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri:Sizi topraktan yaratmış olmasıdır.Sonra dünyaya yayılmış beşeriyet haline geldiniz.
O'nun ayetlerinden (gücünün işaretlerinden) biri sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz, (yeryüzüne) yayılan insan(lar) oluverdiniz.
وَمِنْ ءَايَٰتِهِۦٓ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَٰجًۭا لِّتَسْكُنُوٓا۟ إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةًۭ وَرَحْمَةً ۚ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍۢ لِّقَوْمٍۢ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٢١﴾
Ve delillerindendir ki sizin cinsinizden eşler yaratmıştır size, onlarla uzlaşıp geçinesiniz diye ve aranıza da sevgi ve merhamet ihsan etmiştir; şüphe yok ki bunda, düşünen topluluğa deliller var.
Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
vemin âyâtihî en ḫaleḳa leküm min enfüsiküm ezvâcel liteskünû ileyhâ vece`ale beyneküm meveddetev veraḥmeh. inne fî ẕâlike leâyâtil liḳavmiy yetefekkerûn.
İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen millet için dersler vardır.
Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.
Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza dostluk sevgisi ve merhamet koyması O'nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır.
Yine O'nun âyetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.
Onun ayetlerinden biri de sizin için, kendilerine ısınasınız ve aranızda sevgi ve rahmet koysun diye nefislerinizden eşler yaratmasıdır. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette ayetler vardır.
O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de:Kendilerine ısınmanız için, size içinizden eşler yaratması, birbirinize karşı sevgi ve şefkat var etmesidir. Elbette bunda, düşünen kimseler için ibretler vardır. [7,179]
O'nun ayetlerinden biri de, size nefislerinizden, sakinleşeceğiniz eşler yaratması ve aranıza sevgi ve acıma koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır.
وَمِنْ ءَايَٰتِهِۦ خَلْقُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱخْتِلَٰفُ أَلْسِنَتِكُمْ وَأَلْوَٰنِكُمْ ۚ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍۢ لِّلْعَٰلِمِينَ ﴿٢٢﴾
Ve delillerindendir göklerin ve yeryüzünün yaratılışı ve dillerinizin ve renklerinizin ayrılığı; şüphe yok ki bunda, bilenlere deliller var.
Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır.
vemin âyâtihî ḫalḳu-ssemâvâti vel'arḍi vaḫtilâfü elsinetiküm veelvâniküm. inne fî ẕâlike leâyâtil lil'`âlimîn.
Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması, O'nun varlığının belgelerindendir. Doğrusu bunlarda, bilenler için dersler vardır.
O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.
Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da O'nun ayetlerindendir. Bilenler için bunda işaretler vardır.
Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır.
Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O'nun ayetlerindendir. Bunda, ilim sahipleri için elbette ibretler vardır.
O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de: Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda bilen ve anlayan kimseler için ibretler vardır. [4,1; 29,43; 49,13; 78,8]
O'nun ayetlerinden biri de göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda, bilenler için ibretler vardır.
وَمِنْ ءَايَٰتِهِۦ مَنَامُكُم بِٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ وَٱبْتِغَآؤُكُم مِّن فَضْلِهِۦٓ ۚ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍۢ لِّقَوْمٍۢ يَسْمَعُونَ ﴿٢٣﴾
Ve delillerindendir uykunuz geceleyin ve gündüzün ve lutfundan rızkınızı arayıp buluşunuz. Şüphe yok ki bunda duyan topluluğa deliller var.
Geceleyin ve gündüzün uyumanız ile O'nun fazlından (geçiminizi temin için rızkınızı) aramanız, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz işitebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
vemin âyâtihî menâmüküm billeyli vennehâri vebtigâüküm min faḍlih. inne fî ẕâlike leâyâtil liḳavmiy yesme`ûn.
Geceleyin uyumanız, gündüz de lütfundan rızık aramanız O'nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda kulak veren millet için dersler vardır.
Gece olsun gündüz olsun, uyumanız ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) aramanız da O'nun (varlığının) delillerindendir. Gerçekten bunda, işiten bir kavim için ibretler vardır.
Geceleyin ve gündüzün uyumanız ve O'nun lütfundan aramanız da O'nun ayetlerindendir. Dinleyen bir toplum için bunda işaretler vardır.
Yine gecede ve gündüzde uyumanız ve lütfundan nasib aramanız da O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda dinleyecek bir kavim için nice ibretler vardır.
Gece ve gündüz uyumanız, onun lütfundan nasip aramanız da O'nun ayetlerindendir. Bunda, işitebilen bir toplum için elbette ibretler vardır.
O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de: Geceleyin veya gündüzün uyumanız ve O’nun geniş lütfundan geçim vesileleri aramanızdır.Elbette bunda işiten kimseler için ibretler vardır.
O'nun ayetlerinden biri de, geceleyin ve gündüzün uyumanız ve O'nun lutfundan (nasibinizi) aramanızdır. Şüphesiz bunda, işiten bir toplum için ibretler vardır.
وَمِنْ ءَايَٰتِهِۦ يُرِيكُمُ ٱلْبَرْقَ خَوْفًۭا وَطَمَعًۭا وَيُنَزِّلُ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءًۭ فَيُحْىِۦ بِهِ ٱلْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَآ ۚ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍۢ لِّقَوْمٍۢ يَعْقِلُونَ ﴿٢٤﴾
Ve delillerindendir ki sizi hem korkutan, hem umduran şimşeği göstermede ve gökten yağmur yağdırmada da o suretle ölümünden sonra yeryüzünü diriltmede. Şüphe yok ki bunda, akıl eden topluluğa deliller var.
Size bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
vemin âyâtihî yürîkümü-lberḳa ḫavfev veṭame`av veyünezzilü mine-ssemâi mâen feyuḥyî bihi-l'arḍa ba`de mevtihâ. inne fî ẕâlike leâyâtil liḳavmiy ya`ḳilûn.
Size korku ve ümit veren şimşeği göstermesi, gökten su indirip ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi O'nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen millet için dersler vardır.
Yine O'nun delillerindendir ki, size korku ve ümit vermek üzere şimşeği gösteriyor, gökten su indirip ölümünün ardından arzı onunla diriltiyor. Doğrusu bunda, aklını kullanan bir kavim için (alınacak) dersler vardır.
Korku ve umut kaynağı olarak size şimşeği göstermesi ve gökten bir su indirerek ölümünden sonra onunla yeri diriltmesi de O'nun ayetlerindendir. Aklını kullanan bir toplum için bunda işaretler vardır.
Yine O'nun âyetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat veriyor. Şüphesiz ki bunda aklını kullanacak bir kavim için nice ibretler vardır.
Yine O'nun ayetlerindendir ki O size, korku ve ümit olmak üzere şimşeği gösteriyor; gökten bir su indiriyor da ölümünden sonra toprağı onunla canlandırıyor. Bunda, aklını işleten bir topluluk için elbette mucizeler vardır.
O'nun delillerinden biri de:Gâh korku, gâh ümit vermek için size şimşeği göstermesi, gökten bir su indirip ölmüş toprağa onun sayesinde hayat vermesidir.Elbette bunda aklını çalıştıran kimseler için ibretler vardır.
O'nun ayetlerinden biri de, size, korku ve umut vermek için şimşeği göstermesi, gökten bir su indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltmesidir. Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.
وَمِنْ ءَايَٰتِهِۦٓ أَن تَقُومَ ٱلسَّمَآءُ وَٱلْأَرْضُ بِأَمْرِهِۦ ۚ ثُمَّ إِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةًۭ مِّنَ ٱلْأَرْضِ إِذَآ أَنتُمْ تَخْرُجُونَ ﴿٢٥﴾
Ve delillerindendir ki gökle yer, öylece durmada; sonra sizi bir çağırdı mı hemen yeraltından çıkacaksınız.
Göğün ve yerin O'nun emriyle (hareketten kesilip olduğu yerde veya bu düzen içinde) durması da, O'nun ayetlerindendir. Sonra sizi yerden (toprağın altından) bir (kere) çağırma ile çağırdığı zaman, hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız.
vemin âyâtihî en teḳûme-ssemâü vel'arḍu biemrih. ŝümme iẕâ de`âküm da`vetem mine-l'arḍi iẕâ entüm tuḫracûn.
Göğün ve yerin O'nun buyruğu ile ayakta durması O'nun varlığının belgelerindendir. Sonra sizi kabirlerinizden bir çağırmaya görsün, hemen çıkıverirsiniz.
Göğün ve yerin O'nun buyruğu ile durması da O'nun (varlığının) delillerindendir. Sonra sizi topraktan bir çağırdı mı hemen (kabirlerinizden) çıkıverirsiniz.
Göğün ve yerin O'nun buyruğuyla ayakta durması da O'nun ayetlerindendir. Sonra sizi yerden bir tek çağrıyla çağırdığı vakit siz çıkıverirsiniz.
Yine göğün ve yerin, emriyle durması da O'nun âyetlerindendir. Sonra sizi bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki (yerden diriltilip çıkarılıyorsunuz).
Göğün ve yerin O'nun emriyle ayakta durması da O'nun ayetlerindendir. Sonra sizi bir çağrıyla davet ettiğinde siz yerden hemen çıkacaksınız.
O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de göğün ve yerin, Kendisinin buyruğu ile kaim olmaları, belirlenen yerde sapasağlam bulunmalarıdır.Sonra sizi yattığınız yerden bir çağırdı mı, birden kabirlerinizden çıkıverirsiniz! [35,41; 22,65; 17,52; 79,13-14; 36,53]
O'nun ayetlerinden biri de göğün ve yerin, kendisinin buyruğuyla durmasıdır. Sonra sizi yerden bir tek da'vetle çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki çıkıyorsunuz.
وَلَهُۥ مَن فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ ۖ كُلٌّۭ لَّهُۥ قَٰنِتُونَ ﴿٢٦﴾
Ve onundur göklerde ve yeryüzünde ne varsa; hepsi de ona itaat eder.
Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar.
velehû men fi-ssemâvâti vel'arḍ. küllül lehû ḳânitûn.
Göklerde ve yerde olanlar O'nundur; hepsi O'na boyun eğmiştir.
Göklerde ve yerde olanlar hep O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmiştir.
Göklerde ve yerde bulunan herkes O'na aittir; hepsi O'na boyun eğmektedir.
Göklerde ve yerde kim varsa hepsi O'nundur. Hepsi de O'na itaat etmektedirler.
Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmektedir.
Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur. Onların hepsi, isteyerek veya istemeyerek O’na itaat ederler.
Göklerde ve yerde bulunan kimseler hep O'nundur, hepsi O'na ita'at etmektedirler.
وَهُوَ ٱلَّذِى يَبْدَؤُا۟ ٱلْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُۥ وَهُوَ أَهْوَنُ عَلَيْهِ ۚ وَلَهُ ٱلْمَثَلُ ٱلْأَعْلَىٰ فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ ۚ وَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلْحَكِيمُ ﴿٢٧﴾
Öyle bir mabuttur ki her şeyi önce yaratır, sonra öldürür de tekrar diriltir ve bu, pek kolaydır ona ve onundur göklerde ve yeryüzünde yüce sıfatlar ve odur üstün, hüküm ve hikmet sahibi.
Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur; bu O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en Yüce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
vehüve-lleẕî yebdeü-lḫalḳa ŝümme yü`îdühû vehüve ehvenü `aleyh. velehü-lmeŝelü-l'a`lâ fi-ssemâvâti vel'arḍ. vehüve-l`azîzü-lḥakîm.
Önce yaratan, ölümünden sonra tekrar dirilten O'dur. Bu, O'nun için daha kolaydır. Göklerde ve yerde olan en üstün sıfatlar O'nundur. O, güçlüdür, Hakim'dir.
İlkin mahlukunu yaratıp (ölümden) sonra bunu (yaratmayı) tekrarlayan O'dur, ki bu, O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde (tecelli eden) en yüce sıfat O'nundur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.
Yaratılışı başlatıp tekrarlayan da O'dur; bu O'na çok kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce örnek O'na aittir. O Üstündür, Bilgedir.
Hem yaratmayı ilkin yapan O'dur. Sonra onu çevirip yeniden yapacak olan da O'dur ki, bu O'na çok kolaydır. Göklerde ve yerde en yüksek şan ve şeref O'nundur. O çokgüçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Yaratmaya ilk başlayan/yaratılanları ilk yaratan O'dur. Sonra onları çevirip yeniden yaratacaktır. Bu O'nun için çok da kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce örnekler/en yüce sıfatlar O'nundur. O'dur Azîz, O'dur Hakîm...
Mahlûkları ilkin yoktan yaratan, ölümden sonra da dirilten O'dur.Bu diriltme O’na göre pek kolaydır.Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar O’nundur.Gerçekten O azîz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Yaratmağa başlayan O'dur. Sonra onu çevirip yeniden yapar. Bu, O'na daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce durum O'nundur (En büyük kudret ve şeref misali O'dur). O, üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
ضَرَبَ لَكُم مَّثَلًۭا مِّنْ أَنفُسِكُمْ ۖ هَل لَّكُم مِّن مَّا مَلَكَتْ أَيْمَٰنُكُم مِّن شُرَكَآءَ فِى مَا رَزَقْنَٰكُمْ فَأَنتُمْ فِيهِ سَوَآءٌۭ تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنفُسَكُمْ ۚ كَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ ٱلْءَايَٰتِ لِقَوْمٍۢ يَعْقِلُونَ ﴿٢٨﴾
Size, kendinize ait birşeyle örnek getirmede: Kölelerinizden, cariyelerinizden, sizi rızıklandırdığımız şeylerde size ortak olanlar var mı ve siz, o mallarda, onlarla bir olur musunuz, onları mallarınıza ortak eder de onlar da, sizin korkup titrediğiniz gibi o malların üstüne korkup titrerler mi? İşte, akıl eden topluluğa delilleri böylece tekrarlayıp açıklarız.
Size kendi nefislerinizden bir örnek verdi: \"Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sağ ellerinizin malik olduklarınızdan, sizinle eşit olup kendi kendinizden korktuğunuz gibi kendilerinden de korktuğunuz (veya çekinip saygı duyduğunuz) ortaklar var mıdır? “İşte Biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız.
ḍarabe leküm meŝelem min enfüsiküm. hel leküm mim mâ meleket eymânüküm min şürakâe fî mâ razaḳnâküm feentüm fîhi sevâün teḫâfûnehüm keḫîfetiküm enfüseküm. keẕâlike nüfeṣṣilü-l'âyâti liḳavmiy ya`ḳilûn.
Allah size kendinizden bir misal vermektedir: Size verdiğimiz rızıklarda, emrinizde bulunan kölelerinizin de eşit surette hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizi saydığınız gibi bu ortaklarınızı sayar mısınız? Düşünen millete ayetleri böylece uzun uzadıya açıklarız.
Allah size kendinizden bir temsil getirmektedir: Mülkiyetiniz altında bulunan köleler içinde, size verdiğimiz rızıklarda -birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekineceğiniz derecede sizinle eşit (haklara sahip)- ortaklarınız var mı? İşte biz ayetlerimizi, aklını kullanacak bir kavim için böylece açıklıyoruz.
İşte size kendi içinizden bir örnek veriyor: Emriniz altındaki kimseleri, size verdiğimiz rızıklarda size eşit ortaklar olarak kabul eder misiniz? Birbirinizden çekindiğiniz gibi onlardan da çekinir misiniz? Aklını kullanan bir toplum için ayetleri b öyle detaylı açıklarız.
Allah, size kendinizden bir misâl verdi: Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde elleriniz altındaki kölelerinizden ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur, aranızda birbirinizi saydığınız gibi, onları da sayar mısınız? İşte biz, düşünecek bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz.
Size öz benliklerinizden bir örnek verdi: Ellerinizin altında bulunanlarda, size verdiğimiz rızıklarda, sizinle aynı haklara sahip, birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekineceğiniz ortaklarınız var mı? İşte biz, aklını işletecek bir topluluk için ayetleri böyle açık açık sıralıyoruz.
Bakın, Allah size kendi hayatınızdan bir temsil getiriyor: Hiç, elinizin altındaki köle ve hizmetçilerden, size nasib ettiğimiz servette, onların payları da sizinki ile eşit olacak derecede, kendinize ortak yaptığınız, kendinize itibar ettiğiniz kadar onlara da itibar edip saydığınız ortaklarınız var mıdır?İşte Biz aklını kullanan kimseler için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.
Size kendinizden bir misal verdi: (Bakın) size verdiğimiz rızıklarda; sizin ellerinizin altında bulunan(köleler, hizmetçi)lerden sizinle eşit derecede (yönetim hakkına sahip) olan, birbiriniz(in hakkına dokunmak)dan çekindiğiniz gibi onlar(ın hakkına dokunmak)dan da çekindiğiniz ortaklar var mı (ki tutup kendi mülkümüzde, saltanatımızda bize ortaklar atfediyorsunuz, kendi kullarımızı, yaratıklarımızı bize eş koşuyorsunuz)? İşte biz, aklını kullanan bir toplum için ayetleri böyle açıklıyoruz.
بَلِ ٱتَّبَعَ ٱلَّذِينَ ظَلَمُوٓا۟ أَهْوَآءَهُم بِغَيْرِ عِلْمٍۢ ۖ فَمَن يَهْدِى مَنْ أَضَلَّ ٱللَّهُ ۖ وَمَا لَهُم مِّن نَّٰصِرِينَ ﴿٢٩﴾
Hayır, o zulmedenler, bilgisizce kendi havalarına uydular; Allah'ın saptırdığı kişiyi kim doğru yola sevkedebilir? Ve onlara bir yardımcı da yoktur.
Hayır, zulmedenler, hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi heva (istek ve tutku)larına uymuşlardır. Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur.
beli-ttebe`a-lleẕîne żalemû ehvâehüm bigayri `ilmin. femey yehdî men eḍalle-llâh. vemâ lehüm min nâṣirîn.
Hayır; zulmedenler, körü körüne kendi heveslerine uymuşlardır. Allah'ın saptırdığı kimseleri kim doğru yola eriştirebilir? Onların yardımcıları da yoktur.
Gel gör ki haksızlık edenler, bilgisizce kötü arzularına uydular. Allah'ın saptırdığını kim doğru yola eriştirebilir? Onlar için herhangi bir yardımcı yoktur.
Aslında, zalimler bilgisizce kendi kafalarına uydular. ALLAH'ın saptırdığını kim doğruya iletebilir? Onlara hiç kimse yardım etmez.
Fakat zulmedenler, bilgisizce hevalarına uydular. Artık Allah'ın şaşırdığını kim yola getirebilir? Onların yardımcıları da yoktur.
Zulme sapanlarsa ilimsiz bir biçimde keyiflerine uymuşlardır. Allah'ın saptırdığına kim yol gösterecek? Böylelerinin yardımcıları yoktur.
Fakat zalimler bir bilgiye dayanmaksızın, körü körüne heva ve heveslerine tâbi oldular.Allah'ın şaşırttığını artık kim doğru yola getirebilir? Bu işte onlar hiç bir yardımcı bulamazlar.
Hayır, zulmedenler, bilgisizce keyiflerine uydular. Allah'ın şaşırttığını (Allah'ın gönderdiği hidayete uymadığı için düştüğü sapıklığında terk ettiği kimseyi) kim yola getirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur.
فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًۭا ۚ فِطْرَتَ ٱللَّهِ ٱلَّتِى فَطَرَ ٱلنَّاسَ عَلَيْهَا ۚ لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ ٱللَّهِ ۚ ذَٰلِكَ ٱلدِّينُ ٱلْقَيِّمُ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ ٱلنَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٠﴾
Artık, yüzünü tam doğru dine döndür, Allah'ın ilk yarattığı selamet haline ki insanları, o tabii halde, selamet halinde yaratmıştır; Allah'ın yaratışı, din, değiştirilemez; budur en doğru din ve fakat insanların çoğu bilmez.
Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.
feeḳim vecheke lildîni ḥanîfâ. fiṭrate-llâhi-lletî feṭara-nnâse `aleyhâ. lâ tebdîle liḫalḳi-llâh. ẕâlike-ddînü-lḳayyim. velâkinne ekŝera-nnâsi lâ ya`lemûn.
Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılışta verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur; işte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler.
(Resulüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.
Bir tek Tanrıcı olarak kendini dine adamalısın. Nitekim, ALLAH insanları böyle bir yaratılış ile donatarak yaratmıştır. ALLAH'ın yaratışında değişiklik olmaz. Bu, tam yetkin bir dindir, fakat insanların çoğu bilmez.
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
O halde sen yüzünü, bir hanîf olarak dine, Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çokları bilmiyorlar.
O halde sen, batıl dinlerden uzaklaşarak yüzünü ve özünü, hak din olan İslâm'a yönelt.Yani Allah’ın insanları yaratmasında esas kıldığı o fıtrata uygun hareket et.Allah’ın bu hilkatini kimse değiştiremez. İşte dosdoğru din budur.Fakat insanların ekserisi bunu bilmezler. [17,172; 12,103; 6,116]
Sen yüzünü, Allah'ı birleyici olarak doğruca dine çevir: Allah'ın yaratma yasasına (uygun olan dine dön) ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din odur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
۞ مُنِيبِينَ إِلَيْهِ وَٱتَّقُوهُ وَأَقِيمُوا۟ ٱلصَّلَوٰةَ وَلَا تَكُونُوا۟ مِنَ ٱلْمُشْرِكِينَ ﴿٣١﴾
Ne emrettiyse ona uyarak hepiniz, yüzünüzü o dine döndürün ve namaz kılın ve şirk koşanlardan olmayın.
'Gönülden katıksız bağlılar' olarak, O'na yönelin ve O'ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın.
münîbîne ileyhi vetteḳûhü veeḳîmu-ṣṣalâte velâ tekûnû mine-lmüşrikîn.
Allah'a yönelerek O'na karşı gelmekten sakınınız, namaz kılınız, dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan, her fırkasının da kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden olmayınız.
Hepiniz O'na yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden olmayın.
O'na yönelin; O'nu sayıp dinleyin. Namazı gözetin ve ortak koşanlardan olmayın.
Başkasından geçerek hep O'na gönül verin ve O'ndan sakının. Namaza devam edin ve müşrilerden olmayın.
O'a yönelmiş kişiler olarak O'ndan sakının! Namazı/duayı yerine getirin ve sakın şirke sapanlardan olmayın;
Başka her şeyden geçerek O'na tam gönül verin,O’na karşı gelmekten sakının, namazı hakkıyla ifa edin!Ve asla dinlerini parça parça edip kendileri de öbek öbek olan o müşriklerden olmayın!Öyle ki her hizip, kendi yanındakiyle böbürlenmektedir [6,159].
Yalnız O'na yönelin ve O'ndan korkun; namazı kılın ve (Allah'a) ortak koşanlardan olmayın.
مِنَ ٱلَّذِينَ فَرَّقُوا۟ دِينَهُمْ وَكَانُوا۟ شِيَعًۭا ۖ كُلُّ حِزْبٍۭ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ ﴿٣٢﴾
O şirk koşanlardan ki dinlerinde aykırılığa düşmüşler de bölükbölük olmuşlardır ve her zümre, kendisinde bulunana razı olup gitmiştir.
(O müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır.
mine-lleẕîne ferraḳû dînehüm vekânû şiye`â. küllü ḥizbim bimâ ledeyhim feriḥûn.
Allah'a yönelerek O'na karşı gelmekten sakınınız, namaz kılınız, dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan, her fırkasının da kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden olmayınız.
Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.
Onlar ki dinlerini parçaladılar ve mezhep mezhep oldular. Her parti kendine ait (imam ve kitap) larla sevinip övünmektedir.
O müşriklerden (olmayın ki) onlar, dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır. Her grup kendilerindekine güvenmektedir.
Onlardan ki, dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür.
Başka her şeyden geçerek O'na tam gönül verin,O’na karşı gelmekten sakının, namazı hakkıyla ifa edin!Ve asla dinlerini parça parça edip kendileri de öbek öbek olan o müşriklerden olmayın!Öyle ki her hizip, kendi yanındakiyle böbürlenmektedir [6,159].
(O ortak koşanlardan olmayın ki onlar) Dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Her parti kendi yanındakiyle sevin(ip övün)mektedir.
وَإِذَا مَسَّ ٱلنَّاسَ ضُرٌّۭ دَعَوْا۟ رَبَّهُم مُّنِيبِينَ إِلَيْهِ ثُمَّ إِذَآ أَذَاقَهُم مِّنْهُ رَحْمَةً إِذَا فَرِيقٌۭ مِّنْهُم بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَ ﴿٣٣﴾
Ve insanlara bir zarar erişti mi dönüp Rablerini çağırırlar, sonra onlara, kendi katından bir rahmet tattırınca da onların bir bölüğü, Rablerine şirk koşarlar.
İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, 'gönülden katıksız bağlılar' olarak, Rablerine dua ederler; sonra kendinden onlara bir rahmet taddırınca hemencecik bir grup Rablerine şirk koşarlar.
veiẕâ messe-nnâse ḍurrun de`av rabbehüm münîbîne ileyhi ŝümme iẕâ eẕâḳahüm minhü raḥmeten iẕâ ferîḳum minhüm birabbihim yüşrikûn.
İnsanlar bir darlığa uğrayınca Rablerine dönerek O'na yalvarırlar, sonra Allah katından onlara bir rahmet tattırınca içlerinden bir takımı kendilerine verdiklerimize nankörlük ederek Rablerine eş koşarlar. Safa sürün bakalım, yakında göreceksiniz.
İnsanların başına bir sıkıntı gelince, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra Allah, katından onlara bir rahmet (nimet ve bolluk) tattırınca, bakarsınız ki onlardan bir gurup yine Rablerine ortak koşuyorlar.
Halka bir zarar dokunduğu gün tümüyle Rab'lerine yönelerek dua ederler. Fakat sonra, kendilerine bir rahmet tattırınca bazıları Rab'lerine ortak koşar.
Bununla beraber insanlara bir keder dokunduğu zaman her şeyden geçerek Rablerine yalvarır, dua ederler; sonra tarafından bir rahmet tattırıverdiği zaman da bakarsın onlardan bir kısmı tutar, O Rablerine ortak koşarlar.
İnsanlara bir zorluk dokunduğunda, Rablerine yönelerek O'na yakarırlar. Sonra onlara bir rahmet tattırınca bakarsın ki, içlerinden bir grup Rablerine ortak koşuyor.
İnsanlar bir derde düşünce, başka her şeyi unutarak yalnız Rab'lerine gönülden yalvarırlar;Sonra Allah onlara nezdinden bir rahmet ve bolluk tattırınca, bir de bakarsın ki onlardan bir kısmı Rab’lerine eş, ortak koşuyor ve böylece Allah’ın nimetlerine nankörlük ediyorlar.De ki: “Bir süre eğlenin bakalım, yakında öğrenirsiniz!”
İnsanlara bir zarar dokundu mu, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra (Rableri), onlara kendinden bir rahmet taddırınca, hemen onlardan bir grup, Rablerine ortak koşarlar.
لِيَكْفُرُوا۟ بِمَآ ءَاتَيْنَٰهُمْ ۚ فَتَمَتَّعُوا۟ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ﴿٣٤﴾
Şirk koşarlar, onlara verdiğimiz nimetlere nankörlük etmek için; şimdilik geçinin bakalım, yakında bilip anlarsınız.
Kendilerine (nimet olarak) verdiklerimize nankörlük etsinler diye. Öyleyse metalanıp-yararlanın, artık yakında bileceksiniz.
liyekfürû bimâ âteynâhüm. fetemette`û. fesevfe ta`lemûn.
İnsanlar bir darlığa uğrayınca Rablerine dönerek O'na yalvarırlar, sonra Allah katından onlara bir rahmet tattırınca içlerinden bir takımı kendilerine verdiklerimize nankörlük ederek Rablerine eş koşarlar. Safa sürün bakalım, yakında göreceksiniz.
Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler bakalım! Haydi sefa sürün; ama yakında bileceksiniz!
Böylece kendilerine verdiklerimize karşı nankörlük ederler. Zevklenin bakalım; ileride bileceksiniz.
Bunu da kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmek için yaparlar. Haydi geçinedurun bakalım, yakında bileceksiniz.
Kendilerine verdiklerimize karşı nankörlük etsinler diye. Haydi, yararlanın/zevklenin! Yakında bileceksiniz...
İnsanlar bir derde düşünce, başka her şeyi unutarak yalnız Rab'lerine gönülden yalvarırlar;Sonra Allah onlara nezdinden bir rahmet ve bolluk tattırınca, bir de bakarsın ki onlardan bir kısmı Rab’lerine eş, ortak koşuyor ve böylece Allah’ın nimetlerine nankörlük ediyorlar.De ki: “Bir süre eğlenin bakalım, yakında öğrenirsiniz!”
(Böyle yaparlar) Ki kendilerine verdiğimiz(ni'met)e karşı nankörlük etsinler. Şimdi zevk içinde yaşayın bakalım, yakında (sonunuzun ne olduğunu) bileceksiniz.
أَمْ أَنزَلْنَا عَلَيْهِمْ سُلْطَٰنًۭا فَهُوَ يَتَكَلَّمُ بِمَا كَانُوا۟ بِهِۦ يُشْرِكُونَ ﴿٣٥﴾
Yoksa biz onlara kesin bir delil mi indirdik de şirk koştukları şeyler hakkında onlara söz söyledi.
Yoksa Biz, onlara ispatlı bir delil indirdik de, o mu O'na ortak koşmalarını söylüyor?
em enzelnâ `aleyhim sülṭânen fehüve yetekellemü bimâ kânû bihî yüşrikûn.
Yoksa onlara ortak koşmalarını söyleyen bir delil mi indirdik.
Yoksa onlara bir kesin delil indirdik de, o delil, müşrik olmalarını mı söylüyor?
Yoksa onlara, ortak koşmalarını destekleyen bir delil mi indirdik?
Yoksa biz onlara bir delil indirmişiz de O'na ortak koşmalarını o mu söylüyor?
Yoksa onlara kesin bir kanıt mı indirdik de onlara Allah'a ortak koşmalarını söylüyor!
Yoksa Biz onlara bir ferman indirmişiz de, o ferman mı Allah'a şirk koşmalarını bildiriyor?
Yoksa onlara bir delil indirmişiz de o mu (Allah'a) ortak koşmalarını söylüyor?
وَإِذَآ أَذَقْنَا ٱلنَّاسَ رَحْمَةًۭ فَرِحُوا۟ بِهَا ۖ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌۢ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ ﴿٣٦﴾
İnsanlara bir rahmet tattırdık mı onunla sevinir, övünürler ve onlara, elleriyle yapıp hazırladıkları bir kötülük gelip çatınca da hemen ümitlerini keserler.
Biz insanlara bir rahmet taddırdığımız zaman, onunla sevinirler; kendi ellerinin takdim ettiği dolayısıyla onlara bir kötülük isabet ettiğinde, hemen umutsuzluğa kapılırlar.
veiẕâ eẕaḳne-nnâse raḥmeten feriḥû bihâ. vein tüṣibhüm seyyietüm bimâ ḳaddemet eydîhim iẕâ hüm yaḳneṭûn.
İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinirler, ama yaptıklarından ötürü başlarına bir kötülük gelirse hemen ümitlerini kaybediverirler.
İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda ona sevinirler. Şayet yaptıklarından ötürü başlarına bir fenalık gelse hemen ümitsizlige düşüverirler.
Halka bir rahmet tattırdığımız vakit onunla sevinirler. Yaptıklarının karşılığı olarak kendilerine bir kötülük dokunsa derhal umutsuzluğa düşerler.
Bir de biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman ona güveniyorlar da; ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle başlarına bir fenalık gelirse, hemen her ümidi kesiveriyorlar.
İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda, onunla ferahlar, şımarırlar. Kendi ellerinin hazırladıkları yüzünden kendilerine bir kötülük gelip çatsa, hemencecik ümitsizliğe düşerler.
İnsanlara bir nimet, bir bolluk tattırdığımızda onunla sevinip şımarırlar.Şayet kendi yaptıkları sebebiyle başlarına bir fenalık gelirse, hemen ümitsizliğe düşerler. [2,95; 4,78-79; 11,10]
Biz insanlara bir rahmet taddırdığımız zaman onunla sevinirler. Elleriyle yapıp öne sürdükleri(işleri)nden dolayı onlara bir kötülük erişince de, derhal umutsuzluğa düşerler.
أَوَلَمْ يَرَوْا۟ أَنَّ ٱللَّهَ يَبْسُطُ ٱلرِّزْقَ لِمَن يَشَآءُ وَيَقْدِرُ ۚ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍۢ لِّقَوْمٍۢ يُؤْمِنُونَ ﴿٣٧﴾
Görmezler mi ki şüphe yok Allah, dilediğinin rızkını bollaştırır, dilediğinin de daraltır. Şüphe yok ki bunda, inanan topluluğa deliller var elbet.
Görmüyorlar mı ki, Allah, dilediğine rızkı yayıp-genişletir ve kısar da. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
evelem yerav enne-llâhe yebsüṭu-rrizḳa limey yeşâü veyaḳdir. inne fî ẕâlike leâyâtil liḳavmiy yü'minûn.
Allah'ın, rızkı dilediğine yayıp bir ölçüye göre verdiğini görmezler mi? Doğrusu bunda, inananlar için dersler vardır.
Görmediler mi ki Allah, rızkı dilediğine bol bol vermekte, dilediğininkini de daraltmaktadır. Şüphesiz imanlı bir kavim için bunda ibretler vardır.
ALLAH'ın, dilediğine rızkı arttırdığını ve kıstığını görmezler mi? İnanan bir toplum için bunda dersler vardır.
Onlar görmediler mi ki, Allah dilediği kimseye rızkı serer ve daraltır. Şüphesiz ki bunda iman edecek bir kavim için ibretler vardır.
Görmediler mi Allah, dilediğine rızkı genişçe veriyor, dilediğine kısıyor. İnanan bir topluluk için bunda elbette ibretler vardır.
Görüp anlamıyorlar mı ki Allah dilediği kimsenin nasibini bol bol verir, dilediğinin nasibini kısar.Elbette bunda iman edecek kimseler için alınacak ibretler vardır.
Görmediler mi, Allah dilediğine rızkı genişletiyor da, daraltıyor da. Şüphesiz inanan bir toplum için bunda ibretler vardır.
فَـَٔاتِ ذَا ٱلْقُرْبَىٰ حَقَّهُۥ وَٱلْمِسْكِينَ وَٱبْنَ ٱلسَّبِيلِ ۚ ذَٰلِكَ خَيْرٌۭ لِّلَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ ٱللَّهِ ۖ وَأُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْمُفْلِحُونَ ﴿٣٨﴾
Artık yakınlara, yoksula ve yolda kalana hakkını ver, Allah'ın rızasını dileyenlere bu, daha hayırlıdır ve onlardır kurtulanların, muratlarına erenlerin ta kendileri.
Öyleyse yakınlara hakkını ver, yoksula da, yolcuya da. Allah'ın yüzünü (rızasını) isteyenler için bu daha hayırlıdır ve felaha erenler onlardır.
feâti ẕe-lḳurbâ ḥaḳḳahû velmiskîne vebne-ssebîl. ẕâlike ḫayrul lilleẕîne yürîdûne veche-llâh. veülâike hümü-lmüfliḥûn.
Yakınlığı olana, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah'ın rızasını dileyenler için bu daha hayırlıdır. İşte onlar saadete erenlerdir.
O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah'ın rızasını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.
Öyleyse yakınlığı bulunanlara haklarını ver, yoksula ve yolcuya da... ALLAH'ın rızasını dileyenler için bu daha iyidir; onlar başarıya ulaşanlardır.
O halde akrabaya da hakkını ver, yoksula da, yolcuya da... Bu, Allah'ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. Kurtuluşa erecek olanlar da işte onlardır.
O halde, akrabaya hakkını ver. Yoksula, yolda kalmışa da. Allah'ın yüzünü isteyenler için bu daha hayırlıdır. İşte böyleleridir, kurtuluşa erenler.
O halde yakınlarına, yoksula ve yolcuya hakkını ver.Allah'ın rızasına nail olmak isteyenler için böyle yapmak daha hayırlıdır. Felaha erenler de işte onlardır.
Akrabaya, yoksula, yolcuya (zekat ve sadakadan) hakkını ver. Allah'ın yüzünü (rızasını) isteyenler için bu, daha hayırlıdır ve onlar başarıya erenlerdir.
وَمَآ ءَاتَيْتُم مِّن رِّبًۭا لِّيَرْبُوَا۟ فِىٓ أَمْوَٰلِ ٱلنَّاسِ فَلَا يَرْبُوا۟ عِندَ ٱللَّهِ ۖ وَمَآ ءَاتَيْتُم مِّن زَكَوٰةٍۢ تُرِيدُونَ وَجْهَ ٱللَّهِ فَأُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْمُضْعِفُونَ ﴿٣٩﴾
Halkın malı artsın diye faize ait verdiğiniz şeyler, Allah katında artmaz; Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekat artar ve sevaplarını katkat arttıranlar, onlardır.
İnsanların mallarından artsın diye, verdiğiniz faiz Allah Katında artmaz. Ama Allah'ın yüzünü (rızasını) isteyerek verdiğiniz zekat ise, işte (sevablarını ve gelirlerini) kat kat arttıranlar onlardır.
vemâ âteytüm mir ribel liyerbüve fî emvâli-nnâsi felâ yerbû `inde-llâh. vemâ âteytüm min zekâtin türîdûne veche-llâhi feülâike hümü-lmuḍ`ifûn.
İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz her hangi bir faiz Allah katında artmaz; fakat, Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz herhangi bir sadaka (zekat) böyle değildir. İşte onlar sevablarını kat kat artıranlardır.
İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekata gelince, işte zekat veren o kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat arttıranlardır.
Halkın malları içinde artması için verdiğiniz tefecilik parası ALLAH'ın yanında artmaz. Ancak, ALLAH'ın rızasını dileyerek verdiğiniz bir zekata gelince, onu verenler yatırımlarını katlarlar.
İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz faiz, Allah yanında artmaz. Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekata gelince, işte onlar, malları kat kat artmış olanlardır.
İnsanların malları içinde artsın diye riba olarak verdiğiniz, Allah katında artmaz. Allah'ın yüzünü isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte onu verenler kat kat artıranların ta kendileridir.
Şunu unutmayın: Başkalarının mallarıyla artış sağlasın diye faize verdiğiniz para, zahiren fazlalaşsa da Allah'ın nezdinde artmaz.Ama Allah’ın rızasını arzulayarak verdiğiniz zekâtlar,O’nun nezdinde bereketlenir.İşte böyle yapanlar ödüllerini kat kat artırırlar.
İnsanların malları içinde, artması için verdiğiniz riba, Allah katında artmaz. Ama Allah'ın yüzünü (O'nun rızasını) isteyerek verdiğiniz zekat(a gelince); işte (onu verenler sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır.
ٱللَّهُ ٱلَّذِى خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ۖ هَلْ مِن شُرَكَآئِكُم مَّن يَفْعَلُ مِن ذَٰلِكُم مِّن شَىْءٍۢ ۚ سُبْحَٰنَهُۥ وَتَعَٰلَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٤٠﴾
Öyle bir Allah'tır ki sizi yaratmıştır, sonra rızık vermiştir size, sonra öldürür, sonra da diriltir sizi. Ona eş sandıklarınızın içinde bunlardan bir şey yapabilen var mı? Münezzehtir ve yücedir o şirk koşanların şirk koştukları şeylerden.
Allah; sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte, daha sonra sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var mı? O, şirk koştuklarından münezzeh ve Yücedir.
allâhü-lleẕî ḫaleḳaküm ŝümme razeḳaküm ŝümme yümîtüküm ŝümme yuḥyîküm. hel min şürakâiküm mey yef`alü min ẕâliküm min şey'. sübḥânehû vete`âlâ `ammâ yüşrikûn.
Sizi yaratan, sonra rızıklandıran, sonra öldüren, daha sonra da dirilten Allah'tır. O'na koştuğunuz ortaklarınızdan böyle bir şey yapan var mıdır? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir, yücedir.
Allah, (o yüce varlıktır) ki sizi yaratmış, sonra rızıklandırmıştır; sonra O, hayatınızı sona erdirecek, daha sonra da sizi (tekrar) diriltecektir. Peki sizin (Allah'a eş tuttuğunuz) ortaklarınız içinde bunlardan birini yapabilecek var mı? Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir ve yücedir.
ALLAH sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir. Ortaklarınızdan hangisi bunlardan birisini yapabilir? Övgüler O'na aittir. Onların ortak koştuklarından çok yücedir.
Allah, O'dur ki, sizi yarattı, sonra da size rızık verdi, sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak olan var mı? Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve yücedir.
Allah'tır ki sizi yaratmış, sonra rızıklandırmıştır. Sonra sizi öldürüyor, sonra diriltiyor. Peki, ortak koştuklarınızdan biri var mı, bunlardan birşeyi yapabilecek! Yücedir, arınmıştır onların ortak koştukarından O.
Allah O yüce Rabdir ki sizi yaratır, sonra rızıklandırır, sonra tayin ettiği vâde geldiğinde sizi öldürür, sonra da diriltir.Düşünün bakalım: Sizin, ibadette Allah'a ortak yaptığınız putlar içinde bunlardan herhangi bir şeyi yapabilen var mı?Allah onların iddia ettikleri ortaklardan münezzehtir, yücedir.
Allah sizi yarattı, sonra besledi sonra öldürüyor, sonra diriltiyor. Ortaklarınız içinde bunlardan birini yapan var mı? O, onların ortak koştukları şeylerden uzak ve yücedir.
ظَهَرَ ٱلْفَسَادُ فِى ٱلْبَرِّ وَٱلْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِى ٱلنَّاسِ لِيُذِيقَهُم بَعْضَ ٱلَّذِى عَمِلُوا۟ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٤١﴾
Bozgun belirdi karada ve denizde, insanların elleriyle kazandıkları suçlar yüzünden; bu da, belki dönerler, vazgeçerler diye yaptıklarına karşılık çekecekleri cezanın az bir kısmını onlara tattırmak için.
İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadır.
żahera-lfesâdü fi-lberri velbaḥri bimâ kesebet eydi-nnâsi liyüẕîḳahüm ba`ḍa-lleẕî `amilû le`allehüm yerci`ûn.
İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıkar; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.
İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.
Halkın elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde felaketler yaygınlaştı. Böylece, (kötülükten) dönerler diye yaptıklarının bir kısmını onlara tattırıyor.
Yaptıklarının bir kısmını tatsınlar diye insanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Umulur ki onlar hakka dönerler.
İnsanların ellerinin kazanmış oldukları yüzünden denizde ve karada bozgun çıktı. Allah onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırıyor ki geri dönebilsinler.
Allah'ın buyruklarını umursamayan şu insanların kendi tercihleri ile yaptıkları işler yüzünden karada ve denizde (bütün dünyada) bozukluk ortaya çıktı, nizam bozuldu.Doğru yola ve isabetli tutuma dönme fırsatı vermek için,Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır. [7,168] [21,35; 2,155]
İnsanların elleriyle kazandıkları (günahları) yüzünden, karada ve denizde fesat çıktı. Belki dönerler diye, (Allah) onlara, yaptıklarının bir kısmını taddırıyor.
قُلْ سِيرُوا۟ فِى ٱلْأَرْضِ فَٱنظُرُوا۟ كَيْفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلَّذِينَ مِن قَبْلُ ۚ كَانَ أَكْثَرُهُم مُّشْرِكِينَ ﴿٤٢﴾
De ki: Gezin yeryüzünde de bakın, görün önce gelip geçenlerin sonları neye varmış; onların çoğu müşrikti.
De ki: \"Yeryüzünde gezip dolaşın, böylece daha öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görün. Onların çoğu müşrik kimselerdi.\"
ḳul sîrû fi-l'arḍi fenżurû keyfe kâne `âḳibetü-lleẕîne min ḳabl. kâne ekŝeruhüm müşrikîn.
De ki: \"Yeryüzünde dolaşın da daha öncekilerden çoğu ortak koşan (müşrik) olanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.\"
(Resulüm!) De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, daha öncekilerin akıbetleri nice oldu, görün. Onların çoğu müşrik idi.
De ki, \"Yeryüzünde dolaşın da öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakın.\" Çokları ortak koşanlardı.
De ki, yeryüzünde bir gezin de bakın, bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş! Onların pek çoğu müşrik idiler.
De ki: \"Yeryüzünde dolaşın da öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bir bakın! Onların çoğu şirke sapan insanlardı.\"
De ki: “Dünyayı gezin de daha önce geçmiş toplumların âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakıp anlayın. Onların da ekserisi müşrik idiler.”
De ki: \"Yeryüzünde gezin, öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakın.\" Onların da çoğu ortak koşanlardan idi.
فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ ٱلْقَيِّمِ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِىَ يَوْمٌۭ لَّا مَرَدَّ لَهُۥ مِنَ ٱللَّهِ ۖ يَوْمَئِذٍۢ يَصَّدَّعُونَ ﴿٤٣﴾
Reddine imkan bulunmıyan o gün, Allah tarafından gelmezden önce yüzünü tam doğru olan dine çevir, o gün onlar, bölükbölük olacaklardır.
Öyleyse sen, Allah'tan (bir takdir olarak) geri çevrilmesi mümkün olmayan gün gelmeden önce, yüzünü dimdik ayakta duran dine çevir. O gün parça parça bölünecekler.
feeḳim vecheke lildîni-lḳayyimi min ḳabli ey ye'tiye yevmül lâ meradde lehû mine-llâhi yevmeiẕiy yeṣṣadde`ûn.
İnsanların fırka fırka olacağı, Allah katından kaçınılmaz o günün gelmesinden önce, kendini dosdoğru dine yönelt.
Allah katından, dönüşü olmayan bir gün (kıyamet günü) gelmeden önce yönünü o gerçek dine çevir! O gün (insanlar) bölük bölük ayrılacaklardır.
Öyleyse, ALLAH'tan, geri çevrilmesi olanaksız bir gün gelmeden önce kendini dosdoğru olan dine ada. O gün şoke olurlar.
Allah'tan geri çevrilmesine hiçbir çare olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru, sabit dine çevir. O gün (gelince) insanlar birbirlerinden ayrılırlar.
Allah tarafından ertelenmesi söz konusu olmayan bir günden önce, yüzünü güçlü ve eskimez dine döndür! O gün herkes bölük bölük ayrılacaktır.
Öyleyse Allah tarafından, o geri çevirilmesi mümkün olmayan gün gelmeden önce,sen yüzünü, özünü dürüst bir şekilde dosdoğru dine yönelt! O gün insanlar zümre zümre ayrılacaklardır.
Allah'tan, geri çevirilmesi mümkün olmayan gün gelmezden önce, yüzünü dosdoğru dine yönelt. O gün (insanlar) bölük bölük ayrılırlar (bir bölük cennete, öbür bölük ateşe gider).
مَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُۥ ۖ وَمَنْ عَمِلَ صَٰلِحًۭا فَلِأَنفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ ﴿٤٤﴾
Kim kafir olursa küfrünün suçu, ona aittir ve kim, iyi işlerde bulunursa bu çeşit adamlar da o iyiliği kendileri için hazırlamışlardır.
Kim inkar ederse, artık onun inkarı kendi aleyhinedir; kim salih bir amelde bulunursa, artık onlar kendi lehlerine olarak (cennetteki yerlerini) döşeyip hazırlamaktadırlar.
men kefera fe`aleyhi küfruh. vemen `amile ṣâliḥan felienfüsihim yemhedûn.
Kim inkar ederse, inkarı kendi aleyhine olur. Yararlı iş işleyen kimseler, kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar.
Kim inkar ederse, inkarı kendi aleyhine olur. İyi işler yapanlara gelince, onlar da kendileri için (cennetteki yerlerini) hazırlamış olurlar.
Kim inkar ederse, inkarı kendi aleyhinedir. Kimler de erdemli davranırlarsa kişiliklerini güçlendirmiş ve geliştirmiş olurlar.
Her kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kim de salih amel işlerse, onlar kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar.
Kim küfre saparsa inkârı kendisi aleyhinedir. Barışa ve hayra yönelik bir iş yapanlarsa, kendi benlikleri için yer hazırlarlar.
Kim inkâr ederse inkârının zararı kendisinedir. Kimler de güzel ve makbul işler yaparlarsa, onlar da kendileri lehine iyi bir hazırlık yapmış olurlar.
Kim inkar ederse, inkarı kendi aleyhinedir. İyi bir iş yapanlar da (cennette) kendileri için yer hazırlamaktadırlar.
لِيَجْزِىَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ مِن فَضْلِهِۦٓ ۚ إِنَّهُۥ لَا يُحِبُّ ٱلْكَٰفِرِينَ ﴿٤٥﴾
Bu da, inanan ve iyi işlerde bulunanları, lutfundan mükafatlandırmak içindir, şüphe yok ki o, kafirleri sevmez.
(Bu, Allah'ın) Kendi fazlından iman edip salih amellerde bulunanları ödüllendirmesi içindir. Şüphesiz O, kafirleri sevmez.
liyecziye-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti min faḍlih. innehû lâ yüḥibbü-lkâfirîn.
Çünkü Allah inanıp yararlı iş işleyenlere lütfundan karşılık verecektir. Doğrusu O, inkarcıları sevmez.
Zira Allah, iman edip iyi işler yapanlara kendi lütfundan karşılık verecektir. Şüphesiz O, kafirleri sevmez.
Çünkü O, inananları ve erdemli davrananları lütfundan ödüllendirecektir. O, inkarcıları sevmez.
Çünkü O, iman edip salih amel işleyenlere lütfundan mükafat verecektir. Çünkü O, kâfirleri sevmez.
Çünkü Allah, iman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanları, öz lütfundan ödüllendirecektir. O, nankörlükleri sevmez.
Zira Allah iman edip güzel ve makbul işler yapanları lütfu ile ödüllendirecektir.O kâfirleri asla sevmez.
Ta ki Allah, inanıp iyi işler yapanları lutfundan mükafatlandırsın. Doğrusu O, kafirleri sevmez.
وَمِنْ ءَايَٰتِهِۦٓ أَن يُرْسِلَ ٱلرِّيَاحَ مُبَشِّرَٰتٍۢ وَلِيُذِيقَكُم مِّن رَّحْمَتِهِۦ وَلِتَجْرِىَ ٱلْفُلْكُ بِأَمْرِهِۦ وَلِتَبْتَغُوا۟ مِن فَضْلِهِۦ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٤٦﴾
Ve delillerindendir şükretmeniz için müjdeci rüzgarları göndermesi ve rahmetini size tattırması ve emriyle gemileri yürütmesi ve lutfundan rızkınızı aratıp buldurması.
Size Kendi rahmetinden taddırması, emriyle gemileri yürütmesi ve O'nun fazlından (rızkınızı) aramanız ile umulur ki şükretmeniz için, rüzgarları müjde vericiler olarak göndermesi, O'nun ayetlerindendir.
vemin âyâtihî ey yürsile-rriyâḥa mübeşşirâtiv veliyüẕîḳaküm mir raḥmetihî velitecriye-lfülkü biemrihî velitebtegû min faḍlihî vele`alleküm teşkürûn.
Rüzgarları müjdeciler olarak göndermesi, size rahmetini tattırması, buyruğu ile gemilerin yürümesi, lütfundan rızık istemeniz, O'nun varlığının belgelerindendir. Belki şükredersiniz.
Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler yüzsün, fazlından (nasibinizi) arayasınız ve şükredesiniz diye (hayat ve bereket) müjdecileri olarak rüzgarları göndermesi de Allah'ın (varlık ve kudretinin) delillerindendir.
Size rahmetini tattırmak, emriyle gemileri yürütmesi, lütfunu (ticaret yoluyla) aramanız ve şükretmeniz için rüzgarları müjdeci olarak göndermesi de O'nun ayetlerindendir.
Rüzgarları müjdeciler olarak göndermesi, size rahmetinden tattırması, emriyle gemilerin akıp gitmesi ve lütfundan rızık isteyip kazanmanız O'nun âyetlerindendir. Hem gerek ki şükredesiniz.
O'nun ayetlerindendir ki, size rahmetinden tattırsın; gemiler, buyruğu ile akıp gitsin. Lütfundan nasip arayasınız ve şükredebilesiniz diye, rüzgârları müjdeciler olarak gönderir.
O'nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de:Size rahmet eserlerini tattırması, emri ile gemilerin akıp gitmesi ve O’nun lütfundan nasip aramanız ve şükretmeniz için, rüzgârları müjdeci olarak göndermesidir.
O'nun ayetlerinden biri de (şudur): Rüzgarları (yağmurun) müjdeleri olarak gönderir ki size rahmetinden biraz taddırsın, gemiler buyruğuyla yürüsün ve siz O'nun lutfundan arayasınız da (verdiği ni'metlere) şükredesiniz.
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَىٰ قَوْمِهِمْ فَجَآءُوهُم بِٱلْبَيِّنَٰتِ فَٱنتَقَمْنَا مِنَ ٱلَّذِينَ أَجْرَمُوا۟ ۖ وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٤٧﴾
Ve andolsun ki senden önce de kavimlerine peygamberler gönderdik de apaçık delillerle geldiler onlara; derken cürmettiklerinden dolayı öç aldık onlardan ve inananlara yardım, bir haktır bize.
Andolsun, Biz senden önce kendi kavimlerine elçiler gönderdik de onlara apaçık belgeler getirdiler; böylece Biz de suçlu günahkarlardan intikam aldık. İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır.
veleḳad erselnâ min ḳablike rusülen ilâ ḳavmihim fecâûhüm bilbeyyinâti fenteḳamnâ mine-lleẕîne ecramû. vekâne ḥaḳḳan `aleynâ naṣru-lmü'minîn.
And olsun ki! Senden önce, birçok peygamberleri ümmetlerine gönderdik, onlara belgeler getirdiler; dinlemeyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştu.
Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer.
Senden önce elçileri halklarına apaçık delillerle gönderdik. Suç işleyenleri de cezalandırdık. İnananlara yardım etmek görevimizdir.
Andolsun ki biz, senden önce birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik de, onlara apaçık delillerle vardılar. Onun üzerine günah işleyenlerden intikam aldık. Müminlere yardım ise, bizim nezdimizde bir hak oldu.
Yemin olsun biz, senden önce de resulleri toplumlarına gönderdik, onlara açık kanıtlar getirdiler. Nihayet, günah işleyenlerden öc aldık. İnananlara yardım etmek bizim üzerimizde bir haktı.
Ey Resulüm! Biz senden önceki ümmetlere de resuller gönderdik.O peygamberler ümmetlerine parlak deliller getirdiler, ama çoğu iman etmedi.Biz de o suçlulardan intikam aldık. Çünkü müminleri desteklemek, Bize düşen bir borç idi. [10,103; 6,12]
Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik; onlara deliller getirdiler ve biz, (onları dinlemeyip) suç işleyenlerden öc aldık. (Elbette alırız, çünkü) mü'minlere yardım etmek, üzerimize borç idi.
ٱللَّهُ ٱلَّذِى يُرْسِلُ ٱلرِّيَٰحَ فَتُثِيرُ سَحَابًۭا فَيَبْسُطُهُۥ فِى ٱلسَّمَآءِ كَيْفَ يَشَآءُ وَيَجْعَلُهُۥ كِسَفًۭا فَتَرَى ٱلْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَٰلِهِۦ ۖ فَإِذَآ أَصَابَ بِهِۦ مَن يَشَآءُ مِنْ عِبَادِهِۦٓ إِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ ﴿٤٨﴾
Öyle bir Allah'tır ki rüzgarları yollar da bulutları sürer onlar, gökyüzünde bulutu yayar dilediği gibi ve dağınık, parçaparça bir hale de koyar onları, derken bakarsın ki bulutlardan yağmur yağmaya başlar da kullarından dilediğine nasip eder o yağmuru ve onlar da müjdelerler birbirlerini, sevinirler.
Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda Kendi kullarından dilediğine verince, hemen sevince kapılıverirler.
allâhü-lleẕî yürsilü-rriyâḥa fetüŝîru seḥâben feyebsüṭuhû fi-ssemâi keyfe yeşâü veyec`alühû kisefen fetere-lvedḳa yaḫrucü min ḫilâlih. feiẕâ eṣâbe bihî mey yeşâü min `ibâdihî iẕâ hüm yestebşirûn.
Rüzgarları gönderip bulutları yürüten, onları gökte dilediği gibi yayan ve küme küme yığan Allah'tır. Artık sen de aralarından yağmurun çıktığını görürsün. Allah'ın kullarından dilediğine verdiği yağmurla, daha önceden kendilerine yağmur indirilmesinden ümidlerini kesmiş oldukları için onlar seviniverirler.
Allah O'dur ki, rüzgarları gönderir, bunlar da bulutu kaldırır. Derken, Allah onu gökte dilediği gibi yayar ve parça parça eder; nihayet arasından yağmurun çıktığını görürsün. Allah dilediği kullarına yağmuru nasip edince, onlar seviniverirler.
ALLAH rüzgarları göndererek bulutları sürer, onları dilediği gibi gökte yayıp üstüste yığar ve sen de onların arasından yağmurun çıktığını görürsün. Kullarından dilediğinin üzerine onu yağdırınca hemen sevinirler.
Allah O'dur ki, rüzgarları gönderir de bir bulut savururlar. Derken onu gökyüzünde nasıl dilerse öyle serer, parça parça da eder. Derken yağmuru görürsün, aralarından çıkar. Derken onu kullarından kimlere diliyorsa döküverdi mi derhal yüzleri güler.
O Allah'tır ki, rüzgârları gönderir de onlar, bulutu savurur. Sonra Allah o bulutu gökte dilediği gibi yayıp döşer, onu parça parça eder. Nihayet sen onun arasından yağmurun çıktığını görürsün. Sonra onu kullarından dilediğine ulaştırdığında onlar, müjde almış gibi sevinirler.
Allah o azamet sahibidir ki rüzgârları gönderir, rüzgârlar bulutları kaldırır.Sonra o bulutları gökte dilediği gibi yayar ve parça parça dağıtır.Bir de bakarsın ki aralarından yağmur akıp duruyor!Derken onu kullarından dilediklerine ulaştırınca, derhal yüzleri gülüverir. [7,57]
Allah, rüzgarları gönderir, bulutu kaldırır; sonra onu gökte dilediği gibi yayar ve parça parça eder; arasından yağmurun çıktığını görürsün. Derken, onu kullarından dilediğine uğratınca hemen sevinirler.
وَإِن كَانُوا۟ مِن قَبْلِ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْهِم مِّن قَبْلِهِۦ لَمُبْلِسِينَ ﴿٤٩﴾
Halbuki onlara yağmur yağdırılmadan önce hepsi de ümitlerini kesmişlerdi.
Oysa onlar, bundan önce (yağmurun) üzerine inmesinden evvel umutlarını kesmişlerdi.
vein kânû min ḳabli ey yünezzele `aleyhim min ḳablihî lemüblisîn.
Rüzgarları gönderip bulutları yürüten, onları gökte dilediği gibi yayan ve küme küme yığan Allah'tır. Artık sen de aralarından yağmurun çıktığını görürsün. Allah'ın kullarından dilediğine verdiği yağmurla, daha önceden kendilerine yağmur indirilmesinden ümidlerini kesmiş oldukları için onlar seviniverirler.
Oysa onlar, daha önce, üzerlerine yağmur yağdırılmasından iyice ümitlerini kesmişlerdi.
Halbuki onlar, onun kendilerine yağmadan önce umutsuzdular.
Halbuki onlar, daha önce üzerlerine yağmur indirilmeden evvel ümidi kesmişlerdi.
Oysaki onlar, yağmur kendilerine indirilmeden önce iyice suskun ve ümitsiz idiler.
Halbuki onlar, daha önce Allah'ın üzerlerine yağmur indireceğinden tamamen ümitsiz idiler.
Halbuki onlar, yağmurun kendilerine indirilmesinden önce umutsuz idiler.
فَٱنظُرْ إِلَىٰٓ ءَاثَٰرِ رَحْمَتِ ٱللَّهِ كَيْفَ يُحْىِ ٱلْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَآ ۚ إِنَّ ذَٰلِكَ لَمُحْىِ ٱلْمَوْتَىٰ ۖ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَىْءٍۢ قَدِيرٌۭ ﴿٥٠﴾
Artık Allah'ın rahmet eserlerine bak da gör, ölümünden sonra nasıl diriltir yeryüzünü; şüphe yok ki o, elbette ölüyü de diriltir ve onun, her şeye gücü yeter.
Şimdi Allah'ın rahmetinin eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir? Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, herşeye güç yetirendir.
fenżur ilâ âŝeri raḥmeti-llâhi keyfe yuḥyi-l'arḍa ba`de mevtihâ. inne ẕâlike lemuḥyi-lmevtâ. vehüve `alâ külli şey'in ḳadîr.
Allah'ın rahmetinin belirtilerine bir bak, yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphesiz ölüleri O diriltir. O her şeye Kadir'dir.
Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak: Arzı, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kadirdir.
ALLAH'ın rahmetinin ürünlerine bak; ölümünden sonra toprağı nasıl da diriltiyor. Bunun gibi ölüleri de diriltecektir. O her şeye gücü yetendir.
Şimdi bak Allah'ın rahmetinin eserlerine! yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir. O her şeye kâdirdir.
Artık Allah'ın rahmetinin eserlerine bak, nasıl diriltiyor toprağı ölümü ardından! İşte bu Muhyî, ölüleri elbette diriltir. O, herşeye Kadîr'dir.
İşte bak, Allah'ın rahmetinin eserlerine!Ölmüş toprağa nasıl hayat veriyor!İşte bunları yapan kim ise, ölüleri de O diriltecektir.O, her şeye hakkıyla kadirdir.
Allah'ın rahmetinin eserlerine bak ki, nasıl yeri ölümünden sonra diriltiyor?! Şüphe yok ki, O, ölüleri de diriltecektir, O her şeye kadirdir.
وَلَئِنْ أَرْسَلْنَا رِيحًۭا فَرَأَوْهُ مُصْفَرًّۭا لَّظَلُّوا۟ مِنۢ بَعْدِهِۦ يَكْفُرُونَ ﴿٥١﴾
Ve andolsun ki bir rüzgar yolladık da nebatları sararmış gördüler mi ardından hemen nankörlüğe başlarlar.
Andolsun, Biz bir rüzgar göndersek de onu(n ekinini) sararmış görseler, mutlaka ardından nankörlük ederler.
velein erselnâ rîḥan feraevhü muṣferral leżallû mim ba`dihî yekfürûn.
Bir rüzgar göndersek de yeşilliklerin sarardığını görseler hemen nankörlüğe başlarlar.
Andolsun ki, bir rüzgar göndersek de onu (ekini) sararmış görseler, ardından muhakkak nankörlüğe başlarlar.
Ancak, O bir fırtına gönderir de onlar (ekinlerin kuruyup) sarardığını görseler hemen inkar ve nankörlük etmeye başlarlar.
Andolsun ki biz, bir rüzgâr göndersek de onu (rahmetin eseri olan ekini) sararmış görseler, mutlaka onun arkasından nankörlüğe başlarlar.
Yemin olsun, bir rüzgâr göndersek de o yeri sararmış görseler, arkasından hiç şaşmadan nankörlük etmeye başlarlar.
Eğer Biz onlara sıcak, kavurucu bir rüzgâr göndersek, onlar da o yeşillikleri sararmış, kavrulmuş görseler, ondan sonra nankörlük etmeye koyulurlar. [56,63-67]
Andolsun bir rüzgar, göndersek de o(eki)ni sararmış görseler, ondan sonra nankörlük etmeğe başlarlar.
فَإِنَّكَ لَا تُسْمِعُ ٱلْمَوْتَىٰ وَلَا تُسْمِعُ ٱلصُّمَّ ٱلدُّعَآءَ إِذَا وَلَّوْا۟ مُدْبِرِينَ ﴿٥٢﴾
Hiç şüphe yok ki sen, sesini duyuramazsın ölüye ve ardına dönüp giderlerken davetini duyuramazsın sağırlara.
Şimdi sen, ölülere (söz) duyuramazsın ve arkalarını dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.
feinneke lâ tüsmi`u-lmevtâ velâ tüsmi`u-ṣṣumme-ddü`âe iẕâ vellev müdbirîn.
Tabiidir ki sen ölülere katiyyen işittiremezsin; dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.
(Resulüm!) Elbette sen ölülere duyuramazsın; arkalarını dönüp giderlerken sağırlara o daveti işittiremezsin.
Sen ne ölülere işittirebilirsin, ne de arkalarını dönüp giden sağırlara çağrıyı duyurabilirsin.
Çünkü sen ölülere işittiremezsin. O daveti, arkalarını dönmüş giderlerken sağırlara da duyuramazsın.
Artık sen, ölülere işittiremezsin. Dönüp gittikleri takdirde sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.
Şunu bil ki: Sen ne ölülere sesini duyurabilirsin, ne de arkasını dönüp uzaklaşan sağırlara bu dâveti işittirebilirsin. [63,36; 67,10]
Sen de ölülere söz dinletemezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara çağrıyı işittiremezsin.
وَمَآ أَنتَ بِهَٰدِ ٱلْعُمْىِ عَن ضَلَٰلَتِهِمْ ۖ إِن تُسْمِعُ إِلَّا مَن يُؤْمِنُ بِـَٔايَٰتِنَا فَهُم مُّسْلِمُونَ ﴿٥٣﴾
Ve sen, körleri sapıklıklarından döndürüp doğru yola sevkedemezsin. Sen, ancak delillerimize inananlara duyurursun; gerçekten de onlardır Müslüman olanlar.
Ve sen kendi sapıklıkları içinde kör olanları da doğruya iletici değilsin. Sen yalnızca, Bizim ayetlerimize iman edenlere duyurabilirsin ki onlar Müslümanlardır.
vemâ ente bihâdi-l`umyi `an ḍalâletihim. in tüsmi`u illâ mey yü'minü biâyâtinâ fehüm müslimûn.
Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; ancak ayetlerimize inananlara duyurabilirsin; işte onlar Müslümanlardır.
Körleri de sapıklıklarından (vazgeçirip) doğru yola iletemezsin. Ancak teslimiyet göstererek ayetlerimize iman edenlere duyurabilirsin.
Körü de sapıklığından kurtarıp yola getiremezsin. Sen ancak ayetlerimize inananlara işittirebilirsin ki onlar hemen teslim olurlar.
Körleri de sapıklıklarından hidayete getiremezsin. Sen ancak âyetlerimizi iman edeceklere duyurursun da onlar müslüman olur, selâmeti bulurlar.
Ve sen körleri de sapıklıklarından aydınlığa çıkaramazsın. Sen ancak, ayetlerimize iman edenlere dinletirsin de onlar müslümanlar/Allah'a teslim olanlar haline geliverirler.
Sen, körleri de şaşkınlıktan, yanlış yola girmekten kurtaramazsın.Sen ancak, âyetlerimize iman etmeye yatkın kimselere çağrını duyurabilirsin. Çünkü onlar hakka teslim olurlar.
Ve sen, körleri de sapıklıklarından çıkarıp yola getiremezsin. Sen ancak, ayetlerimize inananlara işittirirsin de onlar müslüman olurlar.
۞ ٱللَّهُ ٱلَّذِى خَلَقَكُم مِّن ضَعْفٍۢ ثُمَّ جَعَلَ مِنۢ بَعْدِ ضَعْفٍۢ قُوَّةًۭ ثُمَّ جَعَلَ مِنۢ بَعْدِ قُوَّةٍۢ ضَعْفًۭا وَشَيْبَةًۭ ۚ يَخْلُقُ مَا يَشَآءُ ۖ وَهُوَ ٱلْعَلِيمُ ٱلْقَدِيرُ ﴿٥٤﴾
Öyle bir Allah'tır ki sizi zayıf bir sudan yaratmıştır, sonra bir zayıflık olan çocukluk çağından çıkarıp güçkuvvet vermiştir size, sonra kuvvetli çağdan gene bir zayıflık çağına ve ihtiyarlık yaşına getirmiştir sizi; yaratır ne dilerse ve odur bilen, gücü yeten.
Allah, sizi bir za'ftan yarattı, sonra (bu) za'fın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir za'f ve yaşlılık verdi. Dilediğini yaratır. O, bilendir, güç yetirendir.
allâhü-lleẕî ḫaleḳaküm min ḍa`fin ŝümme ce`ale mim ba`di ḍa`fin ḳuvveten ŝümme ce`ale mim ba`di ḳuvvetin ḍa`fev veşeybeh. yaḫlüḳu mâ yeşâ'. vehüve-l`alîmü-lḳadîr.
Sizi güçsüz olarak yaratan, güçsüzlükten sonra kuvvetli kılan, sonra da kuvvetliliğin ardından güçsüz ve ihtiyar yapan Allah'tır. O, dilediğini yaratır; bilendir, Kadir olandır.
Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlügün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah'tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.
ALLAH sizi zayıf olarak yarattı, zayıflıktan sonra size güç verdi, güçten sonra zayıflık ve ağarmış saçlar verdi. O dilediğini yaratır. O Bilendir, Güçlüdür.
Allah O'dur ki, sizi güçsüz olarak yaratır, sonra güçsüzlüğün arkasından kuvvet verir. Sonra kuvvetin arkasından yine güçsüzlüğe ve ihtiyarlığa getirir. O dilediğini yaratır. Ve O, her şeyi bilir, her şeye gücü yeter.
Allah O'dur ki, sizi bir güçsüzlükten yarattı. Sonra o güçsüzlüğün arkasından bir kuvvet oluşturdu. Sonra o kuvvetin arkasından bir güçsüzlük ve ihtiyarlığa vücut verdi. Dilediğini yaratır. Alîm'dir O, Kadîr'dir.
Allah o kadirdir ki sizi bir zaaftan yaratmakta, sonra zaafın ardından bir kuvvet yaratmakta, müteakiben kuvvetten sonra bir zaaf ve ihtiyarlık yapmaktadır.O dilediğini yaratır. Her şeyi bilen, her şeye kadir olan, yalnız O'dur.
Allah'tır ki sizi zayıflıktan yarattı. Sonra zayıflığın ardından (size) bir kuvvet verdi. Sonra kuvvetin ardından da zayıflık ve ihtiyarlık verdi. Allah, dilediğini yaratır, O, bilendir, gücü yetendir.
وَيَوْمَ تَقُومُ ٱلسَّاعَةُ يُقْسِمُ ٱلْمُجْرِمُونَ مَا لَبِثُوا۟ غَيْرَ سَاعَةٍۢ ۚ كَذَٰلِكَ كَانُوا۟ يُؤْفَكُونَ ﴿٥٥﴾
Ve kıyametin koptuğu gün suçlular, ancak bir an yatıp eğlendiklerine and içerler; işte böyle asılsız şeylere kapılıyordu onlar.
Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı.
veyevme teḳûmü-ssâ`atü yuḳsimü-lmücrimûne mâ lebiŝû gayra sâ`ah. keẕâlike kânû yü'fekûn.
Kıyamet koptuğu gün suçlular sadece çok kısa bir müddet kalmış olduklarına yemin ederler. Böylece onlar dünyada da aldatılıp haktan döndürülüyorlardı.
Kıyamet koptuğu gün, günahkarlar, (dünyada) ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler. İşte onlar, (dünyada da haktan) böyle döndürülüyorlardı.
Saat (dünyanın sonu) gerçekleştiği zaman, suçlular, (dünyada) ancak bir saat kaldıklarına and içerler. Onlar işte böyle yanılıyorlardı.
Kıyamet kopacağı gün günahkarlar dünyada bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar önceden de böyle haktan çevriliyorlardı.
Saat gelip kıyamet koptuğu gün, günahkârlar dünyada bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle çevriliyorlardı.
Kıyamet (duruşma) saati gelip çattığında suçlu kâfirler yemin ederek dünyada sadece bir saat kaldıklarını ileri sürerler.Onlar (dünyada iken de doğruluktan) işte böyle döndürülüyorlardı.
(Duruşma) Sa'at(i) başladığı gün, suçlular, (dünyada veya Berzahta) bir sa'atten fazla kalmadıklarına yemin ederler. İşte onlar, (dünyada da haktan) böyle çevriliyorlardı.
وَقَالَ ٱلَّذِينَ أُوتُوا۟ ٱلْعِلْمَ وَٱلْإِيمَٰنَ لَقَدْ لَبِثْتُمْ فِى كِتَٰبِ ٱللَّهِ إِلَىٰ يَوْمِ ٱلْبَعْثِ ۖ فَهَٰذَا يَوْمُ ٱلْبَعْثِ وَلَٰكِنَّكُمْ كُنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿٥٦﴾
Kendilerine bilgi ve inanç verilenlerse derler ki: Andolsun ki siz, Allah'ın takdiri ne kadarsa, ta tekrar dirileceğiniz günedek yatıp eğlendiniz, gerçekten de budur tekrar dirileceğiniz gün ve fakat siz bilmiyorsunuz.
Kendilerine ilim ve iman verilenler ise, dediler ki: \"Andolsun, siz Allah'ın Kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar yaşadınız; işte bu dirilme günüdür. Ancak siz bilmiyordunuz.\"
veḳâle-lleẕîne ûtü-l`ilme vel'îmâne leḳad lebiŝtüm fî kitâbi-llâhi ilâ yevmi-lba`ŝ. fehâẕâ yevmü-lba`ŝi velâkinneküm küntüm lâ ta`lemûn.
Kendilerine ilim ve iman verilenler; \"And olsun ki, siz Allah'ın yazısında mevcut yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür, fakat sizler anlamıyordunuz\" derler.
Kendilerine ilim ve iman verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz, Allah'ın yazısında (hükmedildiği gibi) yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bugün yeniden dirilme günüdür; fakat siz onu tanımıyordunuz.
Kendilerine bilgi ve inanç verilenler, \"Siz ALLAH'ın yasasına göre, diriliş gününe kadar kaldınız. Bu, diriliş günüdür; fakat siz bilemediniz,\" diyeceklerdir.
Kendilerine ilim ve iman verilenler de şöyle diyecekler: \"Andolsun ki, Allah'ın kitabında takdir edilmiş olan tekrar dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.
İlim ve iman verilenler ise şöyle dediler: \"Yemin olsun, siz, Allah'ın Kitabı gereğince yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, yeniden dirilme günüdür. Fakat siz daha önceden bilmiyordunuz.\"
Kendilerine ilim ve iman nasib edilenler ise derler ki:“Siz Allah'ın kitabınca ba’s (dirilme) gününe kadar durdunuz.İşte bugün dirilme günüdür, fakat siz bunu bilmiyordunuz.”
Kendilerine bilgi ve iman verilenler dediler ki: \"Andolsun siz, Allah'ın yazgısınca ta yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu da dirilme günüdür. Fakat siz bilmiyordunuz.
فَيَوْمَئِذٍۢ لَّا يَنفَعُ ٱلَّذِينَ ظَلَمُوا۟ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ ﴿٥٧﴾
Bir gündür o gün ki kendilerine zulmedenlerin özürleri de kabul edilmeyecek o gün, tövbe edip yaptıklarından vazgeçmeleri de istenmeyecek artık.
Artık o gün, zulmedenlerin ne mazeretleri bir yarar sağlayacak, ne (Allah'tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilecektir.
feyevmeiẕil lâ yenfe`u-lleẕîne żalemû ma`ẕiratühüm velâ hüm yüsta`tebûn.
Zulmedenlerin, o gün mazeretleri fayda vermez; artık kendilerinden Allah'ı hoşnut edecek şeyleri yapmaları da istenmez.
Artık o gün, zulmedenlerin (beyan edecekleri) mazeretleri fayda vermeyeceği gibi, onlardan Allah'ı hoşnut etmeye çalışmaları da istenmez.
O gün, zalimlerin özrü kendilerine bir yarar sağlamıyacaktır; kendilerini temize çıkarmaları da istenmez.
Artık o gün zulmedenlere mazeretleri fayda vermeyecektir. Onların dertlerinin çaresine de bakılmayacaktır.
Zulmetmiş olanlara, özür bildirmeleri o gün yarar sağlamayacak. Onlardan Allah'ı hoşnut etmeleri de istenmez.
O gün zalimlere, mazeretleri fayda vermeyeceği gibi, onlardan özür dilemeleri de istenilmez.
Artık zulmetmiş olanlara o gün, ne mazeretleri fayda verir ve ne de onlardan rıza talebetmeleri istenir.
وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِى هَٰذَا ٱلْقُرْءَانِ مِن كُلِّ مَثَلٍۢ ۚ وَلَئِن جِئْتَهُم بِـَٔايَةٍۢ لَّيَقُولَنَّ ٱلَّذِينَ كَفَرُوٓا۟ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا مُبْطِلُونَ ﴿٥٨﴾
Ve biz, bu Kur'an'da, insanlara her çeşit örneği getirdik ve sen, onlara bir delil göstersen: Siz derler, ancak aslı olmayan şeyleri öne sürenlersiniz.
Andolsun, Biz bu Kur'an'da insanlar için her örneği gösterdik. Şüphesiz, sen onlara bir ayetle geldiğin zaman, o inkar edenler, mutlaka: \"Siz ancak muptil olanlardan başkası değilsiniz\" derler.
veleḳad ḍarabnâ linnâsi fî hâẕe-lḳur'âni min külli meŝel. velein ci'tehüm biâyetil leyeḳûlenne-lleẕîne keferû in entüm illâ mübṭilûn.
And olsun ki bu Kuran'da insanlar için her türlü misali vermişizdir. Bununla beraber, eğer sen onlara bir mucize getirmiş olsan, inkar edenler: \"Siz ancak batıl şeyler ortaya atanlarsınız\" derler.
Andolsun ki biz, bu Kur'an'da insanlar için her çeşit misale yer vermişizdir. Şayet onlara bir mucize getirsen inkarcılar kesinlikle şöyle diyeceklerdir: Siz ancak batıl şeyler ortaya atmaktasınız.
Biz bu Kuran'da halka her türlü örneği verdik. Onlara bir mucize getirsen, kafirler, \"Siz yanılanlarsınız,\" diyeceklerdir.
Andolsun ki, biz insanlar için bu Kur'ân'da her türlü meselden örnekler getirdik. Yemin ederim ki, sen onlara başka bir âyet de getirsen o kâfirler yine: \"Siz yalancılardan (uydurduğunuz sözü Allah'a nispet edenlerden) başkası değilsiniz.\" diyeceklerdir.
Yemin olsun ki, biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü örneği verdik. Sen onlara bir mucize getirsen, gerçeği örten nankörler/inkâr edenler mutlaka şöyle diyeceklerdir: \"Siz, eskiyi hükümsüz kılanlardan başkası değilsiniz.\"
Biz gerçekten bu Kur'ân’da insanlar için nice meseller getirdik.Eğer sen onlara karşı istedikleri bir mûcizeyi getirmiş olsan dahi, o kâfirler: “Siz ancak, batıl iddialar peşindesiniz” derler. [10,96-97; 6,111; 15,14-15]
Andolsun biz bu Kur'an'da insanlara her çeşit misali getirip anlattık. Onlara bir ayet getirdiğin zaman inkar edenler: \"Siz (geleneklerimizi) iptal edenlerden başka bir şey değilsiniz.\" derler.
كَذَٰلِكَ يَطْبَعُ ٱللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِ ٱلَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٥٩﴾
İşte, Allah, bilmeyenlerin gönüllerini, bu çeşit mühürler.
İşte Allah, bilmeyenlerin kalplerini böyle mühürler.
keẕâlike yaṭbe`u-llâhü `alâ ḳulûbi-lleẕîne lâ ya`lemûn.
Allah bilmeyenlerin kalblerini işte böylece kapatır.
İşte bilmeyenlerin (hakkı tanımayanların) kalplerini Allah böylece mühürler.
ALLAH bilmeyenlerin kalplerini işte böyle damgalar.
İşte bilmeyenlerin kalblerini Allah böyle mühürler.
İlimden nasipsizlerin kalpleri üzerine Allah işte böyle mühür basıyor.
İşte Allah, ilim peşinde olmayan, gerçeği aramayanların kalplerini böyle mühürler.
İşte Allah, bilmeyenlerin kalblerini böyle mühürler.
فَٱصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ ٱللَّهِ حَقٌّۭ ۖ وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ ٱلَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ ﴿٦٠﴾
Dayan, şüphe yok ki Allah'ın vaadi gerçektir ve adamakıllı inanmayanlar, sakın senin gayretini hafifletip gevşetmesin.
Öyleyse sen sabret; şüphesiz Allah'ın va'di haktır; kesin bilgiyle inanmayanlar sakın seni telaşa kaptırıp-hafifliğe (veya gevşekliğe) sürüklemesinler.
faṣbir inne va`de-llâhi ḥaḳḳuv velâ yesteḫiffenneke-lleẕîne lâ yûḳinûn.
Sabret ki, Allah'ın sözü şüphesiz gerçektir. Kesin olarak inanmayanlar seni hafife almasınlar.
(Resulüm!) Sen şimdi sabret. Bil ki Allah'ın vadi gerçektir. (Buna) iyice inanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevketmesin!
Öyleyse sabret. ALLAH'ın sözü gerçektir. Kesin inanca sahip olmayanlar seni gevşekliğe sürüklemesin.
Şimdi sen sabret. Çünkü Allah'ın vaadi mutlaka haktır. Sakın imanı sağlam olmayanlar seni hafifliğe sevketmesinler.
O halde, sabret! Kuşkun olmasın ki, Allah'ın vaadi haktır. İmanı kemale ermemişler seni hafifliğe sevk etmesinler/seni küçümseyemeyeceklerdir.
O halde sabret!Çünkü Allah'ın vâdi kesindir.Sakın ona inanmayanlar seni paniğe düşürmesin, seni dayanıksız bulmasın ve seni endişelendirmesinler.
Sabret, Allah'ın va'di haktır (o mutlaka yerine gelecektir). İnanmayanlar seni telaşa düşürmesin.