Main pages

Surah The rising of the dead [Al-Qiyama] in Turkish

Surah The rising of the dead [Al-Qiyama] Ayah 40 Location Maccah Number 75

لَآ أُقْسِمُ بِيَوْمِ ٱلْقِيَٰمَةِ ﴿١﴾

Andolsun kıyamet gününe.

Alİ Bulaç

Hayır, kalkış (kıyamet) gününe and ederim.

Çeviriyazı

lâ uḳsimü biyevmi-lḳiyâmeh.

Diyanet İşleri

Kıyamet gününe yemin ederim.

Diyanet Vakfı

Kıyamet gününe yemin ederim.

Edip Yüksel

Diriliş Gününe and içerim.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hayır, yemin ederim o kıyamet gününe.

Öztürk

Hayır, öyle değil! Kıyamet gününe yemin ederim ki,

Suat Yıldırım

Hayır, gerçek öyle değil! Kıyamet günü hakkı için,

Süleyman Ateş

Yoo, kıyamet gününe and içerim,

وَلَآ أُقْسِمُ بِٱلنَّفْسِ ٱللَّوَّامَةِ ﴿٢﴾

Ve andolsun kendini kınayıp duran nefse.

Alİ Bulaç

Ve yine hayır; kendini kınayıp duran nefse de and ederim.

Çeviriyazı

velâ uḳsimü binnefsi-llevvâmeh.

Diyanet İşleri

Ve nedamet çeken nefse yemin ederim.

Diyanet Vakfı

Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse yemin ederim (diriltilip hesaba çekileceksiniz).

Edip Yüksel

Sürekli özeleştiride bulunan kişiye and içerim.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yine hayır, yemin ederim o sürekli kendini kınayan nefse.

Öztürk

Öyle değil! Kendisini ısrarla kınayan benliğe de yemin ederim.

Suat Yıldırım

Kendisini eleştirip kusurlarından pişmanlık duyan kimse hakkı için (ki siz mutlaka diriltileceksiniz).

Süleyman Ateş

Yoo, daima, kendini kınayan nefse and içerim.

أَيَحْسَبُ ٱلْإِنسَٰنُ أَلَّن نَّجْمَعَ عِظَامَهُۥ ﴿٣﴾

Sanıyor mu insan, kemiklerini hiç mi toplayamayız?

Alİ Bulaç

İnsan, onun kemiklerini Bizim kesin olarak biraraya getirmeyeceğimizi mi sanıyor?

Çeviriyazı

eyaḥsebü-l'insânü ellen necme`a `iżâmeh.

Diyanet İşleri

İnsan, kemiklerini bir araya toplayamayız mı sanıyor?

Diyanet Vakfı

İnsan, kendisinin kemiklerini biraraya toplayamayacağımızı mı sanır?

Edip Yüksel

İnsan, kemiklerini bir araya toplayamayız mı sanıyor?

Elmalılı Hamdi Yazır

İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?

Öztürk

İnsan, kendisinin kemiklerini asla bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor?

Suat Yıldırım

İnsan zanneder mi ki ölümünden sonra Biz kemiklerini toplayıp onu diriltmeyeceğiz?

Süleyman Ateş

İnsan kendisinin kemiklerini bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor?

بَلَىٰ قَٰدِرِينَ عَلَىٰٓ أَن نُّسَوِّىَ بَنَانَهُۥ ﴿٤﴾

Evet, değil kemiklerini, parmak uçlarını bile düzüp koşmaya gücümüz yeter.

Alİ Bulaç

Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.

Çeviriyazı

belâ ḳâdirîne `alâ en nüsevviye benâneh.

Diyanet İşleri

Evet, Biz onu, parmak uçlarına varıncaya kadar bütün incelikleriyle yeniden yapmaya kadiriz.

Diyanet Vakfı

Evet, bizim, onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.

Edip Yüksel

Evet; parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.

Elmalılı Hamdi Yazır

Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.

Öztürk

Hayır, sandığı gibi değil! Biz onun parmak uçlarını da tam bir biçimde düzenlemeye gücü yetenleriz.

Suat Yıldırım

Evet, toplarız, hem de parmak uçlarına varıncaya kadar eski halinde düzenleriz!

Süleyman Ateş

Evet, toplarız, onun parmak uçlarnı düzenlemeğe gücümüz yeter.

بَلْ يُرِيدُ ٱلْإِنسَٰنُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُۥ ﴿٥﴾

Hayır, insan, ilerde olanı yalanlamak ister.

Alİ Bulaç

Ancak insan, önündeki (sonsuz geleceği)ni de 'fücurla sürdürmek ister.'

Çeviriyazı

bel yürîdü-l'insânü liyefcüra emâmeh.

Diyanet İşleri

Ama, insanoğlu gelecekte de suç işlemek ister de: \"Kıyamet günü ne zamanmış! \" der.

Diyanet Vakfı

Fakat insan önündekini (kıyameti) yalanlamak ister.

Edip Yüksel

Doğrusu, insan her şeyin önüne sergilenmesini ister.

Elmalılı Hamdi Yazır

Fakat insan günahı devam ettirmek ister.

Öztürk

Fakat insan kendi önünde rezillik sergilemeyi ister.

Suat Yıldırım

Fakat insan suç işleyip durmak için önündeki kıyameti inkâr etmek ister de,

Süleyman Ateş

Fakat insan, devamlı suç işleyerek ilerisini berbadetmek ister.

يَسْـَٔلُ أَيَّانَ يَوْمُ ٱلْقِيَٰمَةِ ﴿٦﴾

Ve kıyamet günü ne vakit diye sorar.

Alİ Bulaç

\"Kıyamet günü ne zamanmış\" diye sorar.

Çeviriyazı

yes'elü eyyâne yevmü-lḳiyâmeh.

Diyanet İşleri

Ama, insanoğlu gelecekte de suç işlemek ister de: \"Kıyamet günü ne zamanmış! \" der.

Diyanet Vakfı

\"Kıyamet günü ne zamanmış?\" diye sorar.

Edip Yüksel

\"Diriliş Günü ne zaman?\" diye sorar.

Elmalılı Hamdi Yazır

O kıyamet günü ne zaman? diye sorar.

Öztürk

\"Kıyamet günü nerede/ne zaman?\" diye sorar.

Suat Yıldırım

“Ne zamanmış o kıyamet günü?” diye alay eder.

Süleyman Ateş

Kıyamet günü nerede? diye sorup durur.

فَإِذَا بَرِقَ ٱلْبَصَرُ ﴿٧﴾

Ve şaşırıp gözler dikilince.

Alİ Bulaç

Ama göz 'kamaşıp da kaydığı,'

Çeviriyazı

feiẕâ beriḳa-lbeṣar.

Diyanet İşleri

Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan: \"kaçacak yer nerede?\" der.

Diyanet Vakfı

İşte, göz kamaştığı,

Edip Yüksel

Gözün kamaştığı,

Elmalılı Hamdi Yazır

Ne zaman ki o göz şimşek çakar,

Öztürk

Göz şimşek çaktığında,

Suat Yıldırım

Gözler kamaşıp karardığı,

Süleyman Ateş

Ama göz (güneş gibi ortaya çıkan gerçeğin karşısında) kamaştığı,

وَخَسَفَ ٱلْقَمَرُ ﴿٨﴾

Ve ay tutulunca.

Alİ Bulaç

Ay karardığı,

Çeviriyazı

veḫasefe-lḳamer.

Diyanet İşleri

Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan: \"kaçacak yer nerede?\" der.

Diyanet Vakfı

Ay tutulduğu,

Edip Yüksel

Ayın tutulduğu,

Öztürk

Ay tutulduğunda,

Suat Yıldırım

Ayın ışığının büsbütün gittiği,

Süleyman Ateş

Ay tutulduğu,

وَجُمِعَ ٱلشَّمْسُ وَٱلْقَمَرُ ﴿٩﴾

Ve güneşle ay birleştirilince.

Alİ Bulaç

Güneş ve ay birleştirildiği zaman;

Çeviriyazı

vecümi`a-şşemsü velḳamer.

Diyanet İşleri

Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan: \"kaçacak yer nerede?\" der.

Diyanet Vakfı

Güneşle ay biraraya getirildiği zaman!

Edip Yüksel

Ve güneş ile ay bir araya toplandığı zaman,

Elmalılı Hamdi Yazır

Güneş ve ay toplanır,

Öztürk

Ve Güneş'le Ay biraraya getirildiğinde,

Suat Yıldırım

Güneş ile ay yan yana getirildiği zaman...

Süleyman Ateş

Güneş ve Ay bir araya toplandığı zaman!

يَقُولُ ٱلْإِنسَٰنُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ ٱلْمَفَرُّ ﴿١٠﴾

İnsan der ki o gün, nerede kaçacak yer?

Alİ Bulaç

İnsan o gün: \"Kaçış nereye?\" der.

Çeviriyazı

yeḳûlü-l'insânü yevmeiẕin eyne-lmeferr.

Diyanet İşleri

Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan: \"kaçacak yer nerede?\" der.

Diyanet Vakfı

O gün insan, \"Kaçacak yer neresi!\" diyecektir.

Edip Yüksel

O gün insanoğlu, \"Kaçacak yer nerede?\" der.

Elmalılı Hamdi Yazır

İşte o gün insan, \"kaçacak yer neresi?\" der.

Öztürk

Der ki insan o gün: \"Kaçılacak yer nerede?\"

Suat Yıldırım

İşte o gün insan der: “Var mı kaçacak mekân?”

Süleyman Ateş

(Evet) O gün insan: \"Kaçacak yer neresi?\" der.

كَلَّا لَا وَزَرَ ﴿١١﴾

Hayır, yok kaçacak, sığınacak yer.

Alİ Bulaç

Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok.

Çeviriyazı

kellâ lâ vezer.

Diyanet İşleri

Hayır; hayır; bir sığınak yoktur.

Diyanet Vakfı

Hayır, hayır! (Kaçıp) sığınacak yer yoktur!

Edip Yüksel

Hayır, bir sığınak yok.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hayır, hayır, yok bir siper.

Öztürk

Hayır, yok sığınacak yer!

Suat Yıldırım

Hayır, sığınacak hiçbir yer yoktur.

Süleyman Ateş

Hayır, sığınacak yer yoktur.

إِلَىٰ رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ ٱلْمُسْتَقَرُّ ﴿١٢﴾

O gün Rabbinin katındadır karar edilecek yer.

Alİ Bulaç

O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbinin katıdır.

Çeviriyazı

ilâ rabbike yevmeiẕin-lmüsteḳarr.

Diyanet İşleri

O gün, sen, Rabbinin huzuruna varıp durursun.

Diyanet Vakfı

O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.

Edip Yüksel

O gün son durak Rabb'inin huzurudur.

Elmalılı Hamdi Yazır

O gün varılıp durulacak yer, ancak Rabbinin huzurudur.

Öztürk

Varılıp durulacak yer Rabbinin huzurudur o gün.

Suat Yıldırım

O gün varılacak yer ancak Rabbinin huzurudur!

Süleyman Ateş

O gün varıp durulacak yer, ancak Rabbinin huzurudur (ey insan).

يُنَبَّؤُا۟ ٱلْإِنسَٰنُ يَوْمَئِذٍۭ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ ﴿١٣﴾

O gün önce yaptığı da haber verilir insana, sonra yaptığı da.

Alİ Bulaç

İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir.

Çeviriyazı

yünebbeü-l'insânü yevmeiẕim bimâ ḳaddeme veeḫḫar.

Diyanet İşleri

O gün, insanoğluna önde ve sonda yaptığı ne varsa bildirilir.

Diyanet Vakfı

O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir.

Edip Yüksel

O gün insana, yapıp yapmadığı herşey haber verilir.

Elmalılı Hamdi Yazır

O gün insana, yapıp öne sürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir.

Öztürk

Haber verilir insana o gün önden gönderdiği de arkaya bıraktığı da.

Suat Yıldırım

O gün insana yaptığı her türlü iyilik ve fenalık ile; yapmadığı her türlü iyilik ve fenalık tek tek bildirilir.Ona göre karşılığını alır.

Süleyman Ateş

(O zaman) İnsanın yapıp öne sürdüğü, (yapmayıp) geri bıraktığı herşey kendisine haber verilir.

بَلِ ٱلْإِنسَٰنُ عَلَىٰ نَفْسِهِۦ بَصِيرَةٌۭ ﴿١٤﴾

Hayır, insanın azası, aleyhine tanıklık eder.

Alİ Bulaç

Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir.

Çeviriyazı

beli-l'insânü `alâ nefsihî beṣîrah.

Diyanet İşleri

Özürlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir.

Diyanet Vakfı

Artık insan, kendi kendinin şahididir.

Edip Yüksel

Doğrusu, insan kendi kendisine tanıktır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Doğrusu insan kendi nefsini görür,

Öztürk

Gerçek şu ki insan, öz benliği üzerine yönelmiş keskin ve derin bir bakıştır;

Suat Yıldırım

Türlü türlü mazeretler öne sürse de, Artık insan, kendisi hakkında şahit olur. [16,23; 58,18]

Süleyman Ateş

Doğrusu insan kendi nefsini görür,

وَلَوْ أَلْقَىٰ مَعَاذِيرَهُۥ ﴿١٥﴾

Özürlerini ortaya dökse de.

Alİ Bulaç

Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.

Çeviriyazı

velev elḳâ me`âẕîrah.

Diyanet İşleri

Özürlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir.

Diyanet Vakfı

İsterse özürlerini sayıp döksün.

Edip Yüksel

Birtakım özürler ortaya atsa da...

Elmalılı Hamdi Yazır

Bir takım özürler ortaya atsa da.

Öztürk

Dökse de ortaya tüm mazeretlerini.

Suat Yıldırım

Türlü türlü mazeretler öne sürse de, Artık insan, kendisi hakkında şahit olur. [16,23; 58,18]

Süleyman Ateş

Birtakım özürler ortaya atsa da.

لَا تُحَرِّكْ بِهِۦ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِۦٓ ﴿١٦﴾

Vahyi, acele edip okumak için dilini oynatıp durma.

Alİ Bulaç

Onu (Kur'an'ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.

Çeviriyazı

lâ tüḥarrik bihî lisâneke lita`cele bih.

Diyanet İşleri

Cebrail sana Kuran okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme, yalnız dinle.

Diyanet Vakfı

(Resulüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.

Edip Yüksel

Onu aceleye getirip dilini oynatma.

Elmalılı Hamdi Yazır

Onu hemen okumak için dilini depretme.

Öztürk

Onu aceleye getiresin diye dilini onunla hareketlendirme!

Suat Yıldırım

Sana vahyedileni unutmamak için tekrarlarken, hemen anında bellemek için dilini kımıldatma. [20,114]

Süleyman Ateş

(Ey Muhammed,) Onu hemen okumak için diline depretme.

إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُۥ وَقُرْءَانَهُۥ ﴿١٧﴾

Şüphe yok ki onu toplayıp unutturmamak da bize düşer, okumak ve tertib etmek de.

Alİ Bulaç

Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.

Çeviriyazı

inne `aleynâ cem`ahû veḳur'âneh.

Diyanet İşleri

Doğrusu o vahyolunanı kalbine yerleştirmek ve onu sana okutturmak Bize düşer.

Diyanet Vakfı

Şüphesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir.

Edip Yüksel

Onu toplamak da okutmak da bize düşer.

Elmalılı Hamdi Yazır

Kuşkusuz onu toplamak ve okumak bize aittir.

Öztürk

Onu toplamak ve okumak bize düşer.

Suat Yıldırım

Çünkü vahyi senin kalbinde toplamak ve onu okutmak Bize ait bir iştir.

Süleyman Ateş

Onu (senin kalbinde) toplamak ve (sana) okumak bize düşer.

فَإِذَا قَرَأْنَٰهُ فَٱتَّبِعْ قُرْءَانَهُۥ ﴿١٨﴾

Onu okuduk mu, uy okuyuşuna.

Alİ Bulaç

Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.

Çeviriyazı

feiẕâ ḳara'nâhü fettebi` ḳur'âneh.

Diyanet İşleri

Biz onu Cebrail'e okuttuğumuz zaman, onun okumasını dinle.

Diyanet Vakfı

O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et.

Edip Yüksel

Biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşunu izle.

Elmalılı Hamdi Yazır

O halde biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et.

Öztürk

O halde, biz onu okuduğumuzda, sen onun okunuşunu izle.

Suat Yıldırım

O halde Biz Kur'ân’ı okuduğumuzda, sen de onun okunuşunu izle!

Süleyman Ateş

O halde sana Kur'an'ı okuduğumuz zaman onun okunuşunu izle.

ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُۥ ﴿١٩﴾

Onu anlatıp bildirmek de şüphesiz, bize düşer.

Alİ Bulaç

Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait (bir iş)tir.

Çeviriyazı

ŝümme inne `aleynâ beyâneh.

Diyanet İşleri

Sonra onu sana açıklamak Bize düşer.

Diyanet Vakfı

Sonra şüphen olmasınki, onu açıklamak da bize aittir.

Edip Yüksel

Sonra, onu açıklamak da bizim görevimizdir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sonra onu açıklamak da bize aittir.

Öztürk

Sonra onu açıklamak da bizim işimiz olacaktır.

Suat Yıldırım

Ayrıca onu açıklamak da bize ait bir iştir. (Bu önemli gerçeği, arada belirttikten sonra gelelim esas konumuza).

Süleyman Ateş

Sonra onu açıklamak da bize düşer.

كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ ٱلْعَاجِلَةَ ﴿٢٠﴾

Hayır, siz geçip gideni seversiniz.

Alİ Bulaç

Hayır; siz çarçabuk geçmekte olanı (dünyayı) seviyorsunuz.

Çeviriyazı

kellâ bel tüḥibbûne-l`âcileh.

Diyanet İşleri

Hayır, hayır! Sizler, çabuk elde edeceğiniz dünya nimetlerini seversiniz.

Diyanet Vakfı

Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni (dünya hayatını ve nimetlerini) seviyorsunuz da,

Edip Yüksel

Ne var ki, siz geçici (dünyayı) seviyorsunuz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Hayır, siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz da

Öztürk

Hayır, hayır! Siz hemencecik geleni seversiniz.

Suat Yıldırım

Gerçek şu ki: Siz bu peşin dünya hayatına çok düşkünsünüz.

Süleyman Ateş

Hayır, siz çabuk(geçen şu dünyay)ı seviyorsunuz da,

وَتَذَرُونَ ٱلْءَاخِرَةَ ﴿٢١﴾

Ve ahireti bırakırsınız.

Alİ Bulaç

Ve ahireti terk edip-bırakıyorsunuz.

Çeviriyazı

veteẕerûne-l'âḫirah.

Diyanet İşleri

Ahireti bırakırsınız.

Diyanet Vakfı

Ahireti bırakıyorsunuz.

Edip Yüksel

Ahireti ise önemsemiyorsunuz.

Elmalılı Hamdi Yazır

Ahireti bırakıyorsunuz.

Öztürk

Ve sonradan geleceği terk edersiniz.

Suat Yıldırım

Onun için âhireti terk edip durursunuz.

Süleyman Ateş

Ahireti bırakıyorsunuz.

وُجُوهٌۭ يَوْمَئِذٍۢ نَّاضِرَةٌ ﴿٢٢﴾

O gün yüzler parlar, güzelleşir.

Alİ Bulaç

O gün yüzler ışıl ışıl parlar.

Çeviriyazı

vucûhüy yevmeiẕin nâḍirah.

Diyanet İşleri

O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır.

Diyanet Vakfı

Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır.

Edip Yüksel

O gün bazı yüzler parlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar.

Öztürk

Yüzler vardır o gün parıltılı,

Suat Yıldırım

Yüzler vardır o gün pırıl pırıl...

Süleyman Ateş

Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar,

إِلَىٰ رَبِّهَا نَاظِرَةٌۭ ﴿٢٣﴾

Ve Rablerine bakar.

Alİ Bulaç

Rablerine bakıp-durur.

Çeviriyazı

ilâ rabbihâ nâżirah.

Diyanet İşleri

O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır.

Diyanet Vakfı

Rablerine bakacaklardır (O'nu göreceklerdir).

Edip Yüksel

Rabb'ine bakar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Rabbine bakar.

Öztürk

Rabbine doğru bakan.

Suat Yıldırım

(O güzel ve Yüce) Rab'lerine bakakalır... [6,103]

Süleyman Ateş

Rabbine bakar.

وَوُجُوهٌۭ يَوْمَئِذٍۭ بَاسِرَةٌۭ ﴿٢٤﴾

Ve yüzler, asılır, kararır.

Alİ Bulaç

O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir.

Çeviriyazı

vevucûhüy yevmeiẕim bâsirah.

Diyanet İşleri

O gün bir takım yüzler de asıktır.

Diyanet Vakfı

Yüzler de vardır ki, o gün buruşacaktır;

Edip Yüksel

O gün bazı yüzler de var ki asıktır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Yüzler de var ki o gün asıktır.

Öztürk

Ve yüzler vardır o gün, asık/buruk,

Suat Yıldırım

Ve nice suratlar vardır o gün asılır.

Süleyman Ateş

Yüzler de var ki o gün asıktır.

تَظُنُّ أَن يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌۭ ﴿٢٥﴾

Bellerini kıracak bir felaketi bekler.

Alİ Bulaç

Kendisine, beli büken işlerin yapılacağını anlamaktadır.

Çeviriyazı

teżunnü ey yüf`ale bihâ fâḳirah.

Diyanet İşleri

Kendisinin belkemiğinin kırılacağını sanır.

Diyanet Vakfı

Kendilerinin, bel kemiklerini kıran bir felakete uğratılacağını sezeceklerdir.

Edip Yüksel

Belkemiğinin kırılacağının endişesi içindedir.

Elmalılı Hamdi Yazır

Anlar ki kendisine belkıran (bel kemiklerini kıran belalı bir iş) yapılır.

Öztürk

Kendisine, bel kıracak bir hesap yöneleceğini sezinler.

Suat Yıldırım

Belini kıran darbeyi yediğini hisseder. [3,106; 80,37-42; 88,2-10]

Süleyman Ateş

Kendisine bel kemiklerini kıran(bela)nın yapılacağını anlar.

كَلَّآ إِذَا بَلَغَتِ ٱلتَّرَاقِىَ ﴿٢٦﴾

Hayır; can, köprücük kemiklerine gelince.

Alİ Bulaç

Hayır; can, köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman,

Çeviriyazı

kellâ iẕâ belegati-tterâḳiy.

Diyanet İşleri

Dikkat edin; can boğaza gelip köprücük kemiklerine dayandığı zaman: \"Çare bulan yok mudur?\" denir.

Diyanet Vakfı

Artık gözünüzü açın! Ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır,

Edip Yüksel

Doğrusu, (nefis) boğaza dayandığı,

Elmalılı Hamdi Yazır

Hayır hayır, ne zaman ki can köprücük kemiklerine dayanır,

Öztürk

İş, onların sandığı gibi değil! Can, köprücüklere dayandığında,

Suat Yıldırım

Hayır, hayır! Ne zaman ki can boğaza gelir, işte o zaman can çekişenin yanındakiler:

Süleyman Ateş

Hayır, ne zaman ki can, köprücük kemiklerine dayanır,

وَقِيلَ مَنْ ۜ رَاقٍۢ ﴿٢٧﴾

Ve bir okuyup üfleyen yok mu denince.

Alİ Bulaç

\"Son müdahaleyi yapacak kim\" denir.

Çeviriyazı

veḳîle men râḳ.

Diyanet İşleri

Dikkat edin; can boğaza gelip köprücük kemiklerine dayandığı zaman: \"Çare bulan yok mudur?\" denir.

Diyanet Vakfı

\"Tedavi edebilecek kimdir?\" denir.

Edip Yüksel

Ve, \"Çare bulan var mı?\" dendiği zaman.

Elmalılı Hamdi Yazır

\"Tedavi edebilecek kimdir?\" denilir.

Öztürk

\"Kim var okuyup üfleyecek?\" denilir!

Suat Yıldırım

“Bunu iyileştiren, kurtaran yok mu?” der.

Süleyman Ateş

Ve (başında bulunanlar tarafından): \"Kim afsun yapar acaba? denir,

وَظَنَّ أَنَّهُ ٱلْفِرَاقُ ﴿٢٨﴾

Ve şüphe yok ki bu çağın, bir ayrılık çağı olduğunu anlayınca.

Alİ Bulaç

Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu anlamıştır.

Çeviriyazı

veżanne ennehü-lfirâḳ.

Diyanet İşleri

Artık ayrılık vaktinin geldiğini sanır.

Diyanet Vakfı

(Can çekişen) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar.

Edip Yüksel

Bunun artık o ayrılık zamanı olduğunu anlar.

Elmalılı Hamdi Yazır

Can çekişen bunun o ayrılık anı olduğunu anlar.

Öztürk

Sezinlemiştir ki odur ayrılık.

Suat Yıldırım

Artık ayrılık vakti geldiğini kendisi de anlar.

Süleyman Ateş

Ve kendisi artık bunun, ayrılık zamanı olduğunu anlar,

وَٱلْتَفَّتِ ٱلسَّاقُ بِٱلسَّاقِ ﴿٢٩﴾

Ve baldır, baldıra dolaşınca.

Alİ Bulaç

(Ölüm korkusundan) Ayaklar birbirine dolaştığında;

Çeviriyazı

velteffeti-ssâḳu bissâḳ.

Diyanet İşleri

Bacaklar birbirine dolaşır.

Diyanet Vakfı

Ve bacak bacağa dolaşır.

Edip Yüksel

Bacakları birbirine dolaşmıştır.

Elmalılı Hamdi Yazır

Bacak bacağa dolaşır..

Öztürk

Dolaşmıştır el-ayak/kol-bacak.

Suat Yıldırım

Bacağı bacağına dolaşır, ölüm acısıyla kıvranır. [6,61-62]

Süleyman Ateş

Ve bacak bacağa dolaşır.

إِلَىٰ رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ ٱلْمَسَاقُ ﴿٣٠﴾

O gün, Rabbinin tapısına götürülür.

Alİ Bulaç

O gün sevk, yalnızca Rabbinedir.

Çeviriyazı

ilâ rabbike yevmeiẕin-lmesâḳ.

Diyanet İşleri

O gün sevk Rabbin huzurunadır.

Diyanet Vakfı

İşte o gün sevkedilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur.

Edip Yüksel

O gün sevk Rabbine doğrudur.

Elmalılı Hamdi Yazır

İşte o gün sevk, ancak Rabbinedir.

Öztürk

Rabbine doğrudur o gün sevkiyat.

Suat Yıldırım

O gün sevkiyat, doğru Rabbinin divanına olur!

Süleyman Ateş

İşte o gün, sevk Rabbinedir (can, Allah'ın huzuruna sevk edilir).

فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّىٰ ﴿٣١﴾

O, ne birşeyi vermiştir sadaka olarak, ne namaz kılmıştır.

Alİ Bulaç

Fakat o, ne doğrulamış ne de namaz kılmıştı.

Çeviriyazı

felâ ṣaddeḳa velâ ṣallâ.

Diyanet İşleri

O, Peygamberi doğrulamamış, namaz kılmamış, ama yalanlayıp yüz çevirmiş, sonra da salına salına kendinden yana olanlara gitmişti.

Diyanet Vakfı

İşte o, (Peygamber'in getirdiğini) doğru kabul etmemiş, namaz da kılmamıştı.

Edip Yüksel

O ne doğruladı, ne de destekledi;

Elmalılı Hamdi Yazır

Fakat o, ne sadaka verdi, ne namaz kıldı.

Öztürk

Ne tasdik etti ne sadaka verdi ne namaz kıldı/dua etti.

Suat Yıldırım

Ne dini tasdik eder, ne namaz kılardı.

Süleyman Ateş

Ne sadaka verdi, ne de namaz kıldı.

وَلَٰكِن كَذَّبَ وَتَوَلَّىٰ ﴿٣٢﴾

Ve fakat yalanlamıştır, yüz çevirmiştir.

Alİ Bulaç

Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti.

Çeviriyazı

velâkin keẕẕebe vetevellâ.

Diyanet İşleri

O, Peygamberi doğrulamamış, namaz kılmamış, ama yalanlayıp yüz çevirmiş, sonra da salına salına kendinden yana olanlara gitmişti.

Diyanet Vakfı

Aksine yalan saymış ve yüz çevirmişti.

Edip Yüksel

Fakat yalanladı ve yüz çevirdi.

Elmalılı Hamdi Yazır

Fakat yalanladı ve döndü.

Öztürk

Tam aksine, yalanladı, gerisin geri döndü.

Suat Yıldırım

Hep hakkı yalan sayıp ona sırtını dönerdi.

Süleyman Ateş

Fakat yalanladı, döndü.

ثُمَّ ذَهَبَ إِلَىٰٓ أَهْلِهِۦ يَتَمَطَّىٰٓ ﴿٣٣﴾

Sonra da salınasalına yakınlarının yanına gitmiştir.

Alİ Bulaç

Sonra çalım satarak yakınlarına gitmişti.

Çeviriyazı

ŝümme ẕehebe ilâ ehlihî yetemeṭṭâ.

Diyanet İşleri

O, Peygamberi doğrulamamış, namaz kılmamış, ama yalanlayıp yüz çevirmiş, sonra da salına salına kendinden yana olanlara gitmişti.

Diyanet Vakfı

Sonra da çalım sata sata yürüyerek kendi ehline (taraftarlarına) gitmişti.

Edip Yüksel

Sonra çalım satarak ailesine gitti.

Elmalılı Hamdi Yazır

Sonra da çalım sata sata ailesine gitti.

Öztürk

Sonra da çalım sata sata ailesine gitti.

Suat Yıldırım

Bir de yaptığından memnun olarak,çalımlı çalımlı kendi taraftarlarının yanına varırdı.

Süleyman Ateş

Sonra çalım satarak ailesine gitti.

أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ ﴿٣٤﴾

Kötülük sana gerek, gene de kötülük sana.

Alİ Bulaç

Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın.

Çeviriyazı

evlâ leke feevlâ.

Diyanet İşleri

Sana yazıklar olsun, yazıklar!

Diyanet Vakfı

Layıktır (o azap) sana, layık!

Edip Yüksel

Sen bunu haketmişsin.

Elmalılı Hamdi Yazır

Gerektir o bela sana, gerek.

Öztürk

Çok uygundur sana bu bela, çok uygun!

Suat Yıldırım

Yazık sana yazık!

Süleyman Ateş

Yazık sana yazık!

ثُمَّ أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰٓ ﴿٣٥﴾

Sonra da kötülük sana gerek de gene kötülük sana.

Alİ Bulaç

Yine müstahaksın, dahasına da müstahaksın.

Çeviriyazı

ŝümme evlâ leke feevlâ.

Diyanet İşleri

Daha ne olsun, sana yazıklar olsun, yazıklar!

Diyanet Vakfı

Evet, layıktır sana (o azap) layık!

Edip Yüksel

Gerçekten sen bunu haketmiş bulunuyorsun.

Elmalılı Hamdi Yazır

Evet, gerektir o bela sana gerek.

Öztürk

Evet, çok uygundur sana bu bela, çok uygun!

Suat Yıldırım

Yazık ki sana ne yazık!

Süleyman Ateş

Yine yazık sana yazık!

أَيَحْسَبُ ٱلْإِنسَٰنُ أَن يُتْرَكَ سُدًى ﴿٣٦﴾

Yoksa insan, sanır mı ki kendi keyfine bırakılır?

Alİ Bulaç

İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor?

Çeviriyazı

eyaḥsebü-l'insânü ey yütrake südâ.

Diyanet İşleri

İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?

Diyanet Vakfı

İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!

Edip Yüksel

İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?

Elmalılı Hamdi Yazır

İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?

Öztürk

İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?

Suat Yıldırım

İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?

Süleyman Ateş

İnsan, başı boş bırakılacağını mı sanır?

أَلَمْ يَكُ نُطْفَةًۭ مِّن مَّنِىٍّۢ يُمْنَىٰ ﴿٣٧﴾

Erlik suyundan dökülen bir katre değil miydi?

Alİ Bulaç

Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi?

Çeviriyazı

elem yekü nuṭfetem mim meniyyiy yümnâ.

Diyanet İşleri

O, katılan bir meni damlası değil miydi?

Diyanet Vakfı

O, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi?

Edip Yüksel

Dökülen meniden bir sperm değil miydi?

Elmalılı Hamdi Yazır

O, dökülen erlik suyundan bir damla (sperm) değil miydi?

Öztürk

O, dökülen meniden bir sperm değil miydi?

Suat Yıldırım

Onun aslı, atılan bir meni damlası değil miydi?

Süleyman Ateş

Kendisi dökülen meniden bir nutfe (sperm) değil miydi?

ثُمَّ كَانَ عَلَقَةًۭ فَخَلَقَ فَسَوَّىٰ ﴿٣٨﴾

Sonra bir kan pıhtısı oldu da onu yarattı, azasını düzüp koştu.

Alİ Bulaç

Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.'

Çeviriyazı

ŝümme kâne `aleḳaten feḫaleḳa fesevvâ.

Diyanet İşleri

Sonra kan pıhtısı olmuş, sonra Allah onu yaratıp şekil vermişti.

Diyanet Vakfı

Sonra bu, alaka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmişti.

Edip Yüksel

Ve bir embriyoya dönüştükten sonra O yaratıp biçim verdi?

Elmalılı Hamdi Yazır

Sonra bir aleka (embriyon) oldu da Rabbi onu biçime koydu, sonra şekil verdi.

Öztürk

Sonra o, bir çiğnem et oldu da Allah onu yarattı, ardından düzgün bir şekle ulaştırdı.

Suat Yıldırım

Sonra (rahim cidarına) yapışan bir hücre oldu da, Rabbi onu yaratıp düzenledi.

Süleyman Ateş

Sonra alaka (rahme asılan embriyo) oldu da (Rabbi onu) yarattı, düzenledi.

فَجَعَلَ مِنْهُ ٱلزَّوْجَيْنِ ٱلذَّكَرَ وَٱلْأُنثَىٰٓ ﴿٣٩﴾

Derken ondan da erkek, dişi, çiftler yarattı.

Alİ Bulaç

Böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı.

Çeviriyazı

fece`ale minhü-zzevceyni-ẕẕekera vel'ünŝâ.

Diyanet İşleri

Ondan, erkek, dişi iki cins yaratmıştı.

Diyanet Vakfı

Ondan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var etmişti.

Edip Yüksel

Ve ondan erkek ve dişi olmak üzere iki çift yarattı?

Elmalılı Hamdi Yazır

Ondan da iki cinsi; erkek ve dişiyi var etti.

Öztürk

Nihayet ondan iki çifti, erkeği ve dişiyi vücuda getirdi.

Suat Yıldırım

Ondan erkek ve dişi olarak her iki cinsi yarattı.

Süleyman Ateş

O(meni)den iki çifti: Erkeği ve dişiyi var etti.

أَلَيْسَ ذَٰلِكَ بِقَٰدِرٍ عَلَىٰٓ أَن يُحْۦِىَ ٱلْمَوْتَىٰ ﴿٤٠﴾

Bunları yapanın, ölüyü diriltmeye gücü mü yetmez?

Alİ Bulaç

(Öyleyse Allah,) Ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir?

Çeviriyazı

eleyse ẕâlike biḳâdirin `alâ ey yuḥyiye-lmevtâ.

Diyanet İşleri

Bunları yapan Allah'ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi? Elbette yeter.

Diyanet Vakfı

Peki (bunları yapan) Allah'ın, ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?

Edip Yüksel

Bunları yapanın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?

Elmalılı Hamdi Yazır

Peki, bunu yapanın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?

Öztürk

Peki bunu yapan, ölüyü diriltmeye güç yetiremez mi?

Suat Yıldırım

Bütün bunları yapan, ölüleri diriltmeye kadir olmaz olur mu?

Süleyman Ateş

Şimdi bun(ları yapan Allah)ın ölüleri diriltmeğe gücü yetmez mi?