Setting
Surah The Sundering, Splitting Open [Al-Inshiqaq] in Turkish
إِذَا ٱلسَّمَآءُ ٱنشَقَّتْ ﴿١﴾
Gök yarılıp çatlayınca.
Gök, yarılıp-parçalandığı,
iẕe-ssemâü-nşeḳḳat.
Gök yarılıp Rabbine boyun eğdiği zaman, ki gök boyun eğecektir.
Gök yarıldığı,
Gök çatladığı zaman.
Gök yarıldığı,
Gök yarılıp parçalandığı,
Gök yarıldığı zaman...
Gök yarıldığı,
وَأَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ ﴿٢﴾
Ve Rabbini dinleyip itaat ederek sözünü haklayınca.
Ve 'kendi yaratılışına uygun' Rabbine boyun eğdiği zaman;
veeẕinet lirabbihâ veḥuḳḳat.
Gök yarılıp Rabbine boyun eğdiği zaman, ki gök boyun eğecektir.
Rabbine kulak verip boyun eğecek hale getirildiği zaman,
Ve doğal yapısı gereğince Rabbine kulak verdiği zaman.
Rabbini dinleyip kendisine yaraşır şekilde boyun eğdiği vakit,
Ve Rabbini dinleyip de hakkın belirişine araç kılındığı zaman!
Ve hep yapageldiği gibi, Rabbinin buyruğunu dinlediği zaman...
Kendisine yaraştığı üzere Rabbini(n buyruğunu) dinlediği zaman!
وَإِذَا ٱلْأَرْضُ مُدَّتْ ﴿٣﴾
Ve yeryüzü, dümdüz çekilince.
Yer, düzlendiği,
veiẕe-l'arḍu müddet.
Yer düzeltilip, içinde olanları dışarı atarak boşaldığı zaman ve yer Rabbine boyun eğdiği zaman, ki yer boyun eğecektir
Yer dümdüz edildiği,
Yer dümdüz edildiği,
Yer uzatılıp düzlendiği,
Ve yer uzatıldığı,
Yer yayılıp dümdüz edildiği, [20,106-107]
Yer uzatıl(ıp dümdüz yapıl)dığı,
وَأَلْقَتْ مَا فِيهَا وَتَخَلَّتْ ﴿٤﴾
Ve içindekileri atıp boşalınca.
İçinde olanları dışa atıp boşaldığı,
veelḳat mâ fîhâ veteḫallet.
Yer düzeltilip, içinde olanları dışarı atarak boşaldığı zaman ve yer Rabbine boyun eğdiği zaman, ki yer boyun eğecektir
İçinde bulunanları atıp boşaldığı,
İçindekileri atıp boşalttığı,
İçinde ne varsa attığı ve tamamen boşaldığı
Ve içindekini atıp boşaldığı,
İçindekileri dışarı atıp boşaldığı,
İçindekileri dışarı atıp boşaldığı,
وَأَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ ﴿٥﴾
Ve Rabbini dinleyip itaat ederek sözünü haklayınca.
Ve 'kendi yaratılışına uygun Rabbine boyun eğdiği zaman.
veeẕinet lirabbihâ veḥuḳḳat.
Yer düzeltilip, içinde olanları dışarı atarak boşaldığı zaman ve yer Rabbine boyun eğdiği zaman, ki yer boyun eğecektir
Ve Rabb'ini dinleyip O'na hakkıyla itaata mecbur kılındığı vakit (insanoğlu yaptıkları ile karşılaşır).
Ve doğal yapısı gereğince Rabbine kulak verdiği zaman.
Ve Rabbini dinleyip kendisine yaraşır şekilde boyun eğdiği vakit,
Ve Rabbini dinleyip de hakkın belirişine araç kılındığı zaman!
Ve hep yapageldiği gibi, Rabbinin buyruğunu dinlediği zaman... Seyredin siz: neler olacak o zaman!
Ve kendisine yaraştığı üzere Rabbini(n buyruğunu) dinlediği zaman!
يَٰٓأَيُّهَا ٱلْإِنسَٰنُ إِنَّكَ كَادِحٌ إِلَىٰ رَبِّكَ كَدْحًۭا فَمُلَٰقِيهِ ﴿٦﴾
Ey insan, şüphe yok ki sen, Rabbine ulaşmak için meşakkatler içinde didinirdurursun da sonunda ona kavuşursun.
Ey insan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda O'na varacaksın.
yâ eyyühe-l'insânü inneke kâdiḥun ilâ rabbike kedḥan femülâḳîh.
Ey insanoğlu! Sen Rabbine kavuşuncaya kadar çalışıp çabalarsın, sonunda O'na kavuşacaksın.
Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabbine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin; sonunda O'na varacaksın.
Ey insan, Rabbine doğru çalışıp çabalarsın ve sonunda O'nunla karşılaşırsın.
Ey insan! Kuşkusuz sen Rabbine doğru çaba üstüne çaba sarfetmektesin, nihayet O'na varacaksın.
Ey insan, sen Rabbine varmak için çok didinecek, sonunda O'na kavuşacaksın!
Ey insan! Sen, tâ Rabbine kavuşuncaya kadar didinip duracaksın.
Ey insan, sen, Rabbine varan yolda çabalayıp durmaktasın, nihayet O'na varacaksın.
فَأَمَّا مَنْ أُوتِىَ كِتَٰبَهُۥ بِيَمِينِهِۦ ﴿٧﴾
Ama kimin kitabı, sağ yanından verilirse.
Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse,
feemmâ men ûtiye kitâbehû biyemînih.
Amel defteri kendisine sağından verilen kimse, kolay geçireceği bir hesaba çekilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle döner.
Kimin kitabı sağından verilirse,
Kitabı sağ taraftan verilen,
O vakit kitabı sağ eline verilen,
O zaman kitabı sağdan verilen,
Hesap defteri sağ eline verilen kimsenin hesabı kolayca görülür.Ve ailesine sevinç içinde döner.
(O zaman) Kimin Kitabı sağından verilirse:
فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَابًۭا يَسِيرًۭا ﴿٨﴾
Artık onun hesabı, kolayca görülür.
O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek,
fesevfe yüḥâsebü ḥisâbey yesîrâ.
Amel defteri kendisine sağından verilen kimse, kolay geçireceği bir hesaba çekilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle döner.
Kolay bir hesapla hesaba çekilecek;
Kolay bir hesaba çekilecek,
Kolay bir hesapla hesaba çekilecek,
Kolay bir hesapla hesaba çekilecek,
Hesap defteri sağ eline verilen kimsenin hesabı kolayca görülür.Ve ailesine sevinç içinde döner.
O, kolay bir hesaba çekilecek,
وَيَنقَلِبُ إِلَىٰٓ أَهْلِهِۦ مَسْرُورًۭا ﴿٩﴾
Ve ailesinin yanına sevinç içinde döner.
Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır.
veyenḳalibü ilâ ehlihî mesrûrâ.
Amel defteri kendisine sağından verilen kimse, kolay geçireceği bir hesaba çekilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle döner.
Ve sevinçli olarak ailesine dönecektir.
Ve arkadaşlarına sevinç içinde dönecektir.
Ve sevinçli olarak ailesine dönecektir.
Ve sevinçli olarak ailesine dönecektir.
Hesap defteri sağ eline verilen kimsenin hesabı kolayca görülür.Ve ailesine sevinç içinde döner.
Ve sevinçli olarak ailesine dönecektir.
وَأَمَّا مَنْ أُوتِىَ كِتَٰبَهُۥ وَرَآءَ ظَهْرِهِۦ ﴿١٠﴾
Ve ama kimin kitabı, ardından verilirse.
Kimin de kitabı ardından verilirse,
veemmâ men ûtiye kitâbehû verâe żahrih.
Ama amel defteri kendisine arkasından verilen kimse: \"Mahvoldum\" diye bağırır ve çılgın alevli cehenneme girer.
Kimin de kitabı arkasından verilirse,
Kitabı arkasından verilen ise,
Ama kitabı arkasından verilen,
Kitabı arka tarafından verilen,
Hesap defteri arkasından sol eline verilen kimse ise,
Kimin Kitabı arka tarafından verilirse.
فَسَوْفَ يَدْعُوا۟ ثُبُورًۭا ﴿١١﴾
O, helak olmasını diler.
O da, helak (yok olmay)ı çağıracak,
fesevfe yed`û ŝübûrâ.
Ama amel defteri kendisine arkasından verilen kimse: \"Mahvoldum\" diye bağırır ve çılgın alevli cehenneme girer.
Derhal yok olmayı isteyecek,
Yok olmayı arzulayacak,
\"Yetiş ey ölüm!\" diye bağıracak
Bir ölüm çağıracak,
Yok olmayı ister.
O, ölümü çağıracak,
وَيَصْلَىٰ سَعِيرًا ﴿١٢﴾
Ve cehenneme atılır.
Çılgın alevli ateşe girecek.
veyaṣlâ se`îrâ.
Ama amel defteri kendisine arkasından verilen kimse: \"Mahvoldum\" diye bağırır ve çılgın alevli cehenneme girer.
Ve alevli ateşe girecektir.
Ve bir ateşte yanacaktır.
Ve alevli ateşe girecektir.
Ve korkunç ateşe girecektir.
Alevli ateşe girer.
Ve alevli ateşe girecektir.
إِنَّهُۥ كَانَ فِىٓ أَهْلِهِۦ مَسْرُورًا ﴿١٣﴾
Şüphe yok ki o, ailesinin içinde sevinmedeydi.
Çünkü o, (dünyada) kendi yakınları arasında sevinçliydi.
innehû kâne fî ehlihî mesrûrâ.
Çünkü o, dünyada, adamlarının yanında iken zevk içindeydi.
Zira o, (dünyada) ailesi içinde (mal-mülk sebebiyle) şımarmıştı.
Oysa arkadaşları arasında sevinçliydi;
Çünkü o ailesi içinde sevinçli idi.
O, ailesi içinde sevinçli idi.
O dünyada iken ailesi içinde keyifli, şımarık idi.
Çünkü o, (dünyada) ailesi arasında (şımarık ve) sevinçli idi.
إِنَّهُۥ ظَنَّ أَن لَّن يَحُورَ ﴿١٤﴾
Şüphe yok ki o, öldükten sonra tekrar hayata dönmeyeceğini sanırdı.
Doğrusu o, (Rabbine) bir daha dönmeyeceğini sanmıştı.
innehû żanne el ley yeḥûr.
Zira; o, bir daha dirilip dönmeyeceğini sanmıştı.
O hiçbir zaman Rabbine dönmeyeceğini sandı.
Bir daha (Rabbine) dönmeyeceğini sanmıştı.
Hiç Rabbine dönmeyeceğini sanmıştı.
Daha düşkün bir konuma asla geçmeyeceğini sanmıştı.
Hiçbir sûrette Rabbine dönmeyeceğini sanırdı.
O, hiç (Rabbine) dönmeyeceğini sanmıştı.
بَلَىٰٓ إِنَّ رَبَّهُۥ كَانَ بِهِۦ بَصِيرًۭا ﴿١٥﴾
Evet, şüphe yok ki Rabbi, onu görürdü.
Hayır; gerçekten Rabbi, kendisini çok iyi görendi.
belâ. inne rabbehû kâne bihî beṣîrâ.
Bilin ki, Rabbi onu şüphesiz görmekteydi.
Oysa gerçekten Rabbi onu görüyordu.
Doğrusu, Rabbi onu görmektedir.
Hayır Rabbi onu görmekte idi.
Hayır! Rabbi onu iyice görmekteydi.
Hayır! O Rabbine dönecek! Zira Rabbi, devamlı sûrette onun yaptıklarını görüyor, tek tek kontrol ediyordu. (Bu kontrolün de elbette böyle bir neticesi olacaktı.)
Hayır, Rabbi O'nu görmekte idi.
فَلَآ أُقْسِمُ بِٱلشَّفَقِ ﴿١٦﴾
Andolsun gün battıktan sonraki kızıllığa.
Yoo, şafak-vaktine yemin ederim,
felâ uḳsimü bişşefeḳ.
Akşamın alaca karanlığına and olsun;
Hayır! Şafağa, yemin ederim ki,
Andolsun akşamın kızıllığına,
Şimdi, yemin ederim o şafağa,
İş, sandıkları gibi değil! Yemin ederim akşamın kızıllığına,
Demek, gerçek onun sandığı gibi değildir. Şafak hakkı için!
Yoo, and içerim; akşamın alaca karanlığına,
وَٱلَّيْلِ وَمَا وَسَقَ ﴿١٧﴾
Ve geceye ve gecenin kapladıklarına.
Geceye ve toplayıp-taşıdığı şeylere,
velleyli vemâ veseḳa.
Geceye ve gecenin içinde olan şeylere and olsun;
Geceye ve onda basan karanlığa,
Gecenin topladığına,
Geceye ve içinde barındırdığı şeylere,
Geceye ve derlediğine,
Gece ve gecenin barındırdığı, şeyler hakkı için,
Geceye ve (gecenin bağrında) topladığı şeylere,
وَٱلْقَمَرِ إِذَا ٱتَّسَقَ ﴿١٨﴾
Ve aya, dolunay olunca.
Ondördüne girdiği zaman aya;
velḳameri iẕe-tteseḳa.
Dolunay halindeki aya and olsun ki:
Dolunay olmuş aya,
Dolunay halindeki aya,
Derlendiği zaman o aya,
Toparlandığı zaman Ay'a,
Dolunay halini alan ay hakkı için:
Değirmileşen aya,
لَتَرْكَبُنَّ طَبَقًا عَن طَبَقٍۢ ﴿١٩﴾
Elbette geçeceksiniz bir halden bir hale.
Siz, gerçekten tabakadan tabakaya bineceksiniz.
leterkebünne ṭabeḳan `an ṭabaḳ.
Şüphesiz siz bir durumdan diğerine uğratılacaksınız. (tabakadan tabakaya bineceksiniz)
Ki, siz elbette halden hale geçeceksiniz.
Siz evreden evreye binip geçeceksiniz.
Ki, siz elbette halden hale geçeceksiniz.
Ki siz boyuttan boyuta/halden hale mutlaka geçeceksiniz.
Siz halden hale geçeceksiniz!
Ki, siz, mutlaka tabakadan tabakaya bineceksiniz!
فَمَا لَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٢٠﴾
Artık ne oldu onlara da inanmıyorlar.
Şu halde onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar?
femâ lehüm lâ yü'minûn.
Onlara ne oluyor da inanmıyorlar?
Böyleyken onlar acaba neden iman etmezler?
Peki onlar neden inanmıyorlar?
Böyleyken onlar neden acaba iman etmezler?
Peki onlara ne oluyor da iman etmiyorlar?!
Öyleyse onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar?
Onların nesi var ki inanmıyorlar?
وَإِذَا قُرِئَ عَلَيْهِمُ ٱلْقُرْءَانُ لَا يَسْجُدُونَ ۩ ﴿٢١﴾
Ve onlara Kur'an okununca secde etmiyorlar?
Kendilerine Kur'an okunduğunda secde etmiyorlar.
veiẕâ ḳurie `aleyhimü-lḳur'ânü lâ yescüdûn.
Onlara Kuran okunduğu zaman neden secde etmiyorlar?
Onlar kendilerine Kur'an okununca secde de etmezler.
Onlara Kuran okunduğunda neden kabul etmiyorlar?
Karşılarında Kur'ân okunduğu vakit secde etmezler?
Karşılarında Kur'an okunduğu zaman secde etmiyorlar.
Kendilerine Kur'ân okunduğunda derin bir saygı ile eğilmiyorlar?
Kendilerine Kur'an okunduğu zaman secde etmiyorlar?
بَلِ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ يُكَذِّبُونَ ﴿٢٢﴾
Hayır, kafir olanlar, yalanlıyorlar.
Tersine, o nankörler, yalanlıyorlar.
beli-lleẕîne keferû yükeẕẕibûn.
Aksine, inkarcılar yalanlıyorlar.
Aksine, kafirler yalanlıyorlar.
Aksine, inkarcılar yalanlıyorlar.
Aksine o nankörler yalanlıyorlar.
Tam aksine, o küfre sapanlar yalanlıyorlar.
Bilakis, o kâfirler dini yalan saymaya devam ediyorlar.
Tersine o nankörler yalanlıyorlar.
وَٱللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا يُوعُونَ ﴿٢٣﴾
Ve Allah, daha iyi bilir, gönüllerinde ne var.
Oysa Allah, onların içlerinde sakladıklarını daha iyi bilendir.
vellâhü a`lemü bimâ yû`ûn.
Oysa, Allah, onların sakladıklarını çok iyi bilir.
Halbuki Allah onların gizlediği şeyleri çok iyi bilir.
ALLAH onların sakladıklarını çok iyi bilir.
Oysa Allah içlerinde sakladıklarını biliyor.
Allah, içlerinde sakladıklarını çok iyi biliyor.
Allah, onların kalplerinde ne sakladıklarını pek iyi bilir!
Allah onların, içlerinde gizledikleri (düşünceleri) biliyor.
فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ ﴿٢٤﴾
Artık müjdele onları elemli bir azapla.
Bu durumda sen, onlara acı bir azap ile müjde ver.
febeşşirhüm bi`aẕâbin elîm.
Onlara can yakıcı azabı müjde et.
(Resulüm!) Onlara acı azabı müjdele!
Onları acı bir azapla müjdele.
Onun için onlara elem verici bir azabı müjdele.
O halde, onlara acıklı bir azap muştula!
Sen de onlara gayet acı bir azap müjdele!
Onlara acı bir azabı müjdele.
إِلَّا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ لَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍۭ ﴿٢٥﴾
Ancak inananlar ve iyi işlerde bulunanlar başka; onlar içindir başa kakılmıyan mükafat.
Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka; onlar için kesintisi olmayan bir ecir (mükafaat) vardır.
ille-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti lehüm ecrun gayru memnûn.
Yalnız, inanıp yararlı işler işleyenlere, onlara, kesintisiz ecir vardır.
İman edip salih amel işleyenler başkadır; onlar için arkası kesilmeyen bir mükafat vardır.
İnanıp erdemli davrananlara ise kesilmez bir ödül var.
Ancak iman edip iyi ameller işleyenler başkadır. Onlara tükenmez bir ecir vardır.
İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar müstesnadır. Onlar için kesintisiz bir ödül vardır.
Fakat iman edip makbul ve güzel işler yapanlara ise, hiç kesintiye uğramayan, bitip tükenmeyen mükâfat vardır.
Ancak inanıp yararlı işler yapan kimseler için kesintisiz bir mükafat vardır.