Settings
Surah The Smoke [Ad-Dukhan] in Turkish
حمٓ ﴿١﴾
Ha mim.
Ha, Mim.
ḥâ-mîm.
Ha, Mim.
Ha. Mim.
HH. M.
وَٱلْكِتَٰبِ ٱلْمُبِينِ ﴿٢﴾
Andolsun her şeyi açıklayan Kur'an'a.
Apaçık Kitab'a andolsun;
velkitâbi-lmübîn.
Apaçık olan Kitap'a and olsun ki, Biz onu, kutlu bir gecede indirdik. Doğrusu Biz, insanları uyarmaktayız.
Apaçık olan Kitab'a andolsun ki,
Apaçık olan bu kitaba andolsun.
O apaçık Kitab'a andolsun ki biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız.
O ayan-beyan gösteren Kitap'a yemin olsun ki,
Açık olan ve gerçeği açıklayan bu kitaba yemin ederim ki;
Apaçık Kitaba andolsun ki,
إِنَّآ أَنزَلْنَٰهُ فِى لَيْلَةٍۢ مُّبَٰرَكَةٍ ۚ إِنَّا كُنَّا مُنذِرِينَ ﴿٣﴾
Şüphe yok ki biz onu, kutlu bir gecede indirdik, şüphe yok ki biz, insanları korkuturuz.
Gerçekten Biz onu mübarek bir gecede indirdik, gerçekten Biz uyaranlarız.
innâ enzelnâhü fî leyletim mübâraketin innâ künnâ münẕirîn.
Apaçık olan Kitap'a and olsun ki, Biz onu, kutlu bir gecede indirdik. Doğrusu Biz, insanları uyarmaktayız.
Biz onu (Kur'an'ı) mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyızdır.
Biz uyarmak için onu kutlu bir gecede indirdik.
O apaçık Kitab'a andolsun ki biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız.
Biz onu kutlu/bereketli bir gecede indirdik. Hiç kuşkusuz, biz uyarıcılarız.
Biz onu kutlu bir gecede indirdik. Çünkü Biz haktan yüz çevirenleri uyarırız. [97,1; 2,185]
Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz, uyarıcıyız.
فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ ﴿٤﴾
O gecede ayrılır, takdir edilir her hükmolunan iş.
Ki onda (o gecede) her hikmetli iş ayrılır.
fîhâ yüfraḳu küllü emrin ḥakîm.
Katımızdan bir buyrukla, her hikmetli işe o gecede hükmedilir. Doğrusu Biz öteden beri peygamberler göndermekteyiz. Eğer kesin olarak inanırsanız bilin ki, bu senin Rabbinden, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbinden bir rahmettir. O, işitendir, bilendir.
Her hikmetli işe o gecede hükmedilir.
Onda tüm bilgelik işleri belirlenir.
O gecede her hikmetli iş tarafımızdan bir emirle ayrılır. Gerçekten biz Rabbin tarafından bir rahmet olarak peygamberler göndeririz. Şüphesiz ki O, herşeyi işitir ve bilir.
Hikmetlerle dolu her iş ve oluş o gecede ayırt edilir,
O, öyle bir gecedir ki her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile, o zaman yazılıp belirlenir.Rabbinden bir rahmet olarak hep resuller göndermekteyiz. Muhakkak ki O, her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
Her hikmetli emir, o gecede ayırdedilir;
أَمْرًۭا مِّنْ عِندِنَآ ۚ إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ ﴿٥﴾
Bir iş ki katımızdan hükmolunur, şüphe yok ki biz göndermişizdir.
Katımız'dan bir emir ile; doğrusu Biz, (insanlara elçi) gönderenleriz.
emram min `indinâ. innâ künnâ mürsilîn.
Katımızdan bir buyrukla, her hikmetli işe o gecede hükmedilir. Doğrusu Biz öteden beri peygamberler göndermekteyiz. Eğer kesin olarak inanırsanız bilin ki, bu senin Rabbinden, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbinden bir rahmettir. O, işitendir, bilendir.
(Yani)katımızdan (verilen her) emir. Çünkü biz, peygamberler göndermekteyiz.
Katımızdan bir buyruktur; biz elçiler göndeririz.
O gecede her hikmetli iş tarafımızdan bir emirle ayrılır. Gerçekten biz Rabbin tarafından bir rahmet olarak peygamberler göndeririz. Şüphesiz ki O, herşeyi işitir ve bilir.
Katımızdan bir emir olarak. Hiç kuşkusuz biz, resuller göndeririz,
O, öyle bir gecedir ki her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile, o zaman yazılıp belirlenir.Rabbinden bir rahmet olarak hep resuller göndermekteyiz. Muhakkak ki O, her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
Katımızdan (verilen her) emir. Çünkü biz elçi göndericiyiz.
رَحْمَةًۭ مِّن رَّبِّكَ ۚ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلسَّمِيعُ ٱلْعَلِيمُ ﴿٦﴾
Rahmet olarak Rabbinden; şüphe yok ki o, duyar, bilir.
Rabbinden bir rahmet olarak. Şüphesiz O, işitendir, bilendir.
raḥmetem mir rabbik. innehû hüve-ssemî`u-l`alîm.
Katımızdan bir buyrukla, her hikmetli işe o gecede hükmedilir. Doğrusu Biz öteden beri peygamberler göndermekteyiz. Eğer kesin olarak inanırsanız bilin ki, bu senin Rabbinden, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbinden bir rahmettir. O, işitendir, bilendir.
Senin Rabb'inin acıması gereği olarak (gönderdiyimiz elçilere o gece emirlerimizi bir bir açıklar, vahiylerimizi bildiririz). Doğrusu o işitendir, bilendir.
Rabbinden bir rahmet olarak. O İşitendir, Bilendir.
O gecede her hikmetli iş tarafımızdan bir emirle ayrılır. Gerçekten biz Rabbin tarafından bir rahmet olarak peygamberler göndeririz. Şüphesiz ki O, herşeyi işitir ve bilir.
Senin Rabbinden bir rahmet olarak. Hiç kuşkusuz O, gereğince duyan, gereğince bilendir.
O, öyle bir gecedir ki her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile, o zaman yazılıp belirlenir.Rabbinden bir rahmet olarak hep resuller göndermekteyiz. Muhakkak ki O, her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
Senin Rabbinin acıması gereği olarak (gönderdiğimiz elçilere o gece emirlerimizi açıklar, vahiylerimizi bildiririz). Doğrusu O, işitendir, bilendir.
رَبِّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَآ ۖ إِن كُنتُم مُّوقِنِينَ ﴿٧﴾
Rabbidir göklerin ve yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin. Adamakıllı inanır, iyice bilirseniz.
Eğer kesin bir bilgiyle inanıyorsanız (Allah), göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların Rabbidir.
rabbi-ssemâvâti vel'arḍi vemâ beynehümâ. in küntüm mûḳinîn.
Katımızdan bir buyrukla, her hikmetli işe o gecede hükmedilir. Doğrusu Biz öteden beri peygamberler göndermekteyiz. Eğer kesin olarak inanırsanız bilin ki, bu senin Rabbinden, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbinden bir rahmettir. O, işitendir, bilendir.
Eğer kesin olarak inanıyorsanız (bilin ki Allah), göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir.
Göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. Kesin bir inanca sahipseniz...
Siz eğer kesin olarak inanıyorsanız, iyi bilin ki Allah göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir.
Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin Rabbidir O, eğer görürcesine biliyor iseniz.
Yakin, kesin bilgi ve itmi'nan peşinde iseniz, bilin ki O, göklerin, yerin ve ikisi arasındaki varlıkların Rabbidir.O’ndan başka tanrı yoktur. Hayatı veren ve hayatı alıp öldüren de O’dur. Sizin ve daha önce gelmiş geçmiş atalarınızın da Rabbidir.
Eğer kesin olarak inanıyorsanız (bilin ki Allah), göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir.
لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ يُحْىِۦ وَيُمِيتُ ۖ رَبُّكُمْ وَرَبُّ ءَابَآئِكُمُ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿٨﴾
Yoktur ondan başka tapacak, diriltir ve öldürür; Rabbinizdir ve Rabbidir gelip geçen atalarınızın.
O'ndan başka İlah yoktur; diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbinizdir, geçmiş atalarınızın da Rabbidir.
lâ ilâhe illâ hüve yuḥyî veyümît. rabbüküm verabbü âbâikümü-l'evvelîn.
O'ndan başka tanrı yoktur; diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbiniz önceki atalarınızın da Rabbidir.
O'ndan başka ilah yoktur. (Her şeyi O) diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.
O'ndan başka tanrı yoktur. Yaşatır ve öldürür. Sizin de, önceki atalarınızın da Rabbidir.
Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O hem yaşatır, hem öldürür. O sizin de Rabbiniz, sizden önceki babalarınızın da Rabbidir.
Tanrı yoktur O'ndan başka! Diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbinizdir O, önceki atalarınızın da Rabbidir,
-Yakin, kesin bilgi ve itmi'nan peşinde iseniz, bilin ki O, göklerin, yerin ve ikisi arasındaki varlıkların Rabbidir.O’ndan başka tanrı yoktur. Hayatı veren ve hayatı alıp öldüren de O’dur. Sizin ve daha önce gelmiş geçmiş atalarınızın da Rabbidir.
O'ndan başka tanrı yoktur, yaşatır, öldürür. Sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.
بَلْ هُمْ فِى شَكٍّۢ يَلْعَبُونَ ﴿٩﴾
Hayır, onlar şüphe içindedir, alay edip dururlar.
Hayır, onlar şüphe içindedirler; oynayıp-oyalanıyorlar.
bel hüm fî şekkiy yel`abûn.
Ama inkarcılar, dirilmekten şüphededirler, bunu eğlenceye alırlar.
Fakat onlar, şüphe içinde eğlenip duruyorlar.
Doğrusu, onlar bir kuşku içinde oynamaktadırlar.
Fakat kâfirler bir şüphe içinde oynayıp eğleniyorlar.
İş, onların sandığı gibi değil! Bir kuşku içinde oynayıp oyalanmaktadırlar.
Fakat onlar şüphe içindedirler. Din gerçekleriyle alay edip eğlenirler.
Ama onlar, şüphe içinde oynuyorlar.
فَٱرْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِى ٱلسَّمَآءُ بِدُخَانٍۢ مُّبِينٍۢ ﴿١٠﴾
Artık gözetle gökyüzünden apaçık, gözle görünür bir dumanın geleceği günü.
Öyleyse sen, göğün açıkça bir duman getireceği günü gözle;
ferteḳib yevme te'ti-ssemâü bidüḫânim mübîn.
Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle; bu, can yakan bir azabdır.
Şimdi sen, göğün, açık bir duman çıkaracağı günü gözetle.
Göğün apaçık bir dumanı getireceği günü gözetle.
Ey Muhammed! Şimdi sen göğün, insanları bürüyecek açık bir duman getireceği günü gözetle. Bu acı bir azabdır.
Artık sen göğün açıkça izlenen bir duman getireceği günü gözle.
O halde sen göğün, bütün insanları saracak olan aşikâr bir duman çıkaracağı günü gözle. Bu, gayet acı bir azaptır.
Göğün, açık bir duman getireceği günü gözetle.
يَغْشَى ٱلنَّاسَ ۖ هَٰذَا عَذَابٌ أَلِيمٌۭ ﴿١١﴾
Bütün insanlara yayılır, budur elemli azap.
(Bu duman) insanları sarıp-kuşatıverir. İşte bu, acı bir azaptır.
yagşe-nnâs. hâẕâ `aẕâbün elîm.
Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle; bu, can yakan bir azabdır.
Duman insanları bürüyecektir. Bu, elem verici bir azaptır.
İnsanları çepeçevre saracaktır; bu acı bir azaptır.
Ey Muhammed! Şimdi sen göğün, insanları bürüyecek açık bir duman getireceği günü gözetle. Bu acı bir azabdır.
İnsanları kuşatıp sarar. İnletici bir azaptır bu.
O halde sen göğün, bütün insanları saracak olan aşikâr bir duman çıkaracağı günü gözle. Bu, gayet acı bir azaptır.
(Duman) İnsanları sarar. Bu, acı bir azabdır.
رَّبَّنَا ٱكْشِفْ عَنَّا ٱلْعَذَابَ إِنَّا مُؤْمِنُونَ ﴿١٢﴾
Rabbimiz, bizden azabı, gider, şüphe yok ki inandık biz.
\"Rabbimiz, azabı üstümüzden açıp-gider; çünkü biz (artık) iman edicileriz.\"
rabbene-kşif `anne-l`aẕâbe innâ mü'minûn.
İnsanlar: \"Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır; doğrusu artık biz inananlarız\" derler.
(İşte o zaman insanlar:) Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz (derler).
\"Rabbimiz, bizden bu azabı kaldır; biz inanıyoruz.\"
O gün insanlar: \"Ey Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Artık biz inanıyoruz\" derler.
\"Ey Rabbimiz, kaldır bizden bu azabı. Biz gerçekten müminleriz.\"
İşte o zaman insanlar: “Ey ulu Rabbimiz, bizden bu azabı kaldır, çünkü artık iman ediyoruz!” derler. [6,27; 14,44]
Rabbimiz, bizden azabı kaldır, çünkü biz artık inanıyoruz derler.
أَنَّىٰ لَهُمُ ٱلذِّكْرَىٰ وَقَدْ جَآءَهُمْ رَسُولٌۭ مُّبِينٌۭ ﴿١٣﴾
Siz neredesiniz, öğüt alma nerede ve andolsun ki onlara, her şeyi açıklayan bir Peygamber geldi de.
Onlar için öğüt alıp-düşünmek nerede? Onlara, açıklayan bir elçi gelmişti.
ennâ lehümü-ẕẕikrâ veḳad câehüm rasûlüm mübîn.
Nerde onlarda öğüt almak? Kendilerine gerçeği açıklayan bir peygamber gelmişti ve ondan yüz çevirmişler, \"Belletilmiş bir deli\" demişlerdi.
Nerede onlarda öğüt almak? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi gelmişti.
Mesaja aldırış etmediler. Halbuki kendilerine apaçık bir elçi gelmişti.
Onlar için bunu düşünüp öğüt almak nerede? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir de peygamber gelmişti.
Nerede onlarda öğüt almak? Yemin olsun, delillerle açıklayan bir resul gelmişti onlara.
Onlar nerede, iman nerede! Onlar ibret alan, hisse kapan insanlar değil.Böyle olmadıkları için, gerçekleri apaçık anlatan Peygamber geldiği halde ona sırtlarını döndüler de: “Bu, başkaları tarafından bir şeyler belletilmiş delinin teki!” dediler.
Artık onlar nasıl düşünüp öğüt alacaklar (öğüt alma zamanı geçti)? Oysa kendilerine apaçık bir elçi gelmişti.
ثُمَّ تَوَلَّوْا۟ عَنْهُ وَقَالُوا۟ مُعَلَّمٌۭ مَّجْنُونٌ ﴿١٤﴾
Sonra yüz çevirdiler ondan ve kendisine birşeyler öğretilmiş delinin biri dediler.
Sonra, ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: \"(Bu,) Öğretilmiştir, bir delidir.\"
ŝümme tevellev `anhü veḳâlû mü`allemüm mecnûn.
Nerde onlarda öğüt almak? Kendilerine gerçeği açıklayan bir peygamber gelmişti ve ondan yüz çevirmişler, \"Belletilmiş bir deli\" demişlerdi.
Sonra ondan yüz çevirdiler ve: Bu, öğretilmiş bir deli! dediler.
Sonra ondan yüz çevirdiler ve, \"Öğrenim görmüş bir deli!\" dediler.
Sonra onlar, o peygamberden yüz çevirdiler ve: \"Bu öğretilmiş bir delidir.\" dediler.
Ama ondan yüz çevirdiler ve şöyle dediler: \"Eğitilmiş bir mecnun!\"
Onlar nerede, iman nerede! Onlar ibret alan, hisse kapan insanlar değil.Böyle olmadıkları için, gerçekleri apaçık anlatan Peygamber geldiği halde ona sırtlarını döndüler de: “Bu, başkaları tarafından bir şeyler belletilmiş delinin teki!” dediler.
Ondan yüz çevirdiler: \"Bu, öğretilmiştir, cinlenmiştir\" dediler.
إِنَّا كَاشِفُوا۟ ٱلْعَذَابِ قَلِيلًا ۚ إِنَّكُمْ عَآئِدُونَ ﴿١٥﴾
Şüphe yok ki birazcık gidereceğiz azabı, fakat gene şüphe yok ki kafirliğe döneceksiniz.
Biz sizden bu azabı biraz açıp-gidereceğiz; (ama yine) dönecek olanlarsınız siz.
innâ kâşifü-l`aẕâbi ḳalîlen inneküm `âidûn.
Biz sizden azabı az bir süre için kaldıracağız, siz yine de eski inkarcılığınıza döneceksiniz.
Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz.
Biz azabı birazcık kaldıracağız; ama siz yine döneceksiniz.
Biz o azabı sizden birazcık kaldırırız. Ama siz mutlaka eski halinize dönersiniz.
Biz azabı biraz kaldırırız; siz eski halinize tekrar dönersiniz.
Azabı üzerinizden biraz kaldıracağız, fakat siz yine eski halinize döneceksiniz. [6,28; 23,75; 10,98; 7,88-89]
Biz sizden azabı birazcık kaldırırız ama siz yine (inkarınıza) dönersiniz.
يَوْمَ نَبْطِشُ ٱلْبَطْشَةَ ٱلْكُبْرَىٰٓ إِنَّا مُنتَقِمُونَ ﴿١٦﴾
O gün pek şiddetli bir surette tutar, cezalandırırız, şüphe yok ki öc alırız biz.
Büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, elbette Biz intikam alacağız.
yevme nebṭişü-lbaṭşete-lkübrâ. innâ münteḳimûn.
Onları çarptıkça çarpacağımız gün öcümüzü şüphesiz alırız.
Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız.
Asıl o büyük yakalama ile yakaladığımızda öc alırız.
Biz o büyük şiddetle çarptığımız gün mutlaka intikamımızı alırız.
Gün gelir, en büyük vuruşla vururuz biz. Şu bir gerçek ki, intikam da alırız biz!
Ama o müthiş satvetle kendilerini yakalayacağımız gün, onlardan tam intikam alırız. [89, 21-24; 34,51-54]
O gün büyük vuruşla vururuz; zira biz öc alıcıyız!
۞ وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ وَجَآءَهُمْ رَسُولٌۭ كَرِيمٌ ﴿١٧﴾
Ve andolsun ki onlardan önce Firavun'un kavmini de sınamıştık ve onlara güzel huylu bir peygamber gelmişti de.
Andolsun, Biz kendilerinden önce, Firavun'un kavmini de denedik. Onlara kerim bir elçi gelmişti;
veleḳad fetennâ ḳablehüm ḳavme fir`avne vecâehüm rasûlün kerîm.
And olsun ki, onlardan önce, Firavun milletini denemiştik. Onlara gelen değerli bir peygamber demişti ki:
Andolsun, kendilerinden önce biz, Firavun'un kavmini de imtihan etmiştik. Onlara şerefli bir elçi geldi. (Şöyle diyerek)
Onlardan önce Firavun'un halkını sınamıştık; onlara şerefli bir elçi gitmişti:
Andolsun ki, biz onlardan önce Firavun kavmini de denemiştik. Onlara çok kıymetli bir peygamber gelmişti.
Kudretimize yemin olsun ki, onlardan önce Firavun'un kavmini de ince bir imtihana çektik de, asil ve onurlu bir resul geldi onlara.
Biz onlardan önce Firavun'un halkını da imtihan ettik, onlara da pek değerli bir resul gelip demişti ki: “Ey Allah’ın kulları, benim hakkımı verin, yani tebliğimi dinleyin; çünkü ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim.
Andolsun, onlardan önce Fir'avn toplumunu da (imkanlar vererek) sınadık. Onlara değerli bir elçi geldi, (şöyle diyerek):
أَنْ أَدُّوٓا۟ إِلَىَّ عِبَادَ ٱللَّهِ ۖ إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌۭ ﴿١٨﴾
Allah'ın kullarını demişti, bana teslim edin, şüphe yok ki ben, emin bir peygamberim size.
\"Allah'ın kullarını bana teslim edin; gerçekten ben, sizin için güvenilir bir elçiyim\" (demişti).
en eddû ileyye `ibâde-llâh. innî leküm rasûlün emîn.
\"Ey Allah'ın kulları! Bana gelin, doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.\"
\"Allah'ın kulları! Bana gelin! Çünkü ben size (gönderilmiş) güvenilir bir resulüm\"
\"Ey ALLAH'ın kulları, bana kulak verin. Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.\"
O peygamber onlara şöyle demişti: \"Esaretiniz altındaki Allah'ın kullarını bana teslim edin. Çünkü ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.
Şöyle sesleniyordu: \"Ey Allah'ın kulları, bana gelin! Çünkü ben sizin için güvenilir bir resulüm.\"
Biz onlardan önce Firavun'un halkını da imtihan ettik, onlara da pek değerli bir resul gelip demişti ki: “Ey Allah’ın kulları, benim hakkımı verin, yani tebliğimi dinleyin; çünkü ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim.
Allah'ın kullarını bana teslim edin; çünkü ben sizin için güvenilir bir elçiyim.
وَأَن لَّا تَعْلُوا۟ عَلَى ٱللَّهِ ۖ إِنِّىٓ ءَاتِيكُم بِسُلْطَٰنٍۢ مُّبِينٍۢ ﴿١٩﴾
Ve Allah'a karşı yücelik satmaya kalkışmayın; şüphe yok ki ben size, apaçık bir delil getirdim.
\"Allah'a karşı büyüklenmeyin; şüphesiz size apaçık, bir delil getiriyorum.\"
veel lâ ta`lû `ale-llâh. innî âtîküm bisülṭânim mübîn.
\"Allah'a karşı üstün gelmeye kalkışmayın; doğrusu ben size apaçık bir delil getirdim.\"
Allah'a karşı ululuk taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir delil getiriyorum.
\"ALLAH'a karşı ululanmayın. Ben size apaçık bir delille gelmiş bulunuyorum.\"
Allah'a karşı üstünlük taslamayın. Şüphesiz ki ben size apaçık bir delil getiriyorum.
\"Allah'a karşı ululuk taslamayın! Ben size apaçık bir kanıt getirmekteyim.\"
Sakın Allah'a baş kaldırmayın, zira ben size apaçık bir delil getiriyorum.Beni taşlayıp öldürmenizden, benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınıyorum.Bana inanmıyorsanız, bari beni kendi halime bırakın (bana kötülük etmeyin).”
Allah'a karşı ululanmayın. Ben size apaçık bir delil getiriyorum.
وَإِنِّى عُذْتُ بِرَبِّى وَرَبِّكُمْ أَن تَرْجُمُونِ ﴿٢٠﴾
Ve şüphe yok ki ben Rabbime ve Rabbinize sığınırım beni taşlayıp öldürmenizden.
\"Ve doğrusu ben, sizin taşa tutmanızdan benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan (Allah)a sığındım.\"
veinnî `uẕtü birabbî verabbiküm en tercümûn.
\"Beni taşlamanızdan ötürü, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım.\"
Ben, beni taşlamanızdan, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a sığındım.
\"Sizin beni taşlamanızdan, benim Rabbime ve sizin Rabbinize sığınıyorum.\"
Gerçekten ben, beni taşlamanızdan dolayı benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım.
\"Ben, beni taşlamınzdan Rabbim ve Rabbinize sığındım.\"
Sakın Allah'a baş kaldırmayın, zira ben size apaçık bir delil getiriyorum.Beni taşlayıp öldürmenizden, benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınıyorum.Bana inanmıyorsanız, bari beni kendi halime bırakın (bana kötülük etmeyin).”
Ben, beni taşla(yıp öldür)menizden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan(Allah)a sığındım.
وَإِن لَّمْ تُؤْمِنُوا۟ لِى فَٱعْتَزِلُونِ ﴿٢١﴾
Bana inanmıyorsanız bırakın tek başıma beni.
\"Eğer bana inanmıyorsanız, bu durumda benden kopup-ayrılın.\"
veil lem tü'minû lî fa`tezilûn.
\"Bana inanmazsanız, başımdan çekilin.\"
Eğer bana inanmazsanız, hiç değilse yanımdan uzaklaşın.
\"Bana inanmıyorsanız, bari beni yalnız bırakın.\"
Eğer siz bana iman etmezseniz hemen yanımdan uzaklaşın.\"
\"Bana inanmadınızsa bari benden uzak durun!\"
Sakın Allah'a baş kaldırmayın, zira ben size apaçık bir delil getiriyorum.Beni taşlayıp öldürmenizden, benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınıyorum.Bana inanmıyorsanız, bari beni kendi halime bırakın (bana kötülük etmeyin).”
Eğer bana inanmadınızsa bari ben(im yolum)dan çekilin.
فَدَعَا رَبَّهُۥٓ أَنَّ هَٰٓؤُلَآءِ قَوْمٌۭ مُّجْرِمُونَ ﴿٢٢﴾
Derken Rabbine dua edip şüphe yok ki bunlar demişti, mücrim bir topluluk.
Sonunda Rabbine: \"Gerçekten bunlar, suçlu-günahkar bir kavimdirler\" diye dua etti.
fede`â rabbehû enne hâülâi ḳavmüm mücrimûn.
Bunlar, suçlu bir millet olduğu için, Rabbine yardım etmesi için yalvardı.
Bunun üzerine Musa: Bunlar suç işleyen bir toplumdur, diye Rabbine arzetti.
Ve, \"Bunlar suçlu bir topluluk,\"diye Rabbine yalvardı.
Musa: \"Şüphesiz ki bunlar suçlu bir kavimdir.\" diyerek yardım etmesi için Rabbine yalvardı.
Sonra Rabbine, \"Bunlar suç işleyen bir topluluktur.\" diye yakardı.
Onlar kabul etmeyince Rabbine şöyle yalvardı: “Ya Rabbî, onlar suçlu bir güruh! (Onları sana havale ettim, Sen onların hakkından gel.)”
Sonra (Musa): \"Bunlar, suç işleyen bir toplumdur!\" diye Rabbine du'a etti.
فَأَسْرِ بِعِبَادِى لَيْلًا إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ ﴿٢٣﴾
Artık kullarımla geceleyin yola düş, şüphe yok ki ardınızdan geleceklerdir.
(Allah da:) \"Öyleyse, kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, muhakkak takip edileceksiniz.\" (diye duasını kabul edip cevap verdi).
feesri bi`ibâdî leylen inneküm müttebe`ûn.
Allah da şöyle buyurdu: \"Kullarımı geceleyin yola çıkar; şüphesiz takip olunacaksınız.\"
Allah, O halde kullarımı geceleyin yola çıkar. Çünkü takip edileceksiniz, buyurdu.
\"Kullarımla geceleyin yola çık. Siz izleniyorsunuz.\"
Allah buyurdu ki: \"Kullarımı geceleyin yürüt. Çünkü siz takib edileceksiniz.
Bunun üzerine, Allah buyurdu: \"O halde kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz.\"
Yüce Allah buyurdu: “Mümin kullarımla geceleyin çıkıp git. Muhakkak ki sizi takip edeceklerdir. Denizi yarıp maiyetini geçirdikten sonra, onu olduğu gibi açık bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
(Allah): \"O halde kullarımı geceleyin yürüt. Çünkü takibedileceksiniz\" (dedi).
وَٱتْرُكِ ٱلْبَحْرَ رَهْوًا ۖ إِنَّهُمْ جُندٌۭ مُّغْرَقُونَ ﴿٢٤﴾
Deniz açılmışken öylece bırak, şüphe yok, onlar bir ordudur ki boğulacak.
\"Denizi durgun ve açık bırak. Çünkü suda boğulacak bir ordudur.\"
vetruki-lbaḥra rahvâ. innehüm cündüm mugraḳûn.
\"Denizi sakin iken geride bırak, doğrusu onlar suda boğulacak bir ordudur.\"
Denizi açık halde bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
\"Denizi yarılmış olarak terket. Onlar boğulmaya mahkum bir ordudur.\"
Karşıya geçince denizi olduğu gibi açık bırak. Çünkü onlar suda boğulacak bir ordudur.\"
\"Denizi açık bırak, çünkü onlar, boğulmaya mahkûm edilmiş bir ordudur.\"
Yüce Allah buyurdu: “Mümin kullarımla geceleyin çıkıp git. Muhakkak ki sizi takip edeceklerdir. Denizi yarıp maiyetini geçirdikten sonra, onu olduğu gibi açık bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
Denizi (yarıp toplumunu geçirdikten sonra olduğu gibi) açık bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
كَمْ تَرَكُوا۟ مِن جَنَّٰتٍۢ وَعُيُونٍۢ ﴿٢٥﴾
Nice bahçeler terkettiler ve nice akarsular.
Onlar nice bahçeler ve pınarlar terk etmişlerdi;
kem terakû min cennâtiv ve`uyûn.
Orada nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, eğlenip durdukları nimetler bırakmışlardı.
Onlar geride nice şeyler bıraktılar; bahçeler, çeimeler,
Onlar geride neler bırakmışlardı: Bahçeler, pınarlar,
Onlar neler bırakmışlardı, ne bahçeler, ne pınarlar!
Geriye nice bahçeler, nice pınarlar bıraktılar.
Geride neler bırakmadılar neler!... Ne bağlar, bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler... Ne güzel güzel konaklar, ne makamlar, içinde zevk-u safa sürdükleri ne nimetler!... [26,59; 7,137]
Onlar geride nice şeyler bıraktılar: Bahçeler, çeşmeler.
وَزُرُوعٍۢ وَمَقَامٍۢ كَرِيمٍۢ ﴿٢٦﴾
Ve tarlalar ve güzelim meclisler.
(Nice) Ekinler, güzel konaklar,
vezürû`iv vemeḳâmin kerîm.
Orada nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, eğlenip durdukları nimetler bırakmışlardı.
Ekinler, güzel konaklar,
Ekinler ve yüksek makamlar,
Ne ekinler, ne güzel kaynaklar,
Nice ekinler, nice seçkin makamlar.
Geride neler bırakmadılar neler!... Ne bağlar, bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler... Ne güzel güzel konaklar, ne makamlar, içinde zevk-u safa sürdükleri ne nimetler!... [26,59; 7,137]
Ekinler, güzel makamlar!
وَنَعْمَةٍۢ كَانُوا۟ فِيهَا فَٰكِهِينَ ﴿٢٧﴾
Ve bolbol yeyip geçindikleri nice nimetler.
Ve içlerinde 'sevinç ve mutluluk içinde' yaşadıkları nimetler,
vena`metin kânû fîhâ fâkihîn.
Orada nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, eğlenip durdukları nimetler bırakmışlardı.
Ve zevkü sefa sürdükleri nice nimetler!
Ve içinde sefa sürdükleri nice nimetler...
Ve içinde eğlenip durdukları nice nimetler ve refah!
İçinde zevk sürdükleri nice nimetler.
Geride neler bırakmadılar neler!... Ne bağlar, bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler... Ne güzel güzel konaklar, ne makamlar, içinde zevk-u safa sürdükleri ne nimetler!... [26,59; 7,137]
Ve zevkü sefa sürdükleri nice ni'metler!
كَذَٰلِكَ ۖ وَأَوْرَثْنَٰهَا قَوْمًا ءَاخَرِينَ ﴿٢٨﴾
Böyle işte ve onları miras verdik bir başka topluluğa.
İşte böyle; Biz bunları başka bir kavme miras olarak verdik.
keẕâlik. veevraŝnâhâ ḳavmen âḫarîn.
Bu böyledir; onları başka bir millete miras bıraktık.
İşte böylece biz de onları başka bir topluma miras bıraktık.
Böylece hepsini başka bir topluluğa miras bıraktık.
İşte böylece biz onları başka bir kavme miras bıraktık.
İşte böyle! Onlara başka bir toplumu mirasçı kıldık.
İşte böyle oldu! Sonra bütün bunları, başka bir topluma miras bıraktık. Merhamete lâyık olma haklarını kaybettiklerinden, perişan hallerine gök de ağlamadı, yer de ağlamadı. Artık onlara yeni bir mühlet de verilmedi. [26,59; 7,137]
İşte böyle oldu ve biz onları başka bir topluma miras verdik.
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ ٱلسَّمَآءُ وَٱلْأَرْضُ وَمَا كَانُوا۟ مُنظَرِينَ ﴿٢٩﴾
Derken ne gök ağladı onlara, ne yer ve mühlet de verilmedi onlara.
Onlar için ne gök, ne yer ağlamadı ve onlar (ın azabı) ertelenmedi.
femâ beket `aleyhimü-ssemâü vel'arḍu vemâ kânû münżarîn.
Gök ve yer, onlar için gözyaşı dökmedi, onlar erteye bırakılmamışlardı.
Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.
Ne gök ve ne de yer onlara ağladı; ertelenmediler de.
Gök ve yer onların üzerine ağlamadı. Onlara mühlet de verilmedi.
Gök de ağlamadı onlar için yer de. Yüzlerine bakılmadı bile!
İşte böyle oldu! Sonra bütün bunları, başka bir topluma miras bıraktık. Merhamete lâyık olma haklarını kaybettiklerinden, perişan hallerine gök de ağlamadı, yer de ağlamadı. Artık onlara yeni bir mühlet de verilmedi. [26,59; 7,137]
Onlara gök ve yer ağlamadı. Ve kendilerine fırsat da verilmedi.
وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ مِنَ ٱلْعَذَابِ ٱلْمُهِينِ ﴿٣٠﴾
Ve andolsun ki İsrailoğullarını aşağılatıcı bir azaptan kurtardık.
Andolsun, Biz İsrailoğulları'nı o alçaltıcı azaptan kurtardık.
veleḳad necceynâ benî isrâîle mine-l`aẕâbi-lmühîn.
And olsun ki, İsrailoğullarını, azgın bir zorba olan Firavun'un alçaltıcı azabından kurtardık.
Andolsun biz, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan kurtardık.
İsrailoğullarını alçaltıcı zulümden kurtarmıştık;
Andolsun ki biz İsrailoğullarını o aşağılayıcı azabdan kurtardık.
Yemin olsun, İsrailoğullarını, rezil edici bir azaptan kurtardık.
Böylece, İsrailoğullarını gerçekten zelil eden, aşağılayan o işkenceden, Firavun'un işkencesinden kurtardık. Doğrusu, bu adam, haddini aşan, büyüklük taslayan zorbanın teki idi.
Andolsun biz, İsrail oğullarını o küçültücü azabdan kurtardık:
مِن فِرْعَوْنَ ۚ إِنَّهُۥ كَانَ عَالِيًۭا مِّنَ ٱلْمُسْرِفِينَ ﴿٣١﴾
Firavun'dan; şüphe yok ki o haddi aşanlardan yücelik satan, ululanan biriydi.
Firavun'dan. Çünkü, o, ölçüyü taşıran bir mütekebbirdi.
min fir`avn. innehû kâne `âliyem mine-lmüsrifîn.
And olsun ki, İsrailoğullarını, azgın bir zorba olan Firavun'un alçaltıcı azabından kurtardık.
Yani Firavun'dan. Çünkü o bir zorba idi, aşırı gidenlerdendi.
Firavun'dan. O, azgın bir diktatör idi.
Firavun'dan da kurtardık çünkü o üstünlük taslayıp haddi aşan bir zorbaydı.
Firavun'dan kurtardık. Firavun, haddi aşanların büyüklük taslayanlarından biriydi.
Böylece, İsrailoğullarını gerçekten zelil eden, aşağılayan o işkenceden, Firavun'un işkencesinden kurtardık. Doğrusu, bu adam, haddini aşan, büyüklük taslayan zorbanın teki idi.
Fir'avn'dan. Çünkü o, (insanları ezip) ululanan, sınırı aşanlardan biri idi.
وَلَقَدِ ٱخْتَرْنَٰهُمْ عَلَىٰ عِلْمٍ عَلَى ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٣٢﴾
Ve andolsun ki İsrailoğullarını, bilerek bütün alemlerden üstün olmak üzere seçtik.
Andolsun, Biz onları bir ilim üzere alemlere üstün kıldık.
veleḳadi-ḫternâhüm `alâ `ilmin `ale-l`âlemîn.
And olsun ki, onların durumunu bilerek dünyaların üzerinde seçkin kıldık.
Andolsun biz İsrailoğullarına, bilerek, (kendi zamanlarında) alemlerin üstünde bir imtiyaz verdik.
Tüm halkın arasından özellikle onları seçtik.
Andolsun ki biz onları bilerek o zamanki alemlere üstün kıldık.
Yemin olsun, biz onları bir ilim sayesinde âlemlere üstün kılmıştık.
Mûsâ'ya bağlı olanları da, durumlarını bilerek, o devirdeki bütün insanlara üstün kıldık.
Andolsun biz, onları bir bilgiye göre alemlere üstün kıldık.
وَءَاتَيْنَٰهُم مِّنَ ٱلْءَايَٰتِ مَا فِيهِ بَلَٰٓؤٌۭا۟ مُّبِينٌ ﴿٣٣﴾
Ve onlara, apaçık nimetleri muhtevi deliller verdik.
Ve onlara, her birinde açık birer imtihan bulunan ayetler verdik.
veâteynâhüm mine-l'âyâti mâ fîhi belâüm mübîn.
Onlara, her birinde açıkça bir imtihan bulunan, mucizeler verdik.
Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan işaretler verdik.
Ve onlara, açık bir sınav olarak mucizeler verdik.
Biz onlara içinde apaçık bir imtihan bulunan mucizeler verdik.
Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan ayetler vermiştik.
Onlara, açık ve zahir nimetleri ortaya koyan nice mûcizevî haller verdik.
Onlara, içinde açık bir sınav bulunan ayetler verdik.
إِنَّ هَٰٓؤُلَآءِ لَيَقُولُونَ ﴿٣٤﴾
Gerçekten de şunlar elbette derler ki.
Muhakkak, bunlar da diyorlar ki:
inne hâülâi leyeḳûlûn.
Doğrusu inkarcılar, \"Ölum bir defadır, tekrar diriltilmeyeceğiz. Eğer doğru sözlü iseniz bize babalarımızı getirsenize\" derler.
Onlar (müşrikler) diyorlar ki:
Şunlar da diyorlar ki:
Gerçekten şu kâfirler diyorlar ki:
Şimdi, şunlar tutmuş diyorlar ki:
(Mekke müşrikleri ise), derler ki: “Biz bir kere öldük mü iş biter, artık dirilmemiz mümkün değil. Ama siz dirilme iddianızda tutarlı iseniz, daha önce gelip geçmiş atalarımızı diriltin de görelim!”
Şunlar (Kureyş kafirleri) de diyorlar ki:
إِنْ هِىَ إِلَّا مَوْتَتُنَا ٱلْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُنشَرِينَ ﴿٣٥﴾
İlk ölümümüzden başka ölüm yok bize ve biz, tekrar dirilmeyiz de.
\"(Bütün herşey) Bizim yalnızca ilk ölümümüzdür; biz yeniden diriltilip-kaldırılacak değiliz.\"
in hiye illâ mevtetüne-l'ûlâ vemâ naḥnü bimünşerîn.
Doğrusu inkarcılar, \"Ölum bir defadır, tekrar diriltilmeyeceğiz. Eğer doğru sözlü iseniz bize babalarımızı getirsenize\" derler.
\"İlk ölümümüzden sonra bir şey yoktur. Biz diriltilecek değiliz.\"
\"Sadece bir kez ölürüz; dirilecek değiliz.\"
\"Bizim ilk ölümümüzden başka bir şey yoktur. Biz tekrar diriltilecek değiliz.
\"İlk ölümümüzden başkası yok! Biz diriltilecek filan değiliz!\"
(Mekke müşrikleri ise), derler ki: “Biz bir kere öldük mü iş biter, artık dirilmemiz mümkün değil. Ama siz dirilme iddianızda tutarlı iseniz, daha önce gelip geçmiş atalarımızı diriltin de görelim!”
İlk ölümümüzden sonra bir şey yoktur. Biz diriltilecek değiliz.
فَأْتُوا۟ بِـَٔابَآئِنَآ إِن كُنتُمْ صَٰدِقِينَ ﴿٣٦﴾
Doğru söylüyorsanız getirin babalarımızı bize.
\"Eğer doğru sözlüyseniz, şu halde atalarımızı getirin bakalım.\"
fe'tû biâbâinâ in küntüm ṣâdiḳîn.
Doğrusu inkarcılar, \"Ölum bir defadır, tekrar diriltilmeyeceğiz. Eğer doğru sözlü iseniz bize babalarımızı getirsenize\" derler.
\" Doğru söylüyorsanız, atalarımızı getirin.\"
\"Doğru sözlüler iseniz, atalarımızı geri getirin.\"
Eğer siz doğru söyleyen kimselerseniz babalarınızı bize getirin.\"
\"Eğer doğru sözlülerseniz, atalarımızı geri getirin!\"
(Mekke müşrikleri ise), derler ki: “Biz bir kere öldük mü iş biter, artık dirilmemiz mümkün değil. Ama siz dirilme iddianızda tutarlı iseniz, daha önce gelip geçmiş atalarımızı diriltin de görelim!”
Doğru söylüyorsanız, babalarımızı getirin.
أَهُمْ خَيْرٌ أَمْ قَوْمُ تُبَّعٍۢ وَٱلَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ أَهْلَكْنَٰهُمْ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا۟ مُجْرِمِينَ ﴿٣٧﴾
Bunlar mı daha hayırlıdır, yoksa Tubba' kavmiyle onlardan öncekiler mi? Helak ettik onları, şüphe yok ki mücrimlerdi onlar.
Onlar mı hayırlı, yoksa Tübba' kavmi ve onlardan öncekiler mi? Biz onları yıkıma uğrattık. Çünkü onlar, suçlu-günahkardı.
ehüm ḫayrun em ḳavmü tübbe`iv velleẕîne min ḳablihim. ehleknâhüm. innehüm kânû mücrimîn.
Bunlar mı daha üstün yoksa Tubba milleti ve onlardan öncekiler mi? Onları yok etmişizdir, çünkü onlar suçlu idiler.
Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba' kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onları yok ettik, çünkü onlar suçlu idiler.
Onlar mı, yoksa Tubba' halkı ve onlardan öncekiler mi daha iyidir? Suçlu oldukları için onları yok etmiştik.
Onlar mı daha hayırlıdır, yoksa Tükba kavmi ile onlardan öncekiler mi? Biz onların hepsini de helak ettik. Çünkü onlar suçluydular.
Onlar mı hayırlı yoksa Tübba' halkıyla onlardan önce gelenler mi? Onları helâk ettik; çünkü onlar, suç işlemiş insanlardı.
Onlar mı daha güçlü kuvvetli, yoksa Tübba' halkı ve onlardan önceki toplumlar mı? Belli ki onlar daha güçlü idiler. Ama ağır suçlar işlediklerinden imha ettik onları!
Onlar mı hayırlı, yoksa Tubba' kavmi ve onlardan önce gelen(kavim)ler mi? Suç işledikleri için biz onların hepsini helak ettik.
وَمَا خَلَقْنَا ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَٰعِبِينَ ﴿٣٨﴾
Ve biz gökleri ve yeryüzünü ve ikisinin arasındakileri eğlence için, boşuboşuna yaratmadık.
Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları bir ‘oyun ve oyalanma konusu’ olsun diye yaratmadık.
vemâ ḫalaḳne-ssemâvâti vel'arḍa vemâ beynehümâ lâ`ibîn.
Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık.
Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.
Biz, gökler, yer ve aralarındakileri oyun eğlence için yaratmadık.
Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.
Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri eğlenmek için yaratmadık.
Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları eğlenmek için yaratmadık!
Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları eğlenmek için yaratmadık!
مَا خَلَقْنَٰهُمَآ إِلَّا بِٱلْحَقِّ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٩﴾
Biz onları, ancak gerçek olarak yarattık ve fakat çoğu bilmez.
Biz onları yalnızca hak ile yarattık. Ancak onların çoğu bilmezler.
mâ ḫalaḳnâhümâ illâ bilḥaḳḳi velâkinne ekŝerahüm lâ ya`lemûn.
Biz onları, ancak ve ancak gerektiği gibi yarattık, ama insanların çoğu bilmezler.
Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.
Biz onları ancak belli bir amaca göre yarattık. Ne var ki onların çoğu bilmezler.
Biz onları hak ve hikmetle yarattık. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.
İkisini de, sadece gerçeği göstermek üzere yarattık. Ama onların çokları bilmiyorlar.
Evet, onları hak ve hikmetle, ciddî maksat ve gayelerle yarattık, ama onların çoğu bunu anlamazlar.
Onları sadece gerçek bir sebeple, (hikmetli bir gaye ile) yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.
إِنَّ يَوْمَ ٱلْفَصْلِ مِيقَٰتُهُمْ أَجْمَعِينَ ﴿٤٠﴾
Ayrılma günü, gerçekten de hepsinin muayyen bir günüdür.
Şüphesiz o (hakkı batıldan, haklıyı haksızdan) ayırma günü, hepsinin (hesaba çekilecekleri) vakitleridir.
inne yevme-lfaṣli mîḳâtühüm ecme`în.
Doğrusu hüküm günü hepsinin bir arada bulunacağı gündür.
Şüphesiz (hakkı batıldan ayıran) hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı gündür.
Hepsi Karar Günü topluca buluşacaklardır.
Şüphesiz ki hakkı batıldan ayırd etme günü onların hepsinin bir araya toplanacağı gündür.
Hiç kuşkusuz, ayrım günü, hepsinin buluşma zamanıdır/buluşma yeridir.
Muhakkak ki bütün hesapların görüleceği o karar günü, hepsinin buluşacağı gündür.
(Hakkın batıldan ayrılacağı) Hüküm günü, hepsinin varacağı gündür.
يَوْمَ لَا يُغْنِى مَوْلًى عَن مَّوْلًۭى شَيْـًۭٔا وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ ﴿٤١﴾
O gün dostun dosta faydası olmaz ve onlar, bir yardım da görmezler.
O gün, bir dost dosttan herhangi bir şeyle yarar sağlayamaz. Ve onlara yardım edilmez.
yevme lâ yugnî mevlen `am mevlen şey'ev velâ hüm yünṣarûn.
O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, yardım da görmezler.
O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez.
O gün dost, dostunu hiç bir şeyden koruyamaz ve yardım da görmezler.
O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Onlara yardım da edilmez.
Bir gündür ki o, dostun dosta yararı olmaz. Onlara yardım da edilmez.
O gün dost dosta fayda veremez. Allah'ın merhametine mazhar olanlar dışında, kimseye yardım da edilmez. O, gerçekten azîzdir, rahîmdir (üstün kudret sahibidir, merhamet ve ihsanı boldur). [23,101; 70,10-11]
O gün dost, dostundan bir şey savamaz. Ve onlara yardım da edilmez.
إِلَّا مَن رَّحِمَ ٱللَّهُ ۚ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿٤٢﴾
Ancak Allah kime acırsa o başka; şüphe yok ki odur üstün ve rahim.
Ancak Allah'ın rahmet ettiği başka. Şüphesiz O, üstün ve güçlü olandır, esirgeyendir.
illâ mer raḥime-llâh. innehû hüve-l`azîzü-rraḥîm.
Yalnız, Allah'ın merhamet ettiği kimseler bunların dışındadır. O, şüphesiz güçlüdür, merhametlidir.
Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Şüphesiz O, üstündür, merhametlidir.
Yalnız ALLAH'ın merhamet ettikleri hariç. O Üstündür, Rahimdir.
Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, çok merhamet edicidir.
Allah'ın rahmet ettiği kimse müstesna. Allah Azîz'dir, Rahîm'dir.
O gün dost dosta fayda veremez. Allah'ın merhametine mazhar olanlar dışında, kimseye yardım da edilmez. O, gerçekten azîzdir, rahîmdir (üstün kudret sahibidir, merhamet ve ihsanı boldur). [23,101; 70,10-11]
Ancak Allah'ın acıdığı kimseler (kurtulur). Şüphesiz O, üstündür esirgeyendir.
إِنَّ شَجَرَتَ ٱلزَّقُّومِ ﴿٤٣﴾
Şüphe yok ki zakkum ağacı.
Doğrusu, o zakkum ağacı;
inne şecerate-zzeḳḳûm.
Doğrusu günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir.
Şüphesiz zakkum ağacı,
Elbette, zakkum ağacı
Gerçekten zakkum ağacı,
Şu bir gerçek ki zakkum ağacı,
Muhakkak ki zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir.
Zakkum ağacı,
طَعَامُ ٱلْأَثِيمِ ﴿٤٤﴾
Suçluların yemeğidir.
Günahkar olanın yemeğidir.
ṭa`âmü-l'eŝîm.
Doğrusu günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir.
Günahkarların yemeğidir.
Günahkarın yiyeceğidir.
Günahkârların yemeğidir.
Suçluların yemeğidir.
Muhakkak ki zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir.
Günahkarların yemeğidir.
كَٱلْمُهْلِ يَغْلِى فِى ٱلْبُطُونِ ﴿٤٥﴾
Erimiş bakıra, kurşuna benzer, karınlarda kaynar.
Pota gibi; karınlarda kaynar-durur;
kelmühl. yaglî fi-lbüṭûn.
Doğrusu günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir.
O, karınlarda maden eriyiği kaynar.
Derişik asit gibi ve midelerde kaynayacaktır
O pota gibi karınlarda kaynar.
Erimiş maden misali, karınlarda kaynar.
Kaynar su nasıl fokurdarsa, o da erimiş maden gibi karınlarında fokurdar.
Pota gibi karınlarda kaynar.
كَغَلْىِ ٱلْحَمِيمِ ﴿٤٦﴾
Kaynar su gibi.
Kaynar-suyun kaynaması gibi.
kegalyi-lḥamîm.
Doğrusu günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir.
Sıcak suyun kaynaması gibi.
Sıcak suyun kaynaması gibi.
O, kızgın bir sıvının kaynaması gibidir.
Sıcak suyun kaynaması gibi...
Kaynar su nasıl fokurdarsa, o da erimiş maden gibi karınlarında fokurdar.
Sıcak suyun kaynaması gibi.
خُذُوهُ فَٱعْتِلُوهُ إِلَىٰ سَوَآءِ ٱلْجَحِيمِ ﴿٤٧﴾
Tutun onu da sürüyün koca cehennemin ta ortasına.
\"Onu tutun da cehennemin orta yerine sürükleyin.\"
ḫuẕûhü fa`tilûhü ilâ sevâi-lceḥîm.
\"Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına azap olarak kaynar su dökün\" denir, sonra ona: \"Tad bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir\" denir.
(Allah zebanilere emreder): Tutun onu! Cehennemin ortasına sürükleyin!
Onu yakalayın ve cehennemin ortasına sürükleyin.
Allah meleklere şöyle emreder. \"Şunu tutun da Cehennem'in ortasına sürükleyin.\"
\"Tutun onu, cehennemin tam ortasına götürün!\"
Allah Zebanîlere: “Tutun onu da, buyurur, cehennemin ta ortasına sürükleyin.Sonra da başının üstünden kaynar su dökün!”ve deyin ki: “Tat bakalım! Hani üstündün, kudretliydin, asildin!”İşte hakkında şüphe ve mücadele ettiğiniz o gerçek budur. [52,13-15]
(Allah, zebanilere emreder): \"Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin.\"
ثُمَّ صُبُّوا۟ فَوْقَ رَأْسِهِۦ مِنْ عَذَابِ ٱلْحَمِيمِ ﴿٤٨﴾
Sonra da dökün kaynar suyu azab olarak tepesine.
\"Sonra kaynar suyun azabından başının üstüne dökün;\"
ŝümme ṣubbû fevḳa ra'sihî min `aẕâbi-lḥamîm.
\"Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına azap olarak kaynar su dökün\" denir, sonra ona: \"Tad bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir\" denir.
Sonra başına azap olarak kaynar su dökün!
Sonra başına kaynar su azabından dökün.
\"Sonra onun başının üstüne kaynar su azabından dökün.\"
\"Sonra başının üstüne, kaynar su azabından dökün!\"
Allah Zebanîlere: “Tutun onu da, buyurur, cehennemin ta ortasına sürükleyin.Sonra da başının üstünden kaynar su dökün!”ve deyin ki: “Tat bakalım! Hani üstündün, kudretliydin, asildin!”İşte hakkında şüphe ve mücadele ettiğiniz o gerçek budur. [52,13-15]
Sonra başının üstüne kaynar su azabından dökün!
ذُقْ إِنَّكَ أَنتَ ٱلْعَزِيزُ ٱلْكَرِيمُ ﴿٤٩﴾
Tat, şüphe yok ki sen üstündün, kerem sahibiydin.
\"(Azabı) Tad; çünkü sen, (kendince) üstün, onurluydun.\"
ẕuḳ. inneke ente-l`azîzü-lkerîm.
\"Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına azap olarak kaynar su dökün\" denir, sonra ona: \"Tad bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir\" denir.
(Ve deyin ki:) Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin!
\"Tad bakalım; sen çok üstün ve şerefliydin!\"
Ona şöyle denir! \"Tat bakalım azabı! hani sen kendine göre çok güçlü ve çok üstündün.
\"Tat bakalım! Hani sen onurluydun, seçkindin.\"
Allah Zebanîlere: “Tutun onu da, buyurur, cehennemin ta ortasına sürükleyin.Sonra da başının üstünden kaynar su dökün!”ve deyin ki: “Tat bakalım! Hani üstündün, kudretliydin, asildin!”İşte hakkında şüphe ve mücadele ettiğiniz o gerçek budur. [52,13-15]
Tad, zira sen kendince üstündün, şerefliydin.
إِنَّ هَٰذَا مَا كُنتُم بِهِۦ تَمْتَرُونَ ﴿٥٠﴾
Gerçekten de buydu şüphe ettiğiniz.
\"Gerçekten bu, sizin kuşkuya kapıldığınız şeydir.\"
inne hâẕâ mâ küntüm bihî temterûn.
\"Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına azap olarak kaynar su dökün\" denir, sonra ona: \"Tad bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir\" denir.
İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir.
\"Bu, işte kuşkulanıp durduğunuz şeydir.\"
İşte sizin inkâr edip durduğunuz şey budur.\"
\"İşte budur o kuşkulanıp durduğunuz şey.\"
Allah Zebanîlere: “Tutun onu da, buyurur, cehennemin ta ortasına sürükleyin.Sonra da başının üstünden kaynar su dökün!”ve deyin ki: “Tat bakalım! Hani üstündün, kudretliydin, asildin!”İşte hakkında şüphe ve mücadele ettiğiniz o gerçek budur. [52,13-15]
İşte o kuşkulanıp durduğunuz şey budur!\"
إِنَّ ٱلْمُتَّقِينَ فِى مَقَامٍ أَمِينٍۢ ﴿٥١﴾
Şüphe yok ki çekinenler, emin bir makamdadır.
Muttakilere gelince; muhakkak onlar, güvenli bir makamdadırlar.
inne-lmütteḳîne fî meḳâmin emîn.
Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlar ise, güvenli bir yerde, bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.
Müttakiler ise hakikaten güvenilir bir makamdadırlar.
Erdemli olanlar ise güvenlikli bir makamdadırlar.
Şüphesiz ki kötülükten sakınanlar güvenli bir makamdadırlar.
Korunup sakınanlar, güvenli bir makamdadır;
Müttakiler güvenli bir makamdadırlar:Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar.Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz.Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler.İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar.Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur.İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
Korunanlar ise güvenli bir makamdadır.
فِى جَنَّٰتٍۢ وَعُيُونٍۢ ﴿٥٢﴾
Cennetlerde ve akarsuların kıyılarında.
Cennetlerde ve pınarlarda,
fî cennâtiv ve`uyûn.
Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlar ise, güvenli bir yerde, bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.
Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.
Bahçeler ve pınarlar içerisinde.
Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.
Bahçelerde, pınar başlarında.
Müttakiler güvenli bir makamdadırlar:Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar.Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz.Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler.İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar.Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur.İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
Bahçelerde ve çeşme başlarında.
يَلْبَسُونَ مِن سُندُسٍۢ وَإِسْتَبْرَقٍۢ مُّتَقَٰبِلِينَ ﴿٥٣﴾
İnce ve kalın ipekliler giyerler, karşıkarşıya otururlar.
Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler, karşılıklı (otururlar).
yelbesûne min sündüsiv veistebraḳim müteḳâbilîn.
İnce ipekten ve parlak atlastan giyinerek karşılıklı otururlar.
İnce ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı otururlar.
İpek ve atlastan giysiler içinde karşılıklı otururlar.
Onlar ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerek karşılıklı olarak otururlar.
İnce ipekten, parlak atlastan giymiş olarak, karşılıklı oturmaktadırlar.
Müttakiler güvenli bir makamdadırlar:Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar.Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz.Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler.İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar.Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur.İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
İnce ipekten ve parlak atlastan giysiler giyerek karşılıklı otururlar.
كَذَٰلِكَ وَزَوَّجْنَٰهُم بِحُورٍ عِينٍۢ ﴿٥٤﴾
Böyle işte ve onları evlendiririz iri gözlü hurilerle.
İşte böyle; ve Biz onları iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir.
keẕâlik. vezevvecnâhüm biḥûrin `în.
Bu böyledir; onları iri siyah gözlü hurilerle eşlendiririz.
İşte böyle. Bunun yanısıra biz onları, iri gözlü hurilerle evlendiririz.
Bu böyledir; onlara güzel eşler vermişizdir.
İşte böyle, biz onları ayrıca iri siyah gözlü hurilerle evlendiririz.
İşte böyle! Onları iri gözlü hurilerle de eşleştirmişizdir.
Müttakiler güvenli bir makamdadırlar:Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar.Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz.Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler.İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar.Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur.İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
Ayrıca onları, iri gözlü hurilerle de evlendirmişizdir.
يَدْعُونَ فِيهَا بِكُلِّ فَٰكِهَةٍ ءَامِنِينَ ﴿٥٥﴾
Orada emin bir halde her çeşit meyvelar isterler.
Orda, güvenlik içinde her türlü meyveyi istiyorlar;
yed`ûne fîhâ bikülli fâkihetin âminîn.
Orada, güven içinde olarak her yemişi isteyebilirler.
Orada, güven içinde (canlarının çektiği) her meyveyi isterler.
Tam bir güvenlik içinde her meyveyi isterler.
Onlar orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler.
Orada, güvenli bir biçimde her türlü meyveyi isterler.
Müttakiler güvenli bir makamdadırlar:Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar.Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz.Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler.İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar.Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur.İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
Orada, güven içinde, her meyveyi isterler.
لَا يَذُوقُونَ فِيهَا ٱلْمَوْتَ إِلَّا ٱلْمَوْتَةَ ٱلْأُولَىٰ ۖ وَوَقَىٰهُمْ عَذَابَ ٱلْجَحِيمِ ﴿٥٦﴾
İlk ölümden başka ölüm tatmazlar orada ve onları korur koca cehennemin azabından.
Orda, ilk ölümün dışında başka ölüm tadmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur.
lâ yeẕûḳûne fîhe-lmevte ille-lmevtete-l'ûlâ. veveḳâhüm `aẕâbe-lceḥîm.
Orada, ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Rabbin lütfuyla onları cehennem azabından korumuştur. İşte büyük kurtuluş budur.
İlk tattıkları ölüm dışında, orada artık ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur (sürekli hayata kavuşmuşlardır).
Orada, ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. Onları cehennem azabından korumuştur.
Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur.
Orada, ilk ölüm dışında ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur.
Müttakiler güvenli bir makamdadırlar:Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar.Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz.Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler.İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar.Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur.İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
Orada ilk ölümden başka ölüm tadmazlar (sürekli yaşarlar). Ve (Allah) onları cehennem azabından korumuştur.
فَضْلًۭا مِّن رَّبِّكَ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ ٱلْفَوْزُ ٱلْعَظِيمُ ﴿٥٧﴾
Rabbinden bir lütuf ve ihsan olarak; budur o büyük kurtuluşun, murada erişin ta kendisi.
Senin Rabbinden, bir fazl ve (lütuf) olarak. İşte büyük 'mutluluk ve kurtuluş' budur.
faḍlem mir rabbik. ẕâlike hüve-lfevzü-l`ażîm.
Orada, ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Rabbin lütfuyla onları cehennem azabından korumuştur. İşte büyük kurtuluş budur.
(Bunlar) Rabbinden bir lütuf olarak (verilmiştir). İşte büyük kurtuluş budur.
Rabbinin bir lütfu olarak. İşte büyük zafer budur.
(Bunların hepsi) Rabbinden bir lütuf olarak (verilmiştir.) İşte büyük kurtuluş budur.
Rabbinden bir lütuf olarak böyledir. İşte budur o büyük başarı.
Müttakiler güvenli bir makamdadırlar:Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar.Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz.Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler.İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar.Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur.İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
Rabbinden bir lutuf olarak (bu ni'metler kendilerine verilmiştir). İşte, o büyük başarı budur.
فَإِنَّمَا يَسَّرْنَٰهُ بِلِسَانِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ ﴿٥٨﴾
Gerçekten de öğüt alsınlar diye Kur'an'ı senin dilinle indirdik, okuyuşunu da kolaylaştırdık.
Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, Biz onu (Kur'an'ı), senin dilinle kolaylaştırdık.
feinnemâ yessernâhü bilisânike le`allehüm yeteẕekkerûn.
Biz, öğüt alırlar diye, Kuran'ı senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık. Sen bekle, onlar da beklemektedirler.
Biz onu (Kur'an'ı), öğüt alalar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık.
Öğüt alsınlar diye senin dilinle onu kolaylaştırdık.
Biz Kur'ân'ı senin dilinle indirip kolaylaştırdık. Umulur ki onlar öğüt alırlar.
Biz o Kur'an'ı senin dilinle/senin diline kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alabilsinler.
Biz Kur'ân’ı, insanlar iyi anlayıp ibret alsınlar diye, senin dilinle indirerek anlaşılmasını kolaylaştırdık.
Biz o(Kur'a)nı senin diline kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alsınlar.
فَٱرْتَقِبْ إِنَّهُم مُّرْتَقِبُونَ ﴿٥٩﴾
Artık gözetle, bekle; şüphe yok ki onlar da gözetlemedeler, beklemedeler.
Öyleyse sen gözleyip-bekle; elbette onlar da gözleyip-bekliyorlar.
ferteḳib innehüm mürteḳibûn.
Biz, öğüt alırlar diye, Kuran'ı senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık. Sen bekle, onlar da beklemektedirler.
(Yine de inanmayanların başlarına gelecekleri) bekle; onlar da beklemektedirler.
Öyleyse bekle; onlar da beklemektedirler.
Artık sen onların başlarına gelecekleri bekle: Çünkü onlar da bekleyip durmaktadırlar.
Artık, beklemeye geç! Çünkü onlar da beklemekteler.
O halde neticeyi bekle!Zaten onlar da senin başına bir felaket gelmesini can atarak beklemektedirler. [58,21; 40,51-52]
Biraz bekle, onlar da beklemektedirler (yakında başlarına neler geleceğini göreceklerdir).