Settings
Surah The emissaries [Al-Mursalat] in Turkish
وَٱلْمُرْسَلَٰتِ عُرْفًۭا ﴿١﴾
Andolsun, ardı ardınca, iyilikle gönderilenlere.
Birbiri ardınca gönderilenlere andolsun;
velmürselâti `urfâ.
Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
Yemin olsun, (iyiliklerle) birbiri peşinden gönderilenlere;
Andolsun ard arda gönderilenlere,
Andolsun birbiri ardınca gönderilenlere,
Yemin olsun, o art arda gönderilenlere/meleklere/rüzgârlara/vahyin bölümlerine/kalplere inen doğuşlara,
İyilik için birbirinin peşinden gönderilenler,
Andolsun; birbiri ardınca gönderilenlere,
فَٱلْعَٰصِفَٰتِ عَصْفًۭا ﴿٢﴾
Şiddetle esip yelenlere.
Derken kökünden koparıp savuranlara.
fel`âṣifâti `aṣfâ.
Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
Şiddetle eserek (zararlıları) savurup atanlara;
Esip savuranlara,
Büküp devirenlere,
Esip de büküp devirenlere,
Esip savuranlar,
Esip savuranlara,
وَٱلنَّٰشِرَٰتِ نَشْرًۭا ﴿٣﴾
Bulutları yayıp sürenlere.
Yaydıkça yayanlara.
vennâşirâti neşrâ.
Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
(Hakikat ve hayırları) yaydıkça yayanlara;
Yaydıkça yayanlara,
Yaydıkça yayanlara,
Dağıtıp yayanlara/diriltip harekete getirenlere,
Tohumlarını yaydıkça yayanlar,
Yaydıkça yayanlara,
فَٱلْفَٰرِقَٰتِ فَرْقًۭا ﴿٤﴾
Gerçekle aslı olmayanı ayırt edenlere.
Böylece ayırdıkça ayıranlara,
felfâriḳâti ferḳâ.
Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
(Hak ile batılı) birbirinden iyice ayıranlara;
Ayırdıkça ayıranlara,
Seçip ayıranlara,
Gerektiği şekilde ayıranlara,
Hakla batılı, doğru ile eğriyi ayırt edenler,
Ayırdıkça ayıranlara,
فَٱلْمُلْقِيَٰتِ ذِكْرًا ﴿٥﴾
Öğütleri telkin edenlere.
Zikr (vahy, öğüt) bırakanlara;
felmülḳiyâti ẕikrâ.
Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
Öğüt telkin edenlere;
Mesajı verenlere,
Bir öğüt bırakanlara,
Öğüt ulaştıranlara/Kur'an'ı ulaştıranlara,
Hak sahiplerine özür, yahut haksızlara tehdit olarak vahyi getiren melekler hakkı için:
Öğüt bırakanlara:
عُذْرًا أَوْ نُذْرًا ﴿٦﴾
Özürle suçu yok etmek hususunda olsun, yahut korkutma hususuna ait bulunsun.
Özür (suçu, eksikliği ortadan kaldırmak) veya uyarmak için.
`uẕran ev nüẕrâ.
Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
(Allah'a yönelenleri) arıtmak, (kötüleri) sakındırmak için.
Bir müjde veya uyarı olarak...
Gerek özür için olsun, gerek uyarı için,
Özür yahut uyarı için,
Hak sahiplerine özür, yahut haksızlara tehdit olarak vahyi getiren melekler hakkı için:
Özür yahut uyarmak için.
إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَٰقِعٌۭ ﴿٧﴾
Şüphe yok ki size vaat edilen, mutlaka olacak.
Şüphesiz, size vaadedilen gerçekleşecektir.
innemâ tû`adûne levâḳi`.
Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
Bilin ki size vadolunan şey gerçekleşecek!
Size söz verilenler kesinlikle gerçekleşecektir.
Herhalde size vaad olunan kesinlikle olacaktır.
Ki size duyurulmuş olan mutlaka gerçekleşecektir.
Size vâd edilen mutlaka gerçekleşecektir.
(Bunlara andolsun) Ki size va'dedilen, mutlaka olacaktır.
فَإِذَا ٱلنُّجُومُ طُمِسَتْ ﴿٨﴾
Yıldızların ışıkları sönünce.
Yıldızlar 'örtülüp (ışıkları) silindiği' zaman,
feiẕe-nnücûmü ṭumiset.
Yıldızların ışığı giderildiği zaman,
Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman,
Yıldızlar söndürüldüğü,
Hani o yıldızlar silindiği zaman,
Yıldızlar silinip süpürüldüğünde,
Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman,
Yıldızlar(ın ışığı) silindiği zaman,
وَإِذَا ٱلسَّمَآءُ فُرِجَتْ ﴿٩﴾
Ve gök yarılınca.
Gök yarıldığı zaman
veiẕe-ssemâü füricet.
Gök yarıldığı zaman,
Gökkubbe yarıldığı zaman,
Göğün yarıldığı,
Gök yarıldığı zaman,
Gök yarıldığında,
Gök yarıldığı zaman,
Gök yarıldığı zaman,
وَإِذَا ٱلْجِبَالُ نُسِفَتْ ﴿١٠﴾
Ve dağlar, yerlerinden kopup dümdüz olunca.
Dağlar, kökünden sökülüp savurulduğu zaman,
veiẕe-lcibâlü nüsifet.
Dağlar pamuk gibi atıldığı zaman,
Dağlar ufalanıp savrulduğu zaman,
Dağların ufalanıp savrulduğu,
Dağlar savrulduğu zaman,
Dağlar un-ufak edilip savrulduğunda,
Dağlar parçalanıp savrulduğu zaman,
Dağlar ufalanıp savrulduğu zaman,
وَإِذَا ٱلرُّسُلُ أُقِّتَتْ ﴿١١﴾
Ve peygamberler toplanınca.
Ve resuller de (şahitlik için) belli bir vakitte getirildiği zaman
veiẕe-rrusülü üḳḳitet.
Peygamberlere ümmetleri hakkında şahidlik vakitleri bildirildiği zaman;
Peygamberlerin (ümmetleri hakkında şahitlik) vakti tayin edildiği zaman (artık kıyamet kopmuştur).
Ve elçilere randevu verildiği zaman,
Elçiler, tayin edilen vakitlerine erdirildikleri zaman,
Resuller vakte bağlandığında,
Resullere ümmetleri hakkında şahitlik vakitleri belirlendiği zaman; beklenen kıyamet kopmuştur.
Elçilere vakit belirlendiği zaman:
لِأَىِّ يَوْمٍ أُجِّلَتْ ﴿١٢﴾
Hangi gün için geciktirildi bunlar?
(Bu,) Hangi gün için ertelenmişti?
lieyyi yevmin üccilet.
Bu, hangi güne bırakılmıştı?
(Bu alametler) hangi vakte ertelenmiştir?
Belirlenen gün için...
Bunlar hangi güne ertelendiler?
Hangi gün için vakte bağlandılar?
Bunlar hangi güne ertelendiler?
Ertelenmiş oldukları gün için,
لِيَوْمِ ٱلْفَصْلِ ﴿١٣﴾
Ayırma günü için.
(Mü'mini müşrikten, haklıyı haksızdan) Ayırma günü için.
liyevmi-lfaṣl.
Hüküm gününe bırakılmıştı.
Ayırım gününe.
Yani Karar Günü için!
Hüküm gününe..
Ayrım ve hüküm günü için.
“Hüküm gününe!”
Yani hüküm günü için.
وَمَآ أَدْرَىٰكَ مَا يَوْمُ ٱلْفَصْلِ ﴿١٤﴾
Ve nedir, bilir misin ayırma günü?
Bu ayırma gününü sana ne bildirdi?
vemâ edrâke mâ yevmü-lfaṣl.
Hüküm gününün ne olduğunu sen nerden bilirsin?
(Resulüm!) Ayırım gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin!
O nasıl bir yargılama günüdür bilir misin!
Bildin mi, nedir o hüküm günü?
Ayrım ve hüküm gününü sana bildiren nedir?
“Hüküm günü” nedir bilir misin?
Hüküm gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin?
وَيْلٌۭ يَوْمَئِذٍۢ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿١٥﴾
Vay hallerine o gün yalanlayanların.
O gün, yalanlayanların vay haline.
veylüy yevmeiẕil lilmükeẕẕibîn.
O gün yalanlamış olanların vay haline!
O gün (Peygamber'i ve ahireti) yalan sayanların vay haline!
Yalanlayanların vay haline o gün!
O gün yalanlayanların vay haline!
Yalanlayanların vay haline o gün!
Hakkı yalan sayanların o gün vay hallerine!
Yalanlayanların vay haline o gün!
أَلَمْ نُهْلِكِ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿١٦﴾
Önce gelenleri helak etmedik mi?
Biz, öncekileri helak etmedik mi?
elem nühliki-l'evvelîn.
Öncekileri yok etmedik mi? Ardından, sonrakileri de onlara katarız.
Biz, (bunlar gibi inkarcı olan) öncekileri helak etmedik mi?
Öncekileri helak etmedik mi?
Biz, öncekileri helak etmedik mi?
Öncekileri helâk etmedik mi?
Biz o peygamberleri reddedenlerden öncekileri yok etmedik mi?
Öncekileri helak etmedik mi?
ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ ٱلْءَاخِرِينَ ﴿١٧﴾
Sonra da son gelenleri tutar, katarız onlara.
Sonra arkadan gelenleri onların izinde yürüteceğiz.
ŝümme nütbi`uhümü-l'âḫirîn.
Öncekileri yok etmedik mi? Ardından, sonrakileri de onlara katarız.
Sonra arkadakileri de onların ardına takacağız.
Sonra, diğerlerini de onlara katmadık mı?
Sonra geridekileri de onlara katarız.
Sonra, geriden gelenleri de onların peşlerine takarız.
Sonra gidenleri de onların ardına takarız.
Sonra geridekileri de onların ardına takarız.
كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِٱلْمُجْرِمِينَ ﴿١٨﴾
Böyle yaparız günahkarlara.
İşte Biz, suçlu-günahkarlara böyle yapıyoruz.
keẕâlike nef`alü bilmücrimîn.
Suçlulara böyle yaparız.
İşte biz suçlulara böyle yaparız!
Suçlulara işte böyle davranırız.
Biz suçlulara böyle yaparız.
Biz, suçlulara işte böyle yaparız.
İşte suçlu kâfirlere Biz böyle davranırız.
Suçlulara böyle yaparız.
وَيْلٌۭ يَوْمَئِذٍۢ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿١٩﴾
Vay hallerine o gün yalanlayanların.
O gün, yalanlayanların vay haline.
veylüy yevmeiẕil lilmükeẕẕibîn.
O gün, yalanlamış olanların vay haline!.
O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
Yalanlayanların vay haline o gün!
O gün yalanlayanların vah haline!
Yalanlayanların o gün vay haline!
Hakkı yalan sayanların o gün, vay hallerine!
(Hakkı) yalanlayanların vay haline o gün!
أَلَمْ نَخْلُقكُّم مِّن مَّآءٍۢ مَّهِينٍۢ ﴿٢٠﴾
Sizi, bayağı ve azıcık bir sudan yaratmadık mı?
Sizi basbayağı bir sudan yaratmadık mı?
elem naḫlukküm mim mâim mehîn.
Sizi bayağı bir sudan yaratıp onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi?
(Ey insanlar!) Biz sizi dayanıksız bir sudan yaratmadık mı?
Sizi değersiz bir sudan yaratmadık mı?
Biz sizi âdi bir sudan yaratmadık mı?
Sizi basit bir sudan yaratmadık mı?
Biz sizi basit bir sudan yaratmadık mı?
Sizi adi bir sudan yaratmadık mı?
فَجَعَلْنَٰهُ فِى قَرَارٍۢ مَّكِينٍ ﴿٢١﴾
Derken onu, karar edilecek kuvvetli bir yerde tutmadık mı?
Sonra onu savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.
fece`alnâhü fî ḳarârim mekîn.
Sizi bayağı bir sudan yaratıp onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi?
İşte o suyu, sağlam bir yere yerleştirdik.
Ve sonra onu iyi korunan bir yere yerleştirmedik mi?
Onu sağlam bir yerde oturttuk.
Onu dayanıklı karargâhta tuttuk.
Sonra da o meni nutfesini belirli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirdik. [23,13]
Onu sağlam bir karar yerine koyduk.
إِلَىٰ قَدَرٍۢ مَّعْلُومٍۢ ﴿٢٢﴾
Bilinen bir müddete dek.
Belli bir süreye kadar;
ilâ ḳaderim ma`lûm.
Sizi bayağı bir sudan yaratıp onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi?
Belli bir süreye kadar.
Bilinen bir süreye kadar.
Belli bir süreye kadar.
Bilinen bir ölçüye/süreye kadar.
Sonra da o meni nutfesini belirli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirdik. [23,13]
Belli bir süreye kadar.
فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ ٱلْقَٰدِرُونَ ﴿٢٣﴾
Derken taktir ettik yaratılışını, ne güzel de takdir ederiz biz.
İşte (buna) güç yetirdik. Demek ki, Biz ne güzel güç yetirenleriz.
feḳadernâ. feni`me-lḳâdirûn.
Buna gücümüz yeter; Biz ne güzel güç yetireniz!
Biz buna güç yetirmişizdir. Ve bizim gücümüz ne büyüktür!
Biz ölçtük, biçtik. Biz en iyi biçim verenleriz.
Demek ki biçimlendirmişiz. Ne güzel biçimlendireniz biz.
Bir ölçüyle yaptık. Ne güzel ölçü koyanlarız biz!
Biz işte böyle takdir ettik. Ne güzel takdir ederiz Biz!
Biçimlendirdik. Ne güzel biçim vereniz Biz.
وَيْلٌۭ يَوْمَئِذٍۢ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٢٤﴾
Vay hallerine o gün yalanlayanların.
O gün, yalanlayanların vay haline.
veylüy yevmeiẕil lilmükeẕẕibîn.
O gün yalanlamış olanların vay haline!
O gün (hakikatleri) yalan sayanların vayhaline!
Yalanlayanların vay haline o gün!
O gün yalanlayanların vay haline!
Vay başına o gün, yalanlayanların!
Hakkı yalan sayanların o gün, vay hallerine!
Yalanlayanların vay haline o gün!
أَلَمْ نَجْعَلِ ٱلْأَرْضَ كِفَاتًا ﴿٢٥﴾
Yeryüzünü, bir toplantı yeri olarak halk etmedik mi?
Biz yeryüzünü bir toplanma yeri kılmadık mı?
elem nec`ali-l'arḍa kifâtâ.
Biz yeryüzünü, dirilerin ve ölülerin toplantı yeri yapmadık mı?
Biz, yeryüzünü toplanma yeri yapmadık mı?
Yeryüzünü bir toplanma yeri yapmadık mı?
Yeryüzünü bir tokat (toplanma yeri) yapmadık mı?
Yeri, bir toplanma zemini yapmadık mı?
Gerek diriler ve gerek ölüler için Biz dünyayı toplanma yeri kılmadık mı?
Arz'ı toplanma yeri yapmadık mı?;
أَحْيَآءًۭ وَأَمْوَٰتًۭا ﴿٢٦﴾
Dirilere ve ölülere.
Dirilere ve ölülere.
aḥyâev veemvâtâ.
Biz yeryüzünü, dirilerin ve ölülerin toplantı yeri yapmadık mı?
Dirilere ve ölülere.
Yaşayanlar için, ölüler için...
Gerek diriler, gerekse ölüler için.
Diriler bakımından da ölüler bakımından da.
Gerek diriler ve gerek ölüler için Biz dünyayı toplanma yeri kılmadık mı?
Diriler ve ölüler için.
وَجَعَلْنَا فِيهَا رَوَٰسِىَ شَٰمِخَٰتٍۢ وَأَسْقَيْنَٰكُم مَّآءًۭ فُرَاتًۭا ﴿٢٧﴾
Ve orada, sabit ve metin dağlar yarattık ve sizi, tatlı suyla suvardık.
Ve onda sabit yüksek dağlar var etmedik mi? Size tatlı bir su içirmedik mi?
vece`alnâ fîhâ ravâsiye şâmiḫâtiv veesḳaynâküm mâen fürâtâ.
Orada yüksek yüksek sabit dağlar var edip size tatlı sular içirmedik mi?
Yeryüzünde haşmetli dağlar yarattık, sizlere tatlı sular içirdik..
Üzerine yüksek dağlar yerleştirip size tatlı su içirmedik mi?
Orada yüksek yüksek dağlar oturtup da size bir tatlı su sunmadık mı?
Orada oturaklı, başını yücelere kaldırmış dağlar oluşturduk. Ve size tatlı bir su içirdik.
Orada, sağlam yüksek dağlar yarattık ve size tatlı bir su ihsan ettik.
Orada yüksek yüksek dağlar meydana getirmedik mi? Ve size tatlı su(lar) içirmedik mi?
وَيْلٌۭ يَوْمَئِذٍۢ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٢٨﴾
Vay hallerine o gün yalanlayanların.
O gün, yalanlayanların vay haline.
veylüy yevmeiẕil lilmükeẕẕibîn.
Yalanlamış olanların vay o gün haline!
O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
Yalanlayanların vay haline o gün!
O gün yalanlayanların vay haline!
Vay haline o gün, yalanlayanların!
Hakkı yalan sayanların o gün, vay hallerine!
Yalanlayanların vay haline o gün!
ٱنطَلِقُوٓا۟ إِلَىٰ مَا كُنتُم بِهِۦ تُكَذِّبُونَ ﴿٢٩﴾
Haydi yürüyün yalanladığınıza doğru.
Kendisini yalanladığınız (azab)a gidin.
inṭaliḳû ilâ mâ küntüm bihî tükeẕẕibûn.
İnkarcılara o gün şöyle denir: \"yalanlayıp durduğunuz şeye gidin;\"
(İnkarcılara o gün şöyle denilir:) yalan sayageldiğiniz azaba doğru gidin!
Haydi yalanlamakta olduğunuz şeye doğru yürüyün.
(Kıyameti yalanlayanlara şöyle denir): \"Haydin gidin o yalanladığınız şeye doğru.\"
Haydi, yalanlamakta olduğunuz şeye gidin!
Nankörlere ise şöyle denir: “Haydi, durmayın yalan dediğiniz o azaba girin bakalım!”
Haydi yalanladığınız(azab)a gidin!
ٱنطَلِقُوٓا۟ إِلَىٰ ظِلٍّۢ ذِى ثَلَٰثِ شُعَبٍۢ ﴿٣٠﴾
Yürüyün üç kola ayrılmış gölgeye doğru.
Üç dala ayrılmış bir gölgeye gidin.
inṭaliḳû ilâ żillin ẕî ŝelâŝi şu`ab.
\"gölge yapmayan ve ateşten de korumayan cehennem dumanının üç kollu gölgesine gidin.\"
Üç kola ayrılmış, bir gölgeğe gidin.
Yürüyün, (cehennem alevinin) üç kollu gölgesine doğru...
\"Haydi gidin o üç çatallı gölgeye (cehenneme).\"
Haydi, üç çatallı gölgeye gidin!
Üç kola ayrılmış gölgeye gidin.
Üç dallı bir gölgeye gidin.\"
لَّا ظَلِيلٍۢ وَلَا يُغْنِى مِنَ ٱللَّهَبِ ﴿٣١﴾
Ne gölgelendirir sizi o, ne alevden korur.
Ne gölge altında barındırır, ne (yakıcı) alevden korur.
lâ żalîliv velâ yugnî mine-lleheb.
\"gölge yapmayan ve ateşten de korumayan cehennem dumanının üç kollu gölgesine gidin.\"
Ki ne gölgelendiren ne de alevden koruyandır.
O ne gölgelendirir ne de alevden korur.
O, ne gölgelendirir, ne alevden korur.
Ne gölgelendirir ne alevden korur.
Gidin ama, o, ateşten sizi korumaz, gölgelik olmaz.
Ki ne gölgelendirir, ne de alevden korur.
إِنَّهَا تَرْمِى بِشَرَرٍۢ كَٱلْقَصْرِ ﴿٣٢﴾
O, köşk gibi kıvılcımlar fırlatır.
Gerçekten o, sanki her biri saray olan bir kıvılcım saçar.
innehâ termî bişerarin kelḳaṣr.
O gölgenin saçtığı her bir kıvılcım sanki birer sarı devedir, konak gibi de büyüktür.
O, saray gibi kocaman kıvılcım saçar.
Kıvılcımlar saçar, saraylar gibi...
O, saray gibi kıvılcımlar atar.
Gerçekten o, köşke benzer kıvılcımlar saçar.
O, birer saray gibi kıvılcımlar atar.
O, kütük gibi kıvılcım(lar) saçar.
كَأَنَّهُۥ جِمَٰلَتٌۭ صُفْرٌۭ ﴿٣٣﴾
Sanki o kıvılcımlar, birer sarı erkek devedir.
Her biri, sanki sapsarı erkek deve sürüleri gibidir.
keennehû cimâlâtün ṣufr.
O gölgenin saçtığı her bir kıvılcım sanki birer sarı devedir, konak gibi de büyüktür.
Her bir kıvılcım, sanki birer sarı deve gibidir.
(Rengi de) Sarı deve gibi.
Sanki o kıvılcımlar, sarı sarı (erkek deve sürüleridir).
O kıvılcım sanki sarımtırak bir halat/bir deve kervanı/bakırdan bir ip gibidir.
O kıvılcımlardan her biri, sanki birer deve yavrusudur!
(Saçtığı) kıvılcım, sanki sarı bir halattır.
وَيْلٌۭ يَوْمَئِذٍۢ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٣٤﴾
Vay hallerine o gün yalanlayanların.
O gün, yalanlayanların vay haline.
veylüy yevmeiẕil lilmükeẕẕibîn.
Yalanlamış olanların o gün vay haline!
O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
Yalanlayanların vay haline o gün!
O gün yalanlayanların vay haline!
Vay haline o gün, yalanlayanların!
Hakkı yalan sayanların o gün vay hallerine!
Yalanlayanların vay haline o gün!
هَٰذَا يَوْمُ لَا يَنطِقُونَ ﴿٣٥﴾
Bu, bir gündür ki söz söyleyemezler.
Bu, onların konuşamayacakları bir gündür.
hâẕâ yevmü lâ yenṭiḳûn.
Bu, onların konuşamayacakları gündür.
Bu, (kafirlerin) konuşamayacağı bir gündür.
Bu, onların konuşamıyacağı bir gündür.
Bugün, konuşamıyacakları gündür.
Konuşamayacakları gündür bu!
Bugün, kâfirlerin konuşamayacakları bir gündür.
Bu, konuşamayacakları gündür.
وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ ﴿٣٦﴾
Onlara izin de verilmez, özür getiremezler.
Ve onlara özür beyan etmeleri için izin verilmez.
velâ yü'ẕenü lehüm feya`teẕirûn.
Onlara izin de verilmez ki özür beyan etsinler.
Onlara izin de verilmez ki (sözde) mazeretlerini beyan etsinler.
Ve özür dilemeleri için onlara izin de verilmez.
Kendilerine izin de verilmez ki, özür beyan etsinler.
İzin verilmez ki onlara özür dilesinler.
Kendilerine konuşma izni verilmez ki özür dilesinler.
Kendilerine izin de verilmez ki özür dilesinler.
وَيْلٌۭ يَوْمَئِذٍۢ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٣٧﴾
Vay hallerine o gün yalanlayanların.
O gün, yalanlayanların vay haline.
veylüy yevmeiẕil lilmükeẕẕibîn.
Yalanlamış olanların o gün vay haline!
O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
Yalanlayanların vay haline o gün!
O gün yalanlayanların vay haline!
Vay haline o gün, yalanlayanların!
Hakkı yalan sayanların o gün, vay hallerine!
Yalanlayanların vay haline o gün!
هَٰذَا يَوْمُ ٱلْفَصْلِ ۖ جَمَعْنَٰكُمْ وَٱلْأَوَّلِينَ ﴿٣٨﴾
Budur ayırma günü, sizi de toplarız, öncekileri de.
Bu, hüküm günüdür; sizi ve öncekileri 'birarada topladık.'
hâẕâ yevmü-lfaṣl. cema`nâküm vel'evvelîn.
\"Bu, sizleri ve öncekileri topladığımız hüküm günüdür.\"
(O zaman şöyle denir:) Bu, ayırım günüdür. Sizi ve sizden öncekileri bir araya getirdik.
Bu, Karar Günüdür. Sizi ve öncekileri toplamışızdır.
Bu, işte o hüküm günüdür. Sizi ve öncekileri bir araya topladık.
Ayırma günüdür bu! Sizinle öncekileri bir yere topladık.
Bu gün karar ve hüküm günüdür.Sizi de, önce gelip geçmiş olanları da bir araya topladık.
İşte bu, hüküm günüdür. Sizi ve öncekileri bir araya topladık.
فَإِن كَانَ لَكُمْ كَيْدٌۭ فَكِيدُونِ ﴿٣٩﴾
Artık bir düzeniniz varsa düzüp koşun.
Şayet kurabileceğiniz hileli bir düzeniniz varsa, durmaksızın bana karşı kurun.
fein kâne leküm keydün fekîdûn.
\"Eğer bir düzeniniz varsa Bana kurun.\"
(Azaptan kurtulmanız için) bir hileniz varsa, gösterin bana hilenizi!
Bir planınız varsa bana karşı onu uygulayın!
Bir hileniz varsa beni atlatın.
Eğer bir hileniz/bir tuzağınız varsa, hadi hile yapıp tuzak kurun bana!
İşte hepiniz bir aradasınız. Kurtulmak için, bir düzeniniz, bir hileniz varsa, hiç durmayın, derhal uygulayın!
Eğer (kurtulmak için yapacağınız) bir hileniz varsa bana hile yapın (da beni atlatın).
وَيْلٌۭ يَوْمَئِذٍۢ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٤٠﴾
Vay hallerine o gün yalanlayanların.
O gün, yalanlayanların vay haline.
veylüy yevmeiẕil lilmükeẕẕibîn.
Yalanlamış olanların o gün vay haline!.
O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
Yalanlayanların vay haline o gün!
O gün yalanlayanların vay haline!
Vay haline o gün, yalanlayanların!
Hakkı yalan sayanların o gün, vay hallerine!
Yalanlayanların vay haline o gün! *
إِنَّ ٱلْمُتَّقِينَ فِى ظِلَٰلٍۢ وَعُيُونٍۢ ﴿٤١﴾
Şüphe yok ki çekinenler, gölgeliklerdedir ve pınar başlarında,
Şüphesiz muttaki olanlar, gölgeliklerde ve pınar-başlarındadır;
inne-lmütteḳîne fî żilâliv ve`uyûn.
Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlar, elbette gölgeliklerde ve pınar başlarındadırlar.
Şüphesiz (o gün) takva sahipleri, gölgeliklerde ve pınar başlarında,
Erdemliler gölgeliklerde ve pınarlar arasında...
Kuşkusuz takva sahipleri gölgeler altında ve pınar başlarındadır.
Takvaya sarılanlar gölgeler altında, su kaynaklarındadır.
Allah'a karşı gelmekten sakınanlar ise o gün gölgeliklerde, pınar başlarındadırlar.
Korunanlar ise gölgeler altında, çeşme başındadırlar.
وَفَوَٰكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَ ﴿٤٢﴾
arzuladıkları meyveleri bulurlar.
Ve canlarının çekip-arzu ettiği meyveler (arasındadırlar).
vefevâkihe mimmâ yeştehûn.
Canlarının istediği meyveler arasındadırlar.
Canlarının çektiği çeşit çeşit meyveler arasındadırlar.
Ve canlarının çektiği meyvalar...
Canlarının çektiğinden türlü meyveler arasındadırlar.
Canlarının çektiği meyvelerle yanyanadırlar.
Arzu ettikleri her türlü meyveyi bulurlar.
Gönüllerinin çektiği meyvalar içindedirler.
كُلُوا۟ وَٱشْرَبُوا۟ هَنِيٓـًٔۢا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٤٣﴾
Yiyin ve için, afiyetler olsun yaptıklarınıza karşılık.
Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere, afiyetle yiyin ve için.
külû veşrabû henîem bimâ küntüm ta`melûn.
Onlara denir ki: \"İşlediklerinize karşılık afiyetle yiyiniz, içiniz.\"
(Kendilerine:) \"İşlediklerinizin karşılığı olarak şimdi afiyetle yeyin için\" (denir).
Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyip için.
(Onlara): \"Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için\" (denir).
\"Yapıp ürettiklerinize karşılık olarak afiyetle yiyip için.\"
Dünyada yaptıklarınızdan ötürü âfiyetle yiyin, için!
Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yeyin, için!
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِى ٱلْمُحْسِنِينَ ﴿٤٤﴾
Şüphe yok ki böyle mükafatlandırırız iyilik edenleri.
Elbette Biz, 'iyi ve güzel' davrananları işte böyle ödüllendiririz.
innâ keẕâlike neczi-lmuḥsinîn.
Biz, iyi davrananlara işte böyle karşılık veririz.
İşte, biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız.
İyi davrananları işte böyle ödüllendiririz.
İşte biz güzel amel işleyenleri böyle mükafatlandırırız.
İşte böyle ödüllendiririz biz, güzellikler sergileyenleri!
Biz iyi hareket edenleri işte böyle ödüllendiririz.
Biz, güzel davrananları böyle mükafatlandırırız.
وَيْلٌۭ يَوْمَئِذٍۢ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٤٥﴾
Vay hallerine o gün yalanlayanların.
O gün, yalanlayanların vay haline.
veylüy yevmeiẕil lilmükeẕẕibîn.
O gün yalanlamış olanların vay haline
O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
Yalanlayanların vay haline o gün!
O gün yalanlayanların vay haline!
Vay haline o gün, yalanlayanların!
Hakkı yalan sayanların o gün, vay hallerine!
Yalanlayanların vay haline o gün!
كُلُوا۟ وَتَمَتَّعُوا۟ قَلِيلًا إِنَّكُم مُّجْرِمُونَ ﴿٤٦﴾
Yiyin ve geçinin az bir müddet, şüphe yok ki suçlularsınız siz.
(Sizler de dünyada) Yiyin ve biraz yararlanın. Çünkü siz, suçlu-günahkar kimselersiniz.
külû vetemette`û ḳalîlen inneküm mücrimûn.
Yiyiniz, biraz zevkleniniz bakalım, doğrusu sizler suçlularsınız.
(Ey inkarcılar!) Yeyiniz, (dünyadan) faydalanınız biraz! Gerçek şu ki, sizler suçlusunuz!
Yiyiniz ve geçici olarak eğleniniz; siz suçlularsınız.
Yiyin, zevklenin biraz, çünkü siz suçlularsınız.
Yiyin ve birazcık nimetlenin. Suçlularsınız siz.
Ey kâfirler! Yiyin, azıcık zevkedin bakalım. Gerçek şu ki siz mücrimsiniz.
Yeyin, azıcık sefa sürün, siz suçlularsınız!
وَيْلٌۭ يَوْمَئِذٍۢ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٤٧﴾
Vay hallerine o gün yalanlayanların.
O gün, yalanlayanların vay haline.
veylüy yevmeiẕil lilmükeẕẕibîn.
O gün yalanlamış olanların vay haline!
O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
Yalanlayanların vay haline o gün!
O gün yalanlayanların vay haline!
Vay haline o gün, yalanlayanların!
Hakkı yalan sayanların o gün, vay hallerine!
Yalanlayanların vay haline o gün!
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ٱرْكَعُوا۟ لَا يَرْكَعُونَ ﴿٤٨﴾
Rüku edin denince onlara, rüku etmezler.
Onlara: \"Rüku edin\" denildiği zaman, rüku etmezler.
veiẕâ ḳîle lehümü-rke`û lâ yerke`ûn.
Onlara \"Rüku edin\" denildiğinde rükua varmazlar.
Onlar, kendilerine: \"Allah'ın huzurunda eğilin!\" denildiği vakit eğilmezler:
Onlara eğilin dendiğinde eğilmezler.
Onlara: \"Rüku edin\" denildiği zaman etmezler.
Onlara, \"rukû' edin!\" dendiğinde rukû etmezler.
Onlara: Haydin Allah'a boyun eğin denildiğinde, boyun eğmezler.
Onlara: \"Rüku' edin\" dendiği zaman rüku' etmezler.
وَيْلٌۭ يَوْمَئِذٍۢ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٤٩﴾
Vay hallerine o gün yalanlayanların.
O gün, yalanlayanların vay haline.
veylüy yevmeiẕil lilmükeẕẕibîn.
O gün yalanlamış olanların vay haline!
O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
Yalanlayanların vay haline o gün!
Vay haline o gün yalanlayanların!
Vay haline o gün, yalanlayanların.
Hakkı yalan sayanların o gün, vay hallerine!
Yalanlayanların vay haline o gün!
فَبِأَىِّ حَدِيثٍۭ بَعْدَهُۥ يُؤْمِنُونَ ﴿٥٠﴾
Bundan sonra artık hangi söze inanırlar ki?
Artık onlar, bundan sonra hangi söze inanacaklar?
febieyyi ḥadîŝim ba`dehû yü'minûn.
Kuran'dan başka hangi söze inanacaklar?
Onlar artık bundan (Kur'an'dan) sonra hangi söze inanacaklar.
Artık bundan sonra hangi hadise (söze) inanırlar?
Artık bundan (Kur'an'dan) sonra hangi söze inanacaklar?
Artık bundan sonra hangi hadise/söze iman edecekler?
Artık bu Kur'ân’a da inanmazlarsa, hangi söze inanırlar acaba?
Onlar bun(a inanmadık)dan sonra hangi hadise (söze) inanacaklar?