Settings
Surah Those who set the ranks [As-Saaffat] in Turkish
وَٱلصَّـٰۤفَّـٰتِ صَفࣰّا ﴿1﴾
And olsun sıralar halinde dizenlere,
فَٱلزَّ ٰجِرَ ٰتِ زَجۡرࣰا ﴿2﴾
İtekleyip sürenlere,
فَٱلتَّـٰلِیَـٰتِ ذِكۡرًا ﴿3﴾
Ve mesajı okuyanlara...
إِنَّ إِلَـٰهَكُمۡ لَوَ ٰحِدࣱ ﴿4﴾
Ki sizin Tanrınız birdir.
رَّبُّ ٱلسَّمَـٰوَ ٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَمَا بَیۡنَهُمَا وَرَبُّ ٱلۡمَشَـٰرِقِ ﴿5﴾
Göklerin, yerin ve her ikisinin arasında bulunanların Rabbidir, doğuların Rabbidir.
إِنَّا زَیَّنَّا ٱلسَّمَاۤءَ ٱلدُّنۡیَا بِزِینَةٍ ٱلۡكَوَاكِبِ ﴿6﴾
Biz en aşağıdaki göğü gezegenler ile süsleyip,
وَحِفۡظࣰا مِّن كُلِّ شَیۡطَـٰنࣲ مَّارِدࣲ ﴿7﴾
Her türlü inatçı şeytana karşı bir koruma yaptık.
لَّا یَسَّمَّعُونَ إِلَى ٱلۡمَلَإِ ٱلۡأَعۡلَىٰ وَیُقۡذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبࣲ ﴿8﴾
Yüce topluluğu dinleyemezler; her yandan atılırlar.
دُحُورࣰاۖ وَلَهُمۡ عَذَابࣱ وَاصِبٌ ﴿9﴾
Kovulurlar; sürekli bir azabı hakketmişlerdir.
إِلَّا مَنۡ خَطِفَ ٱلۡخَطۡفَةَ فَأَتۡبَعَهُۥ شِهَابࣱ ثَاقِبࣱ ﴿10﴾
Bir söz kapan olursa, onu, delici bir ışın izler.
فَٱسۡتَفۡتِهِمۡ أَهُمۡ أَشَدُّ خَلۡقًا أَم مَّنۡ خَلَقۡنَاۤۚ إِنَّا خَلَقۡنَـٰهُم مِّن طِینࣲ لَّازِبِۭ ﴿11﴾
Sor onlara, \"Yaratılış bakımından onlar mı daha çetin, yoksa bizim yarattıklarımız mı?\" Onları yapışkan bir balçıktan yarattık.
بَلۡ عَجِبۡتَ وَیَسۡخَرُونَ ﴿12﴾
Sen hayranlık duyarken onlar alay ediyorlar.
وَإِذَا ذُكِّرُوا۟ لَا یَذۡكُرُونَ ﴿13﴾
Kendilerine hatırlatıldığında öğüt almıyorlar.
وَإِذَا رَأَوۡا۟ ءَایَةࣰ یَسۡتَسۡخِرُونَ ﴿14﴾
Bir delil gördüklerinde onu alaya alıyorlar.
وَقَالُوۤا۟ إِنۡ هَـٰذَاۤ إِلَّا سِحۡرࣱ مُّبِینٌ ﴿15﴾
Derler, \"Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir.\"
أَءِذَا مِتۡنَا وَكُنَّا تُرَابࣰا وَعِظَـٰمًا أَءِنَّا لَمَبۡعُوثُونَ ﴿16﴾
\"Ölüp, toprak ve kemik olduktan sonra mı, biz mi diriltilecekmişiz?\"
أَوَءَابَاۤؤُنَا ٱلۡأَوَّلُونَ ﴿17﴾
\"Hatta bizden önceki atalarımız da mı?\"
قُلۡ نَعَمۡ وَأَنتُمۡ دَ ٰخِرُونَ ﴿18﴾
De ki, \"Evet, hem de horlanarak.\"
فَإِنَّمَا هِیَ زَجۡرَةࣱ وَ ٰحِدَةࣱ فَإِذَا هُمۡ یَنظُرُونَ ﴿19﴾
O, bir tek dokunmadır. O zaman (kalkıp) bakınırlar.
وَقَالُوا۟ یَـٰوَیۡلَنَا هَـٰذَا یَوۡمُ ٱلدِّینِ ﴿20﴾
\"Vay halimize!\" derler, \"Bu Yargı Günüdür.\"
هَـٰذَا یَوۡمُ ٱلۡفَصۡلِ ٱلَّذِی كُنتُم بِهِۦ تُكَذِّبُونَ ﴿21﴾
Bu, sizin yalanlamış olduğunuz karar günüdür.
۞ ٱحۡشُرُوا۟ ٱلَّذِینَ ظَلَمُوا۟ وَأَزۡوَ ٰجَهُمۡ وَمَا كَانُوا۟ یَعۡبُدُونَ ﴿22﴾
Zalimleri toplayın. Eşlerini ve,
مِن دُونِ ٱللَّهِ فَٱهۡدُوهُمۡ إِلَىٰ صِرَ ٰطِ ٱلۡجَحِیمِ ﴿23﴾
ALLAH'tan başka taptıklarını... Onlara cehennemin yolunu gösterin.
وَقِفُوهُمۡۖ إِنَّهُم مَّسۡـُٔولُونَ ﴿24﴾
Ve durdurun onları; sorguya çekileceklerdir.
یَقُولُ أَءِنَّكَ لَمِنَ ٱلۡمُصَدِّقِینَ ﴿52﴾
\"Şöyle konuşurdu, 'Sen de doğruluyor musun?\"
أَءِذَا مِتۡنَا وَكُنَّا تُرَابࣰا وَعِظَـٰمًا أَءِنَّا لَمَدِینُونَ ﴿53﴾
\"Biz toprak ve kemik olduktan sonra mı, biz mi dirileceğiz?\"
قَالَ هَلۡ أَنتُم مُّطَّلِعُونَ ﴿54﴾
(Yanındakilere,) \"Bakar mısınız?\" der.
فَٱطَّلَعَ فَرَءَاهُ فِی سَوَاۤءِ ٱلۡجَحِیمِ ﴿55﴾
Baktığında, onu cehennemin ortasında bulur.
قَالَ تَٱللَّهِ إِن كِدتَّ لَتُرۡدِینِ ﴿56﴾
\"ALLAH'a andolsun, az kalsın sen beni de mahfedecektin,\" der.
وَلَوۡلَا نِعۡمَةُ رَبِّی لَكُنتُ مِنَ ٱلۡمُحۡضَرِینَ ﴿57﴾
\"Rabbimin nimeti olmasaydı, ben de şimde seninle birlikte olurdum.\"
أَفَمَا نَحۡنُ بِمَیِّتِینَ ﴿58﴾
\"(Sana göre), biz öldüğümüzde,\"
إِلَّا مَوۡتَتَنَا ٱلۡأُولَىٰ وَمَا نَحۡنُ بِمُعَذَّبِینَ ﴿59﴾
\"İlk ölüm hariç, cezalandırılmayacaktık hani?\"
إِنَّ هَـٰذَا لَهُوَ ٱلۡفَوۡزُ ٱلۡعَظِیمُ ﴿60﴾
İşte büyük zafer budur.
لِمِثۡلِ هَـٰذَا فَلۡیَعۡمَلِ ٱلۡعَـٰمِلُونَ ﴿61﴾
Çalışanlar bunun için çalışmalı.
أَذَ ٰلِكَ خَیۡرࣱ نُّزُلًا أَمۡ شَجَرَةُ ٱلزَّقُّومِ ﴿62﴾
Bu mu daha iyi bir duraktır, yoksa zakkum ağacı mı?
إِنَّا جَعَلۡنَـٰهَا فِتۡنَةࣰ لِّلظَّـٰلِمِینَ ﴿63﴾
Biz onu zalimler için bir test kıldık.
إِنَّهَا شَجَرَةࣱ تَخۡرُجُ فِیۤ أَصۡلِ ٱلۡجَحِیمِ ﴿64﴾
O, cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır.
طَلۡعُهَا كَأَنَّهُۥ رُءُوسُ ٱلشَّیَـٰطِینِ ﴿65﴾
Tomurcukları şeytanların başı gibidir.
فَإِنَّهُمۡ لَـَٔاكِلُونَ مِنۡهَا فَمَالِـُٔونَ مِنۡهَا ٱلۡبُطُونَ ﴿66﴾
Onlar ondan yiyerek karınlarını doyuracaklar.
ثُمَّ إِنَّ لَهُمۡ عَلَیۡهَا لَشَوۡبࣰا مِّنۡ حَمِیمࣲ ﴿67﴾
Bunun üstüne onlar için cehennemi bir kokteyl vardır.
ثُمَّ إِنَّ مَرۡجِعَهُمۡ لَإِلَى ٱلۡجَحِیمِ ﴿68﴾
Sonra dönüşleri yine cehennemedir.
إِنَّهُمۡ أَلۡفَوۡا۟ ءَابَاۤءَهُمۡ ضَاۤلِّینَ ﴿69﴾
Onlar, atalarını sapık kimseler olarak bulmuşlardı.
فَهُمۡ عَلَىٰۤ ءَاثَـٰرِهِمۡ یُهۡرَعُونَ ﴿70﴾
Ve onların izlerini körükörüne izliyorlardı.
وَلَقَدۡ ضَلَّ قَبۡلَهُمۡ أَكۡثَرُ ٱلۡأَوَّلِینَ ﴿71﴾
Kendilerinden önce de niceleri aynı şekilde sapmıştı.
وَلَقَدۡ أَرۡسَلۡنَا فِیهِم مُّنذِرِینَ ﴿72﴾
İçlerinden uyarıcılar göndermiştik.
فَٱنظُرۡ كَیۡفَ كَانَ عَـٰقِبَةُ ٱلۡمُنذَرِینَ ﴿73﴾
Uyarılanların sonunun nasıl olduğuna bir bak.
إِلَّا عِبَادَ ٱللَّهِ ٱلۡمُخۡلَصِینَ ﴿74﴾
Kendilerini sadece ALLAH'a adayan kulları hariç.
وَلَقَدۡ نَادَىٰنَا نُوحࣱ فَلَنِعۡمَ ٱلۡمُجِیبُونَ ﴿75﴾
Nuh bize seslenmişti de ne güzel karşılık vermiştik.
وَنَجَّیۡنَـٰهُ وَأَهۡلَهُۥ مِنَ ٱلۡكَرۡبِ ٱلۡعَظِیمِ ﴿76﴾
Onu ve ailesini o büyük felaketten kurtarmıştık.
وَجَعَلۡنَا ذُرِّیَّتَهُۥ هُمُ ٱلۡبَاقِینَ ﴿77﴾
Onun soyunu ise yaşattık.
وَتَرَكۡنَا عَلَیۡهِ فِی ٱلۡـَٔاخِرِینَ ﴿78﴾
Ve biz onu daha sonrakiler için bıraktık.
سَلَـٰمٌ عَلَىٰ نُوحࣲ فِی ٱلۡعَـٰلَمِینَ ﴿79﴾
Tarih boyunca Nuh'a selam.
إِنَّا كَذَ ٰلِكَ نَجۡزِی ٱلۡمُحۡسِنِینَ ﴿80﴾
Biz güzel davrananları işte böyle ödüllendiririz.
إِنَّهُۥ مِنۡ عِبَادِنَا ٱلۡمُؤۡمِنِینَ ﴿81﴾
O, bizim inanan kullarımızdandı.
ثُمَّ أَغۡرَقۡنَا ٱلۡـَٔاخَرِینَ ﴿82﴾
Sonra diğerlerini boğduk.
۞ وَإِنَّ مِن شِیعَتِهِۦ لَإِبۡرَ ٰهِیمَ ﴿83﴾
İbrahim onun bir kolundan idi.
إِذۡ جَاۤءَ رَبَّهُۥ بِقَلۡبࣲ سَلِیمٍ ﴿84﴾
Rabbine tertemiz bir kalp ile gelmişti.
إِذۡ قَالَ لِأَبِیهِ وَقَوۡمِهِۦ مَاذَا تَعۡبُدُونَ ﴿85﴾
Babasına ve halkına, \"Neye tapıyorsunuz?\" demişti.
أَىِٕفۡكًا ءَالِهَةࣰ دُونَ ٱللَّهِ تُرِیدُونَ ﴿86﴾
\"ALLAH'ın dışında, uyduruk tanrılar mı istiyorsunuz?\"
فَمَا ظَنُّكُم بِرَبِّ ٱلۡعَـٰلَمِینَ ﴿87﴾
\"Evrenlerin Rabbini ne zannediyorsunuz?\"
فَنَظَرَ نَظۡرَةࣰ فِی ٱلنُّجُومِ ﴿88﴾
Yıldızlara bir göz attı.
فَقَالَ إِنِّی سَقِیمࣱ ﴿89﴾
\"Bıktım, yoruldum artık,\" dedi.
فَتَوَلَّوۡا۟ عَنۡهُ مُدۡبِرِینَ ﴿90﴾
Onlar da onu bırakıp gittiler.
فَرَاغَ إِلَىٰۤ ءَالِهَتِهِمۡ فَقَالَ أَلَا تَأۡكُلُونَ ﴿91﴾
Sonra, tanrılarına yöneldi ve \"Yemez misiniz?\" dedi.
مَا لَكُمۡ لَا تَنطِقُونَ ﴿92﴾
\"Neyiniz var, neden konuşmuyorsunuz?\"
فَرَاغَ عَلَیۡهِمۡ ضَرۡبَۢا بِٱلۡیَمِینِ ﴿93﴾
Ve üzerlerine yürüyüp tüm gücüyle vurdu.
فَأَقۡبَلُوۤا۟ إِلَیۡهِ یَزِفُّونَ ﴿94﴾
Hemen ona doğru koşuştular
قَالَ أَتَعۡبُدُونَ مَا تَنۡحِتُونَ ﴿95﴾
Dedi ki, \"Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?\".
وَٱللَّهُ خَلَقَكُمۡ وَمَا تَعۡمَلُونَ ﴿96﴾
\"ALLAH, sizi de ve yaptığınız şeyleri de yaratandır.\"
قَالُوا۟ ٱبۡنُوا۟ لَهُۥ بُنۡیَـٰنࣰا فَأَلۡقُوهُ فِی ٱلۡجَحِیمِ ﴿97﴾
Dediler ki, \"Onun için bir yapı kurun ve onu ateşe atın.\"
فَأَرَادُوا۟ بِهِۦ كَیۡدࣰا فَجَعَلۡنَـٰهُمُ ٱلۡأَسۡفَلِینَ ﴿98﴾
Onun için bir plan düşündüler, fakat biz onları altettik.
وَقَالَ إِنِّی ذَاهِبٌ إِلَىٰ رَبِّی سَیَهۡدِینِ ﴿99﴾
Dedi ki, \"Ben Rabbime gidiyorum; O bana yol gösterir.\"
رَبِّ هَبۡ لِی مِنَ ٱلصَّـٰلِحِینَ ﴿100﴾
\"Rabbim, bana erdemli birini bağışla.\"
فَبَشَّرۡنَـٰهُ بِغُلَـٰمٍ حَلِیمࣲ ﴿101﴾
Biz de ona yumuşak huylu bir erkek çocuk bağışladık.
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ ٱلسَّعۡیَ قَالَ یَـٰبُنَیَّ إِنِّیۤ أَرَىٰ فِی ٱلۡمَنَامِ أَنِّیۤ أَذۡبَحُكَ فَٱنظُرۡ مَاذَا تَرَىٰۚ قَالَ یَـٰۤأَبَتِ ٱفۡعَلۡ مَا تُؤۡمَرُۖ سَتَجِدُنِیۤ إِن شَاۤءَ ٱللَّهُ مِنَ ٱلصَّـٰبِرِینَ ﴿102﴾
Onunla birlikte çalışma çağına varınca, \"Oğlum,\" dedi, \"Rüyamda seni boğazlamam gerektiğini görüyorum. Ne düşünüyorsun?\" \"Babacığım,\" dedi, \"Sana emredileni uygula. ALLAH dilerse beni sabırlı bulacaksın.\"
فَلَمَّاۤ أَسۡلَمَا وَتَلَّهُۥ لِلۡجَبِینِ ﴿103﴾
Böylece ikisi de teslim oldu ve onu alnı üzerine yıktı.
وَنَـٰدَیۡنَـٰهُ أَن یَـٰۤإِبۡرَ ٰهِیمُ ﴿104﴾
Kendisine, \"İbrahim!\" diye seslendik,
قَدۡ صَدَّقۡتَ ٱلرُّءۡیَاۤۚ إِنَّا كَذَ ٰلِكَ نَجۡزِی ٱلۡمُحۡسِنِینَ ﴿105﴾
\"Sen rüyanı uyguladın.\" İyileri böyle ödüllendiririz.
إِنَّ هَـٰذَا لَهُوَ ٱلۡبَلَـٰۤؤُا۟ ٱلۡمُبِینُ ﴿106﴾
Gerçekten bu apaçık bir sınavdı.
وَفَدَیۡنَـٰهُ بِذِبۡحٍ عَظِیمࣲ ﴿107﴾
Ve biz ona fidye olarak büyük bir kurban verdik.
وَتَرَكۡنَا عَلَیۡهِ فِی ٱلۡـَٔاخِرِینَ ﴿108﴾
Sonrakiler için onun tarihini koruduk.
سَلَـٰمٌ عَلَىٰۤ إِبۡرَ ٰهِیمَ ﴿109﴾
İbrahim'e selam olsun.
كَذَ ٰلِكَ نَجۡزِی ٱلۡمُحۡسِنِینَ ﴿110﴾
Biz iyi davrananları böyle ödüllendiririz.
إِنَّهُۥ مِنۡ عِبَادِنَا ٱلۡمُؤۡمِنِینَ ﴿111﴾
O, bizim inanan kullarımızdandı.
وَبَشَّرۡنَـٰهُ بِإِسۡحَـٰقَ نَبِیࣰّا مِّنَ ٱلصَّـٰلِحِینَ ﴿112﴾
Ona İshak'ı müjdeledik, erdemlilerden bir peygamber olarak.
وَبَـٰرَكۡنَا عَلَیۡهِ وَعَلَىٰۤ إِسۡحَـٰقَۚ وَمِن ذُرِّیَّتِهِمَا مُحۡسِنࣱ وَظَالِمࣱ لِّنَفۡسِهِۦ مُبِینࣱ ﴿113﴾
Ona da İshak'a da lütufta bulunduk. Kuşkusuz, ikisinin de soyundan hem iyi davrananlar var, hem kendisine zulmedenler.
وَلَقَدۡ مَنَنَّا عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَـٰرُونَ ﴿114﴾
Biz Musa'ya ve Harun'a iyilikte bulunmuştuk.
وَنَجَّیۡنَـٰهُمَا وَقَوۡمَهُمَا مِنَ ٱلۡكَرۡبِ ٱلۡعَظِیمِ ﴿115﴾
İkisini ve halklarını o büyük felaketten kurtardık.
وَنَصَرۡنَـٰهُمۡ فَكَانُوا۟ هُمُ ٱلۡغَـٰلِبِینَ ﴿116﴾
Onlara yardım ettik de üstün geldiler.
وَءَاتَیۡنَـٰهُمَا ٱلۡكِتَـٰبَ ٱلۡمُسۡتَبِینَ ﴿117﴾
Ve o ikisine apaçık anlaşılan kitabı verdik.
وَهَدَیۡنَـٰهُمَا ٱلصِّرَ ٰطَ ٱلۡمُسۡتَقِیمَ ﴿118﴾
Her ikisini doğru yola ilettik.
وَتَرَكۡنَا عَلَیۡهِمَا فِی ٱلۡـَٔاخِرِینَ ﴿119﴾
O ikisinin tarihini sonrakiler için koruduk.
سَلَـٰمٌ عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَـٰرُونَ ﴿120﴾
Musa'ya ve Harun'a selam (barış) olsun.
إِنَّا كَذَ ٰلِكَ نَجۡزِی ٱلۡمُحۡسِنِینَ ﴿121﴾
Biz, iyi davrananları işte böyle ödüllendiririz.
إِنَّهُمَا مِنۡ عِبَادِنَا ٱلۡمُؤۡمِنِینَ ﴿122﴾
O ikisi bizim inanan kullarımızdandı.
وَإِنَّ إِلۡیَاسَ لَمِنَ ٱلۡمُرۡسَلِینَ ﴿123﴾
İlyas elçilerden biriydi.
إِذۡ قَالَ لِقَوۡمِهِۦۤ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿124﴾
Halkına, \"Erdemli olmayacak mısınız?\" dedi.
أَتَدۡعُونَ بَعۡلࣰا وَتَذَرُونَ أَحۡسَنَ ٱلۡخَـٰلِقِینَ ﴿125﴾
En güzel Yaratanı bırakıp Ba'le mi taparsınız?
ٱللَّهَ رَبَّكُمۡ وَرَبَّ ءَابَاۤىِٕكُمُ ٱلۡأَوَّلِینَ ﴿126﴾
ALLAH sizin ve geçmişteki atalarınızın Rabbidir.
فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمۡ لَمُحۡضَرُونَ ﴿127﴾
Onu yalanladılar; onlar hesaba çekileceklerdir.
إِلَّا عِبَادَ ٱللَّهِ ٱلۡمُخۡلَصِینَ ﴿128﴾
Kendilerini sadece ALLAH'a adayan kulları hariç.
وَتَرَكۡنَا عَلَیۡهِ فِی ٱلۡـَٔاخِرِینَ ﴿129﴾
Sonrakiler için onun tarihini koruduk.
سَلَـٰمٌ عَلَىٰۤ إِلۡ یَاسِینَ ﴿130﴾
İlyasin'e salam olsun.
إِنَّا كَذَ ٰلِكَ نَجۡزِی ٱلۡمُحۡسِنِینَ ﴿131﴾
İyi davrananları biz böyle ödüllendiririz.
إِنَّهُۥ مِنۡ عِبَادِنَا ٱلۡمُؤۡمِنِینَ ﴿132﴾
O bizim inanan kullarımızdandı.
وَإِنَّ لُوطࣰا لَّمِنَ ٱلۡمُرۡسَلِینَ ﴿133﴾
Lut da elçilerden biriydi.
إِذۡ نَجَّیۡنَـٰهُ وَأَهۡلَهُۥۤ أَجۡمَعِینَ ﴿134﴾
Onu ve ailesini topluca kurtardık.
إِلَّا عَجُوزࣰا فِی ٱلۡغَـٰبِرِینَ ﴿135﴾
Ancak geride kalan yaşlı kadın hariç.
ثُمَّ دَمَّرۡنَا ٱلۡـَٔاخَرِینَ ﴿136﴾
Sonra diğerlerini yok ettik.
وَإِنَّكُمۡ لَتَمُرُّونَ عَلَیۡهِم مُّصۡبِحِینَ ﴿137﴾
Siz yıkıntılarının yanından geçiyorsunuz; sabahleyin,
وَبِٱلَّیۡلِۚ أَفَلَا تَعۡقِلُونَ ﴿138﴾
Ve geceleyin. Aklınızı kullanmaz mısınız?
وَإِنَّ یُونُسَ لَمِنَ ٱلۡمُرۡسَلِینَ ﴿139﴾
Yunus da elçilerden biriydi.
إِذۡ أَبَقَ إِلَى ٱلۡفُلۡكِ ٱلۡمَشۡحُونِ ﴿140﴾
Dolu bir gemiye kaçmıştı.
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ ٱلۡمُدۡحَضِینَ ﴿141﴾
Karşı çıktı ve kayanlardan oldu.
فَٱلۡتَقَمَهُ ٱلۡحُوتُ وَهُوَ مُلِیمࣱ ﴿142﴾
Balık onu yuttu, bundan o sorumluydu.
فَلَوۡلَاۤ أَنَّهُۥ كَانَ مِنَ ٱلۡمُسَبِّحِینَ ﴿143﴾
(Tanrı'yı) anıp düşünmeseydi,
لَلَبِثَ فِی بَطۡنِهِۦۤ إِلَىٰ یَوۡمِ یُبۡعَثُونَ ﴿144﴾
Diriliş Gününe kadar onun karnında kalacaktı.
۞ فَنَبَذۡنَـٰهُ بِٱلۡعَرَاۤءِ وَهُوَ سَقِیمࣱ ﴿145﴾
Onu çöl gibi bir sahile attık, yorgun ve bitkin...
وَأَنۢبَتۡنَا عَلَیۡهِ شَجَرَةࣰ مِّن یَقۡطِینࣲ ﴿146﴾
Ve onun için orada geniş yapraklı ağaç yetiştirdik.
وَأَرۡسَلۡنَـٰهُ إِلَىٰ مِا۟ئَةِ أَلۡفٍ أَوۡ یَزِیدُونَ ﴿147﴾
Biz onu yüzbin veya daha çok kişiye gönderdik.
فَـَٔامَنُوا۟ فَمَتَّعۡنَـٰهُمۡ إِلَىٰ حِینࣲ ﴿148﴾
İnandılar, biz de onları bir süreye kadar geçindirdik.
فَٱسۡتَفۡتِهِمۡ أَلِرَبِّكَ ٱلۡبَنَاتُ وَلَهُمُ ٱلۡبَنُونَ ﴿149﴾
Sor onlara, kızları senin Rabbine, erkekleri kendilerine mi ayırıyorlar?\"
أَمۡ خَلَقۡنَا ٱلۡمَلَـٰۤىِٕكَةَ إِنَـٰثࣰا وَهُمۡ شَـٰهِدُونَ ﴿150﴾
Yoksa melekleri, onların gözü önünde dişi olarak mı yarattık?
أَلَاۤ إِنَّهُم مِّنۡ إِفۡكِهِمۡ لَیَقُولُونَ ﴿151﴾
Aslında onlar uydurdukları yüzünden diyorlar ki:
وَلَدَ ٱللَّهُ وَإِنَّهُمۡ لَكَـٰذِبُونَ ﴿152﴾
\"ALLAH doğurdu.\" Onlar yalancıdırlar.
أَصۡطَفَى ٱلۡبَنَاتِ عَلَى ٱلۡبَنِینَ ﴿153﴾
Kızları erkeklere mi tercih etti?
مَا لَكُمۡ كَیۡفَ تَحۡكُمُونَ ﴿154﴾
Size ne oldu, nasıl karar veriyorsunuz?
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ ﴿155﴾
Öğüt almaz mısınız?
أَمۡ لَكُمۡ سُلۡطَـٰنࣱ مُّبِینࣱ ﴿156﴾
Yoksa apaçık bir delile mi sahipsiniz?
فَأۡتُوا۟ بِكِتَـٰبِكُمۡ إِن كُنتُمۡ صَـٰدِقِینَ ﴿157﴾
Doğruysanız kitabınızı getirin.
وَجَعَلُوا۟ بَیۡنَهُۥ وَبَیۡنَ ٱلۡجِنَّةِ نَسَبࣰاۚ وَلَقَدۡ عَلِمَتِ ٱلۡجِنَّةُ إِنَّهُمۡ لَمُحۡضَرُونَ ﴿158﴾
Hatta O'nunla cinler arasında bir akrabalık uydurdular. Halbuki cinler sorguya çekileceklerini bilirler.
سُبۡحَـٰنَ ٱللَّهِ عَمَّا یَصِفُونَ ﴿159﴾
ALLAH onları yakıştırmalarından çok Yücedir.
إِلَّا عِبَادَ ٱللَّهِ ٱلۡمُخۡلَصِینَ ﴿160﴾
Kendilerini sadece ALLAH'a adayan kulları hariç.
فَإِنَّكُمۡ وَمَا تَعۡبُدُونَ ﴿161﴾
Siz ve tapmakta olduklarınız,
مَاۤ أَنتُمۡ عَلَیۡهِ بِفَـٰتِنِینَ ﴿162﴾
O'na karşı kimseyi saptıramazsınız.
إِلَّا مَنۡ هُوَ صَالِ ٱلۡجَحِیمِ ﴿163﴾
Ancak cehennemde yanacaklar hariç.
وَمَا مِنَّاۤ إِلَّا لَهُۥ مَقَامࣱ مَّعۡلُومࣱ ﴿164﴾
Her birimizin belli bir görevi vardır.
وَإِنَّا لَنَحۡنُ ٱلصَّاۤفُّونَ ﴿165﴾
Biz, dizenleriz,
وَإِنَّا لَنَحۡنُ ٱلۡمُسَبِّحُونَ ﴿166﴾
Biz, anıp yüceltenleriz.
وَإِن كَانُوا۟ لَیَقُولُونَ ﴿167﴾
Diyorlardı ki,
لَوۡ أَنَّ عِندَنَا ذِكۡرࣰا مِّنَ ٱلۡأَوَّلِینَ ﴿168﴾
\"Yanımızda öncekilerden bir uyarı bulunsaydı,\"
لَكُنَّا عِبَادَ ٱللَّهِ ٱلۡمُخۡلَصِینَ ﴿169﴾
\"Kendimizi ALLAH'a adar, sadece O'na kul olurduk.\"
فَكَفَرُوا۟ بِهِۦۖ فَسَوۡفَ یَعۡلَمُونَ ﴿170﴾
Böylece onu inkar ettiler; ileride bilecekler.
وَلَقَدۡ سَبَقَتۡ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا ٱلۡمُرۡسَلِینَ ﴿171﴾
Elçilikle görevli kullarımız için söz verilmiştir.
إِنَّهُمۡ لَهُمُ ٱلۡمَنصُورُونَ ﴿172﴾
Onlar elbette zafere ulaşacaklar.
وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ ٱلۡغَـٰلِبُونَ ﴿173﴾
Bizim ordumuz kesinlikle üstün gelecektir.
فَتَوَلَّ عَنۡهُمۡ حَتَّىٰ حِینࣲ ﴿174﴾
Öyleyse bir süre için onlara aldırış etme.
وَأَبۡصِرۡهُمۡ فَسَوۡفَ یُبۡصِرُونَ ﴿175﴾
Onları seyret; onlar da görecekler.
أَفَبِعَذَابِنَا یَسۡتَعۡجِلُونَ ﴿176﴾
Azabımıza mı meydan okuyorlar?
فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمۡ فَسَاۤءَ صَبَاحُ ٱلۡمُنذَرِینَ ﴿177﴾
Yurtlarına inince uyarılanların sabahı ne kötü olur!
وَتَوَلَّ عَنۡهُمۡ حَتَّىٰ حِینࣲ ﴿178﴾
Bir süreye kadar onlara aldırış etme.
وَأَبۡصِرۡ فَسَوۡفَ یُبۡصِرُونَ ﴿179﴾
Onları gözle; onlar da görecekler.
سُبۡحَـٰنَ رَبِّكَ رَبِّ ٱلۡعِزَّةِ عَمَّا یَصِفُونَ ﴿180﴾
Üstünlük ve onurun sahibi olan Rabbin, onların nitelemelerinden çok yücedir.
وَسَلَـٰمٌ عَلَى ٱلۡمُرۡسَلِینَ ﴿181﴾
Gönderilmiş elçilere selam olsun.
وَٱلۡحَمۡدُ لِلَّهِ رَبِّ ٱلۡعَـٰلَمِینَ ﴿182﴾
Evrenlerin Rabbi olan ALLAH'a övgüler olsun.