Settings
Surah The Star [An-Najm] in Turkish
وَٱلنَّجْمِ إِذَا هَوَىٰ ﴿١﴾
Andolsun yıldıza, inerken.
Battığı zaman yıldıza andolsun;
vennecmi iẕâ hevâ.
Batmakta olan yıldıza and olsun ki,
Battığı zaman yıldıza andolsun ki;
Düşerken yıldızlara andolsun.
İnmekte olan yıldıza andolsun ki,
Yemin olsun inip çıktığı zaman yıldıza/fışkırıp çıktığı zaman çimene/süzülüp aktığı zaman Ülker Yıldızı'na/aşağı indiği zaman o parçalar halinde ağır ağır gelene,
Kayan yıldıza yemin olsun ki.
Aşağı kayan yıldıza andolsun ki:
مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَىٰ ﴿٢﴾
Arkadaşınız, gerçekten ne saptı, ne ayrıldı.
Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı.
mâ ḍalle ṣâḥibüküm vemâ gavâ.
Arkadaşınız (Muhammed) sapmamış ve azmamıştır.
Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve batıla inanmadı.
Arkadaşınız (Muhammed) ne sapmıştır, ne de azmıştır.
Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı, azmadı.
Ki arkadaşınız ne saptı ne de azdı.
Arkadaşınız (Muhammed) yanılmadı, sapmadı, aldanmadı.
Arkadaşınız sapmadı, azmadı.
وَمَا يَنطِقُ عَنِ ٱلْهَوَىٰٓ ﴿٣﴾
Ve kendi dileğiyle söz de söylemedi.
O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.
vemâ yenṭiḳu `ani-lhevâ.
O, kendiliğinden konuşmamaktadır.
O, arzusuna göre de konuşmaz.
Ne de kendi kişisel arzusundan konuşmaktadır.
O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz.
O; kuruntudan, keyfinden konuşmuyor.
O kendi heva ve hevesiyle konuşmuyor.
O heva'dan konuşmaz.
إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْىٌۭ يُوحَىٰ ﴿٤﴾
Sözü, ancak vahyedilen şeyden ibaret.
O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.
in hüve illâ vaḥyüy yûḥâ.
Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir.
O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.
O (Kuran) ancak ve ancak bildilen bir vahiydir.
O(nun konuşması kendisine ) vahyedilenden başkası değildir.
İndirilmiş bir vahiyden başkası değildir o.
O, kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.
O(nun okuduğu Kur'an) kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.
عَلَّمَهُۥ شَدِيدُ ٱلْقُوَىٰ ﴿٥﴾
Ona öğretti kuvvetleri çok çetin.
Ona (bu Kur'an'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir.
`allemehû şedîdü-lḳuvâ.
Ona, çetin kuvvetlere sahip ve güçlü olan Cebrail öğretmiştir; en yüksek ufukta iken doğruluvermiş.
Çünkü onu güçlü kuvvetli biri (Cebrail) öğretti.
Onu, büyük güce sahip olan öğretmiştir.
Onu, müthiş kuvvetleri olan biri öğretti
Kuvvetleri çok müthiş olan belletip öğretti onu ona.
Onu kendisine pek güçlü ve kuvvetli, o üstün akıl ve kemal sahibi olan (melek Cebrail) öğretti. [81,19-21]Melek kendi aslî sûretine girip doğruldu. İşte o zaman kendisi en yüce ufukta idi.
Onu, mühtiş kuvvetleri olan biri öğretti;
ذُو مِرَّةٍۢ فَٱسْتَوَىٰ ﴿٦﴾
Kuvvetli biri; sonra doğruldu.
(Ki O,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu.
ẕû mirrah. festevâ.
Ona, çetin kuvvetlere sahip ve güçlü olan Cebrail öğretmiştir; en yüksek ufukta iken doğruluvermiş.
Ve üstün yaratılışlı(melek), doğruldu:
Üstün otoritenin sahibi göründü,
(Ki o) akıl ve görüşünde kuvvetli (bir melek)dir. Hemen (gerçek meleklik şekliyle) doğruldu.
Akıl, güzellik ve güç sahibidir. Doğrulup dikildi.
Onu kendisine pek güçlü ve kuvvetli, o üstün akıl ve kemal sahibi olan (melek Cebrail) öğretti. [81,19-21]Melek kendi aslî sûretine girip doğruldu. İşte o zaman kendisi en yüce ufukta idi.
Üstün akıl sahibi (melek). Doğruldu;
وَهُوَ بِٱلْأُفُقِ ٱلْأَعْلَىٰ ﴿٧﴾
Ve o, en yüce tanyerindeydi.
O, en yüksek bir ufuktaydı.
vehüve bil'üfüḳi-l'a`lâ.
Ona, çetin kuvvetlere sahip ve güçlü olan Cebrail öğretmiştir; en yüksek ufukta iken doğruluvermiş.
Kendisi en yüksek ufukta iken.
En yüksek ufukta.
O, en yüksek ufukta idi.
En yüksek ufuktadır o.
Onu kendisine pek güçlü ve kuvvetli, o üstün akıl ve kemal sahibi olan (melek Cebrail) öğretti. [81,19-21]Melek kendi aslî sûretine girip doğruldu. İşte o zaman kendisi en yüce ufukta idi.
Kendisi yüksek ufukta iken.
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّىٰ ﴿٨﴾
Sonra yaklaştı, yakınlaştı.
Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi.
ŝümme denâ fetedellâ.
Sonra yaklaşmış ve inmiştir.
Sonra (Muhammed'e) yaklaştı, (yere doğru)sarktı.
Sonra inip yaklaştı.
Sonra (Cebrail ona) yaklaştı ve (aşağıya doğru) sarktı.
Sonra iyice yaklaştı ve sarktı,
Sonra yaklaştı ve iyice sarktı. Öyle ki araları yayın iki ucu arası kadar veya daha az kaldı.
Sonra yaklaştı, (yere doğru) sarktı.
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَىٰ ﴿٩﴾
İki yay kadar kaldı araları, yahut daha da yakın.
Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.
fekâne ḳâbe ḳavseyni ev ednâ.
Araları iki yay aralığı kadar veya daha da yakın oldu.
O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.
Mesafe iki yay kadar veya daha yakın oldu.
Onunla arasındaki mesafe, iki yay kadar, yahut daha az kaldı.
İki yayın beraberliği gibi, belki ondan da yakındı.
Sonra yaklaştı ve iyice sarktı. Öyle ki araları yayın iki ucu arası kadar veya daha az kaldı.
(Muhammed ile arasındaki mesafe) İki yay uzunluğu kadar, yahut daha az kaldı.
فَأَوْحَىٰٓ إِلَىٰ عَبْدِهِۦ مَآ أَوْحَىٰ ﴿١٠﴾
Derken kuluna vahyetti, ne vahyettiyse.
Böylece O'nun kuluna vahyettiğini vahyetti.
feevḥâ ilâ `abdihî mâ evḥâ.
Allah o anda kuluna vahyedeceğini etti.
Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi.
Ve sonra kuluna ne bildirilecekse onu vahyetti.
(Allah), kuluna verdiği vahyi verdi.
Böylece vahyetti kuluna vahyettiğini.
O da kuluna vahyetmek istediği her şeyi vahyetti.
Kuluna, vahyettiğini vahyetti.
مَا كَذَبَ ٱلْفُؤَادُ مَا رَأَىٰٓ ﴿١١﴾
Gönlü, gördüğünü yalanlamadı.
Onun gördüğünü gönül yalanlamadı.
mâ keẕebe-lfüâdü mâ raâ.
Gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı.
(Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.
Gördüğünü gönlü yalanlamadı.
Onun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı.
Kalp yalanlamadı gördüğünü.
Gözlerinin gördüğünü kalbi yalan saymadı.
Gönül gördüğünde yanılmadı (yalan söylemedi, gerçeği gördü).
أَفَتُمَٰرُونَهُۥ عَلَىٰ مَا يَرَىٰ ﴿١٢﴾
Hala münakaşa mı edersiniz gördüğü şeyleri?
Yine de siz gördüğü (şey) üzerinde onunla tartışacak mısınız?
efetümârûnehû `alâ mâ yerâ.
Ey inkarcılar! Onun gördüğü şey hakkında kendisi ile tartışır mısınız?
Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?
Onun gördüğü hakkında kendisiyle tartışıyor musunuz?
Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız.
Onun gördüğü şey hakkında kuşkuya düşüp onunla çekişiyor musunuz?
Şimdi siz kalkmış da onun gördükleri hakkında şüphe edip kendisiyle münakaşa mı ediyorsunuz?
Onun gördüğünden kuşku mu duyuyorsunuz?
وَلَقَدْ رَءَاهُ نَزْلَةً أُخْرَىٰ ﴿١٣﴾
Ve andolsun ki onu, inerken bir kere daha gördü.
Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü.
veleḳad raâhü nezleten uḫrâ.
And olsun ki o, Cebrail'i sınırın sonunda başka bir inişinde de görmüştür.
Andolsun onu, önceden bir defa daha görmüştü,
Onu bir kez daha görmüştü.
Andolsun onu bir kez daha görmüştü.
Yemin olsun ki onu bir başka inişte de görmüştü.
Onun bir başka inişini Sidretu'l-Müntehanın yanında görmüştü.
Andolsun, onu bir inişinde daha görmüştü;
عِندَ سِدْرَةِ ٱلْمُنتَهَىٰ ﴿١٤﴾
En son sidrenin yanında.
Sidretü'l-Münteha'nın yanında.
`inde sidrati-lmüntehâ.
And olsun ki o, Cebrail'i sınırın sonunda başka bir inişinde de görmüştür.
Sidretü'l-Münteha'nın yanında.
En son noktada.
Sidretü'lMüntehâ'nın yanında.
Son sınır ağacı, Sidretül Münteha yanında.
Onun bir başka inişini Sidretu'l-Müntehanın yanında görmüştü.
Sidretü'l-Münteha(uzak ağaç)ın yanında,
عِندَهَا جَنَّةُ ٱلْمَأْوَىٰٓ ﴿١٥﴾
Mev'a cenneti de yanındaydı.
Ki Cennetü'l-Me'va onun yanındadır.
`indehâ cennetü-lme'vâ.
Orada Me'va cenneti vardır.
Cennetü'l-Me'va da onun yanındadır.
Ki yanında barınılacak cennet vardır.
Ki Cennetü'lMe'vâ onun yanındadır.
O ağacın yanındadır sığınılacak bahçe.
Me'va cenneti de onun yanındadır.
Ki onun yanında oturulacak bahçe vardır.
إِذْ يَغْشَى ٱلسِّدْرَةَ مَا يَغْشَىٰ ﴿١٦﴾
Sidreyi, o sırada neler bürümüş, kaplamıştı, neler.
Sidreyi örten örtmekte iken,
iẕ yagşe-ssidrate mâ yagşâ.
Sidre'yi bürüyen bürüyordu.
Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
Tüm bölge olağanüstü biçimde kuşatılmıştı.
Sidre'yi kaplayan kaplıyordu.
O vakit kuşatıp sarıyordu Sidre'yi kuşatıp saran,
O dem ki Sidre'yi bir feyiz sarıyor, sardıkça sarıyordu...
Sidre'yi kaplayan kaplıyordu.
مَا زَاغَ ٱلْبَصَرُ وَمَا طَغَىٰ ﴿١٧﴾
Gözü, ne kaydı, ne haddini aştı.
Göz kayıp-şaşmadı ve (sınırı) aşmadı.
mâ zâga-lbeṣaru vemâ ṭagâ.
Gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı.
Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.
Göz şaşmadı, sınırı da aşmadı.
(Peygamberin) gözü şaşmadı ve sınırı aşmadı.
Göz ne kayıp şaştı ne azıp haddi aştı.
Peygamberin gözü kaymadı, şaşmadı, aşmadı da.
(Muhammed'in) Göz(ü) şaşmadı ve azmadı.
لَقَدْ رَأَىٰ مِنْ ءَايَٰتِ رَبِّهِ ٱلْكُبْرَىٰٓ ﴿١٨﴾
Andolsun ki Rabbinin pek büyük delillerinden bir kısmını gördü.
Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü.
leḳad raâ min âyâti rabbihi-lkübrâ.
And olsun ki Rabbinin varlığının büyük delillerini gördü.
Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.
Rabbinin büyük ayetlerini gördü.
Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.
Yemin olsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.
Vallahi gördü, hem de Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü! [20,23]
Andolsun, Rabbinin büyük ayetlerinden bazılarını gördü.
أَفَرَءَيْتُمُ ٱللَّٰتَ وَٱلْعُزَّىٰ ﴿١٩﴾
Siz de gördünüz mü, Lat'ı ve Uzza'yı?
Gördünüz mü-haber verin; Lat ve Uzza'yı.
eferaeytümü-llâte vel`uzzâ.
Ey inkarcılar! Şimdi Lat, Uzza ve bundan başka üçüncüleri olan Menat'ın ne olduğunu söyler misiniz?
Gördünüz mü o Lat ve Uzza'yı?
Gördünüz mü (dişi putlarınız olan) Lat ve Uzza'yı?
Siz de gördünüz değil mi o Lât ve Uzza'yı?
Gördünüz mü Uzza'yı, Lât'ı.
Şimdi baksanıza şu Lât'a, Uzza’ya! Ve bir de şu geride olan üçüncüleri Menat’a!
Gördünüz mü o Lat ve 'Uzza'yı?
وَمَنَوٰةَ ٱلثَّالِثَةَ ٱلْأُخْرَىٰٓ ﴿٢٠﴾
Ve üçüncü öbür putu, Menat'ı?
Ve üçüncü (put) olan Menat'ı(n herhangi bir güçleri var mı)?
vemenâte-ŝŝâliŝete-l'uḫrâ.
Ey inkarcılar! Şimdi Lat, Uzza ve bundan başka üçüncüleri olan Menat'ın ne olduğunu söyler misiniz?
Ve üçüncüleri olan ötekini, Menat'ı.
Ve üçüncüleri olan Menat'ı?
Ve üçüncü olarak da öteki (put) Menat'ı?
Ve ötekini, üçüncüsü olan Menât'ı.
Şimdi baksanıza şu Lât'a, Uzza’ya! Ve bir de şu geride olan üçüncüleri Menat’a!
Ve üçüncü(leri olan) öteki (put) Menat'ı?
أَلَكُمُ ٱلذَّكَرُ وَلَهُ ٱلْأُنثَىٰ ﴿٢١﴾
Erkek evlatlar sizin de kızlar onun mu?
Erkek (evlat) sizin, dişi O'nun mu?
elekümü-ẕẕekeru velehü-l'ünŝâ.
Demek erkekler sizin, dişiler Allah'ın mı?
Demek erkek size, dişi O'na öyle mi?
Erkekler sizin de dişiler O'nun mu?
Size erkek O'na dişi öyle mi?
Erkek size, dişi Allah'a mı?
Erkek evlatlar size, kızlar O'na olsun, öyle mi?
Demek erkek size, kadın Allah'a mı?
تِلْكَ إِذًۭا قِسْمَةٌۭ ضِيزَىٰٓ ﴿٢٢﴾
Bu, pek insafsızca bir pay şimdi.
Eğer böyleyse, bu, çarpık bir paylaşma.
tilke iẕen ḳismetün ḍîzâ.
Öyleyse bu haksız bir paylaşma;
O zaman bu, insafsızca bir taksim!
Ne de insafsız bir paylaşma!
Öyle ise bu çok insafsızca bir taksim.
İşte bu, insafsız bir bölüştürme.
O zaman bu insafsız bir taksim olmaz mı?
O halde bu insafsızca bir taksim!
إِنْ هِىَ إِلَّآ أَسْمَآءٌۭ سَمَّيْتُمُوهَآ أَنتُمْ وَءَابَآؤُكُم مَّآ أَنزَلَ ٱللَّهُ بِهَا مِن سُلْطَٰنٍ ۚ إِن يَتَّبِعُونَ إِلَّا ٱلظَّنَّ وَمَا تَهْوَى ٱلْأَنفُسُ ۖ وَلَقَدْ جَآءَهُم مِّن رَّبِّهِمُ ٱلْهُدَىٰٓ ﴿٢٣﴾
Bunlar, ancak sizin taktığınız, atalarınızın taktığı adlardan başka bir şey değil, Allah, onlara ait kesin bir delil indirmemiştir, ancak zanna ve nefislerinin dileğine kapılmıştır onlar ve andolsun ki Rablerinden doğru yolu gösteren de gelmiştir.
Bu (putlar ise,) sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörünüze göre) isimlendirdiğiniz (keyfi) isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili 'hiçbir delil' indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin (alçak) heva (istek ve tutku) olarak arzu ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir.
in hiye illâ esmâün semmeytümûhâ entüm veâbâüküm mâ enzele-llâhü bihâ min sülṭân. iy yettebi`ûne ille-żżanne vemâ tehve-l'enfüs. veleḳad câehüm mir rabbihimü-lhüdâ.
Bunlar sizin ve babalarınızın taktığı adlardan başka bir şey değildir. Allah onları destekleyen bir delil indirmemiştir. Onlar sadece sanıya ve canlarının istediğine uymaktadırlar. Oysa onlara Rablerinden and olsun ki doğruluk rehberi gelmiştir.
Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.
Onlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir ve ALLAH onlar için hiç bir delil indirmemiştir. Kendilerine, Rab'lerinde bir yol gösterici geldiği halde, sadece kuruntuları ve kişisel arzularını izliyorlar.
Onlar hiçbir şey değil, sırf sizin ve babalarınızın taktığınız (boş) isimlerdir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmedi. Onlar yalnız zanna ve nefislerin sevdasına uyuyorlar. Halbuki onlara Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.
Bunlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka şeyler değildir. Onlar hakkında Allah bir kanıt indirmemiştir. Onlar, sadece sanıya, bir de nefislerin hoşlandığı şeylere uyuyorlar. Yemin olsun, onlara hidayet Rablerinden gelmiştir.
Aslında bu putlar sizin ve atalarınızın uydurduğu, kuru isimlerden, boş lafızlardan başka bir şey değildir. Allah onların tanrılıklarına delil olabilecek hiçbir şey indirmemiştir. Onlar sadece zanlarına ve nefislerinin heva ve heveslerine uyarlar. Halbuki onlara Rab'leri tarafından uyacakları mükemmel Rehber çoktan gelmiş bulunuyor!
Onlar, sizin ve babalarınızın, (tanrı) diye isimlendirdiğiniz (boş, kavramsız) isimlerden başka bir şey değildir. Allah, onlara hiçbir güç (tanrı oldukları hakkında hiçbir delil) indirmemiştir. O(putlara tapa)nlar zanna ve nefislerin hevesine uyuyorlar. Oysa kendilerine, Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.
أَمْ لِلْإِنسَٰنِ مَا تَمَنَّىٰ ﴿٢٤﴾
Yoksa insan, her umduğunu elde eder mi?
Yoksa insana 'her arzu edip dilekte bulunduğu' şey mi var?
em lil'insâni mâ temennâ.
Yoksa, her umduğu şey insanın mıdır?
Yoksa insan, her arzu ettiği şeye sahip mi olacaktır?
İnsan her umduğuna kavuşacak mıdır?
Yoksa her arzu ettiği şey, insanın kendisinin mi (olacak) dir?
İnsan için, her özleyip hayal ettiği var mı acaba?
Ne o, insanoğlu kurduğu her hülyaya, içinden geçen her şeye nail olur mu sanıyor? [4,123]
Yoksa insan, her arzu ettiğine sahip mi olacaktır?
فَلِلَّهِ ٱلْءَاخِرَةُ وَٱلْأُولَىٰ ﴿٢٥﴾
Gerçekten de ahiret de Allah'ındır, dünya da.
İşte son da, ilk de (ahiret ve dünya) Allah'ındır.
felillâhi-l'âḫiratü vel'ûlâ.
Hayatın ilki de sonu da Allah'ındır.
Ahiret de dünya da Allah'ındır.
Son da ilk de ALLAH'ındır.
Son da ilk de (ahiret de dünya da) Allah'ındır.
Sonrası da öncesi de/âhiret de dünya da Allah'ındır.
Hayır, öyle değil! Âhiret hayatı da, dünya hayatı da Allah'ın elindedir. Kime ve neyi vereceğini, Kendisi takdir eder.
Son da ilk de (ahiret de, dünya da) Allah'ındır.
۞ وَكَم مِّن مَّلَكٍۢ فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ لَا تُغْنِى شَفَٰعَتُهُمْ شَيْـًٔا إِلَّا مِنۢ بَعْدِ أَن يَأْذَنَ ٱللَّهُ لِمَن يَشَآءُ وَيَرْضَىٰٓ ﴿٢٦﴾
Ve göklerde nice melekler vardır ki Allah, dilediğine ve razı olduğuna şefaat etmeleri için izin vermedikçe şefaatleri, hiçbir şeye yaramaz.
Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiçbir şeyle yarar sağlamaz; ancak Allah'ın dileyip razı olduğu kimseye izin verdikten sonra başka.
vekem mim melekin fi-ssemâvâti lâ tugnî şefâ`atühüm şey'en illâ mim ba`di ey ye'ẕene-llâhü limey yeşâü veyerḍâ.
Allah, dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermedikçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz.
Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz.
Göklerdeki meleklerin bile şefaati bir yarar sağlamaz. Ancak ALLAH'ın dilediği kimse için izin vermesinden ve O'nun rızasına uygun olduktan sonra...
Göklerde nice melek var ki Allah'ın dileyip razı olduğuna izin vermeden önce onların şefaatları hiç bir işe yaramaz.
Göklerde nice melekler var ki, şefaatleri hiçbir işe yaramaz. Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.
Nitekim göklerde nice melaike var ki, Allah'ın dilediği ve razı olduğu kimseler hakkında geçerli olması için izin çıkmadıkça, onların şefaatleri asla fayda vermez. [2,255; 34,23]
Göklerde nice melek var ki onların şefa'ati hiçbir işe yaramaz. Meğer Allah'ın dilediği ve razı olduğu kimseye izin verdikten sonra olsun (ancak o zaman şefa'atin faydası olur).
إِنَّ ٱلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِٱلْءَاخِرَةِ لَيُسَمُّونَ ٱلْمَلَٰٓئِكَةَ تَسْمِيَةَ ٱلْأُنثَىٰ ﴿٢٧﴾
Şüphe yok ki ahirete inanmayanlar, meleklere dişi adları takıp duruyorlar.
Gerçek şu ki, ahirete iman etmeyenler, melekleri dişi isimlerle isimlendiriyorlar.
inne-lleẕîne lâ yü'minûne bil'âḫirati leyüsemmûne-lmelâikete tesmiyete-l'ünŝâ.
Doğrusu ahirete inanmayanlar, meleklere \"dişi\" adını takarlar.
Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar.
Ahirete inanmıyanlar melekleri dişi olarak nitelendirmektedirler.
Ahirete iman etmeyenler meleklere dişilerin adlarını takıp duruyorlar
O âhirete inanmayanlar, meleklere mutlaka dişilerin adlarını takarlar.
Evet, âhirete inanmayanlardır ki melaikeyi Allah'ın kızları iddia ederek onlara kız isimleri takarlar. [43,19]
Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar.
وَمَا لَهُم بِهِۦ مِنْ عِلْمٍ ۖ إِن يَتَّبِعُونَ إِلَّا ٱلظَّنَّ ۖ وَإِنَّ ٱلظَّنَّ لَا يُغْنِى مِنَ ٱلْحَقِّ شَيْـًۭٔا ﴿٢٨﴾
Onların, bu hususta hiçbir bilgisi yok, ancak zanna kapılıyorlar ve şüphe yok ki zan, gerçeğe karşı hiçbir şeye yaramaz.
Oysa onların bununla ilgili hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, yalnızca zanna uymaktadırlar. Oysa gerçekte zan, haktan yana hiçbir yarar sağlamaz.
vemâ lehüm bihî min `ilm. iy yettebi`ûne ille-żżanne. veinne-żżanne lâ yugnî mine-lḥaḳḳi şey'â.
Oysa onların bu hususta bir bilgileri yoktur, sadece sanıya uyarlar. Sanı ise şüphesiz gerçeği ifade etmez.
Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.
Onların bu konuda bir bilgileri yoktur, sadece sanıları izlemektedirler ve sanılar gerçeğin yerini tutmaz.
Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise, şüphesiz hakikat bakımından birşey ifade etmez.
Onların bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Yalnızca sanıya uyuyorlar. Sanı ise haktan hiçbir şey kazandırmaz.
Onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Sadece ve sadece zanna tâbi oluyorlar. Oysa zan, hakikat karşısında ne ifade eder ki!
Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise haktan hiçbir gerçek kazandırmaz. (Zan ile gerçeğe ulaşılmaz.)
فَأَعْرِضْ عَن مَّن تَوَلَّىٰ عَن ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ إِلَّا ٱلْحَيَوٰةَ ٱلدُّنْيَا ﴿٢٩﴾
Artık yüz çevir, bizi anmadan yüz çevirenden ve ancak dünya yaşayışını isteyenden.
Şu halde sen, Bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyenden yüz çevir.
fea`riḍ `am men tevellâ `an ẕikrinâ velem yürid ille-lḥayâte-ddünyâ.
Bizi anmaktan yüz çevirenlere ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlere aldırma.
Onun için sen bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselere yüz verme.
Mesajımızdan yüz çeviren ve dünya hayatından başkasını arzulamıyan kimseyi önemseme.
Onun için bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir.
Bizim zikrimizden/Kur'an'ımızdan yüz çeviren ve iğreti dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden, sen de yüz çevir.
O halde Bizi anmaktan, bu Yüce Kitabımızı dinlemekten uzak duran ve dünya zevkinden başka bir şey istemeyen kimseleri sen de bir tarafa bırak!
Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden yüz çevir.
ذَٰلِكَ مَبْلَغُهُم مِّنَ ٱلْعِلْمِ ۚ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِۦ وَهُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ ٱهْتَدَىٰ ﴿٣٠﴾
İşte bilgide ulaşabildikleri şey bu; şüphe yok ki Rabbin, kendi yolundan çıkıp sapanı daha iyi bilir ve odur doğru yola gireni daha iyi bilen.
İşte onların ilimden yana ulaşabildikleri (son sınır) budur. Şüphesiz, senin Rabbin; Kendi yolundan sapanı en iyi bilen O'dur ve hidayet bulanı da en iyi bilen O'dur.
ẕâlike mebleguhüm mine-l`ilm. inne rabbeke hüve a`lemü bimen ḍalle `an sebîlihî vehüve a`lemü bimeni-htedâ.
Bu onların ulaştıkları bilginin seviyesini gösterir. Doğrusu Rabbin yolundan sapmış olanı pek iyi bilir, doğru yolda olanı da çok iyi bilir.
İşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz ki senin Rabbin, evet O, yolundan sapanı daha iyi bilir; O, hidayette olanı da çok iyi bilir.
İşte onların ulaştıkları bilgilerinin düzeyi budur. Elbette, Rabbin yolundan sapanı iyi bilir, doğru yolda olanı da iyi bilir.
İşte onların ilimden erişebilecekleri (son sınır) budur. Şüphesiz, Rabbin, yolundan sapanı da iyi bilir; O, hidayette olanı da iyi bilir.
Onların, ilimden ulaşacakları şey işte budur. Kuşkusuz, yolundan sapmış olanı Rabbin çok iyi bilir. Hidayet üzere yürüyeni de en iyi O bilir.
Onların bilgi seviyesi ancak bu kadardır; bildikleri bilecekleri budur. Senin Rabbin, kimin Allah'ın yolundan saptığını, kimin doğru yolda yürüdüğünü pek iyi bilir.
İşte onların erişebilecekleri bilgi (sınırı) budur. (Bundan ötesine akılları ermez). Şüphesiz Rabbin, yolundan sapanı da iyi bilir ve O, yola geleni de iyi bilir.
وَلِلَّهِ مَا فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَمَا فِى ٱلْأَرْضِ لِيَجْزِىَ ٱلَّذِينَ أَسَٰٓـُٔوا۟ بِمَا عَمِلُوا۟ وَيَجْزِىَ ٱلَّذِينَ أَحْسَنُوا۟ بِٱلْحُسْنَى ﴿٣١﴾
Ve Allah'ındır ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde kötülük edenleri, yaptıklarına karşılık elbette cezalandırır ve iyilik edenlereyse yaptıklarından daha da iyi mükafat verir.
Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır; öyle ki, kötülükte bulunanları, yaptıkları dolayısıyla cezalandırır, güzel davranışta bulunanları da daha güzeliyle ödüllendirir.
velillâhi mâ fi-ssemâvâti vemâ fi-l'arḍi liyecziye-lleẕîne esâü bimâ `amilû veyecziye-lleẕîne aḥsenû bilḥusnâ.
Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır ki O, kötülük yapanlara işlerinin karşılığını verir; iyi davrananlara, ufak tefek kabahatleri bir yana büyük günahlardan ve hayasızlıklardan kaçınanlara işlediklerinden daha iyisiyle karşılığını verir. Doğrusu Rabbinin bağışı boldur. Sizi yerden var ederken ve siz annelerinizin karınlarında cenin halinde iken sizleri çok iyi bilen O'dur. Kendinizi temize çıkarmayın. O, sakınanı çok iyi bilir.
Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Bu, Allah'ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükafatlandırması içindir.
Göklerde ve yerde ne varsa ALLAH'ındır. Kötülük işleyenleri yaptıklarından dolayı cezalandıracaktır ve güzel davrananları da ödüllendirecektir.
Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Akıbet (sonuçta) kötülük yapanları yaptıkları ile cezalandıracak, güzel davrananları da daha güzeliyle mükafatlandıracaktır.
Göklerde ne var yerde ne varsa Allah'ındır. Bu, Allah'ın; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, güzel davranıp güzel düşünenleri de güzellikle ödüllendirmesi içindir.
Göklerde ne var, yerde ne varsa hep Allah'ındır. Böyle olduğu için, sapanı ve doğru yolda olanı pek iyi bildiği, yaptıklarını kaydettiği içindir ki, kötülük işleyenleri, yaptıklarının karşılığı ile cezalandırarak, iyi hareket edenlere de en güzel mükâfatı verecektir. [53,32; 4,31]
Göklerde ve yerde bulunan herşey Allah'ındır. (Bunları yaratmıştır) Ki kötülük edenleri, yaptıklarıyle cezalandırsın, güzel davrananları da güzellikle mükafatlandırsın.
ٱلَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَٰٓئِرَ ٱلْإِثْمِ وَٱلْفَوَٰحِشَ إِلَّا ٱللَّمَمَ ۚ إِنَّ رَبَّكَ وَٰسِعُ ٱلْمَغْفِرَةِ ۚ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ ٱلْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌۭ فِى بُطُونِ أُمَّهَٰتِكُمْ ۖ فَلَا تُزَكُّوٓا۟ أَنفُسَكُمْ ۖ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ ٱتَّقَىٰٓ ﴿٣٢﴾
Israr etmemek şartıyle küçük günahlardan başka suçların büyüklerinden ve çirkin şeylerden sakınanlara gelince: Şüphe yok ki Rabbinin yarlıgaması pek geniştir. O, sizi yeryüzünden yaratıp meydana getirdiği zaman ve siz, analarınızın karnında birer dölken de bilir; artık siz, kendinizi temize çıkarmaya kalkışmayın, o, kim çekinmededir, daha iyi bilir.
Ki onlar, ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp-durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir.
elleẕîne yectenibûne kebâira-l'iŝmi velfevâḥişe ille-llemem. inne rabbeke vâsi`u-lmagfirah. hüve a`lemü biküm iẕ enşeeküm mine-l'arḍi veiẕ entüm ecinnetün fî büṭûni ümmehâtiküm. felâ tüzekkû enfüseküm. hüve a`lemü bimeni-tteḳâ.
Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır ki O, kötülük yapanlara işlerinin karşılığını verir; iyi davrananlara, ufak tefek kabahatleri bir yana büyük günahlardan ve hayasızlıklardan kaçınanlara işlediklerinden daha iyisiyle karşılığını verir. Doğrusu Rabbinin bağışı boldur. Sizi yerden var ederken ve siz annelerinizin karınlarında cenin halinde iken sizleri çok iyi bilen O'dur. Kendinizi temize çıkarmayın. O, sakınanı çok iyi bilir.
Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.
Onlar, büyük günahlardan ve kötülüklerden kaçınırlar, yalnız küçük suçlar işlerler. Rabbinin bağışlaması engindir. Sizi topraktan yaratırken ve annelerinizin karınlarında cenin (fetus) durumundayken sizi iyi bilmektedir. Öyleyse kendinizi (övüp) temize çıkarmayın. O, erdemlileri iyi bilir.
Onlar ki günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınırlar, yalnız bazı küçük kusurlar hariç. Şüphesiz Rabbinin affı geniştir. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada, sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.
Öyle kişilerdir ki onlar, günahın büyüklerinden ve iğrençliklerden çekinip kaçınırlar. Bazı küçük sürçmeler hariç. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin affı geniş olandır. Sizi en iyi bilen O'dur: Hem sizi topraktan oluşturduğu zaman hem de annelerinizin karınlarında ceninler halinde bulunduğunuz zaman. O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur.
O iyiler, ufak kusur ve günahlardan olmasa da, büyük günahlardan, aşikâr hayasızlıklardan kaçınırlar. Senin Rabbinin mağfireti boldur. O sizi topraktan yaratırken ve siz annelerinizin karınlarında döl halinde iken mayanızın ne olduğunu gayet iyi bilir. Öyleyse kendinizi temize çıkarmayın, övünüp durmayın. Çünkü kimin Allah'ı daha çok sayıp O’na karşı gelmekten sakındığını O pek iyi bilmektedir. [39,53; 4,39]
Onlar, günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınırlar, yalnız bazı küçük hatalar işleyebilirler. Şüphesiz Rabbinin affı geniştir (O kendisine yönelen kulunu affeder). O sizi daha iyi bilir: Gerek sizi topraktan inşa ettiği, gerek annelerinizin karınlarında bulunduğunuz zaman biçim verdiği sırada (sizin her halinizi bilmiştir), artık kendinizi övüp yüceltmeyin, çünkü O, korunanı daha iyi bilir.
أَفَرَءَيْتَ ٱلَّذِى تَوَلَّىٰ ﴿٣٣﴾
Gördün mü artık yüz çevireni.
Şimdi, o yüz çevireni gördün mü?
eferaeyte-lleẕî tevellâ.
Yüz çevireni ve malından biraz verip sonra vermemekte direneni gördün mü?\"
Gördün mü arkasını döneni?
Gördün mü o yüz çevireni?
Şimdi gördün mü O yüz çevireni?
O yüz geri döneni gördün mü?
Şimdi iyice dikkat edin şu sırtını çevirip uzaklaşana! [75,31-32]
Gördün mü şu adamı ki arkasını döndü?
وَأَعْطَىٰ قَلِيلًۭا وَأَكْدَىٰٓ ﴿٣٤﴾
Ve az bir şey verip sonra kısanı, nekeslik edeni?
Azıcık verdi ve gerisini kaya gibi sımsıkı elinde tuttu.
vea`ṭâ ḳalîlev veekdâ.
Yüz çevireni ve malından biraz verip sonra vermemekte direneni gördün mü?\"
Azıcık verip sonra vermemekte direneni?
Ender olarak ve pek az verdi.
Azıcık verip (sonra vermemekte) direneni?
Azıcık verdi, sona inatla sıkıca tuttu.
Azıcık verip de sonra cimrilik ederek vermeyene!
Azıcık verdi, gerisini elinde sıkı sıkı tuttu?
أَعِندَهُۥ عِلْمُ ٱلْغَيْبِ فَهُوَ يَرَىٰٓ ﴿٣٥﴾
Gizli şeylere ait bilgi, onun katında mı da görmede.
Gaybın ilmi onun yanında da o mu görüyor?
e`indehû `ilmü-lgaybi fehüve yerâ.
Görülmeyenin ilmi yanında da o mu görüyor?
Acaba gaybın bilgisi kendi yanındadır da o görüyor mu?
Gizemlerin bilgisine mi sahiptir ki (geleceği) görüyor?
Gaybın bilgisi kendi yanındadır da, o mu görüyor?
Gaybın bilgisi onun yanında da o mu görüyor?
Gaypların bilgisi onun yanındadır da onları kendisi mi görüyor?
Gayb'ın bilgisi kendi yanında da o mu (alemin esrarını) görüyor?
أَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا فِى صُحُفِ مُوسَىٰ ﴿٣٦﴾
Yoksa Musa'nın sahifelerindeki şey bildirilmedi mi ona.
Yoksa Musa'nın sahifelerinde olan kendisine haber verilmedi mi?
em lem yünebbe' bimâ fî ṣuḥufi mûsâ.
Yoksa Musa'nın ve sözünü yerine getiren İbrahim'in kitablarında olanlar kendisine bildirilmedi mi ki?
Yoksa kendisine haber verilmedi mi? Musa'nın sahifelerinde bulunan,
Ona Musa'nın öğretisi hakkında bilgi verilmedi mi?
Yoksa haber verilmedi mi Musa'nın sahifelerinde yazılı olanlar?
Yoksa haber verilmedi mi ona, Mûsa'nın sayfalarındakiler?
Yoksa o Mûsâ'nın ve o çok vefalı İbrâhim’in sahifelerinde bulunan şu kesin gerçekler hakkında bilgi edinmedi mi ki: Hiçbir kimse başkasının günah yükünü çekemez. İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir. Elbette son durak, Rabbinin huzuru olacaktır. O’dur güldüren ve ağlatan; O’dur öldüren ve yaşatan. [2,124; 16, 123; 35,18; 36,12; 9,105]
Yoksa kendisine haber mi verilmedi: Musa'nın sahifelerinde bulunan,
وَإِبْرَٰهِيمَ ٱلَّذِى وَفَّىٰٓ ﴿٣٧﴾
Ve İbrahim'in sahifelerindeki, o İbrahim ki ahdine iyiden iyiye vefa etmişti.
Ve vefa eden İbrahim'in (sahifelerinde) olan...
veibrâhime-lleẕî veffâ.
Yoksa Musa'nın ve sözünü yerine getiren İbrahim'in kitablarında olanlar kendisine bildirilmedi mi ki?
Ve ahdine vefa gösteren İbrahim'in( sahifelerinde bulunan şu gerçekler):
Ve sözünü gerçekleştiren İbrahim'in?:
Ve çok vefakâr olan İbrahim'in sahifelerindekiler?
Ve o çok vefalı İbrahim'in sayfalarındakiler...
Yoksa o Mûsâ'nın ve o çok vefalı İbrâhim’in sahifelerinde bulunan şu kesin gerçekler hakkında bilgi edinmedi mi ki: Hiçbir kimse başkasının günah yükünü çekemez. İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir. Elbette son durak, Rabbinin huzuru olacaktır. O’dur güldüren ve ağlatan; O’dur öldüren ve yaşatan. [2,124; 16, 123; 35,18; 36,12; 9,105]
Ve çok vefalı İbrahim'in (sahifelerinde bulunan şu gerçekler):
أَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌۭ وِزْرَ أُخْرَىٰ ﴿٣٨﴾
Hiçbir suçlu, bir başkasının suçunu yüklenemez.
Doğrusu, hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez.
ellâ teziru vâziratüv vizra uḫrâ.
Hiç bir günahkar başkasının günah yükünü yüklenmez;
Gerçekten hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü yüklenemez.
Ki hiçbir kimse bir başkasının günah yükünü taşımaz,
Ki hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez.
Gerçek şu ki, hiçbir günahkâr bir başka günahkârın yükünü sırtlamaz.
Yoksa o Mûsâ'nın ve o çok vefalı İbrâhim’in sahifelerinde bulunan şu kesin gerçekler hakkında bilgi edinmedi mi ki: Hiçbir kimse başkasının günah yükünü çekemez. İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir. Elbette son durak, Rabbinin huzuru olacaktır. O’dur güldüren ve ağlatan; O’dur öldüren ve yaşatan. [2,124; 16, 123; 35,18; 36,12; 9,105]
Ki hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü yüklenmez.
وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَٰنِ إِلَّا مَا سَعَىٰ ﴿٣٩﴾
Ve gerçekten de insan, ancak çalıştığını elde eder.
Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur.
veel leyse lil'insâni illâ mâ se`â.
İnsan ancak çalıştığına erişir.
Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.
İnsan için ancak kendi çalışması vardır.
Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur.
Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur.
Yoksa o Mûsâ'nın ve o çok vefalı İbrâhim’in sahifelerinde bulunan şu kesin gerçekler hakkında bilgi edinmedi mi ki: Hiçbir kimse başkasının günah yükünü çekemez. İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir. Elbette son durak, Rabbinin huzuru olacaktır. O’dur güldüren ve ağlatan; O’dur öldüren ve yaşatan. [2,124; 16, 123; 35,18; 36,12; 9,105]
İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur.
وَأَنَّ سَعْيَهُۥ سَوْفَ يُرَىٰ ﴿٤٠﴾
Ve şüphe yok ki çalıştığının karşılığı da gösterilir ona.
Şüphesiz kendi emeği (veya çabası) görülecektir.
veenne sa`yehû sevfe yürâ.
Onun çalışması şüphesiz görülecektir.
Ve çalışması da ileride görülecektir.
Ve onun çalışması da yakında görülecektir.
Ve çalışması da yakında görülecektir.
Ve onun çalışıp didinmesi yakında görülecektir.
Yoksa o Mûsâ'nın ve o çok vefalı İbrâhim’in sahifelerinde bulunan şu kesin gerçekler hakkında bilgi edinmedi mi ki: Hiçbir kimse başkasının günah yükünü çekemez. İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir. Elbette son durak, Rabbinin huzuru olacaktır. O’dur güldüren ve ağlatan; O’dur öldüren ve yaşatan. [2,124; 16, 123; 35,18; 36,12; 9,105]
Ve çalışması da yakında görülecektir.
ثُمَّ يُجْزَىٰهُ ٱلْجَزَآءَ ٱلْأَوْفَىٰ ﴿٤١﴾
Sonra da ona, en değerli mükafat verilir.
Sonra ona en eksiksiz karşılık verilecektir.
ŝümme yüczâhü-lcezâe-l'evfâ.
Sonra ona karşılığı eksiksiz verilecektir.
Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.
Sonra kendisine ödülü tam olarak verilecektir.
Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.
Sonra karşılığı kendisine hiç eksiksiz verilecektir.
Yoksa o Mûsâ'nın ve o çok vefalı İbrâhim’in sahifelerinde bulunan şu kesin gerçekler hakkında bilgi edinmedi mi ki: Hiçbir kimse başkasının günah yükünü çekemez. İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir. Elbette son durak, Rabbinin huzuru olacaktır. O’dur güldüren ve ağlatan; O’dur öldüren ve yaşatan. [2,124; 16, 123; 35,18; 36,12; 9,105]
Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir.
وَأَنَّ إِلَىٰ رَبِّكَ ٱلْمُنتَهَىٰ ﴿٤٢﴾
Ve şüphe yok ki son varılacak tapı, Rabbinin tapısıdır.
Elbette son varış Rabbine olacaktır.
veenne ilâ rabbike-lmüntehâ.
Doğrusu son varış Rabbinedir.
Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir.
Son varış Rabbinedir.
Ve şüphesiz en son varış, Rabbinedir.
Hiç kuşkusuz, son varış Rabbinedir.
Yoksa o Mûsâ'nın ve o çok vefalı İbrâhim’in sahifelerinde bulunan şu kesin gerçekler hakkında bilgi edinmedi mi ki: Hiçbir kimse başkasının günah yükünü çekemez. İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir. Elbette son durak, Rabbinin huzuru olacaktır. O’dur güldüren ve ağlatan; O’dur öldüren ve yaşatan. [2,124; 16, 123; 35,18; 36,12; 9,105]
Ve sonunda senin Rabbine varılacaktır.
وَأَنَّهُۥ هُوَ أَضْحَكَ وَأَبْكَىٰ ﴿٤٣﴾
Ve şüphe yok ki odur adamakıllı güldüren ve ağlatan.
Doğrusu, güldüren ve ağlatan O'dur.
veennehû hüve aḍḥake veebkâ.
Doğrusu, güldüren de ağlatan da O'dur.
Doğrusu güldüren de ağlatan da O'dur.
O'dur seni güldüren ve ağlatan.
Doğrusu güldüren de ağlatan da O'dur.
Hiç kuşkusuz, güldüren de O'dur, ağlatan da...
Yoksa o Mûsâ'nın ve o çok vefalı İbrâhim’in sahifelerinde bulunan şu kesin gerçekler hakkında bilgi edinmedi mi ki: Hiçbir kimse başkasının günah yükünü çekemez. İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir. Elbette son durak, Rabbinin huzuru olacaktır. O’dur güldüren ve ağlatan; O’dur öldüren ve yaşatan. [2,124; 16, 123; 35,18; 36,12; 9,105]
Güldüren de O'dur, ağlatan da O'dur.
وَأَنَّهُۥ هُوَ أَمَاتَ وَأَحْيَا ﴿٤٤﴾
Ve şüphe yok ki odur öldüren ve dirilten.
Doğrusu, öldüren ve dirilten O'dur.
veennehû hüve emâte veaḥyâ.
Doğrusu dirilten de öldüren de O'dur.
Öldüren de dirilten de O'dur.
O'dur öldüren ve dirilten.
Öldüren de dirilten de O'dur.
Hiç kuşkusuz, öldüren de O'dur, dirilten de...
Yoksa o Mûsâ'nın ve o çok vefalı İbrâhim’in sahifelerinde bulunan şu kesin gerçekler hakkında bilgi edinmedi mi ki: Hiçbir kimse başkasının günah yükünü çekemez. İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir. Elbette son durak, Rabbinin huzuru olacaktır. O’dur güldüren ve ağlatan; O’dur öldüren ve yaşatan. [2,124; 16, 123; 35,18; 36,12; 9,105]
Öldüren de O'dur, yaşatan da O'dur.
وَأَنَّهُۥ خَلَقَ ٱلزَّوْجَيْنِ ٱلذَّكَرَ وَٱلْأُنثَىٰ ﴿٤٥﴾
Ve şüphe yok ki o halk etmiştir erkeği ve dişiyi.
Doğrusu, çiftleri; erkek ve dişiyi, yaratan O'dur.
veennehû ḫaleḳa-zzevceyni-ẕẕekera vel'ünŝâ.
Doğrusu, atıldığında meniden erkek ve dişiyi, iki çifti yaratan O'dur.
Şurası muhakkak ki erkek ve dişiden ibaret olan iki çifti O yarattı.
O'dur iki çifti yaratan; erkeği ve dişiyi...
Şüphesiz erkeği, dişiyi iki eş yaratan O'dur,
Hiç kuşkusuz, iki çifti, erkeği ve dişiyi yaratan O'dur;
Rahime atılan nutfeden (spermden) erkek ve dişi çiftini yaratma, öldükten sonra diriltme, tekrar yaratma O'na aittir. İnsanı zengin, kanaat sahibi ve halinden memnun etmek de O’na aittir. Müşriklerin taptığı Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur. Önceki Âd milletini yok eden de O’dur. Semud milletini yok edip geriye hiçbir şey bırakmayan da O’dur. Daha önce Nuh milletini yok eden de O. Çünkü bunlar çok zalim, çok azgındılar. Altı üstüne getirilen Lût milletinin şehirlerini yerle bir etti. Onları ne azaplar, ne musîbetler, neler kapladı neler! [86,6-7; 69,6-7; 26,73]
O yarattı iki çifti: erkeği ve dişiyi,
مِن نُّطْفَةٍ إِذَا تُمْنَىٰ ﴿٤٦﴾
Bir katre sudan, o suyu çıkardığı zaman.
Bir damla sudan (döl yatağına) meni döküldüğü zaman.
min nuṭfetin iẕâ tümnâ.
Doğrusu, atıldığında meniden erkek ve dişiyi, iki çifti yaratan O'dur.
(Rahime) atıldığı zaman nutfeden.
Atıldığı zaman bir damlacık meniden.
Atıldığı zaman bir nutfeden.
Meni halinde atıldığı zaman bir spermden...
Rahime atılan nutfeden (spermden) erkek ve dişi çiftini yaratma, öldükten sonra diriltme, tekrar yaratma O'na aittir. İnsanı zengin, kanaat sahibi ve halinden memnun etmek de O’na aittir. Müşriklerin taptığı Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur. Önceki Âd milletini yok eden de O’dur. Semud milletini yok edip geriye hiçbir şey bırakmayan da O’dur. Daha önce Nuh milletini yok eden de O. Çünkü bunlar çok zalim, çok azgındılar. Altı üstüne getirilen Lût milletinin şehirlerini yerle bir etti. Onları ne azaplar, ne musîbetler, neler kapladı neler! [86,6-7; 69,6-7; 26,73]
Atıldığı zaman nutfe(sperm)den.
وَأَنَّ عَلَيْهِ ٱلنَّشْأَةَ ٱلْأُخْرَىٰ ﴿٤٧﴾
Ve şüphe yok ki ikinci defa yaratış da ona aittir.
Gerçek şu ki, diğer diriltme (yeniden neş'et) de O'na aittir.
veenne `aleyhi-nneş'ete-l'uḫrâ.
Doğrusu ölümden sonra tekrar dirilten de O'dur.
Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir.
O'na aittir tekrar yaratmak.
Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir.
Hiç kuşkusuz, o ikinci oluşum da O'nun işidir.
Rahime atılan nutfeden (spermden) erkek ve dişi çiftini yaratma, öldükten sonra diriltme, tekrar yaratma O'na aittir. İnsanı zengin, kanaat sahibi ve halinden memnun etmek de O’na aittir. Müşriklerin taptığı Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur. Önceki Âd milletini yok eden de O’dur. Semud milletini yok edip geriye hiçbir şey bırakmayan da O’dur. Daha önce Nuh milletini yok eden de O. Çünkü bunlar çok zalim, çok azgındılar. Altı üstüne getirilen Lût milletinin şehirlerini yerle bir etti. Onları ne azaplar, ne musîbetler, neler kapladı neler! [86,6-7; 69,6-7; 26,73]
Şüphesiz tekrar yaratmak da O'nun işidir.
وَأَنَّهُۥ هُوَ أَغْنَىٰ وَأَقْنَىٰ ﴿٤٨﴾
Ve şüphe yok ki odur zengin eden ve sermaye veren.
Doğrusu, muhtaç olmaktan O kurtardı ve sermaye verip-hoşnut kıldı.
veennehû hüve agnâ veaḳnâ.
Doğrusu zengin eden de varlıklı kılan da O'dur.
Zengin eden de yoksul kılan da O'dur.
O'dur Zengin eden, yoksul yapan.
Şüphesiz zengin eden de sermaye veren de O'dur.
Hiç kuşkusuz, zenginlik veren de O'dur, nimete boğan da...
Rahime atılan nutfeden (spermden) erkek ve dişi çiftini yaratma, öldükten sonra diriltme, tekrar yaratma O'na aittir. İnsanı zengin, kanaat sahibi ve halinden memnun etmek de O’na aittir. Müşriklerin taptığı Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur. Önceki Âd milletini yok eden de O’dur. Semud milletini yok edip geriye hiçbir şey bırakmayan da O’dur. Daha önce Nuh milletini yok eden de O. Çünkü bunlar çok zalim, çok azgındılar. Altı üstüne getirilen Lût milletinin şehirlerini yerle bir etti. Onları ne azaplar, ne musîbetler, neler kapladı neler! [86,6-7; 69,6-7; 26,73]
Zengin eden O'dur, bol verip memnun eden O.
وَأَنَّهُۥ هُوَ رَبُّ ٱلشِّعْرَىٰ ﴿٤٩﴾
Ve şüphe yok ki odur Şi'ra yıldızının Rabbi.
Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur.
veennehû hüve rabbü-şşi`râ.
Doğrusu Şira yıldızının Rabbi O'dur.
Doğrusu Şi'ra yıldızının Rabbi de O'dur.
O'dur Şira galaksisinin Rabbi.
Doğrusu Şi'râ yıldızının Rabbi O'dur.
Hiç kuşkusuz, Şi'ra yıldızının/şuurlanmanın Rabbi de O'dur.
Rahime atılan nutfeden (spermden) erkek ve dişi çiftini yaratma, öldükten sonra diriltme, tekrar yaratma O'na aittir. İnsanı zengin, kanaat sahibi ve halinden memnun etmek de O’na aittir. Müşriklerin taptığı Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur. Önceki Âd milletini yok eden de O’dur. Semud milletini yok edip geriye hiçbir şey bırakmayan da O’dur. Daha önce Nuh milletini yok eden de O. Çünkü bunlar çok zalim, çok azgındılar. Altı üstüne getirilen Lût milletinin şehirlerini yerle bir etti. Onları ne azaplar, ne musîbetler, neler kapladı neler! [86,6-7; 69,6-7; 26,73]
(Taptıkları) Şi'ra(yıldızı)nın Rabbi O'dur.
وَأَنَّهُۥٓ أَهْلَكَ عَادًا ٱلْأُولَىٰ ﴿٥٠﴾
Ve şüphe yok ki odur önceden gelip geçen Âd'ı helak eden.
Doğrusu, önce gelen Ad (halkın)ı O yıkıma uğrattı.
veennehû ehleke `âden-l'ûlâ.
İlk Ad milletini, Semud milletini yok edip geri bırakmayan O'dur.
Ve şüphesiz ki önceki Âd kavmini O helak etti.
O'dur helak eden eski Ad halkını,
O, helak etti önce gelen Âd'ı.
Hiç kuşkusuz, daha önceden gelmiş olan Âd'ı helâk etti.
Rahime atılan nutfeden (spermden) erkek ve dişi çiftini yaratma, öldükten sonra diriltme, tekrar yaratma O'na aittir. İnsanı zengin, kanaat sahibi ve halinden memnun etmek de O’na aittir. Müşriklerin taptığı Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur. Önceki Âd milletini yok eden de O’dur. Semud milletini yok edip geriye hiçbir şey bırakmayan da O’dur. Daha önce Nuh milletini yok eden de O. Çünkü bunlar çok zalim, çok azgındılar. Altı üstüne getirilen Lût milletinin şehirlerini yerle bir etti. Onları ne azaplar, ne musîbetler, neler kapladı neler! [86,6-7; 69,6-7; 26,73]
O helak etti, önce gelen 'Ad'ı,
وَثَمُودَا۟ فَمَآ أَبْقَىٰ ﴿٥١﴾
Ve Semud'u da bırakmayan.
Semud'u da. Böylelikle (o halklardan kimseyi) bırakmadı.
veŝemûde femâ ebḳâ.
İlk Ad milletini, Semud milletini yok edip geri bırakmayan O'dur.
Semud'u da (O helak etti) ve geriye hiçbir şey bırakmadı.
Semudu da bırakmadı,
Ve Semûd'u da bırakmadı.
Semûd'u da. Böylece geriye bir şey bırakmadı.
Rahime atılan nutfeden (spermden) erkek ve dişi çiftini yaratma, öldükten sonra diriltme, tekrar yaratma O'na aittir. İnsanı zengin, kanaat sahibi ve halinden memnun etmek de O’na aittir. Müşriklerin taptığı Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur. Önceki Âd milletini yok eden de O’dur. Semud milletini yok edip geriye hiçbir şey bırakmayan da O’dur. Daha önce Nuh milletini yok eden de O. Çünkü bunlar çok zalim, çok azgındılar. Altı üstüne getirilen Lût milletinin şehirlerini yerle bir etti. Onları ne azaplar, ne musîbetler, neler kapladı neler! [86,6-7; 69,6-7; 26,73]
Semud'u, komadı (onları).
وَقَوْمَ نُوحٍۢ مِّن قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا۟ هُمْ أَظْلَمَ وَأَطْغَىٰ ﴿٥٢﴾
Ve onlardan önceki Nuh kavmini de; şüphe yok ki onlar, daha da zalimdi ve daha da azgın.
Daha önce Nuh kavmini de. Çünkü onlar, daha zalim ve daha azgındılar.
veḳavme nûḥim min ḳabl. innehüm kânû hüm ażleme veaṭgâ.
Daha önce de Nuh milletini yok eden O'dur; çünkü onlar çok zalim ve pek taşkın kimselerdi.
Daha önce de çok zalim ve pek azgın, olan Nuh kavmini (helak etmişti).
Ve ondan önce Nuh'un halkını da; onlar çok zalim ve çok azgın kimselerdi.
Önceden de Nuh kavmini (helak etmişti), çünkü onlar zulmetmiş ve azmıştı.
Daha önce de Nûh kavmini. Çünkü onlar, evet onlar zulmettiler, azdılar.
Rahime atılan nutfeden (spermden) erkek ve dişi çiftini yaratma, öldükten sonra diriltme, tekrar yaratma O'na aittir. İnsanı zengin, kanaat sahibi ve halinden memnun etmek de O’na aittir. Müşriklerin taptığı Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur. Önceki Âd milletini yok eden de O’dur. Semud milletini yok edip geriye hiçbir şey bırakmayan da O’dur. Daha önce Nuh milletini yok eden de O. Çünkü bunlar çok zalim, çok azgındılar. Altı üstüne getirilen Lût milletinin şehirlerini yerle bir etti. Onları ne azaplar, ne musîbetler, neler kapladı neler! [86,6-7; 69,6-7; 26,73]
Önceden de Nuh kavmini (helak etmişti). Çünkü onlar daha zalim ve azgın idiler.
وَٱلْمُؤْتَفِكَةَ أَهْوَىٰ ﴿٥٣﴾
Lut kavminin şehirlerini de altüst edip yerle yeksan etti.
Altı üstüne gelen (Lut kavminin) şehirlerini de O yerin dibine geçirdi.
velmü'tefikete ehvâ.
Lut milletinin kasabalarını yere batıran, onları gömdükçe gömen O'dur.
Altüst olan şehirleri de o böyle yaptı.
Yıkılıp batırılmış olanlar (Sodom ve Gomora), en bayağılardı.
Altı üstüne getirilmiş şehirleri devirip yıktı.
Altı üstüne gelmiş kentleri de yere geçirdi O.
Rahime atılan nutfeden (spermden) erkek ve dişi çiftini yaratma, öldükten sonra diriltme, tekrar yaratma O'na aittir. İnsanı zengin, kanaat sahibi ve halinden memnun etmek de O’na aittir. Müşriklerin taptığı Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur. Önceki Âd milletini yok eden de O’dur. Semud milletini yok edip geriye hiçbir şey bırakmayan da O’dur. Daha önce Nuh milletini yok eden de O. Çünkü bunlar çok zalim, çok azgındılar. Altı üstüne getirilen Lût milletinin şehirlerini yerle bir etti. Onları ne azaplar, ne musîbetler, neler kapladı neler! [86,6-7; 69,6-7; 26,73]
Altı üstüne getirilen kentleri (Lut kavminin oturduğu bölgeleri) devirip yıktı.
فَغَشَّىٰهَا مَا غَشَّىٰ ﴿٥٤﴾
Derken o şehirleri, örten örttü gitti.
Böylece ona (o toplumun başına) sardırdığını sardırdı.
fegaşşâhâ mâ gaşşâ.
Lut milletinin kasabalarını yere batıran, onları gömdükçe gömen O'dur.
Onların başına getireceğini getirdi!
Onları örten örttü.
Onları neler kapladı neler!
Sarıp doladı onlara, sarıp doladığını.
Rahime atılan nutfeden (spermden) erkek ve dişi çiftini yaratma, öldükten sonra diriltme, tekrar yaratma O'na aittir. İnsanı zengin, kanaat sahibi ve halinden memnun etmek de O’na aittir. Müşriklerin taptığı Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur. Önceki Âd milletini yok eden de O’dur. Semud milletini yok edip geriye hiçbir şey bırakmayan da O’dur. Daha önce Nuh milletini yok eden de O. Çünkü bunlar çok zalim, çok azgındılar. Altı üstüne getirilen Lût milletinin şehirlerini yerle bir etti. Onları ne azaplar, ne musîbetler, neler kapladı neler! [86,6-7; 69,6-7; 26,73]
Onların üstüne neler çöktü, neler!
فَبِأَىِّ ءَالَآءِ رَبِّكَ تَتَمَارَىٰ ﴿٥٥﴾
Artık Rabbinin hangi nimetinden şüphe etmedesin?
Öyleyse, Rabbinin hangi nimetlerinden şüphe ediyorsun?
febieyyi âlâi rabbike tetemârâ.
Ey kişi! Rabbinin hangi nimetinden şüpheye düşersin?
Şimdi Rabbinin nimetlerinin hangisinde şüpheye düşersin.
O halde Rabbinin hangi nimetlerinden kuşkulanırsın?
O halde Rabbinin hangi nimetinden kuşku duyuyorsun.
Peki, Rabbinin nimetlerinden hangisinde kuşkuya düşüyorsun?
Artık, ey insan, şimdi Rabbinin hangi nimetinde şüphe edersin?
O halde Rabbinin hangi ni'metinden kuşku duyuyorsun?
هَٰذَا نَذِيرٌۭ مِّنَ ٱلنُّذُرِ ٱلْأُولَىٰٓ ﴿٥٦﴾
Bu Peygamber, gelip geçen korkutuculardan bir korkutucu.
Bu önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.
hâẕâ neẕîrum mine-nnüẕüri-l'ûlâ.
İşte ilk uyaranlar gibi bu da bir uyarandır.
İşte bu ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır.
Bu, eski uyarıcılardan bir uyarıcıdır.
Bu da ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır.
Bu da ilk uyarıcılar gibi bir uyarıcıdır.
İşte bu Peygamber de, önceki rehberlerden ve uyaranlardan biridir. O yaklaşan (kıyamet) yaklaştı. O gelmeden, ne zaman olacağını bildirecek, geldiğinde de onu giderecek Allah'tan başka kimse yoktur. [46,9]
Bu (Kur'an veya peygamber) de ilk uyarıcılar gibi bir uyarıcıdır.
أَزِفَتِ ٱلْءَازِفَةُ ﴿٥٧﴾
Yaklaşacak, yaklaştı.
O yaklaşmakta olan yaklaştı.
ezifeti-l'âzifeh.
Kıyamet yaklaştıkça yaklaşmıştır.
Yaklaşan yaklaştı.
Kaçınılmaz olan yaklaşmıştır.
Yaklaşan yaklaştı.
Yaklaşmakta/yaklaşacak olan yaklaştı.
İşte bu Peygamber de, önceki rehberlerden ve uyaranlardan biridir. O yaklaşan (kıyamet) yaklaştı. O gelmeden, ne zaman olacağını bildirecek, geldiğinde de onu giderecek Allah'tan başka kimse yoktur. [46,9]
O yaklaşıcı, yaklaştı.
لَيْسَ لَهَا مِن دُونِ ٱللَّهِ كَاشِفَةٌ ﴿٥٨﴾
Allah'tan başkası, çeviremez onu geri.
Onu Allah'ın dışında ortaya çıkaracak başka (hiçbir güç yoktur).
leyse lehâ min dûni-llâhi kâşifeh.
Onu Allah'tan başka ortaya koyacak yoktur.
Onu (vaktini) Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur.
ALLAH'tan başkası onu kaldıramaz.
Onu Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur.
Onu Allah'tan başka kaldıracak/uzaklaştıracak yok.
İşte bu Peygamber de, önceki rehberlerden ve uyaranlardan biridir. O yaklaşan (kıyamet) yaklaştı. O gelmeden, ne zaman olacağını bildirecek, geldiğinde de onu giderecek Allah'tan başka kimse yoktur. [46,9]
Onu Allah'tan başka açacak (geldiği zaman kaldıracak, vaktini erteleyecek veya onun ne zaman geleceğini belirleyecek) kimse yoktur.
أَفَمِنْ هَٰذَا ٱلْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ ﴿٥٩﴾
Bu söze mi şaştınız siz?
Şimdi siz, bu sözden mi şaşkınlığa düşüyorsunuz?
efemin hâẕe-lḥadîŝi ta`cebûn.
Bu söze mi şaşıyorsunuz?
Şimdi siz bu söze (Kur'an'a) mı şaşıyorsunuz?
Bu sözü mü tuhaf karşılıyorsunuz?
Şimdi siz bu sözden mi hayret ediyorsunuz?
Şimdi siz bu sözden mi hayrete düşüyorsunuz?
Şimdi siz bu söze mi şaşırıyorsunuz? Hep gülüyorsunuz, ama ağlamıyorsunuz. Üstelik kafa tutuyor, oyalanıyorsunuz. Haydi artık (bırakın bu gafleti de) Allah'a secde ve ibadet edin!
Şimdi siz bu söze mi hayret ediyorsunuz?
وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَ ﴿٦٠﴾
Ve gülüyorsunuz ve ağlamıyorsunuz.
(Alayla) Gülüyorsunuz ve ağlamıyorsunuz.
vetaḍḥakûne velâ tebkûn.
Gülüyorsunuz... Ağlamıyorsunuz.
Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!
Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?
Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?
Gülüyorsunuz, ağlamıyorsunuz.
Şimdi siz bu söze mi şaşırıyorsunuz? Hep gülüyorsunuz, ama ağlamıyorsunuz. Üstelik kafa tutuyor, oyalanıyorsunuz. Haydi artık (bırakın bu gafleti de) Allah'a secde ve ibadet edin!
Ve gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?
وَأَنتُمْ سَٰمِدُونَ ﴿٦١﴾
Ve siz oyalanıyorsunuz, gaflet ediyorsunuz.
Ve şuursuzca baş kaldırıyorsunuz.
veentüm sâmidûn.
Habersiz oyalanmaktasınız.
Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız!
Ve aylak aylak oyalanıyorsunuz?
Ve siz mi kafa tutuyorsunuz ey gafiller?
Ve siz, kibirlenip kafa tutarak sersemce somurtuyorsunuz.
Şimdi siz bu söze mi şaşırıyorsunuz? Hep gülüyorsunuz, ama ağlamıyorsunuz. Üstelik kafa tutuyor, oyalanıyorsunuz. Haydi artık (bırakın bu gafleti de) Allah'a secde ve ibadet edin!
Ve siz baş kaldırıyorsunuz?
فَٱسْجُدُوا۟ لِلَّهِ وَٱعْبُدُوا۟ ۩ ﴿٦٢﴾
Artık secde edin Allah'a ve kullukta bulunun.
Hemen, Allah'a secde edin ve (yalnızca O'na) kulluk edin.
fescüdû lillâhi va`büdû.
Artık secdeye varın, Allah'a kulluk edin.
Haydi Allah'a secde edip O'na kulluk edin!
Haydi ALLAH'a secde edin, kulluk edin.
Haydi Allah için secdeye kapanın ve O'na kulluk edin.
Artık Allah için secdeye kapanın, ibadet edin/iş yapıp değer üretin!
Şimdi siz bu söze mi şaşırıyorsunuz? Hep gülüyorsunuz, ama ağlamıyorsunuz. Üstelik kafa tutuyor, oyalanıyorsunuz. Haydi artık (bırakın bu gafleti de) Allah'a secde ve ibadet edin!
Haydi Allah'a secde edin ve kulluk edin!