Setting
Surah The Chargers [Al-Adiyat] in Turkish
وَٱلْعَٰدِيَٰتِ ضَبْحًۭا ﴿١﴾
Andolsun soluya soluya koşanlara.
Soluk soluğa koşan (at)lara andolsun,
vel`âdiyâti ḍabḥâ.
And olsun Allah yolunda koştukça koşanlara;
Harıl harıl koşanlara,
Andolsun soluyarak aşanlara,
O harıl harıl (savaşa) koşanlara,
Yemin olsun soluyuşlarıyla ses çıkararak koşanlara/nefes nefese saldıranlara,
Gazilerin nefes nefese koşan,
Andolsun nefesleriyle (güp güp) ses çıkararak koşan(at)lara,
فَٱلْمُورِيَٰتِ قَدْحًۭا ﴿٢﴾
Tırnaklarıyle bastıkça taştan kıvılcım saçanlara.
(Tırnaklarıyla) Ateş saçanlara,
felmûriyâti ḳadḥâ.
And olsun kıvılcımlar saçanlara;
(Nallarıyla) çakarak kıvılcım saçanlara,
Ateş saçarak gidenlere,
(Tırnaklarıyla yerden) ateş çıkaranlara,
Çakıp çakıp ateş çıkaranlara,
Koşarken tırnaklarıyla kıvılcımlar saçan,
(Tırnaklariyle yerden) Ateş çıkaranlara,
فَٱلْمُغِيرَٰتِ صُبْحًۭا ﴿٣﴾
Sabah çağı, düşmanı basanlara.
Sabah vakti baskın yapanlara.
felmügîrâti ṣubḥâ.
Sabah sabah akına çıkanlara;
(Ansızın) sabah baskını yapanlara,
Sabah sabah akın edenlere,
Sabahleyin akın edenlere,
Sabahleyin akın edenlere/baskın yapıp toprak fethedenlere,
Sabah erkenden baskın basan,
Sabahleyin akın edenlere,
فَأَثَرْنَ بِهِۦ نَقْعًۭا ﴿٤﴾
Derken her yanı toza, dumana boğanlara.
Derken, orada tozu dumana katanlara,
feeŝerne bihî naḳ`â.
Ve tozu dumana katanlara;
Orada tozu dumana katanlara,
Toz koparanlara,
Tozu dumana karıştıranlara,
Derken, onunla toz duman çıkaranlara,
O esnada tozu dumana katan,
(Koşarak) Toz koparanlara,
فَوَسَطْنَ بِهِۦ جَمْعًا ﴿٥﴾
Derken düşman topluluğunun ta ortasına dalanlara.
Bununla bir (düşman) topluluğun orta yerine kadar dalanlara.
fevesaṭne bihî cem`â.
Düşman topluluğunun içine dalanlara ki:
Derken orada bir topluluğun ta ortasına girenlere yemin ederim ki,
Ve topluluğun içine dalanlara ki;
Derken bir topluluğun ortasına dalanlara yemin ederim ki,
Derken, onunla bir topluluğun ortasına dalanlara ki,
Derken düşman kuvvetinin ortasına dalan atların hakkı için ki:
Derken bir topluluğun ortasına dalanlara.
إِنَّ ٱلْإِنسَٰنَ لِرَبِّهِۦ لَكَنُودٌۭ ﴿٦﴾
Şüphe yok ki insan, Rabbine karşı pek inatçıdır, pek nankördür.
Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür.
inne-l'insâne lirabbihî lekenûd.
İnsan gerçekten Rabbine karşı pek nankördür.
Şüphesiz insan, Rabbine karşı pek nankördür.
İnsan Rabbine karşı çok nankördür.
Şüphesiz insan, Rabbine karşı çok nankördür.
İnsan, Rabbine karşı gerçekten çok nankördür!
Gerçekten insan, Rabbine karşı çok nankördür!
(Bunlara andolsun) Ki insan, Rabbine karşı çok nankördür.
وَإِنَّهُۥ عَلَىٰ ذَٰلِكَ لَشَهِيدٌۭ ﴿٧﴾
Ve şüphe yok ki o, buna tanıktır.
Ve gerçekten, kendisi buna şahiddir.
veinnehû `alâ ẕâlike leşehîd.
Doğrusu kendisi de bunların hepsine şahittir.
Şüphesiz buna kendisi de şahittir,
Üstelik buna da tanıktır.
Ve kendisi de buna şahittir.
Ve kendisi de buna iyiden iyiye tanıktır.
Kendisi de buna şahittir.
Ve o da buna şahiddir.
وَإِنَّهُۥ لِحُبِّ ٱلْخَيْرِ لَشَدِيدٌ ﴿٨﴾
Ve şüphe yok ki insan, hayrına yarıyan malamülke karşı da pek düşkündür, pek nekestir.
Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır.
veinnehû liḥubbi-lḫayri leşedîd.
Gerçekten mala da pek düşkündür.
Ve o, mal sevgisine de aşırı derecede düşkündür.
O mala çok düşkündür.
Gerçekten o dünya malını çok sevdiği için katıdır.
O, mal ve servet arzusu yüzünden alabildiğine katıdır.
Ondaki mal hırsı pek şiddetlidir.
Doğrusu o, malı çok sever.
۞ أَفَلَا يَعْلَمُ إِذَا بُعْثِرَ مَا فِى ٱلْقُبُورِ ﴿٩﴾
Fakat bilmez mi ki kabirlerdekiler, dışarı çıkınca.
Yine de bilmeyecek mi? Kabirlerde olanların 'deşilip dışa atıldığı,'
efelâ ya`lemü iẕâ bü`ŝira mâ fi-lḳubûr.
İnsan, kabirlerde bulunanların çıkarılacağı ve kalblerde olanların ortaya konulacağı bir zamanın geleceğini bilmez mi?
Kabirlerde bulunanların diriltilip dışarı atıldığını düşünmez mi?
Bilmez mi ki, mezardakiler ortaya atıldığı,
Bilmiyor mu ki, kabirlerin içindekiler fırlatılacak.
Bilmez mi ki o, kabirler içindekiler dışarı fırlatıldığında,
Peki o insan, kendisinin ve malının âkıbetini hâlâ bilip anlamayacak mı?Kabirlerde olanlar diriltilip dışarı atıldığı zaman, sinelerin içinde bulunan her şey derlenip ortaya konulduğu zaman,
Bilmez mi o, kabirlerde olanlar dışarı atıldığı,
وَحُصِّلَ مَا فِى ٱلصُّدُورِ ﴿١٠﴾
Ve gönüllerdekiler, meydana vurulup bilinince.
Göğüslerde olanların derlenip-devşirildiği zamanı?
veḥuṣṣile mâ fi-ṣṣudûr.
İnsan, kabirlerde bulunanların çıkarılacağı ve kalblerde olanların ortaya konulacağı bir zamanın geleceğini bilmez mi?
Ve kalplerde gizlenenler ortaya konduğu zaman,
Ve göğüslerde gizlenenler açığa çıkarıldığı zaman,
Ve sinelerin içindekiler derlenecek.
Göğüslerin içindekiler derlenip toplandığında,
Peki o insan, kendisinin ve malının âkıbetini hâlâ bilip anlamayacak mı?Kabirlerde olanlar diriltilip dışarı atıldığı zaman, sinelerin içinde bulunan her şey derlenip ortaya konulduğu zaman,
Göğüslerde bulunanlar devşirildiği zaman,
إِنَّ رَبَّهُم بِهِمْ يَوْمَئِذٍۢ لَّخَبِيرٌۢ ﴿١١﴾
Şüphe yok ki Rabbin, o gün, onların her şeyini bilir elbette.
Şüphesiz, o gün Rableri, kendilerinden gerçekten haberdardır.
inne rabbehüm bihim yevmeiẕil leḫabîr.
Doğrusu Rableri o gün onların her şeyinden haberdardır.
Şüphesiz Rableri o gün onlardan tamamıyle haberdar
Evet o gün Rab'leri onların herşeyinden haberlidir.
O gün Rableri onların bütün yaptıklarından haberdardır
Hiç kuşkusuz, o gün, Rableri onlardan iyice haberdar olacaktır.
İşte bilhassa o gün, Rab'leri, onların bütün yaptıklarından haberdardır.
O gün Rabbleri onların her halini haber almış(gizli ve açık bütün yaptıklarını bilmiş)tir.