Settings
Surah The Overwhelming [Al-Ghashiya] in Turkish
هَلْ أَتَىٰكَ حَدِيثُ ٱلْغَٰشِيَةِ ﴿١﴾
Geldi mi sana her yanı ve herkesi kavrayıp kaplayan o felaketin haberi?
(Her yanı yaygın olarak kuşatacak olan) Kıyametin haberi sana geldi mi?
hel etâke ḥadîŝü-lgâşiyeh.
Her şeyi kaplayacak kıyametin haberi sana gelmedi mi?
(Resulüm!) Dehşeti her şeyi kaplayan kıyametin haberi sana geldi mi?
Sana o bunaltanın haberi ulaştı mı?
O her şeyi kuşatacak olan Kıyamet'in haberi sana geldi mi?
Geldi mi sana Ğaşiye'nin/her şeyi her yandan sarıp kaplayacak olanın haberi!
Gâşiye'nin,dehşeti her tarafı saracak olan o felâketin mahiyeti hakkında elbet sen de bilgi sahibi oldun.
(Şiddet ve dehşetiyle her şeyi) Sarıp kaplayacak olan(o felaket)in haberi sana geldi mi?
وُجُوهٌۭ يَوْمَئِذٍ خَٰشِعَةٌ ﴿٢﴾
O gün yüzler eğilirler.
O gün, öyle yüzler vardır ki, 'zillet içinde aşağılanmıştır.'
vucûhüy yevmeiẕin ḫâşi`ah.
O gün bir takım yüzler zillete bürünmüştür.
O gün bir takım yüzler zelildir,
O gün yüzler saygı gösterir.
Yüzler var ki, o gün eğilmiş, zillete düşmüştür.
Yüzler vardır o gün zilletle öne eğilmiştir.
Yüzler vardır o gün yere eğilmiştir, zelildir!
Yüzler var ki o gün öne düşüktür,
عَامِلَةٌۭ نَّاصِبَةٌۭ ﴿٣﴾
Çalışıp çabalarlar, zahmete girip yorulurlar.
Çalışmış, boşuna yorulmuştur.
`âmiletün nâṣibeh.
Zor işler altında bitkin düşmüştür.
Durmadan çalışır, (fakat boşuna) yorulur,
Çalışmıştır, yorgun düşmüştür.
Çalışmış, yorulmuştur.
Çalışmış, boşa yorulmuştur.
Yorgundur, bitkin mi bitkindir!
Çalışır, yorulur.
تَصْلَىٰ نَارًا حَامِيَةًۭ ﴿٤﴾
Pek kızgın ateşe atılırlar.
Kızgın bir ateşe yollanırlar.
taṣlâ nâran ḥâmiyeh.
Yakıcı ateşe yaslanırlar.
Kızgın ateşe girer.
Kızgın ateşe girerler.
Kızışmış bir ateşe girer.
Kızışmış bir ateşe dalarlar.
Kızgın ateşe girerler.
Kızgın ateşe girerler.
تُسْقَىٰ مِنْ عَيْنٍ ءَانِيَةٍۢ ﴿٥﴾
Pek ıssı bir suyla suvarılırlar.
Kaynar bir kaynaktan içirilirler.
tüsḳâ min `aynin âniyeh.
Kızgın bir kaynaktan içirilirler.
Onlara kaynar su pınarından içirilir.
Kaynar bir pınardan içirilirler.
Onlara kızgın bir kaynaktan su verilir.
Ateşimsi bir kaynaktan sulanırlar.
Susayınca kaynar su kaynayan bir çeşmeden içerler.
Kendilerine kaynamış bir gözeden (su) içirilir.
لَّيْسَ لَهُمْ طَعَامٌ إِلَّا مِن ضَرِيعٍۢ ﴿٦﴾
Onlara orada yemek olarak ancak zehirli diken var,
Onlar için (zehirli olan) dari' dikeninden başka bir yiyecek yoktur.
leyse lehüm ṭa`âmün illâ min ḍarî`.
Semirtmeyen, açlığı gidermeyen kötü kokulu (kuru) bir dikenden başka yiyecekleri yoktur.
Onlar için kuru dikenden başka yemek yoktur,
Değersiz bir yiyeceğin dışında bir şeyleri yoktur;
Onlar için kuru bir dikenden başka yiyecek de yoktur.
Yırtıcı bir dikenden başka yemek yoktur onlar için.
Yiyecekleri sadece bir dikenden ibarettir.
Onlar için kuru dikenden başka yiyecek de yoktur.
لَّا يُسْمِنُ وَلَا يُغْنِى مِن جُوعٍۢ ﴿٧﴾
Ne besler ve ne doyurur, açlığı defeder.
Ne doyurup-semirtir, ne açlıktan korur.
lâ yüsminü velâ yugnî min cû`.
Semirtmeyen, açlığı gidermeyen kötü kokulu (kuru) bir dikenden başka yiyecekleri yoktur.
O ise ne besler ne de açlığı giderir.
Ne besler, ne de açlığı giderir.
O da ne besler, ne de açlığı giderir.
Ne semirtir ne açlıktan kurtarır.
Bu diken ne besleyicidir, ne de açlığı giderir.
O da ne semirtir, ne de açlığı giderir.
وُجُوهٌۭ يَوْمَئِذٍۢ نَّاعِمَةٌۭ ﴿٨﴾
O gün yüzler, sevinçlidir, neşeye dalar.
O gün, öyle yüzler de vardır ki, nimette (engin bir mutluluk içinde)dirler.
vucûhüy yevmeiẕin nâ`imeh.
İnanmış olanların yüzleri, o gün, pırıl pırıldır.
O gün bir takım yüzler de vardır ki, mutludurlar,
O gün başka yüzler de var ki mutludur.
Yüzler de var ki, o gün nimetle mutludur.
Yüzler de vardır o gün, nimetlerle mutlu.
Ama yüzler vardır, o gün mutludurlar!
Yüzler de var ki o gün ni'met içinde mutlu,
لِّسَعْيِهَا رَاضِيَةٌۭ ﴿٩﴾
Çalıştıklarından hoşnut olurlar.
Harcadığı-çabadan dolayı hoşnuttur.
lisa`yihâ râḍiyeh.
Yaptıklarından hoşnuddurlar.
(dünyadaki) çabalarından hoşnut olmuşlardır,
Yaptıklarından ötürü sevinçlidir.
Yaptığından hoşnuttur.
Emek ve gayreti yüzünden hoşnuttur.
Emeklerinin neticesini almadan ötürü gayet memnundurlar.
İşinden memnun,
فِى جَنَّةٍ عَالِيَةٍۢ ﴿١٠﴾
Yüce cennettedirler.
Yüksek bir cennettedir.
fî cennetin `âliyeh.
Yüksek bir cennettedirler.
Yüce bir cennettedirler.
Yüksek bir cennettedir.
Yüksek bir cennettedir.
Yüksek bir bahçededir;
Pek üstün ve pek muteber bir cennettedirler.
Yüksek bir bahçededir.
لَّا تَسْمَعُ فِيهَا لَٰغِيَةًۭ ﴿١١﴾
Orada boş söz duymazlar.
Orda anlamsız bir söz işitmez.
lâ tesme`u fîhâ lâgiyeh.
Orada boş söz işitmezler.
Orada boş bir söz işitmezler.
Orada bir saçmalık işitmezler.
Orada boş bir söz işitmez.
Hiçbir boş söz işitmez orada,
Orada hiç boş söz işitmezler. [19,62; 52,23; 56-25-26]
Orada boş söz işitmezler.
فِيهَا عَيْنٌۭ جَارِيَةٌۭ ﴿١٢﴾
Orada akan bir pınar var.
Orda 'durmaksızın akan' bir kaynak vardır.
fîhâ `aynün câriyeh.
Orada akan kaynak vardır.
Orada (cennette) devamlı akan bir pınar,
Orada akan bir kaynak var.
Orada akan bir kaynak,
Akıp duran bir pınar vardır orada,
Orada akan berrak pınarlar...
Orada akan bir kaynak vardır.
فِيهَا سُرُرٌۭ مَّرْفُوعَةٌۭ ﴿١٣﴾
Orada yükseltilmiş tahtlar.
Orda 'yükseklerde kurulmuş, tahtlar da vardır;
fîhâ sürurum merfû`ah.
Orada, yükseltilmiş tahtlar vardır.
Yükseltilmiş tahtlar,
Orada yüksek mobilyalar var.
Yükseltilmiş divanlar,
Yüksek sedirler vardır orada,
Orada üstün, kıymetli tahtlar...
Orada yükseltilmiş tahtlar,
وَأَكْوَابٌۭ مَّوْضُوعَةٌۭ ﴿١٤﴾
Ve konmuş sağraklar.
Konulmuş (içecek dolu) kaplar,
veekvâbüm mevḍû`ah.
Yerleştirilmiş kaseler,
Konulmuş kadehler,
Kadehler konulmuş,
Konulmuş kadehler,
Hizmete sunulmuş kadehler,
Hazırlanmış kadehler...
Konulmuş kadehler,
وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌۭ ﴿١٥﴾
Ve sırasıra konmuş yastıklar.
Dizi dizi yastıklar,
venemâriḳu maṣfûfeh.
Sıra sıra yastıklar,
Sıra sıra dizilmiş yastıklar,
Yastıklar dizilmiş,
Dizilmiş koltuklar, yastıklar,
Sıra sıra dizilmiş yastıklar,
Dizilmiş koltuklar, yastıklar...
Dizilmiş yastıklar,
وَزَرَابِىُّ مَبْثُوثَةٌ ﴿١٦﴾
Yeryer yayılmış döşemeler.
Ve serilmiş yaygılar.
vezerâbiyyü mebŝûŝeh.
Serilmiş, yumuşak tüylü halılar vardır.
Serilmiş halılar vardır.
Ve halılar serilmiştir.
Serilmiş halılar vardır.
Serilmiş seçme döşekler.
Yayılmış halılar ve döşemeler...
Serilmiş halılar vardır.
أَفَلَا يَنظُرُونَ إِلَى ٱلْإِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ ﴿١٧﴾
Hala mı bakmazlar deveye, nasıl da yaratılmış?
Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı?
efelâ yenżurûne ile-l'ibili keyfe ḫuliḳat.
Bu insanlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?
(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, bakmazlar mı?
Bakmazlar mı develere, nasıl yaratıldı?
Bakmıyorlar mı o develere, nasıl yaratılmış?
Bakmıyorlar mı o deveye, nasıl yaratıldı!
O kâfirler bakıp düşünmezler mi: (Mesela) deve nasıl yaratılmış?
Bakmıyorlar mı develere, nasıl yaratılmış?
وَإِلَى ٱلسَّمَآءِ كَيْفَ رُفِعَتْ ﴿١٨﴾
Ve göğe, nasıl da yüceltilmiş?
Göğe, nasıl yükseltildi?
veile-ssemâi keyfe rufi`at.
Bu insanlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?
Göğe bakmıyorlar mı nasıl yükseltilmiş?
Ve göğe, nasıl yükseltildi?
Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiş?
Ve göğe ki, nasıl yükseltildi!
Gök nasıl kurulup uçsuz bucaksız yükseltilmiş? [50,6; 67,3-4]
Göğe, nasıl yükseltilmiş?
وَإِلَى ٱلْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ ﴿١٩﴾
Ve dağlara, nasıl da dikilmiş.
Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu?
veile-lcibâli keyfe nüṣibet.
Bu insanlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?
Dağların nasıl dikildiğine, bakmazlar mı?
Ve dağlara, nasıl dikildi?
Bakmıyorlar mı dağlara, nasıl dikilmiş?
Ve dağlara ki, nasıl dikildi!
Dağlar nasıl da yeri tutup, dengeleyen direkler halinde dikilmiş.
Dağlara, nasıl dikilmiş?
وَإِلَى ٱلْأَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ ﴿٢٠﴾
Ve yeryüzüne, nasıl da yayılmış?
Yere; nasıl yayılıp-döşendi?
veile-l'arḍi keyfe süṭiḥat.
Bu insanlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?
Yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?
Ve yere, nasıl döşendi?
Yere bakmıyorlar mı, nasıl yayılmış?
Ve yere, nasıl yayılıp döşendi!
Yeryüzü nasıl yayılıp hayata elverişli kılınmış?
Yere, nasıl yayılıp döşenmiş?
فَذَكِّرْ إِنَّمَآ أَنتَ مُذَكِّرٌۭ ﴿٢١﴾
Artık korkut, öğüt ver, sen, ancak bir korkutucusun, bir öğütçü.
Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın.
feẕekkir innemâ ente müẕekkir.
Sen öğüt ver! Esasen sen sadece bir öğütçüsün.
O halde (Resulüm), öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin.
Hatırlat, çünkü sen hatırlatıcısın.
Haydi öğüt ver; sen şimdi sırf bir öğütçüsün.
Artık uyar/düşündür! Çünkü sen bir uyarıcı/düşündürücüsün.
İşte böyle... Sen insanları irşada devam et! Zaten senin görevin sadece irşad edip düşündürmektir.
Öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verensin.
لَّسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ ﴿٢٢﴾
Onlara musallat olmuş biri değilsin.
Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin.
leste `aleyhim bimüṣayṭir.
Sen, onlara zor kullanacak değilsin.
Onların üzerinde bir zorba değilsin.
Sen onları zorlayacak değilsin.
Onların üzerinde bir zorba değilsin.
Üzerlerine musallat bir despot değilsin.
Yoksa sen kimseyi zorlayacak değilsin.
Onların üzerinde zorlayıcı değilsin.
إِلَّا مَن تَوَلَّىٰ وَكَفَرَ ﴿٢٣﴾
Ancak kabul etmeyen ve kafir olana gelince.
Ancak kim yüz çevirir ve inkar ederse
illâ men tevellâ vekefera.
Ama kim yüz çevirir, inkar ederse, Allah onu en büyük azaba uğratır.
Ancak yüz çevirir inkar ederse,
Fakat kim yüz çevirir ve inkar ederse,
Ancak kim yüz çevirir ve kâfir olursa,
Tersine giden, nankörlük eden başka.
Lâkin kim ki imana sırtını döner ve inkâr eder,
Ancak kim yüz çevirir ve inanmazsa,
فَيُعَذِّبُهُ ٱللَّهُ ٱلْعَذَابَ ٱلْأَكْبَرَ ﴿٢٤﴾
Artık onu Allah azaplandırır pek büyük bir azapla.
Allah, onu en büyük azap ile azaplandırır.
feyü`aẕẕibühü-llâhü-l`aẕâbe-l'ekber.
Ama kim yüz çevirir, inkar ederse, Allah onu en büyük azaba uğratır.
İşte öylesini Allah en büyük azap ile cezalandırır.
ALLAH onu en büyük ceza ile cezalandırır.
Allah ona en büyük azap ile azap edecek.
Allah, böylesine en büyük azapla azap edecektir.
Allah da onu en büyük cezaya çarptırır.
Allah ona en büyük azabı eder,
إِنَّ إِلَيْنَآ إِيَابَهُمْ ﴿٢٥﴾
Şüphe yok ki tapımızdır gelecekleri yer.
Şüphesiz onların dönüşleri Bizedir.
inne ileynâ iyâbehüm.
Doğrusu onların dönüşü Bize'dir.
Şüphesiz onların dönüşü sadece bizedir.
Onların dönüşleri bizedir.
Kuşkusuz onlar döne dolaşa bize gelecekler.
Hiç kuşkusuz, onların dönüşleri bizedir.
Elbet onların dönüşü Bize olacaktır.
Dönüşleri Bizedir.
ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُم ﴿٢٦﴾
Sonra da şüphe yok ki hesaplarını görmek, bize düşer.
Sonra onları hesaba çekmek de elbette Bize aittir.
ŝümme inne `aleynâ ḥisâbehüm.
Şüphesiz sonra hesaplarını görmek de Bize düşmektedir.
Sonra onların sorguya çekilmesi de sadece bize aittir.
Hesaplarını görmek de bize düşer.
Sonra da bize hesap verecekler.
Bunun ardından, hesapları da bizim elimizde olacaktır.
Elbet hesaplarını görmek de Bizim işimiz olacaktır.
Sonra onların hesabını görmek Bize düşer.