Settings
Surah He Frowned [Abasa] in Turkish
عَبَسَ وَتَوَلَّىٰٓ ﴿١﴾
Yüzünü ekşitti ve döndürdü.
Surat astı ve yüz çevirdi;
`abese vetevellâ.
Yanına kör bir kimse geldi diye (Peygamber) yüzünü asıp çevirdi.
(Peygamber), yüzünü ekşitti ve geri döndü.
Surat astı ve döndü;
(Peygamber) Yüzünü ekşitti ve döndü.
Yüzünü ekşitti ve öteye döndü;
Yanına görmeyen (âma) biri geldi diye yüzünü ekşitti ve sırtını döndü.
Surat astı ve döndü;
أَن جَآءَهُ ٱلْأَعْمَىٰ ﴿٢﴾
Yanına kör geldi diye.
Kendisine o kör geldi diye.
en câehü-l'a`mâ.
Yanına kör bir kimse geldi diye (Peygamber) yüzünü asıp çevirdi.
Âmanın kendisine gelmesinden ötürü
O kör adam geldi diye.
Kendisine âmâ geldi, diye.
Yanına kör adam geldi diye.
Yanına görmeyen (âma) biri geldi diye yüzünü ekşitti ve sırtını döndü.
Kör geldi diye.
وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُۥ يَزَّكَّىٰٓ ﴿٣﴾
Belki o, arınacaktır, ne bilirsin?
Nerden biliyorsun; belki o, temizlenip-arınacak?
vemâ yüdrîke le`allehû yezzekkâ.
Ne bilirsin, belki de o arınacak;
Belki o temizlenecek,
Ne bilirsin, belki de o arınacak;
Ne bilirsin, belki o temizlenecek?
Nereden bilirsin, belki de o arınıp temizlenecek.
Ne bilirsin, belki de alacağı öğütle arınacaktı. Yahut nasihati dinleyip ondan yararlanacaktı?
Ne bilirsin belki o arınacak?
أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنفَعَهُ ٱلذِّكْرَىٰٓ ﴿٤﴾
Yahut da öğüt alacaktır da ondan faydalanacaktır.
Veya öğüt alacak; böylelikle bu öğüt kendisine yarar sağlayacak.
ev yeẕẕekkeru fetenfe`ahü-ẕẕikrâ.
Yahut öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine fayda verecekti.
Yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek.
Yahut ta öğüt alacak ve ona mesajın yararı dokunacaktı.
Veya öğüt belleyecek de öğüt ona fayda verecek.
Belki de düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak.
Ne bilirsin, belki de alacağı öğütle arınacaktı. Yahut nasihati dinleyip ondan yararlanacaktı?
Yahut öğüt dinleyecek de öğüt, kendisine yarayacak.
أَمَّا مَنِ ٱسْتَغْنَىٰ ﴿٥﴾
Fakat ihtiyacı olmayana gelince.
Fakat kendini müstağni gören (hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını sanan) ise,
emmâ meni-stagnâ.
Ama sen, kendisini öğütten müstağni gören kimseyi karşına alıp ilgileniyorsun.
Kendini (sana) muhtaç görmeyene gelince,
Kendisini zengin görüp önemsemeyene gelince;
Ama buna ihtiyaç hissetmeyene gelince,
O, kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görene gelince,
Ama irşada ihtiyaç duymayana ise, ona dönüp itibar ediyorsun.
Kendisini zengin görüp tenezzül etmeyene gelince;
فَأَنتَ لَهُۥ تَصَدَّىٰ ﴿٦﴾
Artık sen onun üstüne düştükçe düşüyorsun.
İşte sen, onda 'yankı uyandırmaya’ çalışıyorsun.
feente lehû teṣaddâ.
Ama sen, kendisini öğütten müstağni gören kimseyi karşına alıp ilgileniyorsun.
Sen ona yöneliyorsun,
Sen ona yöneliyorsun.
Sen ona yöneliyorsun.
Ki sen ona yöneliyorsun;
Ama irşada ihtiyaç duymayana ise, ona dönüp itibar ediyorsun.
Sen ona yöneliyorsun.
وَمَا عَلَيْكَ أَلَّا يَزَّكَّىٰ ﴿٧﴾
O arınmazsa sana ne?
Oysa, onun temizlenip-arınmasından sana ne?
vemâ `aleyke ellâ yezzekkâ.
Arınmak istememesinden sana ne?
Oysa ki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin.
Onun arınmamasından sana ne?
Onun temizlenmemesinden sana ne?
Sana ne onun arınmasından!
Halbuki kendisi arınmak istemiyorsa onun arınmamasından sana ne!
Onun arınmamasından sana ne?
وَأَمَّا مَن جَآءَكَ يَسْعَىٰ ﴿٨﴾
Ve fakat sana koşup gelen.
Ama koşarak sana gelen ise,
veemmâ men câeke yes`â.
Sen, Allah'tan korkup sana koşarak gelen kimseye aldırmıyorsun.
Fakat koşarak sana gelen,
Oysa, sana büyük bir hevesle gelen,
Ama sana can atarak gelen,
O, koşarak sana gelen var ya;
Fakat Allaha saygı duyarak sana şevkle koşa koşa gelenle sen ilgilenmiyorsun.
Fakat koşarak sana gelen,
وَهُوَ يَخْشَىٰ ﴿٩﴾
Ve korkan kişi.
Ki o, 'içi titreyerek korkar' bir durumdadır;
vehüve yaḫşâ.
Sen, Allah'tan korkup sana koşarak gelen kimseye aldırmıyorsun.
Ve (Allah'tan) korkarak gelenle,
Saygı gösterdiği halde,
Allah'tan korkarak gelmişken,
Odur içine ürperti düşen.
Fakat Allaha saygı duyarak sana şevkle koşa koşa gelenle sen ilgilenmiyorsun.
Saygılı olarak gelmişken,
فَأَنتَ عَنْهُ تَلَهَّىٰ ﴿١٠﴾
Sen ondan gaflet ediyor, ona aldırış bile etmiyorsun.
Sen ona aldırış etmeden oyalanıyorsun.
feente `anhü telehhâ.
Sen, Allah'tan korkup sana koşarak gelen kimseye aldırmıyorsun.
Sen onunla ilgilenmiyorsun.
İlgi göstermedin ona.
Sen onunla ilgilenmiyorsun.
Sen ona aldırmazlık ediyorsun.
Fakat Allaha saygı duyarak sana şevkle koşa koşa gelenle sen ilgilenmiyorsun.
Sen onunla ilgilenmiyorsun.
كَلَّآ إِنَّهَا تَذْكِرَةٌۭ ﴿١١﴾
Öyle değil, şüphe yok ki Kur'an, ancak bir öğüttür.
Hayır; çünkü o (Kur'an), bir öğüttür.
kellâ innehâ teẕkirah.
Dikkat et; bu Kuran bir öğüttür.
Hayır! Şüphesiz bunlar bir öğüttür,
Doğrusu, bu bir hatırlatmadır.
Hayır hayır, sakın. Çünkü o Kur'ân bir öğüttür.
Hayır, hiç de öyle değil! O, bir düşündürücüdür.
Hayır! Öyle yapma! Çünkü o ayetler öğüttür, uyarıdır.
Hayır (olmaz böyle şey); o (ayetler), bir hatırlatmadır.
فَمَن شَآءَ ذَكَرَهُۥ ﴿١٢﴾
Dileyen dinler, öğüt alır.
Artık dileyen, onu 'düşünüp-öğüt alsın.'
femen şâe ẕekerah.
Dileyen onu öğüt kabul eder.
Dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır,
Dileyen bundan öğüt alır.
Artık dileyen onu düşünür.
Dileyen onu düşünüp öğüt alır.
Artık isteyen ders alır.
Dileyen onu düşünüp öğüt alır.
فِى صُحُفٍۢ مُّكَرَّمَةٍۢ ﴿١٣﴾
Büyük, şerefli sayfalardadır.
O (Kur'an), 'şerefli-üstün' sahifelerdedir.
fî ṣuḥufim mükerrameh.
O, kutsal kılınmış, yüceltilmiş, arınmış sahifeler üzerindedir.
O, değerli sahifelerdir,
Onurlu kitaplardadır,
O, değerli sahifelerdedir.
Kutsanan-bereketli sayfalardadır o.
O ayetler şerefli yüce ve tertemiz sahifelerde, iyilik timsali çok değerli kâtiplerin elleriyle yazılıdır.
(O öğüt) Sahifeler içindedir: Değer verilen,
مَّرْفُوعَةٍۢ مُّطَهَّرَةٍۭ ﴿١٤﴾
Yüceltilmiştir, arıtılmıştır.
Yüceltilmiş, tertemiz (mutahhar) kılınmış.
merfû`atim müṭahherah.
O, kutsal kılınmış, yüceltilmiş, arınmış sahifeler üzerindedir.
Tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde,
Yüce ve temiz.
Yüksek tutulan tertemiz sahifelerde.
Yüceltilen, tertemiz sayfalarda,
O ayetler şerefli yüce ve tertemiz sahifelerde, iyilik timsali çok değerli kâtiplerin elleriyle yazılıdır.
Saygı ile yükseltilen, tertemiz (sayfalar)
بِأَيْدِى سَفَرَةٍۢ ﴿١٥﴾
Yazıcıların ellerinde.
Katiplerin ellerinde.
bieydî seferah.
İyi kimseler, saygıdeğer elçilerin eliyle yazılmıştır.
Katiplerin ellerindedir,
Elçilerin elleriyle (yazılmıştır).
Yazıcıların ellerindedir,
Yazıcıların ellerinde;
O ayetler şerefli yüce ve tertemiz sahifelerde, iyilik timsali çok değerli kâtiplerin elleriyle yazılıdır.
Yazıcıların ellerinde:
كِرَامٍۭ بَرَرَةٍۢ ﴿١٦﴾
Büyüklerdir, hayırlı ve itaatlilerdir.
(Ki onlar,) Üstün değerli, 'iyilik ve dürüstlük sembolü.'
kirâmim berarah.
İyi kimseler, saygıdeğer elçilerin eliyle yazılmıştır.
Değerli ve güvenilir katiplerin.
Onurlu ve güzel huylu (elçiler).
Değerli, iyi yazıcıların.
Ak-pak, mübarek yazıcıların.
O ayetler şerefli yüce ve tertemiz sahifelerde, iyilik timsali çok değerli kâtiplerin elleriyle yazılıdır.
Değerli, iyi (yazıcıların).
قُتِلَ ٱلْإِنسَٰنُ مَآ أَكْفَرَهُۥ ﴿١٧﴾
Geberesice insan, ne de kafirdir.
Kahrolası insan, ne kadar nankördür.
ḳutile-l'insânü mâ ekferah.
Canı çıksın o insanın, o ne nankördür!
Kahrolası insan! Ne inkarcıdır!
Yazıklar olsun insana; ne kadar da nankördür!
O kahrolası insan, ne nankör şey.
Kahrolası insan, ne kadar da nankördür!
Kahrolası kâfir insan, ne nankördür o!
Kahrolası insan, ne kadar da nankördür!
مِنْ أَىِّ شَىْءٍ خَلَقَهُۥ ﴿١٨﴾
Onu, neden yaratmıştır?
(Allah) Onu hangi şeyden yarattı?
min eyyi şey'in ḫaleḳah.
Allah onu hangi şeyden yaratmış?
Allah onu neden yarattı?
Onu hangi şeyden yaratmıştı?
O yaratan onu hangi şeyden yarattı?
Hangi şeyden yarattı onu?
Yaratan onu neden yarattı?Bir meni damlasından yarattı.Yarattı ve güzel bir biçim verdi.Sonra da hayat yolunu kolaylaştırdı.En sonunda da onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra da, istediği zaman onu diriltir.
(Allah) Onu hangi şeyden yarattı?
مِن نُّطْفَةٍ خَلَقَهُۥ فَقَدَّرَهُۥ ﴿١٩﴾
Bir katre sudan; yaratmıştır onu da halden hale döndürmüştür.
Bir damla sudan yarattı da onu 'bir ölçüyle biçime soktu.'
min nuṭfeh. ḫaleḳahû feḳadderah.
Onu meniden yaratıp merhalelerden geçirerek ona şekil vermiş;
Bir nutfeden (spermadan) yarattı da ona şekil verdi.
Bir spermadan onu yarattı; ölçü ve biçim verdi.
Bir damla sudan, onu yarattı da biçime koydu.
Bir spermden! Yarattı onu, ölçülendirip biçimlendirdi onu.
Yaratan onu neden yarattı?Bir meni damlasından yarattı.Yarattı ve güzel bir biçim verdi.Sonra da hayat yolunu kolaylaştırdı.En sonunda da onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra da, istediği zaman onu diriltir.
Nutfe (sperm)den. Onu yarattı, ona biçim verdi.
ثُمَّ ٱلسَّبِيلَ يَسَّرَهُۥ ﴿٢٠﴾
Sonra ona yolu kolaylatmıştır da dünyaya getirmiştir.
Sonra ona yolu kolaylaştırdı.
ŝümme-ssebîle yesserah.
Sonra, yolu ona kolaylaştırmıştır.
Sonra ona yolu kolaylaştırdı.
Sonra ona yolu kolaylaştırdı.
Sonra ona yolunu kolaylaştırdı.
Sonra, yolu kolaylaştırdı ona,
Yaratan onu neden yarattı?Bir meni damlasından yarattı.Yarattı ve güzel bir biçim verdi.Sonra da hayat yolunu kolaylaştırdı.En sonunda da onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra da, istediği zaman onu diriltir.
Sonra ona yolu kolaylaştırdı.
ثُمَّ أَمَاتَهُۥ فَأَقْبَرَهُۥ ﴿٢١﴾
Sonra öldürmüştür onu da kabre sokmuştur.
Sonra onu öldürdü, böylece kabre gömdürdü.
ŝümme emâtehû feaḳberah.
Sonra onu öldürür ve kabre koyar.
Sonra onun canını aldı ve kabre soktu.
Sonra onu öldürdü, mezara koydu.
Sonra onu öldürdü de kabre koydurdu.
Sonra öldürdü onu, kabre koydurdu onu.
Yaratan onu neden yarattı?Bir meni damlasından yarattı.Yarattı ve güzel bir biçim verdi.Sonra da hayat yolunu kolaylaştırdı.En sonunda da onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra da, istediği zaman onu diriltir.
Sonra onu öldürdü, kabre koydurdu.
ثُمَّ إِذَا شَآءَ أَنشَرَهُۥ ﴿٢٢﴾
Sonra da dilerse diriltir onu.
Sonra dilediği zaman onu diriltir.
ŝümme iẕâ şâe enşerah.
Sonra, dilediği zaman onu tekrar diriltir.
Sonra dilediği bir vakitte onu yeniden diriltir.
Dilediği zaman da onu diriltti.
Sonra dilediği vakit onu tekrar diriltir.
Sonra dilediği zaman diriltip ortaya çıkardı onu.
Yaratan onu neden yarattı?Bir meni damlasından yarattı.Yarattı ve güzel bir biçim verdi.Sonra da hayat yolunu kolaylaştırdı.En sonunda da onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra da, istediği zaman onu diriltir.
Sonra dilediği zaman onu diriltip kaldırdı.
كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَآ أَمَرَهُۥ ﴿٢٣﴾
Gerçekten de insan, onun emrini tam yerine getirmedi gitti.
Hayır; ona (Allah'ın) emrettiğini yerine getirmedi.
kellâ lemmâ yaḳḍi mâ emerah.
Hayır; Allah'ın kendisine buyurduğunu hala yerine getirmemiştir.
Hayır! (İnsan) Allah'ın emrettiğini yapmadı.
Ne var ki O'nun kendisine emrettiğini yerine getirmedi.
Hayır hayır, doğrusu o, hiç Allah'ın emrini tam yerine getirmedi,
Hayır, hayır! O, O'nun kendisine emrettiğini hiç yerine getirmedi.
Hayır! İnsan, Allah'ın buyruğunu lâyıkıyla yerine getirmedi.
Hayır, insan, O'nun kendisine emrettiğini yapmadı.
فَلْيَنظُرِ ٱلْإِنسَٰنُ إِلَىٰ طَعَامِهِۦٓ ﴿٢٤﴾
Artık insan, yediğine de bir baksın.
Bir de insan, yediğine bir bakıversin;
felyenżuri-l'insânü ilâ ṭa`âmih.
İnsan, yiyeceğine bir baksın;
İnsan, yediğine bir baksın!
İnsan, yiyeceğine bir baksın!
Bir de o insan yiyeceğine baksın.
Hadi, bakıversin insan, kendi yiyeceğine!
Hele, insan, yiyeceklerinin kaynağına bir baksın: Biz yağmuru gökten şırıl şırıl döktük.Sonra nebat bitsin diye, toprağı iyice sürdük, Orada hububatlar, taneler, üzümler ve yoncalar, zeytinler ve hurmalar, ağaçları gür ve sık bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.
İnsan şu yiyeceğine baksın.
أَنَّا صَبَبْنَا ٱلْمَآءَ صَبًّۭا ﴿٢٥﴾
Şüphe yok ki biz, bir yağmurdur, yağdırdık.
Biz şüphesiz, suyu akıttıkça akıttık,
ennâ ṣabebne-lmâe ṣabbâ.
Doğrusu suyu bol bol indirmekteyiz.
Yağmurlar yağdırdık,
Biz suyu döktükçe döktük.
Biz o suyu bol bol döktük.
Biz suyu döktük de döktük.
Hele, insan, yiyeceklerinin kaynağına bir baksın: Biz yağmuru gökten şırıl şırıl döktük.Sonra nebat bitsin diye, toprağı iyice sürdük, Orada hububatlar, taneler, üzümler ve yoncalar, zeytinler ve hurmalar, ağaçları gür ve sık bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.
Biz suyu iyice döktük.
ثُمَّ شَقَقْنَا ٱلْأَرْضَ شَقًّۭا ﴿٢٦﴾
Sonra yeryüzünü bir iyice yardık.
Sonra yeri yardıkça yardık;
ŝümme şaḳaḳne-l'arḍa şeḳḳâ.
Sonra yeryüzünü iyice yarmakta ve orada taneli ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin, hurma ağaçları ve bahçelerde koca koca ağaçlı meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz.
Sonra toprağı göz göz yardık,
Toprağı yardıkça yardık.
Sonra toprağı nasıl da yardık.
Sonra yeryüzünü yardık da yardık.
Hele, insan, yiyeceklerinin kaynağına bir baksın: Biz yağmuru gökten şırıl şırıl döktük.Sonra nebat bitsin diye, toprağı iyice sürdük, Orada hububatlar, taneler, üzümler ve yoncalar, zeytinler ve hurmalar, ağaçları gür ve sık bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.
Sonra toprağı güzelce yardık da,
فَأَنۢبَتْنَا فِيهَا حَبًّۭا ﴿٢٧﴾
Derken orada tohumlar bitirdik.
Böylece onda taneler bitirdik,
feembetnâ fîhâ ḥabbâ.
Sonra yeryüzünü iyice yarmakta ve orada taneli ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin, hurma ağaçları ve bahçelerde koca koca ağaçlı meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz.
Bu suretle orada ekinler bitirdik,
Ve orada taneler bitirdik,
Bu suretle orada ekinler bitirdik.
Ardından orada dâneler bitirdik.
Hele, insan, yiyeceklerinin kaynağına bir baksın: Biz yağmuru gökten şırıl şırıl döktük.Sonra nebat bitsin diye, toprağı iyice sürdük, Orada hububatlar, taneler, üzümler ve yoncalar, zeytinler ve hurmalar, ağaçları gür ve sık bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.
Orada bitirdik: Dane,
وَعِنَبًۭا وَقَضْبًۭا ﴿٢٨﴾
Ve üzüm ve yoncalar.
Üzümler, yoncalar,
ve`inebev veḳaḍbâ.
Sonra yeryüzünü iyice yarmakta ve orada taneli ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin, hurma ağaçları ve bahçelerde koca koca ağaçlı meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz.
Üzümler, yoncalar,
Üzümler, çayırlar,
Üzümler, yoncalar,
Üzümler, yoncalar,
Hele, insan, yiyeceklerinin kaynağına bir baksın: Biz yağmuru gökten şırıl şırıl döktük.Sonra nebat bitsin diye, toprağı iyice sürdük, Orada hububatlar, taneler, üzümler ve yoncalar, zeytinler ve hurmalar, ağaçları gür ve sık bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.
Üzüm, yonca,
وَزَيْتُونًۭا وَنَخْلًۭا ﴿٢٩﴾
Ve zeytin ve hurma.
Zeytinler, hurmalar,
vezeytûnev venaḫlâ.
Sonra yeryüzünü iyice yarmakta ve orada taneli ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin, hurma ağaçları ve bahçelerde koca koca ağaçlı meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz.
Zeytinlikler, hurmalıklar,
Zeytinler, hurmalar,
Zeytinlikler, hurmalıklar,
Zeytinlikler, hurmalıklar,
Hele, insan, yiyeceklerinin kaynağına bir baksın: Biz yağmuru gökten şırıl şırıl döktük.Sonra nebat bitsin diye, toprağı iyice sürdük, Orada hububatlar, taneler, üzümler ve yoncalar, zeytinler ve hurmalar, ağaçları gür ve sık bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.
Zeytin, hurma,
وَحَدَآئِقَ غُلْبًۭا ﴿٣٠﴾
Ve çeşitli büyük ağaçları bulunan bahçeler.
Boyları birbiriyle yarışan ve içiçe girmiş ağaçlı bahçeler.
veḥadâiḳa gulbâ.
Sonra yeryüzünü iyice yarmakta ve orada taneli ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin, hurma ağaçları ve bahçelerde koca koca ağaçlı meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz.
İri ve sık ağaçlı bahçeler,
İri ve sık ağaçlı bahçeler,
İri ve sık ağaçlı bahçeler,
Gür çimenli, bol ağaçlı bahçeler,
Hele, insan, yiyeceklerinin kaynağına bir baksın: Biz yağmuru gökten şırıl şırıl döktük.Sonra nebat bitsin diye, toprağı iyice sürdük, Orada hububatlar, taneler, üzümler ve yoncalar, zeytinler ve hurmalar, ağaçları gür ve sık bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.
İri ve gür bahçeler,
وَفَٰكِهَةًۭ وَأَبًّۭا ﴿٣١﴾
Ve meyveler ve otlaklar.
Meyveler ve otlaklıklar,
vefâkihetev veebbâ.
Sonra yeryüzünü iyice yarmakta ve orada taneli ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin, hurma ağaçları ve bahçelerde koca koca ağaçlı meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz.
Meyveler ve çayırlar bitirdik.
Meyveler ve sebzeler...
Meyveler, çayırlar bitirdik.
Meyve, otlak/sebze.
Hele, insan, yiyeceklerinin kaynağına bir baksın: Biz yağmuru gökten şırıl şırıl döktük.Sonra nebat bitsin diye, toprağı iyice sürdük, Orada hububatlar, taneler, üzümler ve yoncalar, zeytinler ve hurmalar, ağaçları gür ve sık bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.
Meyva ve çayır;
مَّتَٰعًۭا لَّكُمْ وَلِأَنْعَٰمِكُمْ ﴿٣٢﴾
Sizin ve hayvanlarınızın faydası için.
Size ve hayvanlarınıza bir yarar (meta) olmak üzere.
metâ`al leküm velien`âmiküm.
Bunlar sizin ve hayvanlarınız için geçimliktir.
(Bütün bunlar) sizi ve hayvanlarınızı yararlandırmak içindir.
Size ve hayvanlarınıza bir geçimlik olarak.
Siz ve hayvanlarınız faydalansın diye.
Sizin ve hayvanlarınızın yararına.
Bütün bunları sizin ve davarlarınızın faydalanması için yaptık.
Sizin ve hayvanlarınızın geçimi için.
فَإِذَا جَآءَتِ ٱلصَّآخَّةُ ﴿٣٣﴾
Derken adeta kulakları sağır eden o bağırış gelip çattı mı.
Fakat 'kulakları patlatırcasına olan o gürleme' geldiği zaman,
feiẕâ câeti-ṣṣâḫḫah.
O muazzam gürültü, kıyamet kopup geldiği zaman;
Kulakları sağır eden o ses geldiğinde,
Sonra, o müthiş patlama gerçekleşince,
Kulakları sağır eden o gürültü geldiğinde,
Şiddetle çarpanın çıkardığı korkunç ses geldiğinde,
Ama vakti gelip de o kulakları patlatan dehşetli gün geldiği zaman
Çarpınca kulakları sağır eden o gürültü geldiği zaman,
يَوْمَ يَفِرُّ ٱلْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ ﴿٣٤﴾
O gün, bir gündür ki kişi kaçar kardeşinden.
Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar;
yevme yefirru-lmerü min eḫîh.
O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından, kaçar.
İşte o gün kişi kardeşinden, kaçar.
O gün kişi kaçar: kardeşinden,
O gün kişi kaçar, kardeşinden...
Bir gün ki o, kişi öz kardeşinden kaçar,
İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçar.
İşte o gün kişi kaçar: kardeşinden,
وَأُمِّهِۦ وَأَبِيهِ ﴿٣٥﴾
Ve anasından ve babasından.
Annesinden ve babasından,
veümmihî veebîh.
O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından, kaçar.
Annesinden, babasından,
Annesinden, babasından,
Anasından, babasından..
Öz annesinden, öz babasından,
İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçar.
Anasından, babasından,
وَصَٰحِبَتِهِۦ وَبَنِيهِ ﴿٣٦﴾
Ve eşinden ve çocuğundan.
Eşinden ve çocuklarından,
veṣâḥibetihî vebenîh.
O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından, kaçar.
Eşinden ve çocuklarından.
Eşinden ve çocuklarından...
Eşinden ve oğullarından.
Eşinden, oğullarından.
İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçar.
Eşinden ve oğullarından.
لِكُلِّ ٱمْرِئٍۢ مِّنْهُمْ يَوْمَئِذٍۢ شَأْنٌۭ يُغْنِيهِ ﴿٣٧﴾
Ve onların herbirinin bir derdi var ki başkalarına bakmaya vakti bile yok.
O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır.
likülli-mriim minhüm yevmeiẕin şe'nüy yugnîh.
O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır.
O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.
O gün herkesin kendisine yetecek işi vardır.
Onlardan her birinin o gün başından aşan işi vardır.
O gün onlardan her kişinin kendisine yetecek bir uğraşı vardır.
O gün onlardan her birinin başından aşkın derdi ve tasası vardır.
O gün, onlardan her kişinin, kendisine yeter derecede işi vardır.
وُجُوهٌۭ يَوْمَئِذٍۢ مُّسْفِرَةٌۭ ﴿٣٨﴾
Nice yüzler o gün parılparıl parlar.
O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır;
vucûhüy yevmeiẕim müsfirah.
O gün bir takım yüzler aydınlıktır, gülmekte ve sevinmektedir.
O gün bir takım yüzler parıl parıl,
O gün bazı yüzler var ki aydınlık;
Yüzler var ki, o gün parıl parıl,
Yüzler vardır o gün, pırıl pırıl,
Yüzler vardır o gün pırıl pırıldır.
Yüzler var ki o gün parıl parıl,
ضَاحِكَةٌۭ مُّسْتَبْشِرَةٌۭ ﴿٣٩﴾
Güler, sevinir.
Güler ve sevinç içindedir.
ḍâḥiketüm müstebşirah.
O gün bir takım yüzler aydınlıktır, gülmekte ve sevinmektedir.
Güler ve sevinir.
Güleç, neşeli.
Güler, sevinir.
Gülen, müjdelerle parıldayan.
Güleçtir, sevinç doludur.
Güleç, sevinçli.
وَوُجُوهٌۭ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌۭ ﴿٤٠﴾
Ve nice yüzler o gün tozlarla bulanır.
Ve o gün, öyle yüzler de vardır ki üzerini toz bürümüştür.
vevucûhüy yevmeiẕin `aleyhâ gaberah.
O gün birtakım yüzler de tozlanmış ve onları karanlık bürümüştür.
Yine o gün birtakım yüzleri de keder bürümüş,
O gün bazı yüzler de perişan;
Yüzler de var ki, o gün tozlanmış,
Ve yüzler vardır o gün toza-toprağa bulanmış.
Yüzler de vardır toza toprağa bulanmış,
Yüzler de var ki o gün tozlanmış.
تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌ ﴿٤١﴾
Üstlerine bir karalıktır çöker.
Bir karartı sarıp-kaplamıştır.
terheḳuhâ ḳaterah.
O gün birtakım yüzler de tozlanmış ve onları karanlık bürümüştür.
Hüzünden kapkara kesilmiştir.
Karanlık bürümüştür.
Onları karanlık bürümüş,
Tozu-toprağı da bir is bürümüştür.
Üstünü karanlık kaplamıştır.
Onları karanlık bürümüş (öylesine üzgün, öylesine dertli).
أُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْكَفَرَةُ ٱلْفَجَرَةُ ﴿٤٢﴾
İşte onlardır kafirler, suçlular.
İşte onlar da, kafir, facir olanlardır.
ülâike hümü-lkeferatü-lfecerah.
İşte bunlar inkarcı olanlar, Allah'ın buyruğundan çıkanlardır.
İşte bunlar kafirlerdir, günahkarlardır.
İşte onlar inkarcılardır, sapanlardır.
İşte onlardır kâfirler, haktan sapanlar.
İşte bunlardır küfre sapanlar, kötülüğe batanlar.
İşte bunlar kâfir, günaha dadanan, haktan sapan kimselerdir.
İşte onlar kafirler, Hak'tan sapanlardır.