Settings
Surah The morning hours [Ad-Dhuha] in Turkish
وَٱلضُّحَىٰ ﴿١﴾
Andolsun kuşluğa.
Kuşluk vaktine andolsun,
veḍḍuḥâ.
Kuşluk vaktine and olsun;
Andolsun kuşluk vaktine
Andolsun kuşluk vaktine,
Andolsun kuşluk vaktine.
Yemin olsun kuşluk vaktine,
Güneşin yükselip en parlak halini aldığı kuşluk vakti hakkı için!
Kuşluk vaktine andolsun,
وَٱلَّيْلِ إِذَا سَجَىٰ ﴿٢﴾
Ve geceye, karanlığı basınca.
'Karanlığı iyice çöktüğü' zaman geceye,
velleyli iẕâ secâ.
Sükun erdiği zaman geceye and olsun ki,
Ve sükuna erdiğinde geceye ki,
Ve dingin olduğu zaman geceye,
Ve sakinleştiği zaman geceye ki,
Gelip oturduğu vakit geceye ki,
Sükûnete erdiği dem gece hakkı için ki: [92,1-2; 6,96]
Sakinleşen geceye andolsun ki,
مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلَىٰ ﴿٣﴾
Rabbin, seni ne terketti, ne de darıldı sana.
Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı.
mâ vedde`ake rabbüke vemâ ḳalâ.
Rabbin seni ne bıraktı ve ne de sana darıldı.
Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.
Rabbin seni ne bıraktı ne de sana darıldı.
Rabbin seni bırakmadı ve darılmadı.
Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da.
Ey Resulüm! Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da.
Rabbin, seni bırakmadı ve sana darılmadı.
وَلَلْءَاخِرَةُ خَيْرٌۭ لَّكَ مِنَ ٱلْأُولَىٰ ﴿٤﴾
Ve elbette ahiret, önceki dünyadan da hayırlıdır sana.
Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır.
velel'âḫiratü ḫayrul leke mine-l'ûlâ.
Doğrusu ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.
Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.
Senin için son (ahiret) ilkten (dünyadan) daha iyidir.
Ahiret senin için dünyadan iyi olacaktır.
Sonrası/âhiret/gelecek senin için öncesinden/dünyadan/geçmişten elbette ki daha mutlu-kutlu olacaktır.
Elbette senin için her zaman, işin sonu, başından daha hayırlıdır.
Senin sonun, ilkinden iyi olacaktır.
وَلَسَوْفَ يُعْطِيكَ رَبُّكَ فَتَرْضَىٰٓ ﴿٥﴾
Ve elbette yakında Rabbin, öyle şeyler verecek ki sana, sonucu razı olacaksın.
Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın.
velesevfe yü`ṭîke rabbüke feterḍâ.
Rabbin şüphesiz sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın.
Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın.
Rabbin yakında sana verecek ve sen de beğeneceksin.
Rabbın sana verecek ve sen hoşnut olacaksın.
Rabbin sana verecek de sen hoşnut olacaksın!
Elbette Rabbin sana ileride öyle ihsan edecek, ta ki sen de O'ndan ve verdiğinden razı olacaksın.
Rabbin, sana verecek ve sen razı olacaksın.
أَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيمًۭا فَـَٔاوَىٰ ﴿٦﴾
Seni bir yetim olarak bulup da yeryurt vermedi mi sana?
Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı?
elem yecidke yetîmen feâvâ.
Seni öksüz bulup da barındırmadı mı?
O, seni yetim bulup barındırmadı mı?
Seni bir öksüz olarak bulup barındırmadık mı?
O seni yetim bulup da barındırmadı mı?
O seni bir yetim olarak bulup da barınağa kavuşturmadı mı?
Seni yetim bulup barındırmadı mı?
O, seni yetim bulup barındırmadı mı?
وَوَجَدَكَ ضَآلًّۭا فَهَدَىٰ ﴿٧﴾
Ve seni, yol yitirmiş bulup da yol göstermedi mi sana?
Ve seni yol bilmez iken, 'doğru yola yöneltip iletmedi mi?
vevecedeke ḍâllen fehedâ.
Seni şaşırmış bulup, doğru yola eriştirmedi mi?
Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?
Seni bir sapık olarak bulup doğruya iletmedik mi?
Seni yol bilmez bulup yola iletmedi mi?
Seni şaşırmış olarak bulup da kılavuzluğunu üstlenmedi mi?
Seni dinin hükümlerinden habersiz bulup seçerek dosdoğru yola koymadı mı?
Seni şaşırmış bulup yola iletmedi mi?
وَوَجَدَكَ عَآئِلًۭا فَأَغْنَىٰ ﴿٨﴾
Ve seni yoksul bulup da zenginlik vermedi mi sana?
Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi?
vevecedeke `âilen feagnâ.
Seni fakir bulup zenginleştirmedi mi?
Seni fakir bulup zengin etmedi mi?
Seni fakir bulup zengin etmedik mi?
Seni yoksul bulup zengin etmedi mi?
Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?
Seni muhtaç bulup ihtiyacını gidermedi mi?
Seni fakir bulup zengin etmedi mi?
فَأَمَّا ٱلْيَتِيمَ فَلَا تَقْهَرْ ﴿٩﴾
Artık sen de yetimi horlama.
Öyleyse, sakın yetimi üzüp-kahretme.
feemme-lyetîme felâ taḳher.
Öyleyse sakın öksüze kötü muamele etme;
Öyleyse yetimi sakın ezme.
Öyleyse, öksüzü yüzüstü bırakma.
Öyleyse sakın yetimi ezme.
O halde, yetimi örseleme!
Öyle ise, sakın yetimi güçsüz bulup hakkını yeme, sakın onu küçümseyip üzme!
Öyleyse sakın öksüzü ezme,
وَأَمَّا ٱلسَّآئِلَ فَلَا تَنْهَرْ ﴿١٠﴾
Ve bir şey dileyeni boş çevirme, azarlama.
İsteyip-dileneni azarlayıp-çıkışma.
veemme-ssâile felâ tenher.
Ve sakın bir şey isteyeni azarlama;
El açıp isteyeni de sakın azarlama.
Dilenciyi de azarlama.
Dilenciyi de azarlama.
Yoksulu/bir şey isteyeni azarlama!
İsteyene de kaba davranma, onu azarlama!
Dilenciyi azarlama.
وَأَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ ﴿١١﴾
Ve Rabbinin nimetini an, söyle.
Rabbinin nimetini durmaksızın anlat.
veemmâ bini`meti rabbike feḥaddiŝ.
Yalnızca Rabbinin nimetini anlat.
Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an.
Ve Rabbinin sana yaptığı iyilikleri de anlat.
Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat.
Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle dile getir!
Rabbinin nimetlerini ise durmayıp söyle!
Ve Rabbinin ni'metini anlat.