Settings
Surah Crouching [Al-Jathiya] in Turkish
حمٓ ﴿١﴾
Ha mim.
Ha, Mim.
ḥâ-mîm.
Ha, Mim.
Ha. Mim.
HH. M.
تَنزِيلُ ٱلْكِتَٰبِ مِنَ ٱللَّهِ ٱلْعَزِيزِ ٱلْحَكِيمِ ﴿٢﴾
Bu kitap, üstün ve her şeyi bilen Allah tarafından indirilmiştir.
Kitab'ın indirilmesi, üstün ve güçlü olan, hüküm ve hikmet sahibi Allah'tandır.
tenzîlü-lkitâbi mine-llâhi-l`azîzi-lḥakîm.
Kitap'ın indirilmesi, güçlü ve Hakim olan Allah katındandır.
Kitap, aziz ve hakim olan Allah tarafından indirilmiştir.
Bu kitabın indirilmesi, Üstün ve Bilge olan ALLAH katındandır.
Bu kitap, Azîz ve Hakîm olan Allah tarafından indirilmiştir.
Azîz ve Hakîm olan Allah'tan Kitap'ın indirilişidir bu...
Bu kitabın indirilmesi o (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) azîz ve hakîm Allah tarafındandır.
Kitabın indirilmesi, o üstün, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.
إِنَّ فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ لَءَايَٰتٍۢ لِّلْمُؤْمِنِينَ ﴿٣﴾
Şüphe yok ki göklerde ve yeryüzünde deliller var elbet inananlara.
Şüphesiz, mü'minler için göklerde ve yerde ayetler vardır.
inne fi-ssemâvâti vel'arḍi leâyâtil lilmü'minîn.
Göklerde ve yerde inananlara nice dersler vardır.
Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için birçok ayetler vardır.
İnananlar için göklerde ve yerde ayetler var.
Şüphesiz göklerde ve yerde müminler için birçok âyetler vardır.
Kuşkusuz, göklerde ve yerde, iman sahipleri için sayısız ayetler vardır.
Şüphesiz göklerde ve yerde müminler için Allah'ın kudret ve hikmetine dair çok deliller vardır.
Şüphesiz göklerde ve yerde, inananlar için ibretler vardır.
وَفِى خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِن دَآبَّةٍ ءَايَٰتٌۭ لِّقَوْمٍۢ يُوقِنُونَ ﴿٤﴾
Ve sizin yaratılışınızda ve yürüyen mahlukatı yayışında iyice inanıp anlamış topluluğa deliller var.
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.
vefî ḫalḳiküm vemâ yebüŝŝü min dâbbetin âyâtül liḳavmiy yûḳinûn.
Ey insanlar! Sizin yaratılmanızda ve canlıların yeryüzünde yayılmasında, kesin olarak inanan kimseler için ibretler vardır.
Sizin yaratılışınızda ve (Allah'ın) yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir toplum için ibret verici işaretler vardır.
Sizin yaratılışınızda ve yaydığı tüm canlılarda kuşkusuz bir inanca sahip bir toplum için ayetler var.
Sizin yaratılışınızda ve çeşitli canlıları yeryüzüne yaymasında kesin olarak inanan kimseler için ibretler vardır.
Ve sizin yaratılışınızda, her yana yaydığı canlılarda, kesinliği yakalayan bir topluluk için ibretler, işaretler vardır.
Siz insanların yaratılışınızda ve Allah'ın dünyanın her tarafında yaydığı canlılarda, kesin bilgiye ulaşıp gerçekleri tasdik edecek kimseler için deliller vardır.
Sizin yaratılışınızda ve (yeryüzünde) yaymakta olduğu canlılarda, kesin olarak inananlar için ibretler vardır.
وَٱخْتِلَٰفِ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ وَمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مِن رِّزْقٍۢ فَأَحْيَا بِهِ ٱلْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْرِيفِ ٱلرِّيَٰحِ ءَايَٰتٌۭ لِّقَوْمٍۢ يَعْقِلُونَ ﴿٥﴾
Ve geceyle gündüzün, birbiri ardınca gelip gitmesi ve Allah'ın, gökten, rızka ait yağmur yağdırıp da o sayede ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesi ve rüzgarı dilediği yerden dilediği yere estirmesi, delillerdir akıl eden topluluğa.
Gece ile gündüzün ardarda gelişinde (veya aykırılığında), Allah'ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır.
vaḫtilâfi-lleyli vennehâri vemâ enzele-llâhü mine-ssemâi mir rizḳin feaḥyâ bihi-l'arḍa ba`de mevtihâ vetaṣrîfi-rriyâḥi âyâtül liḳavmiy ya`ḳilûn.
Gece ile gündüzün birbiri ardından gelmesinde, gökten, Allah'ın rızık vermek için yağmur indirip, yeri onunla, ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgarları yönetmesinde, akleden kimseler için dersler vardır.
Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah'ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) ve ölümünden sonra yeri onunla diriltmesinde, rüzgarları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan toplum için dersler vardır.
Gecenin ve gündüzün birbirini izlemesinde, ALLAH'ın gökten bir rızık indirerek onunla ölümünden sonra toprağı diriltmesinde, ve rüzgarları yönetmesinde anlayan bir toplum için ayetler var.
Gece ile gündüzün değişmesinde ve Allah'ın gökten bir rızık sebebi olan yağmuru indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde ve rüzgârları yönlendirmesinde aklını kullanan bir topluluk için nice deliller vardır.
Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah'ın gökten bir rızık indirip de onunla yerküreyi ölümünden sonra hayata kavuşturmasında, rüzgârların herbir yana sevkedilişinde de aklını çalıştıran bir topluluk için izler, işaretler vardır.
Gece ve gündüzün peş peşe gelip müddetlerinin uzayıp kısalmasında, Allah'ın gökten bir rızık, yani yağmur indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde, akıllarını kullanıp düşünecek kimseler için Allah’ın kudretine ve hikmetine dair birçok deliller vardır.
Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah'ın gökten rızık (sebebi) indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltmesinde, rüzgarları estirmesinde düşünen bir toplum için ibretler vardır.
تِلْكَ ءَايَٰتُ ٱللَّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِٱلْحَقِّ ۖ فَبِأَىِّ حَدِيثٍۭ بَعْدَ ٱللَّهِ وَءَايَٰتِهِۦ يُؤْمِنُونَ ﴿٦﴾
İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir ki gerçek olarak okuyoruz sana; Allah'ın sözünden ve delillerinden sonra hangi söze inanırlar ki?
İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir; sana bunları hak olmak üzere okuyoruz. Öyleyse onlar, Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze iman edecekler?
tilke âyâtü-llâhi netlûhâ `aleyke bilḥaḳḳ. febieyyi ḥadîŝim ba`de-llâhi veâyâtihî yü'minûn.
İşte sana gerçek olarak anlattığımız bunlar, Allah'ın varlığının delilleridir. Artık Allah'tan ve O'nun delillerinden sonra hangi söze inanırlar?
İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. Artık Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?
Bunlar, sana gerçek olarak okuduğumuz ALLAH'ın ayetleridir. ALLAH'tan ve ayetlerinden başka hangi hadise inanıyorlar?
İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Sana onları hakkıyla okuyoruz. Artık Allah'a ve âyetlerine inanmadıktan sonra hangi söze inanacaklar?
İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah'tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise/söze inanıyorlar?!
(O tekvînî âyetlerin yanında) işte bunlar da Allah'ın (tenzîlî) âyetleridir ki, gerçeğin ta kendisi olarak (Cebrail vasıtasıyla) okuyup beyan ediyoruz.Allah’a ve O’nun âyetlerine inanmadıktan sonra, onlar acaba daha hangi söze inanacaklar?
İşte şunlar, Allah'ın ayetleridir, onları sana gerçek ile okuyoruz. Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanacaklar?
وَيْلٌۭ لِّكُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍۢ ﴿٧﴾
Yazık boyuna yalan söyleyip durmadan suç işleyene.
Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline.
veylül likülli effâkin eŝîm.
Kendine okunan Allah'ın ayetlerini dinleyip, sonra, onları hiç duymamış gibi büyüklük taslamakta direnen, yalancı ve günahkar kişinin vay haline! Ona can yakıcı bir azap müjdele.
Vay haline, her yalancı ve günahkar kişinin!
Vay haline her uydurukçu günahkarın!
Her günahkâr kişinin vay haline!
Yazıklar ve azaplar olsun günaha batmış her yalancı iftiracıya,
Yalana, sahtekârlığa, günaha dadanan her kimsenin vay haline! Böylesi, Allah'ın kendisine okunan âyetlerini işitir de sonra kibrine yediremeyip büyüklük taslayarak, sanki onları hiç işitmemiş gibi inkârında direnir. Ona gayet acı bir azabı müjdele!
Her yalancı, günah yüklü kimseye yuh olsun!
يَسْمَعُ ءَايَٰتِ ٱللَّهِ تُتْلَىٰ عَلَيْهِ ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِرًۭا كَأَن لَّمْ يَسْمَعْهَا ۖ فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ أَلِيمٍۢ ﴿٨﴾
Ona okununca Allah'ın ayetlerini dinler de sonra gene hiç duymamış gibi ululanıp ısrar eder; artık müjdele onu elemli bir azapla.
Kendisine Allah'ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla büyüklük taslayarak) sanki işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen onu acı bir azapla müjdele.
yesme`u âyâti-llâhi tütlâ `aleyhi ŝümme yüṣirru müstekbiran keel lem yesma`hâ. febeşşirhü bi`aẕâbin elîm.
Kendine okunan Allah'ın ayetlerini dinleyip, sonra, onları hiç duymamış gibi büyüklük taslamakta direnen, yalancı ve günahkar kişinin vay haline! Ona can yakıcı bir azap müjdele.
O, Allah'ın kendisine okunan ayetlerini işitir de sonra büyüklük taslayarak sanki hiç onları duymamış gibi (küfründe) direnir. İşte onu acı bir azap ile müjdele!
Kendisine okunan ALLAH'ın ayetlerini işittikten sonra, sanki onları hiç işitmemiş gibi büyüklük taslayarak direniyor. Onu acı bir cezayla müjdele.
O kimse Allah'ın kendisine okunan âyetlerini işitir de, sonra sanki kibrinden hiç işitmemiş gibi ısrar eder. İşte sen onu, can yakıcı bir azabla müjdele!
Ki Allah'ın ayetlerinin kendisine okunuşunu dinler, sonra böbürlenmiş olarak inadında devam eder. Sanki hiç duymamıştır onları. Artık acıklı bir azapla muştula böylesini.
Yalana, sahtekârlığa, günaha dadanan her kimsenin vay haline! Böylesi, Allah'ın kendisine okunan âyetlerini işitir de sonra kibrine yediremeyip büyüklük taslayarak, sanki onları hiç işitmemiş gibi inkârında direnir. Ona gayet acı bir azabı müjdele!
O, Allah'ın ayetlerinin kendisine okunduğunu işitir de sonra büyüklük taslayarak sanki hiç onları işitmemiş gibi (küfründe) direnir. Onu, acı bir azab ile müjdele.
وَإِذَا عَلِمَ مِنْ ءَايَٰتِنَا شَيْـًٔا ٱتَّخَذَهَا هُزُوًا ۚ أُو۟لَٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌۭ مُّهِينٌۭ ﴿٩﴾
Ve ayetlerimizden bir şey öğrendi mi onu alaya alır; onlar, öyle kişilerdir ki onlaradır aşağılatıcı azap.
Ayetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, alay konusu edinir. İşte onlar için aşağılatıcı bir azap vardır.
veiẕâ `alime min âyâtinâ şey'en-tteḫaẕehâ hüzüvâ. ülâike lehüm `aẕâbüm mühîn.
Ayetlerimizden bir şey öğrendiğinde onu alaya alır. İşte bunlara alçaltıcı bir azap ve ardından da cehennem vardır. Kazandıkları şeyler de, Allah'ı bırakıp edindikleri dostlar da onlara bir fayda vermez. Büyük azap onlaradır.
(O) ayetlerimizden bir şey öğrendiği zaman onlarla alay eder. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır!
Ayetlerimizden bir şey öğrendiği zaman onu alaya alır.
Âyetlerimizden birşey öğrendiği zaman, onu alaya alıyor. İşte onlar için rezil ve rüsvay edici bir azap vardır.
Ayetlerimizden birşeyin bilgisine ulaşınca, alaya aldı onu. İşte onlar içindir horlayıp yere batıran bir azap.
Âyetlerimizden öğrendiği bir şeyler olursa, onları alaya alır. İşte onlara hor ve zelil edecek bir azabın geleceğini müjdele!
O, bizim ayetlerimizden bir şey öğrendiği zaman onunla alay eder. İşte öyleleri için alçaltıcı bir azab vardır.
مِّن وَرَآئِهِمْ جَهَنَّمُ ۖ وَلَا يُغْنِى عَنْهُم مَّا كَسَبُوا۟ شَيْـًۭٔا وَلَا مَا ٱتَّخَذُوا۟ مِن دُونِ ٱللَّهِ أَوْلِيَآءَ ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿١٠﴾
Bulundukları halin ardında da cehennem var ve ne kazandıkları, azaplarından birşeyceğizi defedebilir, ne Allah'ı bırakıp da kabul ettikleri mabutlar ve onlaradır pek büyük bir azap.
Arkalarından cehennem (onları izlemektedir). Kazandıkları şeyler, onlara hiçbir yarar sağlamaz. Allah'tan başka edindikleri veliler de. Onlar için büyük bir azap vardır.
miv verâihim cehennem. velâ yugnî `anhüm mâ kesebû şey'ev velâ me-tteḫaẕû min dûni-llâhi evliyâ'. velehüm `aẕâbün `ażîm.
Ayetlerimizden bir şey öğrendiğinde onu alaya alır. İşte bunlara alçaltıcı bir azap ve ardından da cehennem vardır. Kazandıkları şeyler de, Allah'ı bırakıp edindikleri dostlar da onlara bir fayda vermez. Büyük azap onlaradır.
Ötelerinde de cehennem vardır. Kazandıkları şeyler de, Allah'ı bırakıp edindikleri dostlar da onlara hiçbir fayda vermez. Büyük azap onlaradır.
Onları cehennem beklemektedir. Ne işledikleri şeyler, ne de ALLAH'tan başka edindikleri dostlar onu kurtarabilir. Onlar, acı bir azabı haketmişlerdir.
Ötelerinde cehennem var. Ne kazandıkları şeyler, ne de Allah'tan başka edindikleri dostlar, kendilerinden hiçbir şeyi (azabı) kaldıramaz. Onlar için büyük bir azab vardır.
Arkalarından cehennem! Kazanmış oldukları da Allah dışında edindikleri veliler de onlara hiçbir yarar sağlamayacaktır. Çok büyük bir azap vardır onlar için.
Peşlerinde de cehennem onları beklemektedir. Ne kazandıkları servetler, ne de Allah'tan başka edindikleri dostlar ve hâmiler, kendilerine fayda vermez. Onlara müthiş bir azap vardır.
Ötelerinden de cehennem (onları beklemektedir). Ne kazandıkları ve ne de Allah'tan başka edindikleri veliler kendilerine bir yarar sağlayabilir. Onlar için büyük bir azab vardır.
هَٰذَا هُدًۭى ۖ وَٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ بِـَٔايَٰتِ رَبِّهِمْ لَهُمْ عَذَابٌۭ مِّن رِّجْزٍ أَلِيمٌ ﴿١١﴾
Bu Kur'an, doğru yolu gösterir ve Rablerinin ayetlerini inkar edenlere gelince: Onlaradır elemli ve en çetin azabın cezası.
İşte bu (Kur'an) bir hidayettir. Rablerinin ayetlerini inkar edenler ise, onlar için, (en) iğrenç olanından acı bir azap vardır.
hâẕâ hüdâ. velleẕîne keferû biâyâti rabbihim lehüm `aẕâbüm mir riczin elîm.
İşte bu Kuran doğruluk rehberidir. Rablerinin ayetlerini inkar edenlere, onlara, tiksindiren, can yakan bir azap vardır.
İşte bu Kur'an bir hidayettir. Rablerinin ayetlerini inkar edenlere gelince, onlara en kötüsünden, elem verici bir azap vardır.
Bu bir rehberdir. Rab'lerinin ayetlerini inkar edenler için iğrenç ve acı bir azap vardır.
Bu Kur'an bir hidâyettir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere ise, en şiddetlisinden acıklı bir azab vardır.
İyiye ve güzele bir kılavuzdur bu! Rablerinin ayetlerini inkâr edenler için, korkunç bir pislik azabı öngörülmüştür.
Bu Kur'ân, hidâyet rehberidir. Rab’lerinin âyetlerini reddedenlere ise, en fenasından gayet acı bir azap vardır.
İşte yol gösterici, bu(Kur'an)dır. Rablerinin ayetlerini tanımayanlar için çok çetin bir azab vardır!
۞ ٱللَّهُ ٱلَّذِى سَخَّرَ لَكُمُ ٱلْبَحْرَ لِتَجْرِىَ ٱلْفُلْكُ فِيهِ بِأَمْرِهِۦ وَلِتَبْتَغُوا۟ مِن فَضْلِهِۦ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٢﴾
Öyle bir Allah'tır ki üstünde gemi, emriyle kayıp gitsin ve siz de lutfundan, ihsanından nasibinizi arayıp elde edin de şükreyleyin diye ram etmiştir denizi size.
Allah; Kendi emriyle gemiler akıp gitsin ve O'nun fazlından ararsınız diye, sizin için denize boyun eğdirdi. Umulur ki şükredersiniz.
allâhü-lleẕî seḫḫara lekümü-lbaḥra litecriye-lfülkü fîhi biemrihî velitebtegû min faḍlihî vele`alleküm teşkürûn.
Emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, lütfedip verdiği rızkı aramanız için denizi buyruğunuz altına veren Allah'tır, belki artık şükredersiniz.
Allah o (yüce) varlıktır ki, emri gereğince içinde gemilerin yüzmesi ve lütfedip verdiği rızkı aramanız için ve de şükredesiniz diye denizi size hazır hale getirmiştir.
Lütfundan payınızı aramanız ve şükretmeniz için gemileri emriyle sürmenize uygun olarak denizi buyruğunuz altına veren ALLAH'tır
Allah O (yüce) zâttır ki, emriyle içinde gemilerin seyretmesi, sizin de O'nun lütfundan rızık aramanız ve şükretmeniz için denizi emrinize vermiştir.
Allah size denizi boyun eğdirdi ki, içinde gemiler O'nun emriyle akıp gitsin, lütfundan istekte bulunasınız ve şükredebilesiniz.
Allah o yüce Zattır ki, içinde emri ve izni ile gemiler akıp gitsin, lütfundan nasiplerinizi arayıp şükredesiniz diye denizleri hizmetinize vermiştir.
Allah'tır ki denizi size boyun eğdirdi, ta ki gemiler buyruğuyla denizin içinde akıp gitsin de, siz bu sayede O'nun lutfundan payınızı arayasınız ve şükredesiniz.
وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَمَا فِى ٱلْأَرْضِ جَمِيعًۭا مِّنْهُ ۚ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍۢ لِّقَوْمٍۢ يَتَفَكَّرُونَ ﴿١٣﴾
Ve ram etmiştir size, ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde, hepsi de onun rahmetindendir; şüphe yok ki bunda da deliller var düşünen topluluğa.
Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
veseḫḫara leküm mâ fi-ssemâvâti vemâ fi-l'arḍi cemî`am minh. inne fî ẕâlike leâyâtil liḳavmiy yetefekkerûn.
Göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir. Doğrusu bunlarda, düşünen kimseler için dersler vardır.
O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendi katından buyruğunuza vermiştir. Düşünen bir topluluk için elbette bunda ibretler vardır.
O, göklerde ve yerde bulunan herşeyi kendinden bir lütuf olarak sizin hizmetinize vermiştir. Şüphesiz bunda düşünen topluluklar için ibret ve deliller vardır.
Göklerde ne var, yerde ne varsa tümünü, O'ndan bir lütuf olarak size boyun eğdirmiştir. Bunda, derin derin düşünen bir topluluk için elbette ibretler vardır.
Hem göklerde ve yerde ne varsa, hepsini Kendi tarafından bir lütuf olarak hizmetinize veren de O'dur. Elbette bunda düşünecek kimseler için ibretler vardır. [16,53]
Göklerde ve yerde bulunan şeyleri kendisinden (bir lutuf olarak) size boyun eğdirdi. Elbette bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır.
قُل لِّلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ يَغْفِرُوا۟ لِلَّذِينَ لَا يَرْجُونَ أَيَّامَ ٱللَّهِ لِيَجْزِىَ قَوْمًۢا بِمَا كَانُوا۟ يَكْسِبُونَ ﴿١٤﴾
Îman edenlere de ki: İşlediklerine karşılık ceza vermesi için, Allah'ın günlerinin gelip çatacağını ummayanların suçlarını, şimdilik örtsünler.
İman edenlere de ki: \"(Allah'ın) Onları kazandıklarıyla cezalandırması için, Allah'ın günlerini ummayanları (şimdilik) bağışlasınlar.\"
ḳul lilleẕîne âmenû yagfirû lilleẕîne lâ yercûne eyyâme-llâhi liyecziye ḳavmem bimâ kânû yeksibûn.
İnanmışlara de ki: Allah'ın bir milleti yaptıklarına karşılık cezalandıracağı günlerin geleceğini ummayanları şimdilik bağışlasınlar.
İman edenlere söyle: Allah'ın (ceza) günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar. Çünkü Allah her toplumu, yaptığına göre cezalandıracaktır.
İnananlara söyle ki, ALLAH'ın günlerini ummayanları bağışlasınlar. Zira O, yaptıkları işlere göre bir topluluğa karşılık verir.
Ey Muhammed! İman edenlere söyle: Allah'ın cezalandıracağı günlerin geleceğini ummayanları şimdilik bağışlasınlar. Çünkü Allah her kavmi kazandıklarıyla cezalandıracaktır.
İman edenlere söyle: \"Allah'ın günlerini ummayanları affetsinler ki, O, bir toplumu kazandıklarıyla cezalandırsın.\"
İman edenlere söyle ki: Allah'ın ceza günlerinin gelip çatacağını beklemeyenlerin ezalarına aldırış etmesinler, kusurlarını bağışlasınlar. Çünkü nasılsa Allah, herkese yaptıklarının karşılığını verecektir (iman edenlere de sabır ve aflarının ödülünü verecektir.)
İnananlara söyle: Allah'ın (ceza) günlerinin geleceğini ummayanları affetsinler ki (Allah), bir toplumu, yaptıklarıyle cezalandırsın.
مَنْ عَمِلَ صَٰلِحًۭا فَلِنَفْسِهِۦ ۖ وَمَنْ أَسَآءَ فَعَلَيْهَا ۖ ثُمَّ إِلَىٰ رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ ﴿١٥﴾
Kim iyilik ederse kendisinedir ve kim kötülükte bulunursa gene kendisine, sonra da dönüp Rabbinizin tapısına varırsınız.
Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir, kim kötülük yaparsa, artık o da kendi aleyhinedir. Sonra siz Rabbinize döndürüleceksiniz.
men `amile ṣâliḥan felinefsih. vemen esâe fe`aleyhâ. ŝümme ilâ rabbiküm türce`ûn.
Kim yararlı iş işlerse kendinedir; kim kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürülürsünüz.
Kim iyi iş yaparsa faydası kendinedir, kim de kötülük yaparsa zararı yine kendinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.
Kim erdemli davranırsa kendisi içindir, kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Sonra, siz Rabbinize döndürüleceksiniz.
Her kim iyi bir iş yaparsa onun faydası kendisinedir. Kim de kötülük yaparsa zararı yine kendinedir. Sonra hep Rabbinize döndürüleceksiniz.
Kim hayra ve barışa yönelik bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kötülük yapan da kendi aleyhine yapmış olur. Sonunda Rabbinize döndürülürsünüz.
Kim güzel ve makbul bir iş yaparsa, kendisi için yapar. Kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Sonunda Rabbinizin huzuruna götürüleceksiniz.
Kim iyi bir iş yaparsa yararı kendisinedir, kim de kötülük yaparsa zararı kendisinedir. Sonunda Rabbinize döndürüleceksiniz.
وَلَقَدْ ءَاتَيْنَا بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ ٱلْكِتَٰبَ وَٱلْحُكْمَ وَٱلنُّبُوَّةَ وَرَزَقْنَٰهُم مِّنَ ٱلطَّيِّبَٰتِ وَفَضَّلْنَٰهُمْ عَلَى ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿١٦﴾
Ve andolsun ki biz, İsrailoğullarına kitap ve hüküm ve peygamberlik verdik ve onları, temiz şeylerle rızıklandırdık ve alemlere üstün ettik.
Andolsun, Biz İsrailoğulları'na kitap, hüküm ve peygamberlik verdik, onları temiz ve güzel şeylerle rızıklandırdık ve onları alemlere üstün kıldık.
veleḳad âteynâ benî isrâîle-lkitâbe velḥukme vennübüvvete verazaḳnâhüm mine-ṭṭayyibâti vefeḍḍalnâhüm `ale-l`âlemîn.
And olsun ki Biz, İsrailoğullarına Kitap, hüküm ve peygamberlik verdik; onları temiz şeylerle rızıklandırdık; onları dünyalara üstün kıldık.
Andolsun ki biz, İsrailoğullarına Kitap, hüküm ve peygamberlik verdik. Onları güzel rızıklarla besledik ve onları dünyalara üstün kıldık.
İsrailoğullarına kitabı, bilgeliği ve peygamberliği vermiştik. Onları iyi nimetlerle rızıklandırmış ve onları tüm halklara üstün kılmıştık.
Andolsun ki biz, vaktiyle İsrailoğulları'na kitap, hüküm ve peygamberlik vermiştik. Onları temiz rızıklarla rızıklandırmıştık. Ve onları âlemlerden üstün kılmıştık.
Yemin olsun, biz, İsrailoğullarına Kitap'ı, hükmetme gücünü, peygamberliği verdik, onları temiz yiyeceklerden rızıklandırdık ve kendilerini âlemler üzerine imtiyazlı kıldık.
Gerçekten Biz İsrailoğullarına, kitap, hükümranlık, hikmet ve nübüvvet verdik.Onları helâl ve has nimetlerle rızıklandırdık ve onları diğer insanlara üstün kıldık.
Andolsun biz, İsrail oğullarına Kitap, hüküm (hikmet, hükümranlık) ve peygamberlik verdik, onları güzel rızıklarla besledik ve onları alemlere üstün kıldık.
وَءَاتَيْنَٰهُم بَيِّنَٰتٍۢ مِّنَ ٱلْأَمْرِ ۖ فَمَا ٱخْتَلَفُوٓا۟ إِلَّا مِنۢ بَعْدِ مَا جَآءَهُمُ ٱلْعِلْمُ بَغْيًۢا بَيْنَهُمْ ۚ إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِى بَيْنَهُمْ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ فِيمَا كَانُوا۟ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿١٧﴾
Ve sonradan olacak işe ait de apaçık deliller gösterdik onlara; derken, o hususta kendilerine bir bilgi geldikten sonradır ki ancak aralarındaki hırs ve haset yüzünden ayrılığa düştüler; şüphe yok ki Rabbin, kıyamet gününde, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında, aralarında hüküm verecek.
Ve onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki 'hakka tecavüz ve azgınlıktan' dolayı ihtilafa düştüler. Şüphesiz Rabbin, hakkında ihtilafa düştükleri şeyde kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.
veâteynâhüm beyyinâtim mine-l'emr. feme-ḫtelefû illâ mim ba`di mâ câehümü-l`ilmü bagyem beynehüm. inne rabbeke yaḳḍî beynehüm yevme-lḳiyâmeti fîmâ kânû fîhi yaḫtelifûn.
Din konusunda, onlara belgeler verdik; ancak, kendilerine ilim geldikten sonra birbirini çekememezlikten ayrılığa düştüler. Rabbin kıyamet günü, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında şüphesiz aralarında hükmedecektir.
Din konusunda onlara açık deliller verdik. Ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.
Onlara apaçık emirler verdik. Kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki çekememezlikten ötürü ayrılığa düştüler. Diriliş Günü senin Rabbin, ayrılığa düştükleri konularda onların arasında yargı verecektir.
Din hususunda onlara apaçık deliller verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki çekememezlik ve düşmanlık yüzünden ayrılığa düşmüşlerdi. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeylerde, kıyâmet günü aralarında hükmedecektir.
Onlara, iş ve yönetime ilişkin açık-seçik belgeler verdik. Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki azgınlık ve kıskançlık yüzünden ihtilafa düştüler. Hiç kuşkusuz, Rabbin, onlar arasında, tartışıp durdukları şeyle ilgili olarak kıyamet günü hüküm verecektir.
Onlara din işinde parlak deliller, mûcizeler verdik. Şimdi onların din konusunda ihtilaf etmeleri, sırf kendilerine gerçeğe dair ilim geldikten sonra haset ve ihtirastan dolayıdır.Senin Rabbin kıyamet günü, ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında hükmünü verecektir.
Ve onlara bu (din) iş(in)de açık deliller verdik. Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz, Rabbin kıyamet günü, ayrılığa düştükleri şeylerde onlar arasında hüküm verecektir.
ثُمَّ جَعَلْنَٰكَ عَلَىٰ شَرِيعَةٍۢ مِّنَ ٱلْأَمْرِ فَٱتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَآءَ ٱلَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٨﴾
Sonra seni, dine ait bir şeriata sahip ettik, artık uy ona ve bilmeyenlerin dileklerine uyma.
Sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerine kıldık; öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin heva (istek ve tutku)larına uyma.
ŝümme ce`alnâke `alâ şerî`atim mine-l'emri fettebi`hâ velâ tettebi` ehvâe-lleẕîne lâ ya`lemûn.
Sonra seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık, ona uy; bilmeyenlerin heveslerine uyma.
Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.
Sonra sana da din konusunda bir yasa verdik; sen ona uymalısın, bilmeyenlerin keyfine uyma.
Sonra (Ey Muhammed) seni din hususunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin hevâ ve heveslerine uyma.
Daha sonra seni, iş ve yönetimde bir şerîat/bir yol-yöntem üzerine koyduk. Artık ona uy! Bilmeyenlerin keyifleri ardınca gitme!
Sonra din işinde, seni ayrı bir şeriat yoluna koyduk. Sen ona tâbi ol, gerçeği bilmeyenlerin keyiflerine uyma. [42,13-15]
Sonra seni de buyruk(umuz)dan bir şeriate (bir hukuk düzenine) koyduk. Sen ona uy, bilmeyenlerin keyiflerine uyma.
إِنَّهُمْ لَن يُغْنُوا۟ عَنكَ مِنَ ٱللَّهِ شَيْـًۭٔا ۚ وَإِنَّ ٱلظَّٰلِمِينَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَآءُ بَعْضٍۢ ۖ وَٱللَّهُ وَلِىُّ ٱلْمُتَّقِينَ ﴿١٩﴾
Şüphe yok ki onlar, senden Allah'ın azabına ait hiçbir şeyi defedemezler ve şüphe yok ki zulmedenlerin bir kısmı, bir kısmına yardım eder ve Allah'sa, çekinenlerin yardımcısıdır.
Çünkü onlar, Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi senden savamazlar. Şüphesiz zalimler, birbirlerinin velisidirler. Allah ise, muttakilerin velisidir.
innehüm ley yugnû `anke mine-llâhi şey'â. veinne-żżâlimîne ba`ḍuhüm evliyâü ba`ḍ. vellâhü veliyyü-lmütteḳîn.
Şüphesiz onlar, seni Allah'tan müstağni kılamazlar. Doğrusu zalimler birbirlerinin dostudurlar. Sakınanların dostu ise Allah'tır.
Çünkü onlar, Allah'a karşı sana hiçbir fayda vermezler. Doğrusu zalimler birbirlerinin dostlarıdır; Allah da takva sahiplerinin dostudur.
Onlar, ALLAH'tan hiçbir şeyi senden savamazlar. Zalimler birbirlerinin dostlarıdır. ALLAH da erdemlilerin dostudur.
Çünkü onlar Allah'tan gelecek hiçbir şeyi senden uzaklaştıramazlar. Şüphesiz zâlimler, birbirlerinin dostlarıdır. Allah ise müttakilerin dostudur.
Kuşkun olmasın ki onlar, Allah karşısında sana hiçbir yarar sağlayamazlar/Allah'tan gelecek hiçbir şeyi senden uzaklaştıramazlar. Zalimler birbirlerinin dostlarıdır; Allah ise takvaya sarılanların Velî'sidir.
Çünkü Allah'tan gelecek herhangi bir cezayı önleme hususunda, onlar sana hiçbir fayda veremezler. Zalimler birbirinin dostudur. Allah ise müttakilerin dostudur!
Çünkü onlar, Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi senden savamazlar. Zalimler birbirlerinin velisidirler. Allah ise korunanların velisidir.
هَٰذَا بَصَٰٓئِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًۭى وَرَحْمَةٌۭ لِّقَوْمٍۢ يُوقِنُونَ ﴿٢٠﴾
Bu, can gözleridir insanlara ve doğru yolu gösterir ve rahmettir iyideniyiye inanıp anlamış topluluğa.
Bu (Kur'an), insanlar için basiret (nuruyla Allah'a yönelten ayet)lerdir, kesin bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.
hâẕâ beṣâiru linnâsi vehüdev veraḥmetül liḳavmiy yûḳinûn.
Bu Kuran, insanlar için açık belgeler; kesin olarak inanan millet için doğruluk rehberi ve rahmettir.
Bu (Kur'an), insanlar için basiret nurları, kesin olarak inanan bir toplum için hidayet ve rahmettir.
Bunlar, halk için aydınlatıcı delillerdir, kesin inanca sahip bir topluma bir rehber ve rahmettir.
Bu (Kur'an) insanların kalb gözünü açan bir nur, kesin bilgi edinmek isteyen bir toplum için de hidâyet ve rahmettir.
Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o.
Bu Kur'ân, delilleri ile, fikirleri ve kalpleri aydınlatan basiret nurlarıdır iman edecek kimseler için hidâyet rehberi ve rahmettir.
Bu (Kur'an), insanlara kanıtlar(sunmakta)dır; kesin olarak inananlara yol gösterici ve rahmettir.
أَمْ حَسِبَ ٱلَّذِينَ ٱجْتَرَحُوا۟ ٱلسَّيِّـَٔاتِ أَن نَّجْعَلَهُمْ كَٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ سَوَآءًۭ مَّحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْ ۚ سَآءَ مَا يَحْكُمُونَ ﴿٢١﴾
Yoksa kötülük kazananlar, kendilerini de iman edenler ve iyi işlerde bulunanlarla eşit mi tutacağız, dirimleri de, ölümleri de onlarla bir olacak mı sanıyorlar? Ne de kötü hükmediyorlar.
Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar.
em ḥasibe-lleẕîne-cteraḥü-sseyyiâti en nec`alehüm kelleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti sevâem maḥyâhüm vememâtühüm. sâe mâ yaḥkümûn.
Yoksa, kötülük işleyen kimseler, ölümlerinde ve diriliklerinde kendilerini, inanıp yararlı iş işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!
Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!
Kötülükleri işleyen kimseler, dirildiklerinde ve ölümlerinde, kendilerini, inanıp erdemli davrananlarla bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!
Yoksa, kötülük işleyenler, hayatlarında ve ölümlerinde kendilerini, iman edip iyi ameller işleyen kimselerle bir tutacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar!
Kötülüklere cesaretle dalanlar sanıyorlar mı ki, biz kendilerini, iman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlarla aynı tutacağız? Hayatları ve ölümleri onlarla aynı mı olacak?! Ne kötü hüküm veriyorlar bunlar!
Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar, iman edip güzel ve makbul işler gerçekleştirenlere yaptığımız muameleyi, kendilerine de göstereceğimizi, hayatlarında ve ölümlerinde onları bir tutacağımızı mı sanıyorlar? Ne kötü, ne yanlış bir muhakeme! [59,20]
Yoksa kötülükleri işleyen kimseler, kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler gibi yapacağımızı mı sandılar? Yaşamaları ve ölümleri onlarla bir olacak öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar!
وَخَلَقَ ٱللَّهُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضَ بِٱلْحَقِّ وَلِتُجْزَىٰ كُلُّ نَفْسٍۭ بِمَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٢٢﴾
Ve halketmiştir Allah gökleri ve yeryüzünü gerçek olarak ve herkes, kazancına göre karşılık bulsun diye ve onlara zulmedilmez.
Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı; öyle ki, her nefis kazandıklarıyla karşılık görsün. Onlara zulmedilmez.
veḫaleḳa-llâhü-ssemâvâti vel'arḍa bilḥaḳḳi velitüczâ küllü nefsim bimâ kesebet vehüm lâ yużlemûn.
Allah gökleri ve yeri gerçekle yaratmıştır; her cana, kazandığının karşılığı verilir, onlara zulmedilmez.
Allah, gökleri ve yeri yerli yerince yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez.
ALLAH gökleri ve yeri belli bir amaç için yarattı ki her can, kazandığının karşılığını haksızlığa uğramadan görsün.
Halbuki Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Hem de herkese yaptığının karşılığı verilmek üzere, onlara asla haksızlık edilmez.
Ve Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Ta ki her benlik, kazancının karşılığıyla, hiç kimse zulme uğratılmaksızın, yüz yüze getirilsin.
Halbuki Allah gökleri ve yeri hikmetle, gerçek bir maksatla ve bir de herkes ne kazanmışsa, kendilerine asla haksızlık edilmeksizin, ona göre karşılık görmesi için yaratmıştır.
Allah, gökleri ve yeri gerçek olarak yaratmıştır ki her can, kazandığıyle cezalandırılsın, kimseye haksızlık edilmez.
أَفَرَءَيْتَ مَنِ ٱتَّخَذَ إِلَٰهَهُۥ هَوَىٰهُ وَأَضَلَّهُ ٱللَّهُ عَلَىٰ عِلْمٍۢ وَخَتَمَ عَلَىٰ سَمْعِهِۦ وَقَلْبِهِۦ وَجَعَلَ عَلَىٰ بَصَرِهِۦ غِشَٰوَةًۭ فَمَن يَهْدِيهِ مِنۢ بَعْدِ ٱللَّهِ ۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ ﴿٢٣﴾
Gördün mü dileğini mabud edineni ve halini bildiği halde Allah tarafından sapıklığa terkedileni ve onun kulağını ve kalbini mühürlemiştir ve gözüne de perde çekmiştir; artık Allah'tan sonra kim doğru yolu gösterebilir ona? Hala mı öğüt ve ibret almazsınız?
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?
eferaeyte meni-tteḫaẕe ilâhehû hevâhü veeḍallehü-llâhü `alâ `ilmiv veḫateme `alâ sem`ihî veḳalbihî vece`ale `alâ beṣarihî gişâveh. femey yehdîhi mim ba`di-llâh. efelâ teẕekkerûn.
Heva ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız?
Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala ibret almayacak mısınız?
Egosunu tanrı edinen kimseye dikkat ettin mi? Nitekim ALLAH onu bilerek saptırmış, işitme duyusunu ve beynini mühürlemiş ve görüşüne perde koymuştur. ALLAH'tan başka kim onu doğruya iletebilir? Öğüt almaz mısınız?
(Ey Muhammed!) Hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah'ın kendi ilmi dahilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah'tan başka kim hidâyete erdirebilir? Hala düşünmez misiniz?
Kendisinin ilahı olarak kendi duygu ve arzusunu almış kişiyi gördün mü? Allah onu bir ilim üzerine saptırmış, kulağı ve kalbi üzerine mühür basmış, gözünün üstüne de bir perde çekmiştir. Allah'tan sonra ona kim kılavuzluk edecektir. Hâlâ düşünüp ibret almıyor musunuz?
Baksana kendi heva ve hevesini ilah edinen, ilmi olduğu halde Allah'ın kendisini şaşırtıp, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözlerine de perde çektiği kimsenin haline! Hakkı görmemekte ve azgınlıkta ısrar etmesi sebebiyle Allah’ın şaşırttığı bu kimseyi kim yola getirebilir? Düşünmüyor musunuz? [7,186]
Keyfini tanrı edinen ve Allah'ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi ona Allah'tan sonra kim doğru yolu gösterecek? Düşünmüyor musunuz?
وَقَالُوا۟ مَا هِىَ إِلَّا حَيَاتُنَا ٱلدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَآ إِلَّا ٱلدَّهْرُ ۚ وَمَا لَهُم بِذَٰلِكَ مِنْ عِلْمٍ ۖ إِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ ﴿٢٤﴾
Ve dediler ki: Yaşayış, ancak bu dünyadaki yaşayışımızdan ibaret, ölürüz ve diriliriz ve bizi zamandan başka bir şey öldürmez ve bu hususta bir bilgileri yoktur onların, yalnız zanna kapılmışlardır onlar.
Dediler ki: \"(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi \"kesintisi olmayan zaman' (dehrin akışın)dan başkası yıkıma (helake) uğratmıyor.\" Oysa onların bununla ilgili hiçbir bilgileri yoktur; yalnızca zannediyorlar.
veḳâlû mâ hiye illâ ḥayâtüne-ddünyâ nemûtü venaḥyâ vemâ yühlikünâ ille-ddehr. vemâ lehüm biẕâlike min `ilmin. in hüm illâ yeżunnûn.
\"Hayat, ancak bu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız; bizi ancak zamanın geçişi yokluğa sürükler\" derler. Onların bu hususta bir bilgisi yoktur, sadece böyle sanırlar.
Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder. Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar.
Onlar derler ki, \"Biz sadece dünya hayatında yaşarız. Yaşarız, ölürüz ve bizi zamandan başkası yok etmez.\" Onların bu konuda bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zannediyorlar.
Hem müşrikler dediler ki: \"Hayat, ancak bu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak geçen zaman yokluğa sürükler. Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece böyle zannederler.
Dediler ki: \"Şu dünya hayatımızdan başkası yok. Ölüyoruz, diriliyoruz. Bizi zamandan başkası helâk etmiyor.\" Onların bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Sadece sanıda bulunuyorlar.
Âhireti inkâr eden kâfirler bir de şöyle dediler: “Hayat, sadece bu dünyada yaşadığımız hayattan ibarettir: Ölürüz, yaşarız. Bizi yalnız zamanın akışı helâk eder.”Aslında, buna dair hiçbir kesin bilgileri yoktur, onlar sadece zanlarıyla böyle söylüyorlar.
Dediler ki: \"Ne varsa dünya hayatımızdır, başka bir şey yoktur. Ölürüz, yaşarız. Bizi zamandan başkası helak etmiyor.\" Fakat onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zannediyorlar.
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ ءَايَٰتُنَا بَيِّنَٰتٍۢ مَّا كَانَ حُجَّتَهُمْ إِلَّآ أَن قَالُوا۟ ٱئْتُوا۟ بِـَٔابَآئِنَآ إِن كُنتُمْ صَٰدِقِينَ ﴿٢٥﴾
Ve onlara apaçık ayetlerimiz okununca kesin delilleri, ancak doğru söylüyorsanız getirin atalarımızı bize demelerinden ibarettir.
Onlara açık belgeler olarak ayetlerimiz okunduğu zaman, onların (sözde) delilleri: \"Eğer doğru sözlüler iseniz, atalarımızı (diriltip) getirin\" demekten başkası değildir.
veiẕâ tütlâ `aleyhim âyâtünâ beyyinâtim mâ kâne ḥuccetehüm illâ en ḳâlü-'tû biâbâinâ in küntüm ṣâdiḳîn.
Ayetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman, delilleri yalnızca: \"Doğru sözlü iseniz babalarımızı getirin bakalım\" demek olur.
Onlara açıkça ayetlerimiz okunduğu zaman: Doğru sözlü iseniz atalarımızı getirin, demelerinden başka delilleri yoktur.
Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğunda, \"Doğru sözlü iseniz atalarımızı geri getirin,\" demekten başka delilleri yoktur.
Kendilerine âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman; \"Eğer sözünüzde doğru iseniz atalarımızı diriltip getirin.\" demekten başka söylenecek hiçbir delil yoktur.
Ayetlerimiz, karşılarında açık-seçik mesajlar halinde okunduğunda, delilleri sadece şöyle demek olmuştur: \"Doğru sözlüler iseniz atalarımızı getirin.\"
Kendilerine iman esaslarına ve bu arada âhirete dair âyetlerimiz açık açık okunduğunda, onların ileri sürdükleri tek iddia: “Eğer siz bu inancınızda tutarlı iseniz, gelip geçmiş atalarımızı diriltin de önümüze getirin” demekten başka bir şey olmaz. [2,28; 30,27]
Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu zaman: \"Doğru iseniz, babalarımızı getirin\" demelerinden başka bir delilleri olmamıştır.
قُلِ ٱللَّهُ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ إِلَىٰ يَوْمِ ٱلْقِيَٰمَةِ لَا رَيْبَ فِيهِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ ٱلنَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٢٦﴾
De ki: Allah diriltir sizi, sonra öldürür, sonra da şüphe bile olmayan kıyamet günü, toplar sizi ve fakat insanların çoğu bilmez.
De ki: \"Allah sizi diriltiyor, sonra sizi öldürüyor, sonra kendisinde hiçbir kuşku olmayan kıyamet günü O sizi biraraya getirip-toplayacaktır. Ancak insanların çoğu bilmezler.\"
ḳuli-llâhü yuḥyîküm ŝümme yümîtüküm ŝümme yecme`uküm ilâ yevmi-lḳiyâmeti lâ raybe fîhi velâkinne ekŝera-nnâsi lâ ya`lemûn.
De ki: \"Sizi Allah diriltir, sonra öldürür, sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplar. Ama insanların çoğu bilmezler.\"
De ki: Allah sizi diriltir, sonra öldürür. Sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet gününde biraraya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler.
De ki \"Sizi ALLAH diriltir ve öldürür. Sonra, gerçekleşmesinde kuşku bulunmayan Diriliş Gününde sizi bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmez.\"
(Ey Muhammed!) De ki: \"Allah sizi diriltir. Sonra sizi o öldürür, sonra da geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde (diriltip) bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler.
De ki: \"Sizi Allah yaşatıyor; sonra sizi öldürecek, sonra da o hakkında hiç kuşku bulunmayan kıyamet gününde biraraya getirecek. Ama insanların çokları bilmiyorlar.\"
De ki: “Size hayatı veren Allah'tır. Sonra sizi yine O öldürür, sonra da hepinizi, hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet (dirilme) günü bir araya toplar; ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.” [64,9; 77,12-13; 11,104; 70,6-7]
De ki: \"Allah sizi yaşatıyor, sonra sizi öldürüyor. Sonra sizi, toplayıp duruşma gününe getirecektir. Bunda asla şüphe yoktur, ama insanların çoğu bilmezler.\"
وَلِلَّهِ مُلْكُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ ۚ وَيَوْمَ تَقُومُ ٱلسَّاعَةُ يَوْمَئِذٍۢ يَخْسَرُ ٱلْمُبْطِلُونَ ﴿٢٧﴾
Ve Allah'ındır göklerin ve yeryüzünün saltanatı ve tedbiri ve kıyametin koptuğu gün, gerçeği kabul etmeyip boş şeylere kapılanlar, ziyan ederler.
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyamet-saatinin kopacağı gün, (işte) o gün, batılda olanlar hüsrana uğrayacaklardır.
velillâhi mülkü-ssemâvâti vel'arḍ. veyevme teḳûmü-ssâ`atü yevmeiẕiy yaḫseru-lmübṭilûn.
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün, batıl sözlere uymuş olanlar hüsranda kalırlar.
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.
Göklerin ve yerin yönetimi ALLAH'a aittir. Saat (dünyanın sonu) gerçekleştiği gün, işte o gün batılı savunanlar hüsrana uğrayacaktır.
Göklerin ve yerin mülkü sadece Allah'ındır. Kıyâmetin kapacağı gün varya, işte o gün batıla sapanlar hep hüsrana düşecekler.
Göklerin ve yerin mülkü/saltanatı Allah'ındır. Kıyamet kopunca, işte o gün, gerçekleri hükümsüz kılanlar hüsrana uğrayacaklardır.
Göklerin ve yerin hakimiyeti Allah'ındır. Kıyamet saati gelip çattığı gün, işte o gün batıl dâva peşinde olanlar, en büyük kayba uğrayacaklardır.
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O sa'at başladığı gün, işte o gün (Allah'ın ayetlerini etkisiz bırakmağa çalışan) iptalciler hüsrana uğrayacaktır.
وَتَرَىٰ كُلَّ أُمَّةٍۢ جَاثِيَةًۭ ۚ كُلُّ أُمَّةٍۢ تُدْعَىٰٓ إِلَىٰ كِتَٰبِهَا ٱلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٢٨﴾
Ve görürsün ki her ümmet, diz çökmüş, kendi kitabına çağrılmada. O gün, ne yaptıysanız onun karşılığını bulur, ona göre mücazata ve mükafata erişirsiniz.
O gün sen, her ümmeti diz üstü çökmüş (veya toplanmış) olarak görürsün. Her ümmet, kendi kitabına çağrılır. \"Bugün yaptıklarınızla karşılık göreceksiniz.\"
veterâ külle ümmetin câŝiyeh. küllü ümmetin tüd`â ilâ kitâbihâ. elyevme tüczevne mâ küntüm ta`melûn.
Her ümmeti diz üstü çökmüş olarak görürsün. Her ümmet kitabına çağrılır. Onlara denir ki: \"Bugün, size işlediğinizin karşılığı verilecektir.\"
O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır, (onlara şöyle denilir:) \"Bu gün, yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız!\"
Her toplumu diz çökmüş halde görürsün. Her toplum kendi kitabına çağrılır: \"Bugün size, yaptıklarınızın karşılığı ödenecektir.\"
O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet, kendi kitabına çağırılır, onlara: \"Bugün yaptığınız amellerin cezası verilecektir.
O gün tüm ümmetleri, toplanıp diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına davet edilir. Bugün, yapıp-ettiklerinizin karşılığıyla yüzyüze getirileceksiniz.
O gün bütün ümmetleri, bir araya toplanmış ve diz çökmüş vaziyette görürsün. Her ümmet, hesap defterlerini okumaya çağırılır. Daha önce ne yaptıysanız bugün sadece onun karşılığını alırsınız. [17,14; 75,13-15; 18,49]
(O gün) Her ümmeti (Allah'ın huzurunda) toplanmış görürsün. Her ümmet, kendi Kitabına (yaptığı işlerin tutanağı olan amel defterine) çağırılır: \"Bugün yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız!\"
هَٰذَا كِتَٰبُنَا يَنطِقُ عَلَيْكُم بِٱلْحَقِّ ۚ إِنَّا كُنَّا نَسْتَنسِخُ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٢٩﴾
Bu kitabımız, size gerçeği söyler; şüphe yok ki biz, ne yaptıysanız hepsini yazdırmışızdır.
\"Bu Bizim kitabımızdır; sizin aleyhinizde hak ile konuşuyor. Gerçekten Biz, sizin yaptıklarınızı yazıyorduk.\"
hâẕâ kitâbünâ yenṭiḳu `aleyküm bilḥaḳḳ. innâ künnâ nestensiḫu mâ küntüm ta`melûn.
\"Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize konuşur. Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir kaydediyorduk.\"
\"Bu, yüzünüze karşı gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü biz, yaptıklarınızı kaydediyorduk.\"
\"Bu kitabımız size karşı gerçeği konuşmaktadır. Çünkü biz, yaptıklarınızı kaydediyorduk.\"
İşte kitabınız, yüzünüze karşı hakkı söylüyor, çünkü biz sizin yaptıklarnızı hep kaydediyorduk.\" (denir).
Bu bizim kitabımız, karşınızda gerçeği söylüyor. Çünkü biz, yapıp-ettiklerinizin kopyasını çıkarıyorduk/yaptıklarınızı kaydediyorduk.
İşte karşınızda sadece gerçekleri dile getiren defterimiz. Biz sizin yaptığınız her işi bir yere kaydediyorduk. [17,14; 18,49]
İşte Kitabımız, aleyhinize gerçeği söylüyor. Çünkü biz, yaptıklarınızı yazıyorduk.
فَأَمَّا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ فِى رَحْمَتِهِۦ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ ٱلْفَوْزُ ٱلْمُبِينُ ﴿٣٠﴾
İnanan ve iyi işlerde bulunanları, artık Rableri, rahmetine alır, budur apaçık kurtuluşun, murada erişin ta kendisi.
Artık iman edip salih amellerde bulunanlara gelince; Rableri onları Kendi rahmetine sokar. İşte apaçık olan 'büyük mutluluk ve kurtuluş' budur.
feemme-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti feyüdḫilühüm rabbühüm fî raḥmetih. ẕâlike hüve-lfevzü-lmübîn.
İnanıp, yararlı iş işleyenlere gelince, Rableri onları rahmetine garkeder. İşte bu, apaçık kurtuluştur.
İnanıp iyi işler yapanlara gelince, Rableri onları rahmetine kabul eder. İşte apaçık kurtuluş budur.
İnanan ve erdemli davrananlara gelince, Rab'leri onları rahmetine sokacaktır. Apaçık zafer işte budur.
İman edip iyi işler yapanlara gelince; Rableri onları rahmeti içine koyacaktır. İşte apaçık kurtuluş budur.
İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanların durumu şu: Rableri onları rahmetine sokacaktır. İşte açık zafer budur.
İman edip makbul ve güzel işler yapanların yüce Rab'leri, kendilerini rahmetine alır. İşte en kesin başarı, en büyük mutluluk budur.
İnanıp iyi işler yapanlar; Rableri onları rahmetine sokar. İşte apaçık başarı budur.
وَأَمَّا ٱلَّذِينَ كَفَرُوٓا۟ أَفَلَمْ تَكُنْ ءَايَٰتِى تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَٱسْتَكْبَرْتُمْ وَكُنتُمْ قَوْمًۭا مُّجْرِمِينَ ﴿٣١﴾
Ve ama kafir olanlara gelince: Âyetlerim okunmuyor muydu size? Derken ululandınız ve mücrim bir topluluk oldunuz.
İnkar edenlere gelince; \"Size karşı ayetlerim okunduğunda büyüklük taslayan (müstekbir olan)lar ve suçlu-günahkar bir kavim olanlar sizler değil miydiniz?\"
veemme-lleẕîne keferû. efelem tekün âyâtî tütlâ `aleyküm festekbertüm veküntüm ḳavmem mücrimîn.
Ama, inkar eden kimselere denir ki: \"Ayetlerim size okunmuş, siz de büyüklenip suçlu bir millet olmuştunuz değil mi?\"
Ama inkar edenlere gelince onlara: Âyetlerim size okunmuş, siz de büyüklenip suçlu bir toplum olmuştunuz, değil mi? denilir.
İnkar edenlere gelince: \"Ayetlerimiz size okunmuş ve siz de büyüklenip suçlu bir topluluk olmamış mıydınız?\"
Ama kâfirlere gelince; onlara da denilir ki; \"Size âyetlerim okunmadı mı? Siz büyüklük tasladınız ve günah işleyen bir kavim oldunuz değil mi?
İnkâr ve nankörlüğe sapmış olanlara gelince, onlara şöyle denecek: \"Ayetlerimiz karşınızda okunurdu ama siz büyüklük taslardınız, suç işleyen bir toplum oldunuz, öyle değil mi?\"
Kâfirlere ise yüce Allah tarafından, şöyle denilir: “Âyetlerim size okunduğunda siz büyüklük taslamış ve hep suç işleyen kimseler olmuştunuz değil mi?”
Ama inkar edenlere gelince (onlara da şöyle denir): \"Ayetlerim size okunurdu, fakat siz büyüklük tasladınız ve suçlu bir toplum oldunuz değil mi?\"
وَإِذَا قِيلَ إِنَّ وَعْدَ ٱللَّهِ حَقٌّۭ وَٱلسَّاعَةُ لَا رَيْبَ فِيهَا قُلْتُم مَّا نَدْرِى مَا ٱلسَّاعَةُ إِن نَّظُنُّ إِلَّا ظَنًّۭا وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِنِينَ ﴿٣٢﴾
Ve size, şüphe yok ki Allah'ın vaadi gerçektir ve kıyamette şüphe yoktur dendi mi, kıyamet nedir derdiniz, bilmiyoruz ki, ancak bir zanda bulunmadayız ve biz, iyideniyiye bilmedik, anlamadık ki.
\"Gerçekten Allah'ın va'di haktır, kıyamet-saatinde hiçbir kuşku yoktur\" denildiği zaman, siz: \"Kıyamet-saati de neymiş, biz bilmiyoruz; biz yalnızca bir zan (ve tahmin)da bulunup zannediyoruz; biz, kesin bir bilgiyle inanmakta olanlar değiliz\" demiştiniz.
veiẕâ ḳîle inne va`de-llâhi ḥaḳḳuv vessâ`atü lâ raybe fîhâ ḳultüm mâ nedrî me-ssâ`atü in neżunnü illâ żannâ vemâ naḥnü bimüsteyḳinîn.
\"Doğrusu Allah'ın verdiği söz gerçektir, kıyamet saati şüphe götürmez\" dendiği zaman: \"Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz, yalnız yoktur sanıyoruz, buna dair kesin bir bilgi elde etmiş değiliz\" derdiniz.
\"Allah'ın vadi gerçektir, kıyamet gününde şüphe yoktur\" dendiği zaman: Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz onun bir tahminden ibaret olduğunu sanıyoruz, (onun hakkında) kesin bir bilgi elde etmiş değiliz, demiştiniz.
Kendilerine ALLAH'ın sözünün bir gerçek ve Saat'in kesinleşmesi kaçınılmaz bir olay olduğu söylendiğinde siz, \"Saat'in ne olduğunu bilmeyiz! Biz sadece çeşitli sanılara sahibiz ve bu konuda kesin bir bilgi elde etmiş değiliz,\" derdiniz.
Allah'ın vaadi gerçektir. \"O kıyâmetin geleceğinde şüphe yoktur.\" denildiğinde \"Kıyamet nedir bilmiyoruz.\" Yalnız bir zandan ibârettir sanıyoruz. Fakat bu hususta kesin bir bilgimiz yok.\" derdiniz.
Hani, size, \"Hiç kuşkusuz, Allah'ın vaadi haktır, kıyamet saatinde de şüphe yoktur\" dendiğinde, siz şöyle demiştiniz: \"Saat nedir, bilmiyoruz. Sadece bir şeyler var sanıyoruz; kesin bir bilgimiz olmadığı için inanmıyoruz.\"
Size: “Allah'ın vâdi gerçektir, kıyamet (dirilme) saati mutlaka gelecektir” denildiğinde siz: “Kıyamet neymiş bilmeyiz, biz olsa olsa bir zan ve tahminde bulunabiliriz, ama biz kesin bir tarzda ona inanmayız.” demiştiniz.
Allah'ın va'di gerçektir, (Duruşma) sa'at(inin geleceğin)de şüphe yoktur dendiği zaman: \"Sa'at nedir, bilmiyoruz, (onu) sadece (bir kuruntu) sanıyoruz biz ona inanmıyoruz\" demiştiniz ha?!\"
وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا۟ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا۟ بِهِۦ يَسْتَهْزِءُونَ ﴿٣٣﴾
Ve belirir, görünür onlara yaptıkları işlerin kötülükleri ve başlarına gelir alay ettikleri şey.
Onların yaptıkları şeylerin kötülüğü kendileri için açığa çıktı ve alay konusu edindikleri de onları sarıp-kuşattı.
vebedâ lehüm seyyietü mâ `amilû veḥâḳa bihim mâ kânû bihî yestehziûn.
İşledikleri kötülükler kendilerine belli oldu ve onları, alaya aldıkları şeyler kuşatıp mahvetti.
Yaptıklarının kötülükleri onlara görünmüş, alay edip durdukları şey onları kuşatmıştır.
Yaptıkları kötülükler kendilerine görünecek ve alay etmekte oldukları şey onları kuşatıp avlayacaktır.
Derken yaptıkları amellerin kötülüğü gözlerinin önüne serildi, alay edip durdukları şey onları kuşatıverdi.
Yaptıklarının kötülükleri karşılarına dikilmiş, alay edip durdukları şey kendilerini kuşatıvermiştir.
Derken, yaptıkları ne kadar kötü, pis iş varsa karşılarına çıktı. Alay ettikleri cehennem azabı, kendilerini her taraftan sardı.
Yaptıklarının kötülükleri onlara göründü ve alay edip durdukları şey onları kuşattı.
وَقِيلَ ٱلْيَوْمَ نَنسَىٰكُمْ كَمَا نَسِيتُمْ لِقَآءَ يَوْمِكُمْ هَٰذَا وَمَأْوَىٰكُمُ ٱلنَّارُ وَمَا لَكُم مِّن نَّٰصِرِينَ ﴿٣٤﴾
Ve denir ki: Siz nasıl bugüne kavuşacağınızı unuttuysanız bugün de biz, sizi unuttuk ve yurdunuz ateştir ve size bir yardımcı da yoktur.
Denildi ki: \"Bugününüzle karşılaşmayı unuttuğunuz gibi, Biz de sizi bugün unutuyoruz. Barınma yeriniz ateştir. Ve sizin için hiçbir yardımcı yoktur.\"
veḳîle-lyevme nensâküm kemâ nesîtüm liḳâe yevmiküm hâẕâ veme'vâküm-nnâru vemâ leküm min nâṣirîn.
Onlara denir ki: \"Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi Biz de sizi unuttuk; varacağınız yer ateştir, yardımcılarınız da yoktur.\"
Denilir ki: Bu güne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi biz de bugün sizi unuturuz. Yeriniz ateştir, yardımcılarınız da yoktur!
Ve onlara şöyle denir: \"Bugünkü karşılaşmanızı unuttuğunuz için biz de bugün sizi unutuyoruz. Yeriniz ateştir ve sizin bir yardımcınız da olmayacaktır.\"
O gün kâfirlere şöyle denilir; \"Siz, dünyada bugüne kavuşmayı nasıl unuttuysanız, biz de bugün sizi öylece unutacağız. Yeriniz ateştir ve sizin için yardımcılardan bir kimse de yoktur.\"
Şöyle denilir: \"Unutuyoruz sizi bugün! Tıpkı sizin, bugününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi. İşte böyle! Sığınağınız ateştir; hiçbir yardımcınız da olmayacaktır.\"
Ve kendilerine şöyle denildi: “Siz Bizi, daha önce nasıl unutup terk ettiyseniz, Biz de bugün sizi unutup kendi halinize bırakacağız! Kalacağınız yer ateştir. Hiçbir yardımcınız da yoktur.Bu böyle olacak, çünkü siz Allah'ın âyetlerini alay konusu yaptınız, dünya hayatı sizi aldattı.” Bugün artık ne oradan çıkarılırlar, ne de özürleri kabul edilip dünyaya gönderilirler.
Ve (kendilerine şöyle) denildi: \"Siz, bu gününüzle karşılaşmayı nasıl unuttunuzsa biz de bugün sizi unuttuk. Yeriniz ateştir. Hiçbir yardımcınız da yoktur!\"
ذَٰلِكُم بِأَنَّكُمُ ٱتَّخَذْتُمْ ءَايَٰتِ ٱللَّهِ هُزُوًۭا وَغَرَّتْكُمُ ٱلْحَيَوٰةُ ٱلدُّنْيَا ۚ فَٱلْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ ﴿٣٥﴾
Bu da, Allah ayetlerini alaya almanızdan ve dünya yaşayışının sizi aldatmasından geldi başınıza; artık bugün oradan çıkarılmaz onlar ve özür de istenmez onlardan.
\"Bunun nedeni şudur: Çünkü siz Allah'ın ayetlerini alay konusu edindiniz; dünya hayatı da sizi aldattı.\" Böylece ne ordan (ateşten) çıkarılırlar, ne (Allah'tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilir.
ẕâliküm biennekümü-tteḫaẕtüm âyâti-llâhi hüzüvev vegarratkümü-lḥayâtü-ddünyâ. felyevme lâ yuḫracûne minhâ velâ hüm yüsta`tebûn.
\"Bu, Allah'ın ayetlerini alaya almanızdan ve dünya hayatının sizi aldatmış olmasından ötürüdür.\" O gün, ne oradan çıkarılırlar ve ne de özürleri dinlenir.
Bunun böyle olmasının sebebi şudur: Siz Allah'ın ayetlerini alaya aldınız, dünya hayatı sizi aldattı. Artık bugün ateşten çıkarılmayacaklardır ve onların (Allah'ı) hoşnut etmeleri de istenmeyecektir.
\"Çünkü siz ALLAH'ın ayetlerini alaya aldınız ve dünya hayatı sizi kandırdı.\" Sonuç olarak, onlar oradan çıkamazlar ve özürleri de dinlenmez.
Bunun sebebi şudur; Siz Allah'ın âyetlerini alaya aldınız, dünya hayatı sizi aldattı. Artık bugün onlar, ateşten çıkarılmayacaklar ve kendilerinden özür dilemeleri de kabul edilmeyecektir.
Bunun sebebi şudur: \"Siz, Allah'ın ayetlerini eğlence aracı yaptınız, dünya hayatı sizi aldattı/gurura itti. Bugün ateşten çıkarılmayacaklar, özür dilemeleri de kabul edilmeyecek.\"
Ve kendilerine şöyle denildi: “Siz Bizi, daha önce nasıl unutup terk ettiyseniz, Biz de bugün sizi unutup kendi halinize bırakacağız! Kalacağınız yer ateştir. Hiçbir yardımcınız da yoktur.Bu böyle olacak, çünkü siz Allah'ın âyetlerini alay konusu yaptınız, dünya hayatı sizi aldattı.” Bugün artık ne oradan çıkarılırlar, ne de özürleri kabul edilip dünyaya gönderilirler.
Böyledir, çünkü siz Allah'ın ayetlerini eğlence yaptınız; dünya hayatı sizi aldattı. Artık bugün onlar ne ateşten çıkarılırlar ve ne de kendilerinden Allah'ı memnun etmeğe çalışmaları istenir.
فَلِلَّهِ ٱلْحَمْدُ رَبِّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَرَبِّ ٱلْأَرْضِ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٣٦﴾
Artık hamd, göklerin Rabbine ve yeryüzünün Rabbine, alemlerin Rabbine.
Şu halde hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve alemlerin Rabbi Allah'ındır.
felillâhi-lḥamdü rabbi-ssemâvâti verabbi-l'arḍi rabbi-l`âlemîn.
Övülmek, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve alemlerin Rabbi olan Allah içindir.
Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi bütün alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
Göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve evrenlerin Rabbi olan ALLAH'a övgüler olsun.
Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
Hamt; göklerin Rabbi, yerin Rabbi, âlemlerin Rabbi olan Allah'adır!
Demek ki bütün hamdler, övgüler göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve bütün alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
وَلَهُ ٱلْكِبْرِيَآءُ فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ ۖ وَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلْحَكِيمُ ﴿٣٧﴾
Ve onundur ululuk göklerde ve yeryüzünde ve odur üstün, hüküm ve hikmet sahibi.
Göklerde ve yerde büyüklük O'nundur. O, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
velehü-lkibriyâü fi-ssemâvâti vel'arḍ. vehüve-l`azîzü-lḥakîm.
Göklerde ve yerde azamet O'nundur, O, güçlüdür, Hakim'dir.
Göklerde ve yerde azamet yalnız O'nundur. O, azizdir, hakimdir.
Göklerde ve yerde tüm büyüklükler O'na aittir. O Üstündür, Bilgedir.
Göklerde ve yerde büyüklük ve hâkimiyet O'nundur. O, Aziz'dir (herşeye galiptir); Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
Göklerde ve yerde ululuk/büyüklük O'nundur! Azîz'dir O, Hakîm'dir.
Göklerde ve yerde ululuk yalnız O'na aittir. Azîz ve hakîm O’dur (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Göklerde ve yerde ululuk, yalnız O'na aittir. O, azizdir hakimdir.