Settings
Surah The City [Al-Balad] in Turkish
لَآ أُقْسِمُ بِهَٰذَا ٱلْبَلَدِ ﴿١﴾
Andolsun bu şehre.
Hayır; bu şehre yemin ederim,
lâ uḳsimü bihâẕe-lbeled.
Bu şehre (Mekke'ye) yemin ederim; ki sen bu şehirde oturmuşsun.
Andolsun bu beldeye,
And içerim bu kente,
Andolsun bu beldeye
Yemin ederim bu kente ki, iş onların sandığı gibi değildir!
Hayır! Gerçek, kâfirlerin dediği gibi değil.Bu şanlı belde hakkı için!
Yoo, and içerim bu kente,
وَأَنتَ حِلٌّۢ بِهَٰذَا ٱلْبَلَدِ ﴿٢﴾
Ki sen oturmadasın bu şehirde.
Ki sen, bu şehirde oturmakta iken,
veente ḥillüm bihâẕe-lbeled.
Bu şehre (Mekke'ye) yemin ederim; ki sen bu şehirde oturmuşsun.
Ki sen bu beldedesin,
Ki sen bu kentte oturmaktasın.
Ki sen bu beldede oturmaktasın.
Sen bu kente mahremsin/bu kente gireceksin.
Senin bu beldeye girişin hakkı için!
Ki sen bu şehire girmekte(burada yaşamakta)sın.
وَوَالِدٍۢ وَمَا وَلَدَ ﴿٣﴾
Ve babaya ve oğula.
Babaya ve doğan-çocuğa da.
vevâlidiv vemâ veled.
Doğurana ve doğurduğuna and olsun ki;
Ve andolsun babaya ve ondan meydana gelen çocuğa,
Doğurana ve doğurduğuna da andolsun.
Ve and olsun baba ve çocuğuna.
Ve doğurana ve doğurduğuna da yemin olsun ki,
Hem o değerli baba, hem o değerli evladının hakkı için:
Ve (and içerim) doğurucuya ve doğurduğuna ki,
لَقَدْ خَلَقْنَا ٱلْإِنسَٰنَ فِى كَبَدٍ ﴿٤﴾
Gerçekten de biz insanı sıkıntı içinde yarattık.
Andolsun, Biz insanı bir zorluk içinde yarattık.
leḳad ḫalaḳne-l'insâne fî kebed.
İnsanoğlunu, zorluklara katlanacak şekilde yarattık.
Biz, insanı ( yüzyüze geleceği nice ) zorluklar içinde yarattık.
İnsanı zorluklar arasında (direnmesi için) yarattık.
Biz insanı gerçekten bir sıkıntı içinde yarattık.
Biz insanı gerçekten bir sıkıntı ve zorluk içinde yarattık.
Biz insanı, imtihan ve çile yüklü bir hayata gönderdik. [82,6-7; 95,4-5]
Biz insanı zorluk arasında yarattık.
أَيَحْسَبُ أَن لَّن يَقْدِرَ عَلَيْهِ أَحَدٌۭ ﴿٥﴾
Hiçbir kimsenin, ona gücü yetmez mi sanır?
O, hiç kimsenin kendisine asla güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
eyaḥsebü el ley yaḳdira `aleyhi eḥad.
İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
İnsan, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
Kendisine güç yetiremiyeceğimizi mi sanıyor?
İnsan, kendisine karşı kimse güç yetiremez mi sanıyor?
O sanıyor mu ki, hiç kimse ona asla güç yetiremeyecektir!
O insan kendi üzerinde kimsenin güç sahibi olmadığını mı sanır?
İnsan, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
يَقُولُ أَهْلَكْتُ مَالًۭا لُّبَدًا ﴿٦﴾
Ben, birçok mal helak ettim der.
O: \"Yığınla mal tüketip-yok ettim\" diyor.
yeḳûlü ehlektü mâlel lübedâ.
\"Yığın yığın mal tüketmişimdir\" diyor.
\" Pek çok mal harcadım \" diyor.
(Övünerek) \"Çok para harcadım,\" diyor.
Ben, yığın yığın mal yok ettim diyor.
\"Yığınlarla mal telef ettim!\" diyor.
“Ben yığınla servet tükettim.” diye övünüp durur.
(Gösteriş ve övünme için) \"Ben birçok mal telef ettim\" diyor.
أَيَحْسَبُ أَن لَّمْ يَرَهُۥٓ أَحَدٌ ﴿٧﴾
Hiçbir kimse, onu görmez mi sanır?
Kendisini hiç kimsenin görmediğini mi sanıyor?
eyaḥsebü el lem yerahû eḥad.
O, kimsenin kendisini görmediğini mi zannediyor?
Kimse onu görmedi mi sanıyor?
Kimsenin kendisini görmediğini mi sanıyor?
Kendisini bir gören olmadı mı sanıyor?
Hiç kimsenin kendisini görmediğini mi sanıyor?
Kendisini gören olmadığını mı sanır?
Kimsenin kendisini görmediğini mi sanıyor?
أَلَمْ نَجْعَل لَّهُۥ عَيْنَيْنِ ﴿٨﴾
Onun için halketmedik mi iki göz.
Biz ona iki göz vermedik mi?
elem nec`al lehû `ayneyn.
Biz onun için iki göz, bir dil ve iki dudak var etmedik mi?
Biz ona iki göz vermedik mi?
Ona vermedik mi: İki göz,
Biz ona iki göz vermedik mi?
Biz ona vermedik mi iki göz,
Biz ona görmesi için gözler,
Biz ona vermedik mi: İki göz
وَلِسَانًۭا وَشَفَتَيْنِ ﴿٩﴾
Ve bir dille iki dudak?
Bir dil ve iki dudak?
velisânev veşefeteyn.
Biz onun için iki göz, bir dil ve iki dudak var etmedik mi?
Bir dil ve iki dudak,
Bir dil ve iki dudak?
Bir dil ve iki dudak?
Bir dil, iki dudak?
Gönlüne tercüman olacak dil ve dudaklar, vermedik mi?
Bir dil, iki dudak?
وَهَدَيْنَٰهُ ٱلنَّجْدَيْنِ ﴿١٠﴾
Ve ona iki sarp yol gösterdik.
Biz ona 'iki yol-iki amaç' gösterdik.
vehedeynâhü-nnecdeyn.
Biz ona eğri ve doğru iki yolu da göstermedik mi?
Ona iki yolu ( doğru ve eğriyi ) gösterdik.
Ona iki yolu göstermedik mi?
Ona iki yolu gösterdik.
Kılavuzladık onu iki tepeye.
Ona hayır ve şer yollarını göstermedik mi? [76,2-3]
Ona iki tepeyi (anasının iki memesini emmenin veya hayır ve şerrin yolunu) gösterdik.
فَلَا ٱقْتَحَمَ ٱلْعَقَبَةَ ﴿١١﴾
Derken dayanmadı o yokuşa.
Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi.
fele-ḳteḥame-l`aḳabeh.
Ama o, zor geçidi aşmaya girişemedi.
Fakat o, sarp yokuşu aşamadı.
Ne var ki zor yola katlanamadı.
Fakat o, o sarp yokuşa göğüs veremedi.
Akabeye, sarp yokuşa atılamadı o.
Fakat o sarp yokuşu aşmaya çalışmadı. (Böyle yaparak verilen nimetlerin şükrünü eda etmedi.)
Fakat o, sarp yokuşa atılamadı.
وَمَآ أَدْرَىٰكَ مَا ٱلْعَقَبَةُ ﴿١٢﴾
Ve bilir misin, yokuş nedir?
Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?
vemâ edrâke me-l`aḳabeh.
O zor geçidin ne olduğunu sen bilir misin?
O sarp yokuş nedir bilir misin?
Zor yolun ne olduğunu bilir misin?
Bildin mi sen, o sarp yokuş nedir?
Sarp yokuşun ne olduğunu sana bildiren nedir?
Sarp yokuş, bilir misin nedir?
Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin?
فَكُّ رَقَبَةٍ ﴿١٣﴾
Bir kul azat etmek.
Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir;
fekkü raḳabeh.
O geçit, bir köle ve esir azadetmek,
Köle azat etmek,
Köleleri özgürlüklerine kavuşturmaktır;
Köle azat etmek,
Özgürlüğü zincirlenenin bağını çözmektir o.
Sarp yokuş: bir köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır!
Bir boynu (kölelik zincirinden) çözmek,
أَوْ إِطْعَٰمٌۭ فِى يَوْمٍۢ ذِى مَسْغَبَةٍۢ ﴿١٤﴾
Yahut açlık, kıtlık gününde doyurmak.
Ya da açlık gününde doyurmaktır,
ev iṭ`âmün fî yevmin ẕî mesgabeh.
Yahut, açlık gününde, yakını olan bir öksüzü, yahut toprağa serilmiş bir yoksulu doyurmaktır.
Veya açlık gününde yemek yedirmektir,
Kıtlık anında doyurmaktır:
Veya salgın bir kıtlık gününde yemek yedirmektir,
Yahut da açlık ve perişanlık gününde doyurmaktır o,
Kıtlık zamanında yemek yedirmektir.
Yahut açlık gününde doyurmaktır:
يَتِيمًۭا ذَا مَقْرَبَةٍ ﴿١٥﴾
Yakınlığı olan bir yetimi.
Yakın olan bir yetimi,
yetîmen ẕâ maḳrabeh.
Yahut, açlık gününde, yakını olan bir öksüzü, yahut toprağa serilmiş bir yoksulu doyurmaktır.
Yakınlığı olan bir yetime.
Akraba bir öksüzü,
Yakınlığı olan bir yetime,
Yakındaki bir yetimi,
Yakınlığı olan bir yetimi,
Akraba olan yetimi,
أَوْ مِسْكِينًۭا ذَا مَتْرَبَةٍۢ ﴿١٦﴾
Yahut yerlere döşenmiş bir yoksulu.
Veya sürünen bir yoksulu.
ev miskînen ẕâ metrabeh.
Yahut, açlık gününde, yakını olan bir öksüzü, yahut toprağa serilmiş bir yoksulu doyurmaktır.
Veya hiçbir şeyi olmayan yoksula.
Yahut düşkün bir yoksulu...
Veya hiçbir şeyi olmayan yoksula.
Yahut ezilmiş-boynu bükük bir yoksulu.
Ya da yeri yatak, (göğü yorgan yapan, barınacak hiçbir yeri olmayan) fakiri doyurmaktır.
Yahut hiçbir şeyi olmayan yoksulu.
ثُمَّ كَانَ مِنَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَتَوَاصَوْا۟ بِٱلصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا۟ بِٱلْمَرْحَمَةِ ﴿١٧﴾
Sonra da inananlardan ve birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve acımayı tavsiye edenlerden olmak.
Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak.
ŝümme kâne mine-lleẕîne âmenû vetevâṣav biṣṣabri vetevâṣav bilmerḥameh.
Sonra, inanıp birbirlerine sabır tavsiye edenlerden, merhametlilerden olmayı tavsiye edenlerden olmaktır.
Sonra iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine acımayı öğütleyenlerden olmaktır.
Dahası, birbirlerine sabır ve sevgiyi öğütleyen inananlardan olmaktır.
Sonra da iman edip de sabrı tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır.
Sonra da iman eden ve birbirlerine sabrı öneren, merhameti öneren kişilerden olmaktır o.
Hem sarp yokuş: Gönülden iman edip, birbirlerine sabır ve şefkat dersi vermek, sabır ve şefkat örneği olmaktır.
Sonra inanıp birbirlerine sabır tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmak.
أُو۟لَٰٓئِكَ أَصْحَٰبُ ٱلْمَيْمَنَةِ ﴿١٨﴾
Onlardır işte sağ taraf ehli.
İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene).
ülâike aṣḥâbü-lmeymeneh.
İşte bunlar amel defterleri sağdan verilenlerdir.
İşte bunlar sağdakilerdir.
Nitekim mutlular onlardır.
İşte bunlar, amel defterleri sağlarından verilenlerdir.
İşte böyleleridir uğur ve bereket dostları.
İşte hesap defterleri sağ ellerine verilecek olanlar bunlardır.
İşte onlar sağın adamlarıdır (Kitabı sağından verilen uğurlu kişilerdir).
وَٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ بِـَٔايَٰتِنَا هُمْ أَصْحَٰبُ ٱلْمَشْـَٔمَةِ ﴿١٩﴾
Delillerimize kafir olanlara gelince: Onlardır sol taraf ehli.
Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme).
velleẕîne keferû biâyâtinâ hüm aṣḥâbü-lmeş'emeh.
Ayetlerimizi inkar edenler, işte onlar amel defterleri sollarından verilenlerdir.
Ayetlerimizi inkar edenler ise işte onlar soldakilerdir,
Ayet ve mucizelerimizi inkar edenlerse talihsizlerdir.
Âyetlerimizi tanımayanlar ise, onlardır işte amel defterleri sollarından verilenler.
Bizim ayetlerimizi tanımayanlara gelince bunlar; şomluk, uğursuzluk yâranıdır.
Ayetlerimizi inkâr edenlerin hesap defterleri ise, sol ellerine verilecektir.
Ayetlerimizi tanımayanlar ise solun adamlarıdır (Kitabı solundan verilen uğursuz kişilerdir).
عَلَيْهِمْ نَارٌۭ مُّؤْصَدَةٌۢ ﴿٢٠﴾
Onlaradır kapıları, üstlerine örtülmüş ateş.
\"Kapıları kilitlenmiş\" bir ateş onların üzerinedir.
`aleyhim nârum mü'ṣadeh.
Onlar her yönden ateşle kapatılacaklardır.
Cezaları, kapıları üzerlerine sımsıkı kapatılmış bir ateştir.
Onlar ateşe kapatılacaklardır.
Onların üzerlerine bir ateş bastırılıp kapıları kapanacaktır.
Bunların üzerine, kilitlenecek bir ateş gelecektir.
Onların cezası da, kapıları, üzerlerine sımsıkı kapatılmış ateş deposuna konulmak olacaktır.
Onlara (kapıları) üzerlerine kilitlenecek bir ateş vardır!