Settings
Surah Qaf [Qaf] in Turkish
قٓ ۚ وَٱلْقُرْءَانِ ٱلْمَجِيدِ ﴿١﴾
Kaaf, andolsun büyük ve şerefli Kur'an'a.
Kaf. 'Şerefli üstün' Kur'an'a andolsun.
ḳâf. velḳur'âni-lmecîd.
Kaf. Şanlı Kuran'a and olsun.
Kaf. Şerefli Kur'an'a andolsun.
Q, şanlı Kuran'a andolsun
Kâf. Şanlı ve şerefli Kur'an'a andolsun ki,
Kaf. Şanı yüce, ilahî cömertlikle dolu Kur'an'a yemin olsun ki,
Kâf. Şanlı şerefli Kur'ân hakkı için.
Kaf. Zikir'li (uyarıcı, şerefli) Kur'an'a andolsun,
بَلْ عَجِبُوٓا۟ أَن جَآءَهُم مُّنذِرٌۭ مِّنْهُمْ فَقَالَ ٱلْكَٰفِرُونَ هَٰذَا شَىْءٌ عَجِيبٌ ﴿٢﴾
Hayır, onlar, içlerinden bir korkutucunun gelmesine şaşıp kaldılar da kafirler, gerçekten de dediler, bu şaşılacak bir şey.
Hayır, onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesine şaştılar da, o kafirler: \"Bu şaşılacak bir şey\" dediler.
bel `acibû en câehüm münẕirum minhüm feḳâle-lkâfirûne hâẕâ şey'ün `acîb.
Kafirler, Aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da: \"Bu şaşılacak bir şey; öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman dirilecek miyiz? Bu, ihtimali olmayan bir dönüştür\" dediler.
Aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da, kafirler şöyle dediler: \"Bu şaşılacak bir şeydir.\"
İçlerinden bir uyarıcının kendilerine gelmesini tuhaf karşıladılar! Kafirler, \"Bu tuhaf bir şey\" dediler,
Doğrusu kâfirler kendi içlerinden uyarıcı bir peygamber geldiğine şaşırdılar da dediler ki: \"Bu şaşılacak bir şeydir!
İş sanıldığı gibi değil! Kendilerine içlerinden bir uyarıcı geldi diye şaştılar da şöyle dediler o küfre batanlar: \"Acayip şey bu!\"
Doğrusu, onlar, kendilerinden birinin, uyarıp irşad etmek için gelmesine şaşırdılar da kâfirler: “Bu, ne tuhaf şey!” dediler, “Biz ölüp de toprak olduktan sonra mı dirileceğiz? Bu, aklın alamayacağı kadar uzak bir ihtimal!” [10,2]
İçlerinden bir uyarıcı gelmesine şaştılar da, o kafirler: \"Bu tuhaf bir şeydir\" dediler.
أَءِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًۭا ۖ ذَٰلِكَ رَجْعٌۢ بَعِيدٌۭ ﴿٣﴾
Ölüp bir yığın toprak olduktan sonra mı? Bu, pek uzak, pek olmayacak bir dönüş.
\"Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (yeniden diriltilecek mişiz)? Bu uzak bir dönüş (iddiasıdır).\"
eiẕâ mitnâ vekünnâ türâbâ. ẕâlike rac`um be`îd.
Kafirler, Aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da: \"Bu şaşılacak bir şey; öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman dirilecek miyiz? Bu, ihtimali olmayan bir dönüştür\" dediler.
\"Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (dirileceğiz)? Bu, akla uzak bir dönüştür.\"
\"Ölüp toprak olduktan sonra mı? Bu imkansız bir dönüştür.\"
Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi (tekrar) dirileceğiz? bu dönüş çok uzaktır.\"
Ölünce mi, biz toprak olunca mı? Çok uzak bir dönüştür bu.\"
Doğrusu, onlar, kendilerinden birinin, uyarıp irşad etmek için gelmesine şaşırdılar da kâfirler: “Bu, ne tuhaf şey!” dediler, “Biz ölüp de toprak olduktan sonra mı dirileceğiz? Bu, aklın alamayacağı kadar uzak bir ihtimal!” [10,2]
Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (tekrar bedene döneceğiz)? Bu, uzak bir dönüştür.
قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنقُصُ ٱلْأَرْضُ مِنْهُمْ ۖ وَعِندَنَا كِتَٰبٌ حَفِيظٌۢ ﴿٤﴾
Gerçekten de yeryüzü, onlardan neyi eksiltir, biliriz biz ve katımızdadır her şeyi koruyan ve zapteden kitap.
Doğrusu Biz, yerin onlardan ne eksilttiğini bilmişizdir. Katımız'da (bütün bunları) saklayıp-koruyan bir kitap vardır.
ḳad `alimnâ mâ tenḳuṣu-l'arḍu minhüm. ve`indenâ kitâbün ḥafîż.
Onlardan kimlerin ölüp toprağa karıştığını biliyoruz. Katımızda her şeyi unutulmaktan koruyan bir kitap vardır.
Biz, toprağın onlardan neleri eksilttiğini kesinlikle bilmekteyiz. Yanımızda o bilgileri koruyan bir kitap vardır.
Yeryüzünün onlardan kimi alıp götürdüğünü bilmişizdir. Yanımızda koruyan bir kayıt vardır.
Fakat biz toprağın onlardan neyi eksilttiğini elbette biliyoruz. Yanımızda herşeyi kaydedip muhafaza eden bir kitap vardır.
Toprağın onlardan neyi eksilttiğini pek iyi bilmişizdir biz. Her şeyi saklayıp koruyan bir Kitap var katımızda.
Biz toprağın, onların bedenlerini (hücre hücre) nasıl çürüttüğünü tafsilatıyla biliriz. Zaten yanımızda her şeyin kayıtlı olduğu şaşmaz bir sicil vardır.
Biz yerin, onlar(ın cesetlerin)den ne eksilttiğini bilmişizdir. Yanımızda (her şeyi) zapteden bir Kitap vardır.
بَلْ كَذَّبُوا۟ بِٱلْحَقِّ لَمَّا جَآءَهُمْ فَهُمْ فِىٓ أَمْرٍۢ مَّرِيجٍ ﴿٥﴾
Hayır, gerçek olan Kur'an, onlara gelince yalanladılar da şimdi darmadağın bir işe daldılar.
Hayır, hak kendilerine gelince yalanladılar. Şimdi onlar, derin bir sarsıntı içinde bulunuyorlar.
bel keẕẕebû bilḥaḳḳi lemmâ câehüm fehüm fî emrim merîc.
Hayır; onlar, gerçek kendilerine gelince onu yalanladılar; kararsızlık içindedirler.
Bilakis onlar, hak kendilerine gelince yalanladılar. Şimdi onlar şaşırmış bir haldedirler.
Oysa onlar gerçek kendilerine geldiği zaman onu yalanladılar; kararsızlık içindedirler.
Doğrusu hak kendilerine geldiği zaman yalanladılar da şimdi karmakarışık bir ıztırap içindeler.
Hayır, hayır! Onlar, hak kendilerine geldiğinde, onu yalanladılar. Şimdi perişan mı perişan bir durum içindedirler.
Bilakis onlar, kendi önlerine kadar gelen gerçeği yalan saydılar.Artık onlar kararsızlık ve perişanlık içindedirler.
Doğrusu onlar, hak kendilerine gelince onu yalanladılar. Şimdi onlar çalkantılı bir durumun içindedirler.
أَفَلَمْ يَنظُرُوٓا۟ إِلَى ٱلسَّمَآءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَٰهَا وَزَيَّنَّٰهَا وَمَا لَهَا مِن فُرُوجٍۢ ﴿٦﴾
Bakmazlar mı üstlerindeki göğe? Nasıl kurduk onu ve bezedik ve bir yarığı, yırtığı da yok.
Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok.
efelem yenżurû ile-ssemâi fevḳahüm keyfe beneynâhâ vezeyyennâhâ vemâ lehâ min fürûc.
Onlar, üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, süslemişizdir bir bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yoktur.
Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmışız! Onda hiçbir çatlak da yok.
Üstlerindeki göğe bakmadılar mı, onu hiçbir çatlağı olmadan nasıl yaptık ve onu nasıl süsledik?
Artık üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve süslemişiz, onun hiç bir çatlağı yoktur.
Bakmadılar mı üstlerindeki göğe ki nasıl kurduk onu, nasıl süsleyip nakışladık?! Yırtığı, çatlağı da yoktur onun.
Hiç üzerlerindeki göğe bakmazlar mı? Bakıp da Bizim onu nasıl sağlamca bina ettiğimizi, onda en ufak bir çatlaklık, dengesizlik olmadığını düşünmezler mi? [67,3-4]
Üstlerindeki göğe bakmadılar mı, onu nasıl yaptık, süsledik, hiçbir çatlağı yoktur?
وَٱلْأَرْضَ مَدَدْنَٰهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَٰسِىَ وَأَنۢبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍۭ بَهِيجٍۢ ﴿٧﴾
Ve yeryüzünü nasıl yaydık ve oraya metin dağlar koyduk ve orada, gözler, gönüller açan güzelim nebatları çifterçiftter bitirdik.
Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik.
vel'arḍa medednâhâ veelḳaynâ fîhâ ravâsiye veembetnâ fîhâ min külli zevcim behîc.
Allah'a yönelen her kula öğüt ve bir belge olarak yeryüzünü yaydık, oraya sabit dağlar yerleştirdik, orada her güzel türden yetiştirdik.
Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bitkiler) yetiştirdik.
Yeri ise yaydık, içine dağlar yerleştirdik ve içinde her çeşit güzel bitkiler yetiştirdik.
Yeri de nasıl uzatmış, üzerine sabit dağlar oturtmuşuz. Orada görünüşü güzel her çeşit bitkiden çiftler yetiştirdik.
Yeryüzünü de biz uzatıp yaydık; denge noktaları yerleştirdik ona ve bitirdik onda, bakanları hayran bırakan her türlü çifti.
Yeri de döşedik, oraya dengeyi sağlayacak sağlam ulu dağlar yerleştirdik. Orada, gönüller, gözler açan her çeşit bitkiden çiftler bitirdik. [51,49; 36,36]
Arzı nasıl yaydık, ona sağlam dağlar attık, onda her güzel çifti bitirdik!
تَبْصِرَةًۭ وَذِكْرَىٰ لِكُلِّ عَبْدٍۢ مُّنِيبٍۢ ﴿٨﴾
Mabuduna dönen her kulun, can gözünü açmak ve ona, ibret ve öğüt vermek için.
(Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir.
tebṣiratev veẕikrâ likülli `abdim münîb.
Allah'a yönelen her kula öğüt ve bir belge olarak yeryüzünü yaydık, oraya sabit dağlar yerleştirdik, orada her güzel türden yetiştirdik.
Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (bütün bunları yaptık).
Her yönelen kul için bu bir aydınlatma ve mesajdır.
Bunlar, Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ona ibret vermek içindir.
İbretle bakılası, gönüller açıcı şeyler olarak; hakka yönelen her kula öğüt olarak.
Bütün bunları, Allah'a yönelecek her kula Yaradan’ın kudretini hatırlatması, dersler veren birer basiret nişanesi ve ibret numunesi olması için yaptık.
(Bütün bunları) Allah'a yönelen her kulun, gönül gözünü açmak için ve (ona) ibret vermek için (yaptık).
وَنَزَّلْنَا مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءًۭ مُّبَٰرَكًۭا فَأَنۢبَتْنَا بِهِۦ جَنَّٰتٍۢ وَحَبَّ ٱلْحَصِيدِ ﴿٩﴾
Ve gökten de kutlu bir yağmur yağdırmadayız da o sayede bağlar, bahçeler ve biçilecek taneler, yeşertip bitirmedeyiz.
Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik.
venezzelnâ mine-ssemâi mâem mübâraken feembetnâ bihî cennâtiv veḥabbe-lḥaṣîd.
Gökten bereketli bir su indirdik, kullara rızık olmak üzere onunla bahçeler, biçilecek taneli ekinler, küme küme tomurcukları olan boylu hurma ağaçları yetiştirdik. O su ile ölü yeri dirilttik. İşte insanların diriltilmesi de böyledir.
Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik.
Ve gökten kutlu bir su indirerek onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik.
Bir de gökten bereketli bir su indirip de onunla bağlar, bahçeler ve biçilecek taneler bitirmekteyiz.
Gökten, kutlu ve bereketli bir su indirdik de onunla bahçeler yeşerttik, hasatlanacak daneler yetiştirdik.
Gökten bereketli bir su indirdik. Onunla bahçeler ve biçilen ekinler, salkım salkım meyveleriyle ulu hurma ağaçları yetiştirdik.
Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek dane(li ekin)ler bitirdik.
وَٱلنَّخْلَ بَاسِقَٰتٍۢ لَّهَا طَلْعٌۭ نَّضِيدٌۭ ﴿١٠﴾
Ve hurma ağaçları ki boy atıp uzar ve meyveleri, birbirine bitişmiş, adeta istiflenmiştir.
Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da.
vennaḫle bâsiḳâtil lehâ ṭal`un neḍîd.
Gökten bereketli bir su indirdik, kullara rızık olmak üzere onunla bahçeler, biçilecek taneli ekinler, küme küme tomurcukları olan boylu hurma ağaçları yetiştirdik. O su ile ölü yeri dirilttik. İşte insanların diriltilmesi de böyledir.
Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Ve o su ile ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir.
Küme küme tomurcuklara sahip yüksek hurma ağaçları yetiştirdik.
Tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik.
Yüksek yüksek hurma ağaçları büyüttük. Birbirine girmiş kümeler halinde tomurcukları vardır onların.
Gökten bereketli bir su indirdik. Onunla bahçeler ve biçilen ekinler, salkım salkım meyveleriyle ulu hurma ağaçları yetiştirdik.
Birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları yetiştirdik;
رِّزْقًۭا لِّلْعِبَادِ ۖ وَأَحْيَيْنَا بِهِۦ بَلْدَةًۭ مَّيْتًۭا ۚ كَذَٰلِكَ ٱلْخُرُوجُ ﴿١١﴾
Kullara rızık olarak ve o yağmurla ölü şehri diriltiriz, işte kabirden çıkış da böyledir.
Kullara rızık olmak üzere. Ve onunla (o suyla) ölü bir şehri dirilttik. İşte (ölümden sonra) diriliş de böyledir.
rizḳal lil`ibâdi veaḥyeynâ bihî beldetem meytâ. keẕâlike-lḫurûc.
Gökten bereketli bir su indirdik, kullara rızık olmak üzere onunla bahçeler, biçilecek taneli ekinler, küme küme tomurcukları olan boylu hurma ağaçları yetiştirdik. O su ile ölü yeri dirilttik. İşte insanların diriltilmesi de böyledir.
Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Ve o su ile ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir.
Kullara bir besin olarak. Onunla bölgeyi dirilttik. Çıkış (diriliş) de böyledir.
Bunları kullara rızık olması için (yetiştirmekteyiz). O su ile ölü bir toprağa can verdik, işte hayata çıkış da böyledir.
Kullara rızık olsun diye. Ve o suyla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte böyledir topraktan fışkırış.
Bütün bunlar kullarımıza rızık vermek içindir. Hem o su ile ölü toprağa hayat verdik.İşte ölmüş insanların mezarlarından çıkışı da böyle olacaktır. [40,57; 46,33; 41,39]
Kullara rızık olması için. Ve o su ile, ölü bir ülkeye can verdik. İşte çıkış da öyledir.
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍۢ وَأَصْحَٰبُ ٱلرَّسِّ وَثَمُودُ ﴿١٢﴾
Onlardan önce Nuh kavmi ve Ashabı Ress ve Semud kavmi de yalanlamışlardı.
Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semud (kavmi) de yalanladı.
keẕẕebet ḳablehüm ḳavmü nûḥiv veaṣḥâbü-rrassi veŝemûd.
Onlardan önce Nuh milleti, Ressliler, Semud, Ad, Firavun milletleri, Lut'un kardeşleri, Eykeliler, Tubba milleti de yalanlamışlardı; evet bunların hepsi peygamberleri yalanlamışlardı da tehdidim gerçekleşmişti.
Onlardan önce Nuh kavmi, Res halkı ve Semud da yalanlamıştı.
Onlardan önce Nuh'un halkı, Res'liler ve Semud da yalanlamıştı.
Onlardan önce Nuh'un kavmi, Ress halkı ve Semûd da yalanlamıştı.
Onlardan önce Nûh kavmi, Ress halkı, Semûd kavmi yalanlamıştı.
Onlardan önce Nûh halkı, Ashab-ı Ress, Semûd, Âd, Firavun halkları. Lût'un hemşehrileri, Ashab-ı Eyke ve Tübba’ halkı da hakkı yalanladılar.Evet onların hepsi peygamberleri yalancı saydılar da tehdidime müstehak oldular, azaba çarptırıldılar.
Onlardan önce Nuh kavmi, Resliler ve Semud (kavmi) de yalanlamıştı.
وَعَادٌۭ وَفِرْعَوْنُ وَإِخْوَٰنُ لُوطٍۢ ﴿١٣﴾
Ve Âd ve Firavun kavimleri ve Lut'un kardeşleri.
Ad, Firavun ve Lut'un kardeşleri,
ve`âdüv vefir`avnü veiḫvânü lûṭ.
Onlardan önce Nuh milleti, Ressliler, Semud, Ad, Firavun milletleri, Lut'un kardeşleri, Eykeliler, Tubba milleti de yalanlamışlardı; evet bunların hepsi peygamberleri yalanlamışlardı da tehdidim gerçekleşmişti.
Ad ve Firavun ile Lut'un kardeşleri de (yalanladılar).
Ad, Firavun ve Lut'un kardeşleri...
Âd, Firavun, Lût'un kardeşleri de (yalanladılar).
Âd, Firavun ve Lût'un halkı da...
Onlardan önce Nûh halkı, Ashab-ı Ress, Semûd, Âd, Firavun halkları. Lût'un hemşehrileri, Ashab-ı Eyke ve Tübba’ halkı da hakkı yalanladılar.Evet onların hepsi peygamberleri yalancı saydılar da tehdidime müstehak oldular, azaba çarptırıldılar.
Ad, Fir'avn ve Lut'un kardeşleri (durumundaki kavmi),
وَأَصْحَٰبُ ٱلْأَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍۢ ۚ كُلٌّۭ كَذَّبَ ٱلرُّسُلَ فَحَقَّ وَعِيدِ ﴿١٤﴾
Ve Ashabı Eyke ve Tubba' kavmi; hepsi de peygamberleri yalanlamışlardı da helak olmayı hak ettiler.
Eyke halkı ve Tubba' kavmi de. Hepsi elçileri yalanladı; böylece Benim tehdidim (onların üzerine) hak oldu.
veaṣḥâbü-l'eyketi veḳavmü tübba`. küllün keẕẕebe-rrusüle feḥaḳḳa ve`îd.
Onlardan önce Nuh milleti, Ressliler, Semud, Ad, Firavun milletleri, Lut'un kardeşleri, Eykeliler, Tubba milleti de yalanlamışlardı; evet bunların hepsi peygamberleri yalanlamışlardı da tehdidim gerçekleşmişti.
Eyke halkı ve Tübba' kavmi de. Bütün bunlar peygamberleri yalanladılar da tehdidim gerçekleşti!
Eyke'liler ve Tubba' halkı da... Hepsi elçileri yalanladılar. Bunun üzerine tehdidim gerçekleşti.
Eyke halkı ve Tübbâ kavmi de, bunların hepsi peygamberleri yalanladılar da (onlara) azabım hak oldu.
Eykeliler, Tübba' kavmi de. Hepsi resulleri yalanladı da duyurulan azap hak oldu.
Onlardan önce Nûh halkı, Ashab-ı Ress, Semûd, Âd, Firavun halkları. Lût'un hemşehrileri, Ashab-ı Eyke ve Tübba’ halkı da hakkı yalanladılar.Evet onların hepsi peygamberleri yalancı saydılar da tehdidime müstehak oldular, azaba çarptırıldılar.
Eyke halkı ve Tubba' kavmi. Bunların hepsi elçileri yalanlayıp, uyardığım(azab)ı hak ettiler.
أَفَعَيِينَا بِٱلْخَلْقِ ٱلْأَوَّلِ ۚ بَلْ هُمْ فِى لَبْسٍۢ مِّنْ خَلْقٍۢ جَدِيدٍۢ ﴿١٥﴾
İlk yaratışta aciz mi kaldık ki? Hayır; ama onlar, yeni bir yaratışta şüphe içindeler.
Ya, Biz ilk yaratılışta güçsüz mü düştük? Hayır, onlar 'karmaşık bir kuşku' içindedirler.
efe`ayînâ bilḫalḳi-l'evvel. bel hüm fî lebsim min ḫalḳin cedîd.
Biz ilk yaratışta yorulduk mu? Hayır; onlar yeniden yaratılmaktan şüphe etmektedirler.
İlk yaratmada acizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.
İlk yaratılıştan yorulduk mu ki? Doğrusu onlar yeni bir yaratılıştan kuşku içindedirler.
Biz ilk yaratmada acizlik mi gösterdik? Doğrusu, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe içindedirler.
İlk yaratıştan âciz kalıp yorulmuş muyduk? Hayır, yeni bir yaratıştan kuşku içinde olan onlardır.
Biz ilkin yoktan yaratmada bir âcizlik, becerisizlik mi gösterdik ki bu tekrar yaratmada acze düşelim?Hayır! Öyle değil, onlar da böyle olmadığını bilirler. Ama yine de onlar bu yeniden yaratılıştan (dirilmeden) şüphe içindedirler. [30,27]
İlk yaratmadan aciz mi kaldık ki (yeniden yaratamayalım)? Doğrusu onlar yeni bir yaratmadan kuşku içindedirler:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا ٱلْإِنسَٰنَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِۦ نَفْسُهُۥ ۖ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ ٱلْوَرِيدِ ﴿١٦﴾
Ve andolsun ki biz insanı yarattık ve nefsi, onu ne gibi vesveselere düşürür, biliriz ve biz, ona, şah damarından daha yakınız.
Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.
veleḳad ḫalaḳne-l'insâne vena`lemü mâ tüvesvisü bihî nefsüh. venaḥnü aḳrabü ileyhi min ḥabli-lverîd.
And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız.
Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.
İnsanı biz yarattık ve onun kendi kendine neyi fısıldadığını iyi biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.
Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız.
Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biiriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız.
İnsanı Biz yarattık. Onun için, nefsinin kendisine neler fısıldadığını, neler telkin ettiğini de Biz pek iyi biliriz.Çünkü Biz ona şahdamarından daha yakınız.
Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz, çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.
إِذْ يَتَلَقَّى ٱلْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ ٱلْيَمِينِ وَعَنِ ٱلشِّمَالِ قَعِيدٌۭ ﴿١٧﴾
Ne söyler, ne yaparsa yazan iki melek var, biri sağda oturmuş, biri solda.
Onun sağında ve solunda oturan iki yazıcı kaydederlerken
iẕ yeteleḳḳe-lmüteleḳḳiyâni `ani-lyemîni ve`ani-şşimâli ḳa`îd.
Sağında ve solunda, onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zaptederler.
İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar.
Sağında ve solunda iki alıcı melek oturmuş kaydetmektedirler.
Onun sağında ve solunda oturmuş iki melek zabıt tutarken,
Sağında ve solunda oturmuş iki görevli, kayıt yapmaktadır.
Zaten onun sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır.Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında, bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın. [82,10-12]
Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı (melek, onun sözlerini ve işlerini) kaydetmektedir.
مَّا يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌۭ ﴿١٨﴾
Hiçbir söz söylemez ki yanında, onu zapteden, gözetip kollayan biri bulunmasın.
O, söz olarak (herhangi bir şey) söylemeyiversin, mutlaka yanında hazır bir gözetleyici vardır.
mâ yelfiżu min ḳavlin illâ ledeyhi raḳîbün `atîd.
Sağında ve solunda, onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zaptederler.
İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.
Yanında gözetleyen tanıklar olmaksızın ağzından bir söz çıkmaz.
İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapteden bir melek hazır bulunmasın.
Bir söz sarfetmeye dursun, yanındaki gözcü hemen zaptediverir.
Zaten onun sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır.Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında, bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın. [82,10-12]
(İnsan,) Hiçbir söz söylemez ki yanında kendisini gözetleyen, dediklerini zapteden (bir melek) hazır bulunmasın.
وَجَآءَتْ سَكْرَةُ ٱلْمَوْتِ بِٱلْحَقِّ ۖ ذَٰلِكَ مَا كُنتَ مِنْهُ تَحِيدُ ﴿١٩﴾
Ölüm baygınlığı, gerçek olarak gelip çattı mı buydu işte denir, senin kaçıp durduğun.
O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) \"İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir\" (denildiği zaman da).
vecâet sekratü-lmevt bilḥaḳḳ. ẕâlike mâ künte minhü teḥîd.
Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir, ey insan, işte bu senin öteden beri korkup kaçtığın şeydir.
Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.
Sonunda ölüm sarhoşluğu gerçekten gelmiştir; işte senin kendisinden kaçıp durduğun şey budur.
Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldiğinde, \"Ey insan! İşte bu senin öteden beri kaçtığın şeydir.\" denir.
Ölüm sarhoşluğu hak olarak geldi. İşte bu, senin kaçıp durduğun şeydir.
Vakti geldiğinde ölüm sekeratı başlayınca, can çekiştiği sırada insana “İşte” denir, “senin en çok nefret edip kaçtığın şey!”
Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi. İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir.
وَنُفِخَ فِى ٱلصُّورِ ۚ ذَٰلِكَ يَوْمُ ٱلْوَعِيدِ ﴿٢٠﴾
Ve üfürülür su'ra, işte bu gündür azap günü.
Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür.
venüfiḫa fi-ṣṣûr. ẕâlike yevmü-lve`îd.
Sura üfürülür. İşte bu geleceği söz verilen gündür.
Sur'a üfürülür; işte bu, geleceği vadedilen gündür.
Boruya üflenmiştir. Bu, söz verilen gündür.
Sur'a üfürülür, işte bu, tehdid(in gerçekleşme) günüdür.
Ve sûra üflendi. İşte bu, geleceği vaat edilen gündür.
Sûra üfürülür kalk borusu çalar. İşte bu da tehdit edilen azabın günüdür.
Sur'a üflendi. İşte bu, kendisine karşı uyarılan gündür.
وَجَآءَتْ كُلُّ نَفْسٍۢ مَّعَهَا سَآئِقٌۭ وَشَهِيدٌۭ ﴿٢١﴾
Ve herkes, yanında bir sürüp götüren ve bir tanık olarak gelir.
(Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.
vecâet küllü nefsim me`ahâ sâiḳuv veşehîd.
Her can, kendisiyle beraber bir sürücü ve şahit bulunduğu halde gelir.
Herkes, yanında bir sürücü ve bir de şahitle beraber gelir.
Her can yanında bir sürücü ve bir tanık ile gelir.
Her can, kendisiyle beraber bir sevk memuru ve bir şahid bulunduğu halde gelir.
Her benlik, yanında bir güdücü, bir de tanık olduğu halde gelir.
O gün herkes beraberinde bir muhafız, bir de şahit olarak Yüce Divana gelir.
Her can, yanında bir sürücü ve şahidle geldi.
لَّقَدْ كُنتَ فِى غَفْلَةٍۢ مِّنْ هَٰذَا فَكَشَفْنَا عَنكَ غِطَآءَكَ فَبَصَرُكَ ٱلْيَوْمَ حَدِيدٌۭ ﴿٢٢﴾
Andolsun ki gafletteydin bundan, derken perdeyi kaldırdık gözünden, artık gözün keskin bugün.
\"Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.\"
leḳad künte fî gafletim min hâẕâ fekeşefnâ `anke giṭâeke febeṣaruke-lyevme ḥadîd.
Ona: \"And olsun ki, sen, bundan gafildin; işte senden gaflet perdesini kaldırdık, bugün artık görüşün keskindir\" denir.
Andolsun sen bundan gaflette idin; derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir (denir).
Sen tümüyle bundan gafildin. Şimdi biz örtünü kaldırdık; bugün gözün çelik gibi keskindir.
(Allah ona) \"Andolsun sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir.\" der.
Yemin olsun, sen bundan gaflet içindeydin. Ama perdeni üstünden kaldırıverdik. Bugün gözün keskin mi keskin.
Allah ona buyurur: “Sen bundan gaflet içindeydin. İşte gözünün önünden perdeyi kaldırdık, şimdi artık gözün pek keskindir!” [19,38; 32,12]
(Allah ona): \"Andolsun, sen bundan gaflet içinde idin. Biz sen(in gözün)den perdeni açtık; bugün artık gözün keskindir\" (dedi).
وَقَالَ قَرِينُهُۥ هَٰذَا مَا لَدَىَّ عَتِيدٌ ﴿٢٣﴾
Arkadaşı olan melek, der ki: İşte, ne yaptıysa hepsi bende, hepsi hazır.
Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: \"İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey.\"
veḳâle ḳarînühû hâẕâ mâ ledeyye `atîd.
Yanındaki melek: \"İşte bu yanımdaki hazırdır\" der.
Yanındaki arkadaşı: \"İşte yanımdaki hazır\" dedi.
Yanındaki arkadaşı, \"İşte yanımdaki hazır\" der.
Beraberindeki melek \"işte yanımdaki hazır\" der.
Yoldaşı şöyle der: \"İşte yanımdaki, hazır!\"
Yanındaki arkadaşı “İşte!” der, “onun defteri! Her ne yapmışsa, burada yazılı!”
Yanındaki arkadaşı: \"İşte yanımdaki hazır\" dedi.
أَلْقِيَا فِى جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍۢ ﴿٢٤﴾
Artık atın cehenneme adamakıllı kafir olan ve gerçeğe karşı inat eden herkesi.
Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine,
elḳiyâ fî cehenneme külle keffârin `anîd.
Allah: \"Ey sürücü ve şahit! Her inatçı inkarcıyı, iyiliklere boyuna engel olan, mütecaviz, şüpheye düşüren, Allah'ın yanında başka tanrı benimseyen kişiyi cehenneme atın, onu çetin bir azaba sokun\" buyurur.
(İki meleğe şu emir verilir:) \"Haydi ikiniz her inatçı kafiri, cehenneme atın!\"
Haydi ikiniz atın cehenneme her inatçı kafiri,
(Allah iki meleğe buyurur ki:) \"Haydi ikiniz, atın cehenneme her inatçı nankörü!
Siz, ikiniz! Tüm nankörleri, inatçıları cehenneme atın!
Allah muhafızla şahide veya cehennem görevlisi iki meleğe: “Atın! buyuracak, atın cehenneme, her nankör, inatçı kâfiri: Hayra mani olan, haddi aşıp azan, şüpheye dalanı!Allah'ın yanı sıra başka bir tanrı benimseyeni! Atın onu o çetin azaba!”
(Allah sürücü ve şahide buyurdu ki): \"Haydi ikiniz, atın cehenneme her inatçı nankörü!\"
مَّنَّاعٍۢ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍۢ مُّرِيبٍ ﴿٢٥﴾
Hayrı tamamıyla meneden zalim şüpheciyi.
Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,
mennâ`il lilḫayri mü`tedim mürîbün.
Allah: \"Ey sürücü ve şahit! Her inatçı inkarcıyı, iyiliklere boyuna engel olan, mütecaviz, şüpheye düşüren, Allah'ın yanında başka tanrı benimseyen kişiyi cehenneme atın, onu çetin bir azaba sokun\" buyurur.
\"Hayra bütün gücüyle engel olanı, azgın şüpheciyi\"
İyiliği engelleyen, azgın, kuşkucuyu...
İyiliklere (sürekli) engel olan, saldırgan, şüpheciyi.
Durmadan hayrı engelleyeni, azgını, işkilciyi...
Allah muhafızla şahide veya cehennem görevlisi iki meleğe: “Atın! buyuracak, atın cehenneme, her nankör, inatçı kâfiri: Hayra mani olan, haddi aşıp azan, şüpheye dalanı!Allah'ın yanı sıra başka bir tanrı benimseyeni! Atın onu o çetin azaba!”
Hayra engel olan, saldırgan, şüpheciyi.
ٱلَّذِى جَعَلَ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ فَأَلْقِيَاهُ فِى ٱلْعَذَابِ ٱلشَّدِيدِ ﴿٢٦﴾
Ki Allah'la beraber bir başka mabut da kabul etmiştir, atın artık onu çetin azaba.
Ki o, Allah'la beraber başka bir İlah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.
elleẕî ce`ale me`a-llâhi ilâhen âḫara feelḳiyâhü fi-l`aẕâbi-şşedîd.
Allah: \"Ey sürücü ve şahit! Her inatçı inkarcıyı, iyiliklere boyuna engel olan, mütecaviz, şüpheye düşüren, Allah'ın yanında başka tanrı benimseyen kişiyi cehenneme atın, onu çetin bir azaba sokun\" buyurur.
\"O ki Allah ile beraber başka ilah edindi, bundan dolayı onu şiddetli azaba birlikte atın!\"
O ki ALLAH ile birlikte başka tanrı edindi. Onu o çetin cezanın içine atın.
O ki Allah'ın yanında başka ilâh edinmiştir. Haydi ikiniz birlikte onu şiddetli azaba atın.\"
O ki, Allah'ın yanına başka bir ilah koydu. Artık atın onu, o şiddetli azabın içine!
Allah muhafızla şahide veya cehennem görevlisi iki meleğe: “Atın! buyuracak, atın cehenneme, her nankör, inatçı kâfiri: Hayra mani olan, haddi aşıp azan, şüpheye dalanı!Allah'ın yanı sıra başka bir tanrı benimseyeni! Atın onu o çetin azaba!”
O ki Allah ile beraber başka tanrılar edindi, bundan dolayı onu çetin bir azaba atın.
۞ قَالَ قَرِينُهُۥ رَبَّنَا مَآ أَطْغَيْتُهُۥ وَلَٰكِن كَانَ فِى ضَلَٰلٍۭ بَعِيدٍۢ ﴿٢٧﴾
Arkadaşı, Rabbimiz der, onu, taşkınlığa ben sevketmedim ve fakat o, pek uzak bir sapıklık içindeydi.
Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: \"Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi.\"
ḳâle ḳarînühû rabbenâ mâ aṭgaytühû velâkin kâne fî ḍalâlim be`îd.
Yanındaki şeytan: \"Rabbimiz! Ben onu azdırmadım, fakat kendisi derin bir sapıklıktaydı\" der.
Müşrikin arkadaşı (şeytan) der ki: Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapıklık içindeydi.
Arkadaşı, \"Rabbim, ben onu azdırmadım; fakat o kendisi derin bir sapıklık içindeydi,\" der.
Yanındaki arkadaşı (şeytan) der ki: \"Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapıklık içindeydi\".
Yoldaşı dedi ki: \"Rabbimiz, onu ben azdırmadım. Onun kendisi, dönüşü olmayan bir sapıklık içindeydi.\"
Yanındaki arkadaş: “Ya Rabbî,” der, “onu ben saptırmadım, kendisi zaten haktan iyice uzak bir sapıklık içinde idi.” [14,22]
Yanındaki arkadaşı dedi ki: \"Rabbimiz, ben onu azdırmadım, zaten o kendisi derin bir sapıklık içinde idi.\"
قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا۟ لَدَىَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ إِلَيْكُم بِٱلْوَعِيدِ ﴿٢٨﴾
Der ki: Huzurumda çekişmeyin ve ben, önceden azap edeceğimi bildirmiştim size.
(Allah buyurur:) \"Benim Huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim.\"
ḳâle lâ taḫteṣimû ledeyye veḳad ḳaddemtü ileyküm bilve`îd.
Allah: \"Benim katımda çekişmeyin; size bunu önceden bildirmiştim. Benim katımda söz değişmez; Ben kullara asla zulmetmem\" der.
O esnada (Allah) buyurur: Huzurumda çekişmeyin! Ben size daha önce uyarı göndermiştim!
O da der ki, \"Huzurumda cekişmeyin. Size daha önceden uyarı göndermiştim.\"
Allah buyurur ki: \"Huzurumda çekişmeyin! Ben size daha önce uyarıcı göndermiştim.\"
Allah buyurdu: \"Huzurumda çekişmeyin! Ben size uyarıyı çok önceden göndermiştim.\"
“Çekişmeyin huzurumda!” buyurur Allah, “Çünkü Ben daha önce gelecek tehlikeyi size bildirmiştim. Benim verdiğim kararlar değiştirilmez. Ben, kullarıma asla zulmetmem!”
(Allah) Buyurdu ki: \"Huzurumda çekişmeyin. Ben size daha önce uyarı göndermiştim.\"
مَا يُبَدَّلُ ٱلْقَوْلُ لَدَىَّ وَمَآ أَنَا۠ بِظَلَّٰمٍۢ لِّلْعَبِيدِ ﴿٢٩﴾
Katımda söz değiştirilemez ve ben, kullara zulmetmem.
\"Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim.\"
mâ yübeddelü-lḳavlü ledeyye vemâ ene biżallâmil lil`abîd.
Allah: \"Benim katımda çekişmeyin; size bunu önceden bildirmiştim. Benim katımda söz değişmez; Ben kullara asla zulmetmem\" der.
Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmedici değilim.
\"Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara asla haksızlık etmem.\"
Benim huzurumda söz değiştirilmez. Ve ben kullara asla zulmedici değilim.
\"Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmetmem.\"
“Çekişmeyin huzurumda!” buyurur Allah, “Çünkü Ben daha önce gelecek tehlikeyi size bildirmiştim. Benim verdiğim kararlar değiştirilmez. Ben, kullarıma asla zulmetmem!”
Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.
يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ ٱمْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِن مَّزِيدٍۢ ﴿٣٠﴾
O gün deriz cehenneme: Doldun mu? Ve der ki: Daha yok mu?
O gün cehenneme diyeceğiz: \"Doldun mu?\" O da: \"Daha fazlası var mı?\" diyecek.
yevme neḳûlü licehenneme heli-mtele'ti veteḳûlü hel mim mezîd.
O gün cehenneme: \"Doldun mu?\" deriz, o: \"Daha var mı?\" der.
O gün cehenneme \"Doldun mu?\" deriz. O da \"Daha var mı?\" der.
O gün cehenneme, \"Doldun mu?\" deriz. O, \"Daha yok mu?\" der.
Biz O gün cehenneme: \"Doldun mu?\" diyeceğiz. O da: \"Daha fazla var mı?\" diyecektir.
O gün cehenneme: \"Doldun mu?\" deriz. O ise: \"Daha yok mu?\" der.
O gün cehenneme Biz: “Doldun mu, dedikçe O: “Daha yok mu?” diye iştahını dile getirir. {KM, Süleymanın Meseleleri 30,15-16}
O gün cehenneme: \"Doldun mu?\" deriz. \"Daha yok mu\" der.
وَأُزْلِفَتِ ٱلْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ غَيْرَ بَعِيدٍ ﴿٣١﴾
Ve yaklaştırılır cennet, çekinenlere ve onlardan uzak değildir.
Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır.
veüzlifeti-lcennetü lilmütteḳîne gayra be`îd.
Cennet, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılır, zaten uzakta değildir.
Cennet de takva sahiplerine yaklaştırılır; (onlardan) uzakta olmayacaktır.
Erdemlilere ise cennet yaklaştırılır, uzak değildir.
Cennet de kötülükten sakınanlara yaklaştırılır. Zaten uzak değildir.
Ve cennet, takva sahiplerine yaklaştırılmıştır; hiç uzak değildir.
Cennet de takvâ sahiplerine yaklaştırılır.
Cennet de korunanlara yaklaştırılmıştır, uzak değildir.
هَٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍۢ ﴿٣٢﴾
İşte denecek, size, mabuduna tövbe eden, emri, iyideniyiye koruyan herkese vaadedilen bu.
Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah'a) yönelip-dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan,
hâẕâ mâ tû`adûne likülli evvâbin ḥafîż.
Onlara: \"İşte bu cennet, Allah'a yönelen, O'nun buyruklarına riayet eden; görmediği Rahman'dan korkan, Allah'a yönelmiş bir kalble gelen sizlere, hepinize söz verilen yerdir. Oraya esenlikle girin; işte sonsuzluk günü budur\" denir.
İşte size vadedilen cennet! Ki o, daima Allah'a yönelen, (O'nun buyruklarını)koruyan,
Bu, size söz verilendir. Her yönelen ve her koruyana,
Onlara denir ki: \"İşte size vaad edilen bu cennet, Allah'a yönelen, O'nun emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman olan Allah'tan korkan ve O'na yönelen bir kalple gelenlere mahsustur.
İşte size vaat edilen budur. Allah'a sürekli yönelen, korunması gerekeni koruyan herkese...
Onlara: “İşte, denir, buydu size vâd edilen mükâfat. Hakka yönelen, koruması gereken her şeyi koruyan, insanların görmediği yerlerde bile Rahman'a hep saygılı olan ve daima Rabbine dönen bir gönül ile gelen herkese bu mükâfat vardır.
İşte size va'dedilen budur. Daima Allah'a yüz tutan (O'nun buyruklarını) koruyan, (And it is said): That is that which ye were promised. (It is) for every penitent and heedful one,
مَّنْ خَشِىَ ٱلرَّحْمَٰنَ بِٱلْغَيْبِ وَجَآءَ بِقَلْبٍۢ مُّنِيبٍ ﴿٣٣﴾
Görmediği halde rahmandan korkan ve ona yönelmiş bir yürekle gelen kişiye vaadedilen bu.
Görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalp ile gelen içindir.
men ḫaşiye-rraḥmâne bilgaybi vecâe biḳalbim münîb.
Onlara: \"İşte bu cennet, Allah'a yönelen, O'nun buyruklarına riayet eden; görmediği Rahman'dan korkan, Allah'a yönelmiş bir kalble gelen sizlere, hepinize söz verilen yerdir. Oraya esenlikle girin; işte sonsuzluk günü budur\" denir.
Görmeden Rahman'a saygı gösteren ve(Allah'a) dönük bir kalp getiren herkesin (mükafatı budur).
Onlar yalnız başınayken bile Rahman'ı sayarlar ve içtenlikle gelirler.
Onlara denir ki: \"İşte size vaad edilen bu cennet, Allah'a yönelen, O'nun emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman olan Allah'tan korkan ve O'na yönelen bir kalple gelenlere mahsustur.
Görmediği halde Rahman'dan ürperen ve Allah'a yönelik bir kalp getiren herkese...
Onlara: “İşte, denir, buydu size vâd edilen mükâfat. Hakka yönelen, koruması gereken her şeyi koruyan, insanların görmediği yerlerde bile Rahman'a hep saygılı olan ve daima Rabbine dönen bir gönül ile gelen herkese bu mükâfat vardır.
Görmeden Rahman'a saygı gösteren ve (Hakka) dönük bir yürek getiren herkesin (mükafatı budur)!\"
ٱدْخُلُوهَا بِسَلَٰمٍۢ ۖ ذَٰلِكَ يَوْمُ ٱلْخُلُودِ ﴿٣٤﴾
Esenlikle girin oraya; bugün, ebedilik günü.
\"Ona 'esenlik ve barış (selam)la' girin. Bu, ebedilik günüdür.\"
üdḫulûhâ biselâm. ẕâlike yevmü-lḫulûd.
Onlara: \"İşte bu cennet, Allah'a yönelen, O'nun buyruklarına riayet eden; görmediği Rahman'dan korkan, Allah'a yönelmiş bir kalble gelen sizlere, hepinize söz verilen yerdir. Oraya esenlikle girin; işte sonsuzluk günü budur\" denir.
Oraya selametle girin. İşte bu, ebedi yaşamanın başladığı gündür
Oraya esenlikle girin; bu, sonsuz yaşama günüdür.
\"Şimdi selam ve selametle oraya girin. İşte sonsuzluk günü budur.\"
Esenlikle girin oraya! Sonsuzlaşma günüdür bu.
“Haydi selâmetle girin oraya, bugün artık ebediyet günüdür.”
Ona selam (esenlik) ile girin. Bu, süreklilik günüdür!
لَهُم مَّا يَشَآءُونَ فِيهَا وَلَدَيْنَا مَزِيدٌۭ ﴿٣٥﴾
Onlaradır ne dilerlerse orada ve katımızda daha da fazlası var.
Orda diledikleri herşey onlarındır; Katımız'da daha fazlası da var.
lehüm mâ yeşâûne fîhâ veledeynâ mezîd.
Orada dilediklerini bulurlar. Katımızda fazlası da vardır.
Orada kendileri için diledikleri her şey vardır. Katımızda dahası da vardır.
Diledikleri her şeyi elde ederler ve hatta katımızda fazlası da vardır.
Orada onlara ne isterlerse vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.
Orada onlar için istedikleri her şey var. Katımızda ise dahası da var.
Orada onlara istedikleri her şey verilir. Nezdimizde bundan da fazlası vardır. [10,26]
Orada onlara istedikleri herşey vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.
وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّن قَرْنٍ هُمْ أَشَدُّ مِنْهُم بَطْشًۭا فَنَقَّبُوا۟ فِى ٱلْبِلَٰدِ هَلْ مِن مَّحِيصٍ ﴿٣٦﴾
Ve nice nesiller helak ettik onlardan önce; onlar, bunlardan daha çokluktu, daha güçlü kuvvetliydi, derken şehirleri delikdeşik etmişlerdi, her tarafı ellerine geçirmişlerdi, fakat bir kaçacak yer mi var?
Biz bunlardan önce nice nesiller yıkıma uğrattık ki onlar, zorbaca yakalamak (yakıp-yıkmak, baskı ve şiddetle yönetmek, sindirmek) bakımından kendilerinden daha üstündüler; şehirlerde (yerin üstünü altına getirip, sayısız kazı, inşaat ve araştırmalarla her yanı) delik-deşik etmişlerdi. (Ama) kaçacak bir yer var mı?
vekem ehleknâ ḳablehüm min ḳarnin hüm eşeddü minhüm baṭşen feneḳḳabû fi-lbilâd. hel mim meḥîṣ.
Bu inkarcılardan önce, kendilerinden daha kuvvetli olan, diyar diyar dolaşan nice nesilleri yok etmişizdir. Kurtuluşu var mı?
Biz, onlardan önce kendilerinden daha güçlü olan, diyar diyar dolaşan nice nesilleri helak etmişizdir. Kurtuluş var mı!
Onlardan önce, onlardan daha güçlü nice nesilleri yok etmiştik. Ülke ülke dolaşmışlardı; kurtuluşu var mı?
Ey Muhammed! Biz onlardan önce kendilerinden daha kuvvetli olan ve beldeleri delik deşik eden nice nesilleri helak ettik, hiç kurtuluş var mı?
Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik ki, vuruş ve tutuşları bunlardan daha zorluydu. Ülkelerde delikler açmışlardı/beldelerde kaçacak delik aradılar/beldeleri boydan boya dolaştılar. Var mı bir kaçacak yer?
Kendilerinden önce Biz öyle nesiller helâk ettik ki onlar, bunlardan daha güçlü kuvvetli idiler. Hakimiyetlerini yaymış, şehir şehir dolaşmış, “ölümden kaçıp kurtulacak bir yer yok mu?” diye her tarafı delik deşik etmişlerdi, ama hep eli boş dönmüşlerdi.
Bunlardan önce nice kuşakları helak etmiştik ki onların tutuşu, bunlardan daha kuvvetli idi, yakalaması daha güçlü idi. Ülkelerde gezip dolaşmışlardı, ama bir kurtuluş buldular mı?
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَذِكْرَىٰ لِمَن كَانَ لَهُۥ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى ٱلسَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌۭ ﴿٣٧﴾
Şüphe yok ki bunda, gönlü olana, yahut görerek kulak verene ibret ve öğüt var elbet.
Hiç şüphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir şahid olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır.
inne fî ẕâlike leẕikrâ limen kâne lehû ḳalbün ev elḳa-ssem`a vehüve şehîd.
Doğrusu bunda, kalbi olana veya hazır bulunup kulak verene ders vardır.
Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.
Bunda, zeka sahibi olan yahut tanık olarak kulak veren herkes için bir mesaj vardır.
Şüphesiz ki bunda kalbi olan ve hazır bulunup kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır.
Hiç kuşkusuz, bunda, kalbi olan yahut tam bir tanık olarak kulak veren için mutlak bir öğüt vardır.
Elbette bunda, içinde bir kalb taşıyan veya zihnini derleyip toplayarak can kulağıyla dinleyen kimseler için alacak bir ders vardır.
Muhakkak ki bunda, kalbi olan, yahut şahid olarak (zihnini toplayarak dikkatle) kulak veren kimse için bir öğüt vardır.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِى سِتَّةِ أَيَّامٍۢ وَمَا مَسَّنَا مِن لُّغُوبٍۢ ﴿٣٨﴾
Ve andolsun ki biz, gökleri ve yeryüzünü altı günde yarattık ve bir yorgunluk gelmedi bize.
Andolsun, Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık; Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.
veleḳad ḫalaḳne-ssemâvâti vel'arḍa vemâ beynehümâ fî sitteti eyyâm. vemâ messenâ mil lügûb.
And olsun ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattık ve Biz bir yorgunluk da duymadık.
Andolsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi.
Gökleri, yeri ve aralarındakileri altı günde yarattık. Hiç bir yorgunluk da duymadık
Andolsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık, Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı.
Yemin olsun, biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri altı günde yarattık. Ve bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.
Biz gökleri, yeri, ikisinin arasındaki bütün varlıkları altı günde yarattık da Bize en ufak bir yorgunluk dokunmadı. [46,33; 40,57]
Andolsun, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık, bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.
فَٱصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ ٱلشَّمْسِ وَقَبْلَ ٱلْغُرُوبِ ﴿٣٩﴾
Artık sabret ne derlerse ve Rabbine ham ederek onu tenzih et güneş doğmadan önce ve batmadan önce.
Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et.
faṣbir `alâ mâ yeḳûlûne vesebbiḥ biḥamdi rabbike ḳable ṭulû`i-şşemsi veḳable-lgurûb.
Söylediklerine sabret; Rabbini, güneşin doğmasından önce ve batışından önce överek tesbih et.
(Resulüm!) Onların dediklerine sabret. Güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ile tesbih et.
Onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini överek yücelt.
Ey Muhammed! Onların söylediklerine karşı sabret. Güneşin doğuşundan önce (sabah namazını) ve batışından önce de (öğle ve ikindi namazalarını kılarak) Rabbini Hamd ile tesbih et.
Artık onların söylediklerine sabret ve Güneş'in doğuşundan önce de batışından önce de Rabbinin hamdiyle tespih et!
O halde sen onların söylediklerine karşı sabret. Gerek güneşin doğuşundan, gerek batışından önce Rabbine hamd ederek ibadet et.
Onların dediklerine sabret ve Rabbini övgü ile an: güneş doğmadan önce, batmadan önce,
وَمِنَ ٱلَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَٰرَ ٱلسُّجُودِ ﴿٤٠﴾
Ve geceleyin ve secdelerden sonra.
Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O'nu tesbih et.
vemine-lleyli fesebbiḥhü veedbâra-ssücûd.
Geceleyin ve secdelerin ardından O'nu tesbih et.
Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından da O'nu tesbih et.
Geceleyin O'nu yücelt ve secdelerin ardından da...
Geceleyin (akşam ve yatsı namazlarını kılarak), namazlardan sonra da (vitir ve nafile kılarak) O'nu tesbih et.
Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkalarından O'nu tespih et!
Geceleyin de, secdelerin peşinden de Ona ibadet et. [17,79]
Gecenin bir kısmında ve secde arkalarında O'nu tesbih et.
وَٱسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ ٱلْمُنَادِ مِن مَّكَانٍۢ قَرِيبٍۢ ﴿٤١﴾
Ve dinle o nida edenin, yakın bir yerden bağıracağı gün, sesini.
Çağırıcının, yakın bir yerden çağrıda bulunacağı güne kulak ver;
vestemi` yevme yünâdi-lmünâdi mim mekânin ḳarîb.
Bir çağırıcının yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver.
Seslenenin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver.
Çağırıcının yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver.
Bir münadinin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver.
Haykıranın çok yakın bir yerden sesleneceği günü dinle!
Münâdînin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver.
Dinle, o gün o ünleyici, yakın bir yerden çağırır.
يَوْمَ يَسْمَعُونَ ٱلصَّيْحَةَ بِٱلْحَقِّ ۚ ذَٰلِكَ يَوْمُ ٱلْخُرُوجِ ﴿٤٢﴾
O gün, o bağrışı, gerçek olarak işitecekler; işte o gündür kabirlerden çıkış günü.
O gün, o çığlığı bir gerçek (hak) olarak işitirler. İşte bu, (dirilip kabirlerden) çıkış günüdür.
yevme yesme`ûne-ṣṣayḥate bilḥaḳḳ. ẕâlike yevmü-lḫurûc.
O gün çığlığı gerçekten duyarlar; işte o, kabirden çıkış günüdür.
O gün insanlar bu sesi gerçekten işiteceklerdir. İşte bu, çıkış günüdür.
O gün o çığlığı kesinlikle duyarlar; bu, çıkış günüdür.
O gün insanlar, o çağrıyı gerçek olarak duyarlar. İşte bugün, kabirlerden çıkış günüdür.
O gün o müthiş sesi hak olarak dinleyecekler. Ortaya çıkış/diriliş günüdür bu.
Bütün insanların o sayhayı kesin ve gerçek olarak işitecekleri güne kulak ver. İşte o gün mezarlarından kalkış günüdür.
O gün o çağrıyı gerçek olarak duyarlar. İşte bu, (dirilip) çıkış günüdür.
إِنَّا نَحْنُ نُحْىِۦ وَنُمِيتُ وَإِلَيْنَا ٱلْمَصِيرُ ﴿٤٣﴾
Şüphe yok ki biz diriltiriz ve biz öldürürüz ve dönülüp gelinecek tapı, bizim tapımızdır.
Gerçek şu ki, dirilten ve öldüren Biziz, Biz. Ve dönüş de Bizedir.
innâ naḥnü nuḥyî venümîtü veileyne-lmeṣîr.
Doğrusu Biz diriltiriz, Biz öldürürüz, dönüş Bize'dir.
Şüphesiz biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş de ancak bizedir.
Biz diriltiriz, öldürürüz ve dönüş de bizedir.
Gerçekten biz hem yaşatırız, hem öldürürüz. Sonunda dönüş yalnız bizedir.
Biz, evet biz hayat veriyoruz, biz öldürüyoruz. Ve dönüş yalnız bizedir.
Muhakkak ki hayatı veren de, hayatı alıp öldüren de Biziz.Evet, herkes Bizim huzurumuza dönecektir.
Yaşatan ve öldüren ancak biziz, biz. Dönüş de bizedir.
يَوْمَ تَشَقَّقُ ٱلْأَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعًۭا ۚ ذَٰلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَسِيرٌۭ ﴿٤٤﴾
O gün yarılır yeryüzü de çıkarlar oradan ve hızlıhızlı koşarlar; bu toplayış, bize pek kolaydır.
O gün yer, onlardan çatlayıp-ayrılır da (onlar,) hızla koşarlar. İşte bu, Bize göre oldukça-kolay olan bir haşir (sizi birarada toplama)dır.
yevme teşeḳḳaḳu-l'arḍu `anhüm sirâ`â. ẕâlike ḥaşrun `aleynâ yesîr.
O gün, yer yarılır, onlar çabucak ayrılır; bu, Bize göre kolay bir toplamadır.
O gün yer yarılır, onların üzerinden süratle yarılıp açılır. Bu, bize göre kolay olan bir haşirdir.
O gün yer onlardan dolayı yarılıverir. Bu, bizim için kolay bir toparlamadır
O gün yer yarılır, insanlar kabirlerinden çabucak çıkarlar. İşte bu, sadece bize göre kolay bir toplanmadır.
O gün, yer çatır çatır yarılıp onlardan çabucak uzaklaşır. Bu yalnız bizim için kolay olan bir haşretmedir.
Yerin yarılıp kendilerinin büyük bir hızla mahşer meydanına koşacakları gün, mutlaka gelecektir. Bu diriltip mahşerde toplama Bize göre çok kolaydır. [54,50; 31,28]
O gün yer onlar(ın üstün)den yarıl(ıp açıl)ır, (çağırana doğru) sür'atle koşarlar. İşte bu, toplamadır; bize göre kolaydır.
نَّحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ ۖ وَمَآ أَنتَ عَلَيْهِم بِجَبَّارٍۢ ۖ فَذَكِّرْ بِٱلْقُرْءَانِ مَن يَخَافُ وَعِيدِ ﴿٤٥﴾
Biz daha iyi biliriz ne dediklerini ve senin, onlara, dilediğini yapacak bir kudretin yok, artık, azaptan korkana Kur'an'la öğüt ver.
Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver.
naḥnü a`lemü bimâ yeḳûlûne vemâ ente `aleyhim bicebbârin feẕekkir bilḳur'âni mey yeḫâfü ve`îd.
Onların dediklerini Biz biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; söz verdiğim günden korkanlara Kuran'la öğüt ver.
Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver.
Biz onların ne konuştuğunu iyi biliyoruz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. Uyarılarımdan korkanlara sen bu Kuran ile öğüt ver.
Biz onların söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onlara karşı zor kullanacak değilsin. O halde sen, benim tehdidimden korkanlara bu Kur'ân ile öğüt ver.
Biz onların neler söylediklerini çok iyi biliyoruz. Sen onların üstüne bir zorba değilsin. O halde, benim tehdidimden korkanlara sadece Kur'an'la öğüt ver.
Biz onların aykırı iddialarını pek iyi biliyoruz, ama sen onları kuvvet kullanarak imana getirecek bir zorba değilsin. Sen sadece uyaran bir elçisin.Senin yapacağın iş, sadece tehdidimden endişe edecek kemseleri Kur'ân ile irşad etmektir. [13,40; 88,21-22; 2,272]
Biz onların ne dediklerini biliyoruz. Sen onların üstünde bir zorlayıcı değilsin, sadece tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver.