Settings
Surah The tidings [An-Naba] in Turkish
عَمَّ يَتَسَآءَلُونَ ﴿١﴾
Neyi birbirlerine sorup dururlar?
Birbirlerine hangi şeyi sorup duruyorlar?
`amme yetesâelûn.
Neyi soruşturuyorlar?
Birbirlerine neyi soruyorlar?
Neyi birbirlerine sorup duruyorlar?
Birbirlerine neyi soruyorlar?
Hangi şeyden sorup duruyorlar birbirlerine?
Onlar birbirine neyi sorup duruyorlar?
Birbirlerine hangi şeyden soruyorlar?
عَنِ ٱلنَّبَإِ ٱلْعَظِيمِ ﴿٢﴾
Pek ulu haberi.
O büyük haberi mi?
`ani-nnebei-l`ażîm.
Üzerinde anlaşmazlığa düştükleri, büyük bir olay olan tekrar dirilme haberini mi?
O büyük haberden mi?
Büyük haberi mı?
O büyük haberden (kıyametten) mi?
O büyük haberden mi?
Hakkında ihtilafa düştükleri o mühim haberi mi?
O büyük haberden mi?
ٱلَّذِى هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ ﴿٣﴾
Öylesine haber ki onlar, bu hususta aykırılığa düşmüşlerdir.
Ki kendileri hakkında anlaşmazlık içindedirler.
elleẕî hüm fîhi muḫtelifûn.
Üzerinde anlaşmazlığa düştükleri, büyük bir olay olan tekrar dirilme haberini mi?
(İnanıp inanmamakta) ayrılığa düşmektedirler.
Ki onlar onda anlaşmazlık halindedirler.
Ki onlar onda ayrılığa düşmektedirler.
Ki onda tartışma içindedirler.
Hakkında ihtilafa düştükleri o mühim haberi mi?
Ki onlar onda ayrılığa düşmektedirler.
كَلَّا سَيَعْلَمُونَ ﴿٤﴾
Hayır, bilirler yakında.
Hayır; yakında bileceklerdir.
kellâ seya`lemûn.
Hayır; şüphesiz görüp bileceklerdir.
Hayır! Anlayacaklar!
Hayır, öğreneceklerdir.
Hayır, ilerde bilecekler.
Hayır, sandıkları gibi değil! Yakında bilecekler.
Hayır! (İhtilafa ne hacet,) yakında anlayacaklar!
Hayır (dedikleri gibi değil), yakında bilecekler.
ثُمَّ كَلَّا سَيَعْلَمُونَ ﴿٥﴾
Gene de hayır, bilirler yakında.
Yine hayır; yakında bileceklerdir.
ŝümme kellâ seya`lemûn.
Yine hayır; elbette görüp bileceklerdir.
Yine hayır! Onlar anlayacaklar!
Hayır, kesinlikle öğreneceklerdir.
Hayır hayır, ilerde bilecekler.
Hayır, hayır! Düşündükleri gibi değil, yakında bilecekler.
Elbette ve elbette yakında gerçeği öğrenecekler!
Sonra hayır (dedikleri gibi değil), yakında bilecekler.
أَلَمْ نَجْعَلِ ٱلْأَرْضَ مِهَٰدًۭا ﴿٦﴾
Yeryüzünü, hazır bir yaygı olarak yaymadık mı?
Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı?
elem nec`ali-l'arḍa mihâdâ.
Biz yeryüzünü bir beşik, dağları da onun için birer direk kılmadık mı?
Biz yeryüzünü bir döşek, yapmadık mı?
Yapmadık mı yeryüzünü bir beşik,
Biz yeryüzünü bir beşik yapmadık mı?
Biz bu yeryüzünü bir beşik yapmadık mı?
Biz yeri bir döşek yapmadık mı?
Yapmadık mı biz, Arzı bir beşik,
وَٱلْجِبَالَ أَوْتَادًۭا ﴿٧﴾
Ve dağları, çiviler gibi çaktık.
Dağları da birer kazık?
velcibâle evtâdâ.
Biz yeryüzünü bir beşik, dağları da onun için birer direk kılmadık mı?
Dağları da birer kazık.
Dağları da birer kazık?
Dağları da birer kazık kılmadık mı?
Dağları birer kazık yapmadık mı?
Dağları da arzı tutan birer destek yapmadık mı?
Dağları birer kazık?
وَخَلَقْنَٰكُمْ أَزْوَٰجًۭا ﴿٨﴾
Ve sizi, çiftçift yarattık.
Sizi çift çift yarattık.
veḫalaḳnâküm ezvâcâ.
Sizi çift çift yarattık;
Sizi çifter çifter yarattık.
Sizi çiftler halinde yarattık.
Sizleri çift çift yarattık.
Sizleri çiftler olarak yarattık.
Hem, sizi çift yarattık. [30,21]
Ve sizi çift çift yarattık.
وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًۭا ﴿٩﴾
Ve uykunuzu, vakitli bir istirahat zamanı kıldık.
Uykunuzu bir dinlenme yaptık.
vece`alnâ nevmeküm sübâtâ.
Uykunuzu dinlenme vakti kıldık;
Uykunuzu bir dinlenme kıldık.
Uykunuzu bir dinlenme yaptık.
Uykunuzu bir dinlenme yaptık.
Sizin uykunuzu bir dinlenme/bir rahatlama/bir tür ölüm yaptık.
Uykunuzu dinlenme yaptık.
Uykunuzu dinlenme yaptık.
وَجَعَلْنَا ٱلَّيْلَ لِبَاسًۭا ﴿١٠﴾
Ve geceyi, her şeyi örten bir örtü yaptık.
Geceyi bir örtü yaptık.
vece`alne-lleyle libâsâ.
Geceyi bir örtü yaptık;
Geceyi bir örtü yaptık.
Geceyi bir örtü yaptık.
Geceyi bir örtü yaptık.
Geceyi bir giysi yaptık.
Geceyi bir örtü, gündüzü geçiminiz için çalışma zamanı kıldık.
Geceyi (sizi sarıp örten) bir giysi yaptık.
وَجَعَلْنَا ٱلنَّهَارَ مَعَاشًۭا ﴿١١﴾
Ve gündüzü de geçim zamanı.
Gündüzü bir geçim-vakti kıldık.
vece`alne-nnehâra me`âşâ.
Gündüzü geçimi sağlama vakti kıldık;
Gündüzü de çalışıp kazanma zamanı kıldık.
Gündüzü de geçimi sağlama zamanı olarak belirledik.
Gündüzü de bir geçim zamanı yaptık.
Gündüzü, geçim için çalışma zamanı yaptık.
Geceyi bir örtü, gündüzü geçiminiz için çalışma zamanı kıldık.
Gündüzü de geçim zamanı yaptık.
وَبَنَيْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعًۭا شِدَادًۭا ﴿١٢﴾
Ve üstünüzde, yedi sağlam yapı kurduk.
Sizin üstünüze sapasağlam yedi-gök bina ettik.
vebeneynâ fevḳaküm seb`an şidâdâ.
Üstünüze yedi kat sağlam gök bina ettik;
Üstünüzde yedi kat sağlam göğü bina ettik.
Ve üstünüze yedi sağlam (göğü) kurduk.
Üstünüze yedi sağlam bina (gök) çattık.
Üstünüzde yedi sağlam/aşınmaz kurduk.
Üstünüzde yedi sağlam gök bina ettik.
Üstünüzde yedi sağlam (gök) bina ettik.
وَجَعَلْنَا سِرَاجًۭا وَهَّاجًۭا ﴿١٣﴾
Ve yalımyalım yanan bir kandil yarattık.
Parıldadıkça parıldayan bir kandil (güneş) kıldık.
vece`alnâ sirâcev vehhâcâ.
Parlak ışık veren güneşi varettik;
(Orada) alev alev yanan bir kandil yarattık.
Parlayan bir lamba yerleştirdik.
İçlerine ışık saçan bir kandil astık.
Bir de parıl parıl parlayan kandil yerleştirdik.
Orada pırıl pırıl yanan bir lamba koyduk.
Ve (orada) parıl parıl parlayan bir lamba yarattık.
وَأَنزَلْنَا مِنَ ٱلْمُعْصِرَٰتِ مَآءًۭ ثَجَّاجًۭا ﴿١٤﴾
Ve sıkılan bulutlardan şarılşarıl sular akıttık.
Sıkıp suyu çıkaran (bulut)lardan 'bardaktan boşanırcasına su' indirdik.
veenzelnâ mine-lmü`ṣirâti mâen ŝeccâcâ.
Taneler, bitkiler, ağaçları sarmaş dolaş bahçeler yetiştirmek için, yoğunlaşmış bulutlardan bol yağmur yağdırdık.
Sıkışan bulutlardan şarıl şarıl akan sular indirdik.
Bulutlardan ise şarıl şarıl yağmur indirdik.
Yoğunlaşmış bulutlardan şarıl şarıl bir su indirdik.
Sıkarak su çıkaranlardan şarıl şarıl bir su indirdik,
Size hububat, tohumlar, bitkiler ve ağaçları birbirine sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye, sıkışıp yoğunlaşmış bulutlardan bol bol yağmur indirdik.
Sıkışan(bulut)lardan şarıl şarıl su indirdik,
لِّنُخْرِجَ بِهِۦ حَبًّۭا وَنَبَاتًۭا ﴿١٥﴾
Akıttık da o sayede tohumları, otları.
Bununla taneler ve bitkiler bitirip-çıkaralım diye.
linuḫrice bihî ḥabbev venebâtâ.
Taneler, bitkiler, ağaçları sarmaş dolaş bahçeler yetiştirmek için, yoğunlaşmış bulutlardan bol yağmur yağdırdık.
Size tohumlar, bitkiler, yetiştirmek için
Ki onunla taneler ve bitkiler.
Onunla taneler ve otlar çıkaralım diye.
Ki çıkaralım onlardan dâneler ve otlar;
Size hububat, tohumlar, bitkiler ve ağaçları birbirine sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye, sıkışıp yoğunlaşmış bulutlardan bol bol yağmur indirdik.
Ki onunla çıkaralım: Dane(ler), bitki(ler),
وَجَنَّٰتٍ أَلْفَافًا ﴿١٦﴾
Ve birbirine sarmaşdolaş bahçeleri, bağları meydana getirdik.
Ve birbirine sarmaş-dolaş bahçeleri de.
vecennâtin elfâfâ.
Taneler, bitkiler, ağaçları sarmaş dolaş bahçeler yetiştirmek için, yoğunlaşmış bulutlardan bol yağmur yağdırdık.
Ve ağaçları(birbirine) sarmaş dolaş bahçeler.
Ve çeşit çeşit bahçeler çıkaralım.
Ve sarmaş dolaş bağlar bahçeler (çıkaralım diye).
Ve içiçe girmiş bağlar-bahçeler.
Size hububat, tohumlar, bitkiler ve ağaçları birbirine sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye, sıkışıp yoğunlaşmış bulutlardan bol bol yağmur indirdik.
Ve (ağaçları) birbirine sarmaş dolaş bahçeler.
إِنَّ يَوْمَ ٱلْفَصْلِ كَانَ مِيقَٰتًۭا ﴿١٧﴾
Şüphe yok ki ayırma gününün vakti de tayin edilmiştir.
Şüphesiz o hüküm (fasl) günü, belirlenmiş bir vakittir.
inne yevme-lfaṣli kâne mîḳâtâ.
Doğrusu, hüküm gününün vakti elbette tesbit edilmiştir.
Şüphesiz hüküm günü vakit olarak belirlenmiştir.
Yargılama Günü, belirlenmiş bir vakittedir.
Kuşkusuz o hüküm günü kararlaştırılmış bir vakit olmuştur.
Hiç kuşkusuz, o ayırma ve hüküm günü kesin olarak belirlenmiştir.
(İmdi bunları anladıysanız, hakkında ihtilaf ettiğiniz o mahşer dirilişini de anlarsınız. İşte bunları kim yapmışsa, ölüleri de O diriltecektir.) Evet, o “karar günü,” vakti kesin olarak belirlenmiş bir gündür.
Muhakkak ki (haklının, haksızın ayırdedileceği) hüküm günü, belirlenmiş bir vakittir.
يَوْمَ يُنفَخُ فِى ٱلصُّورِ فَتَأْتُونَ أَفْوَاجًۭا ﴿١٨﴾
O gün Sur üfürülür de gelirsiniz bölükbölük.
Sur'a üfürüleceği gün, artık siz dalga dalga geleceksiniz.
yevme yünfeḫu fi-ṣṣûri fete'tûne efvâcâ.
Sura üfürüldüğü gün hepiniz bölük bölük gelirsiniz.
Sur'a üflendiği gün, bölük bölük Allah'a gelirsiniz.
Sur'a üfürüldüğü gün, hepiniz bölük bölük gelirsiniz.
O gün Sûr'a üflenir, bölük bölük gelirsiniz.
Sûra üfürüldüğü gün, bölükler halinde geleceksiniz.
O gün sûra üfürülür, siz de bölük bölük gelirsiniz.
O gün Sur'a üflenir, bölük bölük gelirsiniz.
وَفُتِحَتِ ٱلسَّمَآءُ فَكَانَتْ أَبْوَٰبًۭا ﴿١٩﴾
Ve gök açılmış, kapılar haline gelmiştir.
O sırada gök açılmış ve kapı kapı olmuştur.
vefütiḥati-ssemâü fekânet ebvâbâ.
Gökler kapı kapı açılacaktır.
Gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur;
Gök açılmış; kapı kapı olmuştur.
Gök de açılmış, kapı kapı olmuştur.
Gök açılmış, kapı kapı oluvermiştir.
Gökler kapı kapı açılır (her tarafı kapı haline gelen gökten melâike orduları birden indirme yapar).
Gök açılmış, kapı kapı olmuştur.
وَسُيِّرَتِ ٱلْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا ﴿٢٠﴾
ve dağlar yürütülmüş, seraba dönmüştür.
Dağlar yürütülmüş, artık bir serab oluvermiştir.
vesüyyirati-lcibâlü fekânet serâbâ.
Dağlar yürütülüp serap olacaktır.
Dağlar yürütülür, serap haline gelir.
Dağlar yürütülmüş; serap olmuştur.
Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur.
Dağlar yürütülmüş, bir serap oluvermiştir.
Dağlar yürütülür, serab olur gider, her taraf dümdüz olur. [27,88; 101,5; 20,105-107; 18,47]
Dağlar yürütülmüş, bir serab olmuştur.
إِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًۭا ﴿٢١﴾
Şüphe yok ki cehennem pusudadır.
Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir.
inne cehenneme kânet mirṣâdâ.
Cehennem, yalnız azgınları bekleyen yerdir. Dönecekleri yer orasıdır.
Şüphesiz, cehennem pusuda beklemektedir.
Cehennem ise gözetlemekte:
Kuşkusuz Cehennem gözetleme yeri olmuştur.
Cehennem, bir gözetleme yeri olmuştur.
Cehennem pusuda... her an eline düşecek avlarını gözlemektedir.
Cehennem de gözetleme yeri olmuş(suçluları gözetleyip durmakta)dır.
لِّلطَّٰغِينَ مَـَٔابًۭا ﴿٢٢﴾
Azanlara dönüp varılacak son yerdir.
Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir.
liṭṭâgîne meâbâ.
Cehennem, yalnız azgınları bekleyen yerdir. Dönecekleri yer orasıdır.
Azgınların barınacağı yerdir (cehennem).
Azgınlar için bir varış yeri olarak...
Azgınlar için son varılacak yer olmuştur.
Azgınlar için bir barınak.
Azgınların dönüp dolaşıp varacakları yuvalarıdır.
Azgınların varacağı yerdir.
لَّٰبِثِينَ فِيهَآ أَحْقَابًۭا ﴿٢٣﴾
Yıllar boyunca kalırlar orada.
Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır.
lâbiŝîne fîhâ aḥḳâbâ.
Orada çağlar boyunca (nice devirler) kalacaklardır.
(Azgınlar) orada çağlar boyu kalacaklar,
Orada çağlar boyu kalacaklardır.
Orada çağlarca kalacaklardır.
Devirlerce kalacaklardır içinde.
Devirler boyunca orada kalacaklardır.
Orada çağlar boyu kalacalardır.
لَّا يَذُوقُونَ فِيهَا بَرْدًۭا وَلَا شَرَابًا ﴿٢٤﴾
Ne bir serinlik tadarlar, ne içilecek bir şey.
Orada ne serinlik tadacaklar, ne bir içecek.
lâ yeẕûḳûne fîhâ berdev velâ şerâbâ.
Orada ne serinlik ne de içilecek bir şey tatmazlar; sadece kaynar su ve irin....
Orada bir serinlik ya da (susuzluk gideren) bir içecek tatmazlar,
Orada bir serinlik ve bir içecek bulamazlar;
Orada ne bir serinlik tadacaklar, ne de içecek bir şey.
Ne bir serinlik tadacaklar ne de bir içecek.
Orada ne bir serinlik, ne bir içecek tadarlar.
Orada ne bir serinlik, ne de içilecek bir şey tadarlar,
إِلَّا حَمِيمًۭا وَغَسَّاقًۭا ﴿٢٥﴾
Ancak bir kaynar su, ancak bir kan ve irin.
Kaynar sudan ve irinden başka.
illâ ḥamîmev vegassâḳâ.
Orada ne serinlik ne de içilecek bir şey tatmazlar; sadece kaynar su ve irin....
Kaynar su ve irin (tadarlar).
Ancak kaynar su ve acı bir yiyecek hariç.
Ancak bir kaynar su ve irin (içecekler).
Sadece kaynar su, atık su,
İçecek olarak sadece kaynar su ile irin bulurlar.
Yalnız kaynar su ve irin (içerler);
جَزَآءًۭ وِفَاقًا ﴿٢٦﴾
Bir cezadır ki tam uygun.
(İşlediklerine) Uygun olan bir ceza olarak,
cezâev vifâḳâ.
Orada ne serinlik ne de içilecek bir şey tatmazlar; sadece kaynar su ve irin....
Ancak (dünyada yaptıklarına) uygun karşılık olarak.
Yaptıklarına uygun bir karşılık olarak.
Bir ceza ki tam yaptıklarına uygun.
Çok uygun bir karşılık olarak.
Bu, yaptıklarının tam karşılığıdır.
Yaptıklarına uygun bir ceza olarak.
إِنَّهُمْ كَانُوا۟ لَا يَرْجُونَ حِسَابًۭا ﴿٢٧﴾
Şüphe yok ki onlar, hiçbir soru ummazlardı.
Doğrusu onlar, hesaba çekileceklerini ummuyorlardı.
innehüm kânû lâ yercûne ḥisâbâ.
Çünkü onlar, hesaba çekileceklerini sanmazlardı.
Çünkü onlar hesap gününü (geleceğini) ummazlardı.
Onlar bir hesap ummuyorlardı.
Çünkü onlar hiçbir hesap ummazlardı.
Doğrusu onlar böyle bir hesap ummuyorlardı.
Çünkü onlar bu hesap gününe inanmıyor (onu hesaba almıyorlardı).
Çünkü onlar bir hesap (görüleceğini) ummuyorlardı.
وَكَذَّبُوا۟ بِـَٔايَٰتِنَا كِذَّابًۭا ﴿٢٨﴾
Ve delillerimizi boyuna yalanlarlardı.
Bizim ayetlerimizi yalanlayabildikleri kadar yalanlıyorlardı.
vekeẕẕebû biâyâtinâ kiẕẕâbâ.
Ayetlerimizi hep yalan sayıp dururlardı.
Bizim ayetlerimizi yalanladıkça yalanlamışlardı.
Ve ayetlerimizi, mucizelerimizi yalanladılar.
Âyetlerimizi yalanlaya yalanlaya tam bir yalancı olmuşlardı.
Ayetlerimizi pervasızca yalanlamışlardı.
İşleri güçleri ayetlerimizi yalan saymaktı.
Ayetlerimizi de tamamen yalanlamışlardı.
وَكُلَّ شَىْءٍ أَحْصَيْنَٰهُ كِتَٰبًۭا ﴿٢٩﴾
Ve biz her şeyi birbir sayıp yazdık.
Oysa Biz, herşeyi yazıp saymışızdır.
vekülle şey'in aḥṣaynâhü kitâbâ.
Biz de herşeyi yazıp saymışızdır.
Biz ise her şeyi bir kitapta sayıp yazmışızdır.
Halbuki biz herşeyi sayıp yazmıştık.
Biz ise herşeyi sayıp bir kitaba geçirmişiz.
Oysaki biz, her şeyi iyiden iyiye sayıp kitaplaştırmıştık.
Biz de (her şeyi kaydettiğimiz gibi), onların yaptıklarını da tek tek tesbit ettik.
Biz de her şeyi sayıp yazmıştık.
فَذُوقُوا۟ فَلَن نَّزِيدَكُمْ إِلَّا عَذَابًا ﴿٣٠﴾
Artık tadın, ancak azabınızı arttırırız sizin.
Şimdi tadın. Size artık azaptan başkasını arttırmayacağız;
feẕûḳû felen nezîdeküm illâ `aẕâbâ.
Şöyle deriz: \"Artık tadınız, bundan böyle size azabdan başka bir şey artırmayız.\"
Tadın! Bundan sonra yalnızca azabınızı arttıracağız.
Öyleyse tadın, sizin sadece cezanızı arttıracağız.
(Onlara): \"Şimdi tadın (cezanızı). Artık size azabınızı artırmaktan başka bir şey yapmayacağız\" (denir).
\"Hadi, tadıverin! Size azaptan başka bir şey asla artırmayacağız.\"
Onun için onlara şöyle diyeceğiz: Yaptığınız kötülüklerin meyvelerini tadın!Artık Bizden sizin azabınızı artırmaktan başka bir şey beklemeyin.
Şimdi tadın (yaptıklarınızın tadını), artık size azabdan başka bir şey artırmayacağız! So taste (of that which ye have earned). No increase do We give you save of torment.
إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ مَفَازًا ﴿٣١﴾
Şüphe yok ki çekinenlere bir kurtuluş, bir kutluluk ve murada eriş yeri var.
Gerçek şu ki, muttakiler için 'bir kurtuluş ve mutluluk' vardır.
inne lilmütteḳîne mefâzâ.
Doğrusu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara kurtuluş, bahçeler, bağlar, yaşıtlar ve dolu kadehler vardır.
Şüphesiz takva sahipleri için de başarı ödülü vardır.
Erdemliler için kurtuluş vardır.
Kuşkusuz takva sahipleri için bir kurtuluş var.
Takva sahipleri için bir kurtuluş ve bir zafer vardır.
Ama Allah'ı sayıp günahlıklardan sakınanlar, başarı ve mutluluğa ererler.
Korunanlar için de başarı ödülü vardır.
حَدَآئِقَ وَأَعْنَٰبًۭا ﴿٣٢﴾
Bahçeler, üzümler.
Nice bahçeler ve üzüm bağları.
ḥadâiḳa vea`nâbâ.
Doğrusu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara kurtuluş, bahçeler, bağlar, yaşıtlar ve dolu kadehler vardır.
Bahçeler, bağlar,
Bağlar, bahçeler...
Bahçeler var, bağlar var.
Sulak bahçeler, bağlar, üzümler,
Onlara bahçeler, üzüm bağları, turunç göğüslü genç yaşıt dilberler, dolu dolu kadehler var. [38,52; 56,37]
Bahçeler, bağlar,
وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًۭا ﴿٣٣﴾
Ve memeleri yeni sertleşmiş yaşıt kızlar.
Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar.
vekevâ`ibe etrâbâ.
Doğrusu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara kurtuluş, bahçeler, bağlar, yaşıtlar ve dolu kadehler vardır.
Göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar,
Genç ve yaşıt eşler...
Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar var.
Göğüsleri turunç gibi yaşıtlar,
Onlara bahçeler, üzüm bağları, turunç göğüslü genç yaşıt dilberler, dolu dolu kadehler var. [38,52; 56,37]
Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar.
وَكَأْسًۭا دِهَاقًۭا ﴿٣٤﴾
Ve dopdolu kadeh.
Dopdolu kadehler.
veke'sen dihâḳâ.
Doğrusu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara kurtuluş, bahçeler, bağlar, yaşıtlar ve dolu kadehler vardır.
Ve içki dolu kase(ler).
Dolu kadehler...
Dopdolu kadehler var.
Dopdolu kadehler vardır.
Onlara bahçeler, üzüm bağları, turunç göğüslü genç yaşıt dilberler, dolu dolu kadehler var. [38,52; 56,37]
Ve dolu kadeh(ler).
لَّا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًۭا وَلَا كِذَّٰبًۭا ﴿٣٥﴾
Ne boş bir söz duyarlar orada, ne birbirlerini yalanlama.
İçinde, ne 'boş ve saçma bir söz' işitirler, ne bir yalan.
lâ yesme`ûne fîhâ lagvev velâ kiẕẕâbâ.
Orada boş ve yalan söz işitmezler.
Onlar orada ne boş bir lakırdı ne de yalan işitirler.
Orada ne bir boş söz ne de bir yalan işitmezler.
Orada ne boş bir söz işitirler, ne de bir yalan.
Orada ne bir boş söz duyarlar ne de bir yalan.
Orada boş sözler, yalanlar işitmezler.
Orada ne boş söz ne de yalan işitirler;
جَزَآءًۭ مِّن رَّبِّكَ عَطَآءً حِسَابًۭا ﴿٣٦﴾
Rabbinden, fazlasıyle bir lütuf ve ihsan.
Rabbinden bir karşılık olmak üzere yeterli bir bağış(tır bu).
cezâem mir rabbike `aṭâen ḥisâbâ.
Bunlar Rabbinin katından, hesabları karşılığı verilenlerdir.
Bunlar Rabbinin yeterli bir bağışı, mükafatıdır.
Rabbinden bir karşılık; hesaplanmış bir armağandır.
(Bunlar) Rabbinden yeterli bir bağış olarak (verilir).
Rabbinden bir ödül, tam kıvamında bir bağış.
İşte bu da Rabbinden mükâfat, yeter mi yeter!
Rabbinden bir karşılık, yeterli bir bağış olarak.
رَّبِّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ٱلرَّحْمَٰنِ ۖ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًۭا ﴿٣٧﴾
Göklerin ve yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin Rabbidir rahman, onun hitabına nail olmazlar.
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi Rahman olan (Allah); O’na hitap etmeye güç yetiremezler.
rabbi-ssemâvâti vel'arḍi vemâ beynehüme-rraḥmâni lâ yemlikûne minhü ḫiṭâbâ.
O, göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların Rabbidir. O, önünde kimsenin konuşmayacağı Rahman olan Allah'tır.
O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, rahmandır. O gün insanlar O'na karşı konuşmaya yetkili değillerdir.
Göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir, Rahman'dır. Hiç bir davada O'na hitap edemezler.
O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Rahmân'dır. Hiç kimse ondan bir hitaba mâlik olamaz.
Göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir O! Rahman'dır. O'nun huzurunda söze cüret edemezler.
Göklerin, yerin ve bunların arasındaki varlıkların Rabbinden, O Rahman'dan bir mükâfattır.O’nun huzurunda ağzını açacak, söz söyleyecek hiç kimse yoktur. [2,255; 11,105]
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi, çok merhametli (Rab). O'nun (izni olmadan) huzurunda konuşamazlar.
يَوْمَ يَقُومُ ٱلرُّوحُ وَٱلْمَلَٰٓئِكَةُ صَفًّۭا ۖ لَّا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ ٱلرَّحْمَٰنُ وَقَالَ صَوَابًۭا ﴿٣٨﴾
O gün, Ruh ve melekler, saf saf dururlar; konuşamazlar, ancak rahmanın izin verdiği konuşur ve gerçek söyler.
Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman'ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar konuşmazlar. (Konuşacak olan da,) Doğruyu söyleyecektir.
yevme yeḳûmü-rrûḥu velmelâiketü ṣaffâ. lâ yetekellemûne illâ men eẕine lehü-rraḥmânü veḳâle ṣavâbâ.
Cebrail ve meleklerin dizi dizi durdukları gün, Rahman olan Allah'ın izni olmadan kimse konuşamayacaktır. Konuştuğu zaman da doğruyu söyleyecektir.
Ruh (Cebrail) ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahman'ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler.
Gün gelecek Ruh ve melekler sıra sıra dururlar. Rahman'ın izin verdikleri hariç hiç kimse konuşamaz. Onlar da doğruyu söylerler.
O gün Ruh ve melekler sıra sıra dururlar. Rahmân'ın izin verdikleri dışında hiç kimse konuşamaz. İzin verilen de doğruyu söyler.
O gün, Rûh ve melekler saf bağlayıp kıyama geçerler. Rahman'ın izin verdiği dışındakiler konuşamazlar. O izin verilen, doğruyu söyler.
O gün Rûh ve melekler saf saf sıralanır. Rahman'ın izin verdiklerinin dışında, asla konuşmazlar. Konuşan da yerli yerinde söz söyler.
O gün Ruh ve melekler, sıra sıra dururlar. Ancak Rahman'ın izin verdiği konuşabilir, o da doğruyu söyler.
ذَٰلِكَ ٱلْيَوْمُ ٱلْحَقُّ ۖ فَمَن شَآءَ ٱتَّخَذَ إِلَىٰ رَبِّهِۦ مَـَٔابًا ﴿٣٩﴾
Bugün, gerçektir, artık dileyen, dönüp Rabbinin tapısına varmaya bir vesile edinir.
İşte bu, hak gündür. Şu halde dileyen Rabbine bir dönüşyolu edinsin.
ẕâlike-lyevmü-lḥaḳḳ. femen şâe-tteḫaẕe ilâ rabbihî meâbâ.
İşte gerçek gün budur. Dileyen kimse, Rabbine götürecek bir yol benimser.
İşte o, kesin olarak gelecek gündür. O halde dileyen Rabbine varan bir yol tutsun.
İşte gerçek gün budur. Dileyen, Rabbine doğru yol tutsun.
İşte bu hak gündür. Artık dileyen Rabbine bir yol tutar.
İşte budur hak olan gün! Artık dileyen, Rabbine varacak bir yol tutsun!
İşte bu, gerçekliği kesin olan gündür. Artık dileyen, Rabbine varan yolu tutar, O'na sığınır.
İşte bu, hak günüdür. Artık dileyen, Rabbine varan bir yol tutar.
إِنَّآ أَنذَرْنَٰكُمْ عَذَابًۭا قَرِيبًۭا يَوْمَ يَنظُرُ ٱلْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ ٱلْكَافِرُ يَٰلَيْتَنِى كُنتُ تُرَٰبًۢا ﴿٤٠﴾
Şüphe yok ki biz sizi, yakın bir azapla korkutmadayız; o gün kişi, elleriyle hazırladığına bakar ve kafir de ne olurdu der, keşke toprak olaydım.
Gerçekten Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da: \"Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim\" diyecek.
innâ enẕernâküm `aẕâben ḳarîbâ. yevme yenżuru-lmerü mâ ḳaddemet yedâhü veyeḳûlü-lkâfiru yâ leytenî küntü türâbâ.
Sizi, yakın gelecekteki bir azabla uyardık; o gün kişi elleriyle sunduğuna bakar ve inkarcı da: \"Keşke toprak olaydım\" der.
Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkarcı kişi: \"Keşke toprak olsaydım!\" diyecektir.
Biz, sizi yakın bir azap ile uyarmış bulunuyoruz. O gün kişi yapmış olduklarına bakar ve inkarcı ise, \"Keşke toprak olsaydım!\" der.
Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. O gün kişi ellerinin ne takdim ettiğine bakacak ve kâfir diyecek ki: \"Ah ne olaydı, ben bir toprak olaydım.\"
Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. Bir gündedir ki o, kişi kendi ellerinin önden gönderdiğine bakar ve küfre sapan şöyle der: \"Keşke toprak olsaydım!\"
Biz, gelmesi yaklaşmış bir azabı bildirerek sizi uyarıyoruz. O gün gelecek,ve her şahıs önünde, yalnız yapıp ettiklerini bulup bakacak ve kâfir: “Ah ne olurdu, keşke toprak olaydım!” diyecek. [18,49; 75,13]
Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. O gün kişi, ellerinin (yapıp) öne sürdüğü işlere bakar ve kafir: \"Keşke ben, toprak olsaydım!\" der.